1
z<
I
İK
ŞEREFNAME
klirt tarihi
LL.
11 1
OL
Ş e re f
H an
LU
'/I
u
(»y
o
11 1
11 1
1
—
<
•
z
A
#
an*
ANT Y A Y IN LA RI:
F a rsç a Y azılışı:
B İT L İS , 1597
A ra p ça Y ayım :
K A H İR E , 1958 -1962
T ürkçe ilk Y ayını:
A N T Y A Y IN LA R I
N isan 1971, İstan b u l
K ap a k D eseni:
İR A N M E N ŞE L İ K Ü R T K İLİM İ
Dizgi - B askı:
OSMANBEY M ATBAASI
Ş e re f Han
Şerefname
Kürt Tarihi
Arapçadan Çeviren:
MEHMET EMİN BOZARSLAN
ANT YAYINLARI
Cağaloğlu, B aşm usahip Sok. 10/2 - İst.
Önsöz
XVI. yüzyılın sonlarında Bitlis’te hüküm sürmüş olan
Şeref Han, uzunbir çalışmanın ve geniş bir araştırmanın
ürünü olarak farsça yazdığı ŞEREFNAME adlı bu eserini
1597 yılında tamamlamıştır. Eserin yazarının kaleminden
çıkmış elyazması orijinali Oxford Üniversitesindeki Bod
leian Kütüphanesinde «312» numarada kayıtlıdır.
Eser, birincisi 1669 yılında yine Bitlis beylerinden
olan Muhammed bin Ahmed Bey Mirza tarafından (İstan
bul Belediye Kütüphanesinde, M. Cevdet yazmaları ara
sında ve «0/29» numarada kayıtlıdır), İkincisi de 1681
yılında «Şeniî» mahlaslı bir yazar tarafından (iki nüshası
Londra, British Museum’da bulunmaktadır) olmak üzere
iki defa arap harfleriyle; üçüncüsü ise 1930’larda Diyarbakırlı öğretmen Süleyman Savcı tarafından (daktilo ile
yazılmış olan bir nüshası Diyarbakır Umumî Kütüphane
sinde, 2065 numarada kayıtlıdır) latin harfleriyle olmak
üzere üç defa türkçeye çevrilmiştir. Fakat bu türkçe çeviri
lerin hiçbiri bugüne kadar basılıp yayımlanmamıştır.
1860 yılında rusçaya ve 1868 yılında fransızcaya
çevrilip yayımlanmış olan ŞEREFNAME, 1948 yılında
da, Irak Kürtlerinden olup Mısır’da ikamet eden Muham
med Ali Avni tarafından arapçaya çevrilmiş ve iki cilt ha
linde, Yahya El-Haşşab’ın her iki cilt için ayrı ayrı yaz
dığı iki tanıtma yazısıyla birlikte Kahire'de (I. cilt 1958,
II. cilt 1962) basılmıştır. Biz de eserin Kahire’de basıl
mış olan bu nüshasını arapçadan türkçeye çevirdik.
Eserin, açıklanması gereken bazı yerlerine açıklayıcı
nitelikte kısa dipnotlar koyduk ve bunların sonuna da
(M.E.B.) harflerini yazdık. Eserin arapça çevirmeni mer
hum Muhammed Ali Avni’nin koymuş olduğu dipnotları
ise, sonuna yazdığımız (M.A.A.) harfleriyle belirttik.
Kitaptaki miladi tarihlerin bir kısmı Muhammed Ali
Avni tarafından düşülmüş olmakla beraber, bir kısmı da
tarafımızdan konulmuştur.
Kürtçe özel isimleri ise latin alfabesiyle yazdığımız
gibi, türkçe okunuşlarını da parantez içinde gösterdik.
1603 yada 1604 yılında ölmüş ve Bitlis’teki türbesine
gömülmüş olan Şeref Han, kitabın «Dördüncü Safha»sının
«Eksinde, kendi hayatı hakkında ayrıntılı bilgi vermiş ol
duğu için, biz ayrıca biyografisini yazmaya gerek görme
dik.
Eserde sözü edilen aşiret ve yer adlarını arapça nüs
hasından aynen aldığımız ve bu konuda başvuracak daha
başka kaynak bulamadığımız ve daha önce yapılmış türk
çe çevirileri de incelemek imkânını elde edemediğimiz için,
bu adların bir kısmı doğru yazılmamış olabilir. Bunun
nedeni, Arap harflerinin öteki dillerin yazılışına elverişli
olmayışıdır. Bu gibi adlara rastlayacak okuyucular, bu
konuda bize sağlıklı ve gerçeğe uygun bilgi verdikleri tak
dirde, bunu sevinçle karşılarız.
Gerek yazarın yaşamış olduğu çağda, gerekse ondan
önceki dönemlerde cereyan etmiş olayları büyük ölçüde
aydınlığa kavuşturması bakımından çok önemli bir tarihsel
belge niteliğine sahip olan ŞEREFNAME gibi bir eseri,
ülkemizin okuyucularına kazandırmış olmaktan mutluluk
duyduğumuzu da ayrıca belirtmek isteriz.
MEHMET EMİN BOZARSLAN
Sunuş
Yazar, kafiyeli ve tantanalı bir deyişle, Allah’a
hamdı ve Peygamber’e salatı kapsayan bir girişten(1> son
ra, çağının padişahı olan,
Osmanlı padişahlarından
Mehmed Han III.’ü, farsçada kullanılması alışılmış bir
takım yüce nitelik ve övgülerle över; sonra arapça ola
rak şöyle der:
Hakanların, yüce eşiğini öpmekle yüceldikleri; sul
tanların, yüce tahtını öpmekle
şereflendikleri;
ehl-i
sünnet ve cemaatin koruyucusu; bid’at(2) ve sapıklığın
izlerini silen; emrine itaat edilen en büyük sultan; uyul
ması gereken en adaletli, en mütekamil hakan; Hila
fet bayrağını adalet ve iyilikle yükselten; mekan ve za
man safhaları üzerine merhamet ve acuna nişanları di
ken; her iki başkanlıkla(3> da güçlenmiş olan; her iki
(1) Bu g irişin aslı y ad a çevirisi k ita b ın A ra p ça çevirisinde
bulunm adığından, tara fım ız d an tü rk çey e çevrilm edi,
(M. E. B.)
(2) B id 'at, S onradan dine sokulm ak istenen kökensiz ad e ttir.
(M. E. B.)
(3) ik i b aşk an lık tan biri padişahlık, öbürii de halifeliktir.
(M. E. B.)
mutluluğu daw elde etmeyi başarmış bulunan; her iki
karanın ve her iki denizin(S) sultanı; her iki mübarek
Harem’in hizmetçisi(6); iki ö m er’in(7) üçüncüsü; Büyük
İskender’in İkincisi; güvenlik yaygılarını her tarafa se
ren; büyük iyilik sahibi Allah'ın lütuf nazarlarım üzerinde
toplayan; zaferlerin babası Sultan Mehmed H an... Yüce
Tanrı onun mülkünü ve iktidarını ebedileştirsin ve iyiliği
ni, lütfunu alemlerin üzerine yağdırsın.
Akıl ve basiret sahiplerince açıkça bilindiği gibi; düz
gün yazan yazarlar, güzel konuşan bilginler, faziletli tarih
çi ve edebiyatçılar, tarih ve biyografi biliminin, edebî bi
limlerin en değerlilerinden, en yüksek derecelilerinden ve
en önemli yeri işgal edenlerinden olduğu konusunda birleş
mişlerdir. Bunun nedeni, tarih biliminin ibret verici ders
ler, açık seçik işaretler, önemli haber ve rivayetler kapsa
masıdır; hele tarih bilimi, kendisinden beklenen şerefli ve
övünülecek amaçları gerçekleştirir ve bu haberleri düz
gün, güçlü sözlerle, açık ve kolayca anlaşılır bir üslupla
aktarırsa... Bunun içindir ki, Ravzat el-Safa adlı tarih
kitabının yazan olan ve Mir Hand adıyla tanınan Muhammed bin Hand Şah bin Mahmud, değerli kitabının
girişinde şöyle demiştir:
«Tarih bilimini öğrenmenin 10 faydası vardır:
«1 — İnsanları tanımak.
(4) D ünya ve a h re t m utluluklarım kastediyor. (M. E. B.)
(5) İk i k a r a ve İki deniz, egem enliğindeki ala n la rın genişli
ğinden kinayedir. (M .E.B.)
(6) İk i H arem , M ekke’deki K abe İle M edine’deki H a z re tl
M uham m ed’ln tü rb esid ir; bu şehirlere egem en olan h ü
k ü m d arlar, îk l H arem ’in hizm etçisi olduklarını söyler ve
b u n u n la övünürlerdl. (M .E.B.)
(7) îk l Ö m er’in birincisi H a z re ti Ö m er, İkincisi E m evîlerden
Ö m er bin A bdülaziz’dlr, ikisi de ad aletleriyle ta n ın m ışlar
dır. (M .E.B.)
a 2 — Bilinmeyen konuları öğrenmekten duyulan
zevk ve sevinç.
«3 — Tarih biliminin, fazla külfet ve zorlanmaya
ihtiyaç göstermeyecek ölçüde kolay elde edilebilen, ya
kın çevreden öğrenilebilen ve hafıza gücü üzerine kuru
lan bir bilim olması.
«4 — Tarih biliminin aktardığı çeşitli sözleri öğ
renmekle, gerçek ile uydurmayı, doğru ile yalanı birbirin
den ayırdedebilmek.
«5 — insanın birçok tecrübeye sahip olması. Dü
şünürler, tecrübenin insanoğlunun özelliklerinden oldu
ğunu söylemişler ve tecrübeyi «on akıl»a(8) dahil etmiş
lerdir. Oysa insan, birçok tecrübeyi tarih okumakla elde
eder.
«6 — Tarihçinin, ihtilaflı olmayan olaylar konu
sunda, düşünürlere danışma ihtiyacında olmaması.
«7 — Tarihi öğrenmenin, büyük sorunlar ve problemleşen olaylar konusunda, azimli kişilerin iradelerini
güçlendirmesi.
«8 — Tarih bilgisinin, bu alanda güçlü ve söz sa
hibi olanlara, büyük olayların ve kara felaketlerin mey
dana gelmesi sırasında sükünet ve soğukkanlılık sağla
ması, umut ve cesaret vermesi.
«9 — insanın, sürekli olarak tarih okumakla, fela
ketlerin ve üzücü olayların meydana gelmesi sırasında
sebat ve hoşgörünün basamaklarını çıkabilmek gücünü
elde etmesi.
«10 — Bütün bunlara ek olarak tarih bilgisinin bir
de şu faydası vardır: Sultanlar ve kıratlar sürekli olarak
tarih kitaplarına baktıkları takdirde, onun aracılığıyla,
yüce padişah olan Allah’ın, mülkü dilediğinden almak
ta ve dilediğine vermekteki kudretinin ölçüsünü anlar
(8) On akıl, A risto teles’in taksim ine göre akim on m e rteb e,
si. (M.E.B.)
lar; artık dünya onlara yüz çevirdiğinde aldanıp gurura
kapılmazlar ve onlara sırt çevirdiğinde de üzülmezler.
Bunun içindir ki, bilge Kur’an, en büyük bilge olan Pa
dişahın^1 düzenini, ‘onların hikayelerinde akıl sahipleri
için ibret vardır’ gibi sözlerle çokça anlatmıştır, s
Bu yaprakların yazarı olan, ve doğru yolu gösteren
yüce Padişah Allah’a muhtaç bulunan ben Şeref bin
Şemseddin -Allah onu dünya ve din mutluluğuna eriştir
sin-, dinsel bilgiler alanındaki öğrenimini tamamladık
tan, kesin inanç verici eğitimini ikmal ettikten, Divan(10)
işlerini doğru yürütmek için gereken bilgilerle donandık
tan ve ruhsal olgunluk kazandıktan sonra; gençliğimin
ilk günlerinden, hatta hayatımın başlangıcından beri
tutku derecesinde sevdiğim konu olan, geçmiş padişah ve
kıratların hayatlarını gözden geçirmekle, ve yine tutkun
olduğum bir konu olan, geçmiş kavimlerin, halkların ve
milletlerin durumlarını incelemekle zaman zaman uğraş
maya başladım; nihayet bu kutlu bilim ve bu ince sanat
alanında üstün bir düzeye çıktım; bunun sonucunda, gü
cümün yettiği kadarıyla bu alanda yazı yazmaya da gi
riştim.
Bu bilim alanında, benden önce eski ve yeni pa
dişahların hayatlarım yazan tarihçilerden hiçbirinin yap
madığı, hatta akimdan bile geçirmediği, bağımsız bir ki
tap ortaya koymak, benim güçsüz aklımdan geçiyordu.
Fakat zaman tarafından çıkarılan engeller, gece gündüz
meydana gelen olaylar bu özlemi gerçekleştirmemi en
gelliyordu. Bu yüzden o amaç, gizlendiği örtünün altın
da kaldı; bu şekil, bekleme perdesinden çıkamadı; muha,___________ ’
r
(9) A llah’ı kastediyor. (M .E.B.)
(10) Divan, eskiden h ü k ü m d a rların devlet iğlerini y ö n e ttik
leri m ak am (M .E.B.)
liflerin rüzgarı her yandan esmeye, kargaşalıklar her va
diden çıkmaya başladı ve göklere yükseldi; halk darlık
içinde, şaşkın ve yollarını şaşırmış bir durumda kaldı;
hepsi yakararak, medet umarak dergâha01* sığındı; dille
rinde, yüce Allah’ın «Tanrı'mız! Gücümüzün yetmedi
ğini bizlere yükleme» buyruğunun mazmunu denmeye
başladı...
Derken, yaralı göğüsleriu ve gönüllerin üzerine bir
denbire, ilahi himmetin yeli esmeye, Tanrı’nm kutsal
ışınlarının aydınlığı yayılmaya, ve bu göğüsleri, bu gönül
leri aydınlatmaya başladı; ve bu yüce şanlı Padişahın*12*
uğurlıl adalet ve iyiliği sayesinde zulümler ortadan kalk
tı; arkasından, güçsüzlerin ve zavallıların gönülleri, ev
lerinde ve yurtlarında sükunete kavuştu; hayatları düze
ne girdi; reaya ve uyruklar, güvenlik beşikleri içinde,
kaygısız olarak, eksiksiz bir mutluluğun zevkine ermeye
başladılar.
İşte o zaman ben fakir de, çeşitli çağlarda ve dönem
lerde hükümdarların ve yöneticilerin gönüllerinde dönen
düşünceyi gerçekleştirmeye başladım. Ve o zaman, Al
lah’ın izniyle, bu konuya özgü tek bir büyük kitap der
lemeye, ve gerek arapça, gerekse arapça olmayan genel
tarih kitaplarında bulduğum olay ve rivayetleri, ayrı
ca benim duyduğum ve tanık olduğum büyük olayları da
bu kitaba koymaya, ve bu kitabı ŞEREFNAME adıyla
adlandırmaya karar verdim. Bundan amacım, Kürdistan’ın genel hayatında aktif rol oynayan Kürt ailelerinin
güzel anılarının perde altında gizli ve saklı kalmamasını
sağlamaktır.
Dünyadaki büyük bilginlerin iyiliğinden, fazilet ve
(11) A llah’ın d erg âh ın ı kastediyor. (M.E.B.)
(12) O sm anlı padişahı M urad III.’Ü kastediyor. K itab ın Dör_
düncii sa fh a ’sının sonundaki E k ’te bu konuda d etay lı
bilgi verecektir. (M.E.B.)
edebiyat erbabının insafından, bu kitaba kabul ve takdir
gözüyle bakmalarını, yanlış ve gözden kaçmış yerlerini
düzeltmelerini, eksikliklerini tamamlamalarını, bu yanlış
ve eksiklikleri mutlak bir cahillik ve basiret eksikliğiy
le yorumlamamalarını, tersine bunları, eski çağlardan be
ri insanın yaradılışında bulunan unutkanlık ve gözden
kaçma olarak yorumlamalarım ve şairin şu sözlerine uy
malarını özellikle rica ediyorum:
a Ört hatayı bulduğun zaman, sahibine vurma
«İnsan yaradılışı hatadan arınmaz çünkü
«Baksana Güneş’e, bu öznel ışığıyla dahi
«Hep ekvatorun üzerinden doğru geçmiyor.»
d
Kitap bir «Giriş», dört «Safha»(13) ve bir de «Ek»ten meydana gelmektedir.
GİRİŞ, Kürt ulusuna mensup toplulukların ve halk
ların soyları, asıllan, kökenleri ve muhtelif çağlardaki
durumları ve gelişmeleri konusundadır.
BİRİNCİ SAFHA, bağımsızlık ve saltanat bayrağı
nı yükselten ve bu nedenle tarihçiler tarafından kıral ve
padişahlar arasına dahil edilen Kürdistan hükümdar ve
yöneticilerinin anıları konusundadır.
Bu Safha beş bölümü kapsamaktadır:
Birinci Bölüm, Diyarbekir ve Cezire hükümdarla
rı konusundadır; bunlar «Mervanîler»dir.
İkinci Bölüm, «Hasanveyh» ailesi diye Un yapan
Dinever ve Şehrezor hükümdarları hakkındadır.
Üçüncü Bölüm, «Lor-ı Büzürk»(14) olarak ün yapan
«Fadlavî» ailesi hükümdarları hakkındadır.
(13) «Safha» sözcüğü, «büyük bölüm, a n a bölüm» k arşılığ ın
d a k u llan ılm ıştır; K itabın a ra p ç a çevirisinde «sahlfe»
şeklinde geçen bu sözcüğü biz «safha» şeklinde aldık.
(M.E.B.)
(14) «Büyük Lor» dem ektir. (M .E.B.)
Dördüncü Bölüm, «Küçük Lor» hükümdarları ko
nusundadır.
Beşinci Bölüm, «Al-ı Eyyub»(15) adıyla ün yapan
Mısır ve Şam sultanları konusundadır.
İKİNCİ SAFHA, bağımsızlık ve saltanat ilanı dere
cesine ulaşmamakla birlikte, bazen tek başlarına sikke
kestirmiş ve minberlerde kendi adlarına hutbe okutmuş
olan büyük Kürdistan hükümdarlarının anıları hakkın
dadır.
Bu safha da beş bölümdür:
Birinci Bölüm, Erdelan hükümdarları konusunda
dır.
ikinci Bölüm, «Şenbû» diye ün yapan Hakkari hü
kümdarları konusundadır.
Üçüncü Bölüm, «Bahadinan» adıyla ün
yapmış
olan îmadiye hükümdarları konusundadır.
Dördüncü Bölüm, «Boxto» (Bohto)(16) diye ün yap
mış olan Cezire hükümdarları konusundadır; bu bölüm
de üç «dal»,(l7> kapsamaktadır: Birinci Dal Cezire hü
kümdarları, ikinci Dal Gurgil hükümdarları, Üçüncü Dal
ise Fınık hükümdarları konusundadır.
Beşinci Bölüm, «Melikan»(IB) adiyle tanınmış olan
Hısnkeyfa(l9) hükümdarları hakkındadır.
ÜÇÜNCÜ SAFHA: Kürdistan’m diğer hükümdar
ve beylerinin'201 anıları hakkındadır.
Bu safha da üç «grup»u(21> kapsamaktadır:
(15) E yyubîler. (M.E.B.)
(16) B ohtîler, B ohtanlılar. (M.E.B.)
(17) «Dal» sözcüğünü arap çad a k i «şube» sözcüğünün k a rşı
lığı o la ra k kullandık. (M.E.B.)
(18) M elikler, k ırallar. (M .E .B .)'
(19) H asankeyf. (M.E.B.)
(20) «Bey» sözcüğünü arap çad a k i «em îr» (prens) k arşılığ ı
o la ra k kullandık. (M.E.B.)
(21) «Grup» sözcüğünü arap çad a k i «fırka» k arşılığ ı o la ra k
kullandık. (M.E.B.)
Birinci Grupta dokuz bölüm vardır:
Birinci Bölüm, Çemişkezek hükümdarları konusun
dadır; o da üç daldır: Birinci Dal Mıcıngerd beyleri, İkin
ci Dal Pertek hükümdarları, Üçüncü Dal da Seqeman
(Sakaman) beyleri konusundadır.
İkinci Bölüm, Mırdasî hükümdarları konusundadır
ve üç dalı kapsamaktadır: Birinci Dal Eğil hükümdarla
rı, İkinci Dal Palo (Palu) hükümdarları, Üçüncü Dal
Çermok (Çermik) beyleri konusundadır.
Üçüncü Bölüm, son zamanlarda «Hazzo hüküm
darları» diye tanınan Sason beyleri konusundadır.
Dördüncü Bölüm, Xizan (Hizan) hükümdarları ko
nusundadır ve üç daldır: Birinci Dal Xizan hükümdar
ları, ikinci Dal Müks beyleri, Üçüncü Dal Isbayerd bey
leri konusundadır.
Beşinci Bölüm, Kils (Kilis) hükümdarları konusun
dadır.
Altmcı Bölüm, Şerwan (Şirvan) beyleri hakkındadır,
üç dalı kapsar: Birinci Dal Kıfre (Küfra) beyleri,
ikinci Dal Erûn (Eruh) beyleri, Üçüncü Dal Kum£
(Kurte, yada Korte) beyleri konusundadır.
Yedinci Bölüm, Zırkan beyleri konusundadır; bu da
üç dalı kapsamaktadır: Birinci Dal Derzini beyleri, ikinci
Dal Gırdıkan (Kardıkan) beyleri, Üçüncü Dal Atak
(Hetax) beyleri, Dördüncü Dal Tercıl beyleri konusunda
dır.
Sekizinci Bölüm, Sıwâdî (Sıvîdi) beyleri konusun
dadır.
Dokuzuncu Bölüm, Sılemanî (Sılivanî) beyleri hak
kındadır ve iki daldan meydana gelmektedir: Birinci Dal
Qulb (Kulb) ve Batman beyleri, İkinci Dal da Meyyafarqîn (Menyafarkin)(22) beyleri konusundadır.
(22) D iy arb a k ır'ın S ilvan ilçesi (M .E.B.)
İkinci Grup, 12 bölümü kapsamaktadır:
Birinci Bölüm, Sohran hükümdarları konusundadır.
İkinci Bölüm Baban hükümdarları konusundadır.
Üçüncü Bölüm, Mekrî hükümdarları hakkındadır.
Dördüncü Bölüm, Bıradost hükümdarları hakkın
dadır ve iki dal kapsamaktadır: Birinci Dal Wu.şnî (Eşnû
yada Eşne) beyleri, İkinci Dal da Somay beyleri hak
kındadır.
Beşinci Bölüm, Mahmudî beyleri konusundadır.
Altıncı Bölüm, Dınbılî beyleri konusundadır.
Yedinci Bölüm, Zerza beyleri konusundadır.
Sekizinci Bölüm, Istunî beyleri konusundadır.
Dokuzuncu Bölüm, Tasni beyleri konusundadır.
Onuncu Bölüm, Kelhur beyleri konusundadır ve üç
dal kapsamaktadır: Birinci Dal Pılıngan hükümdarları,
İkinci Dal Derteng hükümdarları, Üçüncü Dal Mahideşt
beyleri konusundadır.
Onbirinci Bölüm, Bane beyleri konusundadır.
Onikinci Bölüm, Terza beyleri konusundadır.
Üçüncü Grup, «Goran» adıyla ün yapan Iran Kürtleri hakkındadır ve üç dal kapsamaktadır: Birinci Dal
Siyah Mansur beyleri, ikinci Dal Çegni beyleri, Üçün
cü Dal Zengine beyleri, Dördüncü Dal da Pazukî beyle
ri konusundadır.
DÖRDÜNCÜ SAFHA, yazarın babaları ve ataları
olan Bedlis(23) beylerinin ve hükümdarlarının anıları hak
kındadır; bu da bir giriş(24), dört kısımC25) ve bir ek
kapsamaktadır:
(23) Bitlis. (M.E.B.)
(24) B u rad aki «Giriş» sözcüğünü arap çad a k i «fatiha» (b aş
langıç, açılış) k arşılığ ın d a kullandık. (M.E.B.)
(25) B u rad ak i «kısım» sözcüğünü, k ita b ın a ra p ç a çevirisinde
k ullanılan «satır» sözcüğünün ¡karşılığı o la ra k kullan,,
dik. (M.E.B.)
(26) B u rad a k i «Ek» sözcüğünü arap çad ak i «zeyl» sözcüğü
nün k arşılığ ı o la ra k kullandık. (M.E.B.)
Giriş, Bedlis şehri, bu şehrin kimin tarafından han
gi nedenle kurulduğu ve ünlü kalesi konusundadır.
Birinci Kısım, Rozkan aşireti ve o aşiretin bu adla
adlandırılmasının nedeni konusundadır.
İkinci Kısım, Bedlis hükümdarları, onların soyları
ve Bedlis’e nasıl ve ne zaman geldikleri konusundadır.
Üçüncü Kısım, Bedlis hükümdarlarının çeşitli çağ
ve zamanlarda büyük sultan ve kıratlardan gördükleri
saygı belirtileri, itibar ve değer çeşitleri konusundadır;
bu da dört bölümdür: Birinci Bölüm Melik Eşrefin du
rumu hakkındadır. İkinci Bölüm Hacı Şeref bin Diyaeddin’in durumu hakkındadır. Üçüncü Bölüm Emîr Şemseddin bin Hacı Şeref hakkındadır. Dördüncü Bölüm
Emîr İbrahim bin Emîr Hacı Muhammed hakkındadır.
Dördüncü Kısım, Bedlis hükümdarlarının hükümet
lerinin Bedlis’te sona ermesine yolaçan neden ve etken
ler konusundadır; dört yön(27) kapsamaktadır: Birinci
Yön, Emîr Şeref ile Emîr İbrahim arasında çıkan çatışma
konusundadır. İkinci Yön, Emîr Şerefin Emîr İbrahim’i
yenerek Bedlis’de yönetimi ele alması konusundadır.
Üçüncü Yön, Emîr İbrahim’in Bedlis kalesini Kızılbaş
grubundan geri alması konusundadır. Dördüncü Yön,
Emîr Şemseddin bin Emîr Şerefin durumu konusundadır.
Ek, bu satırların zayıf yazarı ve derleyicisinin, doğ
duğu günden, şimdi 1005 olan Hicrî (1597) tarihe kadarki durumu konusundadır.
EK(28), ulu Osmanlı padişahlarının durumları, İran
ve Turan’m büyük hükümdarlarının olayları ile, çeşitli
ülkelerde ve muhtelif zamanlarda bunlara çağdaş olan kıral ve beyler hakkındadır.
(27) «Yön» sözcüğünü, k ita b ın a ra p ç a çevirisindeki «vecih»
sözcüğünün k arşılığ ı o la ra k kullandık. (M.E.B.)
(28) Bu ck, kitab ın a n a bölüm lerinden b iri olan e k tir; D ör
düncü S afh an ın son bölüm ü olan elde b ir ilgisi yoktur.
(M.E.B.)
Giriş
■ Kürt Toplulukları ve Durumlarının
Açıklanması Hakkındadır.
Rivayet edenler derler ki: Kürtlerin aslı vc çok olan
toplulukları konusunda çeşitli sözler ve birbiriyle çelişen
çeşitli rivayetler vardır. Bu rivayetlerden biri, bazıları
nın öne sürdükleri gibi şudur:
Kürtler, beyinlerinin alınıp Dahhak (Bivrasb)’ın iki
omuzu üzerinde meydana gelen kansere benzer bir çı
bana sürülmesi için öldürülmekten, boğazlanmaktan, baş
ları kesilmekten kaçarak dağlara ve engin yerlere dağılan
insanların soyundan gelmişlerdir. Dahhak, Bişdadîler’in,
büyük hükümdar Cemşid’den sonra İran ve Turan tahtı
na oturup ülkelere tasallut eden beşinci hükümdarıydı; o
kadar Allah’tan korkmaz ve sakınmaz cebemıt ve haddi
ni aşmış bir hükümdardı ki, bu yüzden bazı tarihçiler,
şiddet ve ceberrutundan ötürü tarihte Şeddad sanıyla ün
yapan hükümdarın ta kendisi olduğunu öne sürmüşler
dir. Nitekim güçlü şairlerden biri onun niteliği hakkında
şöyle demiştir:
«Kader, yedi iklim(29) topraklarının
«Şeddad karakterli Dahhak’e boyun eğmesini istedi
«Bu din düşmanının koyduğu esaslar
«Geçmiş adaletli şahların gidişine uymuyordu
«Çünkü onun döneminde yaygınlaşan söz şuydu:
«Onun dönemi, dönemlerin en kötüsüdür.»
Bu hükümdarın yaradılışındaki ceberrut ve aşırı şid
dete rağmen, yüce Allah kendisini, iki ejderha ve yıla
nın başına benzer iki kemiğin çıkmasıyla müptela kıldı;
bu, hekimler tarafından «kanser» denilen bir hastalıktı.
Bu garip hastalıktan, yakalandığı acı ve ıstırap nöbetle
rinden dolayı, Dahhak’ın rahatı iyice kaçtı. Ayrıca, bu
hastalığı iyileştirmeye girişen ve tedavisini üzerine alan
hünerli tabipler ve mütehassıs hekimler de, bu uğurda
olanca çabalarını harcamalarına rağmen, çaresizlik için
de kaldılar. Nihayet günün birinde mel’un şeytan, Dahhak’i muayene etmek ve ona iyileştirici bir ilaç salık ver
mek isteyen bir tabip kılığında çıkageldi. Bu tabip Dahhak’le karşılaşır karşılaşmaz, «senin iyileşmen, bu kan
serli çıban başına genç insaııoğullarının beyinlerinin sü
rülmesine bağlıdır,» dedi. Esef edilecek durum, yönetici
lerin de bu mel’unun öğütüne uygun olarak hareket et
meleri oldu. Rastlantı olarak acı durdu, ıstırap da tama
men hafifledi. Kansere beyin sürüldükçe hasta kendilini
iyi hissediyordu artık.
Bunun üzerine iş başındaki yetkililer, günde iki ki
şinin öldürülmesine ve beyinlerinin alınarak kansere, hiç
iyileşmeyen bu garip hastalığa sürülmesine karar verdi
ler. Bu durum, taşıdığı yüzkarası zulme ve açık haksızlı
ğa rağmen bir süre devam etti. Sonunda, günde iki kişi
yi öldürüp beyinlerini almakla görevli adamın gönlü iğ
(29) İklim , eski b ir c o ğ ra fy a ölçüsüdür ve b irçe şit «kıta» a n
lam ın a k u llan ılm ıştır; bu ölçüye göre o za m a n dünya
yedi iklim e ay rılm ıştır. (M.E.B.)
rendi; alicenap bir duygu ve acıma kendisine galebe çal
dı; sonra, günde bir kişi öldürmekle yetinmeye, onun
beynine bir kuzu beynini eklemeye ve öbür kişiyi gizlice
serbest bırakıp, kendisine şehir ve meskun yerleri terketmesini, insanoğlunun izlerinden hali bulunan dağları
ve engin yerleri yurt edinmesini tenbih etmeye karar ver
di. Bu insancıl davranış, yani her gün bir kişinin serbest
bırakılması, meskun olmayan arazideki bir alanda, bir
çok diyelek konuşan ve çeşitli topluluklardan gelen insanoğullarından büyük bir topluluğun meydana gelmesi
ne yolaçtı. Bunlar evlendiler ve ürediler; sonunda çocuk
ları ve torunları bütün o geniş yöreleri doldurdular ve
bütün bu insanlara «Kürt» adı verildi.
Bunlar, uzun süre uygarlık eserlerinden ve meskun
yerlerden uzak kaldıkları, kendi kültür ve sanatlarını,
uygarlık durumlarını, bilinen diyelek ve dillerini unut
tukları için, kendilerine özgü bir dil ve bağımsız birtakım
durumlar ortaya çıkardılar; sonra alçak ovalara ve yük
sek dağlara yayıldılar; oralarda tarım, hayvancılık, tica
ret gibi uygarlık eserleri meydana getirmeye; dağ başla
rında köyler, kaleler ve şehirler kurmaya başladılar; son
ra birçok toplulukları varlıklı oldu ve ovalara, tepelik yer
lere de girdiler.
Bir rivayet daha vardır ki, şöyle der: Kürtlerin bu
adla adlandırılmalarının tek nedeni, aşırı cesaretleri ve
savaşçılıklarıdır. O kadar ki, kavga alanlarında, savaş
meydanlarında ve diğer çetin durumlarda tehevvür ve
pervasızlıkla nitelendirilmişlerdir.
Bazı düşünürler de, «Kürtler, Allah’ın, üzerlerinden
perdeyi kaldırdığı bir cin topluluğudur», demişlerdir. Ba
zı tarihçiler de, cinlerin, Havva’nın kızlarıyla evlendikle
rini, onlardan da Kürtlerin doğduğunu öne sürmüşlerdir.
Bilgi Allah indindedir ve o, her şeye kadirdir.
Kürt topluluk ve aşiretleri dil, gelenek ve sosyal du
rumlar yönünden dört büyük kısma ayrılırlar:
Birinci kısım, Kurmanç;
İkinci kısım, Lor;
Üçüncü kısım, Kelhur;
Dördüncü kısım, Goran.
Kürtlerin memleketinin sınırları, Okyanus’tan ayrı
lan Hürmüz Denizi'301 kıyısından başlar; bir doğru çizgi
üzerinde oradan Malatya ve Maraş illerinin nihayetine
kadar uzanır. Böylece bu çizginin kuzey tarafını Fars,
Acem Irak’ı,'311 Azerbaycan, Küçük Ermenistan ve Bü
yük Ermenistan teşkil eder. Güneyine ise Arap Irak’i,
Musul ve Diyarbekir illeri düşer. Bununla birlikte, bu
insanların soyundan birçok halk ve kabile, doğudan ba
tıya kadar birçok ülkede yayılmışlardır.
Kürt topluluklarının çoğu aşırı cesaret ve tehevvür
le, alabildiğine mert ve cömert olmakla tanınmışlardır.
Ayrıca yaradılıştan, büyük bir hamiyete sahip, son dere
ce onurlu ve aşırı derecede mağrurdurlar. Bunda o ka
dar aşırı giderler ki, dağlarda ve ovalarda açıkça yol kes
mekle ve gasıp yapmakla tanınmayı, hırsızlık yapmaya
ve anîden saldırıya geçmeye tercih ederler; bu da son de
rece büyük bir cüret ve nadir rastlanılan bir cesaret is
ter. Çünkü bu kibar sıfatlan ve seçkin nitelikleri elde
etmek uğrunda birbirlerini yokederler. Başkalarının ver
dikleriyle sürdürülecek değersiz bir hayat elde etmek
uğrunda namertlere avuç açmamak ve iyilik, yardım is
teyerek eğilmemek için canlarını tehlikelere, vartalara
atarlar. Oysa kuşkusuz, onlar o davranışlarıyla, şu gü
zel şiirin mazmunundan habersiz bulunurlar:
«Bir gümüş tanesine el uzatmak
(30) B a sra körfezi. (M.E.B.)
(31) G üneybatı İ r a n ’d ak i H u zlstan eyaleti. (M .E.B.)
«Onun hırsızlık ve gasıpla birbuçuk danak^*2' alarak
kesilmesinden daha iyidir.»
Onlar adeta, «sonuçları düşünen adam cesaret sa
hibi olmaz» diyen ünlü söze uymak için candan çalışır
lar; işlerin sonuçlarını çoğunlukla, hatta bazen hiç dü
şünmezler. Bu yüzden dünyanın genel işlerinden ve önemli meselelerinden uzak kalırlar; hatta çoğu zaman bu
işlere ve meselelere önem bile vermezler.
Kürt topluluklarının çoğunluğu Sünnîdir ve İmam-ı
Şafii -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- mezhebine bağlıdır.
İslam şeriatıyla hareket etmekte, yaradılmışlarm efendi
si olan Hazreti Muhammed’iıı -onun ve büyük al ve as
habının üzerine salat ve selam olsun- sünnetine ve doğru
yolu gösterici büyük halifelerin yoluna uymaya yönelmek
te sağlam azimleri vardır. Bundan ötürü, bakarsın on
lar, namaz, hac, zekat ve oruç gibi dinin esaslarını ken
dilerine öğreten İslam bilgilerinin sözlerine uyarlar; çün
kü onların bu işlere büyük tutkusu ve sağlam bağlılığı
vardır. Yalnız Musul ve Şam dolaylarında dolaşan Tas
ni, Xaldî (Haldi), Besyanî, Bohtî (bir kısmı), Mahmudî,
Dmbılî gibi Kürt aşiretleri böyle değildir. Çünkü bunlar,
Mervanî (Emevî) halifelerine ve zincirine bağlı olan Şeyh
Adiyy bin Müsafir’in tabi ve müritlerinden olduklarını
iddja eden Yezidîlik mezhebine bağlı bulunmaktadırlar.
Onların, özet olarak uydurma inançlarına göre, Mu
sul dolaylarındaki Laleş dağında gömülü bulunan Şeyh
Adiyy bin Müsafir, onların namaz ve orucunu yerine
getirmeyi kendi üzerine almış ve kendilerini bu yüküm
lülükten kurtarmış; namaz ve orucu bırakmakla işledik
leri günah karşılığında bir hesap vermeden ve ceza gör
(32) D anak, E sk i b ir İ ra n p a r a birim idir. (M.E.B.)
meden cennete girecekler. Onların zahirî bilginler (U) ve
İslam din bilginlerine karşı açık düşmanlıkları ve sert kin
leri vardır.
Kürdistarida, özelikle, bu sırada akılcı bilimlerin
kaynağı, edebî ve şer’î bilimlerin çıkış yeri olan îmadiye’de birçok büyük bilginler ve örnek faziletli adamlar var
dır. Kürtlerin akılcı bilimler öğrenimine, nakli bilimler ik
maline, özellikle hadis, fıkıh, sarf ve nahiv(34) kelam (35>
mantık ve edebiyata karşı büyük tutkuları vardır. Islami
bilimlerde kullanılan kitapları aralarında büyük bir şevk
le incelerler ve bu kitaplara alabildiğine sarılırlar. Onla
rın bu bilimlerin bir kısmı alanında çok değerli eserleri
vardır; ama bu eserler, büyük şöhrete ulaşmamışlardır.
Çünkü, Kürtler, İran ve Turan hükümdar ve sultanlarının
topladıkları resmî toplantılarda ve edebî meclislerde tak
dir edilen ve sahibine çıkar sağlayan şiir, inşa(36>, güzel
yazı yazma gibi edebî ve sosyal bilimleri öğrenip bir çıkar
aracı olarak kullanmaya iltifat etmezler. Bundan ötürü de,
yüksek İdarî makamlar ve yüce bilim rütbeleri almaktan
uzak dururlar.
Kürtlerin büyük çoğunluğu, sıradan adamları bile,
anne ve babalarına karşı son derece saygılı, misafirperver
olup, Islamm şartlarına ve emirlerine uygun hareket eder
ler; bu konuda tam bir inanca sahiptirler; velinimetlerine
bağlılık uğrunda canlarım ve en değerli varlıklarım dahi
feda ederler.
■
Anlaşıldığına göre «Kürt» adı, aşırı cesaretlerinden
ötürü bir nitelik, bir lakap olarak kendilerine verilmiştir.
Bunun kanıtı, geçmişteki ünlü kahramanların ve tanınmış
(33)
(34)
(35)
(36)
O b jek tif o la ra k hüküm veren bilginler. (M .E.B.)
S a rf ve nahiv, A rap dilbilgisinin iki dalıdır. (M .E.B.)
K elam , İnançla ilgili dinsel bilim. (M .E.B.)
İnşa, A ra p edebiyatının b ir dalıdır. (M .E.B.)
yiğitlerin çoğunun, bu kahraman ulusun arasından çık
mış olmalarıdır.
Örneğin, Keykubad071 döneminde yaşayan ünlü kah
raman Rüstem bin Zal onlardandır. Bu kahraman Sistan
(Sicistan) bölgesinde doğmuş olduğu için Rüstem-i Zabit
diye ün yapmıştır. Şehname’nin yazarı şair Firdevsî, onu
Rüstem-i Kiird diye tanıtmıştır. Acemistan kralı Hürmüz
bin Nuşirevan döneminde «ıspahsalar»081 olan Behram
Çupin de yine Kürt’tü; kendisi Türkistan ve Horasan’da
yetişmiş ve buraların savaşlarında ün yapmıştı. Kürtîler ve
İslam dönemindeki Gûrî sultanları091 bunun soyandandır.
Cesaretinin ünü ufuklara yayılan Girgin Milad da yine
Kürt’tür. Yaşadığı dönem üzerinden 4,000 yıl geçtiği hal
de, soyundan gelen torunları hâlâ, Fars’ın001 güneydoğu
sundaki Lar vilayetinde bağımsızlıklarını korumaktadır
lar; iktidarlarında herhangi bir değişiklik olmamıştır; kimi
zamanlarda tam bağımsız olmuşlar; tek başlarına hutbe
okutur ve sikke bastırırlardı; kudretli padişahlar, onlardan
aldıkları az miktardaki hediye ve armağanlarla yetinir ve
yönetimlerine karışmazlardı, önceleri Bursa şehrinde mü
derris olan, sonra Osmanlı Sultam Orhan'ın sadrazamı
olup Hayreddin Paşa adıyla ün yapan Mevlana Taceddin-i Kürdi de yine Kürt’tü. Zamanın ilginç, dönemlerin
ve günlerin nadir insanlarından biri olan, sevdadan ak
lını oynatan âşıkların başı ve ıstırap, acı çeken vefakar
ların reisi; yani, aynı zamanda İran hükümdarlarından,
Hiisrev Perviz’in de sevdiği Şirin'e olan aşkı, delilik dere
cesine varan sevdası ve sevgisi uğrunda büyük zahmetle
re ve dehşet verici sıkıntılara katlanan Ferhat ise, Kelhur
Kürtleri’ndendi.
(37) tr a n K eyanî devletinin kurucusu. (M.A.A.)
(38) O rdu k o m u tan ı (M.A.A.)
(39) A fg a n ista n ’ın G ür bölgesinde yerleşm iş b ir kabiledeD
çıkan h anedan (M .E.B.)
(40) İ r a n ’d a b ir eyalet. (M .E.B.)
Kürtler birbirlerinin sözüne uymazlar; aralarmda it
tifak ve işbirliği yoktur. Merhum Sultan Murad Han’ın141*
müderrisi Mevtana Sadeddin142*, Osmanlı ailesinin olay ve
tarihlerini yüksek, düzgün bir ibareyle kapsayan türkçe tarihinde143*, bu duruma işaret ederek, Kürtler’in niteliği ve
yaradılışı konusunda şöyle diyor: «Her biri, dağ dorukla
rında ve vadi derinliklerinde tek başına ve özgür olarak
yaşamayı tercih ederek, keyfince ve münferit yaşama bay
rağım kaldırır. Allah’ın birliğini ifade eden Müslümanlık
taki kelime-i şehadetten başka, onları birbirine bağlayan
bir bağ yoktur.»
Bu ulusun kendi arasında ittifak bulunmamasının ne
deni konusunda, halk birtakım acayip hikayeler anlatır.
Derler ki:
Hazreti Muhammed’in peygamberliğinin ünü ufuk
lara yayüdığı, islamiyetin çağrı sesinin yankısı dünyanın
her tarafına yansıdığı, ülkelerin kıralları ve memleketlerin
iklimlerin sultanları bu yeni görünümle ilgilenip, bu yüce
Efendinin önünde eğilmek ve ona bütün içtenlik ve coşkuluklarıyla itaatlerini sunmak şerefini kazanmak istedik
leri zaman; o sırada Türkistan’ın en büyük hükümdarların
dan biri olan Oğuz Han, Medine-i Münevvere’de -onun
sakinine en üstün selam olsun- bulunan, Peygamberlerin
övüncü ve yaradılmışların Efendisine144* bir heyet gönder
di. Bu heyetin başında da, Kürt büyüklerinden ve ileri
gelenlerinden Buğduz adlı bir kişi vardı; kendisi çirkin
görünüşlü, kaba, katı kalbli, ele avuca sığmaz bir kişiydi.
Çirkin görünüşlü, iri yapılı bu elçi, Peygamber’in -salat ve
selam onun üzerine olsun- gözüne görününce Peygamber’in
canı sıkıldı ve ondan şiddetle nefret etti. Elçiye, kabilesi
(41) M urad m . (M .E.B.)
(42) H oca Sadeddin E fendi (M.E.B.)
(43) K itab ’n adı «Tac el-T evarih»tlr (M.E.B.)
(44) H azret! M uhammed'J kastediyor. (M.E.B.)
ve mensup olduğu soy sorulunca, Kürt topluluğundan ol
duğu cevabını verdi. îşte o zaman Peygamber -salat ve
selam onun üzerine olsun- Kürtler’e beddua ederek şöy
le dedi: «Yüce Allah bu topluluğu, kendi arasında ittifa
ka ve birleşmeye muvaffak etmesin; yoksa, birleştikleri
takdirde, onların elleriyle dünya yokolur.®(45)
İşte o zamandan beri, bu topluluk birleşik bir büyük
devlet, birleşik bir büyük saltanat kurmaya muvaffak ola
mamıştır; yalnız İslamiyet döneminde kurulan ve bağımsız
olarak hüküm süren, tek başına sikke bastıran ve hutbe
okutan, bağımsızlığın öteki belirtilerini de taşıyan ve bir
süre egemenliğini sürdüren beş ufak Kürt devleti hariç.
Yüce Allah dilerse, biz bunları, yeri gelince detaylı ola
rak açıklayacağız.
■
Kürtler arasında, şimdilik, genel olarak emrine uyu
lacak ve yargısı uygulanacak bir kimse bulunmadığı için,
çoğu kan döker, güvenlik ve düzen kurallarını çiğnerler.
Kürtler en ufak ve en önemsiz nedenlerle ayaklanarak,
önemsiz hatalar ve küçük suçlar yüzünden büyük suçlar
işlerler. Sonra bir kişinin öldürülmesi karşılığında diyet
kabul ederler; bu diyet ya bir kızdır, veya bir attır, yada
birkaç keçidir. El, ayak, diş gibi küçük organların diyet
lerine ise aldırmazlar.
Hazreti Muhammed’in peygamberlik sünneti gereğin
ce, dört özgür kadınla*441 evlenmeyi mübah görürler; son
ra, güçleri yettiği takdirde bunlara dört de cariye eklerler.
Böylece yüce Allah’ın izniyle üreyip kısa zamanda çoğa
lırlar. Aralarında öldürme yaygın olmasaydı, soylarının
ve nesillerinin çoğalmasından dolayı, yalnız İran toprak
(45) Bu hikaye ta m am en uydurm adır, söylentiden ib a re ttir.
(M .E.B.)
(46) ö z g ü r kadın, cariye olm ayan kadındır. (M .E.B.)
larında değil, dünyanın her tarafında belki de kıtlık ve
yokluk yayılacaktı. Allah dilediğini yapar ve dilediği hük
mü verir. Şiir:
«Tabiate ve ezelî yaradılışa uygun olandır güzel olan,
«Bunu hata görenler, hatanın ta kendisini işlemiş
olurlar.»
■
Kürdistan’ın cengaverlikleriyle tanınmış hükümdar
ları ve kıratları, mensup bulunduktan aşiretlerin adıyla
adlandırılırlar; Hakkari, Sohranî, Babanî, Erdelanî gibi...
Kale ve şehirlere sahip olan hükümdarlar ise o kale ve
şehirlerin adıyla tanınırlar; Hısnkcyfa hükümdarı, Bedlis
hükümdarı, Cezire hükümdarı, Hazzo hükümdarı, Eğil
hükümdarı gibi...
■
Kürdistan ve Loristan ülkeleri çoğunlukla dağlık ve
kayalık olduğu, ürünleri sürekli olarak nüfuslarına yet
mediği için, Kürtler, günlük yiyeceklerini elde etmek uğ
runda öteki ülkelerin halklarına oranla büyük sıkıntılar,
meşakkatler ve güçlükler çekerler. Onurlarını yüksek tu
tarak, kendilerini zorlayıp başkalarına riyakarlık etmeye
rek, günlerini kanaatkarlıkla ve perhizle geçirirler. Çün
kü onlar tabiatlariyle kanaatkardırlar, başkalarının elindekinde gözleri yoktur. Kürt halkının çoğu günlerini dan
ekmeğiyle geçirir; buğday ekmeğini elde etmek yada bir
makam, bir miktar para almak için zenginlerin iktidar ve
makam sahiplerinin kapılarına gitmeyi düşünmezler.
Ayrıca kırallar, sultanlar ve diğer güçlü kuvvetli
kimseler, çoğunlukla Kürtlerin ülkesine göz dikmemişler
ve bu ülkeyi istila etmemişler, sürekli olarak işgal altın
da tutmamışlar; yalnız hediyelerini kabul etmekle ve sem
bolik bağlılıklarım sunmalarıyla yetinmişlerdir. Bunlar
yurt sınırlarını savunmak için bir savaşa, yada bir çarpış
maya gittikleri zaman Kürtler de yanlarında hazır olur
lar. Kürdistan’ı ve Kürt yurdunun diğer dağlık bölgelerini
istila etmek fikri, zaman zaman bazı kırallarm ve sultan
ların aklından geçmişse de, buralarda büyük sıkıntılara,
çeşitli meşakkat ve güçlüklere uğramışlar; sonra, büyük
çabalar harcayarak girişmiş oldukları hareketen dolayı
adamakıllı pişman olmuşlar; bundan ötürü de, istila ettik
leri bu ülkeyi, sahibi olan Kürtlere geri vermişlerdir. Bu
hükümdarlar, İran’ın kuzeyinde bulunan ve Kürdistan ül
kesine komşu olan Gürcistan, Şeki, Şirvan, Tavalşi, Gilanlar, Reşmedar, Mazenderan ve Esterabad vilayetlerinin
hükümdarları gibi kimselerdi.
■
Kürdistan ülkesinin çoğunluğu üçüncü ve dördüncü
iklimlere girer; yalnız ülkenin uçlarındaki bazı şehirler be
şinci iklimde sayılırlar.
m
Kalem bu değerli kitabın yazı alanına ve telif dü
zeyine çıkmasının bağlı bulunduğu Giriş’i yazmayı biti
rince, Giriş’te özetlediğim konuların, yine Giriş’te geçen
fihrist ve programa uygun olarak detaylarını yazmaya
başladım: «Dünyada herkesin yanında makbul olsun» de
yişini söyleyerek.
Birinci Safha
Kürdistan’ın, saltanat bayrağım bağımsız olarak
yükselten ve tarihçiler tarafından sultanlar ve kıralIar araşma dahil edilen hükümdarlarının anıları hak
kındadır. Bunların durumları beş bölümde anla
tılacaktır:
BtRtNCt BÖLÜM
Diyarbekir ve Cezire Hükümdarları Konusundadır.
Bilim adamlarından basiret sahibi olanlarınca bilindi
ği gibi, Kürt’lerden Diyarbekir ve Cezire’de bağımsız ola
rak ilk hükümdarlık görevinde bulunan,
Ahmcd bin Mcrvan:
Abbasî Halifesi El-Kaadir Billah Ahmet bin İshak
bin El-Muktedir Billah Cafer döneminde bu hükümdarın
şanı yüceldi ve ünü ufuklara uçtu; o kadar ki, Halife ken
disini «Nasrüddcvle» unvanıyla taltif ctti.(47) 80 yıl bolluk
ve mutlu bir hayat içinde yaşayan Ahmed bin Mervan,
bağımsız olarak 52 yıl hüküm sürdü. Selçuklu sultam
(47) O zam an halifeler ik tid arların sem bolik k aynağı say ıl
d ık la rı için, k u ru lan devletleri ta n ır ve b aşların d aid
h ü k ü m d a rlara çeşitli un v an lar verirlerdi. (M .E.B.)
Tuğrul Bey’e bir elçi göndererek kendisine itaatini ve
bağlılığını sundu; ayrıca büyük hediye ve armağanlar
gönderdi; bunlardan biri, büyük bir miktar para karşılı
ğında Deylem kırallarından satınalmış olduğu iri bir ya
kut parçası idi. Kendisine bir süre daha sonra Abbasî
Halifesine de vezirlik yapacak olan değerli Vezir Fahrüddevle bin Cüheyr vezirlik yaptı. Ayrıca, Büyeh hanedanın
dan Şerefüddevle’nin vezirliğini yapmış olan Eb’ü’l-Kasım
el-Mağribî de, onun vezirlerinden biriydi. Nasrüddevle
Ahmed bin Mervan, 453 (1062) yılında tabiî eceliyle öldü.
Anlatıldığına göre, kendisinin 366 güzel cariyesi
vardı ve her gece birisiyle yatardı; böylece bütün bir yıl
boyunca, bir cariyeyle bir geceden fazla yatmamış olur
du.
Nasr bin Nasriiddevle Ahmed:
Babasının ölümünden sonra hükümdarlığı eline aldı
ve Fahrüddevle bin Cüheyr’in vezirliği sayesinde tam 21
yıl devlet işlerini yönetti. Sonra kendisiyle kardeşi Said
arasında iktidar üzerine anlaşmazlık çıktı; kendisi Meyyafarqîn (Meyyafarkin) de tek başına hüküm sürmeye de
vam etti; Said ise Amed’de(48) babasının yerine bağımsız
lığını ilan etti. Bu durum, Nasr’ın öldüğü Zilhicce 472
(1080) tarihine kadar böyle devam etti.
Said bin Nasrüddevle Ahmed :
Az sayılmayan bir süre, Amed Valisiydi. Halkın iş
leriyle ilgilenir, güçsüzleri ve yoksulları sever, onlara kar
şı merhamet ve şefkatle davranırdı. Halk, 465(1073) yılın
da ölen bu hükümdar zamanında, günlerini güvenlik ve
bolluk içinde geçirdi.
Mansur bin Nasr bin Nasrüddevle Ahmed:
Babası Nasr’dan sonra hükümdarlığa geçti. Sonra
kendisiyle Vezir Fahrüddevle bin Cüheyr arasında savaş
(48) Amed, D iy arb a k ır’ın eski adıdır. (M.E.B.)
çıktı ve Fahrüddevle tarafından yenildi. Bundan bir süre
sonra da kendisiyle Musul yönetici si(49) Ciğermiş arasında
çatışma çıktı. Nasr’ı esir alan Ciğermiş, kendisini pranga
ya vurarak Cezire’de bir yahudinin evine kapattı. Nasr,
Muharrem 489(1097) tarihinde öldü. Onun ölümüyle,
üyelerinden dört hükümdarın 91 yıl süreyle hüküm sür
dükleri bu ailenin iktidar dönemi sona erdi.
İKtNCt BÖLÜM
«Hasanvcyh» Adıyla Tanınmış Olan Dinever ve Şehrezor
Hükümdarları Konusundadır.
Dünya durumlarını araştıranlarca, büyük ve küçük
ulusların tarihlerini inceleyenlerce de açıkça bilindiği gi
bi, Hasanveyh bin Hüseyin, bütün tarihçilerin ittifakıyla,
Deylemli Rüknüddevle bin Haşan bin Büveyh’in çağda
şıydı. Rüknüddevle zamanında Hasanveyh’in şanı yüceldi ve ünü ufukları kapladı. Ne var ki, Rüknüddevle’ye
karşı başkaldırdı. Çünkü aralarında şiddetli bir anlaş
mazlık çıktı ve sonunda bu anlaşmazlık, aralarında kılıç
ların çekilmesine yolaçtı. Rüknüddevle Hasanveyh’c kar
şı, 359(971) yılı içinde, Veziri İbn’ü’l-Amîd’in komutası
altında büyük bir askerî saldın düzenledi; fakat Hasan
veyh, dehası ve güzel politikası sayesinde, bir damla kan
dahi dökülmeksizin, bu saldırıyı gerisin geri çevirmesini
bildi. Çünkü iki taraf arasına bazı adamlar girdi ve an
laşmazlığı barışa, anlaşmaya çevirdiler.
Denildiğine göre Hasanveyh büyük zenginlerdendi;
servetinin haddi hesabı yoktu. Allah yolunda ve birçok
449) B u rad a «yönetici» sözcüğünü «sahip» sözcüğünün k a r ş ı
lığ ı o la ra k kullandık. (M.E.B.)
hayır işlerinde her yıl büyük meblağlar sarfederdi. 3 Rebiyülevvel 369(980) cumartesi günü öldü.
Bedir bin Hasanveyh:
Babasımn ölümünden sonra Hükümdar oldu. 388
(999) yılında şanı yüceldi ve kadri arttı; o kadar ki, Bağ
dat, kendisini «Nasırüddevle» unvanıyla taltif etti. Dev
letinin sınırları Dinever’den Ahvaz, Huzistan, Berucerd,
Esedabad, Nihavend’e kadar genişliyor; ve bütün bu şehir
leri, aralarındaki dağlık ve düzlük yerlerle birlikte içine
alıyordu. Sonra 405(1015) yılında(50) Koscıd Kalesi’ne sal
dırarak Hüseyin bin Mansur’u(51) abluka altına aldı. Ku
şatma uzayınca ve kış da sertleşince, ordusu kuşatmanın
kaldırılmasını istedi; fakat Bedir buna aldırmadı ve ku
şatmayı daha da pekiştirdi. Bu sırada, bir Cozkan toplu
luğu ansızın kuşatmacılarm üzerine yürüdü; onlar da ku
şatmayı kaldırıp kaçmak zorunda kaldılar.
Hilal bin Bedir:
Kendisiyle babası arasında sevgi ve samimiyet yok
tu. Aralarında 405(1015) yılında anlaşmazlık başgösterdi
ve bu anlaşmazlık, savaşlara, döğüşe yolaçtı. Sonunda,
Bağdad’daki Vezir Fahrülmülk’le yapılan savaşlarda H i
lal yakalandı ve hapishanenin derinliğine atıldı. Celalüddevle bin Bahaüddevle bin Adudüddevle bin Rüknüddevle Bağdad’a egemen olunca, Hemedan yöneticisi Şemsüddevle bin Fahruddevle bin Rüknüddevle Haşan bin Büveyh’in, Bedir’in ülkesini istila etmeye göz diktiği haberi
kendisine ulaştı. Bunun üzerine Celalüddevle Hilal’i ser
(50) Îb n 'ü l-E sîr’de 400(1010) yılında. (M.A.A.)
(51) D iğer k a y n a k la r bunu H üseyin bin M es’ud o la ra k gös
te rirle r ve şöyle d erle r: B edir’in askerlerinden olan Cozk a n ’lar, k u şa tıla n kalenin önünde B edir’in üzerine sa l
d ıra ra k onu öldürdüler ve cesedini b ırakıp sav aş ala
nından döndüler. B unu duyan H üseyin bin M es’ud, sevi
nerek kaleden çık tı ve E m ir B edir’i, m evkiine y a ra ş ır
b ir sa y g ı içinde törenle göm dürdü. (M.A.A.)
best bıraktı ve babasından kalma topraklarını geri ajması için ona destek olmak ve yardım etmek amacıyla ken
disini bir askerî birliğin komutasına atadı. Kendisiyle Şemsüddevle arasında Zilhicce 405(1015) tarihinde şiddetli
savaşlar ve ezici çarpışmalar oldu; Hilal savaş alanında
öldürüldü ve böylece meselesi kapandı.
Tahir bin Hilal:
Babası Şehrezol’da(52) tutuklu bulunduğu sırada o da,
büyükbabası tarafından yakalanmaktan korkarak oraya
sığınmıştı. Bir süre sonra büyükbabasının ülkesine saldı
rarak yakıp yıkmaya başladı; fakat Şemsüddevle’nin eline
düştü ve hapse atılarak 406(1016) yılına kadar hapiste
kaldı. Bu tarihte serbest bırakıldıysa da, aynı yıl kendisiyEb’ü’ş-Şevk arasında yapılan bir çarpışmada öldürüldü.
Bedir bin Tahir bin Hilal:
Dinever ve Qumş(53)’ta İbrahim Yenal’m bir emirna
mesiyle, 488(1096) yılında b a ğım sız olarak Hükümdar
oldu.
Eb ul-Feth bin İyan
Hılvan eyaletinde 20 yıl süreyle hükümdarlık yaptı
ve 401(1011) yılında Allah'ın rahmetine kavuştu. Ken
disi Hasanveyh’in soyundan ve torunlarından değil, baş
ka bir Kürt kabilesindendi. Fakat tarihçiler onu da Dine
ver ve Şehrezol’un Hasanveyh ailesinden gelen hüküm
darları arasına dahil etmişlerdir. Hükümetinin merkezi
Qumş ve Şehrezol kesimlerindeydi.
Eb’ü’ş-Şevk Muhammcd bin İyar:
Unvanı «Hisamüddevlesvdi. 421(1031) yılında Qu(52) Bu ad kim i yerlerde «şehrezar», kim i yerlerde de bu
rad a k i gibi «-şehrezol.» şeklinde y azılm ıştır. B iz de, h e r
g eçtiğ i yerdeki şekline uyduk. (M.E.B.)
(53) G aliba bu, Q erm ısin (K erm an şah )in yanlış yazılm ış şe k
lidir. Ç ünkü o ra la rd a bu ad a ltın d a b ir şe h ir y a d a k e
sim y o k tu r. (ALA.A.)
ma<54) vilayetini istila etti. Kendisiyle kardeşi arasında sü
rekli çatışma vardı ve öldüğü 437(1046) yılına kadar bu
çatışma sürdü.
Mühelhel:
Adı geçen Emîrin kardeşiydi. «Eb’ü’l-Macid» diye
tanınmıştı. 442(1051) yılında Selçuklu Tuğrul Bey’in ya
nma gitti ve Tuğrul Bey nezdinde tutuklu bulunan karde
şi Surxab (Surhab)’ın serbest bırakılması için büyük ça
ba harcadı. Bu isteği, kendisine saygı gösterilerek yerine
getirildi.
Surxab (Surhab) bin Mubammed:
Hapisten kurtulduktan sonra Mahki Hükümetini yö
netmekle göreylendirildi; artık vaktini bu yörelerde geçiri
yordu. Fakat sonunda, kavminin bazı toplulukları arasın
da bir kargaşalık çıktı ve kendisini 439(1048) yılında ya
kalayarak İbrahim Yenal’a götürdüler; İbrahim Bey de
hemen gözlerini oyarak kendisini göz nurundan yoksun bı
raktı.
Sadi bin Eb’ii'ş-Şevk:
Amcası Surxab tarafından yakalanarak, onun kalesin
deki hapishaneye atıldı; Surxab’ın oğlu Eb'ü’l-Asker ta
rafından babası Surxab olayından sonra salıverilinceye
kadar orada kaldı. 444(1053) yılında, Tuğrul Bey tara
fından, büyük bir askerî harekatın başında Arap Irak’ına
gitmekle görevlendirildi; bu görevi kabul etti ve amcası
Mühelhel’i yakaladı.
Surxab bin Bedir bin Mühelhel:
«Eb’ü’l-Fevaris» ve «Eb’ü'ş-Şevk‘in oğlu» diye tanın
mıştır. Bir süre Şehrezol ve Quma eyaletlerinde hüküm
darlık etti, ve bir süre önce ailelerinin elinden çıkmış olan
Cıqındkan (Cıkmdkan) Kalesi’ni istila etti; bu, 495(1102)
(54) 53 No. lı n o ta bakınız.
yılının aylarından birindeydi. Bu bey büyük bir servete
ve geniş bir zenginliğe sahipti. Şevval 500(1107) yılında
Allah’ın rahmetine kavuştu.
Eb’ü’l-Mansur:
Babasının ölümünden sonra Hükümdar oldu.
Bu ailenin egemenliği tam 130 yıl sürmüştür.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
«Lor-ı Büzürk»fMJ Diye Ün Yapan Fadlavî
Hükümdarları Konusundadır
Zübdet el-Tevarih adlı kitapta yazıldığına göre,
«Lor d adının bu kavme verilmesinin hikayesi şöyle ol
muştur:
Manrud vilayetinde «Kürt» adında bir köy vardır.
Aynı bölgede bir geçit (Derbent geçidi) vardır ki, Lor di
linde buna «Kol» denir; bu geçitte de «Lor» denilen bir
yer vardır. İşte bu halk, aslında bu yerden göç ettikleri
için onlara «Lor» denmiştir. Bu adla adlandırılmaları ko
nusunda başka rivayet ve söylentiler de vardır; ama ben
bunları anlatmaktan vazgeçiyorum. Çünkü bunlar, bildi
ğim kadarıyla, anlatılmaya değmeyen zayıf söylentilerdir.
Loristan bölgesi iki kısma ayrılır: Büyük Lor ve
Küçük Lor. Bunun nedeni, aynı çağda yaşamış olan iki
kardeşin 300(913) yılı dolaylarında ülkelerini yönetme
leriydi. Büyük Lor’un hükümdarının adı Bedir, Küçük
Lor’un hükümdarının adı ise Ebu Mansur’du. Bedir’in ül
kedeki iktidar dönemi uzun sürdü. Ondan sonra yerine
torunu Nasîreddin Muhammed bin Hilal bin Bedir geçti;
vezirliğine de Muhammed Hurşid’i getirdi.
500(1107) yılında 400 kadar Kürt ailesi, Şam ülke
sindeki Sımaq (Sımak) dağından Loristan’a göç ettiler.
(55) 14 N o.lı n o ta bakınız.
Bunlar, ilk yurtlarında kendileriyle liderleri arasında bir
anlaşmazlık çıkması üzerine yurtlarından ayrılmayı kal
maya tercih etmişlerdi. Gittikleri Loristan’da, adı geçen
Muhammed Hurşid’in torunlarının yönetimindeki aşiret
ve kabilelerin himayesi altına girdiler. Günün birinde,
Muhammed Hurşid’in, devletin veziri olan bir torunu, bu
Kürt’leri yanına çağırarak kendilerine genel bir ziyafet
verdi; çünkü hepsi onun uyrukları ve maiyetleriydi. Sof
rada, bu çağrılanların lideri olan Eb’ü’n-Nasr Fadlavî’nin
önüne raslantı olarak bir sığır başı koydular. O da bunu
geleceği için hayırlı bir fal saydı; kendisiyle birlikte ora
da bulunan adamlarına ve uyruklarına şöyle dedi: «Biz
bu adamların başı olacağız ve onları egemenliğimiz altına
alacağız.»
Bu Eb’ü’l-Hasan(54) Fadlavî’nin Ali adında bir oğlu
vardı. Ali bir gün köpeğini de yanına alarak ava çıktı.
Yolda kendisiyle karşılaşan bazı adamlar ona sataştılar;
bu da şiddetli bir kavgaya yolaçtı; kavgada Ali fena halde
dövüldü ve bayıldı; adamlar, onun öldüğünü, can verdiği
ni sandılar; kendisini yerlerde sürükleyerek orada bulunan
bir mağaraya attılar. Fakat Ali’nin sadık köpeği bu sal
dırganları izledi. Gece bastırınca bir yerde uyudular; bu
uyanık köpek de hemen bu saldırgan adamların uyumakta
olan reislerinin yanına kadar sokulmayı başardı ve adamı
yumurtalarından yakalayarak, ölünceye kadar yumurtalarınnı ısırdı. Sonra köpek, sahibinin evine dönünce, adamları
ve yakınları, köpeğin ağzındaki kanlardan, Ali’nin başına
bir hal geldiğini anladılar ve köpeği izlemeye başladılar;
köpek onları, Ali’nin bulunduğu mağaraya götürdü; bak
tılar ki Ali yaşıyor. Ali’yi alıp eve götürdüler ve tedavi et
tiler; sonunda iyileşti ve sağlığına kavuştu.
Bir süre sonra Ali ölünce oğlu Muhammed, o sıra
(56) Bu ad, b iraz y u k a rıd a «Eb’ü 'n-N asr» o la ra k
(M .E.B.)
geçti.
da Fars Eyaleti’nde hüküm sürmekte olan Salgur Haneda
nının hizmetine girdi. Salgurlular o zaman, sultanlık un
vanını henüz almamışlardı. Muhammed, Salgurluların ya
nında büyük ilerlemeler gösterdi; kendisinin üstün cesa
ret ve nadir rastlanılabilecek yiğitliğinin belirtileri görül
dü. Muhammed ölünce, kendisine, atılgan ve cesur, güç
lü ve yiğit bir genç olan oğlu Ebu Tahir halef oldu.
Ebu Tahir, o şuada Şebankare hükümdarları ile
şiddetli mücadele halinde olan Atabey Sungur’un hizmeti
ne girdi. Sungur bu fırsattan yararlanarak Ebu Tahir’i
daha önce gönderilmiş ordunun yardımına koşması için
büyük bir ordunun başında düşmanla savaşmaya gönder
di. Ebu Tahir gidip düşmanla savaştı ve onları yenilgiye
uğratarak, muzaffer ve mutluluk içinde Fars’a döndü. Bu
da, Atabey Sungur’un kendisine hayran kalmasına ve
ondan hoşnut olmasına yolaçtı. Sungur bu sevincini ve
takdirini şöyle ifade etti: «Dile benden ne dilersen.» Ebu
Tahir kendisinden, özel atlarından birini istedi; Sungur bu
isteğini hemen yerine getirdi ve «bir şey daha iste» dedi.
Ebu Tahir kendisine «Dağ Atabeyi» unvanım vermesini
istedi; Sungur derhal bu isteğini de yerine getirdi. Sonra
Atabey, kendisinden bir şey daha dilemesini istedi; bu se
fer de Ebu Tahir şöyle dedi: «Loristan’m üzerine yürü
mem ve Atabey adına onu kurtarmam için bana izin ve
rilmesini isterim.» Atabey bu isteğini de yerine getirerek,
Loristan’ı istila etmesi için kendisine büyük bir ordu
verdi.
Ebu Tahir bin Muhammed bin Ali bin Eb’ü’l-Hasan
Fadlavî:
Bu Ebu Tahir, kendisiyle muhalifleri ve düşmanları
arasında cereyan eden çarpışmalar sonucunda, gerek Ata
bey Sungur’un kendisine sağladığı destek, gerekse kendisi
nin bazen deha ve siyaset kullanması, bazen de lütuf ve
sertlik göstermesi sayesinde Loristan’ı istila edip duruma
hakim olunca ve gönlü bağımsızlığa eğilim gösterince,
kendisine «Atabey» demeleri için halka emir verdi. Böylece uyduluğu üzerinden kaldırıp attı. Kendisinden sonra
çocukları da aynı yolu seçtiler. Bu nedenle, bu ailenin
emîr ve hükümdarlarının «atabey» unvanıyla nitelendiril
meleri, gerçekten atabeylerden olduklarından değil, suni
olmuştur. Çünkü «atabey» unvanı, sınır kesimlerinde hü
küm süren beylere verilen unvandır. Selçuklu sultanları,
çocuklarını eğitmeleri ve askeri bir nitelikle yetiştirmeleri
için bu beylere teslim ederlerdi; bu çocuklar da o beyleri,
saygı ifadesi olmak üzere «Ata Bey» diye çağırırlardı.
Sözün kısası, Atabey Sungur’un eliyle dikilmiş bir
fidan olan Ebu Tahir, Loristan’da duruma tam egemen
olduktan sonra, 550(1156) yılında velinimetine karşı çı
karak bağımsızlık bayrağını yükseltti ve bir süre bu du
rumda kaldı. Nihayet 555(1161) yılında Allah’ın rahme
tine kavuştu ve varlık safhasında beş çocuk bıraktı: Hezar-Esf(57), Behmen, Imadeddin Pehlivan, Nasrüddevle IIvagoş, Kızıl Atabey.
H ezar-Esf:
Babasının ölümünden sonra ve onun vasiyetiyle, kar
deşlerinin ve ülkesinin ileri gelenlerinin de ittifakıyla hü
kümdar oldu; Loristan bölgesinin bağımsız hakimi duru
muna geldi. Loristan onun döneminde alabildiğine kal
kındı; o kadar ki, Huld ve Naim cennetlerinin imrendikleri
Firdevs cennetlerinden biri haline geldi(58). Sımaq (Sımak)
dağının sakinlerinden birçok Kürt kavimleri yerleşmek
için oraya koşuştular. Bunların bir kısmı Akil bin Ebu
Talib’in soyundan olan Akili topluluğu, Haşim bin Abdümenafın soyundan olan Haşimî kabilesi ile Isterkî, Me(57) H ez ar _ E sp. (M.A.A.) «B in-atlı» d em ek tir (M .E.B.)
(58) «Huld», «Naim» ve «Firdevs» C ennetin b ire r yerleridir.
E n güzelleri F ird e v s’tir. (M .E.B.)
makoy, Bextîyarî (Bahtiyarî), Cıwankî, (Cıvankî), Bedanîyan (Bidaniyan), Zamedyan, Alanı, Lotond, Betond,
Bevvazkî (Bevazki), Şenund, Rakî, Xakî (Hakî), Hanım,
Eşkî, Koyî, Lîrawî (Liravi), Mûyî, Behsefwî (Behsefvî),
Kemankeşi, Memastî, Omekî, Tewabî (Tevabi), Kedawî
(Kedavi), Medihe, Ekurd, Kurlad gibi diğer topluluklar
ve soyu bilinmeyen başka aşiret ve kabilelerdi.
Hezar-Esf ve kardeşlerinin, bu toplulukların gelip
kendilerine katılmalarıyla şanları arttı; çünkü bunlarla
daha da güçlendiler. Sonra Şolistan(5,) eyaletine saldırıp
orayı da ülkelerine kattılar. Böylece Hezar-Eşfin kadri
halkın gözünde büyüdü ve ünü ufuklara yayıldı.
Hezar-Esf, ülkenin işlerini bizzat denetler; nerede
boş bir arazi görürse, oraya insanları yerleştirerek dirlik
getirirdi. Yeni ürün çeşitleri ekmek, şehirlerin çevresinde
ve uzak yerlerde yeni köyler kurmak gibi birçok imar
projeleri uyguladı. Bunlardan başka, güvenliğin sağlanmarsı, barış bayrağının dalgalanması ve yurttaşlar arasında,
ayrım gözetilmeksizin adaletin dağıtılması için sürekli ça
ba harcardı. Bundan ötürü Bağdad’daki Halife kendisine,
egemenliği altında bulunan vilayetlerin beratını gönderdi;
onu değerli hil’atlerle ve kıymetli hediyelerle taltif etti.
Hezar-Esf, 655(1258) yılında ölünceye kadar bu durumu
nu sürdürdü.
Atabey Tekle bin Hezar-Esf:
Bu Bey, anne tarafından, egemen Salgurlu ailesine
mensuptu. Babasının ölümünden sonra hükümdar oldu.
Salgurlulardan olan Fars Hükümdarı, kendisine karşı ba
bası gibi kötü bir siyaset izlemiş ve onur kırıcı davranış
larda bulunmuş olan Hezar-Esf’in ölümü fırsatından yarar
lanarak, Tekle’ye karşı üç defa güçlü askerî saldırılar dü
(59) «M esallk el-E b sar» adlı k ita b a göre, «Şol» b ir K ü rt bo
y u d u r; say ı ve önem bakım ından L o r ve Ş ebankare
K ü rtle ri’nden so n ra gelir. (M.A.A.)
zenledi ve Tekle’ye boyun eğdirmeye çalıştı. Fakat her
Cç defasmda da zafer kazanan, Tekle oldu.
655(1258) yılında Hulagu Han Bağdad üzerine yü
rüdüğü zaman, Tekle yamna giderek itaatini bildirdi. Hu
lagu kendisini Keytemu Kanubin’in birliğine kattı. Bağdad
Olaymdan ve Bağdad’m istilasından sonra, Müslümanla
rın uğradıkları yenilgiden ve Halifenin öldürülmesinden
Tekle’nin büyük üzüntü, duyduğu haberi Hulagu’ya ulaş
tı. Bunun üzerine Hulagu kızdı, şiddetle öfkelendi ve onu
yakalamak istedi. Fakat Tekle durumu açıkça anladı ve
izin istemeden hemen Loristan’a döndü. Hulagu Keytmu
Kanubin ile diğer komutanların komutası altında Loris
tan’a güçlü bir askerî birlik gönderdi ve kendisini izletti,
kovalattı.
O sırada, Tekle’nin kardeşi Alp Ergun da, Hulagu’nun karargahına gitmek üzere tesadüfen yola çıkmıştı.
Moğol askerleri kendisini yakalayarak bağladılar ve Lo
ristan’a yürümeye devam ettiler. Tekle, önlerinde yenilgi
ye uğradı; sebat ve direnme olanağını bulamadı. Bunun
üzerine Manxest (Manhast) Kalesi’ne sığındı ve orada
savunmaya geçti. Komutanlar, teslim olması için bazen
vaatlerle, bazen de tehditle büyük çabalar harcadılar; fa
kat bütün bunlar boşa gitti. Sonunda Hulagu, güvenlik ve
tatmin işareti olarak kendisine yüzüğünü gönderdi. Bu
nun üzerine güvenlik duyan Tekle kaleden çıktı ve ordu
komutanlarına teslim oldu; onlar da kendisini Tebriz’de
bulunan Hulagu’ya gönderdiler. Hakkında soruşturma
yapıldıktan ve kendisine isnat edilenin sabit olduğu anla
şıldıktan sonra, öldürülmesi için emir verildi ve öldürül
dü. Adamları cesedini gizlice Loristan’a götürmeyi başar
dılar ve Zerde köyüne gömdüler.
Atabey Şenişeddin Alp Ergun:
Kardeşinin yukarıda belirtildiği gibi şehit edilmesin
den sonra, Hulagu’nun bir emirnamesiyle hükümdar ol
du. Ülkeyi yönetmesi 15 yıl kadar sUrdii. Bu süre içlndo
geniş ölçüde kalkman ülkeye adalet, güvenlik ve imar
egemen oldu. Alp Ergun, varlık safhasında Yusuf Şah
ve Imadin Pehlivan adında iki çocuk bırakarak öldü.
Atabey Yusuf Şah bin Alp Ergun:
Babasının ölümünden sonra, Hülagu’nun oğlu Abaka
Han'ın bir emirnamesiyle iktidara geçti. Fakat kendisi,
adamlarından 200 süvariyle birlikte sürekli olarak impa
ratorun huzurunda bulunuyor; devlet adamlarından ve gü
venlik muhafızlarından güvendiği kimseleri de, Loristan’ı yönetmekte kendisine vekil bırakıyordu.
Abaka
Han’la birlikte girdiği bazı savaş ve çarpışmalarda Yusuf
Şah’m sadakati ve bağlılığı görüldü; bundan ötürü de
Abaka Han’ın dikkatini çekti ve takdirini kazandı. Aba
ka Han kendisine iyilik olsun diye Huzistan, Kuhgilveyh
eyaletleri ile Firuzan ve Cerbadqan (Cerbadkan) şehirle
rini verdi.
Abaka Han’ın 681(1283) yılında ölümünden sonra
Atabey, Ahmed Han’ın hizmetinde kaldı. Kendisiyle Moğollar arasındaki karşılıklı dostluk ve güven, Ahmed
Han’ın şehit olmasından ve yeğeni Ergun’un imparator
luk yönetimini eline almasından sonra da devam etti.
Ergun kendisine ilgi ve yakınlık gösterdi, hayranlık duy
du. Sonra kendisini, Kırallık Divanı Veziri Hoca Şemseddin Muhammed’i Sultan’m karargahına getirmesi için İs
fahan’a gitmekle görevlendirdi. Yola çıkan Yusuf Şah,
karargaha gelmekte olan adı geçen Vezirle yolda karşılaş
tı. İkisi birlikte karargaha döndüler ve Sultan’m huzu
runa girdiler. Orada Ergun Şah, Vezir hakkında idam hük
münü uyguladı. Vezirin şerefli ruhu, inandığı ilke uğ
runda şehit olarak yükselip yaradıcısma kavuştu. Fazilet
sahiplerinden biri, onun hakkında yazdığı ağıtta şöyle de
miştir:
«Güneş’in kaybolmasından, kan damlamaya başladı
şafak
«Ay yüzünü dövüyor, ve saçını yoluyor Zühre(60)
«Karaya çevirdi giysisini gece, bu matem içinde
«Ve soğuk soğuk soluyor sabah, göğüslüğünü yırta
rak.»
Yusuf Şah ömrünün sonuna doğru Ergun Han’ın iz
niyle Loristan’a döndü ve ilk iş olarak Giloye(61) dağma
çekildi; fakat yolda kötü bir rüya gördü ve bunu uğursuz
sayarak Loristan’a döndü. 684(1286) yılı dolaylarında,
Efrasiyab ve Ahmed adlı iki değerli çocuk bırakarak Al
lah’ın rahmetine kavuştu.
Atabey Efrasiyab bin Yusuf Şah:
Ergun Han’ın bir emirnamesiyle, beylik tahtına çık
tı ve kardeşi Ahmed’i Ergun Han’ın hizmetinde bıraka
rak Loristan’a gitti. Nefret uyandırıcı bir zulüm ve baskı
yoluna girdi; sudan bahaneler uydurarak bütün eski vali
ve vekilleri azletti; sonra büyük bir katılıkla onlardan bi
rer birer intikam almaya başladı. Bu durum, bu felaket
zedelerin akrabalarından bir kısmının, İsfahan Hükümeti’ne sığınmalarına yolaçtı. Bunun üzerine Efrasiyab, am
casının oğlu Valid Kızıl’ı, kaçan mültecileri izlemesi ve
avlaması için İsfahan’a gönderdi.
O sırada Ergun Han’ın ölüm haberi yayıldı. Kızıl da
hemen Salgur Şah’la ittifak kurarak Moğollar’a karşı is
yan bayrağını açtı; ilk iş olarak İsfahan’ın Baydu adındaki
muhafızım öldürdü ve hutbeyi, ondan sonra kendini ba
ğımsız bir padişah olarak ilan eden Efrasiyab’ın adına
okutmaya başladı.
Efrasiyab gittikçe güçlenerek, adamlarından birini,
Irak Hükümeti’ni yönetmek için seçti. Ayrıca Moğol
(60) V enüs gezegeni (M .E.B.)
(61) Gilo, y a d a Cllo. (M.A.A.)
Hükümeti’nin merkezini ele geçirmeye de niyet ederek,
Celaleddin bin Tekle’yi öncülük yapacak bir ordunun
başında Kerchrud Kalesi’ne gönderdi. Bu Lor ordusu ile,
o yörelerde kışlamış olan Moğollar arasında şiddetli bir
savaş oldu, önceleri Moğollar yenildi; Lorlar buna alda
narak, yenilgiye uğrayanların evlerine ve çadırlarına gir
diler; zevk ve sefaya daldılar; talan ve yağmada ileri git
tiler. Tam o sırada Moğollar birdenbire geri döndüler ve
bileziğin bileği sarması gibi düşmanlarını sardılar. Hatta
denildiğine göre bir Moğol kadını on Lor erkeğini öldür
dü.
Efrasiyab’m isyan haberi, Keyhatu Han’ın(62) kulağı
na, karargahında ve imparatorluk makamındayken ula
şınca, Efrasiyab’ı Moğol egemenliğinin altına almak için
Emîr Tulday Yedacı komutasında, Moğol ordusundan bir
birlik gönderdi; 10.000 süvariyi bulan «Küçük Lor» ordusu(43) da bu birlikle beraberdi. İki taraf arasında yapı
lan şiddetli bir savaş sonucunda Emîr Tulday Efrasiyab’ı
yakalayarak Keyhatu Han’a götürdü. Fakat Keyhatu
Han, Eruk Hatun ve Kermanlı Padişah Hatun’un aracılı
ğıyla Efrasiyab’ı affederek, Loristan yönetimini kendisine
geri verdi. Bunun üzerine Efrasiyab kardeşi Ahmed’i Sultan’ın huzuruna gönderdi, kendisi de Loristan’a döndü;
ilk iş olarak da amcasının oğlunu birkaç komutan ve ile
ri gelenle birlikte öldürdü.
Gazan Han Moğolların başına geçip otoritesini ülke
ye yayınca, Efrasiyab da hemen itaatini sundu ve Sultan’ın huzuruna gitmekle müşerref oldu. Sultan kendisiy
le ilgilendi ve onu Loristan yönetimindeki makamında bı
raktı. Gazan Han’ın Bağdad’a hareket ettiği 695(1296)
yılında, Atabey Efrasiyab, Hemedan sınırları yakınında
(62) Moğol im p a ra to ru . (M .E.B.)
(63) Sözkonusu olan B üyük L or değil, K üçük L o r ülkesinin
ordusu. (M .E.B.)
bir kere daha «yüce eşiğe»(M) girmekle müşerref oldu ve
orada ilkin takdir gördü. Fakat ülkesine döndüğü sırada,
Fars’tan dönüp Sultan’m huzuruna gitmekte olan Emîr
Hur Kudak (Sur Kudak) yolda kendisiyle karşılaştı ve
kendisini yakalayarak zorla, güç kullanarak huzura gö
türdü; Gazan Han’a, Efrasiyab’ın yaptığı zulüm işleri
ni, kötü davranışların detaylarını büyük bir abartmayla
anlattı; nihayet Gazan Han'ın, Efrasiyab’ın öldürülmesi
için emir vermesini sağladı.
Atabey Nusrettüddin Ahmed bin Yusuf Şah bin Alp
Ergun:
Kardeşinin öldürülmesinden sonra, Gazan Han’ın bir
emirnamesiyle beylik makamına geçti ve Loristan’a gide
rek, büyük bir adalet ve insafla yönetime başladı. O ülke
nin halkı üzerinde bulunan zulüm ve haksızlığı kaldırdı;
müsamahakar İslam şeriatının hükümlerini uygulamaya
büyük bir şevkle ve bütün gücüyle çalıştı. Böylece, baba
larının ve atalarının ülkesinde yaklaşık olarak 36 yıl sü
ren hükümdarlığı boyunca, adalet ve insaf kurallarını yer
leştirdi. 733(1333) yılında ölünce, yerine sadık oğlu Yu
suf Şah Loristan hükümdarlığına geçti.
Atabey Rükneddin Yusuf Şah bin Ahmed:
Loristan’ı adalet ve insafla altı yıl süreyle yönetti.
Ülke halkından ve ileri gelenlerinden bütün vatandaşları
ve herkesi memnun etti. 6 Cemaziyelevvel 740(1340) ta
rihinde Allah’ın rahmetine kavuştu; adamları ve yardım
cıları kendisini «Rükünabad» adlı medreseye gömdüler.
Muzaffereddin Efrasiyab Ahmed bin Yusuf Şah:
Babasının ölümünden sonra Loristan’da tahta çıktı.
Bu Emir zamanında, ünlü cihangir Timurlenk’in şöhreti
yayıldı. Timur, ülkeleri altüst ediyor; tahtlarını yıktıktan
sonra istila ediyordu. İran ülkesinin bölgelerinden olan
Loristan bölgesi de bu ülkeler arasındaydı. Fakat Timurlenk bu Emîr’in ülkesini, 23 Cemaziyelahır 795(1393) ta
rihine tesadüf eden cumartesi günü kendisine geri verdi.
Bundan kısa bir süre sonra da Muzaffereddin öldü.
Atabey Peşnek bin Yusuf Şah:
Amcasmm(6S) ölümünden sonra hükümdar oldu.
Uzun bir süre geçirdikten sonra, varlık safhasında sadık
bir çocuk bırakarak öldü.
Atabey Ahmed:
Emirlik makamında babasının yerine geçti. Fakat
onun zamanında ülkenin durumu kötüleşti. Her taraf ha
rabeye döndü. Onun yerine de oğlu Ebu Said geçti.
Atabey Ebu Said:
Babasından sonra hükümdar oldu. Bir süre ülkeyi
yönetti. 827(1424) yılında öldü.
Atabey Şah Hüseyin bin Ebu Said bin Ahmed bin
Peşnek Yusuf Şah:
Ülkeyi kısa bir süre yönetti; çünkü 827(1424) yılın
da, Gıyaseddin bin Kavuş bin Hoşnek bin Peşnek tara
fından öldürüldü. Bunun sonucu olarak Mirza İbrahim
bin Mirza Şahruh(M), Gıyaseddin’in üzerine büyük bir or
du gönderdi ve kendisini o ülkeden çıkarttı.
O günden beri, o ülkede, bu köklü Kürt ailesinden
kimse çıkmadı. Şairin dediği gibi:
«Bu kocakarı dünyaya, gönül bağlama sakın
«Çünkü nikâhtan maksadı, sadece güvey olan bir ge
lindir o.»
(65) R ükneddln’tn oğlu olduğu İçin, M uzaffereddin am cası
oluyor. (M.E.B.)
(66) T im u r’u n torunu. (M.E.B.)
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Küçük Lor Vilayeti Konusundadır
Lor topluluğunun yerini ve «Lor» adıyla adlandırıl
malarının nedenini daha önce anlatmıştık. Demiştik ki:
Bu insanlar Kol-Manrud Vadisi’nde bulunuyorlardı. Sa
yılan artıp o vadide çoğalınca, her bir topluluğu bir ya
na göçetmeye ve orada yerleşmeye başladı. Bu topluluk
ların her birine, yerleştiği yerin adı verildi; Cengrewî
(Cengrevi) ve Otrî kabileleri gibi. Bu insanlardan o va
dide oturmayan kabileler, asıl Lor sayılmazlar. Bu top
luluğun^71 birçok kolu ve dalı vardır: Kerıskî, Lenikî,(68) Rozbahanî, Sakî, Şadılî, Davvudayanî (Davuderani)
ve Mehmedkemarî gibi.
Küçük Lor’un beyleri ve bu insanların seçkinleri
olan Cengrewî ise Şelburî<69> kolundandır. Bu aşiretin baş
ka kolları ve dalları da vardır: Karane, Zırhnekırî(7tl),
Fadlî, Stond, Alanı, Kahkahî, Rexwarkî (Rehvarki)(71), De
ri, Bırannd, Mankredar, Inarkî, Ebü’l-Abbasî, Ali Ma
ması™, Keycayı, Seleki, Xwedkî (Huvedki), Nederî vb.
kollar ve dallar gibi.
Sami, Esban, Şehî, Erki aşiretleri de gerçi Lor diliy
le konuşurlar; ama, bunlar asıl Lor değil, hatta Lorlar’a
özgü köylerden de değildir; ancak Lorlar’a bağlı köylüler
dir.
Yukardaki Lor aşiretleri, 550(1156) yılma kadar
doğrudan doğruya Hilafet makamının egemenliği altın
daydı; kendilerinin bağımsız bir beyi, yada başkam yok
(67) O tri'y i k a s te ttiğ i anlaşılıyor. (M .E.B.)
(68) B ir n ü sh a d a «Linkindir. (M.A.A.)
(63) B ir b a şk a nüsh ad a «S aigurîsdir. (M.A.A.)
(70) B ir b a şk a nüsh ad a «Zırcnekırî»dir. (M.A.A.)
(71) B ir b aşk a n ü sh ad a «D exw arkî»dlr. (M.A.A.)
(72) B ir b a ş k a n ü sh a d a «A lim am ayfodir. (M.A.A.)
tu. Irak sultanları sarayının egemenliği altında bulun
dukları sırada ise, bu ülkeye ve Huzistan’m bir kısmına,
Afşar Türklerinden olan ve Selçukluların emrinde bu
lunan Hüsameddin Şuhlu, Selçuklular tarafmdan atan
mıştı. O zaman, Cengrewî aşiretinden olan Hurşid’in iki
oğlu Muhammed ve Keramî, Hüsameddin Şuhlu’nun hiz
metine katıldılar; rütbelerde ilerlediler; şanları yüceldi ve
gelecek için müjdeci olan, son derece akıllı ve yarayışlı
çocuklar bıraktılar. Bu çocuklardan biri de, yakında sö
zünü edeceğimiz Şücaaddin Hurşid’di.
Tam bu sırada, yukarıda durumunun bir kısmını an
lattığımız Surxab (Surhab) bin lyar da Hüsameddin Şuh
lu’nun hizmetindeydi. Bir gün avlanırlarken, Surxab bin
lyar ile Şücaaddin Hurşid arasında bir tavşan yüzünden
anlaşmazlık çıktı. Her biri ötekine karşı kılıcını çekti. Fa
kat Hüsameddin Şuhlu o sırada kendilerini ayırmayı ba
şardı. Ne var ki, ikisi de birbirine karşı kin beslemeye
başladı. Bir süre sonra Hüsameddin, Küçük Lor’un ba
zı kesimlerinin muhafızlık görevini Şücaaddin Hurşid’e
verdi; bazı kesimlerinin muhafızlığına da Surxab’ı getir
di. O sırada bu vilayetin halkı üzerinde Irak valilerinin
ve hükümdarlarının zulmü artmış olduğundan, halk Şüca
addin Hurşid’e sığınarak, üzerlerindeki baskı ve zulmü
kaldırmasını istedi; emrinden hiç çıkmayacaklarını ve bü
tün isteklerini yerine getireceklerini yeminlerle, güven ve
rici sözlerle pekiştirdiler. Rastlantı olarak bu sırada Hü
sameddin Şuhlu da öldü. Böylece Şücaaddin Hurşid bu
yörelerde bağımsız bir hükümdar oldu; şanı yüceldi ve
emirleri ülkenin her tarafında yerine getirilmeye başlandı.
Giderek Surxab bin lyar’ı da ülkenin yönetiminden uzak
laştırdı. Surxab, Şücaaddin tarafından Manrud yönetici
liğine getirilmeyi istemeye istemeye kabul etti. Böylece
Küçük Lor’un bütün toprakları Şücaaddin Hurşid’in ege
menliği altına girmiş oldu.
Şücaaddin bin Hurşid bin Ebn Bekir bin Mnhanuned
bin Hurşid:™
Allah bu Bey’e Küçük Lor vilayetinin hepsini takdir
edince ve kendisi rakipsiz olarak buranın bağımsız hü
kümdarı olunca, iki oğlu Bedir ve Haydar’ı, «Sımha» adlı
vilayette bulunan Cengevvî (Cengrevi) kavmiyle savaş
maya gönderdi. Bu iki Bey o vilayete varınca, Dersiyah
kalesini kuşattılar. Uzun süren bu kuşatma sırasında oğ
lu Haydar öldürüldü. Şücaaddin buna son derece üzüldü
ve oğlunun intikamını almak için, bu aşiretten eline geçen
herkesi öldüreceğini vadetti. Bu yüzden adı geçen aşiret,
korkudan feryat ederek ülkeleri Manrud’dan ayrıldılar.
Uzun bir süre sonra Şücaaddin Hurşid ve kardeşi
Nureddin Muhammed, Halifenin Divanına çağrıldılar ve
Mankre kalesini Halifenin adamlarına teslim etmeleri
teklif edildi. Onlarsa bu teklifi reddettiler; bunun üzerine
ikisi de hapse atıldı. Nureddin Muhammed hapishanede
öldü ve kardeşi Şücaaddin’e, kayayı™ teslim etmek ko
nusunda hiç bir şekilde taviz vermemesini vasiyet etti.
O da bir süre kardeşinin vasiyetine uyarak hapishaneyi
teslime tercih etti. Fakat sonunda, kaleyi teslim etmekten
başka kurtuluş yolu olmadığını anlayınca, onun yerine
başka bir kalenin kendisine verilmesi şartıyla kaleyi tes
lim etti; Halifelik Divanı da kendisine Huzistan vilayeti
ne bağlı Tırazk vilayetini verdi.
Böylece Loristan’a dönmeyi başaran Şücaaddin, 30
yıl daha hükümdarlık yaptı, öm rü o kadar uzadı ki, iyi ve
kötüyü ayırdedemeyecek ölçüde bunadı. Bu yüzden oğ
lu Bedir ve yeğeni Seyfeddin Rüstem bin Nureddin Muhammed’in sürekli olarak kendisiyle birlikte olmaları ge
rekiyordu. Bu sırada, Türk topluluklarından olan Beyat
(73) B undan önce adı «Şücaaddin H urşid» diye geçti ve 1.
H u rşid ’in to ru n u o la ra k gösterildi. (M .E.B.)
(74) K aleyi k astediyor. (M.A.A.)
Kıralı, Loristan ülkesine saldırdı; memleketi yağma et
meye, halkı soymaya başladı. Bedir ve Seyfeddin Rüstem
saldırıyı püskürtmek zorunda kaldılar; Loristan ordusu
nu saldırganın üzerine saldırttılar ve onu ağır bir yenil
giye uğrattılar. Bunun sonucunda Beyat vilayetinin hepsi
Lorların eline geçti. Emîr Şücaaddin Hurşid, hemen oğlu
Bedir ile yeğeni Seyfeddin Rüstem’i birlikte veliaht tayin
etti ve beyliğin bütün işlerini onlara bıraktı. Fakat Sey
feddin Rüstem amcasına ihanet etti ve kendisini aldata
rak, oğlu Bedir’in onu ortadan kaldırmak için babasının
karısıyla birlik olduğunu söyledi; bu korkuyu kalbine
saldı. Şücaaddin bunamanın etkisi altında kaldığı için ye
ğeninin sözüne inandı ve oğlu Bedir’in öldürülmesini em
retti. Fakat Seyfeddin ihtiyatlı davranarak amcasından,
buna razı olduğunun alameti olarak yüzüğünü aldı ve Bedir’i öldürdü. Bedir dört erkek çocuğu bıraktı. Bunlar
Hüsameddin Halil, Bedreddin Mes’ud, Şcrefeddin Tehemtm ve Emîr Ali’ydi.
Bedir’in öldürülmesinin üzerinden uzun bir süre geç
meden, bir gün Şücaaddin sordu: «Bedir nerde? Onu hiç
göremiyorum.» Ailesinden birkaç kişi kendisine durumu
anlattılar. Buna çok üzüldü; üzüntüler, kederler kendisini
sardılar; sağlığı bozuldu ve sırayla hastalıklara yakalandı;
nihayet 621(1225) yılında öldü. Denildiğine göre yaşı yü
zü geçmişti. Adalet, insaf ve sevgisiyle, onların işleri için
sürekli çaba harcamakla tanınmış olduğu için, türbesi
Lorlar’ın ziyaretgahı oldu.
Seyfeddin Riistem bin Nureddin Muhammed bin
Ebu Bekir bin Muhammed bin Hurşid:
Amcası Şücaaddin Hurşid’in ölümünden sonra bey
lik makamına geçip Küçük Loristan ülkesinin hepsinin
bağımsız Hükümdarı olunca, Bedir’in büyük oğlu Hüsameddin Halil derhal göçedip Halifelik merkezine gitti ve
oraya yerleşerek fırsat kollamaya başladı. Fakat Seyfeddin, ülkenin her tarafında yurttaşlar arasında adalet te
razisini kurdu; adalet dağıtıldı, insaf yayıldı. O kadar ki,
Waşcan (Vaşcan), köyünde bir kadın, tandırım odun ye
rine arpayla ısıtırdı. Bu haber Emîr Seyfeddin Rüstem’in
kulağına ulaşınca dehşete düştü ve kadını istedi; ona,
bu garip davranışa kendisini iten nedeni sordu. Kadın
hemen şu cevabı verdi: «Bunu yapmanın tek nedeni,
‘Emîr zamanında bolluk ve dirlik o dereceye varmıştı ki,
onun ülkesinde kadınlar ekmek tandırlarını odun yerine
arpayla ısıtırlardı’ denilmesini sağlamaktır.» Kadının bu
cevabı Emîr Seyfeddin’in hoşuna gitti ve iyilikle, lütufla
gönlünü sevindirdi.
Yine denildiğine göre, onun zamanmda, Lorların en
yiğitlerinden kurulu 60 kişilik bir çete ortaya çıkmış; yol
kesmeye ve yolcuları soymaya başlamıştı. Bu durum, Irak’taki sultan ve hükümdarların uykusunu kaçırmış; hep
si bu çetenin yarattığı çıbanı kökünden kazımaktan aciz
kalmıştı. Bunun üzerine Emîr Seyfeddin Rüstem derhal
gayretle kolları sıvayarak çeteyle şiddetli bir savaşa gi
rişti; nihayet hepsini yenilgiye uğratıp esir aldı; ve,
her bir kişi için nadir bulunan cinsten olan tek renkli 60
katır fidye teklif etmelerine rağmen onları idam etti. Bu
alış
verişi reddetmesinin nedeni konusunda da söy
le dedi: «Tarih sayfalarına, Seyfeddin’in hırsız ve yol
kesici satıcısı olduğunun kaydedilmesini istemiyorum.»
Ne var ki Lorlar, böylesine müsamahasız bir ada
let ve azimli bir yönetime tahammül edemediklerinden,
Seyfeddin Rüstem’i öldürmek için kardeşi Şerefeddin Ebu
Bekir’le gizlice ittifak kurdular. Seyfeddin haberi ha
mamdayken aldı ve başı açık, saçları sarkmış olarak
derhal hamamdan fırlayarak gitti. Yanında da, kendi
siyle birlikte hızlı yürüyen bir adam vardı. Komplo
cu adamlar da peşine düştüler. Koh Külah dağının zir
vesine ulaşınca, yanındaki adam aniden kendisine sal
dırdı ve onu ayağından yaralayarak oradaki bir kaya
nın üzerinde oturmak zorunda bıraktı. O sırada kar
deşi Şerefeddin Ebu Bekir kendisine bir ok attı ve
Emîr Ali bin Bedr’e şöyle dedi: «Onu al, baban Bedir’in kanının kısası için başını kes.»
Şerefeddin Ebu Bekir bin Nureddin Muhammed:
Şerefeddin, kardeşini Koh Külah dağında öldürdük
ten sonra kavminin yanma dönünce, Bedir’in karısı ve
Hüsameddin Halil’in anası kendisiyle karşılaştı ve ona
-kadının öldürülmüş kocasının kısası için kardeşini öl
dürdüğü halde-, bir şişe zehirli şarap verdi. Bunun üze
rine Şerefeddin ağır bir hastalığa yakalandı; biraz iyile
şince ava çıktı. Kardeşi İzzeddin Kırşasef hemen bu fır
sattan yararlanarak Emîr Ali bin Bedir’i öldürdü ve şöy
le dedi: «Benim kardeşim kardeşini öldürdüyse, bu onun
hakkıdır; senin iki kardeş arasına girmen ise fuzuliydi.»
Bu haber Bağdad’a ulaşınca Hüsameddin Halil he
men Loristan’a gitti. Şerefeddin Ebu Bekir, yakın adam
larıyla birlikte, Hüsameddin Halil’i, hastalığı dolayısıyla
kendisine yapacağı ziyaret sırasında ortadan kaldırmak
için komplo hazırladı. Ziyaret çırasında Şerefeddin’in,
Hüsameddin’in yanında elbisesine bürünmesi, hazırlan
mış olan planın uygulanması için işaret sayılacaktı. Fa
kat adamları, Hüsameddin Halil’in ziyaret için hazır bu
lunduğu sırada bu emri uygulamakta gevşek davrandı
lar. Hüsameddin Halil’in gitmesinden sonra kendilerine
bunun nedeni sorulunca da şöyle cevap verdiler: «Ey
Emîr, sen şimdi ölüm döşeğindesin; memleketin işleri
ise Hüsameddin Halil’in hayatta kalmasına bağlıdır.»
Fakat bu söz Emîri eskisinden daha kızdırdı ve ne şekil
de olursa olsun, Hüsameddin Halil’i öldürtmeye kesin
karar verdi. Bunun üzerine Hüsameddin, hayatını koru
mak endişesiyle tekrar Halifelik merkezine gitti. Şercfeddin ise, adı geçen hastalığından kurtulamayarak öl
dü; gurur diyarından sevinç alemine gitti. Kendisinden
sonra kardeşi İzzeddin Kırşasef beylik görevine geçti.
İzzeddin Kırşasef bin Nureddin Muhammed:
Kardeşinin öldüğü gün beyliğin yönetimine geçti ve
işlerin dizginini eline aldı; sonra kardeşinin dul karısı
ve Süleyman Şah Ebuh’un(75) kızkardeşi Melike Hatun’la evlendi.
Haber, Bağdat’ta bulunan Hüsameddin Halil’e ula
şınca, Loristan’ı kendi yönetimi için kurtarmak amacıy
la derhal Husiztan’a gitti; orada fiilen büyük bir ordu
toplamayı başardı ve izzeddin Kırşasef’le savaşmak üze
re Loristan’a yöneldi. İzzeddin ise savaşa ve döğüşe eği
limli değildi; yönetimin dizginlerini çatışmasız ve mücadelesiz olarak hasmına vermeyi düşünüyordu. Ne var ki
kızkardeşleri bu kararını kabul etmediler ve kardeşlerine
dediler ki: «Sen ona karşı savaşa çıkmazsan, bizler şu
kadınlığımızla, erkeklerin yapacağı işe girişir ve sonuç
ne olursa olsun, onunla savaşırız.» Bu durum karşısında
İzzeddin kadınların sözünü tutmak ve savaşa, mücadele
ye hazırlanmak zorunda kaldı.
iki taraf arasında, o yörelerdeki köylerden birinde
savaş çıkınca, Lorlar’m çoğu Hüsameddin Halil’in karar
gahına geçtiler. Böylece İzzeddin Kırşasef yenilgiye uğ
radı ve karısı Melike Hatun’un bulunduğu Kerbet<76) ka
lesine sığınmak istedi. Fakat hasmı bunu haber alınca,
yolunu kesmek ve kaleye girmesini önlemek için askerle
rin bir kısmını gönderdi. Sonra Hüsameddin Halil has(75) L ak ab ın ın doğru şeklinin «îw an» olduğu an laşılm ıştır;
y an i Süleym an F a ş a Ivvanî’d ir; «:lwaî» y a d a «Ebuh»
değildir. (M.A.A.)
(76) A hvaz yakınlarındadır, «Kerbex» (K erbah) ve «Kerbeq» (K erbak) de denir. (M.A.A.)
minin yanma varmaya ve kendisini yakalamaya muvaffak
oldu; fakat hayatını bağışladı. Arkasından Kerbet kale
sini kuşattı. Kuşatmanın başlamasından üç gün sonra
İzzeddin Kırşasef kalenin kapılarının açılmasını ve Hüsameddin Halil’e teslim edilmesini emretti. Bunu Melike
Hatun yerine getirdi. Bundan sonra savaş ve kanşılıklar
sona erdi ve ülkenin hükümdarlığı Hüsameddin Halil'e
geçti.
Hüsameddin Halil bin Bedir bin Şücaaddin Hurşid:
Hüsameddin Halil beylik işlerini eline aldıktan ve
Loristan Hükümetinin bağımsız Hükümdarı olduktan
sonra İzzeddin Kırşasefi veliaht tayin etti. Bunun üze
rinden bir yıl geçtikten sonra bir gün kendisini yanma
çağırttı. Fakat Kırşasefin karısı Melike Hatun’u endişe
sardı ve bu çağrıdan korku duydu; bu yüzden kocasının
gitmesine razı olmayacağını bildirdi. Fakat kocası çağrı
ya uyarak çekinmeden Hüsameddin Halil’in yanma gitti.
Ne var ki, Hüsameddin Halil İzzeddin Kırşasef hakkın
da mertçe davranmadı ve yanma girer girmez öldürül
mesini emretti. O zaman Melike Hatun da, kocası İzzed
din Kırşasefin öldürüldüğü saatte, ondan olan çocuk
ları Şücaaddin Hurşid, Seyfeddin Rüstem, Nureddin Mu
hamm edi gizlice Bağdad’a, kardeşi Süleyman Şah Ebuh’un(77) yanına gönderdi.
Bu durum, Hüsameddin Halil ile Süleyman Şah
arasında düşmanlık ve kinin başgöstermesine yolaçtı. So
nunda karşılıklı kılıç çektiler; aralarında, bir ayda sayı
ları 31’i bulan şiddetli çatışma ve kanlı çarpışmalar oldu.
Sonuç Süleyman Şah’m çöküşü oldu ve Bahar kalesi ile
Kürdistan’m bir kısmı Lorlar’ın eline geçti. Bir süre son
ra Süleyman Şah bir ordu daha topladı ve Dehliz deni
len yerde Hüsameddin Halil’le çok şiddetli bir savaşa
(77) 75 No.lı n o ta bakınız.
girişti; onu ağır bir yenilgiye uğrattı; fakat bununla ye
tinerek geldiği yoldan geri döndü. Ne var ki Hüsamed
din Halil, düşmanının sağ salim dönmesine göz yumma
dı; intikam duygusu kendisine, düşmanını arama ve ko
valama cesaretini verdi. Sonunda onu yakaladı ve kar
deşi Ömer Bey’i, birçok akraba ve adamlarını öldürdü.
Bunun üzerine Süleyman Şah Halifelik merkezine
giderek yardım istemek zorunda kaldı ve savaşçı asker
sayısı 60.000 kişiyi bulan güçlü bir askerî yardım aldı;
hasmı Hüsameddin Halil’e bir daha saldırmak için bu
ordunun başında harekete geçti. Hüsameddin Halil ise
bu orduya, mevcudu sadece 3.000 süvari ve 9.000 piya
de olan bir orduyla karşı koydu. Sabur™ tepesinde ara
larında çarpışmalar başladı. Süleyman Şah tarafında
önceleri yenilgi belirtileri göründü; fakat bu sefer ken
disi cesaretle yerinde durdu ve kıpırdamadı. Sonra yenil
giye uğramış askerleri tekrar saflarına döndüler ve düş
manla şiddetli bir savaşa tutuştular. Hüsameddin Halil
ise, zaferi kazanıncaya, yada savaş alanında ölünceye
kadar bu çarpışmadan geri dönmeyeceğine talak™ üze
rine yemin etmişti. Nitekim fiilen de öyle oldu; düşman
ları her yandan kendisini sararak öldürdüler ve cesedini
yaktıktan sonra başım Süleyman Şah’a götürdüler. Sü
leyman Şah, başını getirenlere şöyle dedi: «Eğer onu ba
na sağ getirseydiniz hayatını güven altına alır ve canım
bağışlardım; fakat Allah böyle takdir etti, böyle oldu.»
Ve irticalen şu şiiri söyledi:
«Çıkmaza girdi ve şaşkına döndü zavallı Halil
«Gönlüne ‘Bahar’ın™ özleminin tohumu düşünce.
(78) Bu, H u slz tan ’la Isfa h a n ara sın d ak i «S abur X udast»tır.
(M. A. A.)
(79) T alak, kadının boşanm ası dem ektir. (M.E.B.)
(80) B ah ar, y u k arıd a g eçtiğ i gibi S üleym an Ş a h 'a a lt olup
H üsam eddin H alil'in eline geçm iş olan kalen in adıdır.
(M .E.B.)
«Hevesinin şeytanı Süleyman’ın ülkesine göz dikti
«Ama ölü düştü Süleyman’ın devlerinin elinde.»
Bu olay, 640(1243) yılının aylarından birinde mey
dana geldi.
Bedreddin Mes’ud bin Bedir bin Şücaaddin Hurşid:
Kardeşi Halil Bedir Sabur düzlüğünde öldürülünce,
kendisi de gidip Möngke Kaan’ın™ yanma sığındı ve
kendisine bir ordu vermesini isteyerek şöyle dedi: «Biz
eskiden beri sizin yüce tahtınıza bağlıyız ve sadıkız; fa
kat Halifelik merkezi düşmanımıza yardım etti, o da
amacına ulaşmaya muvaffak oldu.» Bunun üzerine ken
disini Hulagu Hanın hizmetine koydular ve onunla bir
likte İran’a gönderildi. Hulagu Han Bağdad’ı fethet
mek için o yöne yönelince Bedreddin Mes’ud kendisin
den, Süleyman Şah’ı kendisine vermesini istedi. Hulagu
ise «bu söz büyük bir şeydir» dedi... Bunu Allah bilir.
Bağdad fethedilip bu olayda Süleyman Şah da şehit
olunca, Bedreddin Mes’ud yeniden Hulagu’ya başvura
rak Süleyman Şah’m ailesinin ve maiyetinin kendisine ve
rilmesini istedi; Hulagu da bu isteğini yerine getirdi.
Bedreddin Mes’ud hepsini Loristan’a götürdü; onlara mi
safirperverlik gösterdi ve gereken hizmetleri, yardımları
yapmayı asla esirgemedi. Sonra, yıkılmış olan Bağdad
şehri yeniden yapılıp imar edilince, onları Loristan’da
kalmakla -bu takdirde onları kendi akrabalarının kızla
rıyla evlendirecekti- Bağdad’a dönüp oraya yerleşmek
arasında seçme yapmakta serbest bıraktı. Bir kısmı birin
ci şıkkı tercih etti ve Bedreddin’in, akrabalarının kızlarıy
la evlendi; diğer kısmı da Bağdad’a dönmek istedi.
Bedreddin Mes’ud’un hükümdarlığı 16 yıla ulaşınca
658(1261) yılında öldü. Kendisi adaletli ve bilgin bir
beydi; İmam-ı Şafiî mezhebinde 4,000 fıkıh meselesini
ezbere bildiğini ve hayatında hiç fuhuş yapmadığını an
latmıştı.
Ölümünden sonra beylik makamına çıkmak konu
sunda iki oğlu Cemaleddin Bedir ve Nasıraddin Ömer ile
Hüsameddin Halil’in oğlu Taceddin Şah arasında müca
dele ve çatışma çıktı. Sonunda hepsi Abaka Han’ın ka
rargahına iltica ettiler; o da siyasî nedenlerle, Bedreddin
Mes’ud’un iki oğlunun öldürülmesini ve Loristan yöneti
minin Taceddin Şah’a verilmesini emretti.
Taceddin Şah bin Hüsameddin Halil bin Bedir bin
Şücaaddin Hurşid:
Bu bey yönetim mevkiini Abaka Han’ın emriyle al
dı ve Loristan’ı 17 yıl yönetti. 670(1272) yılında yine Abaka Han’ın emriyle öldürüldü ve hükümet yetkisinin,
Bedreddin Mes’ud’un iki oğlu Felekeddin Haşan ile iz
zeddin Hüseyine verilmesi kararlaştırıldı. Bunların birin
cisi vilayet hükümdarlığına tayin edildi; İkincisi de Inco
hükümdarlığına ve kardeşinin vcliahtılığına atandı. Bu
şekilde tam 15 yıl ülkeyi yönettiler. Bu süre içinde Lo
ristan hissedilir ölçüde ilerledi; güvenlik sağlandı, imar
hareketi canlandı; iki kardeşin birçok düşman ve hasmı
yenmeleri, ve Beyat, Bişr, Nihavend memleketlerine sal
dırarak çoğu zaman buralara egemen olmaları sayesinde
ülkenin sınırları da genişledi.
Felekeddin Haşan son derece zeki, bilgili, akıllı,
dindar ve günahtan sakınan bir adamdı; ayrıca keskin
mizahı da çok severdi, izzeddin Hüseyin ise tersine ceberrut, baskıcı ve kindardı; hiçbir suçluya merhamet et
mezdi. iki kardeşin nüfuzu genişledi ve Hemedan vila
yetinden Şuşter’e, Isfahan sınırlarından Arap ülkesine
kadar uzandı. İkisi de halkın arasında adaleti uygula
makta çok titizdi; o kadar ki, bir hıyar uğruna bir ceberrut adamı telef ederlerdi. Kamu işlerinin ve sorunlarının
yönetimi .konusunda son derece dürüst ve birbiriylc itti
fak halinde hareket ederlerdi. İkisinin ordu mevcudu
17.000 savaşçıdan fazlaydı. Bunun için İran kıralları on
lardan memnundu ve ülkeyi iyi yönettikleri için de ken
dilerine teşekkür ederlerdi; onlara zarar vermeyi hiç dü
şünmezlerdi.
Garip bir raslantı olarak, ikisi de aynı yılda, 692
(1294) yılında, İmparator Keyhatu Han zamanında öl
düler. Felekeddin, Bedreddin Mes’ud adında bir çocuk
bıraktı; İzzeddin ise oğlu Nureddin Muhammed’i bıraktı.
Cemaleddin Hıdır bin Taceddin Şah bin Hüsamed
din Halil bin Bedreddin,,2) bin Şücaaddin Hurşid:
Cemaleddin Hıdır, İmparator Keyhatu Han’ın bir
emirnamesiyle beylik makamına geçti. Fakat Hüsamed
din Ömer Bey bin Şemseddin bin Şerefeddin Tehemtın
bin Bedir bin Şücaaddin Hurşid ile Şemseddin Lenikî,
iktidar üzerine kendisiyle çatıştılar ve adet olduğu gibi
bağlılıklarını bildirmediler. İş büyüdü ve durum gergin
leşti; nihayet bir gece Hurremabad yakınlarında, o sıra
larda o yörelerde üslenmiş bulunan Moğol ordusunun
desteğiyle kendisine aniden baskın yaptılar; kendisini ve
birkaç akrabasını öldürmeyi başardılar,
Böylece 693
(1295) yılında meydana gelen bu olay, Hüsameddin Ha
lil’in soyunun yok olmasına sebep oldu.
Hüsameddin Ömer B e y :
Hüsameddin Ömer Bey, yukarıda geçtiği gibi bey
lik makamım zorla ele geçirince, beylerden Samsameddin Mahmud bin Nureddin Muhammed ile İzzeddin Mu
hammed kendisiyle çatıştılar. Ayrıca Kırşasef soyundan
olan Emîr Danyal da, bu konuda ittifak eden diğer bazı
beylerden destek aldı ve hepsi Hüsameddin Ömer Bey’e
karşı çıktılar; Taceddin Şah’m çocuklarının kanını iste
(82) D ah a önce hep «Bedir» şeklinde geçti. (M.E.B.)
yerek şöyle dediler: «Ömer Bey yönetime geçmeye layık
değildir; çünkü hiç bir zaman hükümdarlık etmemiş olan
bir soydan gelmiştir; beyliğe ve hükümdarlığa layık olan,
Samsameddin Mahmud’dur. Çünkü onun babaları ve de
deleri Loristan’m yöneticileri ve beyleriydi.»
Samsameddin Mahmud, gerçekten son derece zeki,
yiğit, cömert ve alicenaptı. Derhal Huzistan’dan büyük
bir orduyla Hurremabad sınırlarına yürüdü. Bunun üze
rine iki taraf arasına aracılar girdi. Sonunda, Şahabeddin Lenikî ile ülkede karışıklık ve bozgunculuğa sebep
olan kardeşlerinin Loristan vilayetinden ayrılmalarına ve
Hüsameddin Ömer’in Emîr Samsameddin Mahmud lehi
ne yönetimden feragat etmesine karar verildi. Böylece
Samsameddin Mahmud duruma hakim oldu.
Samsameddin Mahmud bin Nureddin Muhammed:
Ömer Bey’in azlinden sonra beylik makamına geç
ti. Onun zamanında ülke canlandı ve büyük ölçüde kal
kındı; uzun zaman durum böyle devam etti. Bir gün Şahabeddin llyas Lenikî ve kardeşlerine suikast yaparak
tek başına saldırdı. Onlarda kendisine karşı direndiler ve
kendisiyle savaştılar; onu ağır yaraladılar. Aldığı yarala
rın sayısı 54’ü bulduğu halde yenilmedi ve onlardan kaç
madı; kalın karla kaplı olan bir dağın doruğuna sığınıncaya kadar onları kovaladı. Onlara ihtar ve tehditler yap
tıktan sonra kendilerini dağ doruğundan indirmeye ve
hepsini öldürmeye muaffak oldu.
Bunun üzerine Kahveyh şeyhinin torunu, Gazan
Han’ın otağına giderek Ömer Bey ve Samsameddin
Mahmud’u şikayet etti; ve Cemaleddin Hıdır ile Şahabeddin llyas’ı öldürdükleri için kendilerinden kısas alın
masını istedi. Han’m emriyle Ömer Bey ve Samsamed
din Mahmud karargaha getirildiler. Gazan Han Ömer
Bcy’e, Cemaleddin Hıdır’ı öldürmesinin sebebini sordu.
Ömer Bey, «çünkü kendisi beni öldürmedi» diye cevap
verdi. Han, «küçük çocuğunu niçin öldürdün?» diye so
runca, Ömer Bey cevap vermedi. Bunun üzerine Han
kendisini Cemaleddin Hıdır’m varislerine teslim
etti;
onlar da kendisini öldürerek kısas aldılar. Sonra, Şana
beddin llyas’ı öldürmesinin kısası için
Samsameddin
Mahmud’a idam cezası verildi. Bu, 695 (1295, 1297) yılındaydı.
İzzeddin Muhammed bin Emîr İzzeddin
bin Bedreddin Mes’nd:
Hüseyin
Ömer Bey ve Samsameddin Mahmud’un öldürülme
sinden sonra küçük yaştayken beylik makamına geçti;
Loristan’ın bağımsız Hükümdarı oldu. Fakat yaşça ken
disinden büyük olan amcasının oğlu Bedreddin Mes’ud
bin Felekeddin Haşan iktidar üzerine kendisine karşı çık
tı ve çatıştı. Sultan Muhammed Hudabende™ devrinde,
Loristan yönetiminin «Atabey» sanıyla birlikte Bedred
din Mes’ud’a verilmesi, ve İzzeddin Muhammed’in de
genel hazine işlerine (Delay Lawlay) ve Han Inco’nun
işlerine bakması konusunda imparatorluk emirnamesi
çıktı. Bir süre sonra yönetim ikinci defa İzzeddin Muhammed’e verildi. O da bir süre bütün vilayeti yönetikten sonra 716(1317) yılının aylarından birinde kendi
eceliyle öldü.
İzzeddin Muhammed’in Karısı Devlet Hatun:
Bu hanım, kocasının ölümünden sonra adı geçen
vilayette yönetim makamına geçti ve ülkenin kıraliçesi
oldu. Onun zamanında ülkede işler karıştı ve durum kö
tüleşti. Hükümetin otoritesi kalktı ve hükümdar ailesi
nin itibarı düştü. Ülkedeki kamu işlerini çoğu zaman,
Moğol İmparatorluğu sarayından gönderilen memurlar
yönetiyordu. Bunun için Devlet Hatun bir şey yapma
olanağını bulamadı, hükümet işlerini kardeşine bıraktı.
Devlet Hatun'un Kardeşi İzzeddinı Hüseyin:
Bu Emîr Loristan hükümetinin yönetimini eline aldı
ve 14 yıl süreyle adalet ve insafla hareket etti. Bu süre
içinde halk güven ve sükünet tadım aldı; rahat bir hayat
yaşadı. Sonra onun yerine oğlu geçti.
Şücaaddin Mahmud:
Adı geçen babasının ölümünden sonra Hükümdar
oldu. Fakat kendisi babası gibi değildi; zulüm ve baskı
da çok ileri gitti. Sonunda halk elinden feryat etti ve
kendisine karşı ayaklanıp 750(1350) yılında onu öldür
düler.
Melik İzzeddin bin Şücaaddin Mahmud:
Babasının öldürülmesinden sonra beylik tahtına çık
tı; Irak sultanları ve valileriyle birtakım ittifak ve antlaş
malar yapmaya muvaffak oldu; bununla değeri arttı ve
şanı yüceldi. Sonunda felek kendisine sırt çevirdi; çün
kü Timur Gurgan Lenk, üzerine saldırdı ve onu, Berucerd’e yarım fersah™ mesafedeki Damyan Kalesi’nde ku
şattı. Sonra kendisini yakalayarak 790(1389) yılında Semerkand’a sürdü. Ayrıca oğlu Şeydi Ahmed’i de Endıkan (Endıcan)a sürdü. Üç yıl eğitildikten sonra eskisi
gibi onu Loristan’a hükümdar olarak geri gönderdi. Fa
kat oğlu Şeydi Ahmed’in kötü gidişi, katı zulmü, işleri
yönetmedeki fenalığı, onu etkiledi. Moğollar kendisini
isyan ve ayaklanmayla suçladılar. Moğol tahsildarlarının
eline geçti ve 804(1402) yılında onu Sultaniye’ye götür
düler; oranın çarşısında derisini yüzdükten sonra ken
disini astılar. Tam bir hafta asılı kaldı.
Şeydi A hm ed:
Bu Şeydi Ahmed, Timurlenk devri boyunca, en kötü
durumda ve en çirkin şekilde, Loristan dağlarında başı
boş dolaşıyordu. Timurlenk olayından ve vilayete tasal
lutundan sonra 815(1413) yılına kadar ülkeyi yönetme
ye devam etti.
Şah Hüseyin bin Melik İzzeddin:
Bu Emîr Lorlar’ın yönetimini eline aldı ve Hemedan, Gırbadkan ülkeleriyle İsfahan’ın bazı yörelerine sü
rekli akınlar yapmaya başladı. Sonra Ebu Said Gurgan(85) başa geçince, bu fırsattan yararlanarak Hemedan’ı
istila etti. Sonra Şehrezol kışlasının üzerine yürüdü ve
Baharlu aşiretine saldırdı. Fakat aşiret reisi Korpir Ali
bin Ali Şeker dönüş yolunu keserek 873(1469) yılında
onu öldürmeye muvaffak oldu.
Şah Rüstem bin Şah Hüseyin:
Bu kavim arasında uzun zaman hükümdarlık yaptı.
Sonunda, diğer hükümdar ve beylere karşı övünmesini
sağlayacak ölçüde kendisine ilgi gösteren ve nimetler yağ
dıran Şah Ismail-i Safevî’nin hizmetine girdi. Fakat bu
nun üzerinden az bir süre geçtikten sonra öldü.
Uğur irin Şah Rüstem :
Uğur, Şah Rüstem’in en büyük ve en akıllı oğluy
du. Babasının halefi olarak yönetimi eline aldı. Sonra,
Ubeydullah Han Özbek’in saldırısını püskürtmek üzere,
940(1534) yılında Horasan’ın üzerine yürüyen Şah Tahmasp’m maiyetine girdi. Emîr Uğur, bu seferi boyunca
kendisine vekalet etmesi için kavmi ve aşireti arasında
küçük kardeşi Cihangir’i bırakmıştı. Vekil olan bu kü
çük kardeş ise, aşiret reislerinin ve ordu komutanlarının
gönüllerini kendine çekerek bağlılığını bozdu ve kendi
kendini kavinin başına hükümdar ilan etti. Şah’ın ordu
su Horasan seferinden dönünce, sevindirici olmayan bu
haber Emîr Uğur’un kulağına gitti; o da derhal ordudan
ayrılıp ülkesine dönmek için izin istedi. Yolda Nihavend
dolaylarına varınca çevresinde yalnız bazı
serseri ve
ayaktakımı toplandılar; liderler ve reisler kendisine ilti
fat etmediler. Çünkü bunlar Cihangir’e olan bağlılıkları
nı koruyorlardı. Bu yüzden Uğur, birçok sert çarpışma
lardan ve birçok savaşmalardan sonra esir düştü ve öl
dürüldü.
Cihangir bin Şah Rüstem:
Bu Emîr, kardeşinin öldürülmesinden sonra ülke
sinde tek başına bağımsız bir Hükümdar durumuna geç
ti. Sonunda, 949(1543) yılında Şah Tahmasp tarafından
öldürüldü.
Şah Rüstem bin Cihangir:
Şah Tahmasp Cihangir’in öldürmesi işini bitirince,
Ebu Müslim Goderzî, lalası ve bayraktarı olduğu Şah
Rüstem’e koştu ve kendisini kendi isteğiyle yada zorla
Şah Tahmasp’a götürdü; bununla da Şahlık tahtına olan
sonsuz bağlılığını ispat etti. Şah da, bu genç Emîrin
prangaya vurularak Alamut kalesine hapsedilmesi için
derhal ve kesin olarak emir verdi. Şah Tahmasp’ın,
Emîr Ebu Müslim Goderzî’ye, bu bağlılığından dolayı
verdiği mükâfat ise, ona «mirahor»luk görevi vermek ve
kendisini emsali olan diğer emirlere göre imtiyazlı bir
duruma getirmek oldu.
Cihangir’in, küçük olduğu için hükümdarlık ve bey
lik yapabilecek güçte olmayan küçük oğlu Muhammedi’
yi de, Lorlar Çengle denilen sağlam bir yerde gizleyerek
himaye ve güvenlik altına aldılar ve fırsatın çıkmasını
beklemeye koyuldular; çünkü Loristan’da, yönetime hak
kazanacak ondan başka kimse kalmamıştı. Bu yüzden
aşiretler ve kabileler bir süre beysiz ve hükümdarsız kal
dılar.
Derken bir gün, Loristan’ın Şah Rüstem’e çok ben
zeyen ayaktakımından bir kişi ortaya çıkarak, kendisi
nin Şah Rüstem olduğunu ve Alamut kalesi’nden kaçtığı
nı iddia etti; korkmadan, çekinmeden Şah Rüstem’in evi
ne gitti ve kendi kendini, birkaç yıldan beri kocasından
ayrılmış olan Şah Rüstem’in kansına sundu. Kadın da
bu fırsattan yararlanarak kendisine karşı sadık davran
dı; onunla karı-koca hayatı yaşamaya başladı. Lor aşiret
leri Şah Rüstem’in bu davranışım görünce, zihinlerinde
ki kuşkular ve şüpheler kalktı; hepsi, bu gelenin gerçek
ten Şah Rüstem olduğuna inandılar; ona içten bağlılıkla
rını sundular. Bu acayip durumların ve garip işlerin ha
berleri, Kazvin’de bulunan Şah’ın kulağına gidince, A la
mut kalesinde tutuklu bulunan Şah Rüstem’i serbest bı
raktı ve kendisine, Loristan’daki serdarlık görevine ek
olarak, ülkenin başkenti olan Loristandaki Hurremabad
Hükümetinin yönetiminin de yeniden verildiği konusun
da bir Şahlık emirnamesi verdi; ve hızla o yörelere git
mesini emretti. Şah Rüstem hızla hareket etti ve şairin
dediği gibi «iki günlük yolu bir günde alarak yetişti.»
Şah Rüstem, Loristan’a varınca ve isin içyüzünü
anlamaya başlayan aşiretlerinin ve kabilelerinin arasına
girince, yalancı «Şah Rüstem» hemen firar etti ve girdiği
çıkmazdan kurtulmaya çalıştı; fakat gerçek Şah Rüstem’in
adamları ona yetiştiler ve kendisini yakalayıp ölünceye
kadar taşladılar.
Bu sırada Şah Rüstem’in kardeşi Muhammedi er
ginlik çağma ermişti ve irsî yönetim üzerine kardeşi Şah
Rüstem’le çatışmaya başladı. Aralarında anlaşmazlık
uzadı ve sonunda kılıçların çekilmesine kadar vardı. O
zaman iki kardeş araşma banşmacılar girdi ve, büyük
kardeş Şah Rüstem’in Loristan’m dört eyaletini yönetme
si, küçük kardeş Muhammedi’nin de yalnız iki eyaleti yö
netmesi ve tüm Loristan yönetiminin ikisi arasında or
taklaşa yürütülmesi esası üzerine barış yapıldı. İki kar
deş bu barışı kabul etti ve durum uzun süre bu şekilde
kaldı.
974(1567) yılında, Hemedan valisi olan Emîr Han
el-Musılî, «Bahtiyarîler» diye ün yapmış olan Büyük Loristan’dan istenen vergileri, Şah Tahmasp’m
fermam
gereğince toplamaya geldi. Bu kavmin aşiretlerinin en
sağlamı bulunan Bahtiyarî hükümdarlarının soyu yuka
rıda da geçtiği gibi yok olunca, Şah Tahmasp, aşiretleri
nin liderliğini, yılda büyük bir miktarın hediye şeklinde
Şahlık Divanına ödenmesi karşılığında, Istırık kabilesin
den Tac Emîr’e vermişti. Tac Emîr bu miktarı ödemek
ten aciz kalınca Şah’m emriyle öldürüldü; o kavmin li
derliği de, her yıl Şah’m vekillerine ve memurlarına
10.000 baş katır vermesi şartıyla, o aşiretin ileri gelen
lerinden biri olan Mîr Cihangir Bahtiyarî’ye verildi. Bu
konuda Şah Rüstem de kendisine kefil oldu.
Böylece Emîr Han, Huzistan bölgesinin, Benî Muşa’.şa’ Araplannm yönetim ve tasarrufu altında bulunan
bazı eyaletlerinden istenen malları toplamak üzere Dezful ve Şuşter yörelerine gittiği zaman, Uğur’un kızkardeşi
ve Şah Rüstem’in karısı olan Şah Perver adındaki ka
dın, Muhammedi’nin ilk fırsatta yakalanması ve Dergâh’a
gönderilmesi konusunda Emîr Han adına yazılmış bir
Şahlık emirnamesini gizlice ele geçirmişti.
Bu konudaki sözün özeti şudur ki; Emîr Han, Hurremabad yörelerine varınca, Muhammedi kendisini gör
meye ve selamlamaya koştu; bir süre de yanma gidip
geldi. Günün birinde Emîr Han kendisini ve adamların
dan birkaçını, evinde verilecek olan bir ziyafete çağırdı;
geldikleri ve sayıları tamamlandığı zaman, Emîr Han,
kendisini ve yanında bulunan Loristan lider ve ileri ge-
tenlerinden yüz kişiyi yakalayarak bağlayıp Şahlık Sara
yına gönderdi. Derhal Alamut kalesine hapsedildiler.
Muhammedi ve Şah Rüstem’in olayları ite akıbetleri, Al
lah’ın izniyle bundan sonraki olaylarda anlatılacaktır.
Muhammedi bin Cihangir:
Bu Muhammedi’nin Alamut kalesindeki tutukluluk
süresi on yıla varınca dört oğlu Ali Han, Asılmaz, Ci
hangir ve Şahverdi, Loristan’da sürekli ayaklanmalara ve
karışıklıklar çıkarmaya giriştiler; bununla, amcaları Şah
Rüstem’in uykusunu kaçırdılar. Hatta bizzat Şah’ın em
lakine bite saldırdılar; Hemedan, Cerbadqan (Cerbadkan) ve Isfahan yörelerini yağma ettiler. Şah Rüstem ve
emirler ite kızılbaş(86) memurları, o sınırda kendilerine
karşı direnmekte büyük çaba harcadıkları halde, karışık
lıkları bütünüyle bastırmaktan aciz kaldılar.
Sonunda, devlet işlerini yönetenler, Şahlık sarayı
na, bu sorunu çözümleyecek ve ülkedeki karışıklıklara
son verecek bir teklif sunmak konusunda görüş birliğine
vardılar. Teklif şuydu: Muhammedi hapishaneden tahliye
edilmeli ve rehine olarak büyük bir Kızılbaş komutanı
nın yanma bırakılmalı; ve Şah Tahmasp Sarayına git
meleri için çocuklarına yazdığı takdirde, Loristan hü
kümdarlığının kendisine verileceği vaadedilmelidir. Ka
rışıklıkların ortadan kaldırılması, yalnız bu doğru yolla
mümkün olabilecekti. Durum Muhammedi’ye anlatıldığı
zaman razı oldu ve sevindi. Kendisini, çocuklarını Şah
lık Sarayına, rehine olarak alıkonulmaları için getirtme
sine ek olmak üzere, Şah’m memurlarına ve vekillerine
«hediye» olarak yılda 30.000 baş kadar at, katır ve ko
yun vermekle de yükümlü kıldılar. Bundan sonra kendisi
(86) K ita p ta sık sık geçen «Kızılbaş» ve «K ızılbaşlar» deyi
mi, A levî m ezhebinin k arşılığ ı o la ra k değil, «îranlı» ve
«Iranlılar» anlam ında lcullam lm ıştır. K itab ın aslınd a
kullanılan bu deyim i biz de aynen aldık. (M .E.B.)
hükümetinin yönetimini almak üzere Loristan’a gide
cekti.
Emirlerin ve devlet erkanının görüşü ve müşaveresi
gereğince Şah Tahmasp, Muhammedi’yi Alamut kalesin
den serbest bıraktı ve rehine olarak Kazvin’de Hüseyin
Bey Ustaclu’ya teslim etti. Muhammedi hemen çocukla
rına haber göndererek, Loristan Hükümetinden istenen
miktar olan 30.000 baş kadar at ve koyunu hazırlama
larını ve hemen Kazvin’e getirmelerini istedi.
Çocuklarına haber gidince ikisi, topladıkları 10.000
baş at ve koyunu alıp hızla Kazvin’e hareket ettiler.
Kazvin’e bir fersah mesafede bulunan Şerefabad köyüne
inip emir beklemeye başladıkları zaman, Muhammedi,
kendisini rehin tutan Hüseyin Bey Ustaclu’ya haber gön
dererek dedi ki: «Kulunuzun çocukları Şerefabad köyü
ne varmışlar ve atlarla, koyunlarla birlikte orada konak
lamışlardır. At ve koyunları muayene etmem, Şahlık tah
tının hizmetine yarayacak olanlarını ayırıp tavlaya getir
mem ve istenen atlarla koyunlann kalan kısmının geti
rilmesini beklemem için, onların yanma gitmeme izin
verilmesini rica ediyorum.» Hüseyin Bey onun bu isteği
ni olumlu karşıladı vc bazı yüksek dereceli muhafızlarıy
la birlikte adı geçen köye gitmesine izin verdi. Akşam
yaklaşınca Muhammedi, yanındaki arkadaşlarına dedi ki:
«Gece bastırdığı ve geceleyin atlarla koyunlann muayene
si mümkün olmadığı için, ıızun zamandan beri göremedi
ğimiz çocuklarımızı görmek zevkine ermemiz için gece
yi burada geçirmemiz yararlı olacaktır; her basarının ve
zaferin zamanı olan sabah vaktinde, hep birlikte büyük
rahatlık ve sükunet içinde atları ve koyünları muaye
ne ederiz.»
Emîr Muhammedi’ye eşlik eden bu
Kızılbaşlar,
onun bu sözlerini makul ve itibar edilmeye değer buldu
lar; onun görüşüne uydular ve o köyde gecelediler. Ge
ce karanlığı bastırınca, Muhammedi ve iki oğlu, savaşta
eğitilmiş olan, saba ve kuzey rüzgarlarından daha hızlı
koşan atlara bindiler; ve Loristan’a varıncaya kadar at
larının dizginlerini serbest bıraktılar, ö te yandan, sabah
olup da bu haber Kazvin’de yayılınca, Şah Tahmasp
Hemedan Valisi Emîr Han’a ve onuılla birlikte bulunan
bazı komutan ve beylere, Emîr Muhammedi ve iki oğ
lunun ardına düşülmesinin gerekli olduğu emrini verdi.
Fakat bunlar, hızlı koşan atlarıyla büyük çaba harca
dıkları halde onlara yetişemediler. Muhammedi ve yanın
dakiler, on günde alınabilecek yolu dört günde aldılar ve
Loristan’a vardılar.
Şah Rüstem, kardeşinin bu şekilde geldiği haberini
alınca korktu ve derhal yönetim görevinden vazgeçti;
iktidar ve saltanat gelinini de üç talakla boşadı; aynı yıl
içinde de Loristan’ı terkederek Kazvin’e gitti; orada bü
tün hayatı boyunca, ağlanacak bir hayat içinde kaldı;
kendi eceliyle ölünceye kadar, bir daha bağımsız olarak
Loristan iktidarı eline geçmedi.
Muhammedi ise Loristan’ın mutlak hakimi ve tek
Emîri oldu; durumundan, «ben varım, benden başkası
yok» sözleri sanki okunuyordu. Şah Tahmasp ve Şah İs
mail II. ile geçinme yolunu seçti ve akıllı bir politika iz
ledi; bütün hayatları boyunca ikisinin de memnunluğu
nu ve ilgisini kazandı. Onlardan sonra ise, Osmanlı pa
dişahı merhum Murat Han IlI.’e itaatini ve bağlılığını
gösterdi. Bundan ötürü, Asitane’deki(B7) yöneticiler bu
akıllı Emîri, devlete karşı bağlılık ödevlerini yerine ge
tirdiği sürece taltif ettiler; asıl eyaletine Mendeli, Çcsan, Baderanî, Tersak gibi Padişah’m özel mülkiyetinde
bulunan ve Barış Diyarı Bağdad’a(88) bağlı olan nahiye(87) «Â sitane» O sm anlIlar zam anında İsta n b u l’a verilen a d
la rd a n biri idi. (M.E.B.)
(88) A ra p la r ara sın d a B ağöad’a «D ar el _ Selam » (B an g D i
y arı) denir. (M.E.B.)
leri de ilhak ettiler. Buraların yıllık geliri, 12 Osmanlı
altını kadardı; bu, Irak parasıyla 600 tumana eşitti.
Ayrıca irsî eyaleti olan Loristan ve ona bağlı yerlerin
kendisinde kalmasına ilişkin bir emirname ile, hediye
olarak, değeri yüksek olan altın nakışlı çapraz kılıçlar
gönderdiler.
Bu durum üzerinden birkaç yıl geçti; kendisi hep
memnunluk ve güven kazanıyordu. Sonunda kendisiyle
Bağdad Beylerbeyi ve Bağdad’daki diğer Osmanlı komu
tanları arasında anlaşmazlık ve kıskançlık akrepleri do
laşmaya başladı. Bunlar Osmanlı Sarayı nezdinde kendisi
hakkında oyunlar hazırladılar; onu, kendisinden istenen iyi
hizmeti yerine getirmemekle, bağlılıkta fedakarlık yap
mamakla suçladılar; sonunda, yakalanması için padişah’tan bir emir elde ettiler. Fakat Muhammedi, Bağdad
Beylerbeyi’nin kendisine hazırladığı tuzağı tam zamanın
da öğrendi ve ondan sakınmaya başladı. Bir gün Bağdad
subaylarından biri fiilen kendisine saldırdı ve yakalamak
istediyse de, bunda başarısızlığa uğradı. Bunun üzerine
Muhammedi, Bağdad çevrelerinde dolaşmaktan kaçındı
ve Padişah’m, Bağdad’a ait olan özel çıkar ve ürünle
rini gözetmekten vazgeçti. Ayrıca, Bağdad’da rehin bulu
nan iki oğlu Şahverdi ve Cihangir de, bir gün Paşa‘nın
ata binişi fırsatından yararlanarak Bağdad’dan kaçtılar;
ve en şiddetli rüzgarın dahi izlerine yetişemeyeceği atları
nın dizginlerini serbest bırakarak çöllere ve kırlara yö
neldiler. Bu önemli olaylar sıradmda, Şah Sultan Mu
hammed bin Şah Tahmasp, Emir Muhammedi’nin kızım
oğlu Mirza Hamza’ya istedi. Şah bununla, Muhammedi’yi
lran’lılarla ittifak yapmaya ve eskiden olduğu gibi onlar
la sevgi ve dostluk bağlarını güçlendirmeye teşvik etmeyi
öngörüyordu. Emir de bu isteğe olumlu cevap verdi ve
bu sefer de Kızılbaş’ların hizmetini tercih etti, Allah’ın
rahmetine kavuşuncaya kadar da bu durumda kaldı.
Şahvcrdi bin Muhammedi:
Babasının ölümünden sonra, Loristan’ın ileri gelen
lerinin kendisini desteklemeleri ve reislerinin kendisine
yardım etmeleri sayesinde beylik mevkiine geçti. Bunun
üzerine, Şah Muhammed’in de bunu onayladığına dair
Şahlık emirnamesi çıktı.
Iran kırallığmda yönetim Şah Abbas’m güçlü elleri
ne geçince Şah, kendisiyle Loristan eyaleti arasında dost
luk bağlarını güçlendirmenin iyi bir politika olacağı gö
rüşüne vardı. Bu alanda ilk adım olarak, daha önce kar
deşi Sultan Hamza Mirza’nm™ karısı olan, Şahverdi’nin
ablası ile evlendi; amcasının oğlunun kızı, Behram Mirza’nın torununu da Şahverdi ile evlendirdi. Bu durum,
aralarındaki dostluğun ve içten sevginin uzun süre de
vam etmesini sağladı.
Sonra Şah Abbas, Hemedan eyaletinin yönetimini
Beyatlı Uğurlu Bey’e verince Lorlar’la Beyatlılar ara
sındaki eski ihtilaf tekrar harekete geldi ve yenilendi.
Şahverdi ile Uğurlu arasında, Berucerd nahiyesi üzerine
çatışma ve düşmanlık başgösterdi; iş orduların yığılması
na ve kılıçların çekilmesine kadar vardı. Berucerd kasa
bası dolaylarında savaş çıktı. Beyat kabilesi Reisi Uğurlu
Bey ve adamlarından birçok kimse, talihsizlik olarak, bir
çarpışmada öldürüldüler; Lorlar’ın eline ganimet olarak
birçok mal geçti; hepsini yağma ettiler ve bir şey bırak
madılar. Uğurlu Bey’in kardeşi Şah Kulu Bey, Kazvin’deki Şah Abbas’m sarayına sığınarak, kardeşiyle birçok
Beyat ileri gelenlerinin öldürülmeleri, mallarının ve cep
hanelerinin yağma edilmesi olaylarını detaylı olarak arzetti. Şah bu kanlı olayları duyunca şiddetle öfkelendi vc
derhal, sarayında mevcut olan askerlerden ve komutan
lardan kurduğu küçük bir ordunun başına geçerek hare
ket etti; bu orduyla geniş bir saldırıya geçti.
(*) Bu ad b iraz y u k a rıd a M irza H am z a diye geçti. (M .E.B.)
Şahverdi, Şah’ın bizzat gelmekte olduğu haberini alın
ca eli böğründe kaldı. Hemen acele olarak bazı yakın
ları, çocukları ve ailesiyle birlikte büyük güçlük, ıstırap
ve şaşkınlık içinde Semire ırmağını geçti ve Külah dağına
ulaşmayı başardı. Ordusu, aşiretleri ve diğer Lor kabile
ve toplulukları ise ırmağın öbür tarafında kaldılar. Şah
Abbas, ordusuyla onları yakaladı; kendileriyle çarpışarak
onları darmadağın etti ve Lor beylerinin yönetim merkezi
olan Hurremabad yörelerini, Oğuzvar Sultan’ın torunu
Mehdi Kuli Sultan Şamlu’ya beylik olarak verdi; kendi
sini o yörenin Beylerbeyi olarak tayin etti; aşiretler ve
kabileler arasında düzen ve bağlılık görevini yerine getir
mesi için de, emrine bazı Kızılbaş komutan ve subayları
verdi. Bundan sonra Şah, muzaffer olarak Kazvin’e dön
dü.
Fakat Şah, daha yeni Kazvin’e varmıştı ki, Şahverdi
yeniden döndü ve halkı toplamaya başladı. Çevresinde
Goran aşiretlerinden ve diğer aşiret ve kabile toplulukla
rının adamlarından bir kalabalık toplandı. Şahverdi bun
ların hepsini alarak Mehdi Kuli Sultan’la savaşmaya git
ti; büyük bir cüret ve cesaretle Semire ırmağını geçti ve
karargahını Hurremabad’m açıklarında kurdu. Sonunda
şiddetli savaş başladı; iki taraf birbirine girdi ve araların
da çarpışma kızıştı. Savaş, Lorlar’m kırılması, ağır bir ye
nilgiye uğramaları ve gerisin geriye dönmeleriyle sonuç
landı. Şahverdi ise Bağdad’a kaçmak, Osmanlı Sarayının
egemenlik alanına sığınmak ve bu saraya itaat ve bağlılı
ğını sunmak zorunda kaldı.
Bu son olayların haberleri Şah Abbas’m kulağına gi
dince, Şahverdi’nin yaptıklarını affetmenin yararlı olaca
ğını düşündü; ve Loristan Hükümeti ile Hurremabad
eyaletinin, ataları ve babaları zamanından bu yana yürür
lükte bulunan ve uyulan usuller gereğince kendisine veril
diğine dair bir emirname yayınladı. Sonra da üzerine, gön
lünün alınmasını ve emsali arasında övünmesini sağlayacak
birçok hil’at ve hediyeler yağdırdı. Böylece Şahverdi’nin
şanı yüceldi ve değeri arttı. Kendisi hâlâ, yani Hicrî 1005
(1597) yılına kadar azim ve iradeyle Hükümetinin işlerini
yönetmektedir.
BEŞİNCİ BÖLÜM
«AJ-ı Eyyub» adıyla ün yapan Mısır ve Şam Sultanlarının
Anılan Konusundadır
Tarih bilginleri ve eski zamanın araştırmacıları riva
yet ederler ki; bu Mısır ve Şam sultanlarının atası Şadi
bin Mervan’dı ve kendisi aslen Azerbaycan Dvin’inin Ravende(89) Kürt’lerindendi. Dvin şimdi harap bir köydür
«Kerni Çığır Sa’d» diye adlandınlmaktadır.
Selçuklu Sultan Mes’ud zamanında, Sultan’m vekil
lerinden ve memurlarından biri, Şadi bin Mervan’ı Tekrit
Kalesi muhafızlığına tayin etti. Şadi, adı geçen kalede öl
dü ve görevdeki yerini oğlu Necmeddin Eyyub aldı. Gü
nün birinde Necmeddin Eyyub, kardeşi Esededdin Şergoh
(Şirgoh) ile birlikte yolda giderken, aniden karşılarına ağ
layan ve velvele çıkaran bir kadın çıktı ve, sebepsiz yere
kendisine eziyet eden bir adamı şikayet etti. Esededdin bu
na öfkelenerek saldırgan adamı huzuruna getirtti ve olayı
(89) B a şk a b ir nüsh ad a «Revande-i Dvin» b ir diğ er nüsh ad a
«E rende-i Dvin» yazılıdır. A nlaşıldığına göre doğrusu
bu n ü sh a d ak i şeklidir. Ç ünkü «Cavende» sözcüğü «ge
lenler ve gidenler» anlam ındadır. «Göçmenler» an lam ın a
d a kullanılır. Şüphesiz A zerbaycan D vin’indeki K ü rtler, G ürcülerin, R usların ve H ıristiy a n A bhazların G ü r
cistan, A rra n ve K ü rd ista n 'a y a p tık la rı sa ld ın sıra
sında göçeden diğ er M üslüm anlarla b irlik te
K ürdista n ’ın kuzeyinden güneyine göçetm işlerdir. (M.A.A.)
kendisine sordu; adam doğru dürüst bir cevap vermedi.
Bunun üzerine Esededdin adamın mızrağını elinden alıp
kendisine öldürücü bir darbe vurdu; adam cansız ve hare
ketsiz yere düştü. Necmeddin hemen kardeşini yakaladı ve
olayı olduğu gibi Sultan Mes’ud’un vekiline bildirdi. Ve
kil de kendisine şunları yazdı: «Benimle öldürülen adam
arasında köklü bir dostluk ve sağlam bir sevgi bağı vardı.
Sizinle bir araya geldiğim zaman, sizden onun kanını iste
mekten başka bir şey yapmam mümkün değildir. O halde
en uygunu, gözlerimin sizi görmemesi için ülkemi terketmenizdir.»
Bunun üzerine Necmeddin Eyyub, kardeşiyle birlik
te hemen ülkeden hareket ederek Musul’a gitti. Oraya
varınca Musul Emîri İmadeddin Zengi onları sıcak bir il
giyle karşıladı; kendilerine misafirperverlik gösterdi. Son
ra fetihlerinden birinde, Allah kendisine Ba’lebek Kalesi
nin fethini nasip edince, Necmeddin Eyyub’e adı geçen
kalenin muhafızlığı görevini verdi.
Güzel görünüşlü, iyi ahlaklı, akıllı, dindar, adaletli
ve güvenilir bir adam olan Necmeddin, Balebek’te tasav
vuf adamları için bir tekke yaptırdı ve adına «Necmiye»
dedi; bu tekkeye birçok para da verdi. Adı geçen şehirde
halk arasında adaleti ve sevgiyi yaydı. Sonra imadeddin
Zengi ölünce, kendisi kardeşi Esededdin ile birlikte Nu
reddin Mahmud’un™ hizmetine gitti; ikisi de Nureddin’in güvenini ve hayranlığını kazandı; Nureddin kendilerine
ilgi ve takdir gösterdi. O kadar ki Esededdin’e ordu komu
tanlığı göreviyle birlikte Humus Hükümetini verdi.
Mısır'daki Ismailî(91) Halifesi El-Âdıd, Frenklerin
Mısır’a karşı saldırılarını püskürtmek için, Sultan Nu
reddin Mahmud’dan yardım isteyince, Sultan da bu gö
(90) İm adeddin Zengi’nin oğlu N ureddin Zengi. (M.E.B.'l
(91) F atım î halifeleri, İsm ailî m ezhebine m ensup oldukları
için İsm ailî dem iştir. (M.E.B.)
rev için Esededdin Şergoh’u, üç defa güçlü bir ordunun
başında gönderdi. Sonuncu defada Esededdin, El-Âdıd’m
Veziri Şavra’yı(92) onun izniyle öldürdü ve vezirlik göre
vine geçti. Fakat bu vezirlik bağından bir gül koparamadan, 2 Cemaziyelahır 564(1169) tarihine rastlayan pa
zar günü öldü. Vezirlik makamında 65 gün kalmıştı.
Kendisinin yerine, kardeşinin oğlu Salahaddin bin Necmeddin Eyyub geçti.
Salahaddin Yusuf bin Necmeddin Eyyub:
Salahaddin vezirlik görevine başlayınca, Halife ElÂdıd Billah ve adamlarının devlet erkanı felce uğradı.
Bunun nedeni, Salahaddin’in üstün bir kudrete ve nadir
rastlanan bir zekaya sahip olmasıydı. Kendisi kısa za
manda Halifeden «El-Melik El-Nasır» unvanı aldı.
Böylece Mısır’ı kontrolü altına alan Salahaddin,
Nureddin Mahmud’a bir elçi göndererek, babasına, Mı
sır’a dönmesi için izin vermesini istedi. Nureddin onun
bu isteğini memnunlukla kabul etti. Bunun üzerine Nec
meddin Eyyub Mısır’a hareket etti ve 24 Recep 565
(1170) tarihinde oraya vardı; kendisini, Mısır’ın dışında
bizzat Halife El-Âdıd sevinçle ve saygıyla karşıladı. Oğ
lunun ayrılığından duyduğu üzüntü yüzünden Necmeddin’in ağarmış olan gözleri, oğlunu görmesi üzerine yeni
den ışığa kavuştu. Salahaddin de babasına son derece sev
gi ve saygı gösterdi; hatta vezirlik görevinden babası le
hine feragat etmeyi bile kendisine teklif etti. Fakat büyük
bir insan olan babası bunu kabul etmedi ve oğluna teşek
kür ederek başarı dileğinde bulundu.
Salahaddin devlet işlerini büyük bir ehliyet ve liya
katle yönetmeye başladı. Nihayet 567(1172) yılının Mu
harrem ayı başlarında Halife El-Âdıd’m hastalığı ağır
(92) A rap k ay n a k la rın d a «Ş avırsdır;
A rapçalaşm ıgıdır. (M.A.A.)
g alib a
« Ş a p n m ın
laştı ve aynı yılın Muharrem’inin Aşure günü(93) ölerek
Allah’ın rahmetine kavuştu. Bunun üzerine Salahaddin,
îsmailîler’in, değerli incilerle, pahalı mücevherlerle, bir
çok altın ve gümüş para ile dolu olan hâzinelerini ele
geçirdi. İşlerin dümenini yürütmekte tam bağımsız oldu.
İyi yönetimi ve uzak görüşlülüğüyle tüm askerleri ve
sivilleri memnun etti. Yafiî Tarihi nin yazarı, Salahaddin’in, El-Âdıd’m hâzinelerinden ele geçirdiği değerli eş
yalardan birinin zümrütten bir asa olduğunu yazmıştır.
Değerli yazma kitapların sayısı ise 100.000 cilde ulaşı
yordu.
ö te yandan, Salahaddin’in Mısır’ı bağımsızlığa gö
türmesinden ötürü, başlangıçta kendisiyle
Nureddin
Mahmud arasındaki ilişkiler, bazı jurnaller yüzünden ger
ginleşti. Nureddin, bizzat Mısır’a gidip kendi adamların
dan birini ülkenin başına getirmek istedi. Onun bu ni
yetinin haberi Salahaddin’in kulağına varınca, Mısır’ın
savunması için tedbir alınması amacıyla, babasından, da
yısından, kardeşlerinden ve diğer akrabalarından kurulu
bir danışma meclisi topladı. Meclis toplanınca, Salahad
din’in yeğeni Takiyeddin(ÎM) yerinden fırlayarak
şöyle
konuştu: «Devletin menfaati, Nureddin Mahmud’a kar
şı, bu tarafa yöneldiği takdirde, gücünün yetmeyeceği or
dularla direnmemizi gerektiriyor; ona, bu ülkenin işleri
ne karışması için meydan vermemeliyiz.«
Necmeddin Eyyub, torununun bu sözüne çok üzül
dü ve kendisine sövdü, soğuk sözler söyledi, onun bu
fikrini reddetti; sonra da Salahaddin’e dönerek şöyle de
di:
«Ben senin babanım, şu da dayın Şahabeddin’dir;
biz ikimiz, burada hazır bulunanların hepsinden daha
(93) M uharrem ayının onuncu günü (M.E.B.)
(94) Bu, M elik E l-M uzaffer T akiyeddin bin Ş ehinşah bin
E y y u b ’dur. «F erşah» adında bir de k ardeşi
vardı,
(M.A.A.)
çok seni sevmekle ve sana karşı daha çok şefkat besle
mekle birlikte; Nureddin’le karşılaştığımız zaman, eski
den yaptığımız gibi, itaat ve bağlılığımızı bildirerek onun
yüce tahtını öpmekten başka bir şey yapamayız. Nureddin boynumuzun vurulması için emir verirse, itaat ede
rek ve kendi gönlümüzle boynumuzu ona teslim etme
miz gerekir. Senin babanın ve dayının durumu bu olun
ca, bu emirler ve devlet erkânının durumları hakkında
ne sanırsın? Ülke Nureddin’in ülkesidir, bizler de aslında
onun sadık köleleri ve kullarıyız. Bizleri görevlerimizden
uzaklaştırmak istediği zaman başımız üstüne itaat ederiz.
Benim düşünceme göre, biz şimdi Nureddin’e bir dilek
çe sunarak şunları yazmalıyız:
«Haber aldığıma göre, hümayunlarınızın gönlü, mu
zaffer ordusunu, bu ülkeyi kurtarmak için bu tarafa yö
neltmeye karar vermiştir. Oysa buna ve bunu uygula
mak için sefer zorluklarına katlanmaya ihtiyaç yoktur;
çünkü ben hiçbir zaman kulluk yolundan sapmış değilim.
Ben saltanatınız tahtının eşiğine bağlıyım ve vereceğiniz
her adil hükmü de kabul ederim. Şiir:
«Boyun eğerim senin vereceğin her hükme
«Ve yapmaya bir hizmetçi olarak hazırım emredece
ğin her işi.
«Eğer benden yana, Sultan’ın nurlu kalbine bir bu
lanıklık bulaşmışsa, en uygun ve en iyisi, boynuma ken
di eliyle zincir takması ve beni bütün dünyanın sığmağı
olan dergahınıza getirmesi için Mısır’a özel kullarınız
dan birini göndermenizdir... Şiir:
«Kul, emre boyun eğmez de ne yapar?»
Salahaddin babasının öğütünü bütün dikkatiyle din
ledi; onu büyük sevinç ve memnunlukla derhal kabul etti.
Bunun üzerine meclis dağıldı ve toplantıya katılanlar
ayrılıp evlerine gittiler. Necmeddin Eyyub oğluyla yal
nız kalınca, kendisine şöyle dedi:
«Sen hâlâ, iyiyi kötüden ve iyi tedbiri kötüsünden
ayırdetmesini sağlayacak, meseleleri gözünün önüne ge
tirecek yeterli tecrübeye sahip olmayan bir gençsin. Sen
bilmez misin ki, bu topluluktaki insanlar senin aklından
geçenleri öğrenmek, senin niyetlerini anlamak ve bunla
rı birer birer Nureddin’e iletmek isterler; senin direnmek
ve kendisinin M ısıra girmesini engellemek istediğini ona
söylerler? Şüphesiz bu sözler, Nureddin’i, bu yolda bü
tün gücünü harcamaya itecek; o da neye mal olursa ol
sun, bizleri Mısır’dan çıkarmak için Musul ve Şam or
dularını birden üzerimize gönderecektir. Oysa kendisi,
mecliste söylenen sözleri duyarsa ve bizim kendisine bağ
lı, emrine itaatkar olduğumuzu öğrenirse, daha başka
önemli işlerle uğraşacaktır. Böylece bizler de ondan ve
onun çıkaracağı problemden yana müsterih olacağız.»
Gerçekten de bu tedbir ilahi takdire de uygun düş
tü. Çünkü Salahaddin’in dilekçesi Nureddin’in makamı
na ulaşıncaya kadar, onun aile efradıyla yapmış olduğu
toplantının sonucu da iletilmişti; mecliste cereyan eden
ler de kendisine bildirilmişti. Bunun sonucunda Nureddin, Salahaddin’e yakınlık ve sevgi gösterdi; doğru yo
lun, kendisini Mısır’da ve Mısır işlerinde bırakmak oldu
ğunu ve suyunu bulandırmaması gerektiğini anladı.
568(1173) yılında Necmeddin Eyyub atından düştü
ve birkaç gün hasta yatağında yattı; sonra da öldü. Bü
yük insan olan oğlu, sünnet gereğince babasının cenaze
sini kaldırdı ve kendisine yaraşır bir yere gömdü; ayrıca
taziyeleri kabul etmek için gerektiği kadar oturdu. Nec
meddin Eyyub altı erkek çocuğu bırakmıştı: Salahaddin
Yusuf, Seyfeddin Muhammed Ebu Bekir, Şemsüddevle
Turan Şah, Seyfülislam Tuğrultekin (Tuğtekin), Şehinşah
ve Tacülmüluk Burî.
Nureddin Mahmud 569(1174) yılında ölünce, Sa
lahaddin’in Mısır ülkesindeki bağımsızlığı tamamlandı.
Bunun üzerinden fazla zaman geçmeden ülkesine Şam
memleketini de kattı. Bu ülkelerdeki insanlar üzerine
adalet bayraklarını dalgalandırdı ve barış perdesini gerdi.
Sonra Kudüs ve Halilrahman şehirlerini, bu şehirleri
gaspetmiş olan Hıristiyan Frenklerin elinden aldı. Ayrı
ca kardeşinin oğlu Karakuş’u(,5) Mağrib(56) ülkelerinin bir
kısmını fethetmekle görevlendirdi. Karakuş büyük bir or
duyla o yörelere gitti ve Trablus şehrini Frenklerin elin
den aldı. Bu şehri daha önce Frenkler istila etmişlerdi.
Salahaddin’in talihinin güneşi berrak olarak ufukları ay
dınlattığı bu sıralarda, kardeşi Turan Şah’ın güneşinin de
Yemen ülkesinin ufuklarında parladığının sevindirici habe
ri de geldi. Turan Şah, o ülkeyi zorla yönetimi altına almış
olan Abdünnebi adlı zındığı yenilgiye uğratmış ve Addünnebi, iki taraf arasında yapılan bir çarpışmada öldü
rülmüştü.
Yukarıda da geçtiği gibi, Şam ülkesinin çoğu, Şam
şehriyle birlikte 570(1175) yılında Salahaddin’in eline
geçmişti ve yalnız onun olmuştu. Nureddin Mahmud’un
oğlu Melik El-Salih İsmail de yalnız Halep yönetimiyle
yetindi, ö te yandan, Salahaddin 572(1177) yılında, Mı
sır ve Kahire çevresinde, çölleı yönünden başlamak üze
re, 29.300 zira,(97) uzunluğunda büyük bir sur yapılma
sını emretti. Bunun için her taraftan mimarlar ve işçiler
topladılar. Bunlar, Salahaddin’in hayatının sonuna kadar
geceli gündüzlü çalıştılar.
573(1178) yılında Salahaddin Askalan’m üzerine
(95) K ardeşinin oğlu değil, lcölesiydi; M ağrlb'tn feth i için
S alahaddin'in kardeşinin oğlu F erh Ş ah ’la b irlik te g it
m işti. (M.A.A.)
(96) M ağrib, K uzey A frik a ülkelerine denir. (M.E.B.)
(97) Z ira’, b ir eski ölçü birim idir; uzunluğu d irsek ten o r.
t ap a rm ak ucu n a k ad a rd ır. (M.E.B.)
yürüdü ve çevresindeki köylere akınlar yaparak Frenk
Hıristiyanlarmdan birçok mal ganimet aldı. Sonra him
metinin yularını Remle’ye yöneltti; birdenbire bir Frenk
ordusunun o yöreye doğru gitmekte olduğunu gördü. Bü
yük bir hız ve şiddetle çarpışmalar başladı. Çarpışma,
Müslümanların ağır bir yenilgiye uğramalarıyla sonuç
landı; Salahaddin’in birçok askeri şehit düştü; bunların
başında, Salahaddin’in kardeşinin oğlu olan Takiyeddin’in oğlu vardı; o zaman yalnız 20 yaşında bulunuyordu.
Salahaddin ise bir mucize olarak bu vartadan kurtuldu ve
ağlanacak bir halde, yenik olarak Kahire’ye döndü. Hıristiyanlar ise bu çarpışmadan sonra Hama’ya yöneldiler
ve orayı dört ay kuşattılar.
573(1178) yılı sonlarında, Halep kalesi barışçı bir
yolla ve zahmetsiz, kan dökülmeksizin
Salahaddin’in
eline geçti. O da bu büyük vilayetin valiliğine oğlu Melik
El-Zahir’i tayin etti.
574(1179) yılında ise, Salahaddin’in Şam’daki veki
li olan kardeşinin oğlu Ferh Şah Şam’a saldıran bir Frenk
ordusuyla savaşmak için harekete geçti; Şam kapılarında
onları ağır bir yenilgiye uğrattı ve komutanlarını öldür
dü. Bunun üzerine Frenkler yenilmiş olarak geri çekildi
ler. Bu yıl, Salahaddin’in dayısı Şahabeddin öldü. Ken
disi Hama yönetimini elinde tutuyordu, ölümünden son
ra yerine, Melik El-Muzaffer Takiycddin Ömer bin Şehinsah bin Necmeddin Eyyub geçti ve öldüğü 577
(1182) yılma kadar Hama’yı yönetti. 576(1181) yılında
ise, Yemen’i kılıçla fethetmiş olan Şemsüddevle bin Tu
ran Şah bin Necmeddin Eyyub, gelmiş olduğu İskende
riye’de öldü. Kemikleri sonradan Şam’a taşındı ve kızkardeşinin Şam açıklarında yaptırmış olduğu medreseye gö
müldü. Ondan sonra Yemen yönetimi, Salahaddin’in öte
ki kardeşi Seyfülislam Tuğtekin’e verildi.
583(1188) yılının Rebiyülevvel’inin günlerinden bit
cuma günü, Salahaddin’le mel’un Frenkler Taberiye ova
larında karşı karşıya geldiler. İki taraf arasında kanlı bir
savaş oldu. Bu savaş, yüce, Allah’ın izniyle ve peygam
berlerin Efendisinin(,8) bereketiyle Müslümanların zafe
riyle sonuçlandı. Hıristiyanların lideri, askerlerinden bir
çok kimsenin öldürülmesinden sonra esir düştü. Salahaddin fırsatı yitirmedi ve Akka üzerine yürümeye devam et
ti. Orayı da Hıristiyanların elinden alarak, orada tutuklu
bulunan 4.000 Müslüman esiri serbest bıraktı. Sonra bu
şekilde yürüyüşüne devam ederek Nablüs, Hayfa, Kaysariye, Nasıra ve Askalan gibi birçok şehir ve kaleyi kur
tardı. Uzun bir süre sonra bir ordu hazırlayarak Kudüs
üzerine yürüdü ve şehrin batı tarafına indi. Birkaç gün
sonra bundan vazgeçti ve doğru tarafına geçerek şehri
oradan kuşattı. Böylece savaş başladı. O sırada Kudüs’te
60.000 Hıristiyan oturuyordu. Onlar da şehri Müslümanlara karşı korumak için gayret ve çabayla kollarını sıva
dılar. Fakat durum büyük ölçüde gelişti. 583(1188) yı
lının 27 Recebine raslayan cuma günü girer girmez, Sa
lahaddin kaleyi ve şehri mancınıklarla döverek abluka altmdakilerin gırtlağını adamakıllı sıktı. Bunun üzerine
aman ve barış diye bağırdılar. Salahaddin, onlara, öldü
rülmeyecekleri ve esir edilmeyecekleri konusunda aman
verdi. MüslLimanlar şehre girdiler ve Hıristiyanların Mescid-i Aksa’da Kubbetussahre üstüne koymuş oldukları ha
çı kırdılar; sonra aynı gün cuma namazını Mescid-i Ak
sa’da kıldılar. Orada hem yoksulların, hem de büyük
lerin tekbir ve dua sesleri gök ufuklarına kadar yüksel
di. Böylece emanet tekrar sahibinin eline geçmiş oldu.
Kudüs, 492(1100) yılı başından bu yıla(99) kadar Frenklerın elinde kalmıştı. Salahaddin ile mel’un Frenkler ara
sında, o belirli günde barış şartları şu şekilde imzalandı:
(98) H azret! M uham m cd’l kastediyor. (M.E.B.)
(99) Y ani 583 (1188) yılı. (M.E.B.)
«Kafirlerden her erkek Müslümanlara 20 dinar, her
kadın da 5 dinar ödeyecek; her çocuk için de bir dinar
ödenecektir. Üzerine yükümlenen fidyeyi ödemeye gücü
yetmeyen herkes Müslümanların eline esir düşecektir.»
Salahaddin, Hıristiyanlardan aldığı bu paraları asker
lere, bilginlere ve abitlere verdi. Sonra Sur Kalesi’ne yö
neldi. Bu kalenin surları son derece sağlam olduğu, as
kerler de soğuğun şiddetinden ve yağmurlardan şikayet
ettikleri için, Salahaddin danışmanların da görüşünü ala
rak kaleyi kuşatmaya devam etmekten vazgeçti; hızla
Tarsus şehrine doğru hareket ederek orayı da savaşla
ele geçirdi; ganimet olarak birçok mal, ayrıca da birçok
esir aldı. Sonra şehri yaktı ve yürüyüşüne devam etti.
Şehirleri tek tek istila etmeye başladı. Berziye kalesine
vardı. Bu kalenin sağlamlığı ve güçlülüğü dillere destan
olmuştu; çünkü kalenin deniz seviyesinden yüksekliği,
surlarıyla birlikte 570 zira’dan fazlaydı. Fakat Sala
haddin, burayı da kılıçla ele geçirdi. Ondan sonra Antak
ya yöresine giden Salahaddin, barışa eğilimli olan ora
halkıyla da barış yaptı; onlar da ellerindeki bütün Müslü
man esirleri serbest bıraktılar.
Sonra, oğlu Melik El-Zahir’in isteği üzerine Antak
ya’dan Haleb’e gitti. Melik El-Zahir, Haleb’de üç gün
kalan ulu babası için elinden geldiği ölçüde büyük şen
likler yaptırdı ve onu büyük saygıyla xkarşıladı. Ondan
sonra Salahaddin Haleb’den ayrılarak Hama’ya gitti. Ora
da Hama Valisi Takiyeddin. ulu misafiri gereken saygıy
la karşıladı. Salahaddin bu yeğenine ilgi gösterdi ve eya
letine Cebele şehriyle diğer birkaç kasabayı kattı. Sala
haddin sonra Şam’a gitti ve orada birkaç gün dinlendi.
Oradan Safed şehrinin üzerine yürüdü ve burayı barış
yoluyla fethetti. Bunun sonucu olarak Kerek ve Kevkeb
de barış yoluyla fethedildiler. Sonra Kudüs’e gitti ve
Kurban Bayramı namazım o kutsal yerde kıldı. Ondan
e
sı
•
sonra Askalan’a giderek burayı kardeşi Melik El-Adil’den aldı; onun yerine kendisine Kerek eyaletini verdi.
Akka’ya varınca kalenin yıkılmış surlarının onarılması
ve yenilenmesi için emir verdi. Sonra, o yörelerin en güç
lü ve en sağlam kalesi olan Şakif Kalesi’ne yöneldi ve
bizzat kendi mübarek kişiliğiyle kaleyi kuşatmaya başla
dı. Kalenin, Frenkler arasında akıllı ve ileri görüşlü bir
adam olan yöneticisi, başarı ve zafer belirtilerinin Müs
lümanların tarafında belirdiğini görünce tek başına ka
leden çıktı ve Sultan Hazretlerine doğru derleyerek teslim
oldu. Sultan kendisini yakınma getirtti ve ona ilgi gös
terdi. Aziz misafir iyi Arapça bildiği için Sultan Hazret
lerine arzetmek istediğini bizzat arzederek şöyle dedi:
«Yüce tahtınızı rahatsız edişimin sebebi, benim ve aile
min Şam’da oturmamıza izin verilmesi, Sultanlık Diva
nından bana yetecek kadar yıllık altın ve tahıl ödemesi
yapılması konusunda yüce emirlerinizin çıkmasıyla mü
şerref olmaktır. Bu dileğim kabul görürse kaleyi Sultan’m adamlarına teslim ederim.»
Sultan dileğini olumlu karşıladı ve Şakif Valisi ka
leye geri döndü. Bu sırada İslam ordusu savaşı durdur
muş ve kuşatmayı kaldırmış, barış şartlarının hazırlan
masını bekliyordu. Birkaç gün sonra, iki gözü olan her
kese göründü ki, o kafir, bu davranışıyla, kale üzerinde
ki baskıyı durdurmak, böylece surlarım onarmak, burç
larım yenilemek ve kaleyi mühimmatla doldurmak amaç
larını güdüyordu. Şüphesiz Sultan bu çirkin davranışa
son derece öfkelendi ve muzaffer ordusuna kaleyi bir da
ha kuşatma emrini verdi. Müslümanlar yeniden kaleyi
ablukaya başladılar. Bu sefer yaya savaşının, kuşatma
nın araç ve gereçlerini de hazırlamışlardı. Onlar bu du
rumdayken, Haçlı ordularından birçok toplulukların ve
büyük yığınların Akka Limanına vardıkları, kaleyi ku
şatmaya başladıkları ve bu tehlikeli olay karşısmda Me
lik El-Adil’in Şakif kafirleri ile şu şartlar üzerine barış
yapmaya razı olduğu, bunu kabul ettiği haberi geldi;
Şehir, yani Akka, içindeki bütün silah, gereç, binek hay
vanları ve 200.000 dinar altınla birlikte onlara verile
cek; ileri gelen esirlerinden 100, öteki esirlerinden de
500 kişi serbest bırakılacak; buna karşılık kafirler de,
Müslümanların aman ve barış içinde şehirden çıkmaları
na izin vereceklerdir.
Sultan bu haberi duyunca çok üzüldü ve böyle bir
barışın yapılmasına şiddetle karşı çıktı. O zaman tedbir
ve danışma adamlarının fikirlerini de alarak Şakif ku
şatmasının bırakılmasını, ve Frenklerin çabuk davranıp
istila ederek içindeki bol mallar ve ganimetleri alıp, Ku
düs’ü geri almakta ve işgal etmekte kullanacaklarından
endişe ettiği Askalan’ın da tahrip edilmesini emretti. Sa
lahaddin’in oğullarından biri olan Şam Valisi Melik ElEfdal bu görevi üzerine aldı. Bütün Askalan halkına,
Şam’ın öteki şehirlerine dağılmalarını emretti. Bu da,
kara talihli şehir halkının ileri gelenlerini de, sıradan
gelenlerini de üzdü, onlar, taşınması mümkün olmayan
eşyalarını çok ucuz fiyatlarla satmaya başladılar; Örne
ğin on dirhem(100) değerindeki bir mal bir dirhem karşı
lığında satışa çıkarılırdı, yine de alıcı bulamazdı. Mir’at
el-Cenan tarihinde, bir Askalanlınm 12 tavuğu bir tek
dirheme satmış olduğu yazılıdır. Diğerlerini de buna gö
re kıyas et.
Kısacası, halktan ve askerlerden büyük bir toplu
luk, 20 Şabandan Ramazan başlarına kadar bu şehri yık
makla uğraştı. Sonra kapılarına varıncaya kadar şehri
ateşe verdiler; aynı şeyi Lüdd ve Remle kalelerinde de
yaptılar. O sırada Melik El-Adil’den şöyle bir haber
(100) D irhem , eskiden kullan ılan bir p a r a birim i. A ğırlık
ölçüsü o la ra k d a k u llanılm ıştır. B urad ak i dirhem p a ra
birim idir. (M.E.B.)
geldi: «Frenkler, kendilerine kıyı şehirlerini bıraktığımız,
takdirde bizimle barış yapmaya razıdırlar; ondan sonra
da İslam şehirlerine saldırmayacaklarını taahhüt ediyor
lar.»
Salahaddin bu teklifi kabul etti ve barış yapması
için Melik El-Adil’e izin verdi. Bunun üzerine Müslü
manlarla Frenkler arasında bu esaslar üzerine barış ya
pıldı; bu barış, ahit ve ağır yeminlerle pekiştirildi; iki ta
raftan tüccarlar çarşılarda dolaşmaya başladılar. Bunun
üzerine Sultan, oğlu Melik El-Efdal ve ordusuna, din
lenmek üzere şehirlerine gitmeleri için izin verdi.
Kendisi ise o değerli kişiliğiyle Kudüs’e gitti, ora
da bir süre kaldı/ Sonra ülkenin başkenti Şam’a hareket
etti ve 27 Şevval 588(1192) tarihinde oraya vardı. Ora
da bütün oğulları, diğer memur ve komutanlarıyla bir
likte, sevinerek ve ferahlayarak hizmetinde toplandılar.
589(1193) yılı Safer’inin 25’ine rastlayan cuma günü,
bizzat yüce kişiliğiyle hacıları karşılamak üzere binip çık
tı. Bıı kutlu karşılamadan sıtmalı, yakıcı sıtmaya yaka
lanmış olarak döndü ve aynı ayın 27’sinde Allah’ın rah
metine kavuştu. Bunun üzerine halkı üzüntü kapladı ve
bu musibet, yakın uzak herkese çok ağır geldi. Allah
kendisine rahmet etsin. Cenazesinde büyük bir halk top
luluğu hazır bulundu ve onun muhteşem cenaze alayı
nı görünce yüksek sesle ağladılar.
Çünkü Salahaddin adaletli bir Sultan ve cesur, ha
miyetli bir Hükümdardı. Bilginleri ve edebiyatçıları se
ver; onları yakınına alır ve kendileriyle birlikte otunır;
üzerlerine nimetlerini ve iyiliklerini yağdırırdı. Mısır’ı yö
nettiği süre boyunca kanaatkar, dürüst davranır; ne denli
küçük olursa olsun günahlardan ve dince yasaklanan
hareketlerden sakınırdı. Onun parlak devrinde Mısır ve
Şam büyük ölçüde kalkındılar; çünkü birçok hayır ku
rumlan kurdu ve bunlara birçok ürün ve tarım alanları
vakfetti. İşte sana, o genel imar ve hayır binalarının bir
kısmı:
1 — Büyük ve Küçük Karrafe’de, Imam-ı Şafiî’nin
-Allah ondan razı olsun- türbesi civarında bir medre
s e /10».
2 — El-Dareyn’de, îmam-ı Hüseyin efendimiz -Al
lah ondan razı olsun- izafe edilen türbenin yakınında bu
lunan Kahire El-Muizziye Medresesi.
3 — Şiî Ismailî halifelerinden biri olan Said El-Süeda’nın Sarayının yerinde bir tekke.
4 — Abbas bin Salar’ın köşkü yerinde kurduğu Hanefiye Medresesi.
5 — Mısır’da «Zeyn El-Tüccar» diye tanınan Şafiiye Medresesi.
6 — Kahire, EI-Muizziyc’de bulunan Malikiye Med
resesi.
7 — Kendi sarayının içindeki hastane.
8 — Kudüs, Halil’de kurup tamamladığı medrese
ve tekke.
Denildiğine göre, Salahaddin, akim düşünemeyece
ği ölçüde cömertti. Göçüp en yüce makama kavuştuğu
gün, sahip olduğu o geniş saltanat ve nüfuza, geniş sınır
lı o şehir ve ülkelere rağmen, terekesinde 47 gümüş dir
hemden başka bir şey bulunmamıştır. Bilgi, Allah nezdindedir.
Eb’ü’l-Feth Osman bin Salahaddin Yusuf:
Salahaddin sağlığında Mısır’ı, «Melik El-Aziz» un
vanını verdiği büyük oğlu Osman’a vermişti. Mısır’ın bu
adil azizinin*10?1 ölüm haberi Mısır Aziz’ine(103) ulaşmca
derhal Mısır tahtına çıktı ve ülkenin ileri gelenlerinden,
eşrafından kendisi için yeniden biat aldı. İstediğini böy(101) S ıra n u m a ra ların ı biz koyduk. (M .E.B.)
(102) S alah addin’i kastediyor. (M .E.B.)
(103) M elik E l-A ziz O sm an’ı k astediyor. (M .E.B.)
lece elde edince, kardeşi Melik El-Efdal’la savaşmak için
hemen Şam’ın üzerine yürüdü. Bu işte amcası Melik ElAdil de kendisini destekliyordu. Şam’ı, üzerine üç defa
yürüdükten, kuşatıp da kuşatmayı daralttıktan sonra sa
hibinin elinden aldılar; Şam şehri 592(1196) yılının Re
cep aymda teslim oldu ve Melik El-Efdal kaçtı. El-Aziz
Osman, Şam’ın yönetimini amcası Melik El-Adil’e bı
raktıktan sonra Mısır’a döndü.
593(1197) yılında, Yemen Hükümdarı Seyfülislam
Tuğrultekin bin Necmeddin Eyyub, Allah’ın rahmetine
kavuştu. Kendisinden sonra Yemen’de, Melik El-Aziz di
ye tanınan oğlu Fetheddin İsmail yönetime geçti.
Melik El-Aziz 595(1199) yılında Mısır’da yüce ma
kama ulaştı(104). Kendisi son derece alicenap, yumuşak
huylu, terbiyeli bir gençti; büyük ölçüde dürüst ve cö
mertti. Bu hükümdarın ölümünden sonra Mısır’daki Eyyubîler iki kısma ayrıldılar: Birinci kısım, Melik El-Aziz’in Ali adındaki ve «El-Mansur» unvanını taşıyan oğlu
nun yönetime geçmesinde ittifak etti; ikinci kısım ise,
Melik El-Efdal’a haber göndererek bağlılıklarını bildirdi
ve kendisini Mısır’a çağırdı.
Melik El-Efdal bin Salahaddin Yusuf’un Saltanatı:
Bilindiği gibi El-Efdal, yukarıda da geçtiği şekilde
babasının sağlığında Şam Valisiydi; kardeşi Melik ElAziz, ikisinin de amcası olan Melik El-Adil’le işbirliği
ederek, Salahaddin’in ölümünden sonra üzerine üç kez
ordular sürdüler; sonunda Şam’ı elinden aldılar ve onun
yerine kendisine Sarhad(105) kalesini verdiler(106). Orada
kalan Melik El-Efdal, Melik El-Aziz’in ölümü üzerine
Mısır’a koştu ve orada bir süre yönetimde kaldı. Fakat
(104) Y ani öldü. (M .E.B.)
(105) Ş am ’d a H av ran ile DürzU d ağ ı ara sın d a bulunan eski
b ir kale. (M.A.A.)
(106) B iraz yu k ard a, kendisinin Ş am ’ın teslim i sırasın d a kaç.
tığ ı belirtildi. (M.E.B.)
amcası Melik El-Adil Mısır’a büyük ve güçlü ordular
getirerek, yönetimi Melik El-Fadıl’dan aldı ve onun yeri
ne kendisine Şımişat«1071 kalesini verdi. Melik El-Efdal bu
kaleye gitti ve ömrünün kalan günlerini orada geçirdi;
nihayet 622(1226) yılında Tanrı’sının komşuluğuna git
ti. Yafiî Tarihi’nde anlatıldığına göre, Melik El-Efdal
son derece faziletli ve terbiyeliydi. Hadis bilimlerini za
manının bilginlerinden öğrenmiş; yazı yazmayı, bu alan
da ün kazanacak derecede ilerletmişti. Bilimi ve bilginleri
sever; onlara yakınlık gösterir ve büyük saygı duyardı.
Adalet ve insaftan asla sapmazdı. Kısacası yüce, adaletli,
cömert, faziletli bir insandı. Şiir ve yazı yazmakta güçlüydü. Ayrıca şiirde çok iyi benzetiler yapardı; örneğin Os
man adındaki kardeşi El-Aziz ile Ebu Bekir adındaki
amcası El-Adil ittifak edip Şam saltanatını elinden aldık
ları zaman şu beyitleri yazarak Halife El-Nasır li Dinillah’a gönderdi:
«Efendim! Ebu Bekir ve arkadaşı Osman,
«Ali’nin«10« hakkını gasbettiler, kılıçla
«Oysa Ali, babasının ikisi üzerine atadığı hüküm
dardı
«Ve başa geçtiği zaman da işler doğrulmuştu
«İkisi muhalefet ettiler ve biatinin akdini bozdular
«Yönetim ikisi arasındadır, Ali hakkındaki hüküm
se açık.
«Bak şu adın talihine ki nasıl gördü son gelenler
den«10«
«İlklerden gördüğü muamelenin aynısını«11«.»
(107) R u h a (U rfa )m n kuzeyinde ve M ansur K alesi’n in gtine.
yinde, F ır a t ırm ağ ı üzerinde b ulunan eski b ir kale.
Şim di ad ı «Sam sadadır. (M.A.A.)
(108) Ali, M elik E l-E fd al’m asıl adıdır. (M.E.B.)
(109) A ddan m a k sa t «Ali» adıdır; son gelenlerden m a k sa t
am cası ve kardeşidir. (M.E.B.)
(110) ilk lerd en m a k sa t D ört H alifeden E bu B ek ir ve O s
m an ’dır. (M .E.B.)
Halife El-Nasır Ii Dinillah da kendisine şu üç beyit
le cevap verdi:
«Senin mektubun, ey Yusuf’un oğlu!
«Soyun temiz olduğunu iletti, dostlukla
«Ali’den hakkını gasbettiler, çünkü yoktu
«Peygamberden sonra Yesrib’de(I11) bir yardımcısı
«Müjde sana, Peygamber’e aittir hesapları, yarın
«Ve sabret, imam El-Nasır’dır senin yardımcın(1,2).»
Melik El- Efdal’ın veziri ise, iki kardeşi izzeddin Ali
ve Mecdeddin Eb’ü’s-Saadât gibi «Ibn’ü’l-Esîr El-Cezerî» diye ün yapmış olan Nasrullah bin Eb’ü’l-Kerem Diyaeddin Muhammed bin Abdülkerim El-Şeybanî’ydi. Bu
Ibn’ü’l-Esîr zamanının fazilet sahiplerinin reisi ve devri
nin bilginlerinin önderiydi. Yazı yazmak ve mektupları
süslemek sanatında, tasavvur edilenden daha üstün bir
yeteneği vardı. Ömeriye Ceziresi’nde(ll3) doğmuş ve ço
cukluğunun ilk yıllarında Kur’an-ı kerimi ezberlemişti.
Denildiğine göre hafızası son derece güçlüydü. O kadar
ki, El-Mütenebbi ve El-Bahterî divanlarını ezberlemişti.
Yafiî Tarihi’nin İbni Hallikan’dan naklen anlattığı
na göre, bu Ibn’ü’l-Esîr bilimleri öğrendikten ve fazilet
leri elde ettikten sonra Sultan Salahaddin’in sarayına il
tihak etti. Sultan da kendisini ilgisinin kapsamı içine ala
rak onu oğlu Melik El-Efdal’ın vezirliğine tayin etti.
Ibn’ü’l-Esîr, bağımsızlık ve özgürlük içinde bu görevi ye
rine getirdi. Sonra iki hükümdar El-Aziz ve El-Adil
Şam’ı istila edip Melik El-Efdal’dan alınca, bu iki aziz
den duyduğu endişe Vezir’i sardı ve şehirde gizlendi. So
nunda Melik’in kapıcılarından biri kendisini bir sandığa
(111) Yesrib, M edine’nin eski adıdır. (M.E.B.)
(112) im a m E l-N a sır'd an kendini k astediyor; im a m H ali
fe an lam ına gelir. (M.E.B.)
(113) M ardin’in Cizre ilçesinin o zam anki adı. (M .E.B.)
koymaya, sandığın kapağım kilitleyip bir deveye yükle
yerek Şam’dan çıkarmaya ve Mısır’a götürmeye muvaffak
oldu. Orada da El-Aziz’in oğlu için vezirlik yaptı. Me
lik El-Adil Mısır’ı istila edince, Ibn’ü’l-Esîr oradan Ha
leb’e kaçtı ve bir süre orada Melik El-Zahir’e hizmet et
ti. Sonra oradan Musul’a, Musul’dan Sencar’a gitti. Son
ra yine Musul’a döndü ve ömrünün sonunu orada ta
mamladı. Onun faziletinin ve edebiyattaki gücünün kanıtı
olan kitaplarmdan biri, El^Mesel El-Sair fi Edeb El-Kâtib
Vel-Şair’dir. Bu eser, şairlerin, yazarların ve edebiyatçı
ların muhtaç bulundukları usul ve kuralları kapsamakta
dır. El-Veşy El-Merknm fi Hail El-Manzum kitabı ile
El-Maami El-Muhtcrea fi Smaat El-tnşa kitabı da yine
onundur. 637(1240) yılında Allah’ın rahmetine kavuştu,
îki kardeşi İzzeddin Ali ve Mecdeddin Eb’ü’s-Saadât’ın
küçüğüydü.
Melik El-Adil bin Necmeddiıı Eyyub’un Saltanatı:
Yafii Tarihi’nde anlatıldığına göre Melik El-Adil
son derece akıllı ve iyi tedbirliydi. Bunun için Salahad
din olağanüstü buhran ve olaylarda kendisine danışırdı.
Bundan fazla olarak da ibadete ve kanaatkarlığa da eği
limliydi; gündüzleri oruç tutar, geceleri ibadet ederdi.
Kardeşi Salahaddin zamanında ise Akka, Kerek gibi ba
zı eyaletlerde hüküm sürmüştü. Kardeşinin oğlu Melik
El-Aziz’in ölümünden sonra ise Şam ve Mısır’ı istila etti
ve Melik El-Aziz’in «Mansur» lakabını alan Ali adında
ki oğlunu da Ruha’ya(ll4) gönderdi; Mısır işlerini oğlu
Melik El-Kamil Muhammed’in eline, Şam yönetimini de
diğer oğlu Melik El-Muazzam’a bıraktı. Cezire Hüküme
tinin işlerini oğlu Melik El-Eşrefe, sonra Ahlat eyaletini
de Eyyub adındaki dördüncü oğlu Melik El-Evhad’a ver
di. Kendisi ise Mısır’da kalarak kendini tamamen büyük
saltanatın işlerine ve İslam topraklarının savunmasına
verdi. 598(1202) yılının Recebinde Melik El-Muizz İs
mail bin Seyfiilislam Tuğtekin bin Necmeddin Eyyub
Zebid’deki kendi komutanları
tarafından
öldUrüldü.
Çünkü kendisi zulüm, baskı ve sefahatte aşırı gitmiş; bu
yüzden de kendisinin Emevîler’in soyundan geldiği iddia
edilmişti. Onun yerine, çocuk yaştaki oğlu Melik El-Nasır geçti. Bu Melik El-Muizz’in çağdaşı olan fazilet sa
hiplerinden biri, Acaib El-Esfar ve Garaib El-Ahbar ad
lı kitabını onun adına yazmış olan Eb’ü’l-Ganaim Müs
lim bin Mahmud El-Şirazî'ydi.
609(1213) yılında, Ahlr.t’ı zulüm, ceberrut ve kan
dökücülükle yöneten Melik El-Evhad Eyyub bin Melik
El-Adil, Allah’ın rahmetine kavuştu; Hükümet, diğer
kardeşi Melik El-Eşrefe geçti. 612(1216) yılında Me
lik El-Adil, Yemen Hükümeti’ni torunu Melik Mes’ud
bin Melik El-Kamil’e verdi ve kendisini Yemen’e gön
derdi. Melik Mes’ud bu ülkenin sınırlarına varınca, ileri
gelen ve eşraf halkı onu sevgiyle ve itaatle karşıladılar;
yönetimin dizginlerini kendisine teslim ettiler ve onu
Yemen’de uğur ve mutluluk sembolü saydılar.
615(1219) yılında Melik El-Adil yüce makama ulaştı ve varlık safhası üzerinde 15 erkek çocuğu bırak
tı. Bunlardan beşi, mutlu saltanat tahtına çıktılar: ElKamil, El-Muazzam, El-Eşref, El-Salih ve Şahabeddin
Gazi.
Melik El-Eşref Musa bin Melik El-Adil:
Asıl adı Musa olan Melik El-Eşref, babası Melik
El-Adil’in sağlığında Ruha şehrinde yönetimde bulunu
yordu. Sonra Harran eyaleti de kendisine verildi. Melik
El-Evhad ölünce, Melik El-Eşrefin egemenliği Ahlat’a
da uzandı. Şam’da saltanat bayrağını yükseltmiş olan
Melik El-Muazzam Şerefeddin tsa 625(1229) yılında
ölünce onun yerine, Davud adındaki oğlu Melik El-Nasır geçti.
626(1230) yılında, Melik El-Kamil Mısır’dan Şam
üzerine yürüyüp burayı sahibinin elinden almak isteyince,
Melik El-Eşref kardeşini desteklemeye koştu. Bunun üze
rine Melik El-Nasır Davud barış istemek zorunda kal
dı. îki taraf arasında karşılıklı mektuplar ve elçiler gön
derildi. Sonunda, Melik El-Nasır’ın Şevbek, Nablüs ve
Kerek Hükümeti’yle yetinmesi ve Melik El-Eşrefin de
Şam tahtına oturup Harran, Ruha, Rakka ve Re’selayn’ı
Melik El-Kamil’e bırakması konusunda karara varıldı.
Bu şartların uygulanması tamamlanınca Melik ElKamil Mısır’a döndü. Melik El-Eşref ise Şam tahtına çık
tı ve adaletli yönetimi, sağlam idaresi ile ordunun ve
adamlarının, ülkenin ileri gelenlerinin ve halktan vatan
daş kitlesinin gönlünü kendine çekmeye başladı. Çünkü
kendisi adaletli, ciddi, yumuşak huylu, mert, hayırsever
bir hükümdardı; bilim ve fazilet sahiplerine yakınlık
göstermek, bunlar için yapı ve kurumlar meydana getir
mek suretiyle bilim ve fazileti yayardı. Bunlardan biri,
Ibn’ü’s-Salah diye ün yapan ünlü hadis bilgini Şeyh Ebu
Ömer Osman için Şam’da yaptırdığı Hadis Binası’ydı.
Melik El-Eşrefin -Allah ona rahmet etsin- doğumu 570
(1175), ölümü ise 635(1239) yılmdaydı. Ordusunun ko
mutanları ve devletinin erkanı önce kendisini Şam Kalesi’ne gömdüler; bir süre sonra kemiklerini, Şam’daki Mescid El-Cami yakınlarında yaptırmış olduğu imarete nak
lettiler.
Melik El-Kamil Muhammed bin Melik El-Ad'l:
Melik El-Kamil ulu kadirli ve şerefli, şanlı bir ni
teliğe sahipti; adalet ve iyilik bayraklarını yaymakla da
tanınmıştı. Ayrıca halk arasında ince karakteriyle, iyi
prestijiyle ve iyi yönetimiyle ün sağlamıştı. Peygamber’in
yüce sünnetine bağlıydı; Müslüman halklar arasındaki
bağlan güçlendirmeye çalışanları sever ve onlara yakınlık
gösterirdi. Meclisi her cuma gecesi bilginlerle ve fazilet
sahipleriyle şenlenirdi. Onlarla bizzat bilimler konusun
da konuşur; sanatlar üzerinde tartışırdı. Onun parlak
devrinde Kahire El-Muizziye’deki Hadis Binası’nın te
meli atıldı. Bu bina son derece genişti. Sonra Imam-ı
Şafiî’nin türbesi üzerinde yüksek bir kubbe yaptırdı ve
tamamladı.
Melik El-Kamil ulu babasının devrinde Mısır yöne
timinin işlerini yürütmüş olduğu için bütün meselelerin
çözüm ve düğüm yolları, herşeyin yönetimi onun elin
deydi. Babası Melik El-Adil 615(1219) yılında ölünce
yönetimde bağımsız oldu; sonra kısa bir sürede egemen
liğini Hicaz, Şam ve Yemen’e de uzattı. Bundan ötürü,
bütün bu ülkelerin camilerinde hatipler onun yüce adıy
la dua ederler ve derlerdi ki: «Mekke ve kullarının, Ye
men ve Zebid’inin, Mısır ve Said’inin*1151 Şam ve ordula
rının, Cezire ve Velid’inin*1161sahibi, iki kıblenin*1171 Sulta
nı, iki alametin*1181 sahibi, iki Harem’in hizmetçisi, mü’minlerin*1191 Emîri Nasıraddin Halil Veli.»
Melik El-Kamil, 635(1239) yılının Recep ayının
21’inde, çarşamba gününün sonunda, Şam Kalesi’nde öl
dü. O zaman yaşı 40 kadardı.
Mısır, Şam ve Yemen Sultanlarının ölümleri
Konusunda:
Yafiî Tarihi’nde deniyor ki:
Atasının emriyle 612(1216) yılında bir askerî bir
liğin başında Yemen’e yürüyerek orayı istila etmiş, son
(115) Said, M ısır’ın «yukarım anlam ına gelen
bölgesidir.
(M'.E.B.)
(116) Velid’den kim i ve neyi k a s te ttiğ i anlaşılam adı. (M.E.B.)
(117) îk i kıble, M ekke’deki K abe İle, ondan önce kıble olan
K udüs’te k i M escid-i A k sa’dır. (M.E.B.)
(118) îk i ala m e tte n neyi k a s te ttiğ i anlaşılam adı. (M.E.B )
(119) M ü’min, îm a n eden, inanan kim se dem ektir. (M.E.B.)
ra da egemenliğini Hicaz ülkesine uzatarak orayı da yö
netiminin altına almaya başlamış olan Melik Mes’ud Yu
suf bin Melik El-Kamil, 626(1230) yılında Mekke e lMükerreme’de Allah’ın rahmetine kavuştu, ölüm hasta
lığında, kefenlenmesinin ve kaldırılmasının masraflarının
kendi özel malından verilmemesini, cesedinin, Peygamber’in sünnetinin aşkına en basit şekilde kaldırılması
masrafını helalinden vermesi için, çağının en büyük abitlerinden biri olan Şeyh Sıddık’a teslim edilmesini iste
mişti. Emirler ve devlet erkanı vasiyetini yerine getirdi
ler. Adı geçen Şeyh Sıddık bu mü’min Hükümdarı, ken
disinin hacda giymiş olduğu peştemal ve şalla kefenle
yerek Müslümanların genel mezarlığına gömdü. Mezarı
nın üzerine de yine vasiyeti gereğince şunları yazdılar:
«Bu, yüce Allah’ın rahmetine muhtaç olan Yusuf bin
Muhammed bin Ebu Bekir bin Eyyub’un mezarıdır.»
Melik Mes’ud’un ölüm haberi Mısır’a varınca, Melik
El-Kamil’i şiddetli bir üzüntü ve acı sardı ve kendisi ta
ziye için oturdu.
632(1236) yılında, Melik El-Kamil’in ordusunun
komutanlığı görevinde bulunan ve cesareti örnek olan
El-Hadım Savab, Allah’ın rahmetine kavuştu. Arkasında
da, eğitilmiş ve kusursuz olan yüz erkek çocuğu bıraktı.
Bunların bir kısmı komutanlık rütbesine kadar yükseldi.
Aynı yıl, adı Davud olan ve Ebu Süleyman diye anılan
Melik El-Zahir bin Sultan Salahaddin Yusuf, yönetici
olarak bulunduğu Bire(l20) kalesinde öldü. Onun yerine
de kardeşinin oğlu Melik El-Aziz bin Melik El-Zahir
geçti. 633(1237) yılında da Melik Muhsin bin Salahad
din Allah’ın rahmetine kavuştu. Kendisi hadis, sünnet ve
diğer aklî ve naklî bilimlerde bilgindi; son derece de mütevazi, kanaatkar ve yumuşak huyluydu. 634(1238) yı(120) F ır a t üzerinde bulunan şim diki B irecik şehri. (M.A.A.)
lmda da, Melik Gıyaseddin Muhammed bin Melik ElZahir bin Salahaddin Yusuf Haleb’de öldü. Allah rah
met etsin, babası Melik El-Zahir’den sonra yönetime geç
tiği zaman dört yaşında bulunuyordu. 635(1239) yılın
da da Melik El-Eşref Şam’da Allah’ın rahmetine kavuş
tu. Onun yerine de kardeşi Melik El-Salih İsmail geçti.
Bunun üzerine Mısır’daki Melik El-Kamil derhal
Şam’ın üzerine yürüdü ve Melik İsmail, El-Kamil’in ku
şattığı şehre kapandı. Sonunda iki taraf arasında barış
ve anlaşma yapıldı; Melik El-Kamil iki ay Şam’da kala
rak uğur ve ikballe devlet işlerini yönetti. Sonra hasta
landı ve yukarıda da geçtiği gibi Allah’ın rahmetine ka
vuştu. ölüm haberi iki gün halktan gizli tutuldu. Cuma
günü olan üçüncü gün, hatibin minbere çıkmasından ön
ce bir kişi kalkıp «Allah’ım, Melik El-Kamil’e rahmet et
ve Melik El-Adil’in saltanatının gölgesini ebedileştir»
dedi. Bu söz halk üzerinde yıldırım etkisi yaptı, hepsi
yüksek sesle ağlayıp feryat ettiler. Yetkililer ve sorunları
çözüp karara bağlayabilenler, akıllıca ve yararlı hareke
tin, kardeşinin oğlu, lakabı Melik El-Cevad olan Muzaffereddin Yunus’un, merhum Melik El-Kamil’in oğlu Me
lik EI-Adil’e vekil olarak Şam’da yönetime geçmesi oldu
ğunu düşündüler. Sonra Melik El-Kamil için Mescid ElCami yakınlarında bir mezar hazırladılar ve cesedini ka
leden oraya naklettiler.
Bu Yüce Şanlı Ailenin Diğer
Sultanları ve Ailenin Yıkılışı:
Yafiî Tarihi’nde yazıldığına göre, Melik El-Kamil’in
ölümünden sonra, Mısır’da oğlu Melik El-Adil yerine
geçti; Melik El-Cevad da onun Şam’daki vekili oldu. 638
(1241) yılında ise Mısır’daki ileri gelenler ve komutan
lar, Melik El-Adil’in yaşının küçüklüğünden ötürü, hü
kümdarlık işlerini yönetemeyeceğini anladılar ve onun
yerine kardeşi Melik El-Salih’in yönetime
getirilmesi
üzerine karara vardılar. Sonra Melik El-Adil’i açık bir
sedyenin üzerine koydular ve bu durumda emirlik sara
yından çıkardılar. Sedyenin çevresinde birçok asker top
landılar, onu kaleye götürdüler ve oraya hapsettiler.
Böylece yönetim, çatışmasız olarak kardeşi Melik
El-Salih’in eline geçti. O da bütün ciddiyeti ve yetene
ğiyle kendini devlet işlerini yönetmeye verdi. Adalet ve
insaf perdesini halk arasında yaydı. Ülkenin her tarafın
da mabetler ve camiler yapmaya başladı. Mısır’da ayak
larının yerini sağlamlaştırmak işini bitirince, güçlü bir or
duyla Şam üzerine yürüdü; Melik El-Cevad’ı Şam Hükümeti’nin başından azlederek, onun yerine kendisine
İskenderiye emirliğini verdi. Ayrıca onu, kendisi ata bin
miş olduğu halde atının dizginini tutup önünde birkaç
adım yürümek zorunda bıraktı. Fakat bu yakışıksız dav
ranışına sonradan pek fazla pişman oldu. Sonra ElGûr(121) şehirlerine yöneldi ve Ba’lebek’te bulunan, Me
lik El-Salih lakabıyla anılan amcası İsmail’den kendisine
iltihak etmesini istedi. Fakat El-Sa!ih İsmail, yeğeninin
bu isteğine olumlu cevap vermenin ve kendisine itaat et
menin doğru olmayacağı görüşüne vardı. Humus Valisi
Mücahid’den(1J2) yardım istedi. Mücahid de kendisine
kuvvet gönderdi ve bununla güçlendi. Sonra, alışılmadık
bir yolla ansızın Şam’a girdi. Bu haberler Melik El-Salih
Eyyub’un yanındakilerin kulaklarına gidince çevresinden
dağıldılar ve Şam’a koşarak Melik el-Salih İsmail’e bağ
lılıklarını sundular.
Ayrıca Kerek Valisi Melik El-Nasır’m askerlerinin
bir kısmı Melik El-Salih’e saldırdılar ve kendisini yaka
layarak kendi valilerine getirdiler; o da kendisinin Ke(121) «El-Gûr» çuk u rlu k bölge dem ektir. Bu, şim diki Lüb
nan, Ü rdün, F ilistin arasındadır. (M.E.B.)
(122) Şirgoh bin M uham m ed bin
Esededdin bin
Şadi
(M. A. A.)
rek Kalcsi’nde tutuklanmasını emretti. Bu büyük olayla
rın haberi, kardeşinin hazır olmadığından yararlanarak
kaleden çıkmayı başarmış ve Mısır’ın bağımsız Sultanı
olmuş olan Melik El-Adil’in kulaklarına gidince, Melik
El-Nasır’a bir elçi göndererek, Melik El-Salih’i teslim et
mesi için kendisine yüz dinar teklif etti. Melik El - Nas:r
bu teklifi kabul etmedi; tersine Melik El-Salih’e biat etti
ve onun Mısır üzerine yürümesinde kendisine eşlik etti.
Mısır sınırlarına vardıkları zaman,Melik El-Kamil zama
nındaki komutanlar Melik El-Salih’in saltanatına eğilim
gösterdiler ve Melik El-Adil’i bir daha yakalayarak ka
leye hapsettiler. Sonra da Melik El-Salih’i ülkesinin baş
kentine getirdiler. Melik El-Nasır da Kerek’teki yerine
geri döndü.
638(1241) yılında Şam Hükümdarı İsmail, içinde
ki bir garaz nedeniyle Şakif Kalesi’ni Frenk kafirlerine
teslim etti. Bu da ona karşı öfke yarattı. Onun bu davra
nışını Şam’ın en büyük bilginlerinden olan İzzeddin Abdüsselam ve Ebu Amr bin El-Hacib şiddetle yerdiler. Fa
kat öfke İsmail’i, İzzeddin Abdüsselam’ı Şam Camii ha
tipliğinden azletmeye ve arkadaşı Ebu Amr bin El-Hacib’le birlikte kaleye hapsetmeye iteledi.
641(1244) yılında, Melik El-Kamil’in ölümünden
sonra birkaç gün Şam yönetiminde bulunmuş olan Me
lik El-Cevad Allah’ın rahmetine kavuştu. 645(1248) yı
lında, Melik El-Adil bin Melik El-Kamil’in hayatının
son günleri sona erdi. Kendisi arkasında, El-Muğîs Ömer
adında bir tek çocuk bıraktı; onu da babasının ölümün
den sonra kaleye hapsettiler.
Adı geçen bu olaylardan sonra, Mısır Hükümdarı
Melik El-Salih, Şam Sultam Melik El-Salih İsmail ve Kerek Hükümdarı Melik El-Nasır arasında birkaç çarpış
ma ve savaş çıktı. Çoğunlukla Melik İsmail yenilgiye uğ-
ruyordu. Onun zamanında şiddetli bir kıtlık ve kasıp ka
vurucu bir veba Şam’ı altüst etti.
647(1250) yılında Melik El-Salih Eyyub, Mansure’de Allah’ın rahmetine kavuştu. Kölesi Kataya, diğer
emirler ve devlet erkânının da ittifakıyla, ölüm haberini
halktan üç ay gizli tuttu. Şam’da bulunan oğlu Melik ElMuazzam’a, Mısır’a gelmesi için elçi gönderildi. Melik
El-Muazzam Kahire El-Muizziye’ye varınca babasının
ölüm haberi yayıldı; minberler ve paralar onun yüce
adıyla ve ulu unvanıyla süslendiler.
648(1251) yılında kafir Frenkler Mısır'a yöneldiler.
Melik El-Muazzam, şimdi El-Mansure denilen yerde on
larla çarpışmaya gitti. Orada kanlı çarpışmalar oldu ve
zafer, başarı rüzgarı El-Muazzam’m bayrakları üzerine
esti. Çünkü Frenk askerleri, 7.000 savaşçıları öldürül
dükten sonra hiç bir şeye bakmadan kaçtılar. Frenk Kı
ralı*™ esir düşerek El-Mansure kalesine hapsedildi.
Sonunda El-Muazzam gurur ve taşkınlığa kapılarak
babasının kölelerine kötülük etti. Bundan ötürü onlar
da kendisine karşı çıktılar ve onu feci şekilde öldürdüler.
Ona karşı ayaklanan köleler, aralarında bulunan İzzed
din Aybek’i ordu komutanlığına getirdiler. Kendisini ser
best bırakmaları için onlara 500.000 dinar ödeyen
Frenk Kıralı’m serbest bıraktıktan sonra hep birlikte
Kahire El-Muizziye’ye döndüler. Kıral, Dimyat şehrini
de boşaltıp Müslümanlara teslim etti.
Bu olaylar sırasında Kerek Hükümdarı Melik El Nasır bir ordu hazırlayarak Şam’a saldırdı ve burayı isti
la etti. Sonra Şam ordusunu düzene koymaya ve derleyip
toparlamaya girişti. Bunu tamamladıktan sonra Mısır’a
yöneldi ve El-Abbasiye’ye kadar yürüdü. Burada karşı
sına bir Mısır ordusu çıktı ve iki taraf arasında savaş
patladı; Mısırlılar yenilgiye uğradılar ve Şamlılar Kahi
re El-Muizzdye’ye girdiler; hutbeyi El-Nasır adma okut
tular.
Bu sırada Izzeddin ve Kataya, yanlarında El-Salih’in kölelerinden 300 kişi kadar olduğu halde kurtulup
Şam’a kaçmayı başardılar. Yoldaş Melik El-Nasır’ın, or
dunun ağırlıklarını, hâzinelerini, davul ve bayrak gibi
diğer malzemelerini taşıyan bir grup askerleriyle karşılaş
tılar. Hemen yıldırım gibi üzerlerine atıldılar ve hepsini
darmadağın ettiler. Melik El-Nasır’m vekili Şemseddin
Lü’lü’ ellerine esir düştü. Kendisini kuzu gibi yerlerde
sürdüler ve boğazladılar. Melik El-Nasır’m davulunu kır
dılar, hâzinelerini yağma ettiler. Sonra yürüyüşlerine de
vam ederek Gazze’ye vardılar. Orada Eyyubî ailesinin
emirlerinden Sultan Salahaddin Yusuf’un oğlunu, daha
önce Humus Valisi olan Melik
El-Eşref Musa bin
Adil(?), yukarıda hayatı hakkında kısaca bilgi geçen Me
lik El-Salih İsmail bin El-Adil, askerî komutanlardan ve
emirlerden bir grupla birlikte esir aldılar ve hepsini top
tan yokettiler. Bu fecaatin haberleri Melik El-Nasır’nı
kulağına gelince, artık Mısır'da oturmasına imkan kal
madığını anladı. Bunun üzerine gelinini (ülkesini), bir da
ha geri almayacak şekilde boşadı ve bazı Şam şehirlerine
hızla hareket etti. Bu, 648(1251) yılında oldu.
649(1252) yılında, Melik EI-Nasır’ın Kerek Valisi
olan Tavaşî, Melik El-Muğîs Ömer bin Melik El-Adil
bin Melik El-Kamil’i hapishaneden çıkarttı ve ülkenin
başına Hükümdar yaptı; böylece, velinimeti olan El-Nasır’ın iyiliğine karşı nankörlük ettiğini ispat etti.
Melik Salahaddin bin Melik El-Zahir bin Melik
Salahaddin bin Necmeddin Eyyub, 651(1254) yılında öl
dü.
652(1255) yılında ise Mısır’ın komutanları ve ileri
gelenleri, daha önce Melik El-Salih Eyyub’un kölesi olan
Türkmen lzzcddin’i Mısır Sultanı yaptılar ve kendisine
«El-Mııizz» unvanını verdiler. O tarihten beri Mısır’da
saltanat Memlükler’in eline geçti; Eyyuboğulları’nın nü
fuzu kalktı ve o ülkedeki egemenliklerinin gölgesi nihai
olarak kısıldı.
Ek bölümünde, Eyyuboğulları’ndan sonra Mısır’ı
yöneten ve Osmanoğulları sultanlarının çağdaşı olan, Eyyuboğulları’nm Memlükler’inin durumunu, bu ulu sul
tanların^24' durumu ve yıllar boyunca süren gidişleriyle
birlikte özet olarak anlatacağız.
Izzeddin’in korkusundan gizlenerek her gün bir ev
den diğer bir eve taşınan Melik El-Nasır Davud bin ElMuazzam bin El-Adil ise, 656(1259) yılı aylarından bi
rinde öldü. Kendisi akıllı, bilgin, yumuşak huylu ve kes
kin zekalıydı. Bir süre bilim ve sanat alanında öğrenim
yaptı; hadis bilimini El-Müeyyed El-Tusî’de okudu. Son
derece düzgün ve filozofik güzel şiirleri de vardı.
622(1226) yılında Mısır’dan gelen bir ordu, uzun
zaman Kerek’te hükümdarlık yapan Melik El-Muğîs bin
El-Adil’e saldırdı. Melik El-Muğîs şehre kapandı. Fakat
kuşatma süresi uzayınca durumu fenalaştı ve sonunda
aman isteyerek teslim olmak zorunda kaldı. Sonra mül
teci olarak Mısır Hükümdarı’na gönderildiği zaman ora
da gizlice öldürüldü.
Bu Eyyubî Hükümdarı’ndan sonra, Necmeddin Eyyub’un torunlarından hiç kimse hükümdarlık ve saltanat
yapmak olanağını elde edemedi. Allah dilediğini yapar
ve irade ettiği hükmü verir.
İkinci Safha
Saltanat ve bağımsızlık iddiasında bulunmamış ol
makla birlikte, bazen tek başlarına kendi adlarına
hutbe okutmuş ve para bastırmış olan büyük Kürdistan hükümdarlarının anıları konusundadır. Bu
da beş bölümdür:
BİRİNCİ BÖLÜM
Erdelan Hükümdarları Hakkındadır
Kürdistan hükümdarlarının haberlerini nakledenle
rin rivayetlerinde, ve Loristan atabeylerinin eserlerini
taşıyanların yazılarında, Erdelan hükümdarlarının soyla
rı hakkında denilmiştir ki:
Onlar, yukarıda uzun uzun anlatılan Ahmed bin
Mervan’m(125) torunlarından olan Diyarbekir hükümdar
larının çocuklarından ve soylarındandı. Bunlardan. B a
(125) D iy arb ekir ve Cezire'de k u ru lan K ü rt M ervanî Devle ti’nin kurucusu. (M.A.A.)
ba Erdclan adında bir kişi, bir süre Goran«12« aşireti ara
sında kalmış; Cengiz Devleti döneminin sonlarında Şehrezor(127) vilayetini istila etmiştir. Bu vilayeti güzelce yö
netmiş, nüfuzu gittikçe genişlemiş ve oranın bağımsız
Hükümdarı olmuştur. Tespit edilmiş eceli gelince ahret
diyarına göçetmiş; ondan sonra Kelul denilen oğlu yöne
time geçmiştir. Onun da, ne bir saat geciken, ne de bir
saat erken gelen mukadder eceli gelmiş; bu fani dünya
dan, beka diyarına göçetmiştir. Biz de aşağıda çocukları
nı ve torunlarını, yönetime geçiş sırasına göre anlataca
ğız:
1 — Hıdır bin Kelul, 2 — llyas bin Hıdır, 3 — Hıdır bin llyas, 4 — Haşan bin Hıdır, 5 — Bablo bin Ha
şan, 6 — Munzur bin Bablo.
Bu grubun durumu, bu harflerin yazarı«12« tarafın
dan incelenmemiş ve güvenebileceği kimselerin ağzından
da işitilmemiş olduğundan, bundan vazgeçtim; güvenilir
kaynaklardan edinilen bilgilerle ve başımdaki iki gözüm
le gördüğüm olaylarla haberleri sabit olan bir grubun
durumunu anlatmakla yetineceğim. İki dilli kalemin«12« bu
rada kısa ibarelerle yazdığı satırlar, işittiğim o hikaye ve
sözlerin fazlasız ve eksiksiz olarak tekrarlanmasından
başka bir şey değildir. Zevkin reddettiği ve akl-ı selim
(126) B unun K ü rt halk ın ın b ir bölüm ü olduğu
y u k arıd a
g eçti. (M.A.A.)
(127) B a şk a b ir n ü sh a d a şu n la r v ard ır: «Kendine K ubad bin
F ey ru z El_'Sasanî adını verdi. H am dullah El-M üstevfl,
Ş ehrezor’u n bu ad la adlandırılm ası konusunda şöyle
diyor: B uranın yöneticileri h er zam an K ü rtle r’den ol
m u şlardır. B unlar b u ra d a gasıp ve k u vvet yoluyla yö
n etim i ele geçirirlerdi. K im in kuvveti çoksa ve nüfuzu
sürekliyse, rak ip siz o la ra k bağım sız
hüküm dar o
olurdu; kuvveti devam ettik ç e yönetim i de devam
ederdi.» (M.A.A.)
(128) Y azar kendini kastediyor. (M .E.B.)
(129) «îki dilli kalem », eskiden kullanılan ve ucu y a rıla ra k
ikiye bölünen kam ış kalem dir. (M .E.B.)
sahiplerinin doğru bulmadığı çeşitli sözleri anlatmaktan
vazgeçtim. Selam, doğru yola uyanların üzerine olsun.
Me’mun bin Munzur bin Bablo bin Haşan bin i l i
dir bin llyas bin Hıdır bin Kelnl bin Baba Erdelan:
Babasının ölümünden sonra Hükümdar
oldu ve
beylik makamını işgal etmesi devam etti; uzun süre bu
ülkeyi bağımsız yoldan yönetti. Ahret diyarına göçedince
üç erkek çocuğu bıraktı: Beyke Bey, Surxab (Surhab)
Bey ve Muhammed Bey.
Beyke Bey bin Me’mun Bey:
Babası ölünce, onun yerine yönetim makamına geç
ti. Fakat babası sağlığında ülkeyi çocukları arasında tak
sim etmişti. Dalam'130), Tagsu, Şemiran, Haver, Süley
man, Rawdan (Ravdan) ve Gül-Anber Beyke Bey’in
elindeydi; vilayetin diğer şehirlerini de, aşağıda durum
larını anlatacağımız gibi kardeşleri yönetiyorlardı. Beyke
Bey’in devri 42 yıla ulaşıp bu süreyi de geçince, bu fani
dünyadan, ebedilik ve beka diyarına göçetti; arkasında
da iki çocuk bıraktı: İsmail ve Me’mun.
Me’mun Bey bin Beyke Bey:
Babasının ölümünden sonra yetenek ve liyakatle hü
kümdarlık makamına geçti. Bunun üzerinden bir yıl ge
çince Sultan Süleyman Han’ın -Allahın rahmeti ve mağ
fireti üzerine olsun- iradesi, İmadiye Hükümdarı Sultan
Hüseyin Bey’in, yanında Kürdistan’m bazı emirleri oldu
ğu halde, Şehrezor Vilayeti’ni istila etmekle görevlendi
rilmesini gerektirdi. Bunun üzerine Sultan Hüseyin Bey,
Padişah’ın fermanı gereğince Şehrezor’a yöneldi ve ora
yı istila etmek istedi; Dalam Kalesi’nde Me’mun Bey’i
kuşattı. Bir süre devam eden şiddetli savaştan sonra, ba
(130) Zelem. E m in Zeki Bey, bunun G(il-Anber nahiyesinde
b ulunan ve bugün «K alayhan» diye ad landırılan y er
olduğunu söylem iştir. (M.A.A.)
rış yoluyla Me’mun Bey’i çıkartmayı ve Sultan Süley
man’ın Sarayına göndermeyi başardılar. Bunun üzerine
Me’mun Bey’in amcası Surxab, Me’mun Bey’in Sultan’ın
Sarayına gönderilmesinden sonra vilayetini, Levi, Meşile, Mehran, Tenûre, Kelus ve Neşkaş’tan kurulu olan
kendi eyaletine ilhak etti ve Şah Tahmasp’ın Sarayına
itaatini ve bağlılığını ilan etti.
Öte yandan, Sultan Süleyman Han tarafından Me’
mun Bey’in suçsuzluğu sabit olunca serbest bırakılması
için emir verdi; ve lütfederek, Barış Diyarı Bağdad’a
bağlı Hille sancağı yönetimini hayatı boyunca kendisine
verdi. Günümüze, yani 1005(1597) yılma kadar, Me’
mun Bey o sancağın işlerini gönül rahatlığıyla, mutlu bir
halde ve tam bağımsız olarak yönetegelmiş bulunmakta
dır. Kardeşi İsmail Bey’e ise, Al-ı Osman(I31) Sarayı Sırucık(,32) sancağını verdi; Allah’ın rahmetine kavuşuncaya
kadar burada güzelce yönetim ve hüküm sürdü.
Surxab Bey bin Me’muıı Bey bin Munzur:
Yukarıda da geçtiği gibi, Surxab Bey, kardeşinin
oğlu Me’mun Bey bin Beyke Bey’in tutuklanmasından
sonra Şehrezol ve Dalam hükümetinin işlerini yönetme
ye başladı. Şunu da ekleyelim ki; öteki kardeşi Muham
med Bey’in yönetiminde bulunan yerleri de kendisine
miras kalan vilayete katmaya muvaffak oldu. Hüküm
darlık işini iyi bir şekilde yönetti.
956(1550) yılında, Şah Tahmasp’ın kardeşi Elkass
Mirza, Osmanlı Sarayı’na sığınarak İran tahtını ele ge
çirmek için Sultan Süleyman Han’dan yardım istedi. F a
kat bir süre sonra, Sultan’ın kuşkulanmasına yolaçan
birtakım davranışlarda bulundu. Bu yüzden de İran’ın
mülteci şehzadesinin uykusu kaçtı ve adı geçen Surxab
(131) O sm anoğullan, O sm anlIlar (M.E.B.)
(132) S ırucık ve K arad ağ , halen S üleym aniye’nin ilçelerindendir. (M.A.A.)
Bey’le ilişki kurarak, kardeşi Şah Tahmasp nezdindc te
şebbüse geçerek kendisini affetmesi ve daha önce yöne
timinde bulunan Şirvan Vilayeti’ne dönmesine izin ver
mesi için aracılık yapmasını istedi; buna karşılık kendi
sinin tamamen itaat edeceğini ve fazla bir şey istemeye
ceğini bildirdi. Surxab Bey bu dileği İran Sarayı’na ile
tir iletmez, Şah Tahmasp bu elverişli fırsattan yararlana
rak, Elkass Mirza’yı getirmek üzere Şah Nimetullah ElKuhustanî’nin başkanlığında bazı Kızılbaş komutanların
dan ve ileri gelenlerinden bir heyet kurdu. Heyet gidip
kendisini teslim aldı ve İran Sarayı’na getirdi. Fakat der
hal tutuklanıp Kahkaha Kalesi’nin hapishanesinin derin
liklerine atılması için Şah tarafından emir verildi. Bun
dan bir yıl sonra Şah, öldürülmesi için emir verdi; bu
nun üzerine kendisini kalenin en yüksek yerinden aşağı
ya attılar ve öldü.
Şah Tahmasp’a yaptığı bu büyük hizmet karşılığın
da Surxab Bey’e Şah’ın Hâzinesinden iyilik ve ödül ola
rak yıllık bin tuman kadar para verilmesi kararlaştırıldı.
Surxab Bey, uzun süren hayatı boyunca bu nimetten ya
rarlandı. Hükümdarlığı 67 yılı buldu. Bu süre içinde Şah
Tahmasp’la ilişkileri son derece dostça ve parlaktı. Var
olmak dünyasından yokolmak dünyasına göçederken var
lık safhasında 11 erkek çocuğu bıraktı: Haşan, İskender,
Sultan Ali, Yakup, Behram, Besat, Zülfikar, Asılmış,
Şehwar (Şehvar), Sanı, Kasım.
Muhammed Bey bin Me’mun Bey:
Babasının ölümünden sonra, ülkenin kendi payına
düşen bölgesinde yönetimi eline aldı. Burası Sırucık,
Karatak, Şehrbazar, Alan ve Dumehran’dı. Sonra, ken
disine miras kalan bütün eyaletinin yönetimini elde et
mek amacıyla Sultan Süleyman’ın Sarayına gitti. Vezir-i
Azam Rüstem Paşa da bu konuda kendisini destekledi.
Sonunda Bağdad Beylerbeyi Osman Paşa’ya, Kürdistan’ın emirlerini de yanma alarak Erdelan Vilayeti üze
rine yürümesi ve istila etmesi için emir verildi. Sultan’m
bu emrini uygulamak için bu komutanlar ve emirler adı
geçen vilayetin üzerine yürüdüler ve Dalam Kalesi’ni ku
şatmaya başladılar. Bu kale, vilayetteki kalelerin en sağ
lamı, en aşılmazı, en şanlısı ve en yükseği sayılır; çünkü
bulutlarla burun buruna gelir; Zühal(U3) ve diğer yüksek
burçlara meydan okur.
Kuşatma iki yıl sürdü. Bu süre içinde Muhammed
Bey bir tüfek kurşunuyla öldürüldü. Sonra kuşatma altın
dakilere Şah Tahmasp tarafından yardım gönderildi. Bu
nun üzerine Osman Paşa kuşatmayı bırakmak ve Şehrezol’a doğru geri çekilmek zorunda kaldı; orada da ece
liyle öldü. Bu sırada, kaleye kapananlar da kaleyi boşal
tarak kaçtılar. Fakat Baltacı Mehmed Paşa, 969(1562) yı
lında bu fırsattan yararlanarak derhal Dalam Kalesi’ni
işgal etti; sonra da bu vilayetin diğer şehir ve kalelerini si
yasetle ve iyi tedbirlerle işgal etmeye başladı. Böylece
Şehrezor Vilayeti Sultan’m ülkeleri arasına girdi ve o ta
rihten beri, Osmanlı Devleti’ne bağlı vilayetlerden biri
haline geldi.
Sultan Ali Bey bin Survab Bey:
Bu Bey, babasının ölümünden sonra Erdelan yöne
timini eline aldı; yönetimi üç yıl sürdü ve kaçınılmaz
kaderi geldi; arkasında iki küçük çocuk bırakarak Allah’
ın rahmetine kavuştu. Çocukları Teymur Han ve Hılû
Han’dı. Bunların durumlarını, bilgimize intikal eden ha
berlere göre, daha sonraki satırlarda anlatacağız.
Besat Bey bin Suraab Bey:
Kardeşi Sultan Ali’nin ölümünden sonra Erdelan’da yönetimi eline aldı ve genellikle duruma hakim oldu.
Fakat Sultan Ustaclu’nun kızkardeşi Menteşa’mn çocuk
ları olan Sultan Ali’nin oğulları, Şah İsmail II,’nin Sarayma iltica ederek babalarından kalma Hükümetin kendi
lerine verilmesini istediler. Sonunda, Şah İsmail Il.’nin
ölümünden sonra, Sultan Ali'nin büyük oğlu Teymur
Han, Besat Sultan’m(134) ülkesine saldırmaya, yağma ve
talan etmeye başladı. Bu yüzden aralarında düşmanlık ve
kin devam etti; Besat Sultan Allah’ın rahmetine kavuşun
caya kadar da durum böyle sürdü.
Teymur Han bin Sultan Ali:
Besat Sultan’ın Allah’ın rahmetine kavuşmasından
sonra, kardeşinin oğlu Teymur Han, Erdelan Hükümeti’nin yönetimini eline aldı. 988(1581) yılının aylarından
birinde de, Sultan Murad Han’ın sarayına itaatini sun
du. Sultan da kendisine şefkat göstererek, Şehrezol Vilayeti’nde bulunan kendi özel emlakinden, 100.000 Osmanlı akçası tutan yıllık maaş ile kendisini taltif etti. Ay
rıca Senne, Hasanabad, Kızılcakale şehirlerini sancak
yoluyla büyük oğlu Sultan Ali’ye; Karadağ'ı diğer oğlu
Budak’a, Mehrevan'ı öteki oğlu Murad’a ve Şehrbazar’ı
da en küçük oğluna verdi; bunlardan fazla olarak, Kızılbaşların egemenliğinde bulunan Dinever Vilayeti de ba
basından kalma vilayetine katıldı; kendisi de Osmanlı
Devleti’nin büyük beylerbeyi zincirine girdi ve «Teymur
Paşa» lakabını aldı.
Sonunda kalbine şiddetli bir gurur girdi ve şeytanî
böbürlenme kendisine galebe çaldı; tek . başına saltanat
ve bağımsızlık kazanmaya heves etti; bazen Rumlara(135)
bazen de Kızılbaşlara karşı eğilim gösterdi; komşusu olan
(134) İra n lIların «B esat Sultan» dedikleri B e sat Bey. (M.
A .A.)
(135) E sk id en B izanslIlara «Rum» dendiği için, İ ra n ve A rap
ülkelerinde, eski alışk an lık la O sm anlIlara d a bu ad
verilm işti. (M.E.B.)
emirlere ve hükümdarlara saldırmaya, askerlerini talan
ve yağma işlerinde serbest bırakmaya başladı, o kadar
ki halk elinden feryat etti. Sonunda Kelhürlü Ömer Bey’in ülkesine saldırdı. Loristan Hükümdarı Şahvercli’de Ömer
Bey’in yardımına koştu. Kelhür Vilayeti’ni yağma etmek
ten, ganimet almış olarak ve sağ salim dönerken kendisine
ciddi bir saldırıda bulundular; yanındaki askerlerden,
komutanlardan ve aşiretinin ileri gelenlerinden çoğunu
yokettiler; Haser denilen yerde Teymur Han’ı da yakala
dılar ve birkaç gün tutukladılar. Fakat sonra, şefkat gös
tererek kendisini serbest bıraktılar; şairin şu beyitte söy
lediği sözlerin anlamını dikkate almadılar:
«Kötü huy vucuda girip tabiat olunca
«Çıkmaz bir türlü ölüm gününe kadar.»
Teymur Han, serbest bırakıldıktan hemen sonra,
Zerinkemer (Zerinkemer) Eyaleti vc ona bağlı bölgeler
üzerine yürüdü. Burası, Kızılbaş Şahmın Divanı tarafın
dan atanmış olan Devlet Yar Siyah Mansurî’nin yöneti
mindeydi. Savaş çıktı ve iki taraf arasında kanlı çarpış
malar oldu; sonunda 998(1590) yılının aylarından birin
de Teymur Han öldürüldü ve yerine kardeşi Hılû Han
geçti.
Hılû Han bin Sultan Ali bin Surxab:
Erdelan Hükümeti’nde kardeşinin yerine yönetimi
eline alınca, Qsmanlı Sultanı merhum Sultan Murad
Han’ın sarayına bağlılığım ve itaatini ilan etti; ayrıca Kı
zılbaş hükümdarlarıyla da, geçinme ve idare dolu akıllı
bir siyaset izledi. Böylece iktidarı boyunca yönetimde
tam bağımsız kaldı ve tek başına hüküm sürdü. Günü
müze, yani 1005(1597) yılına kadar, aynı tutum üzere
hâlâ yönetimde bulunmaktadır.
İKİNCİ BÖLÜM
«Şenbû» Lakabıyla Ün Yapmış Olan Hakkari
Hükümdarları Hakkındadır
Edebiyat ve yazı erbabından olan basiret sahiple
rince, isabetli görüşlere ve duru, aydınlatıcı fikirlere sa
hip olanlarca da açıkça bilindiği gibi, bu büyük vilayetin
hükümdarlarının soyu, Abbasî halifelerine ulaşmaktadır.
Fakat soylarının, bu büyük halifelerden hangisine ulaştı
ğını kimse bize söylememiştir. Bunun için biz bunu açık
lamaya çalışacağız.
Gerçek şudur ki, bu aile ve bu hükümdarlar, Kürdistan hükümdarları arasında soy yüksekliği ve sop yüce
liğiyle, övülecek hasletlerle ve güzel davranışlarla tanın
mışlardır. Bu da, ulu sultanları ve alicenap hakanları, bu
alicenap aileye karşı birçok münasebette güven duymaya
ve ilgi göstermeye itmiştir. O kadar ki, ülkelerini istila
etmeye ve ellerinden almaya hiçbir zaman göz dikme
mişlerdir. Gerçi bazı sultanlar, bunların ülkesinin bir
kısmını bazı vakitlerde istila etmişlerse de, mülk yoluyla
tekrar onlara geri vermişlerdir. Bunun içindir ki Mevlana Şerefeddin Ali El-Yezdî, Zafername adlı kitabında0343
şöyle diyor:
«Ünlü fatih Emîr Timur Gurgan Bayezid Kalesi’nin fethini tamamladıktan ve 787(1386) yılında0373 ay
larından birinde Van ve Westan (Vestan) Kaleleri üzeri
ne yürüdükten sonra İzzeddin Şer (Şir)(138) Hakkari H ü
kümdarıydı ve bu vilayeti yönetmekteydi; Van Kalesi’ne
kapandı ve Emîr Timur’a karşı mücadeleye, kılıç çek
meye hazırlandı. Timur da hemen Van Kalesi’ni kuşattı
ve içinde kuşatılanlara baskı yapmaya başladı. İzzeddin
(136) T im urlenk tarih iy le ilgili bir k ita p tır; 1887 yılında
K a lk ü ta ’d a basılm ıştır. (M.A.A.)
(137) R usça nüshada 789(1388) yılında. (M.A.A.)
(138) H alk a ra sın d a «Mîr E zdin Şer» adıyla ün yapm ıştır.
(M.E.B.)
•
ı os
•
Şer direnmenin imkansızlığım ve savunmanın mümkün
olmadığını anlayınca şu farsça şiirin m azm u n u n a inandı:
«Çelik bilekli biriyle güreşen kimse.
Gümüş bileğini meşakkate ve ölüme uğratır.»
Ve iki günlük direnişten sonra kaleden inmek zo
runda kaldı; aczini, yenilgisini itiraf ederek ve yüksek
eşikleri öpmeye hazır olarak Emîr Timur’un kudretine
ve cebemıtuna teslim oldu. Fakat Nasıraddin denilen bir
akrabası Timur’a boyun eğmeyi reddetti ve sonuna kadar
savunmada ısrar ederek kalede kaldı; kalenin kapısını
kapattı ve yeniden savaş ve döğüş ateşini alevlendirmeye
başladı. Bu durum üzerinden 27 gün geçtikten sonra,
kalelerin fethinde ve surlara tırmanmakta eğitilmiş asker
ler, genel ve şiddetli bir saldırıya geçtiler; o baş eğmez,
güçlü kaleye girdiler; içinde bulunan kuşatılmış savunu
cuları kesici kılıçlarla ve kana susamış hançerlerle yokettiler. Fazilet sahiplerinden biri Van Kalesi’nin fethi ta
rihini şu manzum sözlerle yazmıştır:
«İran ülkesini kılıçla alan Şah’m
«Fethetti bayrağının Ay’ı Zühal’in sınırlarım
«Van Kalcsi’ni alışının tarihi sorulunca sana
«‘Kim aldı Van’ı’ de, sen de.»(,39)
Kalenin istilası tamamlanınca, Timur, Sultanlık Mu
hafızları Komutahı’na, kalenin yıkılması emrini verdi.
Bu kale, Şeddad bin Âd’ın güçlü eserlerinden olduğu ve
surlarının, burçlarının yapıldığı büyük kayaların bir ben
zeri diğer yapılarda bulunmadığı için, harcadıkları çaba
ve gayrete rağmen, tamamen tahribi mümkün olamadı; bu
yüzden az bir kısmını tahrip etmekle yetindiler. Emîr
Timur bundan sonra Şahlık alayıyla birlikte Hoy ve Selmas yönlerine yöneldi; Selmas ovasında izzet ve minnet
(139) «Kim aldı V an’ı» sözcükleri, eski Ebced h esabına g ö
re fe tih ta rih in i k ap sar. (M.E.B.)
le ikamet etti. Emîr Timur lütfederek Hükümdar İzzed
din Şer’i sultanca sevgisinin kapsamı içine aldı; babala
rından ve atalarından miras kalmış olan memleketini, es
ki kurallar gereğince ve temlik yoluyla geri verdi; ve iz
zetle, ikballe, devletle memleketinin merkezine dönmesi
ne izin verdiğine dair, kırmızı Timur damgasıyla nakışla
nan yüce emirnamesini verdi.
824(1422) yılında Melik Muhammed bin Melik îzzeddin ile Bedlis ve Ahlat vilayeti Hükümdarı Emîr Şem
seddin, Emîr Timur Gurgan’m oğlu Mirza Şahruh tarafın
dan izzet ve mutlulukla kabul edilmekle şereflendiler.
Şahruh kendilerini şahane sevgisinin kapsamı içine aldı
ve kendilerine eyaletleri ve babalarından miras kalmış
olan görevlerinde kalma konusundaki emirnameyi yeni
ledi. Şahruh, Elcşkird sınırlarında meydana gelen çarpış
mada Türkmen Kara YusuFun çocuklarıyla yapılan sa
vaşa girmeden önce, ülkelerinin merkezlerine dönmeleri
ne izin verdi.
Bu soylu ve eski aile, adı geçen belgelerden başka,
eyaletin ömür boyunca kendi mülkiyetlerinde olduğu
hakkında, Cengizoğullan sultanlarından almış oldukları
Uygurca yazılı bir emirnameye de sahip bulunmaktadır
lar. Bu harflerin yazarı Cengizliler’in bu emirnamesini
görmüştür. Bunu anlatmaktaki amaç, büyük sultanların
bu aileye karşı daima izzet ve ikramla muamele etmiş
olduklarını, kendilerine miras kalmış ülkelerini, ya baş
tan beri saldırmamakla ellerinde bıraktıklarını, yada on
lardan aldıktan sonra yine mülkiyetlerine geçirmek sure
tiyle kendilerine geri verdiklerini ispat etmektir. Aşağı
da, bu aileden Hükümdar olanların adlarını anlatacağız:
Esededdin bin Kulabî bin tmadeddin:
Bu yaprakların yazarı, güvenilir rivayetçilcrden defa
larca öğrenmiştir ki, zamanın bazı olayları, Hakkari Hü
kümdarı’nın oğlu Esededdin bin Kulabî’yi, Mısır’a göçetmek zorunda bıraktı. Esededdin oradaki Çerkeş sultan
larının yanında kalmayı tercih etti; orada kendisinden
birçok kahramanlık ve yiğitlik görüldü. Bu da, ahlaksız
kafirlerle yapılan ezici savaş ve çarpışmalara girişiyle ol
du. Bu yüzden o savaşlarda kollarından birini kaybetti.
Çağın sultanı hemen kendisine altından bir kol yaptırdı;
üzerine birçok nimet, mal ve lakap yağdırdı ve ona, «al
tın kollu» anlamına gelen «Zerînçeng» adını verdi.
Öte yandan İran’da Akkoyunlu Haşan Bey duruma
hakim olup ve İran’ın mutlak Sultanı ve Kıralı olunca;
gönlünde Kürdistan hükümdarlarına karşı büyük düş
manlık ve öfke beslediği için, Akkoyunlu Türkmen ko
mutanlarının büyüklerinden olan Sofu Halil ve Arab
Şah’ı, Kürdistan’ın üzerine yürümek ve Hakkari Vilayeti’ni istila etmekle görevlendirdi. Sofu Halil bir süre fırsat
kolladı; sonunda kendisine fırsat elverince, bir gün Hak
kari hükümdarlarına karşı ani bir saldırıya geçti. Raslantı olarak o gün de, vilayetin Hükümdarı İzzeddin Şer’in
dinlenme günü olan çarşambaydı. İzzeddin Şer, düşmanın
ülke sınırlarına saldırdığı konusunda sınır ve yol muha
fızlarından aldığı haberleri küçümsemeyle ve önemseme
yerek karşıladı ve şöyle dedi :«Bugün çarşambadır, çar
şamba hareket ve girişim günü değildir ve bu günde
uğur da yoktur, b
Danışmanların ve devletine sadık olanların yaptık
ları öğütler de boşa gitti; ve düşmanı karşılamaya hiç ha
zırlık yapmadı. Bunun sonucunda, Sofu Halil ve Arab
Şah Bey komutasındaki düşman ansızın çıkarak İzzeddin
Şer’in başına dikildi ve iki komutan kendisini hemen öl
dürdüler. Böylece Hakkari Vilayeti bir tek defa olmak
üzere bu hükümdarların elinden yabancıların eline geçti.
Bundan sonra burayı Türkmenler yönettiler; düzen ve
asayiş işlerini de Dınbılî aşiretine verdiler; bu aşiret, uzun
zaman Hakkari’yi, Akkoyunlular adına elinde tuttu.
Öte yandan, bu vilayetin, «Asurlular»^’ diye ta
nınan Hıristiyan reayasından bir topluluk, çalışmak ve
kazanç elde etmek için, adet olduğu üzere Mısır’a ve
Şam’a gitmişti. Orada, Esededdin Zerînçeng’in sahip ol
duğu gücü ve yüce şanı bizzat görmek fırsatını buldular.
Bunun üzerine, bu şahsın Hakkari yönetimine layık oldu
ğu kararına vardılar ve dediler ki: «Kendisini Hakkari’
ye götürüp, oraya Hükümdar tayin etmek konusunda
vardığımız görüşü kabul etmeye ikna etmeliyiz.» Bu gö
rüşünü Esededdin’e arzettiklerinde, kabul etti ve plan
üzerine kendileriyle mutabık kaldı. Sonra onlarla birlikte
gizlice, kendisine miras kalmış olan Hakkari Vilayeti’ne
gitti; bir süre bu Asuri aşiretleri arasında gizli kalarak
elverişli fırsatı bekledi.
Bu yörenin Hıristiyanlarının
geleneklerinden biri
de, özel işlerini tatil ettikleri cumartesi günü yiyecek, odun ve diğer gereç ve besin maddelerini Diz Kalesi’ne ta
şımaktı. Mübarek cumartesi günlerinden birinde, aşiretin
yiğitlerinden bir grupla birlikte, Esededdin’e Hıristiyan
elbisesi ve kıyafeti giydirdiler. Silahlarını ve teçhizatları
nı saman ve odun yükleri içinde sakladılar ve her zaman
ki gibi hep birlikte kaleye girdiler. İçeri girer girmez he
men yükleri attılar, silahlarını aldılar ve kale muhafızla
rına karşı kesici kılıçlarla aniden yıldırım gibi saldırdı
lar; öyle ki onlara hiç savunma ve direnme fırsatı verme
diler. Muhafızlar, bu Dınbılîlerin bir kısmının öldürülme
si, bir kısmının yaralanması ve kendinden geçmiş olarak
yere düşmesiyle darmadağın oldular. Asurlular böylece
kalenin içini düşmanların pisliğinden temizlediler; ve onu,
seher vakitlerinde tövbe edenlerin yaptıkları kutsal ma-
betler, zaviyeler ve halvet yerleri gibi tertemiz, duru bir
hale getirdiler. Uzak yakın, herkese, «hey göz sahipleri,
ibret alınız! »y40) çağrısını duyurdular ve Diz Kalesi üze
rinde yeniden Abbasiler’in(141) bayrağını dalgalandırdılar.
Bundan sonra Esededdin günden güne ülkeyi bütün düş
manlardan temizlemeye başladı. Sonunda, eskiden giy
mekte olduğu askeri elbiseyi Abbasi kıyafetiyle değiştir
di. Zamanın gidişinin dili, bu ilginç hikayeye uygun dü
şen şu iki beyti söyledi:
«Kilisenin Şenıması(142) cumartesi günü,
«Abbasilerin köyleri arasına kurdu çadırım
«Kırdı düşmanlarını ve dağıttı topluluklarını
«Sonra gönül rahatlığıyla serdi yaşama yaygısını»
Hakkari Devleti’nin ikinci defa kuruluşunun başlan
gıcı, yukarıda da geçtiği gibi, «şenbe»(143) günü olduğu
için ve bu sözcük bu kavim diyeleğinde «şenbû» şeklin
de telaffuz edildiği için, hükümdarları da «Şenbû» adıyla
tanındılar. Esededdin uzun zaman ülkeyi yönettikten ve
Hakkari aşiretinin işlerini tam olarak düzene koyduktan
sonra kaçınılmaz kadere yakalandı ve beka diyarına in
tikal etti. Şairin dediği gibi;
«Hangi ikbal ağacıdır ki felek çarkıyla burun bu
runa gelip de
«Sonunda ecel kasırgasmca kökünden sökülmemiş
olsun?»
(140) T ırn a k la r ara sın d ak i sözler b ir a y e tin
parçasıdır.
(M.E.B.)
(141) Bölüm ün başında bu h ü k ü m d a rların A bbasi halifeleri
soyundan geldiklerini yazdığı için b u ra d a d a onları
A bbasi g ö ste rm iştir. (M.E.B.)
(142) ıŞemmas H ıristiy a n lık ta din ad am ların ın b ir rütbesi,.
«Jir (M .E.B.)
(143) K ü rtçe olan «şenbe» C um artesi dem ektir, «şenbû» ve
«Şemî» de denir. (M.E.B.)
Melik izzeddin Şer bin Esededdin Zerînçeng:
Bu Bey, babasının ölümünden sonra onun yerine
geçti ve beylik görevini, büyük bir yetenekle yerine ge
tirdi; sonra öldü, Allah rahmet etsin.
Zahid Bey bin İzzeddin Şer:
Babasının ölümünden sonra bağımsız olarak beylik
görevini aldı ve devri 60 yıl kadar sürdü. Bu uzun süre
içinde akıllı ve doğru bir siyasetle ülkeyi yönetti; kendi
sine şefkat gösteren, onu rızasının ve güveninin kapsamı
içine alan ve miras kalmış olan eyalet için kendi adına
bir emirname çıkaran Şah Ismail-i Safevi’ye itaat etti.
Aralarındaki ilişkiler o kadar ilerlemişti ki, Şah kendisi
ne «amca» diye hitabederdi. Bu da, aralarındaki dostlu
ğun ve içten sevginin geliştiğini, en yüce mertebeye var
dığını kanıtlar, öm rünün sonunda ülkeyi iki oğlu Melek
Bey ve Seyyid Muhammed Bey arasında taksim ettik
ten sonra Allah’ın rahmetine kavuştu.
Melek Bey bin Zahid Bey:
Melek Bey babasının yerine Bay Kalesi’nde hüküm
darlığı eline aldı, iyi bir yönetim kurdu, ülkeyi adalet ve
insafla yönetti. Yedi tane yıldız gibi oğlu vardı: Zeynel
Bey, Bayındır Bey, Budak Bey, Bayezid Bey, Hüseyin
Bey, Bahaddin Bey ve Rüstem Bey... Bunlardan Rüstem
Bey, babası zamanında Kevvaş (Kevaş) Nahiyesi yönetimi
ile Extimar (Ahtimar) kalesi muhafızlığını yaptı. Kewaş
Nahiyesi doeaylarında kendisi ile Rozkan aşireti arasın
da çıkan bir çarpışma sırasında öldü. Zeynel Bey ise,
aşiret ileri gelenlerinden bir topluluk ve Bay Kalesi’nin
Dizdarı(144) Mahmud Ağa Sılbî ile ittifak kurarak babasına
karşı başkaldırdı ve kaleyi kendisi için istila etmeye mu
vaffak oldu, iki taraf arasında savaş ve mücadele devam
etti. Sonunda babasını yakalamayı başardı; kendisini ön
ce öldürmek istediyse de, sonradan onu öldürmekten vaz
geçmeye ve gözlerini körletmekle yetinmeye karar verdi.
Fakat Melek Bey’in öteki oğlu Hüseyin Bey, meselede
aracılık yaptı ve babasını bu kanlı vartadan kurtardı. Ka
çarak Westan Hükümdarı bulunan kardeşi Seyyid Muham
med Bey’e iltica eden Melek Bey, orada da karar kılama
dı ve Bedlis’e göçederek oranın Hükümdarı Şeref Bey’e
sığındı. Şeref Bey kendisine misafirperverlik gösterdi vc
günler boyunca onu büyük ilgiyle ağırladı.
ö te yandan, Melek Bey’in çocukları arasında en
akıllısı olan Zeynel Bey ise, amcası Seyyid Muhammed’den sonra tam bağımsız ve özgür olarak Hakkari Vilayeti’nin yönetimini eline aldı. Bunun durumunu daha son
ra anlatacağız. Melek Bey’in öteki çocuklarının durumla
rı ise şöyle özetlenebilir:
Oğlu Bayındır Bey kaçarak Şah Tahmasp’m Sara
yına, sığındı. Fakat orada umduğu ilgiyi bulamadı. Son
ra Van’a döndü ve orada öldü; üç erkek çocuğu bıraktı:
Zahid Bey, Muhammed Bey ve Hacı Bey... Oğlu Bu
dak Bey ise hac yolunda öldü ve iki çocuk bıraktı: Mîr
Aziz ve Sultan Hüseyin... Oğlu Bayezid Bey ise Diyar bekir yöneticileri arasına girdi ve Serdar Mustafa Paşa’ya, Şirvan seferinde eşlik etti. Çıldır çarpışmasında Kızılbaşlarm eline esir düştü. Kendisini Kazvin’e götürdü
ler. Orada Şah Sultan Muhammed Bey’in gözüne ilişti;
Şah onu yeğeni Zahid Bey’e teslim etti; o da kendisini ö l
dürdü. Oğlu Hüseyin Bey ise zaman zaman Elbak yö
netiminde bulunurdu; İsmail adında bir tek çocuk bıra
karak öldü. Diğer oğlu Bahaddin Bey’in durumu ise, Al
lah izin verirse Zeynel Bey’le birlikte anlatılacaktır.
Seyyid Muhammed Bey bin Zahid Bey:
Pmyanış aşiretinin desteği sayesinde kardeşinin oğ
lu Zeynel Bey’le çatışmaya girişti; sonunda Zeynel Bey’i
yenilgiye uğratarak Hakkari Vilayeti’nden çıkardı; miras
kalmış olan vilayetin tümüne egemenliğini yaydı. Bu du
rum karşısında Zeynel Bey de, tek çare olarak İmadiye
Hükümdarı Sultan Hüseyin Bey’e sığındı. Bu da kendi
sinin, Sultan Süleyman Han’ın Sarayına başvurmasına
yardım etti. Orada Vezir Rüstem Bey(145) kendisini sevgi
ve şefkatle karşılayarak şöyle dedi:
«Sen, amca oğullarının zulmünden vatanını terk edip
Azerbaycan’a gitmiş olduğun ve Şah Tahmasp’a iltica et
tiğin için, kuşkusuz, burada bağırlar sana karşı öfkeyle
dolmuştu. Şimdi ise aileni ve seni tutanları İran’dan geri
alıp Osmanlı ülkesine getirmek için buraya geldiğinden,
Padişah’m rızası seni kapsamı içine alır; sana yeniden gü
venir ve Hakkari Hükümeti’nin sana verilmesi konusun
da Sultanlık emirnamesi çıkar.»
Zeynel Bey bu haberi sevinçle karşıladı ve ailesini,
adamlarını İran’dan çağırmak için vilayetine dönmek
üzere Asitane’den ayrıldı. Yolunun üzerinde bulunan
Boxtî(146) Vilayeti’ndert geçip yoluna devam ederken, Ce
zire Hükümdarı Bedir Bey’in eline, Zeynel Bey’e saldır
makla içini rahatlatmak fırsatı geçti; çünkü kendisi ile
Seyyid Muhammed Bey arasında dostluk ve sevgi vardı;
ayrıca Hakkari aşiretine karşı eskiden beri kin beslemek
teydi. Bunun sonucu olarak Bohtan yiğitlerinden birkaç
kişiyi tam olarak silahlandırdı ve Zeynel Bey’i öldürme
leri için yolunu kesmeye gönderdi. Bunlar da görevi yeri
ne getirdiler. İki taraf arasında yapılan kanlı bir çarpış
madan sonra Bohtanlılar Zeynel Bey’i ve arkadaşlarını
öldürmeye muvaffak oldular ve öldürülenlerin başlarını
kestiler. Yalnız Zeynel Bey’in başını, kendisine karşı say
gılı davranmış olmak için kesmediler. Kesik başlar Bedir
(145) Y anlışlıkla «Bey» yazılm ış olabilir; doğrusu «Paşa»_
dır. (M.E.B.)
(146) B ohtan. (M.E.B.)
Bey’e sunulup da Zeynel Bey’in başını bulamayınca işin
içyüzünü sordu. Dediler ki: «Biz kendisini, cansız yere
düşüp hareket edemez duruma gelinceye kadar oklarla
ve kılıçlarla vurduk; fakat büyüklüğüne saygı duyduğu
muz için başını kesip gövdesinden ayırmadık.»
Bu haber Cezire şehrinde yayılıp Bedir Bey’in eşi
nin kulağına da gidince, Zeynel Bey’in cesedinin şehre
getirilmesi ve şeriat sünneti gereğince törenle gömülmesi
için kendisine izin verilmesini kocasından rica etti. Bedir
Bey buna rıza gösterdi. Hatun da yakın adamlarından bir
kaçını cesedi getirmeye gönderdi. Gönderilenler, öldürü
lenlerin cansız düştükleri yere koştular. Arama sırasında
baktılar ki Zeynel Bey’de hayattan bir ramak kalmış;
hemen kendisini alıp yarı-ölü yan-diri olarak şehre getir
diler. Hatun’a da, Zeynel Bey’de hayattan bir ramak kal
dığı haberi iletildi. Derhal cerrahları, hekimleri ve ilaç
ları gönderdi; tedavisinin de kendi hesabına yapılmasını
istedi. Bunu, Bedir Bey’in, Zeynel Bey’i nihai olarak
yoketmek konusunda ısrar etmesine ve diretmesine rağ
men yaptı. Bu alicenap hanımın öğütleri ve katı kalbli
kocasının önünde durması, kocasının katı bağrında alev
lenen öfke ateşini söndürdü ve bu talihsiz Bey’in yarala
rına merhem oldu. Nihayet Zeynel Bey’e Allah çabucak
şifa verdi ve o hanımın emriyle izzet ve ikram içinde vi
layetine gitti; sağlam, neşeli ve tam sağlıklı olarak da
oraya vardı. Kendisinin ve çocuklarının durumları detaylı
olarak biraz sonra anlatılacaktır.
Hakkari Eyaleti’nde duruma tam hakim olmuş olan
Seyyid Muhammed Bey’e gelince; Van Beylerbeyi İsken
der Paşa kendisine öfkelendi ve Asitane nezdinde teşeb
büse geçerek, Hakkari Eyaleti’nin Zeynel Bey’e verildiği
ve Seyyid Muhammed Bey’i öldürebilecek bir yol buldu
ğu takdirde öldürmesi için kendisine izin verildiği konu
sunda bir Padişahlık emirnamesi çıkarttı.
Bunun üzerine İskender Paşa Seyyid Muhammcd
Bey’e birisini göndererek kendisini Van Divanı’nda ha
zır bulunmaya çağırdı. Fakat Muhammed Bey, bu çağrı
daki gizli işleri anladı ve bunun için dikkatli davrandı.
Adı geçen paşayla karşılaşmaya, adamları ve askerlerin
den bir toplulukla birlikte gitti ve paşaya şu haberi gön
derdi: «Veba hastalığının yaygın olması yüzünden, şehre
girmem mümkün değildir; Paşa müsaade ve tenezzül eder
de görüşme için şehir dışında bir yer tayin ederse, bütün
öteki iyiliklerine bir iyilik daha eklemiş olacaktır.» Bu
nun üzerine İskender Paşa şehirden çıkmak ve tayin etti
ği yerde kendisini kabul etmek zorunda kaldı; amacını
da gerçekleştiremedi. Çünkü karşılaşmanın sona erme
sinden sonra Seyyid Muhammed hemen Westan’a dön
dü; İskender Paşa’nm kendisine karşı hazırladığı komp
lonun bittiği hayaline kapıldı; bunun için toplamış oldu
ğu topluluklarını geri çevirdi; durumdan müsterih oldu
ve o kalede bir süre kalmaya karar verdi. İskender Paşa
onun bu durumunu öğrenince Van’daki kölelerin reisi
ni0473 bir asker topluluğu ile birlikte üzerine yürümekle
görevlendirdi. Sonra Seyyid Muhammed’e şu haberi gön
derdi: «Kızılbaşlar tarafından sevindirici olmayan haber
ler geldi; senin Van Divanı’na çabuk gelmen şart ve ge
reklidir.» Aynı zamanda Van’daki kölelerin reisine de,
hangi şekilde olursa olsun, Muhammed Bey’i yakalaması
ve Van’a sevketmesi gerektiğini tenbih etti.
Kölelerin reisi Westan’a varıp emri Muhammed
Bey’e bildirince, Muhammed Bey çağrıya uymaktan kur
tulmak ve emrin yerine getirilmemesini sağlamak için çok
çalıştı; fakat başarı elde edemedi. Kendisini yenilgiye uğ
rattılar ve zorla, kuvvet kullanarak, alıp Van’a götürdü
(147) K elelerin reisinden kim i ve neyi k a s te ttiğ i an laşılam a
m a k tad ır. B ir ask eri rü tb ey i bu şekilde ifade etm iş
olabilir. (M.E.B.)
ler. İskender Paşa da kendisini hapishanenin derinlikleri
ne attı. Fakat oğlu Yakub Bey, yönetimi ele geçirmek
için vilayetine gitmeye muvaffak oldu. İskender Paşa,
kendisini kovalamak için, bütün bu fitneye sebep olmuş
olan Mahmudiyanlı Haşan Bey’le birlikte Van’daki köle
askerlerden bir grup gönderdi. Bunun üzerine Yakub Bey
de kendini Pınyanış aşiretinin kucağına atarak, Hakka
ri Hükümdarı olmak konusunda kendisini desteklemesi
için Bılilanlı Şah Kuli’den yardım istedi.
Fakat hayal kırıklığına uğradı. Çünkü Şah Kuli Bey
ve Mahmudiyanlı Haşan Bey, aralarında eski sevgi ve
akrabalık bulunduğu için, Seyyid Muhammed Bey ailesi
ni ortadan kaldırmak amacında ittifak ettiler. Şah Kuli
Bey, eski velinimetinin iyiliklerine nankörlük ederek oğ
lunu düşmanı Haşan Bey’e teslim etti ve ikisi birlikte onu
alıp Van’a götürdüler. İskender Paşa derhal Seyyid Mu
hammed Bey’i ve oğlu Yakub Bey’i öldürdü ve Hakkari
hükümdarlığını Zeynel Bey’e verdi.
Yakub Bey üç erkek çocuğu bıraktı: Ulame, Sultan
Ahmed ve Mirza. Bunlardan Ulame Bey gerçi Hakkari
yönetiminden bir pay alamadı, ama Sultan Murat Han’
ın güvenini kazanmasını bildi. Sultan kendisine Hoy yö
netimini verdi. Ulame Bey burayı bir sancak olarak uzun
zaman yönetti; sonra bu görevden azledilerek yüce Asitane’ye gitti. Sonunda kendisi ve oğlu Ömer büyük saltanat
merkezinde öldüler.
Zeynel Bey bin Melek Bey:
Yukarıda da geçtiği gibi, Zeynel Bey, bazen baba
sıyla düşmanlık eder ve onun emrine karşı gelirdi; bazen
de amcasıyla çatışırdı. Yukarıda anılan olaylar da başın
dan geçti. Şimdi de şunları anlatalım:
Zeynel Bey, Cezire Hükümdarı’nm eşinin kendisini o
kanlı vartadan kurtarması sayesinde Hakkari ülkesine var
dığından beri, İstanbul’a gitme hazırlıklarını yapmaktay
dı. Hareket ettiği sırada, üzerinde yıldırım etkisi yapan
bir haber aldı: Vezir-i Azam Rüstem Paşa şerefli göre
vinden azledilmişti. Bunun üzerine Zeynel Bey’i telaş al
dı, kendisine umutsuzluk hakim oldu ve İstanbul yolculu
ğundan vazgeçti. Fakat, Hakkari’ye dönmek yada başka
bir yöne doğru yolculuğa devam etmek arasında karar
sız kaldı. Sonunda İran’a kaçıp Şah Tahmasp’ın Sarayı
na sığınmaya karar verdi. Ne var ki Şah, Seyyid Muhammed’in hatırı için, kendisine fazla iltifat etmedi. Böylece
bir süre başıboş kaldı. Sonra, sadrazamlık görevinin Sul
tan Süleyman tarafından yine Rüstem Paşa’ya verildiği
haberi gelince ve bu haber Kızılbaşlar ülkesinde yayılın
ca, Zeynel Bey, Sultan Süleyman’ın eşiğiyle şereflenmek
için Asitane diyarına gitti. Fakat Vezir Rüstem Paşa,
bu sefer kendisine gerektiği gibi iltifat etmedi. Sadece Ru
meli tarafındaki Bosna Vilayeti’nde kendisine, gelirinden
geçiminin sağlanması için bir zeamet ayırmakla yetindi
ve onu fiilen o tarafa gönderdi. Durum bir süre bu şe
kilde devam etti.
Bu arada, Van’ın fethinden sonra, Hakkari Hüküm
darı Seyyid Muhammed Bey’in, Sultan’ın şehzadesi Mus
tafa ile Şah Tahmasp arasında aracılık yaptığı ve Şehzade’nin Iran’lılara iltica etmesinde kendisiyle birlik olduğu
suçlamasıyla İskender Paşa tarafından öldürülmesi ve
Rüstem Paşa’nm sadrazamlık görevinden azledilmesi gi
bi birtakım olaylar ve sorunlar çıktı. İskender Paşa bu
olayların yarattığı fırsattan yararlanarak, Hakkari yöneti
minin kendisine verilmesi için Zeynel Bey’in durumunu
Sultan Süleyman’ın eşiğine arzetti.
Başlangıçta kendisini Rumeli Vilayeti’nden Van’a
getirmeyi başardı. Oradan kendisini, yağma, saldırı yap
ma ve nabız yoklama amacıyla, bir kuvvetin başına ge
çirerek İran sınırına gönderdi. Zeynel Bey Selmas yöre-
lerine varınca, kardeşi Bayındır Bey’iri de aynı amaçla
Kızılbaşlar tarafından oraya gönderildiğini gördü. İki
kardeş şiddetli bir çarpışmaya giriştiler. Sonunda Bayın
dır Bey yenilgiye uğradı ve Zeynel Bey, yenilen kardeşi
nin arkadaşlarından aldığı birkaç esirle birlikte Van’da
bulunan İskender Paşa’nm yanma geldi. Bu başarı, Zey
nel Bey’in şamnın yücelmesini sağladı. Bunun üzerine İs
kender Paşa, Zeynel Bey’in Osmanlı Devleti’ne olan bağlı
lığı ve sadakati, Hakkari hükümdarlığının kendisine ve
rilmesi dileği ve Hakkari’nin şimdiki Hükümdarı Seyyid
Muhammed Bey’in öldürülmesi gerektiği konusunda bir
rapor verdi. Bütün bunların yapılmasını isteyen bir Pa
dişahlık emirnamesi çıktı.
Böylece Zeynel Bey Hakkari Hükümeti’nin bağım
sız hükümdarı oldu. Hükümdarlığı da 40 yıl kadar sür
dü. Yalnız bu süre içinde bazen bu Hükümet, Zeynel
Bey’in kardeşi Bahaddin Bey’e verildi; fakat sonunda
Bahaddin Bey, Zeynel Bey ve oğlu Şeydi Han Bey taıafmdan öldürüldü. Böylece Zeynel Bey, kendisiyle çatışa
cak yada kendisine engel olacak hiç kimse kalmaksızın
tek başına yönetime hakim oldu.
Dört erkek çocuğu vardı: Zahid Bey, Şeydi Han
Bey, Zekeriya Bey ve İbrahim Bey. Bunlardan Zahid
Bey bazen babasına karşı başkaldırırdı. Sonunda baba
sının yerine Bosna Vilayeti’ne gönderildi. Gerçi Zeynel
Bey, sonunda kendi isteği ve iradesiyle oğlu Şeydi Han
Bey lehine yönetimden feragat etti ve büyük HalifeliktM,)
yöneticilerinden Şeydi Han Bey adına eyalet beratı çıkarttıysa da; Şeydi Han Bey gençliğinin baharında ve
ömrünün ilk döneminde ebediyet diyarına göçetti; atın
dan düşüp öldü. Bunun üzerine Zeynel Bey, eyalet bera
tım öteki oğlu Zekeriya Bey’in adına çevirmek ve El-
bak Nahiyesi’ni de sancak haline getirtip oğlu İbrahim
Bey’e vermek zorunda kaldı.
993(1585) yılında, Sultan Murad Han, Vezir-i Azam Osman Paşa’ya(149) Azerbaycan’ı fethetmesi için emir
verince; Zeynel Bey’e de, Kızılbaşların ülkesine saldırı
lar düzenlemeye ve burada yağma, talan yapmaya başla
ması için bir emr-i hümayun(I50) çıktı. Bu sırada Şah Sul
tan Muhammed, oğlu Hamza Mirza ile birlikte Tebriz’
de karargah kurmuştu. Zeynel Bey’in Iran ülkesine sal
dırdığı ve Merend bölgesine vardığı haberi gelince, Şah ve
Emîr(151), savunma ve direnme için Türkmen komutan ve
askerlerinden kurulu bir kuvvet gönderdiler, Zeynel Bey’
in askerleri Gerger, Zenuz ve Merend şehirlerine yaptığı
saldırılardan sağsalim, ganimet almış olarak, müsterih
ve gönül rahatlığı içinde dönerlerken; Zeynel Bey dc
yanındaki birkaç adamıyla birlikte Elki Ham’nın bir kö
şesine girip ikindi namazını kılmakta iken; evet, işte tam
bu sırada Türkmenler Zeynel Bey’e ve adamlarına sal
dırdılar. Taraflar arasında şiddetli ve uzun süren bir çar
pışma başladı. Sonunda Zeynel Bey ile çarpışmada ya
nında bulunan sayılı adamları şehit düştüler; oğlu İbra
him Bey de esir edildi. Merend ileri gelenleri ve halkı
Zeynel Bey’in cesedini kefenleyip oraya gömdüler. Teb
riz’in fethinden sonra ise ceset, merhumun bir medrese
yaptırmış olduğu Çolamerg’e(152) nakledilerek orada nihaî
olarak gömüldü.
Sultan Murad Han’ın Divanından, Hakkari Hükümeti’nin Zekeriye Bey’e verilmesini öngören ve yukarıda
da geçtiği gibi Zeynel Bey’in sağlığında çıkartmış olduğu
beratı teyit eden bir emirname daha çıkarıldı. Ayrıca Zekeriya Bey’i serbest bırakmaları için Kızılbaşlara büyük
(149) ö zdem iroğlu O sm an P aşa . (M.E.B.)
(150) P ad işah tık em ri. (M.E.B.)
(151) E m ird en m a k s a t Ş ah’ın oğludur. (M.E.B.)
bir fidye verdiler. Serbest bırakıldıktan sonra merkezine
döndü ve eskisi gibi Elbak yöresinde yönetimi eline aldı.
Zekeriya Bey bin Zeynel Bey:
Bu Emîrin yönetiminin üzerinden iki yıl geçtikten
sonra bazı bozguncu jurnalcılar, Van Eyaleti Valisi ve
Azerbaycan Vilayeti Muhafızı Vezir Cafer Paşa’ya gide
rek şöyle dediler: «Hakkari Eyaleti yönetimi, Mustafa’nın(IW) şeriatının kuralları ve Osmanlı gelenek ve kanun
larının teamülü gereğince, merhum Zeynel Bey’in büyük
oğlu Zahid Bey’den başka kimsenin hakkı değildir. Bu
önemli görevin kendisine verilmesi en uygun ve en sağ
lam iştir.«
Vezir de hemen meseleyi Osmanlı tahtına iletti. Sa
ray da, bu talep gereğince Hakkari Eyaleti yönetimini
Zahid Bey’e verdi. Bunun üzerine Zahid Bey, Vezir Ca
fer Paşa’nm işaretiyle, yönetimi teslim almak üzere he
men eyalete gitti. Ne var ki, halkın ve aşiretlerin çoğun
luğunun sevgisi ve eğilimi Zekeriya Bey’den yanaydı. Bu
nun için Zahid Bey’in emirlerine boyun eğmediler. Bu
durum savaşa ve mücadeleye yolaçtı. Sonunda Zahid
Bey oğluyla birlikte çarpışmada öldürüldü. Bu olayların
haberi Cafer Paşa’nın kulağına gidince, hemen Hakkari
Hükümeti’nin yönetimini Zahid Bey’in öteki oğlu Melek
Bey’e verdi; bu konuda yüce makam sahibi Sultan’dan
da yüce bir emirname aldırdı. Sonra Melek Bey’in yanı
na Van ve Tebriz askerlerinden büyük bir birlik verdi ve
kendisini vilayetini egemenliği altına almaya gönderdi.
Bu durum karşısında Zekeriya Bey’in, savunma ve
direnmenin başarıya ulaşması konusunda umudu kalma
dı. Bunun için eyaletten çıkmayı ve İmadiye Hükümdarı
Şeydi Han’a iltica etmeyi tercih etti. Şeydi Han da, iki
sinin, durumu olduğu gibi, yüce Halifelik Makamı’na,
arzetmelerini uygun gördü. Bunun üzerine Vezir-i Azam
Sinan Paşanın da desteği ve yardımı sayesinde Sultanın
Divam’ndan, Hakkari Eyaleti’nin, eski usul gereğince Os
manlI Divanı’na «hediye» olarak 100.000 fılori(,54) öde
mesi şartıyla, Zekeriya Bey’e verilmesi konusunda bir
emirname çıkarıldı. Zekeriya Bey de vilayetine gelip Me
lek Bey’i çıkardı. Melek Bey de yine İstanbul’a gidip
durumunu anlattı ve yönetimin yeniden kendisine veril
mesini istedi. Fakat kaçınılmaz eceli orada geldi ve ve
badan öldü.
1005(1597) yılı başlarında, Sultan’ın Sarayı nezdinde Zekeriya Bey’i temsil etmiş olan Fahreddin’in oydn ve
jurnallarıyla, Zekeriya Bey’in son derece sadık ve gü
venilir bir adamı olan Kethüda ve Vekili Ebu Bekir Ağa
zulüm ve zorbaca öldürüldü. Olayın detayı şöyledir:
Bılilanlı Şah Kuli’nin çocukları, yeğenleri Emîr Seyfeddin aracılığıyla Hoy Sancağı’nı birkaç şartla elde et
miş ve bu şekilde yönetmeye başlamışlardı. Bu yüzden
adı geçen Fahreddin, adı geçen sancağın, bunlara rağ
men, Zekeriya Bey’in kardeşinin oğlu Şeydi Han Bey’in
oğlu Haşan Bey’e verilmesi konusunda Sultan Mehmed
Han’ın«155' Divanından bir Sultanlık emirnamesi çıkarttı.
Bu durum, Zekeriya Bey ile Bılilanlı Şah Kuli’nin çocuk
ları arasında bulunan, ve son zamanlarda, Ebu Bekir Ağa
aracılığıyla yerini dostluk ve birliğe bırakmış olan eski
düşmanlığı yeniden körükledi. Böylece Hoy Hükümdar
lığı üzerindeki çatışma yüzünden, dostluk ve duruluğun
yerini anlaşmazlık ve düşmanlık aldı; iş, kılıçların çekil
mesine kadar vardı. İbrahim Bey bin Zekeriya Bey bir
kaç kez Hoy üzerine yürüdü ve burayı istila etmek iste
di; Emîr Seyfeddin de ona karşı şiddetli bir direniş gös
(154) O zam an k u llanılan b ir p a ra birim i olduğu an laşılı
yor; sözlük anlam ı «saf, tem iz» dir. (M .E.B.)
(155) M ehmed IIL (M .E.B.)
terdi; iki taraftan büyük bir halk topluluğu öldü. Buna
rağmen istenen amaç elde edilemedi. Evet, gerçi İbrahim
Bey, Zekeriya Bey aracılığıyla aşiret ve kabilelerin adam
larından birtakım yardımlar görüyordu; ama bunlar gö
rünüşten ibaret olan ve gerçek olmayan yardımlardı. Çün
kü Zekeriya Bey’in vekili Ebu Bekir Ağa fesat çıkarılma
sını istemiyordu ve saldırıların, öfkenin yerini daima
barış ve anlaşmanın almasına çalışıyordu. Bu yüzden de
bu alanda yeterli miktarda yardım edilmesi için destek
olmadı.
İşte bunun için adı geçen bozguncu Fahreddin, Ebu
Bekir Ağa’nın, Beylerbeyi Sinan Paşa’yı kutlamak için
birtakım hediyeler ve armağanlarla birlikte Westan (Vestan)dan Van’a gelişi fırsatından yararlanarak, Sinan Pa
şa nezdinde kurnazca bir hile ve zalim bir komploya gi
rişti.
Fahreddin, Paşanın hoyrat, açgözlü, ceberrut ve
kan dökücü bir adam olduğunu bildiği için Şeydi Han’
ın oğlu Haşan Bey’Ie anlaşarak, ikisi birlikte Ebu Bekir
Ağa’nm peşinden Van’a gittiler ve Zekeriya Bey’in ağ
zından şu anlamda birtakım yalan sözler söylediler: «Ebu
Bekir Ağa’nın bana tagallübü ve işleri kendi tekelinde
tutması, beni çok sıkmaktadır. Paşa kendisini herhangi
bir şekilde yakalar da ortadan kaldırırsa, ben de Paşa’nın
Hâzinesine hediye olarak üç kese altın takdim etmeye ha
zırım.»
Bunun üzerine, paraya göz diken Paşa, Ebu Be
kir Ağa’yı yakaladı ve derhal öldürdü.
Şimdi, yani 1005(1597) yılında, Zekeriya Bey, eski
den beri ailesinin devlet merkezi olan Çolamerg beldesin
de yönetimde bulunmaktadır. İbrahim Bey ise Elbak’ı yö
netmektedir. Yarayışlı çalışmalar ve güzel işler yapmaya
muvaffak olmaları temenni olunur.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
«Bahadinan» Adıyla Tanınmış Olan İmadiye
Hükümdarları Konusundadır
Garip haberlerin gül bahçelerinde ötenler ve ilginç
eserlerin bahçe köşklerinde söz söyleyenler0563, İmadiye
hükümdarlarının soyunun, -kendi iddialarına göre- Ab
basi halifelerine ulaştığını rivayet ederler. Olayları nak
leden bazı eski tarihçilerin sözlerine göre ise, bunların so
yu, Abbas denilen ve çağının ünlü ileri gelenlerinden biri
olan bir kişiye ulaşır. Bilgi Allah indindedir.
Rivayetler ne olursa olsun, onların «Abbasoğulları»
diye ün yapmış oldukları ve eskiden Şemdinan0573 vila
yetinde bulunmuş oldukları şüphe götürmez. Ataları İmadiye’ye gelmeden önce orada, Şemdinan Vilayeti’ne bağlı
Taron Kalesi’ni yönetirlerdi. Taron’dan İmadiye’ye ge
len adam ise Bahaddin diye tanınırdı. Bu yüzden İmadiye
hükümdarları, Kürdistan hükümdarları arasında «Baha
dinan» diye tanınmışlardır. En doğru rivayete göre, Bahaddin’in çocuklarının bu diyardaki yönetimi üzerinden,
halen 400 yıl kadar geçmiş bulunmaktadır.
Şimdiki İmadiye Kalesi, Musul ve Sencar Valisi
İmadeddin bin Aksungur Bey’in Selçuklular döneminde
yaptırmış olduğu yeni yapılardan kurulmuştur. Şehir ile
kale, büyük bir yuvarlak kaya üzerinde bulunmaktadır.
Kalenin bazı yerleri yerden 100 zira’, bir kısmı 50-60 ve
bir kısmı da 20 zira’ yüksekliktedir. Kalede iki derin ku
yu vardır ki, kalenin suyu bunlardan sağlanır; hamam,
medrese ve öteki imaretler de bunlardan su alırlar. Fakat
halk, içme suyunu şehir dışından ve hayvan sırtında ge
tirir. Bu Kürt diyarının kavminin kıyafet ve diyelekleri
kısmen Araplarınkiyle karışmıştır. Çünkü din kültürü ve
(156) T arihçileri, gül bahçelerinde öten bülbüllere benzet
m iştir. (M .E.B.)
(157) Şem seddlnan. (M.A.A.)
Arap bilimleri hakim durumdadır. Bunun sonucu olarak
birçok iyi, dindar, ibadete, kanaatkarlığa ve hayır işlerine
eğilimli kimseler çıkmıştır. Bu yüzden îmadiye hüküm
darları orada birçok medrese ve cami yaptırmışlardır;
bilginler ve fazilet sahipleri bunlarda imamlık yapmakta;
dini bilgiler öğretmekle ve inançla ilgili eğitimi tamam
lamakla hem yararlanılmakta, hem de yararlanmakta
dırlar.
tmadiye aişretlerinin en güçlüleri birinci olarak Mızurî, ikinci olarak da Zebarî (Zibari) gelmektedir; «Ze»
îmadiye vilayetindeki bir küçük ırmağm(158) adıdır. Bu
ikinci aşiret, o küçük ırmağın kıyısında oturduğu için
ona da «Zebarî» adı verilmiştir. Bu küçük ırmağın bir
arapça adı da vardır ki «Nehr EI-Cünun»dur(159) Hızlı ve
sert aktığı için bu adı almıştır. Imadiye’de «Radkan »(14J)
denilen bir diğer aşiret daha vardır. Bunun adı son za
manlarda Kürt’lerin ağzında değiştirilerek «Bırikanî»
(Bırivkanî) şeklini almıştır. Imadiye’nin öteki aşiretleri ise
Perverî, Mahal, Siyabruyî, Tılî ve Behliî aşiretleridir.
«Behl» bu kavmin diyeleğinde «vadi» adıdır.
İmadiye’nin ünlü kalelerinden biri Akra Kalesi’dir.
Akra’da bir de şehir vardır ve burada Müslümanlardan
ve Yahudilerden 1.100 aile oturmaktadır. Ayrıca, îmadi
ye hükümdarlarının şehzadeleri ve amcaoğullarmın yö
nettikleri Dıhok ve Der (Dir) kaleleri, Radkan aşireti
nin oturduğu Beşrî kalesi ve Zebarî aşiretinin oturduğu
Qelade (Kalade), Şûş, Umranî ve Baziran kaleleri de
vardır.
Imadiye’ye bağlı yerler ve nahiyeler arasında Zaxo
(Zaho) Nahiyesi de vardır. Burada oturanlar iki özel aşi
(158) Zap ırm ağı. (M.E.B.)
(159) «Delilik ırm ağı» dem ektir. (M .E.B.)
(160) İk i y azm a nüsh ad a «Radkan» yerine «Zıngar» yazılı
dır. (M. A. A .)
retten; Smdî ve Sılemanî (Sılivani) aşiretlerinden meyda
na gelmişlerdir. Halk arasında bu nahiye için «Sındiyan»
adı da yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Kürdistan’ın
bilgin ve fazilet sahiplerinin çoğu buradan çıkmıştır. Bu
rası eskiden beri özel bir durumu olan ve yönetimi irsi
olan bir kesimdi. Burayı, îmadiye hükümdarlarına boyun
eğmeyen bağımsız hükümdarlar yönetirlerdi. Bunlar za
yıflayınca Îmadiye hükümdarları burayı da egemenlikleri
altına aldılar. Zaxo hükümdarlarının çocuklarından, ha
len Cezire hükümdarlarının hizmetinde bulunan Yusuf
Bey adında bir adam yaşamaktadır.
İmadiye’de Bahaddin’in soyundan yönetime geçmiş
olan hükümdarların bir kısmının durumu bilinmemekte
dir. Durumu özet olarak bilinenleri de, Allah’ın yardımıy
la sırayla anlatacağız:
Emîr Zeyncddin:
Bu Emîr, ünlü fatih Emîr Timur Gurgan’ın fetihleri
ve saltanatı sırasında ve doğru yolda olan oğlu Şahruh
Sultan zamanında, Imadiye’de izzet ve ikballe, gönül ra
hatlığıyla hüküm sürmekteydi. Dostlarına karşı yumuşak,
düşmanlarına karşı da sert olan bu Emîr ölünce, yerine
mutlu oğlu Emîr Seyfeddin geçti.
Emîr Şeyfeddin:
Babasının yerine geçtikten sonra vatandaşlara ve
herkesin üzerine merhamet, adalet ve iyilik kanatları ger
di. Kaçınılmaz ecel gelince Huld Cennetine göçetti ve
varlık safhasında iki çocuk bıraktı: Haşan ve Bayrık.
Haşan:
Babasının en büyük oğluydu ve babasımn yerine
geçti. Onun zamanında, Akkoyunlular’dan Bijenoğlu Sü
leyman Bey Îmadiye Vilayeti üzerine yürüyerek istila et
mek istedi. Süleyman Bey Akra ve Şûş kalelerini almaya
muvaffak olduysa da, İmadiye Kalesi’ni istila etmek uğ
runda harcadığı güçlü çabalara rağmen burayı almaktan
aciz kaldı; sonunda bırakıp gitmek zorunda kaldı.
Akkoyunlu sultanlarının günleri geçtikten ve yerle
rini Safeviler aldıktan sonra, Emir Haşan hemen Şah tsmail-i Safevi’nin Sarayına gitti. Şah İsmail kendisini şef
katinin kapsamı içine aldı ve kendisine güvendi. Bunun
sonucu olarak, Dıhok Kalesi’ni Tasni (Dasnî) aşiretinin
elinden kurtarması ve miras kalmış vilayetine katması
için kendisine yardım etti. Ayrıca Sind Nahiyesi’ni de,
bağımsız bir Hükümdarı olan Sindiyan aşiretinin elinden
alarak îmadiye Vilayeti’ne kattı. Sonra arkasında yedi
erkek çocuğu bırakarak Allah’ın rahmetine kavuştu. Ço
cukları Sultan Hüseyin, Şeydi Kasım, Murad Han, Sü
leyman, Pir Budak, Mirza Muhammed ve Han Ahmed’di.
Babasının yerine, en büyük ve en yaşlı oğlu Sultan
Hüseyin Bey geçti ki, bunun ve çocuklarının durumunu
yakında anlatacağız. Şeydi Kasım ise Ali Han denilen bir
çocuk bıraktı. Murad Han erkek çocuğu bırakmadan
Kubad Bey Olayı’nda öldürüldü. Mirza Muhammed Sul
tan Mahmud adında bir çocuk bıraktı. Han Ahmed ise
Şah Yusuf denilen bir çocuk bıraktı. Bayrık Bey bin Seyfeddin’e gelince deli bir oğlu vardı ki, bundan sonra ge
lecek olaylarda anlatılacağı gibi Kubad Bey’in öldürül
mesi olayına sebep oldu.
Sultan Hüseyin:
Abbasi ailesinin(161) bir özü olan ve İmadiye hüküm
darlarının adamlarının bir seçmesi olan Sultan Hüseyin
Bey, Sultan Selim Han’m(,62) çıkarttığı bir emirname ge
(161) Bu h ü k ü m d a rların A bbasilerin soyundan olduklarını
bölüm ün b aşların d a yazdığı için b u ra d a d a A bbasi a i
lesi dem iştir. (M .E.B.)
(162) Selim I. (M .E.B.)
reğince babasının yaptığı vasiyetle beylik tahtına çıktı.
Büyük ölçüde bilgin ve zekiydi. Bilginleri ve fazilet sahip
lerini sarayına yakınlaştırır; onlara karşı ilgi ve güven
besler; askerler ve vatandaşlar arasında, zengin fakir ve
büyük küçük farkı gözetmeksizin adalet ve insafı doğru
bir ölçüyle dağıtırdı. Bu durum, bunların gönül rızasıyla
ve teşekkürle yönetiminin eteklerine sarılmasını sağla
mıştı. Aynı zamanda kendini Osmanlı Sarayı’na sevdirir
ve Sultan Hazretlerini memnun etmek, onun güvenini ka
zanmak uğrunda birçok açık hizmetlerde bulunurdu ki,
bundan fazlası olamazdı.
Bu sayede benzerleri ve emsalleri arasında imtiyaz
lı ve imrenilecek bir duruma gelmişti. O kadar ki, Kürdistan hükümdarları ve beyleri arasında ilk ve son baş
vurulacak adam olarak kabul edilmişti. Bunlar, Kürdistan’ı ilgilendiren meselelerde ve olaylarda yalnız onun
emrini dinlerler; yalnız onun öğütlerine ve danışmasına
uyarlardı. O da bu mesele ve olayları büyük bir cesaret
ve bağlılıkla Sultan Süleyman’ın yüce tahtına iletirdi.
Onun istekleri devlet adamları tarafından hiçbir zaman
reddedilmezdi. îmadiye Vilayeti’ni, ona bağlı olan ve il
hak edilen yerleri tam 30 yıl yönetti. Nihayet kendi ece
liyle dokuzyüz...(163) yılının aylarından birinde Allah’ın
rahmetine kavuştu ve varlık safhasında beş erkek çocuğu
bıraktı: Kubad Bey, Bayram Bey, Rüstem Bey, Han İs
mail ve Sultan Ebu Said.
Kubad Bey bin Sultan Hüseyin Bey:
Babasının ölümünden sonra, Sultan Selim Han’ın
bir emirnamesiyle İmadiye’de yönetimi eline aldı. Ne
var ki, kendisi derviş, kanaatkar geçinen, ince bir karak
(163) B ütiln n ü sh a la rd a b u rası böyle b o ştu r; anlaşıldığın a
g öre k ırk d ö rt y a d a ondan sonradır. B unun k an ıtı,
oğlu K ubad B ey’ln kendisinden
hem en sonra, 973
(1566) yılında ta h ta çıkan S u ltan Selim n . ’nin em irna
m esiyle yönetim e geçm iş olm asıdır. (M.A.A.)
tere, hassas bir mizaca ve merhametli bir kalbe sahipti;
beş vakitte ibadete düşkün ve gece gündüz avlanmaya
meraklıydı. Yönetim işlerinden ve diğer dünya işlerinden
habersizdi; bu işlerin inceliklerini ve gizli yönlerini bil
mezdi. Bunun için, bazen küçük bir suç işlenmesinden
intikam alır ve bu suçu işleyene en şiddetli cezayı verir
di; bazen de en büyük suçu işleyene karşı müsamahalı
davranır ve hakkında af çıkarırdı. Bu durum, aşiretlerin
ve kabilelerin kendisinden nefret etmelerine ve kopma
larına yolaçtı. Bu yüzden kardeşi Bayram Bey’e biat et
mek eğilimini gösterdiler. Oysa Bayram Bey’in, kardeşi
Kubad Bey’e karşı direnecek gücü yoktu. Bu yüzden
İran’a kaçarak Kazvin’deki Şah İsmail Il.’nin Sarayma
iltica etti; orada Şalı İsmail’den büyük vaatler aldı.
ö te yandan o ülkenin en güçlü aşiretlerinden biri
olan Mızurî aşireti de Kubad Bey’e karşı ayaklandı ve
kendisini hükümdarlıktan uzaklaştırdı; yerine de, amca
oğullarından Süleyman bin Bayrık bin Seyfeddin’i kendi
lerine yönetici tayin ettiler. Hakkari Hükümdarı Zeynel
Bey de Kubad Bey’e karşı öfkeli ve kindar olduğu için,
İran’da bulunan Bayram Bey’e bir elçi göndererek ken
disini Şah Sultan Muhammed’in hapishanesinden serbest
bırakmaya ve yanma getirtmeye çalıştı. Kubad Bey bu
davranıştan ötürü ürktü; kuşkulara kapıldı ve işin sonu
cundan korktu. Bu yüzden hükümdarlık işlerini bıraka
rak*™ Musul ve Sencar yönlerine doğru kaçtı. Bayram
Bey ise Hükümeti ele geçirmek için İmadiye’ye hareket
etti. Ünlü Serdar Ferhad Paşa, işin içyüzünü öğrenince
Zaxo Nahiyesi’ni sancak haline getirerek Bayram Bey’c
verdi.
Bu sırada Kubad Bey de, korkusundan Musul’u terkederek İstanbul’a geçmek amacıyla Amed’e gitti. Oraya
(164) B iraz y u k a rıd a h alk ta ra fın d a n uzaklaştırıld ığ ın ı y az
m ıştı. (M .E.B.)
varır varmaz Vezir-i Azam Siyavuş Paşa ile ilişki kurdu.
Siyavuş Paşa da, İmadiye yönetiminin yenilenerek kendi
sine verilmesi konusunda ona destek oldu. Kubad Bey
bunu elde ederek vilayetine döndü. Dıhok Kalesi’ne ula
şır ulaşmaz, İmadiye’ye varmadan önce, bozguncular
dan ve karışıklık çıkaranlardan kurtulmak amacıyla, Dıhok’ta bir süre kalıp, kendisine karşı ayaklanmış olan aşi
ret adamları hakkında tedbir almayı ve onları ortadan
kaldırmayı düşündü.
Fakat adı geçen Süleyman Bey Bayrık ile yanında
bulunan Mızurî Mîr Melek, vilayetin her tarafından
ayak takımlarından ve türedilerden bir topluluk yığdılar
ve bunlarla Kubad Bey’in üzerine yürüyerek Dıhok Kalesi’ni her yandan sardılar. O sırada, kaledeki halktan,
kendilerinden yana olanlarla ilişki kurmaya muvaffak ol
dular; onlar da kendilerine kale kapılarını açmayı kolay
laştırdılar. Böylece kolaylıkla kaleye girdiler ve Kubad
Bey’i, yanında bulunan oğullarından birini ve kendisiyle
birlikte bulunan bazı adamlarını yakalayarak hepsini öl
dürdüler. Sonra da mallarını ve mülklerini talan ve yağma
ettiler. Bu olayların haberi Zaxo (Zaho)da bulunan Bay
ram Bey’in kulağına gidince orayı terkederek doğru aşi
retlerin ve kabilelerin yanına gitti. Süleyman Bey ve Mır
Melek de hemen kendisini İmadiye Hükümeti’nin başına
getirdiler. Bayram Bey, aşiret topluluklarının çevresinden
dağılmamalarının daha doğru ve daha yararlı olacağını
düşündü; bu yüzden de isteyerek yada istemeyerek hü
kümdarlık görevini kabul etti.
Kubad Bey’in iki oğlu Şeydi Han Bey ile Sultan Ebu
Said ise, ağlayarak, sızlayarak Sultan Murad Han’ın Sa
rayına hareket ettiler. Fakat küçük büyük, zengin fakir,
Müslüman Hıristiyan, asker vatandaş, İmadiye’nin nüfu
sunun çoğunluğu Bayram Bey’den yanaydı. Böyleee öz
lemleri gerçekleşmiş ve amaçları elde edilmiş oldu. Bu
yüzden birbirlerini kutlamaya, sevinç ve şenlikler dü
zenlemeye, sadaka ve adaklar dağıtmaya başladılar ve
Kubad Bey’in yönetiminin düşmesini büyük bir başarı
saydılar.
Bayram Bay bin Sultan Hüseyin Bey:
Yukarıda da geçtiği gibi, Beyram Bey, kardeşi Kubad’ın korkusundan Şah İsmail Il.’nin egemenlik alanına
iltica etmiş; orada sevgi ve saygı görmüştü. Ne var ki,
Şah İsmail ölünce ve yerine Şah Sultan Muhammed ge
çince, Bayram Bey, daha önce Saray’dan gördüğü iltifat
ve sevgiyi göremez oldu; tersine kendisini güçsüz gördü
ler ve Alamuft kalesine hapsettiler. Hakkari Hükümdarı
Zeynel Bey bu durumu öğrenince kurtarılması için çalış
tı ve bu konuda Tebriz Valisi Emir Han’la görüşme yap
tı. Bayram Bey’in Alamut’taki hapishaneden serbest bı
rakılması, ve Zeynel Bey’e teslim edilmesi karşılığında
«hediye» olarak Şah Sultan Muhammed’e ve Emir Han’a
5.000 fılori verilmesi esası üzerine aralarında antlaşma
oldu. Zeynel Bey, antlaşma gereğince Emir Han’ın
adamlarına bu miktarı ödedi. Bunun üzerine Bayram
Bey’i Zeynel Bey’e teslim ettiler. Bayram Bey, yukarıda
anlatılan olaylardan sonra, Îmadiye Hükümeti’nin başı
na geçti ve duruma hakim oldu. Halka ve aşiretlere son
derece adaletli, insaflı ve kararlı bir yönetim uyguladı.
Bu olayların, özellikle Bayram Bey’in, halkın ve asker
lerin güvenine sahip olduğu, onları memnun kıldığı habe
ri, Vezir-i Azam ve İran Cephesi Başkomutanı Osman
Paşa’nın kulaklarına gidince sevindi ve Kastamonu’daki
karargahından, Bayram Bey adına Îmadiye Eyaleti’nin
beratım gönderdi.
Bu sırada Kubad Bey’in oğlu Şeydi Han Bey, Sul
tan Murad Han’ın eşiğine vardı ve kendisine, babasının
öldürülmesiyle sonuçlanan olayların gerçek yüzünü, aşi
retlerin başkaldırması ve halkın ayaklanması, Bayram
Bey’i hükümetin başına getirmeleri konularını arzetti.
Sultan da derhal kendisini sevgisinin kapsamı içine aldı;
İmadiye Eyaleti’nin kendisine verilmesi konusunda bir
emirname gönderdi; Bayram Bey hakkında da soruştur
ma açılması ve İmadiye’de karışıklıklar çıkaranların, ayaklananların ortadan kaldırılması için de Serdar Ferhaıl
Paşa’ya sert emirler yolladı. Serdar da bu emri uygula
mak için çalışmalara başladı, tik iş olarak Hasankeyf
Sancağı’nı Zaxo Hükümeti’ne ilhak etti ve burayı, İmadiye Hükümeti’nin kendisine verilmesi için elverişli fır
sat doğuncaya kadar, geçici olarak Bayram Bey’e verdi.
Ferhad Paşa’nın bundan kastı ise, Bayram Bey’i kendine
çekmek ve yakalamaktı. Bunun için kendisine bir haber
göndererek şöyle dedi: «Sultan’m emirnamesi gereğince,
şimdi, senin İmadiye Hükümeti’ni Şeydi Han Bey’e terketmen, Zaxo ve Hasankeyf Sancağı yönetimini alman,
ayrıca bu yıl, Gürcistan Savaşı’nda muzaffer Osmanlı or
dusunun yanında bulunmak ve bÖylece Padişah’m ve dev
letin hizmetine katkıda bulunmak için hemen gelmen
yararlı olacaktır.» Böylece Bayram Bey Ferhad Paşa’ya,
savaştan sonra kendisinin sadık hizmetleri konusunda
yüce eşiğe bir rapor sunması ve İmadiye Hükümeti’nin
kendisine verilmesini istemesi konusunda fırsat vermiş
olacaktı.
Bu hesaplı hile, saf ve iyi kalbli Bayram Bey üzerin
de etki yaptı ve Hasankeyf Sancağı’yla yetinerek, Şeydi
Han Bey’in lehine kendi isteğiyle İmadiye Hükümeti’ni
bıraktı. Sonra Serdar’ın çağrısına uyarak Gürcistan Savaşı’nda Osmanlı ordusuna eşlik etti. Bu seferden dönül
dükten sonra, Serdar Bayram Bey’i tutukladı ve Erzu
rum kalesinin hapishanesine attı. Akıbetini, bundan son
raki satırlarda yüce şanlı Allah’ın yardımıyla anlatacav
giz.
Şeydi Han Bey bin Kubad Bey:
Îmadiye eyaletinin yönetimi Şeydi Han Bey’e ve
rilince ve babasının yüce makamı, almyazısı ve kadere
uygun olarak mutluluk eşiğinden çıkan bir emirnameyle
kendisine bırakılınca; birlikte Bayram Bey’in üzerine yü
rümeleri, Îmadiye Kalesi ve eyaletini teslim etmeye ya
naşmadığı takdirde kaleyi kendisinden alıp Şeydi Han
Bey’e teslim etmeleri için Bağdad ve Şehrezol Beylerbeyi
ile Kürdistan’m diğer hükümdarları ve beylerine sert
emir ve kararlar gönderildi. Şeydi Han Bey Musul’a va
rınca Bayram Bey Sultan’m emrine boyun eğdi ve kale
yi de, vilayeti de bırakarak dışarıya gitti. Şeydi Han Bey
de hemen, Sohran Hükümdarı olan dayısı Süleyman
Bey’in desteğiyle, 993(1585) yılının Zilhicce ayı ortala
rında îmadiye Kalesi’ne girdi ve yukarıda geçtiği gibi ora
da yönetimi eline aldı.
ö te yandan Serdar Ferhad Paşa Gürcistan seferin
den dönünce, plan gereğince Bayram Bey’i yakaladı ve
tutukladı, Şeydi Han Bey’i de haber gönderip Erzurum’a
getirtti; Kendisinden a hediye» olarak büyük miktarda
bir para aldıktan sonra, Bayram Bey’in, babası Kubad
Bey’i öldürmek suçuyla şeriat usulüne göre yargılan
masını istemesini salık verdi. Şeriat gereğince suçu sabit
görülen Bayram Bey, Şeydi Han Bey’e teslim edildi; o
da 994(1586) yılının aylarından birinde kendisinden kı
sas aldı.
Şeydi Han Bey’in tam bağımsız olarak Îmadiye yö
netiminin başına geçmesi üzerinden şimdi I I yıl geçmiş
bulunmaktadır. Bu yönetimde kendisiyle çatışan hiç kim
se yoktur. Gerçi Mızurî aşireti birkaç gün kendisine kar
şı çıktı ve başkaldırdıysa da, Şeydi Han Bey, bazen iyilik
le, bazen de şiddet ve sertlikle bu aşireti yenilgiye uğrat
tı ve egemenliği altına aldı. Gerçek şudur ki, Şeydi Han
Bey, son derece nazik ve akıllı bir gençtir; büyük bir
cesaret ve cömertliğe, sahiptir. Bütün askerleri ve halkı
yumuşak huyuyla ve adaleti elden bırakmamakla mem
nun kılmıştır. Allah’ın izniyle, güzel işlere muvaffak ol
ması umulur.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Üç Dala Ayrılan Cezire Beyleri Hakkındadır.
Güvenilir tarihçilerin sözlerine ve yazılarına göre
sabit ve gerçek olan, Cezire hükümdarları soylarının yü
ce sahabe Halid bin Velid'e ulaştığıdır. Bunların atala
rından ve babalarından Cezire hükümdarlığını elde etmiş
olan ilk kişi de Süleyman bin Halid diye tanınmıştır065*.
Bu ailenin adamları işin başlangıcında, uğursuz Ye
zidilik dinini benimsiyorlar ve onların iğrenç yollarında
yürüyorlardı<166). Sonra yüce Allah onları doğra yola,
ehl-i sünnet ve cemaat mezhebine dönmeye muvaffak etti;
camiler ve medreseler kurdular; bunlara olgunlaşmış köy
ler, verimli tarım alanları vakfettiler.
Ayrıca Boxtî (Bohti, Bohtan) aşireti de, Kürdistan
aşiretleri arasında cesaret ve yiğitlikle ün yapmış; azim
(165) Cezire halkının dilinde y aygın olan
budur. F a k a t
1945’te K ah ire’de basılan K ü rt D evletleri ve B eylikleri
T arih i’nin 364. sa y fa sın d a şu n la r yazılıdır: «D oğru t a
rihler, H alid bin Velid’in H um us’t a öldüğünü yazm ak
ta d ırla r. Süleym an bin H alid’in de Sıffîn S avaşı’nd a
öldürüldüğü herkesçe bilinm ektedir. E sed E l-G abe’nin
y az arı diyor ki: H alid’in soyundan hiç kim se kalm a
m ıştır; hepsi vebadan ölm üşlerdir; bu yüzden Ha_
lld’in M edine’d eki m ülklerinin m ira sı E yyub bin S elem e’ye kaldı. N ih ay et E l-trb ’in y a z a n , H alid’in so
y undan geldiğini kim iddia ederse y alan söylem iş ol
duğunu yazın ak tad ır. Y azar, so n ra diyor ki: B azı Ce
zire aşiretleri eski Hıldi (Kildi) halkından geldikleri
ve K ü rtler H alid bin Velid gibi k a h ra m a n la n yücelt
tik leri ve örnek ald ık la n , a y n c a İslam iyete şiddetle
b ağ lı o ld u k la n için, Cezire beylerinin H alid bin Velid’
in soyundan geldiklerine inanm ışlardır.» (M.A.A.)
(166) Bu d a o n la n n H alid bin Velid’in soyundan olm adık
ların ı k a n ıtla m a k ta d ır. (M .E.B.)
ve atılganlıkla tanınmıştır. Onlar değerli silahları, nadir
bulunan savaş ve döğüş araçlarını, özellikle Mısır kılıcı ile
Şam mızrağı satmalmaya ve taşımaya meraklıdırlar; bun
ları çok yüksek fiyatlarla satınalırlar ve kendi aralarında
gerçek değerleriyle değerlendirirler. Ayrıca soylu Arap
atlarını da beslerler. Kavga ve vuruşma günlerinde düş
manın karşısında tek saf olarak dururlar; ne korku, ne
de endişe onları yerlerinden kıpırdatamaz; en kritik du
rumlarda bile cesaretlerini hiçbir zaman kaybetmezler.
Onlar bu bakımdan, Kürdistan’ın öteki aşiretlerinden
olan bütün emsallerinden daha üstündürler.
Cezire şehri eski şehirlerdendir. Ömer’in -Allah on
dan razı olsun- halifeliği döneminde 17(639) yılında, Ebu
Musa El-Eş’arî ile Sa’d bin lyaz bin Osman(I67) tarafın
dan barışçı yoldan fethedilmiştir. O zaman bütün Cezire
halkı haraç ödemeyi kabul etti. Yalnız Cezire’ye bağlı
aşiretlerden Beni Tağlib Arap aşireti bunu kabul etme
yerek Rum Kıralı’na kaçtı ve oradan şu haberi gönderdi:
«Bizden istenen paralar sadaka olarak isteniyorsa, öde
meye hazırız.» Durumları Ömer’e -Allah ondan razı ol
sun- arzedildiği zaman, «haraç da sadakadır, kabul edin»
dedi. Bunun üzerine onlar da yine yerlerine döndüler.
Cezire Kalesi’ne gelince; bu, Emevilerin sekizinci
halifesi olan ve Emeviler arasında adaleti ve insafıyla ta
nınan, bundan ötürü de kendisine «ikinci Ömer bin Hattab» -Allah ikisinden, de razı olsun- lakabı verilen Ömer
bin Abdülaziz’in eserlerindendir. Emevilerin uydurduğu
ve 100 yıl kadar da gelenek halinde sürdürdükleri o çir
kin, iğrenç adeti kaldıran da yine kendisidir. Bu adet,
camilerde minberler üzerinde Ali Efendimize -Allah yü
zünü şereflendirsin- ve iki himmetli imam Haşan ve Hü
seyin’e -Allah onlardan razı olsun- lanet getirilmesiydi.
(167) E lim izdeki n ü sh a la rd a hep böyledir. F a k a t
bunun
îy a z bin G anm olduğu bilinm ektedir. (M.A.A.)
Ömer bin Abdiilaziz bunu kaldırmakla, İslam alemini bu
cürme uymaktan ve vebalini çekmekten kurtarmış oldu.
Cezire şehri ve kalesi Şattularab (Dicle) ırmağı’nın kıyısı üzerindedir. Nehir taştığı zaman iki kola ayrılır
ve bu kollar hem kaleyi, hem de şehri iki yandan çevirir
ler. Kalenin üst tarafında taş ve topraktan yapılmış bü
yük bir bent vardır; bu bent, kabaran suların kaledeki
evlere ve kurumlara zarar vermesini önlemektedir. Bunun
içindir ki, insanların kale ile şehir arasında köprüden
gidip geldiklerini görürsünüz. Bundan ötürü şehre «Dine
riye Ceziresi» adı verilmiştir.
Cezire Vilayeti’nin bazı güzel kaleleri ve ilgi çekici
yöreleri vardır. Biz sayın okuyucunun usanmaması, ken
disine bıkkınlık gelmemesi için bu kitapta bunlardan 14
kale ve yöreyi anlatacağız:
1 — Gurgil Nahiyesi. Nuh’un -onun ve peygambe
rimizin üzerine selam olsun - gemisinin -denildiğine göreüzerinde durduğu Cudi Dağı buradadır. Bu yörenin aşi
retleri yedi kolda toplanırlar. Bunların dördü Hüseyni’dir: Şehrewerî (Şehreveri), Şehrilî, Gurgil ve Isturî. Di
ğer üçü ise Yezididir: Niwidkawun, (Nividkavun) Şoreş
ve Hivdıl.
2 — Bereket Kalesi ve yöresi. Burası, bu yöreyi
elinde tutan aşiretin adıyla tanınmıştır.
3 — Erux (Eruh) yöresi ve kalesi. Erux kabilesinin
egemenliği altında bulunan bu kale, Kürdistan’ın en sağ
lam ve en güzel kalelerinden biridir.
4 — Pırûz Kalesi ve yöresi. Burası, Pırûz aşiretine
özgüdür. Bu aşiret üç gruba ayrılmıştır: Castulan, Bızm
ve Kırafan.
5 — Garısî aşiretine özgü olan Badan Kalesi ve yö
resi.
6 — Kalesine Kelhok adı verilen Tınze (Tınzi) yö
resi. Burası da yine Garısî aşiretinin yönetimindedir.
7 — Fınık Kalesi ve yöresi. Buranın kabileleri dört
tür; Fınık beylerinin durumu anlatılırken bunlar da an
latılacaktır.
8 — Tor yöresi.
9 — Heysem yöresi. Burada oturanların çoğu Er
meni ve Hıristiyandır. Cezire hükümdarlarının gelirinin
ve tahılının çoğu buradan üretilmektedir. Cılkî kabilesi
de yine burada oturmaktadır.
10 — Cezire ülkesinde güzel narlarıyla ün yapan
Şax (Şah)«16« yöresi ve kalesi. Bu yörede oturanlar da
yine Ermeni ve Hıristiyanlardır. Şildî kabilesi de bura
da oturmaktadır.
11 — Neş Etel Kalesi.
12 — Ermışat Kalesi. Burası Boxtan (Bohtan) aşi
retlerinin en güçlülerinden olan ve en çok dayanışma
içinde, en çok öfkeli ve en güçlü adamlar çıkaran Bırasıpî aşiretinin yönetimindedir.
13 — Kamiz adı da verilen Kiver Kalesi. Bu, Garısî
ve Kırşî kabilelerinin egemenliği altındadır.
14 — Tınze (Tmzi) yörelerinden olan Derde (Dirde) Kalesi. Burada oturanların bir kısmı Araptır; Tuhayri, Safan ve Beni Ubade gibi. Bu yöredeki Ermenilerin
çoğu arapça konuşurlar. Kabile ve aşiretleri şunlardır:
Dmbılî, Nukî, Mahmudî, Şeyh Bızınî, Maskı, Reşıkî,
Mix (Mıh) Nehran, Peykan, Belan, Bela Sıturan, Şeroyan (Şiroyan), Dutûran. Doğrusu şudur ki, Dmbılî ve
Mahmudî aşiretleri aslında Cezire Vilayeti’nden göç edip
buraya gelmişlerdir. Giriş’te geçen fihrist gereğince, bun
lar, tapınılan Padişah olan Allah’ın yardımıyla Üçüncü
Safha’da anlatılacaklardır.
Şimdi ise, hayır ve cömertliğin bağışlayıcısı«169' yar
(168) «Şax» K iirtçede «dal» dem ek tir. (M .E.B.)
(169) A llah ’ı kastediyor. (M .E.B.)
dımıyla, Cezire hükümdarlarının durumlarım anlatmaya
başlarız:
SUleyman bin Halid:
Yukarıda da geçtiği gibi, Cezire hükümdarlarının ata
larından, buranın yönetimini eline alan ilk kişi, Süley
man bin Halid olmuştur. Kendisi burayı bir süre izzet
ve ikballe yönetmiş; sonra Allah’ın rahmetine kavuşmuş
ve üç erkek çocuğu bırakmıştır: Mir Hacı Bedir, Mir
Abdülaziz ve Mir Ebdal. Fakat yetenek ve ehliyet yö
nünden çocuklarının en doğru yolda olam Emîr(170) Abdülaziz’di. Kendi adalet ve alicenaplıkta kardeşlerin
den üstündü. Zeka ve akıllılık belirtileri, üzerinde ken
dini gösteriyordu. Günden güne ve saatten saate kamu
işlerini eline alıyordu. Sonunda halk arasında şanı yüceldi ve değeri arttı; şairin şu sözleri kendisine uygun düş
tü:
ı Aklının çokluğundan dolayı, başının üst tarafı
«Parlatıyordu yüksek yıldızı.»
Bunun için, babasının ölümünden sonra Cezire yö
netimi kendisine verildi. Ayrıca Gurgil yöresinin işleri
kardeşi Mir Hacı Bedir’e, Fmık yöresi de kardeşi Mir
Ebdal’a verildi. Hep birlikte, adalet ve insaf yolunda yü
rüyerek ülkeyi kararlılık ve azimle yönetmekte ittifak et
tiler. Halka karşı da görevlerini en iyi şekilde yaptılar;
hiç bir şeyde anlaşmazlığa düşmediler.
BİRİNCİ DAL
«Aziziye» adıyla t)n Yapmış Cezire Hükümdarları
Hakkındadır.
Emir Abdülaziz, uzun zaman Cezire Hükümetinin
yönetimini büyük bir başarıyla elinde tuttu. Soma kaçı
(170) Y azar gelişi güzel kim i yerlerde «Mir», kim i yerlerde
de «Emîr» k ullanm ıştır. Biz de her yerde onun k u l
landığı şekli aynen aldık (M..E.B.)
nılmaz eceli geldi ve iki şehzade bıraktı: Seyfeddin ve
Mecdeddin. Yerine büyük oğlu geçti.
Emîr Seyfeddin bin Abdülaziz:
Bu Emîr Cezire Hükümeti’nin tahtına çıkınca, hü
kümdarlık ve yönetim usulünde babasının yolundan as
la sapmadı. Vatandaşları, askerleri, kabile ve aşiret
adamlarını memnun etmeye gayret etti; böylece hepsinin
güvenini kazandı, ölüme yakalanınca yönetim kardeşine
geçti.
Emir Mecdeddin bin Abdülaziz :
Cezire Hükümeti’nde işlerin yönetimi kendisine geç
tikten sonra, işleri babasından ve kardeşinden daha iyi
yönetti ve ülkeyi büyük ölçüde kalkındırdı. Mutlu devri
uzadı; kaçınılmaz eceli gelince yerine oğlu Emîr îsa geç
ti.
Emir İ s a :
Babasının yerine geçti ve şairin «adaletli ol, çünkü
adalet herkesçe makbuldür» sözüne uyarak adalet ve
iyilik yolunu seçti. Adaletinin kapısını herkese açtı ve
böylece bütün halkın gönlünü kendine çekti. Bu şekilde
mutlu günlerini vatandaşları ve askerleri arasında, onla
rın memnunluğunu ve güvenini kazanmış olarak geçirdi.
Sebebsiz yere bunlardan hiçbirini incitmeye girişmedi.
Ölünce yerine oğlu ve ağacının meyvesi Emîr Bedreddin
geçti.
Emîr Bedreddin:
Yönetim ve hükümdarlık görevlerini en iyi şekilde
yaptı. Bütün vatandaşlar ve halk tabakaları arasında
adalet ve eşitlik bayraklarını dalgalandırdı; bunda alabil
diğine ileri gitti. Adalet dallarına sımsıkı sarılmasından
ve zulümden nefret etmesinden başka, bir de tasavvufa
ve kanaatkarlığa da eğilimliydi; iman sahiplerinden ve
kesin inanç erbabından olan keşif ve keramet adamlarıyla
birlikte bulunmaya çalışırdı. Ölünce yerine oğlu Emîr
Ebdal geçti.
Emîr E b d a l:
Babasının yerine beylik tahtına çıkınca, ömrünün
sonuna kadar, bütün işlerin yönetiminde ulu atalarının
yolunu izledi. Kendisinden sonra yönetime ve başa oğla
İzzeddin geçti.
Emîr İzzeddin:
Bu Emîr hükümetin başına ve aşiretlerin, kabilelerin
liderliğine geçtiği zaman, ünlü fatih Emîr Timur’un fetih
leri son haddine varmıştı ve sesi dünyada yankı yapmıştı.
Nitekim Mevlana Şerefeddin Ali Yezdi, Zafername adlı
kitabında diyor ki:
«Emîr Timur Gurgan 796(1394) yılının aylarında
Barış Diyarı Bağdad’ı istila ettikten ve Tekrit Kalesi’ui
vurduktan, o yörenin kale ve nahiyelerini ele geçirdikten
sonra Mardin yönünde harekete geçti. Mardin’e dört
fersah mesafede bulunan Çemlik adlı yere varınca, Cezi
re Hükümdarı Emîr İzzeddin bazı büyük hediye ve ar
mağanlar alarak Timur’u görmeye ve onun yüce tahtıyla
şereflenmeye koştu; kendisinden ilgi ve memnunluk gör
dü ve mutlulukla, ikballe vilayetine döndü. Oradan, ken
disinden istenmiş olan ve ordu için gereken azık ve yi
yecekten ibaret bulunan rüşveti gönderdi.
■ö te yandan Mardin hükümdarı Sultan İsa’m, T i
mur’un adamlarına karşı bazı kusurları görüldü ki, bu
rada anlatılması yersizdir. Bu durum, Timur’u, M ardin’i
kuşatmayı düşünmeye ittiyse de, sonra bundan vazgeç
ti. Çünkü otlak, azık ve yiyecek azlığından ötürü, büyük
bir ordunun o yörelerde kalmasına imkan yoktu. Bu yüz
den, aynı yılın 8 Rebiyülevvel cumartesi günü Musul’a
dönmenin yararlı olacağını düşündü.
«Emîr Timur buradan, Sultaniye11713 şehrindeki aile
sine mensup şehzade ve sultanlara bazı adamlarıyla bıiyük hediyeler gönderdi. Boxtan (Bohtan) aşiretinden
Şeyh denilen bir Kürt de, o sırada Timur’un karargahın
da bulunuyordu. Daha önce Emîr İzzeddin’le birlikte yü
ce huzura(172) çıkmakla şereflenmişti. O grubun hediyeler
ve armağanlarla yola çıkmasını fırsat bilerek yola çık
mak için izin istedi ve onlara bu yolculukta eşlik etti.
Cezire yakınlarına vardıkları zaman ise doğru yoldan
saptı; o hediyelerle aramağanlara el uzattı ve alıp Cezire’ye götürdü. Emîr İzzeddin de, hemen bu akılsız gü
nahkarın yaptığı işe katıldı ve Timur’un adamlarıyla olan
ahdini bozdu. Emîr Timur çok kudretli ve ceberrut oldu
ğu halde, Emîr İzzeddin’e haksızlığını itiraf ettirmek
için, yine de iki defa kendisine elçi göndererek şöyle de
di: ‘Şeyh’i yakalayıp bana gönderdiğin takdirde seni af
federim; aksi takdirde, ülkende bulunan bü-tün kale ve
nahiyeleri yıkar, atların ayakları altında harabeye, vira
neye çeviririm.’ Fakat Emîr İzzeddin, kalesinin sağlam
lığıyla ve ırmak (Dicle) üzerinde bulunduğu için çevre
sindeki bol sularla mağrur olarak, adı geçen Şeyh’in tes
limini gerektiren emre uymadı ve isteği yerine getirmeyi
reddetti. Bu yüzden Emîr Timur, aynı yılın 13 Cemaziyelevvel pazartesi günü, ağırlıklarını ve mühimmatını
Musul’da bırakarak çabucak İzzeddin’in üzerine yürü
mek ve Cezire’ye saldırmak zorunda kaldı. Geceleyin bü
tün ordusunu Dicle’den geçirerek anzısın düşmana sal
dırdı ve seher vaktinde Cezire’yi her yandan kuşattı. Da
ha bir saat bile geçmeden, Timur kaleyi de, şehri de isti
la etti ve beyliğin bütün ülkesinde talan ve yağmaya gi
rişti. Emîr İzzeddin ise bu ani çarpışma sırasında, kendi
sini tanımayan bir askerin eline düştü; asker kendi
(171) T im u r’u n b aşk en ti S am e rk a n t olsa g ere k tir. (M .E.B.)
(172) T im u r’u n huzurunu kastediyor. (M.E.B.)
sine işkence yaptı, üzerindeki silah ve paraları aldı ve
sonra da kendisini serbest bıraktı. Böylece ölüm-kalım
arasında iken bu vartadan kurtuldu.»
Hikayenin bu noktasında, Cezire halkı
söylenen rivayetin özeti şöyledir:
tarafından
«Emîr Timur Emîr Izzeddin’i ağırlar ve kendisine
saygı gösterirdi; o kadar ki, kendisiyle birlikte satranç
oynar, seferlerinde onu yanma alır ve özel meclislerinde
kendisiyle iyi vakit geçirirdi. Timur İzzeddin’i, Şam ülke
sine saldırmasında kendisiyle birlikte olmaya teşvik etti;
ne var ki, Emîr îzzeddin, Şam sultanlarından ödenek
olarak büyük bir miktar almakta olduğu için, Arap ülke
lerine yapılan saldırıya katılmayı reddetti. İşte Timur,
yalnız bu nedenle kendisine kızdı ve ülkesini altüst etti.»
Sebep ne olursa olsun, Emîr Îzzeddin, meşakkatle
re, çeşitli yokluklara tahammül ederek, hayatının kalan
kısmını Erux (Eruh) aşireti arasında gizlenerek geçirdi;
ölünceye kadar böyle yaşadı.
Emîr Ebdal bin Emîr Îzzeddin:
Babasının ölümünden sonra Cezire yönetimini eline
aldı; aşiret ve kabilelerin liderliği işini en iyi şekilde
yaptı. Fakat günleri fazla sürmedi ve kısa bir süre son
ra öldü.
Emîr İbrahim bin Emîr Ebdal:
Babası ölünce, Cezire hükümdarlığı
makamında
onun yerine geçti. Bir süre ülkeyi yönetti ve üç erkek
çocuğu bıraktı: Emîr Şeref, Emîr Bedir ve Kek Muhammed.
I
Emîr Şeref:
önce bu Emîr babasının yerine geçti ve bir süre ül
keyi yönetti. Sonra yönetimi kardeşine bırakarak öldü.
Emir Bedir:
Kardeşinden sonra hükümdarlık görevinde bir süre
bulundu; sonra öldü ve arkasında üç erkek çocuğu bı
raktı: Mîr Şeref, Mîr Muhammed ve Şah Ali Bey.
Kek Muhammed bin Emir İbrahim:
Kardeşlerinin ölümünden sonra, Cezire Hükümeti’nde işlerin yönetimini eline aldı. Onun döneminde Akkoyunlu Haşan Bey(173) bu ülkeyi istila etti; Akkoyunlu
Türkmenleri tarafından ülke geniş ölçüde tahrip edildi ve
Boxtan’m ileri gelenlerinin ve büyüklerinin çoğu öldü
rüldü. Türkmenler Kek Muhammed ile yeğenleri Mîr Mu
hammed ve Şah Ali Bey’i yakaladılar ve bağlayarak
Irak’a götürdüler. Böylece bütün o ülke Akkoyunlu Türk
menlerinin eline geçti. Cezire Hükümeti’ni de Çelebi
Bey denilen kendilerinden bir adama verdiler. Bunun to
runları, Türkmenler arasında hâlâ Çelebi Lo adıyla ta
nınmaktadırlar. Bu Çelebi Bey, bu vilayeti azim ve ira
deyle yönetti; işleri kesin olarak kontrol altına aldı ve
barış bayraklarını dalgalandırdı. Ülke onun yönetimi al
tında kaldı. Sonunda Emîr Şeref bin Emîr Bedir burayı
Akkoyunlular’ın elinden kurtardı.
Emîr Şeref bin Emîr Bedir:
Bu Emir, Akkoyunlu aşireti tarafından amcası Kek
Muhammed’in ve iki kardeşi Mîr Muhammed ile Şah Ali
Bey’in yakalanmaları sırasında kaçmayı başarmış; göz
lerden uzak, bilinmeyen bir yerde inzivaya çekilmişti. Ak
koyunlu sultanlarının devri çökmeye ve ortadan kalk
maya yüz tutunca, Emîr Şerefin umutlarının güneşi do
ğup parlamaya ve olgunlaşmaya başladı. Şairin dediği gi
bi:
«Biri muradına ermemiş olarak ölmedikçe,
Mutlu ve müsterih olmaz öbürü.»
Emîr Şeref, Boxtan (Bohtan) aşiretinin adamlarını,
yani kılıçlardan kurtulmuş olanlarını bir araya getirmek
işine girişti; siyaset ve akıllılıkla onları çevresinde topladı
ve Cezire hükümdarlığını geri almak için şevkle ve hızla
çalışmaya başladı. 30 yıl süreyle gözlerden uzak ve hak
kına kavuşma umudunu yitirmiş olarak, tam bir yalnızlık
içinde günlerini geçirmekteyken, zaman anzısın kendisi
ne gülümsedi. O da bu fırsattan hemen yararlanarak düş
manının üzerine yürüdü ve onunla şiddetli çarpışmaya
girişti; sonunda, miras kalmış vilayetini kurtararak ba
ğımsız hükümdarı oldu. Bu sırada amcası Kek Muhammed ve iki kardeşi Şah Ali Bey ile Mîr Muhammed de
Türkmenlerin zincirinden ve iğrenç hapishanelerinden
kurtularak yanına geldiler ve candan gönülden kendisiyle
birleştiler.
Öte yandan Şah Ismail-i Safevi ortaya çıkıp İran9
da duruma hakim olunca, Irak ve Azerbaycan vilayetle
rini de Türkmenlerin elinden alınca, ayrıca Diyarbekir,
Musul ve Sencar vilayetlerini de istila edince; Cezire’yi
de istila etmek için o tarafa da Kızılbaşlardan bir ordu
gönderdi. Ne var ki, Emîr Şeref bu orduya karşı şiddetle
direndi ve kendisiyle Kızılbaşlar arasında yapılan birkaç
çarpışmada onları ağır yenilgilere uğrattı. Her defasın
da zafer onun yanındaydı. Hatta bir çarpışmada onlar
dan 1.700 kişi öldürdü ve büyük bir topluluk da esir al
dı. Kızılbaşlar tarafından atanmış olan Diyarbekir Bey
lerbeyi Muhammed Ustaclu’nun, yanında kardeşi Karahan olduğu halde Cezire üzerine yürümek ve Emîr Şerefi
orada ablukaya almak için giriştiği ikinci saldırıda da
yine Emîr Şeref zafer kazandı ve saldırganlar başarısızlık
eteklerini sürüyerek geri çekildiler. Üçüncü defada ise
Şah İsmail, Emîr Şerefle savaşması ve Cezire’ye saldırıp
fethetmesi için, Hemedan’dan, eğitim görmüş Şahlık mu
hafızlarından kurulu ve bu muhafızların komutam Ye-
kan Bey Tekelu’nun komutası altında güçlü bir orduyu
göndermeye karar verdi. Emîr Şeref, yüce Allah’ın «Al
lah’ın izniyle nice küçük topluluklar büyük toplulukları
yenmişlerdir» sözüne uyarak ve Aliah’a güvenerek ülke
sini savunmaya kesin karar verdi: Yiğit askerlerini, savaş
için eğitim ve tecrübe görmüş adamlarını topladı ve bun
larla, saldırgan düşmanı karşılayarak şiddetli bir direnme
gösterdi. İki taraf arasında kanlı savaşlar oldu; savaş,
Yekan Bey’in ağır yenilgisiyle ve vilayetten en kötü bir
şekilde geri atılmasıyla sonuçlandı. O günden beri, Cezire
Vilayeti’nin sınırlarına saldırmak, bir daha Kızılbaşların
hatırından geçmedi. Böylece Emîr Şeref, yönetiminin ka
lan günlerini, Allah’ın rahmetine kavuşuncaya kadar gö
nül rahatlığı içinde ve mutlu geçirdi.
Şah Ali Bey bin Emir Bedir:
Kardeşi Emîr Şerefin ölümünden sonra, Boxtan
aşiretinin kabileleri ve ileri gelenleri tarafından seçilerek
beylik görevine geçti. Cezire hükümdarlığı görevini en iyi
şekilde yaptı. Fınık Kalesi ile nahiyesini kardeşi Emîr
Muhammed’e verdi. Kürdistan beyleri Şah İsmail’in
Sarayına bağlılık sunmak üzere Hoy ve Tebriz’e gidilme
sini uygun görmek konusunda aralarında anlaştıkları za
man, Şah Ali Bey de görünüşe aldandı; ve babası ile Kızılbaşlar arasında, Bohtîlerin Kızılbaş topluluklarını o
ağır yenilgiye uğratmalarından doğan kin ve nefreti unut
tu. Böylece, Kürdistan hükümdarlarından 12 Kürt beyi
ile birlikte sürüklenerek Şah İsmail’in Sarayına gitti.
Oysa Şah İsmail, Emîr Şeref ve çocuklarına karşı kal
binde beslediği kin ve gizlediği düşmanlığı unutmamıştı.
Bu yüzden hemen Şah Ali Bey’i diğer beylerle birlikte
hapsettirdi ve ellerine, ayaklarına pranga ve demir vur
durdu. Bu beyler bir süre sonra çeşitli vesilelerle zincir
lerinden kurtulunca, Şah Ali Bey de o zincirlerden ve
hapisten kurtularak, o zaman Şah İsmail’in adamlarından
biri ve Diyarbekir Valisi Han Muhammed Ustaclu’nun
kardeşi olan Ulaş Bey’in yönetimi altında bulunan Cezire’ye geldi. Bunun üzerine ikisi arasında Cezire yönetimi
üzerine çarpışma başladı; Ulaş Bey ülkeyi terketmek ve
kaçmak zorunda kaldı; Cezire’nin bütün kaleleri ve na
hiyeleri yeniden Şah Ali Bey’in itaatine girdi.
Şah Ali Bey’le Bedlis Hükümdarı Emîr Şeref ara
sında dostluk ve kardeşlik bağları güçlenince Osmanlı
Sultanı Selim Han’a bağlılıklarını ilan ettiler ve kendi
sini, Diyarbekir, Ermenistan ve Azerbaycan vilayetlerini
Kızılbaşların elinden almak için kışkırtmaya başladılar.
Şah Ali Bey, yönetiminin üzerinden birkaç yıl geçtikten
sonra Allah’ın rahmetine kavuştu ve dört erkek çocuğu
bıraktı: Bedir Bey, Nasır Bey, Kek Muhammed ve Mir
Muhammed. Bedir Bey babasının ölümünden sonra
onun yerine geçti. Ayrıca Nasır Bey’in ve Mir Muhammed’in çocukları da Cezire’yi yönettiler. Bunların du
rumları detaylı olarak sonra anlatılacaktır. Mir Muham
med, hâlâ sağ olan Süleyman Bey adında cesur ve ali
cenap bir çocuk bıraktı.
Bedir Bey bin Şab Ali Bey:
Babasının ölümünden sonra beylik tahtına
çıktı.
Çok iyi hükümdarlık etti ve güzel bir yönetim kurdu. Ül
kede imar ve kalkınma bayraklarım dalgalandırdı. Ada
let ve eşitlik bayrağını yükseltti. Devri de uzayarak 70
yıla ulaştı. Bu süre içinde bağımsız bir yönetimle ülkeyi
yönetti. Osmanlı Sultanı Süleyman Han’ın devri boyun
ca bütün bağlılığı ve maharetiyle Sultan’ın hizmetinde
kaldı. Sultan’ın Van’da yaptığı savaşlara, Tebriz’e yaptığı
saldırıya, Bağdad’ın, Arap Irakı’nın diğer şehirlerinin fet
hine katıldı. Ne var ki, devlete yaptığı güzel hizmetler:
aşırı ölçüde güvenmesinden ve bu hizmetlerle övünmesin
den dolayı kendisinden iki çirkin davranış görüldü; bu
davranışlar hem Sultan’ın, hem de onun Vezir-i Azami
Rüstem Paşa’nın, Bedir Bey hakkındaki tutumlarım de
ğiştirmelerine yolaçtı.
Birinci Olay: İran Savaşı’nm sona ermesi ve beylerle
hükümdarların izin isteyerek ülkelerine dönmeleri müna
sebetiyle Padişahlık teşrifatının yapıldığı gün, Îmadiye
Hükümdarı Hüseyin Bey, Bedir Bey’den önceye alın
dı. Bedir Bey ise bunu reddetti ve Sultan tarafından ka
bul edilmekle müşerref olmaksızın Divan-ı Hümayun’dan çıktı. Sultan’dan ve Vezir’den izin istemeden Barış
Diyarı’nı terkederek, beyliğinin merkezi olan Cezire’ye
gitti.
İkinci Olay: Yukarıda da geçtiği gibi, Bedir Bey,
Vezir Rüstem Paşa’nm desteğiyle hükümdarlığı istemek
ten özlediği sonuca ulaştıktan sonra İstanbul’dan dönen
Hakkari Hükümdarı Zeynel Bey’in yoluna Boxtanlılardan birkaç katı yürekli suçlu göndermişti. Zeynel B e/
ve yanındakiler Cezire sınırlarına varınca, fırsat kolla
yanlar kendisine saldırdılar; yanındakileri
öldürdüler;
kendisi de ağır şekilde yaralandı ve baygın düştü. Bu ha
ber Rüstem Paşa’nın kulağına gidince son derece üzüldü
ve öfkelendi. Bu yüzden ikinci defa sadrazamlığa gelince
derhal Bedir Bey’in kardeşi Mîr Nasır Bey’i, Cezire hü
kümdarlığını kendisi için istemeye ve Sultan’m eşiğine ge
lerek bu dileğini arzetmeye teşvik etti, kışkırttı. Nasır
Bey bu yüce işarete uyarak Sultan Süleyman’ın eşiğine
gitti ve kendisinden, Vezir’in de onu desteklemesi saye
sinde şefkat gördü; Cezire Hükümeti’nin kendisine veril
mesi konusunda Sultanlık emirnamesi çıkarıldı.
Nasır Bey, hükümet merkezi Cezire’ye varır varmaz,
Bedir Bey yönetimi kardeşine bırakarak burayı terketti
ve Sencar tarafına gitti. Bundan iki yıl sonra Bedir Bey
Sultan’m eşiğine giderek Cezire Hükümeti’nin yeniden
kendisine verilmesi konusunda bir Sultanlık emirnamesi
çıkartmaya, Tor ve Heysem nahiyelerini Cezire eyaletin
den ayırmaya muvaffak oldu. Böylece adı geçen yüce
emirname gereğince uzun ömrünü bütün azim ve irade
siyle vilayetin yönetiminde geçirdi. Fakat kendisi meclis
lerde ve toplantılarda açıkça uyuşturucu madde kulla
nırdı. Meclisinde her gün 500 dirhem(174) esrar tüketilir
di. Kendisinin bu maddeden her gün sabah akşam kullan
dığı miktar ise 100 dirhem kadardı. Bundan daha garibi
şuydu ki, kendisi özel vekilharcına, bu miktarın kendi
özel parasıyla ve helal tarafından, yani saf altınla satmahnması gerektiğini tenbih ederdi.
Bu durumundan başka, Bedir son derece dindardı;
şeriatın dallarına sımsıkı sarılırdı ve dinin hükümlerini
bütün dikkat ve içtenlikle uygulardı. Bilginleri ve fazilet
sahiplerini kendine yakınlaştırır ve onlara geniş ölçüde il
gi gösterirdi. Onun devrinde Cezire’de toplanan bilginle
rin ve fazilet sahiplerinin, sayı çokluğu ve yüksek mevki
bakımından emsalleri daha önce çeşitli çağlarda görül
memişti. Örneğin Mevlana Muhammed Bcrkal’î, Mevlana Ebu Bekir, Mevlana Haşan Surçî, «zahir» ve «batın»
bilimlerinde*175* bilginlerin dayanaklarından, çağının şeyh
lerinin en üstünlerinden biri olan Mevlana Zeyneddin Yebi, Mevlana Seyyid Ali ve bilginlerin, bilim öğrenenlerin,
bilimsel eser ve derlemelerini elden ele dolaştırdıkları daha
başkaları gibi... Denildiğine göre, Mevlana Ebu Bekir bir
gün Bedir Bey’e gücenmiş ve hatırı kırılmış; bu yüzden
Cezire’den göç etmeye karar vermiş; bunun üzerine Bedir
Bey eşraf ve ileri gelenlerle birlikte hemen Şeyh Mevlana’nın ziyaretine koşmuş; gönlünü almış ve kendisine hediye
(174) D irhem , eskiden ağ ırlık ölçüsü (31 desig ram ) o la ra k
de. kullanılırdı. (M.E.B.)
(175) «Zahir» bilimi, y aygın olan ve h e r yerde olcutulan bi
lim dir; «batın» bilim i İse m a n ev iy a tla ilgili bilim dir,
ta sav v u f gibi. (M.E.B.)
ler, elbiseler ikram etmiş; sonunda kendisini memnun
ederek yerine döndürmüştür.
Kardeşi Nasır Bey ölünce Bedir Bey Tor ve Heysem
nahiyelerini de eskisi gibi yönetiminin altına aldı ve miras
kalmış vilayetine kattı. Uzun bir ömür yaşadı; yaşı 90’a
ulaştı, 90’ı da geçerek 100’e ulaştı. O sırada üzerinde
zayıflık ve akıl gücünde de çöküntü belirtileri görülmeye
başladı. Artık kendisinden, akla ve doğruya uzak birta
kım işler görülürdü.
Birkaç defa güvenilir adamlardan duymuşumdur ki;
günün birinde Bedir Bey’e bir adam gelerek şehrin ka
sabını, kendisine yaptığı hakaretten dolayı şikayet etmiş;
Bedir Bey de, şikayet edilenin kasap değil kasar(176) oldu
ğunu anlamış; hemen kasarların başını yanına çağırtarak
kendisine dayak cezası vermiştir. Ceza tamamlanınca ka
sar, «bu şekilde cezalandırılmamı gerektiren suçum ne
dir?» diye sormuş; Bedir Bey de kendisine şu cevabı ver
miştir: «Sen filan adama hakaret etmişsin.» Bunun üze
rine kasar demiştir ki: «Beyim! O suçu işleyen kasaptır;
ben ise kasap değil, kasarım.» Emîr de kendisine şu kar
şılığı vermiştir: «Kasar ve kasap sözcükleri birdir, ara
larında telaffuz ortaklığı vardır; bu gibi önemsiz yanlış
lıkların telafisi kolaydır.»
Emîr, kendi eceliyle Allah’ının çağrısına uyduğu za
man bir tek oğlu vardı; o da Emîr Muhammed’di.
Emîr Mohammed Bey bin Bedir Bey:
Babasının zamanında ülkenin işlerinin yönetiminde
ve problemlerinin çözümlenmesinde başvurulan adam, bu
Emirdi. Kendisi mal ve servet toplamanın hırsı içindeydi.
Anlatıldığına göre kendisi 12.000 baş koyuna sahipti ve
bunlar her yıl kendisine büyük miktarda para getirirdi.
(176) F a rs ç a olan «kasar» sözcüğü, elbise ve bezleri boya
yan, y ada boyasını çık artıp beyazlatan za n aatçı dem ek
tir. (M .E.B.)
Ayrıca 100.000 tavuğu vardı ve bunların beslenmesi işi
ni çobanlara ve çiftçilere vermişti; onlar da her yıl ken
disine tavuk başına birkaç yumurta verirlerdi. Kısacası
büyük bir servet ve zenginliğe sahipti. Çünkü para top
lamakta ve saklamakta çok ustaydı.
Babası Allah’ın rahmetine kavuşunca Cezire’de ba
ğımsız olarak Hükümdar oldu ve yedi yıl öyle kaldı. Son
ra, Sultan Murad Han’ın fermanı gereğince Gürcistan
ve Şirvan vilayetlerini istila etmekle görevlendirilen ikin
ci Vezir Lala Kara Mustafa Paşa’nın ordusuna katıldı.
Bu muzaffer İslam ordusu, Gürcü ülkesi Gürcistan’a va
rınca, Çukursa’d(177) Beylerbeyi Kazık Hamza Ustaclu’nun torunu olan ve Tokmak diye ün yapan Muhammedi
Han ile Karabağ ve Arran Gencesi Beylerbeyi İmam Kuli Sultan Kaçar’m komutasında bulunan, Kızılbaş süva
rilerinden kurul- 10.000 kişilik bir
Iran ordusuyla ansı
zın karşılaştı. Iranlılar, Mustafa Paşa’nm ve büyük ordu
sunun yolu üzerinde Çıldır denilen bir yerde karargah
kurmuşlardı. Raslantı olarak İslam ordusunun öncü ko
mutanı, o gün Diyarbekir Beylerbeyi Derviş Paşa’ydı.
Çıldır mevkiinde bir dağ eteğinde iki taraf arasında şid
detli bir savaş çıktı ve ikindiden gün batmeaya kadar
sürdü. Kürt kahramanları herkesten önce, sayıca az san
dıkları bu topluluğa saldırdılar ve zamanın, ayların hile
sinden habersiz olarak büyük bir tehevvüre kapıldılar.
Şairin dediği gibi:
«Küçümseme düşmanını aslan da olsan
«Çekin ondan, aslan avcısı olabilir çünkü
«Yalnız yiğitliğe güvenme, ey yiğit!
«Dünyada çok daha cesur ve yiğit olanlar da var
çünkü
(177) Bu ad d ah a önce «Çıgırsa'd» şeklinde geçti. Bundan
so n ra d a kim i yerlerde öyle kim i yerlerde böyle geçe
cek tir. (M.E.B.)
«Bel bağlama sakın iki demir bileğine de
«Demirciler eritebilirler demiri çünkü»
Kızılbaşlar bu hızlı saldırıyı, Rum (Osmanlı) ordu
suna karşı koymak için ayırmış oldukları birkaç bin kişi
lik öncii birlikleriyle karşıladılar; eğitilmiş ve tecrübeden
geçmiş askerlerden meydana gelen çoğunluklarını da da
ğın arkasında pusuda gizleyerek fırsatın çıkmasını bekle
diler. İslam ordusunun öncülüğünde bulurdan Kürt kah
ramanları, kükreyen aslanlar gibi bu Kızılbaşlara saldır
dılar ve göz açıp kapayıncaya kadar onları darmadağın
ettiler. Tam o sırada, birkaç bin eğitilmiş süvariden mey
dana gelen pusudaki Kızılbaşlar, ansızın dağın arkasından
çıktılar ve saldıran Kürtlere birdenbire hücum ederek,
bileziğin bileği sarması gibi onları sardılar. Bunun üzeri
ne savaş daha da şiddetlendi; haykırışlar göklere çıktı; kı
yamet alametlerinin çıktığı, kıyametin koptuğu sanıldı,
önde gelenlerin de, sıradan adamların da günleri sona
erdi; çünkü hepsi ölüm kadehindeki şarabı son damlası
na kadar içti. Şairin dediği gibi:
«At nallarının sesi, kişnemelerin sadası
«Yerinden oynattı denizlerdeki balıkları, gökteki
Ay’ı
«Her yönden göründü oklar
«İnsan vücuduna yayılan gayret teri gibi.
«Okların başlardan akıttığı kanlar
«Yiğitlerin külahlarıyla birlikte alçalıp kabarıyordu
«Baltalar kan dalgaları arasında batıyordu
«Tıpkı döğüşten ayrılan horozların ibiği gibi.»
Sözün kısası, çarpışma, Mir Muhammed’in, Haz
zet178* Hükümdarı Saruhan Bey’in, Zırkanlı Duman Bey’
in ve Fınıklı Mir Muhammed’in ölmeleriyle sonuçlandı.
Sonuç ise, Kızübaşların beklediklerinin tersine
oldu;
çünkü sonunda tam bir yenilgiye uğradılar ve geri çekil
diler. İki taraftan birkaç bin asker öldürülmüştü.
Mîr Muhammed(179) öldürüldüğü zaman yanında bu
lunan hâzinesinde, Sultanlık sikkesinden çıkmış 200.000
kadar kırmızı altın vardı. Değerli kumaşları, nakışlı eş
yası ve değerli aletleri buna dahil değildi. Beş yaşında
bulunan Sultan Muhammed adında bir tek oğlundan
ve dört kızından başka varisi yoktu. Bu çağda, Kürdis
tan hükümdarlarından hiçbiri bu kadar hazine ve serve
te sahip değildi.
Sultan Muhammed bin Mîr Muhammed:
Babası öldüğü zaman kendisi yaşça küçüktü. Anne
si, Hasankeyf Hükümdarı Melik Muhammed bin Melik
Halil’in kızıydı. Kürdistan’ın geleneklerinden biri de,
küçük yaştayken babası ölen çocuğa, babasının adının
verilmesi ve kendisinin babasının adıyla çağrılmasıdır. İh
timal ki, adının ilk kelimesi olaıı «Sultan», kullanılışta
unutulmaktan gelinmiş ve adı sadece «Muhammed» şek
lini almıştır. Bilgi Allah indindedir.
Bu Beyin annesi faziletli, akıllı, son derece azimli
ve tedbirli bir hanım olduğu için, hükümdarlık varislerine
ve Boxtan (Bohtan) aşiretinin liderlerine, babadan ve
oğuldan miras aldığı sayısız mal ve büyük servetten, üs
tün değerli hil’atler ve büyük hediyeler ihsan etmekie
onları memnun etmeye muvaffak oldu. Ve adalet, eşitlik
yolunda yürümekle, reaya ve aşiret adamlarına karşı
idare etme ve siyaset dallarına tutunmakla hükümdarlı
ğı kendi ailesinde bırakmayı başardı. Sonra da kızlarını
Han Ebdal’m iki oğlu Mîr Nasır ve Şeref Bey’le evlen
dirdi ve vilayetin işlerini, ülkenin meselelerini onlara bı
raktı. Onlar da bu işi en iyi şekilde yaptılar; o kadar
ki, Cezire Vilayeti’nde onların yönetimine benzer bir yö
netim daha önce hiç görülmemişti.
Anne, sonra ansızın oğlunu alarak Sultan Murad
Han’ın İstanbul’daki Sarayına gitti. Devlet adamları ve
Bâbıâli’nin ileri gelenleri için de yanına, nadir buluna
bilecek birçok hediyeler ve armağanlar almıştı ve onları
kendi tarafına çekmeye başladı. Böylece, Cezire Hükü
meti’nin, oğluna verilmesini yenileyen bir Sultanlık emir
namesi çıkartmaya ve kendisi ile oğluna değerli hediyeler
ihsan edilmesini sağlamaya muvaffak oldu. Değeri yük
selmiş ve kıvançlı olarak oğlunu alıp Cezire’ye döndü.
Emîr’in hükümdarlığı üzerinden beş yıl geçtikten
sonra, hayırlı annesi ölümün çağrısına uydu. Bunun üze
rinden birkaç gün geçer geçmez kendisi de hastalandı vc
normal eceliyle 991(1583) yılında öldü. Bir rivayete gö
re de, hükümdarlık mirasını kendileri için isteyen muha
lifleri, gizlice yemeğine zehir koymuşlardı. Böylece Be
dir Bey’in soyu kesildi ve çocuklarından kimse kalmadı.
Nasır Bey bin Şah Ali Bey:
Derviş Mahmud Keleçerî (Keleçiri), Sultan Süley
man Han döneminde, Sultan’ın yüce meclisindeki ileri
gelen nedimlerden biri, ve Sadrazam Rüstem Paşa’nın
sadrazamlığı zamanında onun işlerinin tedbircisiydi. Ken
disi aslında Rozkan aşiretindendi ve şiir eleştirisinde, in
şa ve yazı üsluplarında Mevlana İdris-i Bedlisi’nin de öğrencilerindendi. Bir süre, Bedlis Hükümdarı Emîr Şeref
Bey’in Divanında inşa ve yazı yazma görevinde bulun
muş; Şeref Bey’in öldürülmesinden sonra iie burayı terkederek Rum diyarına gitmiş ve oraya vardıktan bir süre
sonra, Sultan Süleyman’ın kızı olan Rüstem Paşa’nın ka
rısına öğretmen olmuştu. Bu yüzden ilerlemiş ve yüksek
çevrelerde şanı yücelmişti. O kadar ki, büyük Saltanatta
ki yöneticilerin, Kürdistan’ın bütün işleri için başvurduk-
lan bir merci olmuştu. Ayrıca Kürdistan hükümdarları
nın ve beylerinin çoğu önemli işlerde ona sığınır olmuş
lardı. Böylece onun sayesinde, Rüstem Paşa, bütün Kürdistan’da olup biten işler hakkında bilgi sahibi olur, ve
miras yoluyla yönetime geçen bu hükümdarların işlerinde
meydana gelen değişiklikleri yakından öğrenirdi.
Bu girişten maksat, yukarıda işaret ettiğimiz konu
nun detaylarını anlatmaktır. Yukarıda, Vezir-i Azanı
Rüstem Paşa’nın, Nasır Bey’i, kardeşi Bedir Bey’e karşı
muhalefet etmesi ve Cezire Hükümeti’nin kendisine ve
rilmesini istemesi için nasıl kışkırttığı; Vezir’in işareti
üzerine Nasır Bey’in İstanbul’a koşarak Sultan Süley
man’ın eşiğine, Cezire Hükümeti’nin kendisine verilme
si için başvurduğu ve bu konuda Haşmetpenahları(IS0)
nezdinden bir emirname çıkarıldığı anlatılmıştı.
Şimdi ise şunları söyleyelim:
Bunun üzerinden iki yıl geçtikten sonra Bedir Bey
de kendi yönünden İstanbul’a giderek, Cezire Eyaleti’nden Tor ve Heysem nahiyelerinin ayrılıp sancak olarak
Emir Nasır Bey’e, Cezire Hükümeti’nin de kendisine ve
rildiğinin kararlaştırıldığı konusunda bir emirname çı
karttı. Bunun üzerinden kısa bir süre geçtikten sonra
Tor ve Heysem Vilayeti’nde bulunan Nasır Bey’i ölüm
yakaladı ve yukarıda da geçtiği gibi Bedir Bey, bu vila
yeti de Cezire Eyaleti’ne ilhak etti.
Bütün bu detayları anlatmaktan maksat, işlerin ve
sırların içyüzünü bilen bazı büyüklerin ve bilginlerin,
Kürdistan hükümdarları arasında bu dönemde meydana
gelen değişikliklerin ve nakillerin çoğunun, adı geçen
Derviş Mahmud Keleçêrî’nin üstadlığmın ve işaretinin
eseri olduğu kanısına sahip olduklarını açıklamaktır.
Bütün bu detayları anlatmaktan maksat, işlerin ve
sırların içyüzünü bilen bazı büyüklerin ve bilginlerin, Kürdistan hükümdarları arasında bu dönemde meydana ge
len değişikliklerin ve nakillerin çoğunun, adı geçen Derviş
Mahmud Keleçerî’nin üstadlığının ve işaretinin eseri oldu
ğu kanısına sahip olduklarım açıklamaktır.
Sözün özü, Nasır Bey Allah’ın rahmetine kavuşunca,
oğlu Ebdal Bey, Tor ve Heysem sancağını kendisi için is
temek amacıyla, Sultan Selim Han’m(181) döneminde ve
Sadrazam Mehmed Paşa’nm(l62) vezirliği sırasında bir daha
İstanbul’a gitti. Çünkü gurur şeytanı ve Cezire’de hüküm
darlık yapma hırsı kendisinde yer etmiş ve zihninde kök
salmıştı;, bunun için de telaşlı bir çabayla bu eyaletin var
lığını ortadan kaldırmaya çalışıyordu. Ne var ki, Vezir
Mehmed Paşa, Bedir Bey’e olan dostluğundan ve sevgi
sinden ötürü, ve belki de kamu yararını, genel düzen ve
eski aileyi korumayı tercih etmesinden dolayı, Ebdal
Bey’i, isteğini ve bu yoldaki çalışmalarını sürdürmekten
alıkoymaya karar verdi. Bunu da kendisini yakalayıp
hapsederek, sonra da hakettiği cezaya çarptırarak ya
pacaktı.
Bu karar gereğince Çavuşbaşı Mehmed Ağa’yı ve ya
nındaki Bâbıâli çavuşlarından birkaçını, Ebdal Bey’i ken
disine getirmekle görevlendirdi. Bu çavuşlar geldiklerin
de, Ebdal Bey’le yanında bulunan Boxtan beylerinin ço
cuklarından birkaçı ve kendisiyle birlikte olan adamlarıudan bir grup, ikindi namazım kılmak için Edirne Camii’ne(lsJ) gitmişlerdi. Çavuşlar da hemen camie gittiler. N a
mazdan sonra Çavuşbaşı, Ebdal Bey’e yaklaştı ve onu,
kendisiyle birlikte Vezir’in Divanına gitmeye çağırdı. Bu
nun üzerine Kürtler şöyle diyecek oldular: «Çavuşbaşı’(181) Selim n . (M .E.B.)
(182) Sokullu M ehm et P aşa . (M.E.B.)
(183) P ad işa h ve S ad razam ın o sıra d a E dirne'de bulunduk
ları, E bdal B ey'in de o ra y a g itm iş olduğu an laşılm ak
ta d ır. (M .E.B.)
m, birkaç çavuşla birlikte buraya gelip Han Ebdal Bey’i
istemeye iten sebep, kuşkusuz hayra alamet değildir; bun
lar Ebdal Bey’i mutlaka öldürmek ve ortadan kaldırmak
istiyorlardır.»
Sadece bu sanıdan ötürü, Han Ebdal’ın yanındaki
adamlardan olan ve «Şeyh-i Şeyhan»(184) diye anılan bir
Kürt, hemen Çavuşbaşı’nın peşinden yürümeye başladı ve
onu hançeriyle sırtından vurdu; hançerin ucu Çavuşbaşı’nın göğsünden çıktı. Bunun üzerine Çavuşbaşı’nın arka
daşları ve yardımcıları dağıldılar ve Vezir-i Azam’m ya
nma dönerek, tehevvüre kapılan bu Kürt’ün yaptığını
kendisine arzettiler.
O sırada Han Ebdal ve arkadaşları şaşkına dönmüş
lerdi, ne yapacaklarını bilemez duruma düşmüşlerdi. On
lar da başıboş bir şekilde Edime sokaklarına dağıldılar ve
köşelerde, evlerde gizlendiler. Onların bir kısmı da şehrin
dışına kaçmayı başardı; çöllere ve kırlara yöneldi. Fakat
Sultan ve Vezir, şehir halkına, Han Ebdal’ı aramak, ken
disini ve yanındakileri nerede olurlarsa olsunlar yakala
mak için emir verdiler. Çağrıcılar çıkıp bu emri ilan etti
ler ve halkı, emri uygulamaya teşvik ettiler. Kısa bir za
man geçtikten sonra Han Ebdal’ı ve adamlarının, arka
daşlarının çoğunu yakaladılar ve Divan’a götürdüler.
Hepsinin öldürülmesi için derhal emir verildi. Hepsi 100
kişiden fazlaydı ve hepsi Boxtan’m ileri gelenlerinden ve
liderlerindendi. BeytiilmaI(I85) Subayı da paralarına el
koyup Hâzineye aldı. Böylece Han Ebdal ortadan kal
dırılmış oldu. Arkasında yedi erkek çocuğu kaldı: Emîr
Nasır, Emîr Şeref, Emîr Muhammed, Şah Ali, Emîr Seyfeddin, Emîr İzzeddin ve Emîr Ebdal.
Emîr Nasır, Cezire Hükümdarı Sultan
(184) Şeyhler Şeyhi. (M .E.B)
(185) M aliye, hazine. (M.E.B.)
Muham-
med(,86) adına Revan(187) seferine katıldı. Bu sefer dönü
şünde, Kars Kalesi üzerinde bulunan Serdar Ferhad Paşa’ya, Sultan Muhammed’in ölüm haberi geldi. Bunun
üzerine isabetli fikri, Cezire Hükümdarlığını, bu seferde
Sultanın ordusuna katılmış olan varislerden birine verme
konusunda karar kıldı. Boxtan (Bohtan) ileri gelenleri,
Cezire Hükümdarlığına Emir Nasır’ı seçtiler ve bu satır
ların yazarına gelerek, bu zayıfın(188), Cezire Hükümeti’nin
seçtikleri adama verilmesi konusundaki istek ve arzularını
Serdar'ın makamına arzetmesini istediler. Fakat Emîr
Aziz Bey bin Kek Muhammed, Bali Çavuş aracılığıyla,
gizlice Serdar’a bir rapor sunarak şöyle demişti: «Sultan
Muhammed, Sultan’m sikkesinden çıkmış 100.000 parça
kadar altın ile birçok mal ve sayısız servet bırakmıştır; iki
kızkardeşinden başka hiç bir varisi de yoktur. Ben de hü
kümdarlığa Emîr Nasır’dan daha yakın ve daha layıkım.
Lütfedip Cezire Hükümeti’ni bana verirsen, ben de Padişah’ın Hâzinesine, Sultan Muhammed’in parasından
100 000 Sultanlık fılorisi ve kendi özel malımdan da
12.000 fılori ödemeye hazırım.»
Bu teklif Serdar’ın arzusuna uygun düşüyordu ve
bu fırsattan yararlandı. Bu teklifin yapıldığı günün ertesi
günü, yani Emîr Nasır’la görüşmesi için tespit edilmiş
gün, Divan Meclisinin toplanmasını emretti ve Emîr
Aziz’den de, Divan’da hazır bulunmasını istedi. Sonra
Serdar sözünü, Boxtan aşiretinin ileri gelenlerine ve lider
lerine yönelterek şöyle dedi: «İki Emîr Nasır ve Aziz’den
hangisi merhum Sultan Muhammed’e daha yakındır.» Ce
zire ileri gelenleri, Emîr Aziz’in kendisine bir derece da
ha yakın olduğu cevabını verdiler. Bunun üzerine Serdar
(186) Ben y aşın d a h ü k ü m d a r olan, beş yıl so n ra d a ölen
S u ltan M uham m ed bin M îr M uham m ed. (M.E.B.)
(187) E riv an (M.A.A.)
(188) Y azar kendini kastediyor. (M.E.B.)
şöyle dedi: «O halde Cezire yönetiminin miras gereğince
Emîr Aziz’e verilmesi daha iyi ve daha uygundur.»
Fakat Cezire ileri gelenleri tekrar söz alarak dediler
ki: «Emîr Aziz, gerçi miras gereğince Sultan Muhammed’e daha yakındır ve hükümet sadece bu yönden ken
disine ait olur; ama, bütün aşiret ve kabilelerin ve bütün
vilayet ileri gelenlerinin isteği ve özlemi, Emîr Nasır’la
beraberdir; o halde hem bu yönden, hem de düzen ve
asayişi, hak ve hukuku eski beylerden de daha iyi koru
maya muktedir olduğu için, kendisinin hükümdar olması
daha uygundur.» O zaman da Serdar şöyle dedi: «Evet,
aslında mesele dediğiniz gibidir; fakat ben Emîr Aziz’i
Cezire’ye Hükümdar tayin ettim; o kadar!.»
Bunun üzerine Boxtan ileri gelenlerinden biri kendi
sini hiçe sayarak şöyle dedi: «Ortada Sultan Süleyman’ın,
aşiretler ve kabileler kimi Hükümdar seçerlerse ancak onun meşru Hükümdar olacağı konusunda bir hükmü var
dır. Bunun için biz Emîr Aziz’in hükümdarlığını kabul
etmiyoruz.»
Bunun üzerine Serdar’m öfkesi kabardı ve hemen
Divan çadırının kapısına celladı çağırtarak, 991(1583) yı
lının mübarek Razaman ayının 29’una rastlayan cuma
günü, Emîr Nasır’ı idam ettirdi. Bunun üzerine gürültü
koptu ve, halk tarafından istenilmekten başka bir güna
hı olmayanın069* uğradığı bu çirkin zulüm yüzünden ses
ler yükseldi ve küçük büyük herkes ağladı.
Böylece Serdar’ın, Cezire Hükümeti’ni Emîr Aziz’o
vermesi işi tamamlandı ve kendisini değerli hil’atlerle tal
tif etti. Sonra, Hükümet yönetimini eline alması için, ya
nına Bali Çavuş’u da vererek kendisini Cezire’ye gönder
di. O zaman Emîr Şeref de kardeşleri ve dostlarıyla birlik
te Tınze (Tınzi) Nahiyesi’nde gizlendi. Yüce ve şanlı Pa
dişah olan Allah’ın yardımıyla bunların durumları da ya
kında detaylı olarak anlatılacaktır.
Emir Aziz bin Kek Muhammed:
Vezir Ferhat Paşa’nın yardımı ve desteğiyle Cezire
Hükümdarlığı görevini eline aldı. Bunun üzerinden sadece
bir yıl dört ay geçmişti ki, Vezir-i Azam Osman Paşa(190),
kendisini azletti ve Cezire Hükümeti’ni Emîr Muhammed
bin Han Ebdal’a verdi. Bu durumda Emîr Aziz’in önünde,
muzaffer İslam ordusuna, Tebriz üzerine yaptığı saldırıda
eşlik etmekten ve bu sırada Sultan’a ve ordusuna büyük
hizmetlerde bulunmaktan başka çare kalmadı. Bu sefer
den döndükten sonra temelli Cezire’den ayrıldı ve daha
önce de bazı vakitlerini geçirmiş olduğu Sencar’a sığındı.
Osman Paşa Tebriz’de ölünce ve Serdarlık maka
mına yine Ferhad Paşa getirilerek Acem ülkesine yöne
lince, Emîr Aziz de, Erzurum’da Serdar’la karşılaşmak
için hareket etti ve Cezire Hükümeti’nin yönetimini tek
rar kendisine vermesini istedi. Serdar, Cezire Eyaleti’ne
bağlı olan Hıristiyan köylerinden 30 köyü ayırıp Padişah’ın özel emlakinin idaresine katması ve bu köylerden
elde edilen gelir karşılığında hâzineye 60.000 fılori ödemeyi taahhüt etmesi şartıyla Cezire yöneti
mini kendisine geri verdi. Emîr Muhammed bu ha
beri duyunca dehşete düştü ve İstanbul’daki Padişah
Sarayı’na hareket etti. O sırada sadrazamlık görevi Sinan
Paşa’ya090 verilmiş olduğu için, bu Vezir, Emîr Aziz’in
de isteğiyle karışıklığı önlemeye ve fesadın kökünü kes
meye çalışarak Emîr Muhammed’i Rumeli tarafına gön
derdi. Bunun üzerine Emîr Aziz, Emîr Şeref ve kardeş
lerinin ikamet yerleri ve geçim kaynakları olan Tınze Nahiyesi’ni sancak haline getirdi ve oğlu Hacı Bey’e verdi.
(190) ö zdem iroğlu O sm an P aşa. (M .E.B.)
(191) K oca SLnan P aşa. (M.E.B.)
Sonra da Han Ebdal’m çocuklarıyla savaşmayı gözüne
kestirdi. Böylece Emîr Aziz duruma hakim oldu ve kim
seyle çatışmaksızın, kimseyle ortaklaşmaksızın ülkeyi yö
netti. Durum bir süre böyle devam etti.
Sonunda Emîr Şeref bin Han Ebdal ile kardeşleri
Emîr İzzeddin, Emîr Seyfeddin ve Emîr Ebdal, Emîr
Aziz’e karşı mücadele etmek konusunda ittifak ettiler.
Bunların her biri eyaletin birer dalıydı ve hükümdarlık
bahçesinin ağaçlarından birer yüksek ağaçtı; aşiretler ve
kabileler hep bunlara uyar, onların emrine karşı gelmez
lerdi. Bu kardeşler düşmanlık kemerlerini bellerine bağla
yarak ve öfke gömleklerini giyerek kardeşleri Emîr Nasır'ın kanım istediler. Sonra Emîr Aziz’in memurlarına ve
adamlarına saldırdılar; onun eyaletteki nüfuzunu yokettiler; o kadar ki, Cezire Kalesi’nden ve şehrinden başka
elinde ülkeden bir şey kalmadı. Bunun üzerine Emîr
Aziz, şehrin yönetimini ve kalenin muhafızlığını oğlu Ha
cı Bey’e ve kardeşinin oğlu Mîr Havund’a bırakmak ve
Han EbdaFın çocuklarından intikam almaşım sağlaya
cak bir tedbir almak amacıyla İstanbul’a gitmek zorunda
kaldı.
Fakat Emîr Şeref, kardeşleriyle birlikte, Cezire’nin
çevresindeki şehir ve köylere saldırmaya devam etti ve
hepsini ele geçirdi; Boxtan aşiretlerinin çoğu kendisine bo
yun eğdi. Böylece Cezire Kalesi üzerine yürüme olanağı
nı buldu ve kaleyi kuşattı. Kuşatma süresi uzayıp da 40
güne ulaşınca ve bu süre içinde Emîr Aziz’den de kuşat
ma altındakilere bir yardım gelmeyince, durumları çok sı
kıntılı bir hal aldı ve iş kötüleşti. Tam bu sırada, Diyarbekir Beylerbeyi İbrahim Paşa’dan yardım istemeye git
miş olan Hacı Bey’in ölüm haberi geldi. Bu durumda
Emîr Havund, gece yarısı kaleden çıktı ve adamlarından
birkaçım kalede Emîr Aziz’in ailesinin,çoluk çocuklarının
yamnda bıraktı. Emîr Şerefin kardeşi Emîr Seyfeddin,
işin içyüzünü öğrenince daha önce davrandı ve Havund’ıra
kurtuluş yolunu kesti. İkisi arasında başlayan sıcak çar
pışma gittikçe alevlendi. Bu çarpışma sonunda Emir Seyfeddin Emir Havund tarafından öldürüldü; Havund’da bu
kanlı vartadan canını kurtardı.
Öte yandan, bu sırada Emir Şeref ve Emir İzzeddin
Cezire Kalesi’ne girmiş ve Emir Aziz’le taraftarlarının
mallarını ve eşyalarım yağma etmeye başlamışlardı. Bu
nunla da yetinmediler; Emir Aziz’in çoluk çocuklarım da
esir alıp askerlere ve kabile adamlarına teslim ettiler; ken
dileri de dostlarıyla birlikte, onun şarkıcı ve türkücü cariyelerini aldılar. Bu kargaşalık ve zulüm hareketinde
Emîr Azîz’in bir küçük oğlu da kayboldu.
Bu facianın haberi Asitanc’dc yayılınca ve Padişah’m yüce kulaklarına da ulaşmca, Padişah, Emîr Aziz’in ya
nma Musul Beylerbeyi Hüseyin Paşa’yı da katarak gön
derdi; ve ellerine, Kürdistan hükümdar ve beylerine yazıl
mış ve, kendilerine Hüseyin Paşa ile birlikte Cezire’ye
gidip, orayı istila edenlerin elinden almalarını, Emîr Aziz’e
teslim etmelerini, zor ve tagallüp yoluyla Cezire’de oturan
Emîr Şeref ve kardeşlerini birlikte yakalamalarını ve bun
dan sonra başkaldırma fikrini akıllarından geçirecek olan
lara ibret olacak şekilde cezalandırmalarım emreden bir
padişahlık emirnamesi verdi. Hüseyin Paşa bu emre uydu
ve Hazzo Hükümdarı Muhammed Bey’le birlikte emri
uygulamaya başladı. İkisi, yanlarında Musul ordusu ol
duğu halde 999(1591) yılının kışında Cezire’ye hareket
ettiler.
Bunun haberi birkaç yerden Emîr Şeref ve kardeşle
rine ulaşınca derhal kaleyi ve şehri boşalttılar ve önce Tınze’ye gidip ailelerini ve çocuklarını orada bıraktılar; son
ra da Xizan( Hizan) ve Miiks taraflarına gittiler. Böylece
Hüseyin Paşa’nın görevim yapmasını kolaylaştırdılar. Hü
seyin Paşa Emîr Aziz’i Cezire Kalesi’ne koydu, kendisi
de ordusuyla birlikte sağsalim döndü. Paşa’nm döndüğü
haberi Emîr Eşrefe, kardeşlerine ve halkın ileri gelenleri
nin çoğuna ulaşınca çabucak Cezire Kalesi’ni tekrar ku
şatmaya gittiler. Emîr Aziz savunma gücüne sahip olma
dığı için, kendisi ve Emîr Havund kaleyi ve şehri boşalta
rak kurtuluşu kaçmakta buldular. Ne var ki, Emîr Şeref
onları sürekli olarak kovaladı ve yakaladı. Emîr Havund,
Emîr Şeref tarafından öldürüldü. Emîr Aziz ise, birkaç
gün geçtikten sonra ölü olarak ve meskun yerlerden uzak
kırlara ve kurak yerlere atılmış halde bulundu. Şair diyor
ki:
«Dönen eski feleğin budur adeti
«Her yükseldiğinde, seni alçalttığını görürsün
«Bu iki kapılı lacivert sarayda çünkü
«Şarkı söyleyenlerden sonra ağıt okuyanlar gelir.»
Emîr Muhammed bin Han Ebdal:
Vezir-i Azam Ferhad Paşa(,,2> 991(1583) yılında
Emîr Muhammed’in kardeşi Emîr Nasır’ı öldürüp Cezire
beyliğini Emîr Aziz’e verince ve Bali Çavuş’u da Cezire’de Sultan Muhammed’in mallarını ele geçirmekle görev
lendirince, Emîr Muhammed’in önünde, Asitane’deki Sultan’ın himayesine sığınmaktan başka çare kalmamıştı. Bu
yüzden o da, öldürülen kardeşinin ailesi ve çocuklarıyla
birlikte İstanbul’a giderek insaf ve adalet istedi. Raslantı olarak o sırada Ferhad Paşa da, Acem Savaşı’nda görü
len ihmali ve kusuru yüzünden Serdarlık görevinden azle
dilmişti. O sırada Serdar olan Osman Paşa hemen Emîr Aziz’i Cezire hükümdarlığından azletti ve bu hüküm
darlığı Emîr Muhammed’e verdi. Osman Paşa Tebriz’de
ölünce ve o yüce makama tekrar Ferhad Paşa getirilince,
(192) Y u k arıd a b irk aç d efa S e rd a r olduğu belirtildi. (M .E..
B.) D oğrusu d a odur.
yukarıda da geçtiği gibi Emîr Aziz Erzurum’da bulunan
Paşa’nın hizmetine koştu. O da kendisine, Cezire Vilayetin
de bulunan Ermeni köylerinden 30 tanesini ayırıp Padişah’ın özel emlakinin idaresine vermesi ve o köylerin ge
lirinin değeri olan 60.000 fıloriyi Hâzineye ödemeyi taah
hüt etmesi şartıyla Cezire Eyaleti’ni verdi
Bunun üzerine Emîr Muhammed azledilmiş olarak
Sultan’m Sarayına gitti. İstanbul’da bu konuda yapılan
görüşmelerden sonra, Ferhad Paşa’nın işareti gereğince
Emîr Muhammed’in Bıdun(193) Vilayeti’ne gönderilmesi,
orada ömrü boyunca bir görev yapması ve ömrünün so
nuna kadar orada kalması kararlaştırıldı. Bu sırada Emîr
Şeref ve diğer kardeşleri Ferhad Paşa ile birlikte Gürcis
tan seferindeydiler. Başarılı ve muzaffer Serdar, ahlaksız
kafirlerin cihadından döndükten sonra Emîr Şeref ve kar
deşleri Tınze (Tınzi) tarafına gittiler ve orada gizlendiler.
Ne var ki, Emîr Aziz onlara bu yöreyi de bırakmadı; bu
ranın da sancak olarak oğlu Hacı Bey’e verilmesi konusun
da Sultan’dan bir emirname elde etti.
ö te yandan Emîr Aziz bu sefer Cezire’ye girince,
Emîr Han Ebdal’ın çocuklarını ortadan kaldırmak için
bütün çabalarını harcadı. Fakat tedbirlerinin ve girişimle
rinin hiçbiri ilahi takdire uygun düşmedi ve çabasında
başarısızlığa uğradı. Yukarıdan da anlaşılacağı gibi, Emîr
Aziz, oğlu Hacı Bey, kardeşinin oğlu Mîr Havund ve er
kek kadm bütün çocukları tamamen yokoldular ve soy
ları tükendi.
Böylece Emîr Şeref, uzak görüşlülüğü ve yeteneğiyle
Hükümetin yönetimine hakim oldu; kardeşlerini de, eya
letin dört bir yanındaki kale ve nahiyeleri zaptetmekle gö
revlendirdi.
ö te yandan beklenmedik bu işin haberi Sultan’ın Sa
rayında yayılınca, Bosna’da bulunan Emîr Muhammed’e
(193) B udin olsa gerek. (M.E.B.)
saraydan özel bir elçi gönderdiler ve kendisini İstanbul’a
getirterek, Vezir İbrahim Paşa’nm isteği gereğince Cezire
Eyaleti’ni kendisine verdiler. Diyarbekir Beylerbeyi Bos
nalI Mehmed Paşa O , Kürdistan beyleriyle birlik olup
Emîr Muhammed’in Cezire’ye varmasını sağlamakla ve
hep birlikte vilayeti kardeşlerinin elinden kurtarıp kendisi
ne teslim etmeye çalışmakla görevlendirildiler. Beylerbeyi
Mehmed Paşa, Diyarbekir ve Kürdistan beyleriyle birlikte
Cezire üzerine yürüyünce, Emîr Şeref vilayeti ve kaleyi
kardeşi Emîr Muhammed’e teslim etmekten geri kalma
dı; savaşsız ve çatışmasız teslim etti; kendisi de Tınze Nahiyesi’ne giderek orada oturdu.
Bir süre sonra Boxtan (Bohtan) aşiretinin liderleri ve
ileri gelenleri iki kardeş arasında aracılık ettiler ve Emîr
Şerefi Cezire’ye getirerek iki kardeşin arasını buldular.
Cezire Vilayeti’nin Şax Nahiyesi’nden ve diğer bazı nahi
ye ve köylerden meydana gelen yarısı kadarının Emîr Şe
refe, kardeşlerine ve diğer akrabalarına ve adamlarına ve
rilmesi, Cezire Kalesi ile şehrinin de Emîr Muhammed’e
bırakılması ve Haşmetpenah Sultan’a ve Vezir’e «hediye»
olarak taahhüt etmiş olduğu 150.000 fıloriyi de kendisi
nin ödemesi esasları üzerine iki kardeş arasında barış yap
tılar. İki taraf da bu barışı kabul etti ve anlaşmazlık sona
erdi.
Bu ittifaktan kısa bir süre sonra Boxtan ileri gelenle
rinin ve liderlerinin çoğunun Emîr Şerefe eğilimli olduk
ları, onu sevdikleri ve onun tarafını tuttukları her müna
sebette görüldü. Emîr Muhammed halktan bunu görünce,
ödemeyi taahhüt etmiş olduğu önemli miktarı ödemekte
gecikeceğini, hatta bu miktarı ödemekten aciz kalacağım
kesinlikle anladı; bu yüzden de Cezire’yi oradakilere bı
rakarak çıkıp gitti. O zaman, Cezire beyliğini ve Cezire
Hükümeti’ni yönetmeye layık olanın Emîr Şeref olduğu,
devlet adamlarınca da anlaşıldı ve sabit oldu. Bunun üze
rine merhum Sultan Murad IV.(I94), Cezire Eyaleti’nin
Emîr Şerefe verilmesi konusunda bir emirname çıkardı.
Emîr Muhammed bu haberi duyar duymaz hemen
Hazzo Hükümdarı Muhammed Bey’in himayesine koşa
rak ona sığındı ve ondan yardım istedi. Muhammed Bey,
kızkardeşi yönünden Emîr Muhammed’in akrabasıydı. Bu
da, Emîr Muhammed’in ailesini ve çocuklarını onun ya
nında bırakarak onuıi desteğiyle ve devlet adamlarının ilgi
sini kendi üzerine çekmek amacıyla Asitane’ye gitmesini
kolaylaştırdı. Hasenkeyf Sancağı’nın görevinin kendisine
verilmesi konusunda Sultan’ın bir emirnamesi çıktı. Emîr
Muhammed son olarak, Eğri Kalesi’nin fethine ve o yö
relerdeki ahlaksız kafirlerle savaşmaya giden başarı ve
zafer temsilcisi Sultan’ın maiyetinde bulunmuştur. Şimdi
bu yaprakların yazılışı sırasında, 1005(1597) yılında, Ce
zire Hükümetinin kendisine verilmesi konusunda Sultan
Mehmed Han’ın(195) Divan’ından bir emirname çıktı. Ne
var ki, Emîr Muhammed, Emîr Şerefin korkusundan, gö
rev yerine gelmek gücüne sahip değildir.
Emîr Şeref bin Han Ebdal:
Bu Emîr, Cezire hükümdarları ailesinin ve bu ulu
ailenin önde gelen emirlerinin en üstünüdür. Çünkü cö
mertlikte, cesarette, mertlikte, yardımda emsali olan ya
kınlarından da, düşmanlarından da üstündür. Kahredici
bileğinin gücü ve kesici kılıcının keskinliğiyle girdiği çar
pışmalar, onun parlak kahramanlığının ve üstün yiğitliği
nin kanıtlarıdır. Şairin dediği gibi,
«Cömertlik ettiği gün, insan Hatem’in096’ cömertliği
hesabına utanırdı
(194) (Y anlışlıkla M urad IV. yazılm ış olsa g ere k ; doğrusu
M urad m . 't ü r . (M.E.B.)
(195) M ehmed IH . (M.E.B.)
(196) C öm ertliğiyle ta n ın m ış b ir A rap. (M.E.B.)
«Döğüş alanında ise Rüstem’in cengaverliği hesabına
utanırdı insan.»
Gerçek şudur ki, reaya ve askerler onun adaletinden
ve iyiliğinden razı, fikirlerinden ve çalışmalarından mem
nundurlar. Ayrıca yabancılar da, yakınlar da onun üstün
lüğüne teşekkür etmekte; iyiliklerini ve övünülecek yara
dılışını takdir etmektedirler. Bunun için ileri gelenlerce
de, sıradan adamlarca da, yakın ve uzak herkesçe de sevil
mekte; bunların hepsi kendisine hayran olup, ona hayır,
izzet ve ikbal dilemektedirler.
Emîr Aziz’in durumu anlatılırken, Cezire Hükümeti’nin Emîr Şeref’e, kendisi ve kardeşleri ile, Emîr Aziz
ve Emîr Havund arasında cereyan eden olaylardan sonra
geçtiği belirtildi. Emîr Şeref, yönetim görevini en iyi şe
kilde yaptı; sınırları savundu ve güvenliği korudu. Onun
zamanında halk güvenlik ve rahata kavuştuğunu hissetti.
O sırada Vezir Mehmed Paşa Emîr Şerefin kardeşi Emîr
Muhammed’i Bosna ülkesinden getirtti ve Cezire hüküm
darlığı görevini kendisine verdi. Kendisi bu görevin yü
künü kaldıramadığı için, yukarıda da işaret edildiği gibi,
bu görev, Sultan’m Divam tarafından yeniden Emîr Şe
re fe verildi.
Bundan bir süre sonra Emîr Şerefin kardeşi Emîr
İzzeddin, yönetimde kendisiyle çatıştı ve hükümdarlığı
kendisi için istedi. Her gün Cezire ve çevresine saldır
maya ve buraları yağma ve talan etmeye başladı. Z a
manla çevresinde ayaktakımmdan, başıboşlardan, derviş
lerden büyük bir kalabalık toplandı. Bu durum da, Şeref
Bey’in kendisinden korkmasına ve son derece sakınması
na yolaçtı. Bu yüzden hile ve tedbirlere başvurarak ken
disini faka düşürdü. Bunu da, kendisine sadık bazı adam
larıyla, îzzeddin’in yapılan çağrıya uyarak Emîr Şerefin
evine geleceği sırada kendisini öldürmeleri konusunda an
laşarak gerçekleştirdi. Bunu uygulamak için bunlardan
birkaçını evde gizledi ve Emîr İzzeddin’i yanma çağırttı.
Emîr İzzeddin eve girer girmez, bu adamlar derhal p u
sudan çıkarak aslanlar gibi üzerine atıldılar ve kafasının
köşkünden, üzerine hakim olan gururu ve kendisinden
ayrılmayan taşkınlığı boşalttılar.
Böylece Emîr Şeref o günden beri bağımsız olarak
Hükümdar oldu; Hükümet işlerini bütün azim ve irade
siyle yönetmeye, halkın işlerini de büyük bir adalet ve in
safla çekip çevirmeye başladı. Bu vilayette imar eserleri
ve kalkınma alametleri onun zamanında görüldü. Yüce
Allah’tan, kendisini başarıya ulaştırmasını dileriz.
ÎKÎNCÎ DAL
Gurgil Beyleri Hakkındadır
Daha önce de anlattığımız gibi, Süleyman bin Halid’in çocukları Cezire Vilayeti’ni kendi aralarında taksim
etmişlerdi.(197> Gurgil Nahiyesi, Mîr Hacı Bedir’in payına
düşmüştü. Gurgil beylerinin hepsi bu Emîrin torunlarından
ve soyundandır. Gurgil’in adı eskiden «Gurdkil»di, kulla
nıla kullanıla sonunda «Gurgil» oldu. Nuh’un -Onun ve
peygamberimizin üzerine selam olsun- gemisinin durduğu
dağ da(1,S), Müslümanların ve Hıristiyanların oturdukları
100 kadar köyden meydana gelen bu nahiyede bulun
maktadır. Buranın birçok kışlığı, yazlığı ve otlağı vardır.
Buralarda aşiretler ve kabileler barınır ve sürekli olarak
bunlar arasında gider gelirler.
Mîr Hacı Bedir bu vilayette öldü. Onun yerine to
runlarından Hacı Muhammed bin Şemseddin diye anılan
bir adam geçti ve bir süre ülkeyi yönettikten sonra Allah’
ın rahmetine kavuştu. Onun yerine de oğlu Mîr Şemsed
din geçti; o da bir süre ülkeyi yönettikten sonra ahret di(197) 165 no: lı n o ta bakınız.
(198) Cudi dağı. (M.E.B.)
yarma göçetti ve üç erkek çocuğu bıraktı; Emîr Bedir,
Emîr Hacı Muhammed ve Emîr Seyyid Ahmed. Bunlur
Gurgil’de peşpeşe yönetimde bulundular. Bu satırların ya
zarı, ilk iki emîr hakkında bir bilgiye sahip olmadığından,
onların durumundan bir şey anlatma olanağım bulamadım.
Emir Seyyid Ahmed bin Emir Şemseddin:
Bu Emîr son derece cesur ve alicenaptı. Döğüş ala
nında, savaş ve vuruşma meydanında birçok durumu var
dı. Kürdistan beylerinin Osmanlı Sarayına itaat etmeleri
ve boyun eğmeleri sırasında o da Sultan Selim Han’a ya
kınlaştı; o kadar ki, geçinme kurallarında nazik ve tatlı
bir konuşmaya sahip olduğu için özel mecliste Sultan Selim’in nedimlerinden biri durumuna geldi. Sultan Selim’in ölümünden soma Sultan Süleyman Han zamanında da
durum bu şekilde devam etti. Onun karakteri ve seciye
si, kendisini sultanların eşliğine ve güvenine layık kılı
yordu. Bu durum, bazen atalarından miras kalmış Gurgil Hükümeti’ne ek olarak, Musul ve Sencar vilayetlerinin
de kendisine verilmesine vesile oluyordu.
Denildiğine göre, bu Seyyid Ahmed, bir gün kendini
ölmüş göstererek bir tabutun içine girmiş ve adamlarına,
bu tabutunu Barış Diyarı Bağdad’ın fethinden dönen Sul
tan Süleyman Han’ın yoluna koymalarını emretmiştir.
Onlar da böyle yapmışlardır. Sultan geçtiğinde bu tabu
tun sırrım sormuş; bu tabutun Seyyid Ahmed’e ait oldu
ğu ve bununla şunu demek istediği kendisine anlatılmış
tır: «Musul Vilayeti benim vücudumun ruhu durumunda
dır; Sultan Musul’u başkasına vermiş olduğuna göre, be
nim vücudum da ölmüş ve ruhsuz kalmıştır.» Bu davranış
Sultan’m kendisini takdir etmesine ve sevinmesine yolaçtı;
bu nedenle Gurgil Hükümeti’ne ek olarak Musul Vilayeti’ni de kendisine verdi ve bu konuda bir de berat yayın
ladı. Böylece Seyyid Ahmed’in ruhunu da diriltti ve ona
uzun bir ömür bahşetti. Bu uzun ömrü sırasında sultanlar
kendisinden memnun kalıyor ve ona ilgi gösteriyorlardı.
Gurgil Kalesi Kürdistan’ın en sağlam ve en sarp kalelerindendir. Rivayet edilir ki: Bicenoğlutl99) Süleyman
Bey, İmadiye Kalesi’ni kuşatıp kışın gelmesi dolayısıyla
hayal kırıklığına uğrayarak, kışı Beşiri0“0* yörelerinde ge
çirmek için oradan göçüp döndüğü sırada, Hakkari Hü
kümdarı İzzeddin Şer, vilayetine bağlı Bay Kalesi’ns
kapanmış ve savunmaya geçmişti. Çünkü diğer kaleleri
ve şehirleri Akkoyunlular’ın adamlarının eline geçmişti.
İzzeddin Şer bu Süleyman Bey’e şu haberi göndermişti:
«Gurgil, İmadiye, Bay, Bedlis’e bağlı Suy kaleleri biz
Kürtlerin elinde kaldıkça, sîzlerden korku yada endişe
gönüllerimize sızmayacaktır. Çadırlarınız, otağlarınız ve
bunların değeri, gözümüzde pislik, sığır ve manda pisliği
niteliğinden başka bir şey değildir, d
Sözün özü, Emîr Seyyid Ahmed, Gurgil’i ve Musul
Vilayeti’ni bağımsız olarak uzun süre yönetti. Sonra ken
disini ölüm yakaladı ve Allah’ın rahmetine kavuştu. Mi
ras kalan vilayetindeki yerine ise kardeşinin oğlu geçti.
Emir Şemseddin bin Emir Bedir:
Amcası Emîr Seyyid Ahmed’in ölümünden sonra
Gurgil’de beylik tahtına çıktı. Uç kardeşi daha vardı:
Emîr İbrahim, Emîr Ömer ve Emîr Hacı Muhammed.
Emîr Şemseddin bir süre hükümdarlık ettikten sonra Al
lah'ın rahmetine kavuşunca, yerine kardeşi Emîr İbrahim
geçti.
Emîr İbrahim bin Emîr Bedir:
Gurgil’de kardeşinin yerine geçerek yönetimi aldı.
Cezire Hükümdarı Bedir Bey ile kardeşi Nasır Bey arasın
da, Bedir Bey’in durumunu anlatırken anlattığım gibi,
(199) D ah a önce «Bijenoğlu» şeklinde geçti. (M.E.B.)
(200) B azı yeni k a y n a k la ra göre b u rası eskiden «Tınzi»
diye ad landırılırdı (M.A.A.)
Cezire Hükümeti üzerine anlaşmazlık çıktığı sırada, F.mîr
İbrahim de Emir Nasır’la olan dostluğundan ötürü, Van
Beylerbeyi Ferhad Paşa’dan bir teyit (terbiyename) mek
tubu almak ve Sultan Süleyman Han’ın Sarayına gitmek
için Van’a hareket etti. Raslantı olarak o sırada Şah Tahmasp da, sayısı yağmur tanelerinden daha çok olan bü
yük bir orduyla Van yöresine saldırdı. Emîr İbrahim bu du
rum karşısında, a başını kurtaran kârlı çıkar s sözüne uya
rak kaçmaya ve canını kurtarmaya baktı ve Bargıri yoluy
la Bedlis’e girmeyi amaçladı. Fakat Kızılbaşlarm toplulu
ğu Bargıri ile Erciş arasında kendisini yakaladılar. Emîr
İbrahim ile onu izleyip kovalayan bu Kızılbaşlar arasın
da şiddetli bir çarpışma oldu. Bu çarpışmada Emîr’in yi
ğitliği, gücü ve azmi görüldü. Çünkü onları yenilgiye uğ
ratıp Erciş Kalesi’ne girmeyi başardı.
Bunun üzerine Şah Tahmasp bizzat kendisini kova
lamaya geldi ve kaleyi kuşattı. Kuşatma süresi uzayıp
dört aya ulaşınca ve kuşatma altındakiler sıkıntılı bir du
ruma düşünce, canlarını koruyacağına söz vermesi şartıy
la kaleyi Şah’a teslim etmeye karar verdiler. Fakat bu
barış Emîr İbrahim ve Boxtanlılar’dan olan adamlarının
hoşuna gitmedi ve bundan hiç tatmin olmadılar; savun
maya devam ettiler. Sonunda kale nöbetini tutan birlik.
Şah Tahmasp’ın Kızılbaş adamlarıyla, gece yarısı, kendi
lerinden, eğitilmiş 500 kadar askeri kaleye almak konu
sunda anlaştılar. Sabah olur olmaz bu kuvvet nöbetçi
birlikle birleşti ve oklarla, tüfeklerle, mızrak ve kılıçlarla
Emîr İbrahim’e ve yanındaki Boxtanlılar’a saldırdılar.
Emîr bu kanlı çarpışmada öldürüldü; kardeşinin oğlu da
yaralanarak diğer adamlarından birkaç on kişiyle birlikte
esir düştü. Şah Tahmasp’m huzuruna götürüldüklerinde,
derhal diri diri başlarının derisinin yüzülmesi ve bu kas
vetli yolla canlarım Allah’a teslim etmeleri için emir ver
di.
Emir Ahnıed bin Emir İbrahim:
Bu Emîr, babasının öldürülmesinden sonra, Sultan
Süleyman Han’ın bir yüce beratıyla Gurgil Beyli’ğir.in
tahtına çıktı; 30 yıl da hükümdarlık yaptı. Allah kendi
sine bir çocuk verdi. Mir Muhammed diye anılan bu ço
cuk büyüyüp geliştikten ve reşit olduktan sonra babasına
karşı başkaldırdı. Çünkü şerirdi ve babalık hukukunu
takdir etmiyordu. Babası zaman zaman ve Emîr Azîz’in(201)
ayaklanmaları sırasında Han Ebdal’m çocuklarını geniş
ölçüde himaye ederken, kendisi Emîr Aziz’i korumaya
eğilim gösterdi. Emîr Aziz de kendi yönünden onu destek
ledi ve kendisini, babasını tahttan indirip Gurgil Hüküm
darlığında onun yerine geçmeye kışkırttı. Bunun üzerine
Emîr Ahmed, durumunu arzetmek üzere Sultan Murad
lia n ’m eşiğine gitmek zorunda kaldı. Fakat yolda Allah’
ın rahmetine kavuştu.
Emîr Muhammed bin Emîr Ahmed:
Babasını tahttan indirdikten sonra Gurgil Beyliği’nde
bir süre yönetim görevini yaptı. Fakat bir süre Emîr Abdülaziz’in yardımı ve desteği olmasaydı, yönetimde kala
mazdı; çünkü kendisini yönetime yarayışlı kılacak veri
lerden ve yeteneklerden yoksundu. Bu yüzden sonunda
amcasının oğulları Emîr Ömer, Emîr Muhammed ve Emîr
Mahmud tarafından öldürüldü.
Emîr Ahmed bin Emîr Muhammed:
Babası öldürüldüğü zaman bu Emîr yaşça küçüktü
ve yönetimi eline almaya yarayışlı değildi. Fakat şimdi,
1005(1597) yılının 3 Ramazan’ında, Emîr Şeref bin Han
Ebdal’ın yardımıyla en iyi şekilde Hükümeti yönetmekte
dir.
ÜÇÜNCÜ DAL
Fııuk Beyleri Konusundadır
Bu Fmık Nahiyesi şu dört Kürt aşiretine özgüdür:
Becnevî, Şeqaqî (Şakaki), Miran ve Goniye(202) Buranın
beyleri ise Emîr Ebdal bin Süleyman bin Halid’in soyundandır. Daha önce de dediğimiz gibi, Süleyman bin Halid
Cezire vilayeti’nde Allah’ın rahmetine kavuşunca, ondan
sonra çocukları vilayeti kendi aralarında böldüler; Fınık
Nahiyesi Emîr Ebdal’ın payına düştü. Kendisi uzun za
man bu nahiyede yönetim görevinde bulundu. Allah’ın
rahmetine kavuşunca da kendisinden sonra yönetim ço
cuklarına ve torunlarına, sonra da onları izleyenlere geçti.
Daha sonra Akkoyunlu Türkmenleri bu vilayeti is
tila ettiler. Bir yüzyıllık sürede, yani bu Türkmenlerin
yönetimi boyunca başıboşluk, karışıklıklar ve kargaşalık
lar yayıldı. Bu yabancıların yönetimi ülkeden kalktıktan
ve ülke meşru varislerine döndükten sonra, o günden beri
kendilerine kimse el uzatmadı ve kendileriyle hiç kimse
çatışmadı; yalnız, Cezire Hükümdarı Şah Ali Bey’in, kar
deşi Mîr Muhammed’i bu nahiyenin başına zorla getir
diği kısa bir süre hariç. Ondan sonra Cezire hükümdar
ları hakkı tekrar yerine getirdiler ve Fınık Nahiyesi’ni yi
ne varislerine geri verdiler. Onlar da şimdi 1005(1597)
yılında eski usule göre yönetim görevini yapmaktadırlar.
b e ş in c i b ö l ü m
«Melikan»|203J Diye Ün Yapmış Olan
Hasankeyf Hükümdarları Hakkındadır
Şair demiştir ki:
«Her bir sürede zamanın
(202) Basılı nüshada
böyledir;
b ir y azm a n ü sh ad a d a
«Goyne»dir. A nlaşıldığına göre basılı nüshadaki, K otlye (K otl)nin, y azm a nüshasındaki İse G oyan (Goyln)
m y an lış yazılm ışıdır. (M.A.A.)
(203) K ırallar, hüküm darlar, m elikler. (M.E.B.)
«Başka tarzda dönmesini yaradıcı istemiş ki,
«Öncekilerin seslerini alçaltsın
«Ve yükseltsin sonrakilerin seslerini.»
Haberleri nakledenlerden alınır ve eserleri taşıyan
lardan rivayet edilir ki, 662(1264) yılında Al-ı Eyyub’un(M4) egemenliği Mısır ve Şam’da sona erince ve o yöre
lerde onların hiçbir durumu kalmayınca, bu yüce sınıfın
çocuklarından biri bir süre Hama şehrinde gizlendi; sonra
Mardin tarafına gitti; Mardin Hükümdarı da onu komu
tanları ve yakın adamlarının ileri gelenleri araşma aldı.
Bu mert, iyiliksever Hükümdar bununla da yetinmeyerek
kendisini Sawr (Savur) Kalesi yöneticiliği görevine tayin
etti.
Fakat bu Eyyubî gencinin cam sıkıldığı için o kalede
uzun zaman kalmadı; şimdi Hasankeyf diye tanınan Re’s
El-Kul(J05) tarafına gitti ve orada kalmayı tercih etti; sonra
da evlendi, oranın halkına ısındı, onlar da kendisine ısın
dılar. Çevresinde o yörenin sakinlerinden büyük bir top
luluk meydana geldi. Zenginleri de, fakirleri de fark gö
zetmeksizin, küçük büyük bütün işlerde onun emrine bo
yun eğdiler ve itaat ettiler. Derken kendisini gönül rıza
sıyla ve isteyerek başlarına Hükümdar tayin ettiler. Sonra
da o tarafta bulunan kaleyi restore etmeye, yenilemeye
başladılar.
Bu da, tesadüfen, Mardin Sultanı’nın yönetimine gev
şekliğin ve güçsüzlüğün sızdığı günlere rastlıyordu. Bu
yüzden Mardin Sultam kalenin yenileştirilmesinden ve
restore edilmesinden korku duymaya başladı ve kalenin
kurucusuna haber göndererek huzuruna gitmesini istedi.
(204) E y y u b cğ u llan , E yyubîler. (M.E.B.)
(205) B unun «Re’s El-Gavl» sözcüğünün y anlış
y azılm ış
şekil olduğu aç ık tır. H asa n k ey f kalesine, ü stü n s a ğ
lam lığı ve son derece m etin olm ası yüzünden bu ad.
v erilm iştir. (M.A.A.)
Fakat kalenin kurucusu gitmeyi reddetti ve tutumunda
ısrar etti. Bu durum Mardin Sultam’nın, ordusunu topla
yıp Hasankeyf Kalesi’ni istila etmek amacıyla Re’s ElKul’un üzerine yürümesine yolaçtı. Kalenin kurucusu ise
kendisine karşı şiddetle direndi ve bu direniş sırasında
çeşitli cesaret ve atılganlık örnekleri gösterdi. Sonunda
Mardin Hükümdarı bir şey elde etmeksizin, geldiği yeıe
dönmek zorunda kaldı. O günden beri Al-ı Eyyub’uri gün
leri yeniden doğdu ve bayrakları Hasankeyf çevresinde
ve her yöresinde yeniden dalgalandı durdu. Bunun üze
rinden uzun bir zaman geçmeden nüfuzları ülkeyi kapladı
ve otoriteleri egemen oldu.
HasankeyFin bilinen yazılış biçimi bazı Sultanlık
hükümlerinde*2061, eski ve yeni yazarların eserlerinde
«Hasankeyf» olarak geçmiştir. Bunun açıklaması konu
sunda bazı güvenilir kimseler demişlerdir ki:
Kalenin kurucusu ve hükümdarı, yönetimi zamanın
da, Arap ileri gelenlerinden Haşan adında bir kişiyi yaka
layıp kalenin hapishanesine atmıştı. Hapishane gün
leri uzayıp da Haşan helake yüz tutunca ve kendisinden
ne istendiğini de öğrenemeyince Hükümdara şu haberi
gönderdi: «Ben artık helake yüz tuttum; birkaç gün
den, hatta birkaç saattan başka bir şeyim kalmadı. H ü
kümdardan ricam, bana ufak bir fırsat versin, dalın
önce birlikte getirdiğim atıma bineyim; bir saat at
sırtında kalede dolaşıp, sahip olduğum atılganlığı ve
at biniciliği sanatındaki hünerimi, atı koşturmak
taki ve hızlı cirit atmaktaki ustalığımı Hükümdarın gözleri
önüne sereyim. Ondan sonra, hayatımı bağışlamak yada
beni ortadan kaldırmak konusunda Hükümdarın işaretine
bağlı olacağım.» Bunun üzerine Hükümdar onun bu iste
ğini ve arzusunun gerçekleştirilmesini olumlu karşılayarak
(206) Resm î k a r a r ve em irnam elerde, padlgaJılar ta ra fın
d a n verilen b e ra tla rd a (M.E.R.)
atının hazırlanmasını emretti; at hazırlanınca binmesine
izin verdi. Haşan hemen, ansızın çakan bir şimşek gibi
atm sırtına atladı ve kalenin içinde bir taşkın sel gibi ko
şup dolaşarak, atıyla ve son derece ustalığıyla Kıral’a hız
lı hareketler ve garip oyunlar gösterdi. Şairin dediği gibi:
«Güneş’i yere göstermeyen hızlı at
«Alanından bir tek ayakla mı, dört ayakla mı çıktı?
«Kirpiklerden damlayan gözyaşları çoğunlukla
«Onun koşusunda karanlık gecede siyah telden geçer,
«Su üzerinde dolaşır bir kabarcık gibi
«Kızgınlığından ateşten sıçrayan bir kıvılcım gibi
«Nevruz günündeki damla gibi enginlerde koşar
«Ve yükseklere çıkar Mart ayındaki bulutlar gibi
«Özlem gibi kaçar ve kavuşulur gündüz gibi
«Çaba gösterir yel gibi, dayanıklıdır ateş gibi
«Binlerce daire görünür bir tek noktada
«Ama demirdendir ayakları tıpkı pergel gibi.»
Sonra ansızın atını sert bir şekilde mahmuzladı, sı
kıştırdı ve yüksekliği 150 mimar ziraından fazla olan ka
lenin şerefesinden*207* tehlikeli bir atlayışla aşağı atladı;
kalenin yanından geçen Dicle sularının dalgaları arasına
düştü. Fakat atın karnı parçalandı; bu yüzden Haşan da
yüzmeye başladı ve sonunda selamet sahiline ulaşarak o
korkunç vartadan ve kanlı dalgadan kurtuldu.
Denilir ki: Haşan gözlerden kaybolduğu zaman ses
ler, «Haşan keyf!»*208* diye bağırmışlar; böylece «Haşan keyf» sözü, bu garip hikayeden dolayı bu kaleye ad olmuş
tur. Şairin dediği gibi, «söz doğruysa eğer garip ve il
ginçtir. »
Başka bir rivayete göre de, kalenin mimarının adı
(207) Şerefe kalenin b ir çeşit b u rcudur. (M.E.B.)
(208) Bu sözün anlam ı, «H aşan nasıl», «H aşan nasıl bunu
yapabildin»dir. (M .E.B.)
Keyfa bin Talun’du; bu yüzden kale «Hısn Keyfa»1*”1 di
ye adlandırılmıştır. Bilgi Allah indindedir.
Hasankeyf aşiret ve kabilelerinin önemlileri 13’tür:
Aştî, Mıhalbî, Mıhranî, Becnevî, Şeqaqî (Şakaki), Isturkî,
Büyük Kurdli, Küçük Kurdli, Reşan, Kişkî, Cılkî, Hcndekî, Sohanî ve Bidyan.
Hasankeyf teki önemli yerler Siirt kasabası, Beşiri Na
hiyesi, Tor Nahiyesi ve diğer bir nahiye olan Erzen Nahiyesi’dir. Günümüzde Hazzo hükümdarlarının yönetimi
altında bulunan Erzen’de, sayılan 12.000 kişiye varan ve
haraç ödemekle yükümlü bulunan Hıristiyanlar vardır.
Kalenin kurucusu Mardin Hükümdarıyla anlaşmaz
lığa düştüğünden beri ülkeyi bütün nahiyeleri ve ona bağlı
yerlerle birlikte yönetiyordu; ayrıca aşiret ve kabilelerin
liderliği görevini de yerine getiriyordu. Ölünceye kadar
da kaleyi bağımsız olarak elinde tuttu. Ondan sonra yöne
time gelenler, ağızlarda ve dillerde yaygın olduğu gibi
şunlardır:
Melik Süleyman:
Bu, o Emîrin oğludur. Hasankeyfte hükümdarlık
tahtına oturdu ve bir süre bu görevi yaptı. Cengiz Devleti’nin egemenliğinin sonu olan 736(1337) yılma kadar
da adı geçen vilayet onun yönetiminde kaldı. Süleyman'
ın ölümünden sonra ise oğlu hükümet işini eline aldı.
Melik Muhammed:
Babasının yerine kırallık tahtına çıktı: Devlet işle
rini en iyi şekilde yürüttü ve ülke işlerini güzel bir düzene
koydu. O kadar ki yönetici hükümdarların büyüklerinden
ve büyük siyaset adamlarından biri oldu. Çünkü Allah’ın
rahmetine kavuşuncaya kadar îran’ın Türk ve Tatar sul
tanları ve hakanlarıyla idare yoluna ve geçinme izine uy
du.
Melik El-Adil bin Melik Muhamnıed:
Babasının vasiyeti gereğince Hasankeyf hükümdar
lığı görevine geçti. Vatandaşlar arasında adalet ve eşitlik
bayraklarını dalgalandırdı. Hasankeyfte imar ve güven
lik arttı. Bununla kadir yüksekliğinde ve şan yüceliğinde
emsallerinden ve ailesinden olan kıral ve beylerden üs
tünlük kazandı. Sonunda 781(1380) yılında ölüm kendi
sini yakaladı.
Melik Eşref bin Melik El-Adil:
Bu Emîr, babasının ölümünden sonra kırallık tahtı
na çıktı. Kendidisi Emîr Gurgan’m(210) çağdaşıydı. Nite
kim Zafername’nin yazarı Mevlana Şerefeddin Ali Yezdi
de buna işaret ederek şöyle diyor:
«796(1394) yılında, zamanın sahibi Emîr Timur
Bağdad Şehri’ni fethettikten ve Tekrit Kalesi’ni ele geçir
dikten sonra kalabalık ordusuyla Mardin’e hareket etti.
Ruha şehrine varınca, Hasankeyf yöneticisi de hemen
oraya giderek Timur’un kırallık eşiklerine bağlılığını sun
du. Bunun üzerine Şah’ın ilgisi, rıza ve kabulle onu kap
samı içine aldı ve eskiden olduğu gibi, yönetim görevini
yapması için ülkesinin merkezine dönmesine izin verdi.
Kısa bir süre sonra Allah’ın rahmetine kavuşuncaya ka
dar bu şekilde kaldı, d
«Melik El - Kamil» Lakabıyla Anılan Melik Halil bin
Melik Eşref:
Babasının ölümünden sonra aşiret ve kabile reisleri
tarafından seçilmek suretiyle onun yerine geçti. 824 (1422)
yılında, Emîr Timur Gurgan’ın oğlu Mirza Şahruh, T ürk
men Kara Yusufun çocuklarının ülkeye yaptıkları saldırı
yı püskürtmek için Van ve Weskan (Veskan)(211) sınırlarına
(210) T im urlenk. (M .E.B.)
(211) Bu ad d a h a önce «W estan» (V estan) şeklinde geçtL
(M.E.B.)
gelince, Melik Halil hemen sevincini ve bağlılığım bildire
rek kendisini görmeye gitti ve yüce eşikleriyle şereflene
rek itaatini ve Sultan’ın maiyetinde çalışmaya hazır oldu
ğunun arzetti. Mirza Şahruh Eleşkird sınırlarında, Bedlisli
Emîr Şemseddin, Hakkari Hükümdarı Melik Muhammed
ve Xizanli (Hizanlı) Sultan Süleyman’ın oğlu gibi Kürdis
tan beylerine ve hükümdarlarına, vilayetlerine dönmeleri
için izin verinceye kadar durum bu şekilde kaldı; o sıra
da kendisi de vilayetine döndü. Kalan günlerini uğur ve
ikballe, reaya arasında adalet ve iyilik bayrakları dalgalan
dırarak geçirdi. Nihayet 862(1458) yılında öldü.
Melik Halef:
Kürt dilinde «Çavsor Halef» yani «Kırmızıgözlü Ha
lef» diye ün yapmış adam budur. Kendisi Melik Halil’in
kardeşi Melik Süleyman’ın oğludur. Amcasının ölümünden
sonra Hasankeyf Hükümeti’nin tahtına çıktı. Kabile ve’
aşiretlerin reisliğini en iyi şekilde yaptı. Kendisine karşı
olan ve kendisiyle açıkça düşmanlık eden Boxtan (Bohtan)
aşiretiyle yaptığı savaşlarda nadir rastlanan kahramanlık,
üstün cesaret gibi kişisel yetenekleri görüldü; o kadar ki,
halk arasında «İki Kılıcın Babası» diye ün yaptı.
Akkoyunlu Sultanı Bayındırlı Hüseyin Bey012*, zama
nında Kürdistan vilayetlerini istila etmeyi amaçladı ve bir
Türkmen topluluğunu Hasankeyfi istila etmekle görevlen
dirdi. Bunlar Hasankeyf’e geldiler ve kaleyi kuşattılar, ku
şatmayı şiddetlendirip uzattılar. Fakat silah zoruyla zafer ve
fetih emellerine ulaşamadılar. Bu yüzden hile ve aldatma
ca yapmaya başvurdular. Melik Halefin oğullarından013*
birini kendilerine çektiler ve amcasını öldürdüğü takdirde
bu ülkenin hükümdarlığını kendisine vermekle özlemini
(212) Y anlışlıkla «H üseyin Bey» yazılm ış olsa gerek ; doğ
ru su «H aşan Bey »dir; y ani uzun H asaıı. (M.E.B.)
(213) «K ardeşinin oğullarından», yada
«Melik
H alil’in
oğullarından» olacak. (M.E.B.)
körüklediler. Bu aldatılmış serseri de, amcasını yalnız bul
duğu hamamda öldürdü; böylece bu köklü hükümdar aile
sinin son beyini ortadan kaldırmış, ayrıca akrabalık bağı
nı da kesmiş oldu. Bunun sonucu olarak yönetim meşru
varislerinin elinden alındı ve Türkmenler’in eline geçti.
Onlar, kaatile verdikleri sözü de yerine getirmediler ve
kaatil rezil olmaktan, utanmaktan başka bir şey elde ede
medi. Şair demiştir ki:
«Bu eski tarlada vefakarlık ve sevgi tohumu
«Ancak hasat mevsiminde gözlere görünür
«Ay ayının başında hilalin şekli
«Siyamek’in tacının ve Zu’nun azametinin alameti
dir.*«214)
Melik Halil bin Melik Süleyman:
Bu Melik Halil, Türkmenlerin Kürdistan’ı istilası
sırasında Hama şehrinde gizlenmişti. Sonunda Akkoyunlu
ailesine zayıflık ve gevşeklik sızınca ve toplulukları dağı
lıp düğümleri çözülünce Melik Halil, Hasankeyf hüküm
darlarıyla sıkı bağları bulunan Şerwan (Şirvan)Iı Mîr Şah
Muhammed’in (vezirlik görevini eskiden beri Şenvan emir
leri yapardı) yardım ve desteğiyle döndü. Çevresinde, Ha
sankeyf aşiretlerinden büyük bir topluluk toplandı. Melik
Halil onları alıp Siirt üzerine yürüdü ve burayı kılıç kuvve
tiyle Akkoyunlular’ın elinden kurtardı. Sonra Hasankeyi
kalesine yöneldi ve burayı Türkmenlerin elinden iyilikle
aldı. Böylece Melik Halil yeniden o ülkenin Hükümdarı
oldu.
Gerçek şudur ki, o çağda Kürdistan hükümdarları
arasında, yüce şanda ve yüksek kadirde bu hükümdarın
derecesine ulaşan kimse yoktu. Üzerinde kırallara özgü
azamet ve heybet vardı. Şah İsmail’in ablasıyla da, Şah is
(214) «Slyam ek» ve «Zu» İki hük ü m d arın a d la n olsa g e
rek. (M.E.B.)
mail Hasankeyfe gelip kendisine misafir olunca, evlen
mişti. Şah İsmail o sırada, Sultan Yakub’un(2l5), kendisine
yaptığı baskıdan ötürü ülkesinden ayrılmıştı ve Diyarbekir
yoluyla Allah’ın Evi’nin(214) ziyaretine gitmekteydi. Bu mü
nasebetle daha önce bir benzeri görülmemiş büyük şen
likler düzenlendi; Kürdistan’m hükümdarları, kır allan ve
ileri gelen yada sıradan olan bütün tanınmış adamları bu
şenliklerde hazır bulundular. Bu şenliklerde güzel yüzlü ve
şirin sözlü sakiler şarap kaselerini dolaştırdılar; ses sanat
çıları topluluğu tatlı sesleriyle söylediler; çalgıcılar da ha
zin nağmeler çaldılar. Şair demiştir ki:
«Gökler ufuklarda bir şenlik düzenledi, ne şenlikl
«Mamur oldu ülkenin her yanı onunla
«Aydınlık bir toplantıydı o, güneşle ay bir araya geldi
«Ve bir araya getirdi o şenlik hurilerle melekleri
«Belkıs’m tahtı hazır olup
«Sultan’ın devlet dolu büyük otağıyla şereflenmişd
orada.»
Akkoyunlu Türkmenlerinin devletinin yıldızı sönüp
de, Şah İsmail’in saltanatının ışığı doğudan parlayınca,
Kürdistan’m ulu hükümdarları ve beyleri de Şah’ın Teb
riz’deki sarayına giderek, tahtına itaat ve bağlılıklarım
sundular. Onlardan biri de, Melik Halil’di. Bu beylerin
Tebriz’e varmalarıyla birlikte, Şah hepsinin birden tutuk
lanmalarını emretti. Bunun üzerine zincirler ve prangalar
la bağlandılar ve Komutan Zeynel Han Şamlu’ya teslim
edildiler.
Sonra Melik Halil’e, karısını ve çocuklarını Tebriz’e
getirtmesi için emir verildi; o da karısını getirtti. Şah’ın
kızkardeşi olan karısının Melik Halil’den bir oğlu ve üç
kızı vardı. Melik Halil bu şekilde Tebriz’de üç yıl kaldı.
(215) U zun H aşa n 'm oğlu Y akup Bey. (M.E.B.)
Bu süre içinde Hasankeyf Vilayeti meşru varislerinin elin
den çıktı ve burayı doğrudan doğruya Kızılbaşlar yönetti.
Osmanlı Selim ile Şah İsmail arasında ünlü Çaldıran
Savaşı çıkınca, Melik Halil de Başıbüyük Bayki(217) ile bir
lik olup, bu fırsattan yararlandı; kendisini koruyup nö
betini beklemekle görevlendirilmiş olanları öldürerek ora
dan kaçtı ve hızla Diyarbekir’e doğru yol aldı. Van taraf
larına ulaşınca Mahmudîyan aşireti karşısına çıktı ve ken
disini yakalamak istedi. Fakat Melik Halil çarpışmaya
girdi ve onlarla şiddetli bir şekilde savaştı; mucize olarak
kurtuldu ve Bedlis Vadisi yolunu izleyerek Hasankeyfe
vardı. Yanında bulunan Başıbüyük ise bu çarpışmada öl
dürüldü.
Bu süre içinde Şervan (Şirvan) ve Zırkan aşiretleri
Hasankeyf’in öteki aşiret ve kabileleriyle birlik olup başla
rına Melik Süleyman bin Melik Halil’i Hükümdar tayin
etmişlerdi. Yalnız Reşan aşireti bu ittifaka girmemiş vc
reisliğine Melik Halil’in amcasının oğullarından birini ge
tirmişti. Ayrıca bu sırada Boxtan aşireti de, Siirt üzerine,
burayı Kızılbaşların elinden almak amacıyla büyük bir
ordu göndermişti. Bütün bunlar bu durumlardayken, an
sızın, Melik Halil’in sahneye çıktığı haberi, halkı da, her
kesi de birden dehşete düşürdü. Hepsinin elleri böğür
lerinde kaldı. Melik Halil’in çocukları kendisine boyun eğ
diler ve itaatlerini sundular; Boxtanlılar da Siirt kalesinin
kuşatmasını kaldırıp ülkelerine döndüler.
Melik Halil birkaç gün sonra Siirt üzerine yürüdü ve
burayı Kızılbaşlardan geri aldı. Kızılbaşlar Hasankeyf Kalesi’ni ilk istila ettiklerinde, muhafızlığını Becnewî (Beşnevi) Kürtleri’nden bir birliğe vermişlerdi; çünkü bu Kürtler,
adı geçen istilada onları desteklemişlerdi. Böylece bu kale
o Kürt’lerin elinde kalmıştı. Onlar da Kızılbaşların ilkelerini
(217) B ir y az m a n ü sh a d a d a «Baykİ» y erine
(M. A. A.)
«Bey»dir.
azar azar benimsemişler ve onlarla aldanmışlardı. Bu ne
denle, Melik Halil’e karşı direnmekte sebat gösterme ve ka
leyi iyilikle kendisine teslim etmeme fikrini akıllarından
geçirdiler. Bunun için, Melik Halil’in geldiğini duyar duy
maz, Boxtan Vilayeti’ne bağlı Tor taraflarına haber gönde
rerek oradan birçok yiyecek ve mühimmat getirdiler ve
kaleye doldurdular.
Melik Halil ise, bu Kürt’lerin niyetlerini öğrenince he
men kendisine bağlı aşiret ve kabilelerin adamlarını top
layarak onlara saldırdı ve kendilerini şiddetle kınadı. Bu
nun üzerine kaleyi teslim etmek ve kendisine itaatlerini
arzetmek zorunda kaldılar. Bunun karşılığında Melik Halil
de kendilerini affetti ve Becnewi Hüseyin Bey’le barış yap
tı. Yeri gelince anlatılacağı gibi, babasının ve kardeşlerinin
dökülmüş kanlarına karşılık da, Bali Köyü’nün mülkiyetini
Hüseyin Bey’e verdi adı geçen topluluk da bundan sonra
Melik Halil’e kaleyi teslim etti.
Becnewi Aşireti’nin durumlarım ve haberlerini nak
leden güvenilir adamlardan rivayet edilmiştir ki; Becn ve
Boxt, Cezire hükümdarlarının çocuklarından olan iki kar
deşti. Cezire Hükümeti üzerine anlaşmazlığa düştüler. Bu
Hükümet sonunda Boxt’un elinde kaldı, Becn ise Hasankeyf’e gitti. Hasankeyf hükümdarları olan aMelikanslar
da, sonra Hasankeyf’i bu eski Becnewiler’den aldılar.
Başka bir rivayete göre de, bütün Kürt’ler Becn ve
Boxt’un soyundan türemişlerdir. Bilgi Allah indindedir.
Emîr Şeref bin Emîr Bedir Cezire Hükümdarı iken,
aralarındaki eski köklü düşmanlık yüzünden, Becnewi aşi
retinin kendisine karşı muhalefet ettiği belirtileri görülmüş
tü. Bunun üzerine Emîr Şeref intikam için bilenmiş ve
Melik Halil’den Mîr Muhammed Becnewî’yi, kendisine
karşı görülen kötülüğünden ötürü cezalandırmak üzere
göndermesini istemişti. Melik Halil de, Emîr Şerefi mem
nun kılmak için Mîr Muhammed’i çocuklarından ve adam-
larından 15 kişiyle birlikte öldürmüştü. Bu zavalldardan,
büyük oğlu Hüseyin Bey’den başka öldürülmekten kurtu
lan olmamıştı. Hüseyin Bey mallarını, yiyeceklerini, aşiret
ve kabilelerden kalanları talan ve ganimet payı olarak bı
rakıp kaçmaya muvaffak olmuştu.
Şimdi ise ağızlarda ve dillerde dolaşan söylentilere
göre, Melik Halil yokken Hüseyin Bey’in Kızılbaşlarla
anlaşması ve işbirliği yapmasının nedeni, bütün bu geçen
olaylardı. Bu nedenle Melik Halil, fırsat çıkınca Hüseyin
Bey’le barıştı ve gönlünü almak için kendisine, Bali Köyü’nü verdi.
Sözün özü, sonunda zaman Melik Halil’e gülümsedi;
özellikle Bccnewî aşiretinin Hasankeyf kalesini kendisine
teslim etmesinden sonra şanı yüceldi ve kadri yükseldi. Tam
bağımsızlıkla, uğur ve ikballe ülkeyi uzun zaman yönetti.
Sonunda ölüm kendisini yakaladı; «memnun etmiş ve mem
nun edilmiş olarak Rabbine dön»(218) çağrısına uydu; bu
fani diyardan ahret diyarına geçerek arkasında dört erkek
çocuğu bıraktı: Melik Süleyman, Melik Ali, Melik Mu
hammed ve Melik Hüseyin.
Melik Hüseyin bin Melik Halil:
Bu Melik Hüseyin yüksek himmetli, iyiliksever bir
gençti. Bu durum Hasankeyf’teki aşiret adamlarını ve bü
yük aileleri kendisine hayran kıldı ve dikkatlerini üzerine
çekti; bu yüzden, henüz erginlik çağma ermek üzereyken
kendisini hükümdarlık görevine getirdiler. Şairin dediği
gibi:
«Hedefi aşka varmak olan kimsenin
«Bir nur belirir elbet yüzünde.»
Ne var ki, Melik Hüseyin, hükümdarlık tahtını ele
geçirir geçirmez hemen iki kardeşi Melik Ali ve Melik
Muhammed’i tutukladı. Erzen Nahiyesi’nde bulunan üçün
cü kardeşi Melik Süleyman ise, Amed Beylerbeyi Hüsrev
Paşa’ya kaçarak, babasının Hükümetini almak amacıyla
kendisinden yardım istedi. Hüsrev Paşa da hemen Melik
Hüseyin’e haber göndererek kendisini iki tutuklu kardeşiy
le birlikte Amed’deki Osmanlı Divam’na getirtti ve anlaş
mazlığı çözüme bağlamak için Melik Hüseyin’in öldürül
mesine emir verdi; Hasankeyf Hükümeti’nin işini de karde
şi Melik Süleyman’a verdi.
Melik Süleyman bin Melik Halil:
Din ve dindarlık adamları demişlerdir ki: liderliğe,
saltanata ve kamu işlerinin yönetimini almaya layık olan
lar, bütün durumlarda, «Allah sana nasıl iyilik ettiyse sen
de iyilik et»(219) sözünün içeriğine göre hareket edenler,
küçük büyük bütün vatandaşların arzularını karşılayanlar
ve yüce Allah’ın «akrabalar birbirlerine daha yakındır»
sözü uyarınca iş görenlerdir. Çünkü bilindiği gibi, bütün
durumlarında ve şartlarında akrabalık bağlarının faizletine
tutunan kimse, başkasından üstün olur ve herkes tarafın
dan sevilir. Şairin dediği gibi:
«İki dost gönül birliği ederse, makas gibi
«Dünyayı kesebilirler, birbirleriniyse kesmezler.»
Bu girişten ve bu girişi burada sermekten maksadımız
şunu dememiz içindir:
Melik Süleyman, Diyarbekir Vilayeti Beylerbeyi ve
Valisi Hüsrev Paşa’mn desteği sayesinde Sultan Süleyman
Han’m emirnamesi gereğince Hasankeyf Hükümdarlığı’nı
eline aldıktan ve Hükümetinin merkezine döndükten son
ra iki kardeşi Melik Muhammed ve Melik Ali kendisine
karşı çıktılar ve yönetimde kendisiyle çatıştılar. Fakat Me
lik Ali kendisine karşı direnemedi ve yenilerek Bedlis Hü
kümdarı Şeref Han’a iltica etti. Ayrıca ülkedeki aşiret ve
(219) T ırn ak içindeki sözler a y e tte n alıntıdır. (M .E.B.)
kabileler de, Melik Hüseyin’in öldürülmesine öfkelerini
gösterdiler, Melik Süleyman’dan nefret ettiler ve kendisine
karşı çıkmaya başladılar. Bıı durum, Melik Süleyman’ın,
muhaliflerinden korku duymasına yol açtı. Bu yüzden
kendisine korku ve vehim egemen oldu ve hemen Amed’e
giderek kalenin anahtarlarını Hüsrev Paşa’ya verdi; ken
di rızasıyla Hasankeyf hükümdarlığından feragat etti ve
kendisine herhangi bir eyalet verilmesini istedi. Hüsrev
Paşa da, durumunu yüce eşiklere arzetti. Bunun üzerine
Sultan Süleyman Han’dan, Hasankeyf Hükümeti yerine
Ruha görevinin(220) eyalet yoluyla, 700.000 akça ile birlikte
kendisine verilmesine, adı geçen Ruha Vilayeti zeametinin
300.000 akça ile kardeşi Melik Muhammed’e, diğer bir
zeametin de 2C0.000 akça karşılığında ikinci kardeşi Me
lik Ali’ye verilmesine dair bir emirname geldi. Melik Sü
leyman bir süre Ruha’da yönetim görevinde bulundu. Sonra
kendisini ölüm yakaladı ve ruhu yücelerin en yücesine
çıktı.
Melik Muhammed bin Melik Halil:
Kardeşinin ölümünden sonra Ruha Eyaleti kendisin
den alındı ve Sultan Süleyman Divanı’nca kendisine beylik
yoluyla Arabgir sancağı verildi. Bundan sonra sancak yo
luyla kendisine Bedlis verildi. Orada da karar kılmadı ve
birçok görev değiştirdi; sonunda görevlerden nefret eder
ve peşinde koşmaz oldu. Kendisiyle Boxtan Hükümdarı Be
dir Bey arasında dostluk ve sevgi bağları sağlamlaşarak;
komşuluk, dostluk ve birlikten doğan eski hukuku pekiş
tirmek amacıyla, kızını Bedir Bey’in oğlu Mir Muhammed’le evlendirecek dereceye varınca, ömrünün sonlarında
Cezire’de inzivaya çekilmeyi tercih etti ve Allah kendisini
rahmetine kavuştumncaya kadar orada kaldı; arkasında
11 erkek çocuğu bıraktı: Melik Halef, Melik Sultan Hü-
şeyin, Melik Eşref, Melik Ali, Melik Süleyman, Melik H a
lil, Melik Zahir, Melik Adil, Melik Mahmud, Melik H a
şan ve Melik Ahmed.
Bunlardan Melik H alefi gençliğinin başlangıcında
ve ömrünün başlarında ölüm yakaladı ve Melik Hamza
denilen bir çocuk bıraktı. Diğer kardeşlerden üçü, yani
Melik Süleyman, Melik Zahir ve Melik Haşan da yine
ömürlerinin başlarında öldüler. Babalarının sancağım iste
mek için ortaya çıkan, Melik Sultan Hüseyin oldu. Sul
tan Selim Han’m(221) Divanından da bu konuda bir emir
name çıktı. Diğer kardeşleri ise Kürdistan beylerine katıl
dılar ve onların hizmetine girdiler; hâlâ da Kürdistan’m
dört bir yanında gidip gelmektedirler.
Melik Sultan Hüseyin bin Melik Mubantmed:
Yukarıda geçtiği gibi, bu emir babasının sancağım
ele aldıktan sonra, bir süre en iyi şekilde yönetimde buluııdu. Bu görevi birkaç defa değiştirdi ve sonunda yönetimi
bıraktı. Kendisi şimdi, 1005 (1597) yılında vakitlerini Kürdistan’da geçirmekte ve babalarının, atalarının bıraktığı
vakfın geliriyle geçinmektedir. Yüce Allah’tan umulur ki,
başarıyı kendisine arkadaş ve durumunu mutlu kılsın; ken
disi de böylece günün birinde atalarının mirasına kavuş
sun.
Üçüncü Safha
Knrdistan’ın Diğer Beylerinin ve Hükümdarlarının
Anılan Hakkındadır
Bunlar Uç Gruptur
Birinci Grup dokuz bölümdür
BİRİNCİ BÖLÜM
Çemişkezek Hükümdarlan Hakkındadır
O da iiç dal kapsamaktadır.
Tarih bilginlerince açıkça bilindiği gibi, Çemişkezek
hükümdarlarının soyu, kendi iddialarına göre, Abbasi ha
lifelerinin çocuklarından olan ve Melkiş denilen bir kişiye
varır, Bazı büyüklerin rivayetine göre de, Selçuklu salta
natının dallarından birinden olan Emir Salik bin Ali bin
Kasım, Selçuklu Sultanı Alp Arslan zamanında Erzen-i
Rum(222) ve dolaylarının yönetiminde bulunuyordu. Ken
disiyle Gürcistan hükümdarları arasında köklü bir düş
manlık vardı ve her zaman savaş oluyordu. Nihayet 556
(1162) yılında iki taraf arasında çarpışmalar oldu ve ken
disi ile ordusunun ileri gelenleri Gürcüler’in eline esir düş(222) E rz u ru m olsa gerek. (M.E.B.)
tüler. Kızkardeşi, Şah Ermen’in*223’ karısı olduğu için, bu
Şah Gürcistan’a birçok hediye ve armağan gönderdi vc
kendisini serbest bıraktırmaya muvaffak oldu. Kendisin
den sonra da oğlu Melik Muhammed yönetimi aldı. Bunun
ölümünden sonra ise beylik Cakdaş’a*220 geçti. Cakdaş’ın
ölümünden sonra beylik tahtına Melik Şah bin Muham
med çıktı. Melik Şah’m, gönlü bağımsızlığa ve tek başına
hüküm sürmeye heves etti. Bu yüzden savaş çıktı ve 598
(1202) yılında Selçuklu Süleyman bin Kılıç Arslan tara
fından öldürüldü. Erzen-i Rum da, o tarihten beri Rum
Selçuklularının*225’ egemenliğine geçti.
Bu durumda, Çemişkezek hükümdarlarının bu Melik
Şah’m soyundan gelmiş olmaları ve «Melik Şah» sözünün
Kürt dilinde «Melkiş» biçiminde değişmiş olması muhte
meldir. Öte yandan Çemişkezek hükümdarlarının adları da,
onların Türklerin çocuklarından ve torunlarından olduk
larını kanıtlar; çünkü adlarının hiç bir vesileyle Arap ve
Kürt adlarıyla ilgisi yoktur; Arap ve Kürt adlarına hiç de
benzemez.
Soyları ne olursa olsun, rivayet diyor ki: Adı geçen
Melkiş’in soyundan gelen Melkiş’in etrafında büyük bir
topluluk meydana geldi; şanı yüceldi ve değeri arttı.
Sonunda 32 kale ve 16 nahiyeyi istila etti; buralar şimdi
fiilen Çemişkezek hükümdarlarının egemenliği altındadır.
Bundan ötürü kendisine bağlı olanlar «Melkişî» adıyla
adlandırılmışlardır.
Üç kısma ayrılan Melkişîler Kürdistan’da büyük ihti
şamları, hizmetçilerinin, taraftarlarının ve kendilerine bağlı
olanların çokluğuyla ün yapmışlardır. Onlardan 1.000 ka
dar aile İran hükümdarlarına katıldıkları gibi, bir grubu
da Şah’m muhafız subayları arasına katıldılar. Bunların
(223) Bu, o sıra d a A h lat ve dolaylarındaki T ürkm en hü
k ü m d arların ın lakabıydı (M.A.A.)
(224) B ir n ü sh ad a d a «Cakdaş» yerine «torunundur. (M .A.A).
(225) A nadolu Selçukluları (M.E.B.)
bir kısmı eyaletlerde bağımsız yönetici oldu. Ülkeleri ise
genişlik ve önem bakımından, uzak yakın herkesçe «Kür
distan» özel adıyla tanındı; öyle ki, berat ve emirnameler
de ve diğer Sultanlık belgelerinde bu ad geçtiği zaman,
yalnız bu önemli vilayet anlaşılır; ayrıca Kürtler arasında
«Kürdistan» sözcüğü geçtikçe, bundan yalnız Çemişkezek
Vilayeti kastedilir.
Melkiş’in, adı geçen 32 kaleyi ve 16 nahiyeyi egemen
liği altına almasmdan bu yana buralar sıra ve veraset yo
luyla çocuklarının ve torunlarının yönetimi altında bulun
maktadır. Bu şehirler ve nahiyeler, Cengiz Han, Timurlenk, oğlu Şahruh Mirza(226) ve Türkmen Kara Yusuf gibi
büyük fatihler zamanında bile ellerinden çıkmamışlardır.
O vilayette durum Şeyh bin Emîr Yalıman (Belan) zama
nına kadar bu tarz üzerine sürüp gitti.
Bunun zamanında ise İran’da saltanat Bayındırlı Ha
şan Bey’e(227) geçti. Bu Haşan Bey ise gayretini, Kürdis
tan beylerinin ve köklü ailelerinin, özellikle bunlardan
Karakoyunlu ailesi sultanlarıyla eskiden dostluk kurmuş
ve anlaşmış olanların köklerini kazımaya yöneltti. Bu cüm
leden olarak Çemişkezek hükümdarları aUesini ortadan
kaldırma çarelerini aramak peşine düştü ve ünlü Kara
koyunlu aşireünin kollarının güçlülerinden biri olan Hırbendelu kabilesini, istila için Çemişkezek* Vilayeti’ne saldırttı. Hırbendelu’lular, vilayeti Emîr Şeyh Hasan’dan al
dılar.
Şeyh Haşan yiğit, cesur, asil, son derece alicenap ve
cömert bir gençti. Bu nedenler, erginlik çağına vardığında
ve erkekliği tekamül ettiğinde, etrafında halkın toplanma
sına ve halkın kendiline bağlanmasına yardım etti. Ondan
sonra, gaspedilmiş hakkını nasıl geri alacağını ve miras
kalmış ülkesinden düşmanlarını nasıl kovacağını gece
(226) D ah a önce «M irza Ş ahruh» şeklinde geçti. (M .E.B.)
(227) U zun H aşa n olsa gerek. (M.E.B.)
gündüz düşünmeye başladı. Önce Allah’a tevekkül ederek,
sonra da etrafında toplanmış olan ülkenin cesur ve kahra
man Kürt’lerine güvenerek, ülkesini gaspedenlere karşı
ansızın harekete geçti ve onları ülkeden çıkarttı. Böylece
duruma hakim oldu ve adaletle, insafla ülkeyi yönetmeye
başladı. Sonra öldü ve günleri sona erdi. Kendisinden
sonra yönetime oğlu Sohrab Bey geçti ve bir süre hüküru
sürdü. Onun yerine de en doğru yolda olan oğlu Hacı
Rüstem Bey geçti.
Bunun zamanında, ünlü İran Hükümdarı Şah İsmail’i
Safevi ortaya çıktı. Şah İsmail, Kızılbaş beylerinden Nur
Ali Halife’yi, Çemişkezek Vilayeti’ni istila etmeye gön
derdi. Hacı Rüstem Bey ise hemen ülkeyi çatışmasız ve
savaşsız olarak Nur Ali Halife’ye teslim etti ve Şah İs
mail’in Sarayına giderek kendisine itaatini ve boyun eği
şini sundu. Şahlık tahtına varınca, Şah değerli bir hil’atle
kendisini taltif etti ve Çemişkezek Vilayeti yerine Irak’a
bağlı bazı kesimlere yönetici tayin etti.
Nur Ali Halife ise doğru yoldan saptı ve Çemişkezek
Vilâyeti’nin halkını sıkıştırmaya, baskı altına almaya baş
ladı, aşiret adamlarından ve Melkişî ailelerin çocukların
dan büyük bir topluluk öldürdü. Bu durum, küçük büyük
ülke halkım ayaklanmaya, karışıklık ve döğüş ateşini alev
lendirmeye itti. Halk her şeyden önce Irak ve Isfahan yö
resinde bulunan Hacı Rüstem’e haber göndererek gelip
ayaklanmanın başına geçmesini istedi. Şah İsmail ise o sı
rada Irak, Fars ve Azerbaycan ordularıyla birlikte Çaldıran’da Sultan Selim’le savaşmaya gidiyordu. Hacı Rüstem
de bu seferde Şah’m maiyetinde bulunuyordu.
Çaldıran Savaşı Şah İsmail’in yenilgisiyle ve kaçma
sıyla sonuçlanınca ve Sultan Selim, istila amacıyla Teb
riz’e hareket edince, Hacı Rüstem de, Merend’e bağlı Yam
denilen yerde Sultan Selim’in üzengisine katılmaya gitti.
Türk Sultanı ise hemen aynı gün Hacı Rüstem’in, toru
nunun ve aşiretinin reislerinden ve liderlerinden olan Melkişîler’den 40 kişinin öldürülmelerini emretti. Halkın dil
lerinde yaygın şekilde dolaşan söylentilere göre, Sultan’ı
bu çirkin davranışa iten neden şuydu:
878 (1474) yılında Rum Hükümdarı Sultan Mehmed
Han(228) istila için Kemah Kalesi üzerine yürüyünce ve Ba
yındırlı Haşan Bey kendisiyle savaşıp fena bir yenilgiye
uğrayınca kalenin yöneticisi burayı Sultan Mehmed Han’ın
adamlarına teslim etmek istemiş; fakat Hacı Rüstem buna
engel olmuş ve burayı uzun zaman elinde tutmuş; sonun
da Şah İsmail’e vermişti. Bayındırlı Ferhşah Bey bu fırsat
tan yararlanarak bu meselenin detaylarını Hilafet tahtına
arzetti ve şöyle dedi: «Hacı Rüstem Bey kaleyi büyük ata
nıza teslim etmekte ciddi bir gevşeklik gösterdi; oysa Şah
İsmail’in adamlarına mücadelesiz ve çatışmasız olarak
teslim etti.» Bu mesele, cebernıt ve intikamcı Sultan’m
gönlünde kötü bir etki bıraktı; Hacı Rüstem Bey’i görür
görmez, ceza ve intikam olarak derhal öldürülmesini em
retti. Evet, şair diyor ki: «Padişahlarla ilişkisi olan kimse,
bunun cezasını da çekecektir elbet.»
Hacı Rüstem Bey’in öldürüldüğü haberi, Irak’ta bu
lunan oğlu Pir Hüseyin Bey’in kulaklarına varınca, Mısır’
ın Çerkeş sultanlarının maiyetine girmek için hemen Irak’ı
terk ederek Mısır’a hareket etti. Yolda Malatya üzerinden
geçerek, o sırada Çerkeş sultanları(22!l) tarafından tayin edil
miş olan yöneticisi Memay Bey’e, işi konusunda danıştı
ve durumu kendisine açıkladı; yüce Allah’ın «işte onlara
danış» sözüne uyarak, Mısır Sarayı’na iltica etmek konu
sundaki kararı hakkında da fikrini sordu. Memay Bey,
Fars şairinin dediği gibi, «akıllıların öncüsü ve işlerden ha
berdar bir yaşlıdır o; ağzından mum gibi su ve ateş fışkı
rır» bir adam, zamanın tecrübe sahibi kıldığı ve tecrübe(228) F a tih . (M.E.B.)
(229) M ısır K ölem en su ltan ları. (M.E.B.)
leıin parlattığı tecrübeli adamlardan olduğu için, bu yaşlı
adam başını eğerek uzun uzun düşündü; sonra kendisine
şu karşılığı verdi:
«Al-ı Osman’ın kudreti, azameti ve diğer çağdaş sul
tanlar üzerindeki üstünlükleri, sürekli olarak artmakta vc
devamlı gelişmektedir. Fetihlerinin ünü ve şanlarının yü
celiğinin yankısı ufuklara yayılmıştır. Oysa Çerkeş sul
tanlarının durumu, adalet ve insaf yolundan saptıkları için
sürekli gerileme ve çökme içindedir; bu yüzden, devletle
rinin kısa bir süre sonra ortadan kalkması ve ülkelerinin
yabancıların eline düşmesi uzak ihtimal değildir. Bu
nedenle senin işinde yararlı olan, hemen Rum tarafına ha
reket etmek ve Sultan Selim’in eşiğine sığınmaktır.»
Pir Haşan bin Hacı Rüstem Bey:
Bu bey, bu asil ailenin en iyisi ve bellibaşlı adamları
nın önde gelenidir. Akılı ve tecrübeli yaşlı Memay Bey’le
görüştükten sonra, onun kötü niyetten ve sahtekârlıktan
uzak öğütüyle hareket etmeye karar verdi. Şaihn dediği gi
bi:
«Garazdan uzak olan öğüt»
«Hastalığı gideren acı ilaç gibidir.»
P k Haşan, yüce Allah’ın, «azmettiğin zaman Allah’a
tevekkül et» sözü uyarınca ciddiyetle kollarım sıvadı ve
iyi niyet ve içtenlikle Sultan Selim’in otağına hareket etme
ye karar verdi. Amasya Şehri’nde yüce eşiklerle müşerref
olunca ve ilk defa Sultan’ın gözüne ilişince, Sultan nadir
rastlanan cesaretinden, üstün yiğitliğinden, yüreğinin güç
lülüğünden, gözüpekliğinden hayret etti ve şöyle dedi:
«Ben babasını ve oğlunu(23C) Melkişi aşketi reislerinden 40
kişiyle birlikte öldürdüm; buna rağmen korku ve çekinme,
kendisini otağıma iltica etmekten alıkoymadı.» Sultan, bu
(230) P ir H a sa n 'm oğlu, H ata R tlstem
(M .E.B.)
B e y in
torunu.
nedenle şu sağlam beytin muhtevasına göre hareket etmoyc girişti:
«Suçlu özür dilediği zaman;
«Suçunu bağışlamazsan eğer, suç işlemiş olursun.»
Ve kendisini değerli bir hil’atle taltif ederek yüce ilgi
sinin kapsamı içine aldı ve üzerine bol nimetlerini yağdudı; sonra kendisine, ulu babaları ve ataları zamanındaa
beri yürürlükte bulunan usul gereğince Çemişkezek Bey
liği görevini lütfetti; bu konuda ve, Maraş Beylerbeyi Bı
yıklı Mehmed Paşa’nın, Pir Hüseyin Bey’le birlikte Çemişkezek’e gidip orayı gaspcden Kızılbaşların elinden ala
rak kendisine teslim etmekle görevlendirildiği konusunda
bir Padişahlık emirnamesi çıktı. Mehmed Paşa bu emre
uydu ve Çemişkezeke hareket etti.
Fakat Pir Hüseyin Bey işi aceleye getirdi ve adam
larından, aşiretlerinden ordular ve taraftarlar toplayarak,
Mehmed Paşa’nın ordusu henüz yardımına gelmeden, on
larla birlikte, ülkesini gaspetmiş olanların üzerine yürüdii
Takır Yaylağı denilen yerde Nur Ali Halife’yle şiddetli
bir savaşa girişti. Kanlı bir çarpışmadan ve şiddetli bir sa
vaştan sonra, çarpışmalar Kızılbaşların yenilgisiyle ve Kürt
kahramanlarının zaferiyle sonuçlandı; Kürtler hemen Nur
Ali Halifc’nin başını kestiler.
Böylece Pir Hüseyin, cennet vatanı Kızılbaş dikenle
rinden temizleme işini tamamladı; kendisi ülkenin tek Hü
kümdarı ve bağımsız Beyi haline geldi; onunla ne kimse
çatışıyor, ne de mücadele ediyordu. Tam 30 yıl ülkeyi
yönettikten sonra Allah’ın rahmetine kavuştu, arkasında
16 erkek çocuğu bıraktı: Halid Bey, Muhammedi Bey,
Rüstem Bey, Yusuf Bey, Pilten Bey, Keykubad Bey, Behlül Bey, Muhsin Bey, Yakub Bey, Ferhşad Bey, Ali Bey,
Külay Bey, Keyhüsrev Bey, Keykavus Bey, Perviz Bey ve
Yalman(2JI) Bey.
(231) B ir n ü sh ad a Süleym an, y ad a Y am an‘dır.
(M.A.A.)
Esef vericidir ki, bu kardeşler birbirlerine uymadılar
ve şu hikmetli beytin muhtevasından gafil oldular:
«Bütün devletler ittifaktan doğar.»
«Devlctsizlik ise ittifaksızlıktan.»
Kısacası hepsi devletin düşmesi konusunda ittifak
ettiler ve Kanunî Sultan Süleyman’ın Sarayına giderek onun
saygıdeğer kulaklarına şu dileklerini arzettiler: Çemiş
kezek Kasabası’nm gelirlerinin, buradaki kafirlerden alı
nan haraçların, vilayetteki hayvanlardan alman vergilerin,
Sultan’ın özel emlaki olmaya layık olan birkaç köy ve na
hiye ile birlikte, özel Sultanlık emlaki arasına alınmasının
lütfen kabul edilmesi, ülkenin kalan kısmının iki sancağa
ve 14 tımar ve zeamete ayrılması.
Bunun üzerine, Çemişkezek Vilayeti’nin, oradaki özel
Padişahlık emlaki hariç, onların isteği gereğince, ikf san
cak ve 14 tımar ve zeamet haline getirilmesi ve bunları
Pir Hüseyin Bey’in çocuklarının ve torunlarının, bu hakkı
bir yabancıya vermemeleri ve kendilerinin de Osmanlı
Devleti’nin toprakları üzerindeki diğer ülkelerde herhan
gi bir görev almamaları şartıyla, birbirlerinden miras yo
luyla devralmaları konusunda bir Padişahlık emirnamesi
çıktı.
BİRİNCİ DAL
Mıcıngerd Beyleri Hakkındadır
Mıcıngerd Nahiyesi, Sultan Süleyman’ın bir emirna
mesi gereğince sancaklık yoluyla, Pir Hüseyin Bey’in bü
yük oğlu Muhammedi Bey’e verildi. Bu bey burayı yalnız
bir yıl yönettikten sonra öldü ve hiçbiri yönetimi eline ala
mayacak olan dört küçük erkek çocuğu bıraktı. Bu yüz
den Sancağın yönetimi, Sultan Süleyman tarafından kar
deşi Ferhşad Bey’e verildi. Bunun üzerine bir süre geç
tikten sonra kendisiyle kardeşleri arasında kıskançlık ve
anlaşmazlık akrepleri dolaşmaya başladı; kardeşleri kendi
sini Sultan’a ihanet etmekle ve devlet mallarını zimmetine
geçirmekle suçladılar ve Sultanlık tahtına bu konuda bir
rapor sundular. Bunun üzerine hemen öldürülmesi için
emir çıktı. Böylecc öldü ve arkasında iki çocuk bıraktı:
Hüseyin Bey ve Halil Bey. Bunların birine, Sancağın zea
metlerinden bir tanesi verilmekle yetinildi ve Sancağın hep
si, Erzurum Beylerbeyi Arnavut Sinan Paşa’nın kardeşi
Kasım Bey’e verildi. Muhammedi Bey’in dört çocuğunu
da, kendilerine tımar ve zeametler dağıtarak memnun etti
ler.
Bir süre sonra Pertek Hükümdarı Rüstem Bey Sul
tan Süleyman nezdinde bu meselede aracılık etti ve ken
disine bir rapor sunarak şöyle dedi: «Ferhşad Bey, kötü
gidişi izlemiş ve Sultanlık emirnamesi gereğince öldürül
mesini gerektiren işler yapmışsa, bu yerine getirilmiş bir
emirdi. Şimdi ise, miras kalmış Sancağın, Padişahlık taah
hütnamesi gereğince, şimdi olduğu gibi bu aileden olan
başkalarına değil, Pir Hüseyin Bey’in oğlu Pilten Bey’e
verilmesini dileriz.» Bu dilek yerine getirilerek Mıcıngerd
Sancağı Pilten Bey’e verildi. Pilten Bey de, Şirvan seferin
den dönen Serdar Mustafa Paş.a’dan izin isteyerek Mıcıngerd’e hareket etti. Fakat Tercan’a varır varmaz ruhunu
yüce Allah’a teslim etti ve dört erkek çocuğu bıraktı: Ali
Bey, Cihangir, Osman Bey ve Kel Ahmed Bey.
Mıcıngerd Sancağı Mustafa Paşa’nm aracılığıyla ve
Sultan Murad Han’ın*232’ bir emirnamesi gereğince adı
geçen büyük oğlu Ali Bey’e verildi. Kardeşleri de zeamet
ler ve tımarlarla memnun edildiler; onlar da bunlarla yeti
nip kanaat getirdiler. Bir süre sonra Ali Bey, Rabbinin
«ey huzur içindeki can, memnun olmuş ve memnun edil
miş olarak Rabbine dön» sözündeki çağrısına uyarak Al
(232) M urad UT. (M.E.B.)
lah’ın rahmetine kavuştu ve üç erkek çocuğu bıraktı: Hay
dar Bey, Allahverdi Bey ve Pilten Bey. Sancak yönetimi
Sultan Murad Han’ın Divanından, büyük oğlu Haydar
Bey’e verildi; fakat kendisi de, Sancağın işlerine bakamadan öldü. Bunun üzerine Sancak, yürürlükteki usuller
gereğince kardeşi Allahverdi Bey’e verildi. Kendisi halen
Mıcmgerd’deki görevinde bulunmaktadır. Tarih: 18 Ra
mazan 1005 (1597), Pazartesi günü.
İKİNCİ DAL
Pertek Hükümdarları Hakkındadır
Daha önce dedik ki: Pir Hüseyin Bey’in ölümünden
sonra Çemişkezek Vilayeti iki sancak ve birkaç zeamete
taksim edüdi. Bunlardan biri olan Pertek Nahiyesi, Sul
tan Süleyman Han’ın Divanından çıkan bir emirname ge
reğince, Pir Hüseyin Bey’in ikinci oğlu Rüstem Bey’e veril
di. Bu Bey uzun bir zaman ülkeyi yönettikten sonra beka
diyarını fanilik diyarına tercih ederek oraya göçetti ve var
lık safhası üzerinde üç erkek çocuğu bıraktı: Baysungur,
Muhammed ve Ali. Babasının hükümetini, onun vasiyetiy
le Baysungur eline aldı.
Baysungur gerçekten akıllı bir adam ve zeki bir ede
biyatçıdır; son derece politikacı ve zekidir. Hükümet işle
rini kavramakta ve aşiret işlerini düzene koymakta, ken
disinin nadir rastlanan zekası kendini gösterdi. Bu durum
kendisini, benzeri Kürdistan beyleri ve kıralları arasında
bir eşi bulunmayan emsalsiz kıldı. Kendisinin şiir ve ede
biyatta ince bir karakteri, musiki sanatında da bilgi ve
uygulama yönünden büyük bir gücü vardır. Bunlardan
başka, cömertlik ve iyilikte, cesaret ve mertlikte de çağının
bir tekidir. Kendisi bu güzel hasletlerde Hatem ve Isfendiyar’m İkincisidir. Bunlara ek olarak günah olmayan
eğlencelere, süsleme araçlarına ve onun gibi Hükümet
adamlarının vazgeçmeyecekleri antika silahlara karşı da
özel bir zevki vardır.
Kendisi şimdi Pertek’te bağımsız olarak layıkıyla ve
hakkıyla yönetim görevinde ve amcalarının oğulları ile
Çemişkezek aşiret ve kabilelerinin başkanlığında bulun
maktadır. Bunların hepsi bütün içtenlik ve bağlılıkla ken
disine boyun eğmektedir. Yüce Allah’tan umudumuz, ba
balarının ve atalarının geleneklerini koruması için, onu en
büyük devlete ve en büyük hükümete muvaffak etmesidir.
ÜÇÜNCÜ DAL
Seqeman (Sakanıan) Hükümdarları Konusundadır
Daha önce de geçtiği gibi, Pir Hüseyin’in çocukları
nın Kanunî Sultan Süleyman Han’dan istekleri ve dilek
leri üzerine Çemişkezek Vilayeti iki sancağa ve 14 zeamete
taksim edildi. Bu taksim gereğince Seqeman (Sakaman)
Nahiyesi, Çemişkezek Kasabasıyla birlikte Padişahlığın
özel emlaki arasına konuldu. Yine daha önce geçtiği gibi,
Pir Hüseyin Bey’in, bir anadan doğan ve babalarının vila
yetinin taksim edilişi sırasında küçük olan üç oğlu Keyhüsrev Bey, Keykavus Bey ve Perviz Bey, o sırada zeamet ve
tımarlarla kanaat etmişlerdi, Hükümet ve sancak isteme
mişlerdi. Erginlik çağma ve iyi ile kötüyü birbirinden ayı
racak yaşa geldiklerinde, henüz dişleri ve tırnakları çık
mamış aslan yavruları gibi güçsüz oldukları bir sırada çiğ
nenmiş haklarını istemek üzere, hep birlikte yüce Asitane'ye gitmek konusunda anlaştılar. Şairin dediği gibi:
«Aslan yavrusu gerçi güçsüz ve çaresizdir»
«Ama bunun nedeni tırnaklarının ve dişlerinin çık
mamış olmasıdır.»
Hükümdarlık katma varıp, Hilafet makamının vezir
leri ve yüksek görevlileri aracılığıyla durumlarının gerçek
yüzünü arzettiklerinde, Sultan’ın merhamet duygulan ken
dilerine acıdı ve, Seqeman Nahiyesi’nin Padişahlığın özel
emlakinden çıkarılıp sancak haline getirilmesine ve Keyhüsrev Bey’e verilmesine, diğer iki kardeşine de yeni ve zen
gin zeametler verilmesine ilişkin yüce emirler çıktı.
Keyhüsrev Bey uzun zaman duruluk, dayanışma ve
güvenlik içinde hüküm sürdü; sonunda Allah’m rahmeti
ne kavuştu. Şiir:
«Hangi ikbal ağacıdır ki başını çarka doğru yük
seltip
«Ecel kasırgası tarafından sonunda kökünden dev
rilmemiş olsun?»
Keyhüsrev Bey üç erkek çocuğu bıraktı: Salih Bey,
Kasım Bey ve Ömer Bey. irs ve istihkak gereğince bunla
rın birincisi babasımn yerine geçti. İkincisi ise bunak,
hatta meczuptu ve resmi görevler almaya layık değildi;
bu yüzden de dervişliği ve evinde kabuğuna çekilmeyi ter
cih etti. Üçüncü kardeş olan Ömer Bey de gerçi görünüşte
kardeşi Salih Bey’in hükümet etmesine razı oldu; ama
içinde ona karşı nefret ve kin, hatta fırsat bulduğunda onu
öldürme cüretini gizliyordu. Nitekim günün birinde fiilen
bu fırsatı buldu ve öz kardeşine kendisini hemen öldüren
şiddetli bir darbe vurdu. Böylece gasıp ve zulüm yoluyla
Hükümeti ele geçirdi ve kendini ülkenin başına Bey ilan
etti. Bununla da yetinmeyerek daha fazlasına göz dikti
ve kardeşi Salih Bey’in özel mal ve mülklerini de ele ge
çirmek amacıyla, onun dul karısıyla da evlenmek istedi.
Sonra bir gün bunu gizlice kadına açtı; hatun da görünüş
te buna razı oldu ve kabul etti; fakat içinde kendisine kar
şı kin ve nefreti, ve bu hain deliden kocasının intikamını
alma hırsını gizliyordu.
Bu yiğit ve cesur kadın, kocasının birkaç sadık ada-
mını da sırrından ve kararlaştırdığı büyük işten haberdar
etti; onlar da cankulağıyla kendisini dinlediler ve görüşü
nü uygun buldular. Hepsi, bu adamların silahlanıp zifaf gü
nü gizlice eve girmelerine, orada Ömer Bey’in gelinle
gerdeğe girmek için gelmesini beklemelerine ve gelişi sı
rasında, komployu uygulamakla görevli bulunanların giz
lendikleri yerden çıkıp üzerine atılmalarına karar verdiler.
Zifaf zamanı gelince planı uygulamakla görevli bulunan
lar, tespit edilmiş yerde gizlendiler ve mağrur, gafil dama
dı kolladılar. Derken Ömer Bey gelip Saraya girdi ve H a
rem tarafına yöneldi. Tam o sırada adamlar aslanlar gibi
üzerine atıldılar ve kendisini paramparça ettiler.
Salih Bey o cesur kadından doğan üç erkek çocuğu
bırakmıştı. Kadın büyük oğlu Keyhüsrev Bey’i alıp yüce
Asitane’ye götürdü ve Sultan Murad Han’ın tahtına sığına
rak, büyük vezirler ve görevliler aracılığıyla durumunu
detaylı olarak arzetti. Bunun üzerine kendisine karşı in
saflı davranılması, dileğinin yerine getirilerek babanın ma
kamının oğluna verilmesi konusunda yüce emirler çıktı.
Kendisi de dileği yerine getirilmiş olarak şehrine döndü.
Şimdi, 1005 (1597) yılı olan bu tarihte Keyhüsrev Bey
kimseyle çatışmaksızın ve ortaksız olarak Seqeman (Sakaman) Hükümeti’ni yönetmektedir.
Pir Hüseyin Bey’in diğer çocuklarının durumunu da,
olduğu gibi ve kısaca aşağıdaki satırlarda anlatacağız:
1 — Yusuf Bey bin Pir Hüseyin Bey: Miras, kalmış
vilayetin taksimi sırasında 70.000 akça tutarında bir zea
met elde etti. Erkek çocuğu bırakmadan ölmesinden sonra
zeameti Muhammedi Bey’in oğulları olan Mustafa Bey,
Zülfikar Bey ve Sohrab bin(233) Elkas’a taksim edildi.
2 =— Muhsin Bey bin Pir Hüseyin Bey: Bu da miras
kalmış vilayetten 70.000 akça tutarında bir zeamet elde
etti, öldüğü zaman zeameti beş çocuğu arasında kolayca
ve geniş geniş taksim edildi: İbrahim, Cafer, Şeyh Haşan,
Murad Bey ve Vaybe Sultan.
3 — Yakub Bey bin Pir. Hüseyin Bey: Kendisine
40.000 akçalık bir zeamet verildi. Ölümünden sonra zea
meti üç çocuğu arasında bölüşüldü: Ferh, Dündar ve Babıir Bey.
4 — Keykubad Bey bin Pir Hüseyin: Kendisi
50.000 akça tutarında bir zeamet aldı. Fakat yaradılışın
daki aşırı tehevvür ve gurur yüzünden bunu kabul etmeyi
reddetti; ailesini ve vatanını terkederek Yemen’e gitti.
Orada devlete büyük hizmetleri görüldü. Bu da, kendisini,
miras kalmış Hükümetini almak umuduyla yüce Asitane’ye gitmeye itti. Fakat orada ecel kendisini yakaladı ve
Allah’ın rahmetine kavuşarak dört erkek çocuğu bıraktı:
Hüseyin Bey, Mesih Bey, Zahidi Bey ve İslam Bey.
5 — Keykavus bin Pir Hüseyin Bey: Bu Beyi az
bir zeamete razı etmişlerdi; ölümünden sonra da bu zeamet
oğlu Mansur Bey’e verildi.
6 — Perviz Bey bin Hüseyin Bey: Zeameti oğlu
Haydar Bey’e geçti.
7 — Behlül Bey bin Pir Hüseyin Bey: Zeameti
40.000 akçaydı. Ölümünden sonra da oğlu Muhammedi
Bey’e verildi. Bunun ölümünden sonra da zeamet oğullan
Elvend, Oruç ve Ahmed Bey arasında taksim edildi.
8 — Gulabî Bey bin Pir Hüseyin Bey: Zeameti
40.000 akçaydı. Serdar Mustafa Paşa’nm Şirvan bölgesi
üzerine yürüdüğünde, Osmanlı ordusuyla Kızılbaşlar ara
sında meydana gelen Çıldır çarpışmasında, kendisi de bazı
Kürt beyleri ve ileri gelenleriyle birlikte şehit oldu. Bunun
üzerine zeameti oğlu Muhammed Bey’e verildi. Bunun ölü
münden sonra da torunu Ali Han Bey’e verildi.
9 — Yalman Bey bin Pir Hüseyin Bey: 20.000 akçalık zeamete razı oldu. Allah kendisine uzun bir ömür
nimeti verdi. Bu satırların yazddığı 1005 (1597) yılına
kadar izzet ve şerefle zeametini yönetmektedir.
İKİNCİ BÖLÜM
Mırdasi Hükümdarları Hakkındadır
Rivayet edenler hikâye ediyorlar ve haberleri nak
ledenler anlatıyorlar ki; Mırdasî hükümdarlarının soyu,
Peygamber’in -selam üzerinde olsun- amcası Abbas Efen
dimize -Allah ondan razı olsun- ulaşır. Bunların ilki Pir
Mansur bin Seyyid Hüseyin El-ATac(234) adıyla bilinirdi.
Kendisi dindar, abit, sofu ve günahlardan sakınan bir
adamdı; zaman zaman hallere düşerdi. Şimdi çocukları
nın ellerinde bulunan soy şeceresi gereğince, 15’inci gö
bekte efendimiz Ali bin Abdullah bin Abbas’a -Allah
hepsinden razı olsun- ulaşırlar.
Bu Pir Mansur başlangıçta günlerini Hakkari Vilayeti’nde geçirirdi. Sonra orayı terkederek Eğil tarafına
gitti ve Eğil Kalesi yakınlarındaki Piran(235> Köyü’ne yerleş
ti; orada kendine bir mabet kurarak ibadet, Allah’a bağlı
lık, riyazet, o yörelerin halkını dinin kurallarına ve Yaradıcı’ya bağlılığa yapışmaya yöneltmek için bu mabede
kapandı. Etrafında halktan ve ileri gelenlerden meydana
gelen mürit ve taraftarlardan büyük bir halk toplandı.
Allah’ın rahmetine kavuşunca, şeyhlikte ve doğru
yolu gösterme seccadesi026* üzerinde oturmakta yerine oğ
lu Pir Musa geçti. Pir Musa, o köyde büyük bir tekke
yaptırdı. Bu tekkeye müritlerden ve taraftarlardan büyük
bir halk yöneldi. Pir Musa’nın ünü, o yörelerde Mırdasî
ve diğer Kürt aşiretleri ve kabileleri arasında da yayıldı.
(234) A ’rac, topal dem ektir. (M.E.B.)
(235) D iy arb a k ır'a bağlı Dicle ilçesi. (M .E.B.)
(236) H a lk a doğru yoiu g österm e m akam ı, şeyhlik postu.
(M .E.B.)
Heri gelenler ve sıradan olanlar aynı şekilde Pir Musa’ya
son derece tutkun oldular.
Pir Musa’nın ölümünden sonra yerine Pir Bedir geç
ti. Onun zamanında ailenin şöhreti ile Mırdasî aşiretinin
ona bağlılığı şanın zirvesine ve şerefin doruğuna ulaştı.
Bu nedenle Pir Bedir, bu manevi ruhanî saltanatına maddi
saltanatı da katmayı aklından geçirdi; gönlü bağımsızlığa
ve tek başına egemen olmaya heves etti. Bunun üzerine
taraftarlarıyla birlikte Eğil üzerine ciddi bir saldırı yaptı
ve sonunda burayı istila etti.
Bu Eğil, eğik bir kemer üzerine kurulmuş sağlam bir
kaledir; ve o kadar yüksektir ki, ona bakan herkese kor
ku ve vehim hakim olur. Halkın ağzında ve dilinde dola
şan söylentiye göre, Allah’ın evliyalarından biri oradan ge
çerken o kemere işaret edip türkçe olarak «eğil» demiş;
bunun üzerine kemer Allah’ın izniyle eğilmiş ve eğik bir
durum almıştır. Bilgi Allah indindedir.
Bu kalede ve bu vilayette oturan aşiret ise, Kilaboğulları’nın(237) önderi olan Mırdas bin îdris bin Nusayr bin
Nasr bin Cemil’e izafeten «Mırdasî» diye adlandırılır. Mırdasîler eskiden, o sırada Mısır’ın tsmaili halife ve sultan
larının egemenliği altında bulunan Haleb dolaylarında otu
rurlardı. Sonra Mısır beyleri ile komutanları arasında an
laşmazlık çıktı; bu yüzden devletlerinin temelleri sarsıldı
ve o yörelerde oturanların durumu darmadağın oldu. Son
ra Salih bin Mırdas bin Idris, o tarafın kalesini ele geçilip
kendine merkez haline getirmeyi düşündü. Arkasından
kaleye saldırıp bir süre kuşatma altında tuttu; sonunda
kalede oturanların durumu kuşatmanın baskısı altında bo
zulunca kaleyi ele geçirdi. Bu olayın haberi Mısır’daki
Ismaili halifesi El-Zahir bin El-Hakim’e ulaşınca, bu müs
tevliyi yakalamak için adam gönderdi. Yakalanan Salih
bin Mırdas oğluyla birlikte 420 (1030) yılında öldürüldü.
(237) B ir A ra p kabilesi, (M.E.B.)
Bunun üzerine ailesi ve aşiretleri vatanlarını terketmek ve
Eğil tarafına gidip oraya yerleşmek zorunda kaldılar. O
tarihten beri bu insanlar bu vilayette oturuyorlar.
Kısacası, yukarıda anlatıldığı gibi, Pir Bedir Mırdasî
aşiretinin adamlarının desteğiyle Eğil kalesini ele geçir
dikten sonra, ruhani irşatla yetinmiş olan babalarının ve
atalarının tersine, ülkenin yönetimini de eline aldı. Sonra
vakti gelip de Selçuklu sultanlarının biri ülkesine göz di
kince başıboş bir şekilde kaçmak zorunda kaldı. Bu olayı
detaylı bir şekilde aşağıdaki satırlarda anlatacağız.
BİRİNCİ DAL
«Buldukanî» Lakabıyla Anılan Eğil Hükümdarları
Hakkındadır
Güvenilir kimselerden defalarca dinledim ki, bu
hükümdarların «Buldukanî» adıyla adlandırılmalarının se
bebi şudur:
Pir Bedir Selçuklular’ın elinden kurtulup da kaçmaya
muvaffak olunca Meyyafarqîn (Meyyafarkîn)e gitti ve bu
şehrin Hükümdarı Emir Hüsameddin’in egemenlik alanı
na sığındı; Selçuklu Sultanı Alp Arslan’ın komutanı Emir
Artukun Meyyafarqîn Kalesi’ni istila edişi sırasındaki çar
pışmada şehit oluncaya kadar da orada gizlenerek yaşadı.
Bu Emîr Artuk, Sultan tarafından Mardin ve Amed Valiliği’ne getirilmişti ve çocuklarının nüfuzu Haleb ve Bağdad’a kadar genişlemişti. Bundan ötürü tarihçiler onları
Selçuklu İmparatorluğumun dallarına mensup sultanlar
arasına koymuşlardır. Onlardan gelen sultanların sayısı ye
didir; bunların sonuncusu Melik Nasıraddin diye adlandı
rılan Sultandı. Bunu, Bayındırlı Haşan Bey, Akkoyunla
Devleti’nin ilk döneminde öldürdü ve onun ölümüyle Artuklu Devleti de son buldu.
Sözün kısası, bu Emîr, Meyyafarqîn Kalesi’ni kuşat
ma emri aldı; bu emri uygulamaya girişerek, savunucular
üzerine kuşatmayı daralttı. Bu sırada Emîr Artuk’un as
kerlerinin oklarından biri, kalenin Hükümdarı Emîr Hüsameddin’e isabet etti ve kendisini öldürdü. Bu, halkın ve
kuşatma altındakilerin bileklerini çözdü; aralarında zaaf
ve gevşeklik yayıldı; savunmayı sürdürmek ve direnmede
sebat göstermek konusunda çabaları kalmadı. Bunun üze
rine Emîr Artuk bir gece fırsattan yararlanarak her taraf
tan kaleye saldırdı ve zorla kaleye girdi. Arkasından o yö
redeki halkın ve kaleyi savunanların boyunlarım kılıçtan
geçirdi; onlardan kimseyi bırakmadı. îşte Pir Bedir de bu
çarpışmada ve son derece iğrenç olan bu katliamda şehit
oldu. Böylece Eğil hükümdarlarından hayatta .kimse kal
madı.
Yalnız şehit Pir Bedir’in karısı o sırada hamileydi.
Bütün umutlar buna bağlandı ve Mırdasîler’in gözleri, do
ğacak çocuğun cinsiyetine döndü. Mırdasî aşiretinin ileri
gelenleri ve başları bu hamile hanımın evine gelip doğum
haberlerini soruyorlar ve şöyle diyorlardı: «Allah bize na
sıl bir çocuk lütfetti; oğlan mı, kız mı?» Günün birinde
yine her zamanki gibi evin önünde toplanmışlardı. O sıra
da evden bir adam çıktı ve kendilerine türkçe olarak ve
daha önce aralarında tesbit etmiş oldukları parolayla şöy
le dedi: «Çok şükür Hûda’ya, istediğimizi bulduk.»(238). Bu
nun üzerine bu asil çocuğun adı «Emîr Bulduk», daha
sonra Eğil hükümdarlarının adı ve lakabı da «Buldukanî»
oldu. Şair demiştir ki:
«Rum akıllılarından nakledilmiştir ki:
«Kanaatkar bir kadın hamile oldu bir gün
«Ve çaresiz kaldı hamile kaldığı günden sonra
(238) T ırn ak İçindeki sözler k ita p ta aynen tü rk ç e o la ra k
y azılm ıştır. (M.E.B.)
«Kocasından vc yurdundan yoksun olarak.
«Derken kırlara gitti üzgün bir halde.
«Çocuk için üzülür, canı acırdı hamilelikten.
«Can çekişirken doğum yaptığında
«Çocuğu için üzüldü, ona bakacak kimse yok diye
«Bilmiyordu ki onu inayetiyle koruyacak Allah
«Ve başıboş bırakmayacaktır onu
«Sonunda ona hazineler bahşetti
«Ve mutlulardan kıldı kendisini.»
Üzüntü vericidir ki, anne, çocuğunu doğurduktan
hemen sonra öldü. Fakat aşiretin ileri gelenleri ve ülkenin
liderleri, uzun zaman temenni ettikleri ve gece gündüz doğ
masını bekledikleri bu inci gibi yddıza bakmak uğrunda
üstün bir ilgi ve büyük bir gayret sarfettiler. Çocuk er
ginlik çağma gelince, isteyerek ve gönül rızasıyla kendisi
ni başlarına Bey tayin ettiler. Böylece Emîr Bulduk ba
basının yerine Beylik makamına geçti; güzel bir gidiş içi
ne girdi ve uzun zaman adaletle ve insafla hüküm sürdü.
Sonra Allah’ın rahmetine kavuşunca yerine büyük oğlu
geçti.
Emîr İbrahim:
Bu Bey, babasının ölümünden sonra onun yerine
geçti; fakat devri uzun sürmedi; çünkü kısa bir süre sonra
Allah’ın rahmetine kavuştu vc hükümdarlığı oğlu Muhammed’e bıraktı.
Emir Mnhammed:
Babasından sonra yönetimi eline aldı; fakat onun da
günleri uzun sürmedi ve tespit edilmiş eceliyle öldü; üç
erkek çocuğu bıraktı:
1 — Babasından sonra Eğil’de yönetimi eline alan
Emîr İsa.
2 — Babasının sağlığında Bağın Kalesi ve dolayla
rının Valisi ve Muhafızı olan Emîr Timurtaş. Palo hü
kümdarları bu Emîr’in soyundandır. Bunların durumları
detaylı olarak İkinci Dalda anlatılacaktır.
3 — Babasının sağlığında Berdenc kalesinin ve
Çermok nahiyesinin Valisi olan Emir Hüseyin. Çermok
hükümdarları bu Emîrin soyundandır. Bazı büyüklerin ri
vayetine göre ise, Emîr Hüseyin, Emîr Muhammed’in
oğlu değil, amca oğullarındandır; fakat Emîr Muhammed’
in hükümdarlığı günlerinde kendisine Çermok Hükümeti’nin ve Berdenc Kalcsi'nin yönetimi verilmişti.
Ne olursa olsun, biz şanlı Padişah Allah’ın izniyle
Emîr Hüseyin’in ve çocuklarının durumlarını Üçüncü Dal
da anlatacağız.
Emîr İsa bin Emîr Muhammed:
Babasından sonra yönetime geçti ve Eğil’in bağımsız
Hükümdarı oldu. Akrabaları ve kardeşleriyle iyi geçindi;
meseleleri azim ve siyasetle ele alıp çözümledi; ölünceye
kadar halk ve askerler arasında adalet ve iyilik bayrağını
dalgalandırdı.
Devletşah Bey bin Emîr İsa:
Bu Emîr, babasının vasiyeti gereğince ve mırdasî
aşiretinin desteğiyle Eğil hükümdarlığı görevini eline aldı.
Bir süre ülkeyi adalet ve insafla yönettikten sonra Allah'ın
rahmetine kavuştu ve yerine oğlu geçti.
Emîr İ;a:
Babasının ölümünden sonra Eğil hükümdarlığını eli
ne aldı, halk arasında adalet bayrağını dalgalandırdı ve
ülke onun zamanında büyük ölçüde ilerledi. İki erkek ço
cuğu bırakarak öldü: tsfendiyar ve Şah Muhammed.
Şah Muhammed bin Emîr İsa:
Bu Emîr babasının yerine geçti ve bu görevi layıkıyla, yetenekle yerine getirdi. Fakat bu fani dünyayı çabuk
terketti ve beş erkek çocuğu bıraktı: Kasım Bey, İsa
Bey, Mansur Bey, Isfahan Bey ve Emîran Bey.
Kasım Bey bin Şah Muhammed Bey:
Cesarette, bilimde, edebiyatta, güzel ahlakta ve iyi
karakterde tekti; güzel yönetimde, halkı idare etmekte ve
gönüllerini kazanmakta bir bayraktı; Kürdistan hüküm
darları arasında onun bir benzeri yoktu. Akkoyunlu hü
kümdarlarının saltanatı zamanında şanı yüceldi ve değeri
arttı. O kadar ki, Akkoyunlular kendisini komutan ve ço
cuklarından birine mürebbi olarak tayin ettiler. Bu yüzden
halk arasında «Lala Kasım» diye tanındı.
Meşhur olaylardan biri şudur: Şah îsmail-i Safevi
913 (1508) yılında Diyarbekir’i istila ettiği zaman bu La
la Kasım kendisine bağlılığını sunmadı ve asla boyun eğ
medi; tersine ona karşı son derece muhalefet etti. Bu yüz
den Han Muhammed Ustaclu büyük bir orduyla üzerine
yürüdü ve Eğil Kalesi’ni kendisinden alarak, Kızılbaşlarm
komutanlarından biri olan Mansur Bey’e verdi. Eğil Ka
lesi yedi yıl onların yönetiminde ve tagallübünde kaldı.
Sonra Lala Kasım, Çaldıran Savaşı’ndan sonra Sultan
Selim Han’ın yardmıı ve desteğiyle Eğil’i geri aldı ve mi
ras kalmış görevine döndü.
Bir rivayete göre, bu Lala Kasım, Amed Kalesi’ni
Karahan zamanında ilginç bir hile ile Kızılbaşlardan ala
rak Beylerbeyi Mehmed Paşa’ya verdi; böylece OsmanlI
lar zamanında günden güne şanı yüceldi ve değeri arttı.
Sonra erkek çocuk bırakmayarak Allah’ın rahmetine ka
vuştu; bu yüzden Hükümetinin yönetimi kendi vasiyeti
gereğince kardeşinin oğlu Murad Bey’e geçti.
Murad Bey bin tsa Bey:
Sultan Süleyman’ın Divanı, Eğil Hükümeti’nin yö
netimini, amcasmm vasiyeti gereğince yeğeni Murad
Bey’e verdi. Murad Bey son derece dindar, günahlardan
sakınan, adaletli, hayırsever, mütevazi, yumuşak huylu,
küçük büyük herkesi memnun eden, ileri gelenleri ve sıra
dan olanları, yakın ve uzak kimseleri idare eden bir H ü
kümdardı. Amcası Kasım Bey’in mezarının yakınında bü
yük bir imaret kurdu; onun yanında da bir han ve bir de
konak yaptırdı. Orada, gelen gidenlere her gün yemek ve
rirdi. Bu hayır imareti, Amed Şehri’nden yalnız bir gün
lük mesafede bulunmakta ve «Han-ı Şerbatin» diye bilin
mektedir.
Murad Bey, parlak yönetiminin üzerinden birkaç yıl
geçtikten sonra iki çocuk bırakarak öldü: Ali Han ve Ka
sım Bey. Bu iki kardeş peşpeşe Eğil Hükümdarlığına geçti
ler. Ne var ki, günleri gül ve çiçeklerin günleri gibi fazla
sürmedi ve gençliklerinin ilk çağında öldüler. Kasım Bey
iki çocuk bıraktı: Cafer Bey ve Gazanfer Bey.
Cafer Bey bin Kasım Bey:
Sultan Selim Han Il.’nin çıkardığı ferman gereğince,
küçük yaşta Eğil Hükümdarlığı görevine getirilerek taltif
edildi. Şimdi, içinde bulunduğumuz 1005 (1597) yılında
hükümdarlığının üzerinden 25 yıl geçmiş bulunmaktadır
ve o zamandan beri büyük bir yetenekle o ülkeyi yönet
mektedir.
İKİNCİ DAL
Palo Hükümdarları Hakkındadır
Eğil konusunda anlattığımız gibi Palo hükümdarları
nın soyu, Emîr Timurtaş bin Emîr Muhammed bin Emîr
İbrahim bin Emîr Bulduk’a ulaşmaktadır.
Emîr Timurtaş:
Bu Emîr cömertlik ve iyilikle nitelendirilir, cesaret
ve alicenaplıkla tanınırdı ve emsali arasında yiğitlik ve
olgunlukla ün yapmıştı; isabetli fikirlere ve sağlam tedbir
lere sahipti. Sözün kısası, kendisi son derece adaletli, in
saflı ve herkes için iyilik isteyen bir kimseydi. Babası ta
rafından işlerin yönetimi eline bırakıldığı günden öldüğü
güne kadar süren bütün yönetimi günlerinde iyi bir gidiş
izledi, ölünce bir tek çocuk bıraktı.
Mir Hamza Bey:
Kavmin liderlerinin ve aşiret ileri gelenlerinin tasvibi
ve muvafakatiyle yönetimde babasınm yerine geçti. Kendi
si de dört erkek çocuğu bırakarak öldü: Hüseyin, Yağmur,
Ali ve Rüstem.
Hüseyin Bey bin Mîr Hamza:
Liyakat ve yetenekle babasından hükümdarlığı miras
aldı. Akkoyunlu Devleti’nin çökmesine yolaçan tarihi in
kılaplar ve kanlı olaylar onun zamanında meydana geldi ve
bütün Diyarbekir Vilayeti’ne keşmekeş hakim oldu. Hü
seyin Bey bu fırsattan yararlanarak Ergani Kalesi’nin üze
rine yürüdü ve burayı Türkmenlerin elinden almak istedi.
Fakat ecel kendisine olanak vermedi ve hükümdarlığın,
saltanatın meyvelerini koparmadân kendisine ölüm şer
betini içirdi; çünkü o çarpışmada öldürüldü. Çocuk bırak
madığı için de yönetim kardeşinin oğlu Cimşid Bey’e geç
ti.
Cimşld bin Rüstem:
Anlatılır ki, Cimşid Bey, başlangıçta ve amcası he
nüz sağken Pazukî Halid Bey’in hizmetindeydi. Bir gün
Halid Bey’le birlikte avlanmakta iken, Halid Bey’in bir
av kuşu uçarak havada göklere doğru yükselmiştir; o ka
dar ki, herkes bu kuşun dönmesinden umudunu kesmiştir.
Onlar bu durumdayken birdenbire kuş alçalmış ve ansızın
Cimşid Bey’in başına konmuştur. Bunun üzerine Halid
Bey ve yanındaki ileri gelenler bu olayı güzel bir taüh
saymışlar ve şöyle demişlerdir: «Bu adam yakında biiyük
bir devlet elde edecek ve dünya kendisine yüz çevirecek
tir.» Bunun üzerinden birkaç gün geçmiştir ki, bu fal ger
çekleşmiştir. Şairin dediği gibi:
«Kökü oyun olan her fal
«Üzerinde yıldız geçtiğinde mutlaka doğru çıkar.»
Daha önce de anlatıldığı gibi, amcası öldü ve Palo
yönetimi ona geçti.
Cimşid Bey gerçekten meselelerde tecrübeli, yönetim
de ve işleri çekip çevirmede yetenekli, iyi bir tedbire ve si
yasete sahipti. Sultan Selim Han’ın tahtına bağlılık ve itaat
lerini bildiren ve İran’ın Kızılbaş hükümdarlarına karşı
Osmanlılar’m yanında yeralan Kürdistan beyleri ve hü
kümdarları arasında kendisi de bulunduğu için, Sultan
kendisine, miras kalmış ülkesi olan Palo Vilayeti’ni geri
alması için değerli yardımlarda bulundu. Palo’nun Kızılbaşlar tarafından tayin edilen o zamanki yöneticisi ise
Türkmen Arabşah adında birisiydi. Cimşid Bey bu gö
revi en iyi şekilde yerine getirdi ve özel kuvvetleriyle bu
topluluğa karşı defalarca savaştı; sonunda ülkesini gaspetmiş olanları geri püskürtmeye ve vilayeti ele geçirmeye
muvaffak oldu.
Garip durumlardan biri şuydu: Cimşid Bey’in adam
larından bir genç, Türkmen askerlerinin bir kılıç darbe
siyle başından yaralandı ve bu darbe kafatasının yansını
götürdü, beyni açıkta kalarak göründü. Bunun üzerine cer
rahlar bir kuru kafatasının bir parçasını, uçmuş kemiğin
yerine koyup diktiler ve yara birkaç gün sonra iyileşti;
adam bundan sonra birkaç yıl daha yaşadı. Bir rivayete gö
re, hatta bundan sonra birkaç çocuk da bıraktı. Gerçi bu
hikayeyi anlatmanın yeri burası değildir; ama, fırsat bul
dukça garip ve acayip şeyleri anlatmak da, bu bilimin*239*
üstatlarının adetlerindendir.
Sözün özü, Cimşid Bey Palo Vilayet’inde yönetimin
dizginlerini ele geçirdi ve nadir rastlanan bir yeterlilik,
tam bir yetenekle işe başladı. Güzel tedbirleri ve akıllı si
yasetiyle Osmanlı Devleti’nin yöneticilerini memnun etti,
güvenlerini kazandı ve beklenmedik olaylarda, dar gün
lerde kendisine güvenmelerini sağladı. Bu cümleden ola
rak Gazi Sultan Süleyman Han İran’ı istila ve fethetmek
amacıyla Kürdistan’dan geçtiği zaman, danışmak ve me
selelerdeki tecrübesinden aydınlanmak için, Kürdistan
hükümdarları ve beyleri arasından Cimşid Bey’i seçti. Cim
şid Bey, şu iki farsça beytin kapsamına girenlerdendi:
«Senin iyi kabul ettiğin kimsedir iyi olan
«Çünkü aklın kalbi ve aklın gözüsün sen
a Sedef gibi sessizsin, ama nüktelerle dolu
«Sedefin dışı kemik gerçi, ama içi inci dolu.»
Sultan’a verdiği fikirler hep Sultan’ın hayranlığım ve
yüce takdirini kazanırdı; Sultan İran’a saldırdığında bu
fikirlerle birçok yer aldı.
Cimşid Bey gerçekten büyük bir servete, keskin bir
zekaya, nadir rastlanan bir görüşe sahipti. Siyasette ve ze
kada bir benzeri daha yoktu. Her yıl satmak için Haleb’e,
özel sürülerinden, her biri üç yaşında olan 3.000 teke
gönderirdi. Bu kadar da keçi gönderirdi ve her keçinin
başmda at ve katır nallarından bir nal asılıydı; öyle ki,
bu nallar toplandığı zaman, ağırlığı 40 deve yükünün ağır
lığına yakın olurdu. Her yıl 10.000 kadar kuzu elde ederdi.
Tarım hayvanlarından ve sığırlarından olan diğer hayvan
ları da bunlara kıyas et.
Sözün kısası, Kürdistan’da o çağda, hizmetçilerin çok
luğunda ve ihtişamda, bol para ve geniş servette onunla
boy ölçüşecek kimse yoktu. Palo’da kale ve medrese gibi
birçok hayır yapıları kurdu; uzun mesafelerden kaleye ve
kasabaya sular getirdi. Sonra Demirkapu denilen yerde ge-
niş bir kervansaray yaptırdı; birçok gidip gelen yolcular
ve kervanlar yaz kış buraya sığınırlardı.
Cimşid Bey uzun bir ömür yaşadı ve günleri uzaya
rak yüz yılı aştı ve tabiî haddine vardı. Bu yüz yılın 60
yılım Palo’da bağımsız olarak hükümdarlıkta ve sultan
lıkta geçirdi. Bununla da yetinmeyerek fazla olarak Gazi
Sultan Süleyman’dan, vilayete olan mülkiyetinin teyidi,
kendisinden sonra da kuşaktan kuşağa ve göbekten gö
beğe çocuklarının bu vilayet üzerinde mülkiyet sahibi ol
dukları konusunda bir de emirname elde etti. Emirname
aynca, bu emirnamenin muhtevasına ve hükümlerine aykı
rı hareket edenleri lanetlemekteydi. Sağlığında hükümdar
lığa oğlu Hüseyin Han Bey’i(2‘l0) getirdi ve sıkıntı, meşak
kat diyarından, sükunet ve rahat diyarına göçetti. Denildi
ği gibi:
«Her birkaç günde bir bu iki kapılı saray
aBir başka sahibin evi haline gelir
«Eski yaygılarla döşenmiş bu kilise, kervansaraydır
sadece
«Akıllı adam bağlamaz gönlünü kervansaraya
«Bu vefasız dünyanın adetidir hep:
«Önce bal verir, arkasından da zehir.»
Cimşid, Bey beş erkek çocuğu bıraktı: Hüseyin Han
Bey, Haşan Bey, Hamza, Timurtaş ve Devletşah. Bunlar
dan Hüseyin Han Bey ve Haşan Bey, daha sonra anlatıla
cağı gibi, hükümdarlık ve beylik makamına geçtiler. Üçün
cü oğlu Hamza Bey’in durumuna gelince, başlangıçta ken
disine Osmanlı Sultanlığı Sarayı’nda 40.000 akçalık zea
metle birlikte bir görev verildi. Sonra büyük günahlar iş
lediği için, babası kendisinden el çekti ve nesebini kaldır
dı. Bu Hamza Bey, Rüstem Bey denilen bir çocuk bırak(240) B u rad a «H üseyin H an», İki yazm a n ü sh ad a d a «H ü
seyin Can»dır. (M.A.A.)
tı. Rüstem Bey’e daha sonra Serdar Mustafa Paşa aracı
lığıyla, Şirvan Vilayeti’nin muhafazasında Vezir Osman
Paşa’mn maiyetinde olması şartıyla Palo hükümdarlığı gö
revi verildi. Sonra Eres Han’la yapılan Şemahi çarpış
masında Kızılbaşlar tarafından öldürüldü.
Cimşid Bey’in dördüncü oğlu Timurtaş ise babasının
sağlığında, Diyarbekir’e bağlı Xerbud (Harbud)(M1) Sancağı’nı yönetiyordu. Bu Timurtaş ahret diyarına intikal etti
ğinde iki oğlu vardı: Allahverdi ve Asıl.
Cimşid Bey’in üçüncü oğlu Devletşah Bey ise babası
nın sağlığında 40.000 akça tutarında bir zeametle Sultanın
müteferrikalık görevinde bulunuyordu. Sonra Allah’ın rah
metine kavuştu ve iki çocuk bıraktı: Yusuf ve Ahmed.
Hüseyin Han Bey bin Cimşid Bey:
Daha önce de geçtiği gibi, babası sağlığında hükü
metini kendisine vermişti. Babasının ölümünden sonra
Sultan Süleyman Han’ın Divanından, hükümdarlığının
onaylandığı konusunda bir Sultanlık emirnamesi çıktı. Pa
lo Eyaleti’nin bağımsız hükümdarı oldu ve uzak yakın
herkese «yalnız ben varım, benden başka kimse yoktur»
sesini duyurdu. Fakat bunu, duruma hakim olarak ve ada
letli bir şekilde yaptı; ve bu iki niteliğiyle, eyalet halkın
dan, reayadan küçük büyük, zengin fakir herkesi mem
nun etti. Bu adaletinin ve halka olan sevgisinin ünü ufuk
lara yayıldı. Cömertlik ve iyilikte babasına uydu ve güzel
hasletlere sahip olmakta, bütün Kürdistan’da, hatta Irak
ve Hicaz’da da bir tek bayrak haline geldi. Böylece parlak
devri ve mutlu günleri uzun zaman sürdü. Sonra tabii ece
liyle öldü ve Mahmud adında bir tek çocuk bıraktı. Fakat
bu çocuk hükümdarlık yapmaya muktedir olmadığı için,
eyaletteki aşiret reisleri, işin başındaki yöneticiler, kardeşi
Haşan Bey’in yönetime geçmesini tercih ettiler.
Haşan Bey bin Cimşid Bey:
Bu Bey, kardeşi Hüseyin Han Bey’in ölümünden son
ra, Sultan Murad Han’m Divanından çıkarılan Sultanlık
emirnamesi gereğince ve aşiretteki liderlerin ve yöneticile
rin oybirliğiyle Palo Hükümdarbğı görevine geçti. Üç yıla
ulaşan hükümdarlığının günleri adalet ve insafla, halk ta
bakalarının ve reaya sınıflarının memnunluğunun kazanıl
masıyla geçti. 987 (1580) yılı girince Serdar Mustafa Paşa’mn Şirvan seferinden ve savaşlarından dönüşü sırasın
da, iki çocuk bırakarak öldü: Süleyman Bey ve Muzaffer
Bey.
Süleyman Bey bin Haşan Bey:
Serdar Mustafa Paşa Süleyman Bey’e, babasının ölü
münden sonra Palo Hükümdarlığı görevini verdi. Fakat
Vezir-i Azam Mehmed Paşa’mny42) yardımı ve işaretiyle,
bu görevin, birkaç şartla Yusuf Bey bin Devletşah bin
Cimşid Bey’e verilmesi konusunda Sultan Murad’ın Diva
nından bir Sultanlık emirnamesi çıktı. Bu durum, bu Hü
kümeti tek başına elde etmek isteyen Süleyman Bey’le Yu
suf Bey arasında çarpışma çıkmasına ve birkaç yıl kan dö
külmesine yolaçtı. Fakat halk hep Süleyman Bey’in yanın
daydı ve Yusuf Bey’e eyalet işlerine karışma olanağım as
la vermediler. Oysa Yusuf Bey son derece akıllı, zeki, bil
gili, terbiyeli bir gençti; cesaret ve yiğitlikte Rüstem, cö
mertlik ve iyilikte ise Hatem gibiydi. Ne var ki zaman,
şairin dediği gibi, acayipliklerin babasıdır:
«Cahil kişiye verir felek muratların dizginini
«Sen ise bilgi ve fazilet sahibisin; budur tek güna
hın.»
Nihayet Yusuf Bey, bütün güzel niteliklerden yoksun
olan seviyesiz kimseler nezdinde hükümdarlık peşinde koş
maktan ve şerefsiz, erdemsiz, münafık, zalim kimselerle
birlikte kalmaktan yorgun düştükten sonra, boşa harca
nan itibarına yanarak ve üzülerek bu fani dünyayı terket
ti; beka ve istikrar diyarına göç etti.
Kendisinden sonra hükümdarlık görevini, kendisine
kabul ettirilmiş olan aynı şartlarla kardeşi Ahmed Bey’c
verdiler. Ahmed Bey de günlerini, hükümeti ele geçirmek
için Süleyman Bey’le çatışma ve düşmanlık içinde geçirdi
ve bu durum, tarafları destekleyen o vilayetteki aşiret adanı
rından birçok kimsenin ölümüne yolaçtı. Ahmed Bey’in,
değerli özlemi uğrunda harcadığı bütün çabalar ve gay
retler faydasız gitti; talih hiçbir zaman kendisini mutlu
kılmadı ve kendisine yar olmadı. Sonunda 1.001 (1593)
yılında, Sultan’ın isteğine ve kendisine gösterdiği ilgiye
uyarak yüce Asitane’ye gidip oraya yerleşmek zorunda
kaldı. Orada vebaya yakalanarak Allah’ın rahmetine ka
vuştu. Palo Hükümeti de Süleyman Bey’in elinde kaldı.
ÜÇÜNCÜ DAL
Çermok Beyleri Hakkındadır
Daha önce de anlattığımız gibi, Emîr Muhammed
Bağın Kalesi’ni oğlu Emîr Timurtaş’a, Berdenc Kalesi’ni
de Emîr Hüseyin’e vermişti. Emîr Hüseyin, bir rivayete
göre, Emîr Muhammed’in amca oğullarındandı, bir riva
yete göre de oğluydu. İster amca oğullarından, ister oğlu
olmuş olsun, Emîr Hüseyin bir süre adı geçen kaleyi koru
du ve sonra bir çocuk bırakarak öldü.
Emîr Seyfeddin:
Bu Emîr, babasının ölümünden sonra yerine geçti;
güzel bir yönetim kurdu ve hükümdarlık görevini yerine
getirdi. Sonra Allah'ın rahmetine kavuşunca, yerine oğlu
Şah Yusuf geçti.
Şah Yusuf:
Babasının ölümünden sonra hükümdarlık görevinde
bulundu; iyi hükümet etti, büyük bir yetenek ve liyakatle
yönetimde bulundu, ölünce de yerine oğlu Welat (Velat)(Z43) Bey geçti.
VVelat Bey:
Bu Bey babasının yerine geçti ve en iyi şekilde yö
netim görevinde bulundu. Kendisinden sonra da Şah Ali
Bey geçti.
Şah Ali Bey:
Aşiret ve kabilelerin başına geçti, ölünce de bu önem
li iş Isfcndiyar Bey’e intikal etti. Isfendiyar Bey’den sonra
da yönetifn Bayındır Bey’e geçti; onun yerini de Muhammed Bey aldı.
Muhammet! Bey:
Muhammed Bey hükümdarlık görevini ele alınca,
Çermok yöresini Kızılbaşlar’ın elinden kurtardı ve orayı
da, babalarının ve atalarının yaptıkları gibi kendi yöneti
mi altına aldı. Sonra Sultan Selim Han’dan, Diyarbekir’i
fethetmesi sırasında, bu kesim üzerindeki mülkiyeti ko
nusunda bir de Sultanlık emirnamesi elde etti. Bu emirna
me Sultan Süleyman Han’ın verdiği bir emirnameyle de
teyit edildi. O tarihten beri Çermok kesimi, miras kalmış
eyaletlerine bağlı bulunmaktadır. Fakat o taraftaki Hıris
tiyanların haracı, Diyarbekir’deki Mal Divam’na aittir ve
bu haracı her yıl Arped Hâzinesine teslim etmektedirler.
Yönetim ve Hükümet hâlâ Muhammed Bey’in elinde bu
lunmaktadır.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Son zamanlarda «Hazzo Hükümdarları» Diye Tanman
Sason Hükümdarları Hakkındadır
Tarihin inceliklerine vakıf olan ve edebiyat sanatı
ile konuşma üsluplarını bilenler rivayet ederler ki; Sason
(243) «W elat» kürtçed e «vatan» dem ektir. (M .E.B.)
hükümdarlarının soyu Kisra hükümdarlarına*244’ ulaşır. Bıı
konudaki doğru rivayet ise şudur ki, onlar Bedlis hüküm
darlarının amca oğullarıdır. Aslında bunlar, İzzcddin ve
Diyaeddin adında iki kardeşti. Ermenistan bölgesinin mer
kezi Ahlat’tan Bedlis şehrine geldiler ve Sason şehrini
Tavit adındaki bir Gürcü adamdan aldılar; buranın yö
netimini İzzeddin eline aldı. Bu özetin detayları Bedlis
hükümdarları konusunda anlatılacaktır.
Kürtler «İzzeddin» sözcüğünü kendi özel lehçeleriyle
«Azzin» şeklinde telaffuz ettikleri için, bu yörenin hüküm
darları «Azzanî» lakabıyla ün yaptılar. Sason Kalesi’nin
istilası sırasında, Rojkan*245’ aşiretinden birçok kimseler o
tarafa yerleştiler. Buranın eski kavmi dört kabileden iba
rettir: Şeroyî (Şiroyi), Babusî, Susanı ve Tımoqî (Tımoki).
Bu hükümdarlar Erzen Nahiycsi’ni de miras kalmış mülk
lerine katmaya muvaffak oldukları için, Hasankeyf aşiret
lerinden olup oralarda oturan Haldi, Dermıxarî (Dirmığari) ve Azizan gibi birkaç kabileyi de ilhak etmeye muvaf
fak oldular.
Sason hükümdarları, Kürdistan hükümdarları arasın
da cesaretleri, cömertlikleri, kahramanlıkları ve alicenap
lıklarıyla ün yapmışlardır. Onlar savaş ve döğüş meydan
larında, tehlikelere ve çarpışmalara atılmakta daima em
sallerinden üstün olmuşlardır. Ayrıca ulu kıratlarla ve
büyük sultanlarla da geçinme ve siyaset yollarım izlemiş
lerdir. Bundan ötürüdür ki, peşpeşe Kürdistan’ı egemen
likleri altına alan Akkoyunlu, Kızılbaş (Safeviler) ve Os
manlI gibi devletlerin saldırıları sırasında, onlar bu akıllı
siyasetlerine ve makul geçinme ağacımn dallarına bağlı
kalarak, ülkelerini vilayetlerine yapılacak saldırıdan kur(244) İ ra n ’d ak i S asani h ü k ü m d arları. (M.E.B.)
(245) B a şk a bölüm lerde çoğunlukla «Rozkan» şeklinde g e
çer. (M Ü .B .)
tarmasmı bilmişlerdir. Hatta bu devletlerin güvenini ve sev
gisini bile kazanmışlardır.
Bu hükümdarlardan halk arasında adı meşhur olan vc
ünü yayılan hükümdar, Mir Ebu Bekir’di. Kendisi iki uya
nık çocuk bıraktı: Hıdır Bey ve Ali Bey.
Hıdır Bey bin Mir Ebu Bekir:
Babasının ölümünden sonra onun yerine geçti. Bu
nun üzerinden uzun bir zaman geçmeden, kaçınılmaz ka
der kendisini buldu ve ahret diyarına göç etti; çocuğu ol
madığı için büyük makamını da kardeşine bıraktı.
Ali Bey bin Mir Ebu Bekir:
Kardeşinin ölümünden sonra aşiret ve kabile reisleri
nin tasvibi ve oybirliğiyle yönetime geçti. Fakat sefahatte
aşırı gitti ve oğlanlarla düşüp kalkmaya ve güzel sesli kız
larla vakit geçirmeğe daldı; eğlenceye, oyuna ve sazlara
kendini alabildiğine kaptırdı. İran’da Şah Ismail-i Safevi’
□in yıldızı parlayıp şöhreti ufuklara yayılıncaya kadar du
rumu böyle devam etti. Sonra Kürdistan’m beyleri ve hü
kümdarları Şah’ın sarayına koştular. Fakat adı geçen Şah,
bu beylerin tutuklanmasını ve miras kalmış vilayetlerinin
kendi ülkesine katılmasını emretti. Bu Ali Bey’in tutumu
ise, Şah ile geçinme ve siyaset yapmak oldu. Yumuşak huy
lu olduğu ve zevke, eğlenceye eğilimli bulunduğu için
Şah’m büyük takdirini kazandı. Bu yüzden Şah’ın özel ne
dimlerinden oldu ve gece gündüz kendisiyle birlikte otu
ranlardan biri durumuna geldi.
Ali Bey ayrıca Bedlis Hükümdarı Şeref Bey’le ken
disi arasındaki dostluk bağlarını da gülçendirmeye çalıştı;
kızkardeşini kendisiyle evlendirdi ve kendisine karşı, çocu
ğun babasına karşı takındığı tutumu takındı. Bu durum,
aralarındaki dostluk ve içten sevgiyi kökleştirdi.
Sonra Ali Bey normal eceliyle öldü ve üç erkek çocu
ğu bıraktı: Muhammed Bey, Hıdır Bey ve Şah Veli Bey.
Hıdır Bey bin Ali Bey:
Ali Bey, oğlu Ebu Bekir Muhammed Bey’le birlikte
Şah İsmail’in Sarayında bulunurken Tebriz’de ölünce, aşi
ret reisleri ve kabile ileri gelenleri, öteki oğlu Hıdır Bey’i
yönetime getirdiler. Oysa Şah İsmail, Sason Beyliği gö
revini Muhammed Bey’e vermiş ve bu konuda bir de emir
name çıkarmıştı. İki kardeş arasında cereyan eden olayları
daha sonra anlatacağız.
Üçüncü kardeş Şah Ali Bey ise babasının zamanında
ve gençliğinin baharında Allah’ın rahmetine kavuşarak,
hâlâ yaşamakta olan Mir Ziyadin adında bir çocuk bırak
tı.
Muhammed Bey bin Ali Bey Sasonî:
Babasının ölümünden sonra kardeşi Hıdır Bey aşiret
reislerinin tasvibiyle yönetime geçince, Muhammed Bey
adamlarından bir grupla birlikte Sultan Selim’in otağına
iltica etmek zorunda kaldı. O şuada Sultan Mısır’ı fet
hetmek ve Çerkeş’lerin elinden almak için oraya hareket
etmişti. Çerkeş’lerle yapılan çarpışmalarda başan ve
zafer Sultan Selim’in oldu. Muhammed Bey de bu çarpış
malarda çeşitli cesaret ve kahramanlık örnekleri gösterdi.
Kendini tehlikelere atar ve safları yarardı. Sonunda, Çer
keş’lerin yenildikleri ve nihaî olarak silindikleri gün ağır
şekilde yaralandı, iki gün ölüler arasında kaldı ve baygın
durumda bulundu. Devlet ileri gelenleri ve vezirleri duru
munu Sultan’a arzettiler. Bunun üzerine, Otağın tabipleri
ve cerrahları tarafından ve Sultan’m kesesi hesabına he
men tedavi edilmesi konusunda emir verildi. Vezirler ken
disiyle ilgilendiler; sonra da Sultan’a sunmaları ve karşı
lanmasına çalışmaları için, isteklerini bildirmesini söyledi
ler. O da Sason Eyaleti’nin kendisine verilmesini ve Sason
hükümdarları ile Hasankeyf hükümdarları arasında sürek
li olarak çatışma kaynağı olagelmiş Erzen Nahiyesi’nin
de bu eyalete katılmasını istedi. Dileklerinin yerine geti
rilmesi konusunda derhal ferman çıktı.
Hıdır Bey ise bu durum karşısında kendi rızasıyla
hükümdarlıktan feragat etti ve Hazzo Vilayeti’ndeki gö
revlerden biriyle yetindi. Orada bir süre kaldıktan sonra
dört çocuk bırakarak öldü: Sultan Mahmud, Ahmed, Yakub ve Muhammed. Sultan Mahmud normal eceliyle öldü.
Yakub Bey ise, ordusu Tiflis’e bağlı Kilisa-i Muhran adlı
yerde Kızılbaş ordusunun ve Gürcü Semaun’un(246) önün
de yenilgiye uğrayan Amed Beylerbeyi Mehmed Paşa’nın
992 (1584) yılında Gürcistan seferinden dönüşü sırasın
da Tumanis geçidinde öldürüldü. Diğer iki kardeş Ahmed
Bey ile Mahmud Bey’in durumları ise bundan sonra anlatı
lacak olan meselelerde detaylı olarak açıklanacaktır.
Sözün kısası, Muhammed Bey hiç kimseyle çatışma
dan Sason’un tek hakimi oldu. Fakat Hasankeyf Hüküm
darı, Halil Bey, Erzen Kalesi’ni kendisine teslim etmekte
gevşek davrandı; üstelik orayı kendi adamlarıyle ve mü
himmatla donattı ve yeniden restore ettikten sonra koru
masını daha da sıkılaştırdı. Sonunda Muhammed Bey,
Bedlis Hükümdarı Şeref Han’ın ve Cezire Hükümdarı Şah
Ali Bey’in desteğiyle Arzen Kalesi üzerine yürüdü ve bu
rayı yıkarak Melik Halil’in adamlarından almaya muvaf
fak oldu.
Muhammed Bey 17 yıl hüküm sürdükten sonra öldü
ve altı erkek çocuğu bıraktı: Süleyman Bey, Bahaddin Bey,
Saruhan Bey, Han Budak Bey, Hüseyin Bey ve Ali Bey.
ilk üç oğlu kendisinden sonra sırayla peşpeşe yönetime
geçtiler. Hüseyin Bey, Haşan Bey denilen bir çocuk bı
raktı. Haşan Bey, amcası Saruhan Bey’in, babasının öldü
rülmesinden sonra onun yerine geçen oğlu Muhammed
Bey’le çatıştı ve aralarındaki düşmanlık kılıçların çekil(246) Bu sözcüğün Gürcüce olması m uhtem eldir; bir çeşit
a sk eri b irlik anlam ına geldiği san ılm ak tad ır. (M.E.B.)
meşine yolaçtı. Fakat Serdar Ferhad Paşa yardım elini
Muhammed Bey’e uzattı ve Haşan Bey’i üç çocuğuyla
birlikte tutukladı. Bunların hepsi Muhammed Bey’e tes
lim edildiler; o da hepsinin öldürülmesini emretti.
Budak Bey’in bıraktığı Murad Bey ise Gürcistan Savaşı’nda kayboldu ve bugüne kadar izine raslanmadı. Yal
nız şimdi iki oğlu vardır: Bahaddin ve Budak. Muhammed
Bey’in altıncı oğlu Ali Bey ise babasının sağlığında ço
cuk bırakmadan ölmüştü.
Süleyman Bey bin Muhammed Bey bin Ali Bey:
Bu Bey, babasının ölümünden sonra, Sultan Süley
man’ın, 927 (1521) yılında çıkardığı bir emirname gere
ğince Sason Beyliği görevine getirildi. Erzen Nahiyesi ise
zeamet yoluyla kardeşi Bahaddin’e verildi.
Bu Süleyman Bey yumuşak huylu, iyi hasletlere sa
hip, yüksek himmetli, ağırbaşlı, cesur, cömert ve ali
cenaplıkla donatılmış bir Beydi. Sultan Süleyman Bağdad
ve Bedlis’i fethettikten sonra Kigandur geçidinden geçip,
büyük ordularıyla birlikte heybetli karargahını Erzen ova
sında kurunca, o azametin, o ceberrut ve debdebenin
dehşetinden yer ve gök titrediği halde; Süleyman Bey ye
rinden hiç kıpırdamadı ve ağırbaşlılığını, cesaretini koru
du; Sason’dan ayrılmayarak, gereken erzak ve yiyeceği
Sultan Süleyman’ın otağına oradan gönderdi; fakat otağa
gitmekle kendini yükümlü saymadı. Hatta, Bedlis’in, hak
kı çiğnenmiş Hükümdarı Şcmseddin Bey’in de, Sultan’m
isteği gereğince Malatya’ya gitmesine engel oldu.
Bu Emîr aşın derecede zevk ve sefa düşkünüydü ve
sefahate dalmıştı. İçki içmekten, müzik ve onun hazin
makamlarım, seslerini dinlemekten gece gündüz ayrıl
mazdı. Sonra kızamık hastalığına yakalanarak erkek çocuk
bırakmadan Allah’ın rahmetine ve mağfiretine kavuştu.
Şair demiştir ki:
«Nereye gitti onun tası ve de kasesi?
«Ne oldu onun akibeti ve de macerası?
«Ebedi hayatı görememiştir hiç kimse
«Alemlerin Tanrısına ebediyet çünkii.»
Bahaddin Bey bin Muhammcd Bey bin Ali Bey:
Kardeşi Süleyman Bey’in ölümünden sonra, Sultan
Süleyman Han’ın emirnamesi gereğince Sason hükümdar
lığı görevi kendisine verildi. Bu Emîrin hükümdarlığı dö
neminde, fermanlarda ve emirnamelerde, Hükümetin adı
ve diğer lakaplar hükümdarların «Hazzo hükümdarları» ni
teliğiyle birlikte yazılmaya başlandı.
Bahaddin Bey’in üzerinde tasavvuf belirtileri ve ilahi
cezbenin alametleri galebe çalıyordu. Kürdistan hüküm
darları arasında cesaret ve cömertlikte bir benzeri yoktu.
Sultan’ın büyük hizmetlerinde bulunurken, nice harika iş
leri görülmüştür. Kardeşi Süleyman Bey’in hükümdarlığı
döneminde, Erzen Nahiyesi’nin zeametinden bir şey alma
nın imkanı yoktu. Onun yerine, Hazzo Eyaleti’nin diğer
yerlerinin gelirlerinden 103.000 Osmanlı akçası ödenirdi.
Bu durum kendisini, ailesini ve vatanım terkedip 15 yıl
süreyle Sultan'ın yanında kalmaya itti. Bu süreyi İstan
bul’da ve Edirne'de Sultan’la birlikte avlanarak geçirdi.
Sultan Süleyman Han kendisini a Deli Bahaddin» diye ad
landırmıştı. Fakat kendisini her zaman şefkatinin kapsamı
içine alırdı. Kendisine mirliva rütbesini verdi ve onu Siverek,247) Sancağıyla öteki Osmanlı sancaklarına mutasar
rıf tayin etti.
Cömertliği ise son derece fazlaydı. O kadar ki, kendi
(247) B a şk a b ir n ü sh a d a « S ürek»tir kİ o d a h a doğrudur.
Ç ünkü o, o radaki K ü rt'le rin te laffu zu n a u y gundur;
an lam ı d a «kırm ızıcık»tır. Çünkü to p ra k la rın ın reng i
k a ra y a çalan kırm ızıdır. Bu, R u h a ile A m ed a ra sın
d a bulunan bir şehirdir. îslâm iy etin ilk ve o r ta dö
nem lerinde «Sıwcdî» (sıvidi)
diye
adlandırılırdı.
(M.A. A )
sine bir karınca getirene bir fil verirdi; kendisine bir kedi
getirene bir deve verirdi. Bu yüzden her yönden gelen istis
marcılardan ve açgözlülerden başına büyük bir kalabalık
toplanmıştı ve bunlar kapısında itişip kakışırlardı. O da
bunlara, 60.000 yada 70.000 altın fılori dolaylarında b u
lunan Hazzo Vilayeti’nin bütün gelirini harcardı. Bundan
fazla olarak da 20.000 fılori borç alırdı. Buna rağmen bu
yaptığından son derece mutlu ve sevinçliydi. Öldüğü za
man varislerinin üzerinde 30.000 fılori tutarında bir borç
bıraktı ve bu borçlanmanın nedeni de anlaşılamadı.
Beş erkek çocuğu bıraktı. Fakat bunlar hem yoksul
luklarından, hem de yönetim için öznel yeteneklere sahip
olmadıklarından hükümdarlığa geçemediler. Bu yüzden
Hazzo Hükümeti, oğlu Süleyman Bey’in eline alması için
bir süre açık ve askıda kaldı. Sonunda bu görevi kardeşi
Saruhan Bey eline aldı. Bahaddin Bey’in hükümdarlık sü
resi 30 yılı aşmıştı. Bu çocukları da hiçbir erkek çocuğu
bırakmadılar.
Saruhan Bey bin Muhammed Bey:
Bu Bey Bahaddin Bey’in hükümdarlığı sırasında va
tanı olan Hazzo’yu terk etmiş ve sıkıntıdan, fikir ve du
rumunun perişanlığından ötürü ağlanacak bir halde, gün
lerini gurbet diyarında geçirirdi. Sultanlık Divanı bazen
kendisine Bargırî, Keşan, Şervvan (Şirvan), Muş ve Sive
rek sancakları görevini verirdi; bazen de görevlerden çeki
lerek ülkelerde başıboş dolaşırdı. Bu şekilde 18 yıl ge
çirdi.
Bahaddin Bey’in ölüm haberini duyunca İstanbul’a
koşarak Sultan Selim Il.’nin sarayından, Hazzo Hükümeti’nin kendisine verilmesini istedi. Saruhan Bey’in talihi
iyi gitti ki, adaletli, iyi tedbirli, eski ailelerden yana çıkıp
başlarına gelen kötülükleri bertaraf eden Mehmed Paşa o
sırada Sadrazam bulunurdu. Kendisi, güvenilir insanların
ağzından defalarca, Bahaddin Bey’in sağlığında her zaman
şöyle dediğini işittiklerini duymuştu: «Oğullarım beylik
ve hükümdarlık işlerini yönetmeye hiç layık değillerdir.»
Bunun için Paşa, merhum oğlu Diyarbekir Beylerbeyi Ha
şan Paşa’nın,(i,8) bu görevi Bahaddin Bey’in büyük oğlu
Süleyman Bey’e vermesini babasından istemesine rağmen,
Hazzo Hükümdarlığı görevini Saruhan Bey’e verdi. Böylece büyük Paşa, Saruhan Bey’in, Sultanm güvenini ka
zanmasını ve onun Hüsrevce himayesinin kapsamına, gir
mesini sağladı.
Saruhan Bey Hazzo’ya gitti ve oranın ileri gelenleri
ve eşrafıyla bağdaşarak adalet ve insanla ülkeyi yönetmeye
başladı. Sürekli afyon kullandığı için, yönetiminin üze
rinden birkaç yıl geçtikten sonra, kendisinde müzmin ve
ağır hastalıkların belirtileri görüldü. Bu sırada Osmanlı
ordusu Serdar Mustafa Paşa’nın komutası altında Gürcis
tan ve Şirvan’ı ferhetmekle görevlendirilmişti. Serdar, Sa
ruhan Bey’i İslam ordusunun öncü kuvvetlerinin başma
getirdi. Bu öncü kuvvetler Diyarbekir ve Kürdistan ordu
larından kuruluydu ve Gürcistan’a bağlı Çıldır’da karar
gah kurmuştu. O sırada ansızın Kızılbaş’lardan bir toplu
luk göründü ve Saruhan Bey’e saldırdı. Saruhan Bey bu
kanlı çarpışmada öldü; oğlu Muhammed Bey ise güçlükle
ve mucize kabilinden kurtuldu. Taziye görevini yerine ge
tirdikten ve kendine biat aldıktan sonra, babasının yerine
yönetime geçti, öteki oğlu Ali Bey ise, erginlik çağma
ermek üzere bulunan bir genç iken öldü.
Muhammed Bey bin Saruhan Bey:
Bu emir, 986 (1579) yılında babasının öldürülmesin
den sonra, kendisine ordunun nöbetini bekleme ve koru
masını sağlama, karargahta güvenlik ve disiplin görevleri
ni veren Serdar Mustafa Paşa’mn desteği ve yardımıyla, 18
yaşındayken hükümdarlık görevine getirildi. Bu genç Bey,
aslında iyi hasletlere sahip, alnı açık, şükranla karşılanan
işler ve şanlı davranışlarda bulunan bir kimseydi. Ataları
nın geleneklerinin tersine yemek, içmek ve giyinişte
Rum*249* adamlarının yoluna uydu. Yaşlılığında okuma
yazma öğrenmeye heves etti; farsça öğrendi; «Şikeste» ya
zısını*250* yazmayı çok iyi kavradı ve bununla ün yaptı. Ün
lü hattatların yazılarını ve parçalarını, kağıtları aynı biçim
de makaslayarak, son derece güzel ve ilginç bir sanatla
taklit ederdi. Böylece birçok bilim ve sanat alanında söz
sahibi oldu. Giyiniş, yemek vc içmek sanatlarında Rumları
da geçti.
Allah’ın kutsal evine gidip hac yapmaya ve Peygamber’in -selam üzerine olsun- kabrini ziyaret etmeye karar
verdi ve 1001 (1593) yılında Hicaz’a hareket etti. Dağ
ları ve düzlükleri aşarak, köylerden, büyük köylerden ve
diğer şehirlerden geçerek Mekke-i Mükerreme’ye vardı ve
Kabe-i Muazzama’yı ziyaret etti; o Kabe ki, «ne ticaretin,
ne de satışın Allah’ı anmaktan oyalayamayacağı adam
larsın gideceği yerdir. «Yüzünü Mcscid-i Haram’m*251* bir
tarafına çevir» ihramını*252* giyerek, «ona*253* giren gü
venlikte olursun arasına girdi. «Allah için, Kabe’ye gidip
hac etmek, insanlar -oraya yolculuk edebilenler- üzerinde
dir» başlangıcını, «hac ödevlerinizi tamamladığınızda Al
lah’ı anınız» sonucuna bağladı ve küçük büyük herkesi içi
ne alan «hepsi bize döneceklerdir» denizine daldı. İşte
büyük üstünlük budur.*254*
Ne var ki, jccndisi hükümet işlerinde ve emirlerinin
(249)
(250)
(251)
(252)
135 N o Jı n o ta bakınız.
A rap yazısının b ir çeşidi. (M.E.B.)
K abe'nin içinde bulunduğu cam i. (M.E.B.)
H ac sırasın d a giyilen iki p arç alık dikişsiz peştem al.
(M .E.B.)
(253) K abe'ye. (M .E.B.)
(254) Bu p a r a g ra fta tırn a k içindeki sözler ayetlerd en alın
m ıştır. (M.E.B.)
uygulanmasında gevşek davranır; saltanat ve başkanlık ka
nunlarını uygulamakta yumuşak hareket ederdi. Hazzo Vilayeti’nde işlerin dizginini ve meseleleri karara bağlayıp
çözümleme işini Şemseddin bin Feridun Ağa’nın eline bı
rakmıştı. Şemseddin de yetkileri yalnız kendi elinde tuttu
ve tek başına hüküm sürmeye başladı; o kadar ki Emîr
bile, onun izni olmaksızın bir tek dinar dahi harcaya
mazdı ve onun muvafakatini almadan kimseyle ilişki ku
ramazdı. Amca oğullarından, aşiretinin ve kavminin adam
larından, Şemseddin’le çatışmayı akimdan geçirmiş olanla
rın hepsini vilayetinden çıkarıp kovdu; hatta öldürmeye
çalıştı. Amca oğullarından Haşan Han ile oğlu Han Gazan’ı öldürünce Haşan Han’ın kızını ve Han Gazan’ın
karısı olan kendi kızkardeşini hemen Şemseddin’le evlen
dirdi. Gurur ve deliliği o dereceye vardı ki, büyük hüküm
darlara meydan okumaya başladı ve Cezire’ye bir askeri
saldırı yaparak, Cezire Hükümdarı Emîr Şerefi görevin
den uzaklaştırmak, onun yerine kardeşi Mîr Muhammed
Bcy'i başa geçirmek istedi. Böylece Rojkan, Zırkan ve SüIcymaniyan aşiretleri gibi komşularıyla sürekli düşmanlık
ve mücadele içindeydi; nihayet 1004 (1596) yılında öldii
ve çocuk bırakmadı. İktidar dönemi 18 yıla ulaşmıştı.
Ahmed Bey bin Hıdır Bey ile Kardeşi Muhamıned
Bey:
Muhammed Bey bin Saruhan Bey öldüğünde, bu aüenin sağlam bir rüknü ve büyük bir bileği durumunda olan
Kethüda Şemseddin, Ahmed Bey’i hemen Hazzo Hükümeti’nin başına getirdi. Bütün aşiret adamları ve kabile liderle
ri de bu emre boyun eğdiler; fakat hepsi, Diyarbekir Bey
lerbeyi aracılığıyla Hilafet Makamı’na işin gerçeğini arzetmeye içtenlikle sözbirliği yaptılar.
Muhammed Bey bin Saruhan Bey’in öldüğü ve Ah
med Bey bin Hıdır Bey Hükümeti’nin kurulduğu haberi.
o sırada Siirt’te oturan ve, Muhammed Bey bin Saruhan
Bey’in iş başına geçtiği ve Şemseddin’in de kendisine tegallüp ettiği günden beri Hazzo Vilayetini terkederek
Boxtan (Bohtan) Vilayetine gitmiş olan ve Boxtan bey
lerinin yanma katılıp orada oturmakta bulunan kardeşi
Muhammed Bey’e ulaşınca; Muhammed Bey bin Hıdır
Bey, Şah Murad, Hüseyin Ağa Susanî ve Behram Ağa gi
bi liderlerle birlikte, iki yıldan beri Şemseddin’in baskısın
dan ve ağır zulmünden kaçarak Hazzo’yu terk etmiş bulu
nan Murad Han’ın oğlu Bahaddin Bey’le, hemen Hazzo’ya birlikte gitmek konusunda ittifak kurdu. Bunlar da va
kitlerini Şerwan (Şirvan) ve Bedlis’te geçirirlerdi. Bunun
üzerine Şemseddin bunların ittifakından korku duymaya
başladı ve Ahmed Bey’i, kardeşi Muhammed Bey’i öldür
mesi için hareket geçirdi. Fakat Muhammed Bey, Şem
seddin’in kendisine karşı hazırladığı hileyi ve oyunu anladı;
«dönüş daha iyidir» sözüne uyarak Susan liderleriyle bir
likte kurtuluşu Sason Kalesi’ne kaçmakta buldu. Sason’un
ileri gelenleri ve reisleri, Şemseddin’in yaptığı çirkin işle
ri biliyorlardı ve bunu şiddetle yeriyorlardı.
Bunun için bu gelenlerin gelişi gönüllerde bir heves
le karşılaştı. Onlan büyük bir ilgiyle karşıladılar ve kaleye
aldılar. Kale de gerçekten son derece sağlam ve yüksekti;
üzerinden kuşun uçması dahi güçtü ve rüzgar bile yüksek
doruklarının arasına girmekten aciz kalırdı. Bu meselele
rin haberleri yalnız kalmış o Şemseddin’in kulağına ulaşın
ca öfkesi şiddetlendi ve daha da öfkelendi. Arkasından
derhal Ahmed Bey’i hükümdarlıktan azledip yakaladı,
eline ve ayaklarına demir vurarak kendisini hapishanenin
derinliklerine attı. Sonra onun yerine Bahaddin Bey’i ta
yin etti. Boxtan, Şerwan ve Zırkan aşiretlerinden, süvari
ve piyadelerden kurulu birkaç bin kişilik bir ordu topla
yarak, Muhammed Bey ve taraftarlarını yakalamak için
derhal Sason Kalesi’nin üzerine yürüdü; hızla oraya var-
dı ve kalenin batısında karargah kurarak çarpışmaya, sa
vaşmaya başladı. Bunun üzerine Muhammed Bey ve kale
halkı huzursuzluğa düştüler; canlarından endişe etmeye baş
ladılar. Muhammed Bey 14 Şaban 1004 (1596) tarihinde
kendi tarafından Bedlis Hükümdarı’na bir elçi göndere
rek yardım istedi. Hükümdar, istediğini olumlu karşılaya
rak Rojkan aşiretinden süvari ve piyade birkaç bin kişilik
bir kuvveti yardımına gönderdi. Şemseddin bu yardımın
gelmekte olduğu haberini duyunca eli böğründe kaldı ve
kurtuluşu, gece yansı, Hazzo Kalesi’ne doğru kaçmakta
buldu. Fakat Muhammed Bey, yanında bulunan Alaeddin
Ağa Bılbasî ve Elvend Ağa Qewalisî (Kavalisi) gibi
Rojkan aşiretinin liderleri, Modkan ve Zeydaniyan aşiret
leriyle birlikte sağ salim kaçmasına fırsat vermediler ve
kendisini kovaladılar. Şemseddin Hazzo Kalesi’ne vannca -zaten hain adam korkaktır-, taraftarları ve kendisine
bağlı olanlar çevresinden dağıldılar. Bunun üzerine yanına
ailesini ve çocuklarını alarak, Emîr Şah Muhammed Şeroyî
(Şiroyi) ile birlikte, oğlunun kayınbabası olan Zeynel Bey
Şeroyî’nin(2S5) egemenlik alanına gitmek zorunda kaldı.
Oğlu Hüseyin Ağa’yı da, hapishanede tutuklu bulunan
Ahmed Bey’i öldürmesi ve Bahaddin Bey’i de yanma ala
rak kendisine getirmesi için kalenin içine gönderdi.
Hüseyin Ağa kaleye varınca, ve Muhammed Bey’in
Rojkanlılardan büyük bir orduyla Sason’dan gelmekte ol
duğu, Şemseddin’in de Şervvan’a (Şirvan’a) kaçtığı haberi
yayılınca, Bahaddin Bey hemen Ahmed Bey’i hapishaneden
çıkardı ve ikisi birlik oldular; sonra da Hüseyin Ağa’yı
yakalıyarak Ahmed Bey’in yerine hapishanenin derinlik
lerine attılar. Bu olayların haberi, kaçmakta olan Şemseddin’e ulaşınca korkusu daha da arttı ve kaçmaya devam
etti. Ahmed Bey ve Bahaddin Bey ise, kalenin üzerine yü
rümekte olan Muhammed Bey’i karşılamaya koştular; ken-
dişine bağlılıklarını bildirdiler; kaleyi kendisine teslim et
tiler ve onu Hazzo hükümdarlığına tayin ettiler; gelenek
leşmiş kurallar ve durumlar gereğince beylere özgü olan
görevleri kendisine verdiler. O zaman Muhammed Bey de,
kavmin ileri gelenlerinin, Kürdistan’ın ulu hükümdarları
nın ve beylerinin de tasvibiyle durumunu Hilafet Makamı’na, Ulu Sultan ve Saygıdeğer Hakan Mehmed Han
IH .’ün sarayına arzetti. Sultan da Vezir İbrahim Paşa’nın
aracılığıyla kendisine şefkat göstererek, Hazzo Hükümeti'nin fermanını ona verdi ve yüce Sultanlık hil’atleriyle
kendisini taltif etti.
Bunun üzerinden henüz üç ay geçmişti ki, kin ve ih
tiras, muradı kursağında kalmış müfsit Şemseddin’i, Cezi
re Hükümdarı Emîr Şerefe iltica etmeye itti; hasmı Mu
hammed Bey için oyunlar çevirmeye ve Emîr Şerefin göğ
sünü Muhammed Bey’e karşı öfkelendirmeye başladı, ö n
ce, Emîr Şerefin, tutuklu bulunan Hüseyin Ağa’yı ser
best bırakması için Muhammed Bey’e kendi tarafından bir
elçi göndermesini istedi. Emîr Şeref bunu yaptı. Fakat
elçi henüz varmadan, tutuklu, tutuklu bulunduğu yerde
öldürüldü; bu da Emîr Şerefi Muhammed Bey’e karşı öf
kelendirdi. İkinci olarak da Şemseddin, Hazzo aşiretleri
nin kendisine her gün elçi ve haber gönderdiklerini, Mu
hammed Bey’in yönetiminden memnun olmadıklarım söy
lediklerini, Kethüda Şemseddin’in Hazzo beyleri çocuk
larından başlarına hükümdar tayin edeceği kimseye çatışmasız olarak boyun eğeceklerini bildirdiklerini iddia etti.
Emîr Şeref, Şemseddin’in öngördüğü hile ve aldat
macadan, savaşı kışkırttığından habersiz olarak bu uydur
ma sözlere inandı. Ve Boxtan, Zırkan, Şenvan (Şirvan)
aşiretleriyle öteki Kürt aşiretlerinden eğitim görmüş 5.000
asker toplayarak bunlarla birlikte Hazzo Kalesi’nin üzeri
ne yürüdü. Henüz Siirt’e varmadan, Hazzo beyleri aşiret
reisleriyle birlikte kendisine itaatlerini sundular ve onu
son derece büyük bir sevgiyle karşılayarak, «sizin bütün
emirlerinizi uygulamaya hazırız» dediler. Fakat Azzan(’,6)
topluluğu, ciddiyetle kolları sıvadı; Muhammed Bey Hükümeti’ne itaat ve sadık kalmaktan yana tutumunda ısrar
etti ve ülkeyi sonuna kadar savunmak için Muhammed
Bey’le candan ve gönülden birleşti. Böylece, durum ne
olursa olsun, döğüşmeyc ve savaş dumanının içine dal
maya hazırlandılar.
O zaman bazı beyler ve hükümdarlar iki tarafın ara
sına girdiler ve Emîr Şerefi, Hazzo’ya doğru yürüyüşüne
devam etmekten alıkoydular. Bunun üzerine Emîr Şeref
Siirt’ten gidişinin istikametini Bedlis’e çevirdi ve orada,
Şemseddin’i, vekillik görevine başlaması için bazı Hazzo
ileri gelenleriyle birlikte göndermek istedi. Böylcce ça
tışma sona erecek ve problem çözüme bağlanacaktı. Bu
konu etrafında yapılan birçok görüş alış-verişinden ve tar
tışmadan sonra, Emîr. Şerefin kardeşi Han Ebdal’m, bu
satırların yazarının kardeşi Halef Bey’in, yanlarında
Boxtan ve Rojkan aşiretlerinin bazı ileri gelenleri olduğu
halde Şemseddin’e eşlik etmeleri ve hep birlikte Hazzo’ya
gitmeleri kararlaştırıldı.
Kethüda Şemseddin heyetle birlikte Hazzo’ya gittik
ten ve Boxtanlılarla heyetin birkaç gün sonra geldikleri
yere dönmelerinden sonra, Şemseddin eski nüfuzunu ve
otoritesini yeniden elde etmek istedi; Hazzo’nun ileri ge
lenlerine karşı eskiden yaptığı muameleyi yeniden yapma
ya başladı. Bunun üzerine Müslüman, Hıristiyan herkes
öfkelendi ve kendisine karşı ayaklandılar; kendisini öldü
rüp ondan kurtulmak için üzerine saldırdılar. Fakat büyük
güçlükle, hatta mucize kabilinden öldürülmekten kurtuldu.
Bu da, Halef Bey’in yardımı ve bazı ileri gelenlerle reislerin
(256) A nlaşıldığına göre bu sözcük «G arzan» kelim esinin
y an lış yazılm ış şeklidir; bu da, M eyyafarqîn‘den öıv
ce büyük b ir şehir olan, sonra y ık ılan E rzen 'd ir.
(M. A.A .)
destekleri sayesinde oldu. Bu olayların haberi Emîr Şe
refin kulağına ulaşınca buna çok üzüldü ve 20 Zilkade
1004 (1596) tarihinde umutsuz olarak Cezire’ye döndü.
Durum o günden itibaren yatıştı ve Ali Paşa tarafından
yeniden gerginleştirilinceye kadar öyle kaldı.
Bu Ali Paşa Musul Beylerbeyi’ydi ve Vezir İbrahim
Paşa ile eskiden beri ilişkileri vardı. Yukarıda geçtiği
gibi, Hazzo Hükümeti’nin durumu Vezir İbrahim Paşa
aracılığıyla Sultan’a arzedildiği zaman kendisi de İstanbul'
da bulunuyordu. O zaman İbrahim Paşa bu Hükümetin
Muhammed Bey’e verilmesini istemişti. Ali Paşa da,
Muhammed Bey’in malına ve büyük hediyelerine göz dikti
ği için, o da Muhammed Bey’i tezkiye etti ve desteklen
mesine katkıda bulundu. Sonra Paşa Asitane’den dönü
şünde Hazzo’dan geçti ve Muhammed Bey’e misafir oldu.
Muhammed Bey de kendisine büyük ikramda bulundu,
büyük bir misafirperverlik gösterdi ve ucuz pahalı her
şeyi kendisine sundu. Fakat Paşa’nın açgözlülüğünün sonu
ve haddi yoktu; bu yüzden üzgün ve öfkeli olarak Hazzo’yu terkederek Musul’a gitti.
Musul Vilayeti’nde üzerinden altı ay geçer geçmez he
men azledildi; oradan göçedip Cezire’ye geldi ve oraya yer
leşti; yanına aldığı ve kendisiyle Hazzo’nun durumu hak
kında görüş alış-vcrişinde bulunduğu Şemseddin’le birlik
te Muhammed Bey’c karşı dolaplar çevirmeye başladı. So
nunda ikisi, Hazzo hükümdarlığının Ahmed Bey’e veril
diği konusunda bir sahte Sultanlık beratı düzenlemeye ve
bununla Ahmed Bey’i kandırıp Cezire’ye getirtmek için
bu beratın bir suretini de Hazzo’ya göndermeye karar ver
diler. Böylece iyi kalbli, saf Ahmed Bey’i kandırmayı ba
şardılar. Gerçekten Ahmed Bey bu uydurma berata ka
narak birkaç adamıyla birlikte Hüsrev’in(2S7) yanından
(257) B unun kim
(M .E.B.)
olduğu kesinlikle
an laşılam a m a k tad ır.
kaçtı ve Cezire’ye gitti. Orada Kethüda Şemseddin ile Ali
Paşa kendisini büyük bir sevgi ve haddinden fazla bir ik
ramla karşıladılar; onu Emîr Şerefin yanına götürdüler ve
Emîr Şerefe, kendisi ile Ali Paşa’ya yazılmış olan ve
Ahmed Bey’e, elindeki Sultanlık beratı gereğince Hazzo hü
kümdarlığını eline alması için destek ve yardım yapılma
sı emrini içeren başka bir Sultanlık beratı gösterdiler.
Emîr Şeref de bu oyunlara kanarak askerlerden büyük
bir topluluk meydana getirdi ve onları Ali Paşa, Ahmed
Bey, Şemseddin ve kendi kardeşi Şah Ali Bey ile birlikte
hareket ettirerek, hepsini 1004 (1596) yılı Şabanının son
larına doğru Hazzo’ya gönderdi.
Bu saldırının haberi Hüsrev’e ulaşınca, Susanî, Xaldî
(Haldi) ve diğer aşiretlerden bazıları dediler ki: «Muham
med Bey hükümet başkanlığından azledilir de, onun yeri
ne, yabancı yardımı ve desteği sayesinde Ahmed Bey başa
geçerse; bizim de, Boxtanlılar’a bize tahakküm etme fır
satını vermemek için, hemen harekete geçip, kendi ara
mızdan istediğimizi başımıza geçirmekten başka çaremiz
kalmayacaktır. Belki bu davranışımız, Ahmed Bey ve
Şemseddin’in umutlarını keserek geri dönmelerine ve gi
riştikleri işten vazgeçmelerine yolaçar.»
Bu düşünceye dayanan bu aşırı topluluk, Bahaddin
bin Murad Han’ı Hükümdar tayin etmeye kalktı ve Mu
hammed Bey’i de öldürmek istedi. Ve savaş, döğüş araç
larıyla silahlanan ayaktakımı, karanlık kimseler fiilen
Muhammed Bey’e saldırarak onu öldürmek istediler. Fa
kat Muhammed Bey akıllı bir siyasete başvurarak «zoruııluklar sakıncaları mübah kılar» sözünün gereğini yaptı;
kendi arzusu ve gönül rızasıyla beylik görevinden feragat
ettiğini onlara açıkça anlatarak şöyle dedi: «Halk ile kavmimin ve aşiretlerimin liderleri benim tutumumdan mem
nun olmadıklarına göre, ben sultanlığın bütün hüküm ve
fermanlarını Bahaddin’in önüne kor ve hükümdarlık üze
rine şimdi kendisine biat ederim.»
Bu olayların haberi Şemseddin’e ulaşınca Bahaddin'e
vaatler ve tehditlerle dolu bir haber göndererek şöyle de
di: «Muhammed Bey benim oğlumun kaatilidir. Sen ken
disini yakalayıp ben gelinceye kadar muhafaza edersen,
Hazzo Hükümdarlığı sana verilecektir.» Bu haberin an
lamı Muhammed Bey’in kulağına gidince, Bahaddin Bey’e
şu haberi yolladı: «Bana ihanet etmek ve beni, oğluna kar
şılık olarak Şemseddin’e teslim etmek, sana yakışmaz ve
şerefinle de bağdaşmaz. Ben eğer öldürülmeye ve haka
rete uğramaya layık isem, sen bunu kendi elinle yap. Be
nim şerefim senin Hükümetinin şerefidir.» Muhammed
Bey, böylece çeşitli hile ve dehalarla canını o cahil ve
uğursuzun elinden kurtarmaya muvaffak oldu; sonunda
kendini Xaldî (Haldi) aşiretinin kucağına atmayı başardı.
Xaldî Muhammed Ağa Abekî’nin yardımıyla oradan biz
zat Sason Kalesi’ne gitti. Orada halk, kaleye girmesine
yardım etti.
Bu sırada Şemseddin, Ali Paşa ile ve Boxtan ileri
gelenleri ve liderleriyle birlik olup Ahmed Bey’in hüküm
darlığını ilan etti. Ahmed Bey de bütün azameti ve hey
betiyle görevinin merkezine hareket etti. Bahaddin Bey’in
ise, süvari piyade 1.000 kadar olan taraftarlarıyla birlikte
Hazzo’da savaşmaya ve döğüşmeye hazırlanmaktan baş
ka çaresi kalmadı. Xaldîler’in bir grubunu keşif yapmaya
ve düşmanın Hazzo ırmağı kıyısındaki hareketini kolla
maya gönderdi. Irmağın taşacağına ve özellikle kendisi de
ordusunun kalan kısmıyla köprübaşını tuttuğu için düş
manın kolayca geçmesini engelleyeceğine inanıyordu. Fa
kat düşmanlar sabahleyin atlarıyla ırmağa girdiler ve yü
zerek ırmağı geçip karşı kıyıya ulaştılar; Bahaddin’in ön
cü kuvvetlerine saldırarak bazı adamlarını öldürdüler; ka
lanları da kaçarak, olup bitenleri Bahaddin’e anlattılar.
Bu durum karşısında Bahaddin Bey kaçmaktan v.'
kendini Susanı aşiretinin kucağına atmaktan başka çaıc
bulamadı. Ailesini bu aşiretin yanında bırakarak Sason
Kalesi’ne hareket etti ve kaleye girmek istedi. Fakat kale
nin kapısına varınca, Muhammed Bey’in kendisinden ön
ce kaleye girmiş olduğunu ve kale muhafızlarıyla halkın
hepsinin Muhammed Bey’le birlik olduklarını öğrendi.
Kapılar iki gün yüzüne kapalı kaldı; çünkü herkes Mu
hammed Bey’e itaatini ilan etmişti. Bunun üzerine Bahad
din, Susanlı Şah Murad Ağa ve birkaç adamla birlikte
Bedlis’e gitmek zorunda kaldı ve 1004 (1596) yılının 25
Ramazan günü oraya vardılar.
Orada 11 gün geçirdikten sonra, 12’nci günü kendi
lerine, Hazzo aşiretlerinin Zırkanlı Muhammed Bey’in yar
dımı ve desteğiyle Ahmed Bey ile Şemseddin’i Hazzo’dan
kovdukları ve şimdi Bahaddin’i başlarına Hükümdar ta
yin etmek istedikleri yolunda uydurma bir haber sızdırıl
dı. Bunun üzerine Bahaddin, Bedlis’e vardığı tarihin 12’nci
günü dostların ve kendisine sadık olanların rızası olmak
sızın, Bedlis’i terkederek Hazzo’ya hareket etti. Hatun
Köprüsü’nün ucuna vardığında, Sason’dan hızlı yürüye
rek gelen bir adam da oraya vardı ve şöyle dedi: «Aynı
yılın Şevvalinin 6’sına rastlayan cuma gecesi, Şemseddin
kalede Muhammed Ağa Abekî tarafından öldürüldü; A h
med Bey de Hazzo Hükümdarlığından uzaklaştırıldı; aşi
retler ve kabileler Muhammed Bey’i istemek için Sason’a
gittiler; Hazzo halkı Ali Paşa’nm bütün adamlarına sal
dırarak hepsini soydular; bizzat Paşa da adamlarıyla bir
likte Şemseddin’in evlerinde ve konaklarında, soyulmuş,
talan edilmiş ve çıplak olarak kapanmış durumdadır; M u
hammed Bey de Hazzo’ya vararak işlerin dizginlerini eli
ne aldı.»
Bu haberler Bahaddin’in başına yıldırım gibi çarptı
ve kendisine büyük bir umutsuzluk hakim oldu. Derzınî’de
Zırkanlı Muhammed Bey’in yanında birkaç gününü misa
fir olarak geçirdikten sonra, onunla birlikte Emîr Şerefin
egemenlik alanına göçetti ve Cezire’de kendisine sığındı.
Emîr Şeref kendisine, oğlu Muhammed’in yönetiminde
bulunan Siirt Sancağı’nm gelirinden bir maaş bağladı.
Sonra Ahmed Bey Hazzo’da öldürüldü ve ortalık Mu
hammed Bey’e boş kaldı; o da artık bağımsız olarak Hazzo’yu yönetmeye başladı. Hâlâ da hüküm sürmektedir.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Xizan (Hizan) Hükümdarları Hakkındadır
Bu bölüm üç Dalı kapsamaktadır.
Rivayet edenlere göre, Xizan hükümdarlarının aslı
Xınıs (Hınıs)a bağlı Bılecan (Bılican) nahiyesindendir.
Anlaşıldığına göre, bunların ilk ataları Bılecan’a vardık
ları zaman ileri gelen ve itibarlı kimselerdi; bu nedenle
Bılecan Kalesi’ni ele geçirmeyi başardılar. Sonra onlar
dan üç zeki kardeş ortaya çıktı.. Adları Dil, Bil ve Bile:
(Bılic)di. Bunlar Xizan tarafına gittiler ve bu vilayeti kı
lıç zoruyla ele geçirerek üç parçaya böldüler. Büyük kar
deş Xizan’ı, ortanca kardeş Müks Nahiyesi’ni, küçük kar
deş de Isbayerd Nahiyesi’ni aldı.
Bu üç kardeşin çocuklarının durumlarım ve torunları
nın gidişlerini, dillerde ve ağızlarda yaygın olarak söy
lendiği şekilde, tespit edilen sıraya göre, aşağıda üç dalda,
bahşedici Padişah olan Allah’ın yardımıyla anlatacağız.
BİRİNCİ DAL
Xizan Hükümdarları ve Bu Adla Adlandınlmalannm
Nedeni Hakkındadır
Hikaye edilir ki, Xizan adı, dillerde ve ağızlarda
yaygın halde dolaştığı gibi, eskiden, «seherlerde kalkanlar»
anlamına gelen «Seherxîzan» (Seherhizan)(258) idi. Çünkii
Kürdistan şehirleri arasında bu ülkenin halkı gece vc
seherlerde kalkıp ibadet etmekle, günahlardan sakınmakla,
dindarlıkla, güvenilir olmakla ve dine sımsıkı sarılmakla
ün yapmışlardı. O kadar ki, küçükleri de, büyükleri de
beş vakit namazı kaçırmazlardı. Nihayet, adları hafifletip
sonundan birkaç harf atarak kısaltmaya eğilimli olan, ör
neğin Şemseddin’i «Şemo», tzzeddin’i «Azo», Cimşid’i
«Cımo», Ebdal’ı «Ebdo» şeklinde telaffuz eden Kürt’ler,
bu gelenekleri gereğince, bu adı da kısaltıp, başındaki
«seher» sözcüğünü atmak suretiyle «Xîzan» dediler.
Bu adla adlandırılmasının bir başka nedeni daha
vardır; o da şudur: Buranın adı «Seherxîzan»dı. Kalenin
kurucusu, hac amacıyla Kabe’ye gidip döndüğünde, muha
fızlar yüzüne kapıları kapamışlar ve kaleye girmesini en
gellemişlerdir. O da bu davranıştan ötürü üzülmüş ve on
lara farsça olarak «xizan-e be itibar»(Z59) diye seslenmiş:
sonra da durmadan geldiği yoldan dönmüştür.
Gerçekten bu tarafın hükümdarlarının çoğu hâlâ bu
niteliklerini(260) korumaktadırlar.
Xizan (Hizan) şehri İslamiyet döneminde kurulmuş
şehir ve beldelerden biridir. O tarafın halkının dillerinde
yaygın halde dolaşan rivayete göre, bu şehrin kurucusunun
Tebriz Merağa’sı hükümdarıdır. Bu kağıtların yazarı, umu
lan yerlerde ve kaynaklarda bu şehrin kurucusunu çok
aramış; ama sultan ve hükümdarlardan şehri kurmuş ola
bilecek kimsenin adına rastlamamıştır. Fakat bu, şehrin
bir vezir yada bir bey tarafından kurulmuş olabileceği ihti
maline engel teşkil etmemektedir. Hulagu Han’ın güveni
lir bir danışmanı olan ve Hulagu tarafından ülkesinin
merkezi haline getirilmek üzere Merağa’yı yeniden kuran
(258) Bu fa rsç a b ir kelim edir. (M.E.B.)
(259) Bu sözlerin anlam ı «şerefsiz alçaklaradır. (M.E.B. 1
(260) G eceleyin kalkıp ibadet edişlerini. (M.A.A.)
Hoca Nasîrcddin’in bu kaleyi ve şehri dc o sıralarda
kurmuş olması muhtemeldir. Yada ondan başka bir Müs
lüman komutanının o sıralarda kurmuş olması da ihtimal
dahilindedir.
Şehirde bulunan ve kuşkusuz, kalenin kurucusunun
eserlerinden biri olan Büyük Cami’de birçok tahta sütun
lar vardır ki, o tarafın halkı bunların hangi ağaçtan ol
duklarını bilmemektedir. Bazıları bu sütunların, Türklerin
«itburnu», Kürtlerin de «şilan» adım verdikleri ağaçtan
olduğunu söylemektedirler.
Bu şehrin halkı, Allah’ın birçok evliyasının bu taraf
la ilişkisi bulunduğuna ve buranın, duaların kabul olun
duğu yerlerden biri olduğuna inanırlar. Kalenin içindeki
yapılar Rasad(261> tarzında tuğla ve çamurdan yapılmış
tır. Bu şehirde zengin bağlar ve bahçeler, normal olarak
İran şehirlerinde, özellikle Tebriz dolaylarında bulunan
üzüm ve kişniş gibi meyvelerden birçok çeşit bulunur. Ku
ruluşu bu yönden Hoca Nasîreddin Muhammed El-Tusî’ye
izafe ediliyorsa, bu uzak ihtimal değildir. Her ne ise bilgi
Allah indindedir.
Bu vilayetin havası ve iklimi ise son derece zayıf,
kötü ve vahimdir. Halkının çoğu yaz mevsiminde sıtma
ya yakalanır. Vilayetin bahçelerinin çoğunluğu fındık
ağaçlarıyla kaplıdır; bunların yanında öteki meyve ağaç
ları da vardır. Denildiğine göre, havasının vahim olması
fındık ağaçlarının çokluğundandır.
Bu vilayetin halkı vc aşiretleri «Nemıran» adıyla
tanınmışlardır. Bu adla adlandırılmalarının nedeni şudur:
Aşiret ve kabilelerin görev yada ulufe sahibi olan herhangi
bir ferdi öldüğünde, yönetici bu ulufeyi eksiksiz olarak,
ister küçük ister büyük olsun çocuklarına dağıtırmış; böylece, geçimlerini sağlayan ölmemiş gibi, fazlalaşmak yada
(261) G aliba Tus*lu astrono m un M ogollar için M erağa’da
k u rduğu ünlü ra sa th a n e binasını kastediyor. (M.A.A >
eksilmekle durumlarında bir değişiklik olmazmış. Bu ne
denle onlara «ölmezler» anlamına gelen «Nemıran» adı
verilmiştir*2622.
Bu aşiretin hükümdarları büyük sultanlar ve ulu k ı
ratlarla geçinme ve siyaset yapma yolunu izlerler. Bu du
rum onlara, Kürdistan'ın başına ikide birde gelen bek
lenmedik felaketler sırasında, büyük sultan ve kıratların
güvenini, ilgisini kazandırır ve göz yummalarını sağlar. Ni
tekim fatihler birkaç defa Kürdistan’ı bir baştan bir ba
şa altüst ettikleri ve Kürt beyliklerinin çoğu sahiplerinin
elinden alındığı halde; bu aşiretin beyliği, izledikleri bu
akıllı siyaset ve güzel plan sayesinde hükümdarlarının
elinde kalmıştır. Bu cümleden olarak Mevlana Abdürrezzak Semerkandi Matla’ El-Sa’deyn adlı tarihinde şunları
anlatmıştır.
«Emîr Timur Gurgan’m oğlu Mirza Şahruh, Türk
men Kara Yusuf’un çocuklarının saldırısını püskürtmek
için Azerbaycan sınırlarına geldiğinde, Hizanlı Emîr Sü
leyman’ın oğlu, Bedlisli Emîr Şemseddin’le birlikte kendi
sini karşılamaya koştu. Şahruh da kendisini yüce ilgisine
boğdu ve üzerine hil’atler giydirdi.»
ö te yandan dillerde ve ağızlarda yaygın olan söy
lentiye göre, bu hükümdarlardan Emîr Süleyman ve oğ
lundan sonra uzun zaman hüküm süren ve normal eceliy
le ölen. Emîr Melek olmuştur.
Emîr Davud bin Emîr Melek:
Hizan'da 39 yıl süreyle tam bağımsız olarak hüküm
darlık görevinde bulundu. Bu süre içinde kendisiyle çatı
şan yada mutluluğunun duruluğunu bulandıran olmadı.
İçkiye ve oğlanlarla arkadaşlık etmeye düşkündü. Bunun(262) ŞUphesiz bu ve benzeri o rta ç a ğ efsanelerini yabancı
k ü ltü r u y d u rm u ştu r. A çıkçası şud u r ki, bunlar, K ürd istanhn, M .ö. Y akın Doğu ‘n un siyasi tarih in d e rol
oynam ış h alk ların d a n biri olan «Nem ıra n »lann to
ru n larıdır. (M. A. A.)
la birlikte hayır işlerine, bilgin ve fazilet sahiplerine karşı
da eğilimliydi. Onlar için Xizan’da Davudiye Medresesi’ni
kurup tamamladı. Bu medrese hâlâ, yararlı hizmetlerde
bulunan bilginlerle ve yararlanan öğrencilerle dolup taş
maktadır. Emîr Davud’un üç erkek çocuğu vardı: Sultan
Ahmed, Mîr Süleyman Bey ve Haşan Bey.
Sultan Ahmed bin Mır Davud:
Babasının ölümünden sonra Xizan hükümdarlığı gö
revine geçti ve güzel bir yönetim kurdu. Bu yüzden o vila
yetteki Nemıran aşireti ve diğer reaya ve yerleşmişlerden
meydana gelen halk ve askerler kendisinden memnun kaldı
lar. Bu Emîr, Kanunî Sultan Süleyman’ın Barış Diyarı Bağdad’ı fethi sırasında yanında bulunan Kürdistan beyleri
ve hükümdarlarının önünde cesaret ve büyük hizmetler
belirtileri gösterdi; bq yüzden Sultan kendisine iltifat etti
ve Xizan Eyaleti’nin bazı şartlarla ve yeminlerle teyit edi
len mülkiyetini kendisine verdi. O tarihten beri bu aile
nin beyleriyle ilgili ferman ve hükümlerde «cenab» söz
cüğü yazılagelmekte ve kendilerine «Hükümdar« unvanı
verilegelmektedir. Böylece «Xizan hükümdarları» diye ta
nındılar.
Bu Emirin Bedlis Emîri Şeref Han’la olan ilişkisi ise,
iki aile arasında eski zamandan beri mevcut bulunan ge
leneksel dostluğa uygun olarak başlangıçta iyiydi. Fakat
Ulame’nin(263) Rum’a (264) gelmesi ve, daha sonra Şeref
Han’ın durumunu anlatırken detaylarını anlatacağımız ba
zı kötü durumların çıkması, bu geleneksel dostluğun düş
manlığa dönüşmesine yolaçtı. Çünkü Sultan Ahmed Bey,
Şeref Han’a karşı Padişah nezdinde komplo kurmakla, Şe
ref Han ailesini ortadan kaldırmak fikrinde Ulame ile bir
(263) İ ra n ’d an kaçıp O sm anlIlara sığınan b ir
kom utan.
(M.E.B.)
(264) ö zellik le A nadolu’yu, genellikle de O sm anlI ülkesini
kasted iyor. (M.A.A.)
leşti. Bu yüzden Şeref Han, sonunda Xizan (Hizan) üze
rine yürüyüp istila etmek ve Hükümdarı Sultan Ahmed
Bey’i yakalamak istedi. İki taraf arasında fiilen savaş baş
ladı ve birçok kan döküldü. Sonunda barışseverler ikisinin
arasına girdiler ve savaş durdu; Şeref Han da merkezine
döndü. Sultan Ahmed Bey bu fırsattan yararlanarak Diyarbekir’e elçi gönderdi ve Ulame’yi Şeref Han’la savaş
maya kışkırttı. Ulame hemen Diyarbekir ordusunu topla
yarak Xizan’a hareket etti ve orada Sultan Ahmed Bey'i
ordusuna kılavuz ve öncü olarak aldı; oradan hep birlikte
Tatik Nahiyesi yoluyla Bedlis Vilayeti’ne hareket ettiler.
İki taraf arasında savaş çıktı ve Şeref Han çarpışmada
öldürüldü.
Kısa bir süre sonra Sultan Ahmed Bey de bu fani
dünyaya veda ederek arkasında beş erkek çocuğu bıraktı:
Emîr Muhammed, Yusuf Bey, Melik Halil, Melik Han ve
Han Mahmud.
Mir Muhammed bin Sultan Ahmed:
Sultan Ahmed Bey’in ölümünden sonra, Xizan Vilayeti’nin iki kısma bölünmesi konusunda Sultan Süley
man Han’ın fermanı çıktı. Bunların bir kısmı Mîr Muhammed’e, öteki kısmı da kardeşi Melik Halil’e verildi. Bu
nun üzerinden bir yıl geçtikten sonra Mîr Muhammed an
sızın öldü ve üç erkek çocuğu bıraktı: Sultan Mustafa, Davud Bey ve Zeynel Bey. Melik Halil ise, kardeşinin ölü
münden sonra vilayeti, eskiden olduğu gibi yeniden birleş
tirdi ve bu konuda Sultan Süleyman'ın Divanından bir de
berat çıkarttı.
Fakat Sultan Mustafa, Hazzo Hükümdarı olan dayı
sı Bahaddin Bey’in desteğiyle Asitane’ye gitti ve babası
nın hissesini elde etmeye muvaffak oldu. Bu şekilde ülke
sini altı yıl yönettikten sonra bir gün avlanmak için gitmiş
olduğu ormanlar arasında öldürülmüş olarak bulundu. Ya
pılan soruşturmaya rağmen kaatil yada öldürülme sebebi
bulunamadı. Onun yerine kardeşi Davud Bey geçti ve
bir yıl hüküm sürdükten sonra öldü.
Davud Bey’in ölümünden sonra kardeşi Zeynel Bey
Sultan Selim H.’nin Sarayına gitti ve eyaletin her iki his
sesini birleştirmeye, tümünün yönetimini de kendi eline al
maya muvaffak oldu. Ne var ki kaçınılmaz ecel kendisini
yakalayarak, çabasının meyvesini koparmadan ona ölüm
şarabını içirdi; ve İstanbul’dan dönüşü sırasında yolda .Al
lah’ın rahmetine kavuştu.
Melik Halil bin Sultan Ahmed:
Yukarıda durumunun bir kısmı anlatıldı. Şimdi de
deriz ki: Kendisi kardeşinin ve yeğenlerinin sağlığında
bazen Xizan’ın yarısının yönetimini eline alıyor, bazen
de tümünü yönetiyordu. Sonunda yeğenleri ölünce, Sultan
Selim Han zamanında Ulu Müşir, ve Büyük Vezir Mehmed
Paşa’nın desteği ve yardımıyla, Xizan’ın her iki hissesinin
de kendisine verilmesinin onaylanmasına muvaffak oldu.
Böylecc, kimseyle çatışmaksızın ülkeyi 22 yıl süreyle yö
netmesini bildi. Fakat kendisi yönetim işlerinde ihmalkardı;
ve işlerin dizginini Bılâlan (Bılilan) aşiretinden Ebdal Ağa
denilen bir kişinin eline bırakarak hükümdarlığın adıyla
ve kendisine sağladığı geçimle yetinirdi. Ne var ki, başarı
Allah’tan olduğu ve onu dilediğine bahşettiği için, Melik
Halil işlerinin çoğunda başarıya ulaşır ve galip gelirdi.
991 (1583) yılında, uzun zamandan beri yakalanmış
olduğu sara hastalığından, Allah’ın rahmetine kavuştu ve
Haşan Bey denilen küçük bir çocuk bıraktı.
Mir Mahmud bin Sultan Ahmed Bey:
Bu Emîr, kardeşi Melik Halil’in ölümünden sonra,
Nemıran aşiret ve kabilelerinin ittifakıyla ve Sultan Murad
Han'ın065* fermanı gereğince Xizan beyliği görevine geç
ti. Bu Emîr, beylik işlerini kontrol altında tutmakta, aşiret
ve kabileler arasında güvenliği korumakta son derece cid
di ve azimliydi. Adamakıllı sağlam bir yönetim ve hüküm
darlık kurdu.
Emîr Mahmud, 992 (1584) yılında, Vezir Osman Pa
şa'266* ve Tebriz’in fethi ve istilasıyla görevlendirilmiş olan
Sultanın askerleriyle birlikte bulunurken, Tebriz Sadabad’mda Vezir Sinan Paşa ile bazı Kızılbaş komutan ve bey
leri arasında şiddetli bir çarpışmanın meydana geldiği gün.
çarpışmanın şiddetlendiği sırada arkadaşlarının kendisini
bırakmaları ve çarpışmadan kaçmaları sonucunda, Xizan
ileri gelenlerinden bir toplulukla birlikte şehit düştü ve iki
çocuk bıraktı: Sultan Ahmed ve küçük yaşta ölen Mîr
Mahmud.
Emîr Haşan bin Melik Halil:
Aşiret ve kabile adamları bu Emîri, yaşının küçük
olmasına rağmen, amcası Mîr Mahmud’un ölümünden son
ra göreve getirmeyi uygun buldular; böylece kendisi, Sul
tan Murad Han’ın fermanı gereğince Xizan Hükümdarı
oldu. Bu şuada amcası Yusuf Bey bin Sultan Ahmed İs
tanbul’a giderek Xizan beyliği görevinin kendisine veril
mesini istedi; bu konuda Sultan Murad Han’ın bir fer
manı da çıktı. Fakat Yusuf Bey Xizan’a dönünce Ncmıran aşiret ve kabileleri kendisine iltifat etmediler ve hiç
bir şekilde kendisini Emîr olarak tanımadılar. Bu durum
kendisini, Tebriz’e'267* gidip Cafer Paşa’dan yardım iste
mek zorunda bıraktı. Cafer Paşa da hemen kendisine yar
dım elini uzattı ve kendisiyle birlikte, kendi tarafından,
Xizan’ı elegeçimıesine yardım edecek bir de temsilci gön
(265) M urad m . (M.E.B.)
(266) ö zdem iroğlu O sm an P aşa. (M.E.B.)
(267) T ebriz o zam an O sm anlIların egem enliği altındaydı.
(M. A. A.)
derdi. Buna rağmen halk kendisine iltifat ve itaat etmedi.
Bu durum birkaç defa tekrarlanınca aralarına barışçılar
girerek, Nemıran Nahiyesi’ni sancak olarak kendisine ver
mek suretiyle, ve Xizan vilayetiyle ona bağlı yerlerin Emîr
Hasan’ın yönetiminde kalması şartıyla meseleyi karara
bağladılar.
Kısa bir süre durum böyle sürdü. Sonunda Yusuf
Bey, bozguncuların saptırmalarıyla, bütün Xizan Eyaleti’ni kendisi için istemeğe heves etti. Bunun üzerine Emir
Haşan, kendisine bağlı olanlarla taraftarlarını toplayarak
ve yanma Şerwan (Şirvan) aşiretinden de bir miktar yar
dım alarak Nemıran’a bağlı Az Kalesi’ne kapanıp savaş
ve döğüşe hazırlanmış olan Yusuf Bey’in üzerine yürüdü,
iki taraf çarpışmaya başlayınca Yusuf Bey yenilgiye uğra
dı ve Mirhaz kuyusunda gizlenerek, pislik içinde en kötü
şekilde öldü, kaatili de ortaya çıkarılmadı. Emîr Haşan
da bu iğrenç töhmetin kokusundan çok azap ve sıkıntı
çekti; çünkü ondan sonra, kendisini bu töhmetin lekesin
den kurtarmaları için Osmanlı devletadamlarına ve ileri
gelenlerine rüşvet vermek üzere Xizan’m zengin köylerin
deki mülklerinin ve miras kalmış servetlerinin çoğunu sat
mak zorunda kaldı; ayrıca borçlara da boğuldu. Buna rağ
men yine de bu töhmetten kurtulamadı.
Nemıran Nahiyesi üzerine amcasının oğlu Hacı Bey
uzun zaman kendisiyle çatıştı. Hacı Bey’in annesi Haşan
Bey Mahmudî’nin kızı olduğu için, Mahmudîyan aşireti
de kendisini destekliyordu. Sonunda bu düşmanlık, Mervanan Nahiyesi gelirinin, ülkenin yönetiminde ve mâliye
sini düzene sokmakta Haşan Bey’in hizmetinde bulunması
şartıyla Hacı Bey’e maaş olarak verilmesiyle sonuçlandı.
Böylece aralarına fiilen bağdaşma ve birlik hakim oldu.
Xizan’m işleri şimdi en iyi şekilde ve en mükemmel durum
da yürütülmektedir.
İKİNCİ DAL
Müks Beyleri Hakkındadır
Yukarıdan da anlaşılacağı gibi, Xizan, Müks ve Isbayerd hükümdarlarının babaları, Bılecan (Bılican) Nahi
yesinden bu vilayete gelip burayı kendi aralarında taksim
etmiş olan üç kardeştiler. Diğer bir rivayete göre ise, bun
lar, amca oğullarıydı ve bu vilayeti Selçuklu sultanlarından
ortaklık yoluyla almışlardı. Hangi rivayet doğru olursa
olsun, bilinen şudur ki, Müsk beylerinin ilki Emîr Ebdal*dı; onun da iki oğlu vardı: Ahmed Bey ve Haşan Bey.
Ahmed Bey:
Babasının ölümünden sonra beyliği eline aldı ve b:ı
vilayette işleri en iyi şekilde yürüttü. Ne var ki, Ahmed
Bey’le ihtilaf halinde olan ve ona karşı şiddetli bir nefret
besleyen Hakkari Hükümdarı Zeynel Bey, kardeşi Haşan
Bey’e yöneldi ve kendisini alıp İstanbul’a götürdü; duru
munu Sultan Süleyman Han’a arzetti. Sonra Karkar Na
hiyesi ile kalesinin Ahmed Bey’in eyaletinden ayrılması ve
sancak olarak kardeşi Haşan Bey’e verilmesi konusunda
bir ferman çıkarttı. Böylece iki kardeş, hükümdarlıkları
nın süresini yönetimde ortak olarak geçirdiler. Yönetim
lerinin üzerinden 30 yıl geçtikten sonra Ahmed Bey öldü
ve iki çocuk bıraktı: Ebdal Bey ve Mîr İmadeddin.
Ebdal Bey bin Emîr Ahmed:
Babasının ölümünden sonra Müks Beyliği’nin kendi
sine verilmesi konusunda Sultan Süleyman Han’ın Diva
nından Padişahlık fermanı çıktı. Bu sırada amcası Haşan
Bey de öldü. Bunun üzerine Ebdal Bey, hemen Hakkari
Hükümdarı Zeynel Bey’in kızıyla evlendi; onun desteğiyle
de Karkar Sancağını, babalarından ve atalarından miras
kalmış usuller gereğince beyliğine kattı; bu konuda Sultan
Selim Han Il.’nin de bir fermanı çıktı. Fakat sonradan
Rüstem Bey bin Haşan Bey, Mahmudiyan aşiretinin yardı
mı ve desteğiyle bu Karkar Nahiyesi’ni yeniden beylikten
ayırmaya muvaffak oldu. Bu da, amca oğulları arasında
birçok mücadele ve çatışmaya yolaçtı.
1005 (1597) yılının başlarında, bir gece akşam ile
yatsı arasında Ebdal Bey abdestini tazelemek istedi. Bu
amaçla kale burcunun kenarına gelince sarhoşluktan ayağı
kaydı ve aşağıya düşerek canını Allah’a teslim etti. Eb
dal Bey, Muhammed ve Mir Ahmed adında iki çocuk bı
raktı. Ahmed Bey yetenekle ve kabilelerin, aşiretlerin tas
vibiyle babasımn yerine geçti.
Rüstem Bey bin Haşan Bey:
Yukarıda da anlattığımız gibi, Haşan Bey Mahmudî’nin kızıyla evlenen Rüstem Bey, Mahmudiyan aşireti
nin desteği ve Serdar Mustafa Paşa’nın ilgisiyle, amca oğul
larına rağmen, Karkar Nahiyesi’ni eline geçirmeye mu
vaffak oldu. Bu nahiyenin yönetiminde bir süre kaldıktan
sonra öldü ve yerine oğlu Haşan Bey geçti. Ebdal Bey’in
ölmesiyle birlikte Van Beylerbeyi Sinan Paşa’nın deste
ğiyle Haşan Bey, yanma 300 kadar süvari ve piyade
alarak Müks üzerine yürüyüp burayı istila etmek istedi.
Mîr Ahmed, yanında bulunan aşiret ve kabilelerin de itti
fakıyla, kalenin dışında savaşa ve döğüşe hazırlanmıştı.
Aralarında savaş çıktı ve Haşan Bey çarpışmada öldürül
dü. Böylece ortalık Emîr Ahmed’e boş kaldı; kendisi tam
olarak bağımsız oldu. Şimdi de, hiç kimseyle çatışmadan
Müks’ü yönetmektedir.
ÜÇÜNCÜ DAL
Isbayerd Hükümdarları Hakkındadır
Bu ailenin adamları da, yukarıda anlattığımız gibi,
Xizan (Hizan) hükümdarının amca oğullarıdır. Kürdistan
beyleri ve kıratlarının Osmanlı Devleti Sultam’na boyun
eğmeleri sırasında Isbayerd’in yöneticisi Muhammed Bcy’di. Kendisi iki çocuk bırakarak öldü: Sultan İbrahim ve
Mîr Şeref.
Sultan İbrahim bin Muhammed Bey:
Bu Bey, babasının ölümünden soma Sultan Selim
Han’ın(:i8) fermanı gereğince beylik tahtına çıktı ve bir
süre ülkeyi yönetti. Sonunda Kızılbaşlar Van Vilayeti’ni
istila edip kalesine saldırdıkları zaman bu Bey de çarpış
mada öldürüldü; çünkü Beylerbeyi Ferhad Paşa’nın mai
yetinde oranın savunmasındaydı. Kendisinin iki oğlu var
dı: Haşan Bey ve Muhammed Bey. Babasının ölümünden
sonra yerine geçen Muhammed Bey oldu.
Muhammed Bey bin Sultan İbrahim:
Babasının ölümünden sonra Padişahlık fermam gere
ğince Isbayerd beyliğini eline aldı; sonra dört çocuk bıra
karak öldü: Eyyub Bey, Halid Bey, Üvcys Bey ve Sul
tan İbrahim Bey. Kendisinden sonra, meşru hakka uy
gun olarak kendi vasiyeti gereğince oğlu Eyyub Bey yö
netime geçti. Eyyub Bey şimdi, yani 1005 (1597) yıhnda
20 yıldır ülkeyi büyük bir refah ve ikballe yönetmektedir.
Bu da kendisini akran ve emsali arasında kıskanılacak bir
duruma getirdi.
Mîr Şeref bin Muhammed Bey:
Kardeşi Sultan İbrahim babasının yerine geçince,
Sultan Süleyman’ın Sarayına gitmişti ve, Ağakis Nahiyesi’nin taksimine, kardeşinin beyliğinden ayrılmasına ve san
cak olarak kendisine verilmesine dair bir ferman dâ çı
kartmaya muvaffak oldu. Bu sancağı bir süre yönettikten
soma bu fani diyardan göçedip beka ve ebediyet dünya
sına geçti; arkasında iki çocuk bıraktı: Bahaddin Bey ve
örkmcz Bey. Bunlar küçük oldukları ve sancak işlerinin
yönetimini ellerine almak yeteneğine sahip olmadıkları
için, Ağakis, Van Divam’ndan, bir Osmanlı valisine veril
di. örkmcz Bey erginlik çağına gelince sara ve delilik has
talığına yakalandı. Bahaddin Bey ise ülkeyi terketti ve va
tanı bırakarak Arap ülkelerine gitti; Basra ve Hassa’da
devlet hizmetine girdi.
BEŞINCt BÖLÜM
Kilis Hükümdarları Hakkındadır
Haşimi ailesinin soyunu bilen ve Kureyş’in<269) dal
ları konusunda ihtisas sahibi olan kimselerce de açıkça
bilindiği gibi, Kilis hükümdarlarının soyu, kendi iddiaları
na göre, Abbas Efendimize -Allah ondan razı olsun- ulaşır. Dediklerine göre onlar, doğru rivayet gereğince Hak
kari ve İmadiye hükümdarlarının amca oğullarıdır. Bun
lar üç kardeşti ve adları Şemseddin, Bahaddin ve Menteşa’ydı. Hakkari hükümdarları Şemseddin’in soyundandır
ve kürtler tarafından bunlara «Şemû»(270) denilmektedir;
Bahaddin’in soyundan olan İmadiye hükümdarlarına da
«Behdin»(271> denir; Kilis hükümdarlarına gelince, bunlar
da Menteşa’nın soyundandır ve onlara «Mend» denir.
Çeşitli rivayetlerden hangisi doğru olursa olsun,
Mend, başlangıçta Kürtlerin bir aşiretini çevresinde top
lamaya muvaffak oldu ve onlarla birlikte Şam ve Mısır’a
gidip Eyyuboğulları hükümdarlarının hizmetine girdi. On
lar da kendisine Antakya Vilayeti yakınındaki Kusayr Nahiyesi’ni verdiler. Mend ve adamları kışm buraya yerleş
tiler. İş bununla da kalmadı; daha önce o diyarda oturan
(269) H azret! M uham m ed’in m ensup olduğu kabile. H aşim i
ailesi bunun b ir koludur. (M.E.B.)
(270) D ah a önce «genbû» o la ra k geçti.
(271) D aha önce «B ahadlnan» şeklinde g eç ti (M.E.B.)
Kürt Yezidiler’den bir topluluk da Mend’in çevresinde
toplandı. Bu da günden güne şanının yücelmesine ve nü
fuzunun artmasına yolaçtı. Kendisine her taraftan Kürtler
geldiler; ayrıca Cun ve Kilis taraflarında oturan Kürtler
de kendisine katıldılar.
Al-ı Eyyub’un ulu hükümdarları kendisine ilgi gös
terdiler ve onu Şam ve Haleb’deki bütün Kürt’lere Bey
lerbeyi olarak tayin ettiler; bu topluluğu yönetmek, mese
leleri karara ve çözüme bağlamak bakımından kendisini
tamamen serbest bıraktılar. Böylece kendisini en yüksek
askeri ve idari rütbeye yükselttiler. İşin başlangıcında, Ha
ma ve Maraş arasında yayılmış olan Yezidi Kürtler’in
şeyhleri bu yüce makam üzerine kendisiyle çatıştılar. Bu
durum, zaman zaman kılıçların çekilmesine ve savaşa da
hi yolaçtı. Fakat Mend onlara galebe çaldı ve bazen sert
likle, bazen yumuşak davranarak, bazen baskıyla, bazen
de iyilik yaparak onları kendisine boyun eğecek duruma
getirdi. Sonunda istediğine kavuştu ve o diyardaki bütün
Kürtler onun mutlak hükümdarlığına boyun eğdiler.
Mend ölünce yerine oğlu Arab Bey geçti. Ondan son
ra da oğlu Emîr Cemal yönetimi aldı. Onun ölümünden
sonra da yerine oğlu Ahmed Bey geçti. Bu beyin zama
nında Al-ı Eyyub Devleti’nin günleri sona erdi ve büyük
devletleri Çerkeş Memlükler’e geçti. Fakat Ahmed Bey
Çerkeş’lerin devletine boyun eğmedi ve günlerini bağım
sız bir hükümdar olarak geçirdi. Sonunda iki çocuk bıra
karak öldü: Habib Bey, Kasım Bey.
Habib Bey:
Babasının yerine Kürt’lerin hükümdarlığını aldı.
Çerkeş sultanları kendisini aldatarak kendi taraflarına çek
tiler ve Haleb’e getirtip orada suikastla öldürdüler .
Kasım Bey:
Bu bir varis olarak ve kahir bir kuvvetle kardeşi
nin yerine geçmeye ve Kürt’lerin hükümdarlığını ele geçi
rerek duruma hakim olmaya muvaffak oldu. Ne var ki,
Çerkeş sultanları Kürt Hükümeti’ni, Yezidi şeyhlerin to
runlarından olan Şeyh İzzeddin’c verdiler. Tekrar rnürted
olup Yezidiliğe geçen Kürt’lerden bir topluluk da onun
etrafında toplandı. Sonra Haleb askerlerinden, Şehriyar
Bey Ramazanlu’nun komutası altında bir askeri kuvvet
kurdu ve bunu Kasım Bey’le savaşmaya gönderdi. Kasım
Bey ise aşiretlerini ve kendisini tutanlarla birlikte Sahyun
Dağı’na sığındı, ö te yandan Sultan Gavri(272), kızkardeşinin oğlunu, Haleb ordularından, büyük bir ordunun ba
şında, Şeyh İzzeddin’le birlikte bir başka yoldan, Kasım
Bey’le savaşmaya gönderdi. Bunun üzerine iki taraf ara
sında savaş çıktı ve birkaç defa kanlı çarpışmalar oldu.
Her defasında da Çerkeş orduları yenilgiye uğruyor, Ka
sım Bey savaştan muzaffer çıkıyordu. Osmanlı Sultanı Se
lim, Şam ve Mısır gibi Arap ülkelerini işgal ve Çerkeş’ler
den almak amacıyla bu diyara doğru harekete geçince; Ka
sım Bey, Çerkeş Hayri Bey’le birlik olup Sultan’ı karşı
lamaya gitti ve maiyetine girdi. Sultan Mısır, Şam ve Ha
leb’in fethini tamamladıktan sonra İstanbul’a döndüğün
de, Kasım Bey ve 18 yaşındaki oğlu Canpolad Bey de
maiyetinde bulunuyorlardı.
Yezidi Şeyh îzzeddin’e gelince, o da Haleb Beyler
beyi Karaca Paşa’nm hizmetine girdi ve bazı entrikacılar
aracılığıyla, adı geçen Paşa’yı etkilemeye muvaffak oldu;
onu birtakım maksatlı sözlerle ve birçok iftiralarla aldat
tılar. Paşa, sonunda Sultan’a bir rapor sunarak şöyle de
di: «Kasım Bey’in Haleb’e dönmesine göz yumulduğu
takdirde burada şiddetli bir karışıklık ve taşkın bir karga
şalık çıkacaktır» Bunun üzerine Sultan da hemen jumallara kulak verdi ve Kasım Bey’in öldürülmesine, oğlu Can(272) M ercidabık M eydan S avaşında yenilerek öldürülen Mı.
sır M em lûk H ü k ü m d arı K ansu G avri. (M.E.B.)
polad’ın da, Hazine hesabına yetiştirilen çocuklara katıl
ması için Saraya alınmasına ve kendisiyle geniş ölçüde
ilgilenilmesine emir verdi. Karaca Paşa’nm isteği sonucun
da ferman çıktı ve Sultan Selim o taraftaki Kürt’lerin bey
liğini Şeyh İzzeddin’e verdi.
Canpolad Bey bin Kasım Bey bin Ahmed Bey:
Yukarıda da geçtiği gibi, Canpolad, babasının öl
dürülmesinden sonra Kürt’lerin beyliği Şeyh İzzeddin’e
verilirken Saraya alındı. Şeyh îzzeddin çocuk bırakma
dan öldüğü ve akrabaları arasında Kürt’lerin başına geç
me yeteneğine sahip kimse bulunmadığı için, devlet adam
ları, Şeyh Izzeddin’in Antakya taraflarında bulunan özel
mülklerinin Sultanlık emlakine katılmasını ve Kürtlerin
Hükümetinin de, Hasankeyf hükümdarları soyundan ge
len Melik Muhammed’e verilmesini uygun buldular.
Sultan Süleyman Han zamanında Canpolad Bey Sa
raydan çıkarıldı ve Saraya bağlı olan Müteferrika Ordusu’na katıldı; Belgrad’ın alınması, Rodos Adası’nın fet
hi ve Buğdan(27î| seferi gibi Sultan’ın çıktığı savaşlara katıl
dı ve bu savaşlar da Sultan’ın maiyetinde oldu; üstün hiz
metlerini ve kahramanlığını gösterdi ve bu yüzden Sul
tan kendisini takdir etti. Bu nedenle o da babalarının ve
atalarının görevinin kendisine geri verilmesini diledi. Ne
var ki Sultan, o şeytanlık yerde(274) Canpolad Bey’in oraya
dönmesi halinde çıkabilecek kargaşalıktan kaçınarak, ken
disine Haleb'e bağlı bir başka sancağın verilmesini uy
gun gördü. Fakat Canpolad Bey, kendisine teklif edilen
görevi kabul etmedi. Bunun üzerine Kürt Beyliği’nin Ha
dım Hüseyin Paşa’ya verilmesi, kendisinin Kürt’lerin du
rumunu ve irsi Kilis Eyaleti ile Hükümetinin Canpolad
Bey’e verilmesini incelemekle görevlendirilmesi konusun
(273) Bil' d iğer nüsh ad a B ağdad. (M.A.A.)
(274) Y ezidilerin şe y ta n a k a rşı d uydukları sem patiden ö tü
rü böyle yazm ıştır. (M.E.B.)
da ferman çıktı. Hüseyin Paşa da Padişah’a verdiği rapor
da, Kürt hükümdarlığının Canpolad Bey’e verilmesi gerek
tiğini, kötülüğe ,ve bozgunculuğa eğilimli olan bu Kürt’
leri Canpolad Bey’den başka kimsenin dizginleyemeyeceğini, Canpolad Bey tayin edilmediği takdirde güvenliğin
bozulacağım ve bütün Haleb halkı ile Arap ülkelerinden
buraya gelenleri kötülük kaplayacağını belirtti. Bunun so
nucu olarak Sultan, Canpolad Bey’i ilgisinin kapsamı içi
ne aldı ve Kilis Eyaleti’yle ona bağlı yerlerin kendisine ve
rilmesi konusunda ferman çıktı. Canpolad Bey, böylece
özlemine kavuşmuş olarak ve gönül rahatlığıyla Kilis’e
döndü. Hiç kimsenin düşünemeyeceği şekilde kendini vi
layetin işlerine verdi.
Denilir ki: Sultan Süleyman Han İran seferine çık
tığı zaman yolda Haleb’e uğramış ve kışı orada geçirmiş
tir. O sırada şöyle bir olay olmuş: Bir hırsız, Padişah’ııı,
kuşların bile üzerinden uçamayacakları ve hiç kimsenin
yaklaşamayacağı çadırına girmiş ve ne özel hizmetçilerden,
ne de muhafızlardan hiç kimse duymaksızın Padişah’ın
yattığı bölümden mücevherlerle işlenmiş bir kılıç çalmtş.
Sabah olup da haber yayılınca ve Sadrazam Rüstem Paşa’nın kulaklarına da gidince; Canpolad Bey’e karşı kin
beslemekte olan Rüstem Paşa, benzeri görülmemiş olan
bu olayın yarattığı fırsattan yararlanarak Sultan’m nezdinde Canpolad Bey hakkında entrikalar çevirmeye başlamış;
ve Sultan’a, bu işi Canpolad Bey’e bağlı Kürt’lerden baş
ka kimsenin yapmadığını, çünkü bu haddini aşmışlardan
başka kimsenin bu büyük suçu işlemeye cesaret edemeye
ceğini bildirmiş.
Bunun üzerine Sultan öfkelenmiş, Canpolad Bey’e çok
kızmış ve kendisini hemen ortadan kaldırmak istemiş. Fa
kat Canpolad Bey kendisinden beş gün mehil isteyerek
şöyle demiş. «Bu kısa süre içinde hırsızları getirtmeyi ba
şaramazsam, Sultan’m işaret edeceği bütün cezalara müs-
tahakım.» Dördüncü gün Canpolad Bey, hırsızları çalın
mış işlemeli kılıçla birlikte Sultan Süleyman’ın Divanına
getirtmiş. Sultan hırsızların idamım emretmiş ve şefkate
gelerek Canpolad Bey’i padişahça merhametinin ve şah
ça affının kapsamı içine almış. Sonra da 90 yaşım aşan
ve 100 yaşma yaklaşan uzun ömrü boyunca kendisine
karşı takdir ve hayranlıkla muamele etmiş.
Denilir ki: Canpolad Bey, hepsi erginlik çağma va
ran ve bunu aşan 70 oğlunu görmüştür. Babalarının ölü
mü sırasında yaşamakta olan 10 oğlu şunlardı: Habib Bey,
Ömer Bey, Ahmed Bey, Abdullah Bey, Hüseyin Bey, Ca
fer Bey, Gazanfer Bey, Zeynel Bey, Haydar Bey ve Hıdır
Bey.
Büyük oğlu Habib Bey, tecrübeli yaşlılara ters dü
şen cahil gençlerde adet olduğu gibi, gençliğinde babası
na karşı yaptığı taşkınca işler ve zararlı, bozguncu hare
ketler yüzünden, babası kendisini evlatlıktan reddetmiş
ve üzerinden nesebini kaldırmıştı.
Canpolad Bey kendini beşinci oğlu Hüseyin Bey’in
terbiyesine vermiş ve onu iyi yetiştirmek için çaba har
camıştı. Bu oğlunun alnında olgunluk ve yetenek belirtile
ri görününce kendisini veliaht tayin etmek istedi. O sırada
Sultan, Sigetvar seferine hazırlanıyordu. Canpolad Bey
zayıflığından ve yaşının ilerlemiş olmasından ötürü, bu mü
barek gazaya, kendi adına Sultan Süleyman’ın maiyetine
oğlu Hüseyin Bey’i gönderdi. Hüseyin Bey bu seferde bir
çok yiğitlik belirtileri ve cesaret örnekleri gösterdi. Bu
yüzden Sultan’m dikkatini çekti ve sultan, kendisine san
cak verileceğini vadetti. Sultan’ın kafilesi 972 (1565) yı
lında muzaffer olarak bu gazadan döndüğü zaman Can
polad Bey’e zayıflık ve takatsizlik hakim olmuş ve üze
rinde, bu fani dünyadan göçetme belirtileri görünmüştü.
Bundan önce oğlu Cafer Bey’i veliaht tayin etmiş; oğlu
Hüseyin Bey’i de emlak, maliye ve vakıfları yönetmekle
ve çocukların vasiliğini yapmakla görevlendirmişti; Habib
Bey’in de şimdiden itibaren yönetim hakkından ve mâli
yedeki istihkakından yoksun bırakılmasını vasiyet etmişti.
Bu konuda bir zabıt yazdı, Kadılar, ileri gelenler ve halk
tarafından imzalanan bu zabıt bir keseye konarak mühür
lendi ve koruması için Halcb Muhafız’ma gönderildi.
Sonra Canpolad Bey yüce Allah’ın rahmetine kavuştu.
Cafer Bey bin Canpolad Bey:
Böylece Cafer Bey, babasının vasiyeti gereğince ve
Sultan Murad Han’ın fermanıyla Kilis Hükümdarı oldu.
Yönetime geçmesinin üzerinden dört yıl geçtikten sonra
Serdar Lala Mustafa Paşa Osmanlı ordusuyla birlikte Şir
van fethine çıktı. Cafer Bey de ordunun ardından Diyarbekir’e hareket etti. Karacatak(OT) dolaylarına varınca at
tan düştü ve canını Yaradıcısına teslim etti.
Habib Bey bin Canpolad Bey:
Babasının ölümünden sonra Hüseyin Bey ve kardeş
leri tarafından çok hakarete uğratıldı ve küçük düşürüldü.
Fakat onlara aldırmadı ve onlardan çekinmedi; tersine on
lardan intikam almaya karar verdi. Kilis’e giderek baba
sının bazı mallarını ele geçirdi; arkasından, babasmın hapis
hanesinde yatan ve üzerinde Müslümanların hakkı bulunan
birçok tutukluyu serbest bıraktı; onlarla güçlendi. Bunun
la da yetinmeyerek Sultan’m Divanına, kardeşlerinin ken
disine ihanet ve zulmettikleri yolunda şikayet üstüne şika
yet gönderdi; yüce eşiklerden kendisi hakkında insaflı dav
ranılmasın] diledi.
Fakat Ulu Müşir, dünya işlerinin nizamı, Vezir-i
Azam Mehmcd Paşa(i76), kendisine karşı durdu ve kendi
siyle açıkça düşmanlık yaparak dedi ki: «Habib Bey’i, ba
bası, sağlığında hükümdarlık görevinden ve miras hakkın
dan mahrum bırakmıştır; istediklerinde hiçbir hakkı yok
(275) D ly arb ekir _ Siverek ara sın d ak i K aracadağ. (M.A.A.)
(276) Sokullu M ehm et P aşa . (M.E.B.)
tur.» Fakat anlaşmazlığı çözümlemek için kendisine,
Şam'a bağlı Nablüs Sancağı'nı verdi. Ne var ki Habib Bey
buna razı olmadı ve Haleb’e bağlı olup kardeşi Hüseyin
Bey'in yönetiminde bulunan Balis Sancağı’nı istedi. Bu
isteği Sultan’ın Divanı tarafından olumlu karşılandı.
Bu haber Hüseyin Bey’in kulağına gidince Asitane’ye
bir temsilci göndererek yüksek makamlar nezdinde hare
kete geçti; sonunda Sancağı tekrar geri aldı ve Habib Bey
buradan azledildi. Bu sırada kardeşi Cafer Bey öldü ve
Kilis Hükümeti Serdar Mustafa Paşa tarafından Hüseyin
Bey’e verildi. Bu haber Habib Bey üzerinde yıldırım etki
si yaptı. Bunun için hızla harekete geçerek Sultan Murad’ın eşiklerine gitti ve Sultan’ın Şeyhi için de yanına, 5.000
fılori değerinde hediyeler ve mallar götürdü. Sultan bu ca
hil Şeyh’te çok şeyler olduğuna inanırdı. Habib Bey Şeyh’ten, Sultan ve Vezir’den, Kilis Hükümdarlığı görevinin
kendisine verilmesini dilemesini istedi. Şeyh’in büyük etki
si olan aracılığı sonucunda, Habib Bey’e Selimiye Sancağı
verildi; fakat kendisi buna razı olmayıp miras kalmış san
cağını istemekte ısrar etli. Bunun üzerine Şeyh çabalarını
yoğunlaştırdı ve Divanı, Kilis Hükümeti’ni Habib Bey’c,
Selimiye Sancağı’nı da Hüseyin Bey’e vermeye şevketti.
Oysa Şeyh’in bu hareketi parlak şeriata uygun değildi.
Serdar Mustafa Paşa’nm Kars Kalesi’ni restore etme
si sırasında, Habib Bey başlangıçta hizmette kusur etti
ve gevşeklik gösterdi. Sonunda birkaç adamıyla birlikte
hizmet için hazır bulununca, Serdar kendisini nefretle kar
şıladı ve ona kızgın olduğunu gösterdi; sonra da Kilis Hü
kümeti’ni ondan alarak yeniden Hüseyin Bey’e verdi; Ha
bib Bey’e de Selimiye sancağını verdi. Habib Bey bu em
ri yine kabul etmedi ve hemen İstanbul’a gidip şikayet etti.
O sırada tesadüfen Mustafa Paşa Serdarlıktan azledilmiş
ve yerine Sinan Pa.şa(277> atanmıştı. Habib Bey aslında ko
(277) K oca S inan P aşa. (M.E.B.)
nuşkan, güçlü kanıtlar getirebilen, büyük bir deha ve hile
ye sahip olan bir kimseydi. Bu nedenle Sinan Paşa’yı et
kiledi; o kadar ki, Sinan Paşa, bu Habib Bey aracılığıyla
İran ülkesinin en azından yarısını fethetmeye muvaffak
olacağına inandı. Bunun için Kilis Hükünıeti’ni Habib Beye
vermekten çekinmedi; Habib Bey de üç yıl bu görevde kal
dı. Üç yıl sonra ise Sinan Paşa Serdarlık ve Sadrazamlık
görevlerinden azledildiği için, Hüseyin Bey Kilis Hükümeti’ni geri almaya muvaffak oldu. Böylece Habib Bsy
görevden uzaklaştırddı ve bir kez daha başıboş bir du
ruma düştü; görevlerin dışında ve görevlerden yoksun kal
dı. Sonra Allah’ın rahmetine kavuştu. Böylece iki kardeş
arasındaki anlaşmazlığı, kaçınılmaz ecel ve kader kılıcın
dan başka bir şey çözemedi. Nitekim şöyle denilmiştir:
«Halkın rahatı için dünyayı iki hisseye böldük.
«Ben yeryüzünü aldım, o da yerin içini.»
Hüseyin Bey bin Canpolad Bey:
Bu Bey, Sultan Süleyman Han’ın güvenine ve yüce
ilgisine, babasının da duasının bereketine sahip bulunu
yordu. Bu nedenle, Canpolad Bey’in beşinci oğlu olma
sına rağmen, irsi vilayet görevini elde etti. Kardeşi Habib
Bey’in, kendisiyle defalarca çatışmasına, onu kardeşi Ca
fer Bey’i öldürmekle suçlamasına ve bu uğurda 60.000 fılori harcayıp, Vezir Sinan Paşa’nm yardımıyla Kilis Hükümeti’ni bir süre elinden almayı başarmasına rağmen, so
nunda hak sahibine döndü ve irsi Hükümetin yönetimi
nihai olarak Hüseyin Bey’in elinde kaldı. Şair diyor ki:
«Çalışması Allah için olanları
«Her işte başarıya ulaştım Allah
«Allah ile tamamlanmayan işin
«Kuldan çıkması mümkün değildir.»
Sözün özü, Hüseyin Bey, Kilis Hükümdarlığı görevi
ni en iyi şekilde yerine getirdi ve uzun zaman kimseyle
çatışmadan böyle kaldı. Sonunda, Osmanlı Devleti’ndc
Beylerbeyi makamına yükselmeyi akimdan geçirdi. Bu
amaçla Sultanlık Divam’na, Tırablusşam Eyaleti beyler
beyliği görevinin kendisine verilmesi karşılığında ve Ki
lis Hükümeti’nin de o vilayete bağlanması, kendisi bu gö
revden azledilinceye kadar Kilis’in Trablusşam’a bağlı
kalması şartıyla ve buna benzer birtakım şartlarla, Trablusşam Eyaleti’ndeki özel Sultanlık emlakinden büyük bir
miktar ödemeyi taahhüt etti. Bu dileği yüce eşiklere arzedilince kabul edildi ve 1001 (1593) yılın ın aylarından bi
rinde, adı geçen görevin kendisine verilmesi ve kendisinin
«Hüseyin Paşa» lakabıyla anılması konusunda Padişahlık
emirnamesi çıktı.
Kamize diye anılan Arap ileri gelenlerinden. biri, o
sırada bu vilayette bazı şartlarla mültezim*2782 olarak bu
lunuyor ve bu şartlara göre çalışıyordu. Kamize, araştır
macıların öncüsü ve inceleyicilerin direği olan Mevlana
Sa’d El-Mille ve’d-Din Hoca Efendi’ye*2792 bağlıydı; ona
uymuşlardan sayılırdı. Aralarında gerçekten güçlü bağlar
vardı; ö kadar ki, Kamize Hoca Efendi’den 10.000 fılori
kırmızı altın ödünç almıştı. Hüseyin Paşa’mn, yukarıda
anlatılan şekilde adı geçen görevi elde etmiş olduğu habe
ri Kamize’ye yıldırım etkisi yaptı; ve Şeyh Hoca Efendi
Hazretlerinden borç etmiş olduğu 10.000 fılori kırmızı
altınları da yanma alarak İstanbul’a koştu. O sırada Hü
seyin Paşa da Asitane’den Trablusşam’a hareket etmişti.
O sırada Kamize yolda kayboldu ve izi bile görünme
di. Sonunda kendisini bazı arkadaşlarıyla birlikte yıkık bir
handa öldürülmüş olarak buldular; öldürülmelerini Hüse
yin Paşa ve adamlarına yüklediler. Bunun sonucu olarak
Hoca Efendi, kendisiyle Kamize arasındaki sevgi ve dost(278) Şeyhülislam H oca Sadeddin E fendi olmam m u h tem el
dir. (M .E.B.)
(279) O sm anlIlar zam anında a ş a r vergisini toplay an görevli,
(M .E 3 .)
luktan ötürü Hüseyin Paşa’ya gücendi ve düşmanlık yaptı.
Bu da Hüseyin Paşa’nın Trablusşam’dan azledilmesine ve
Kapıcıbaşı rütbesine sahip olup Yemişçi Haşan Ağa diye
tanınan Haşan Ağa’nın, Hüseyin Paşa’yı yakalayıp Haleb
Kalesi’ne hapsetmek, kendisine isnat edilen, Kamize vc
adamlarını öldürme suçundan ötürü yargılamakla görev
lendirilmesine yolaçtı. Haşan Ağa, Padişah’ın bu emrini
yerine getirerek Hüseyin Paşa’yı Haleb Kalesi’ne hapset
ti; fakat öldürülenlerin kanının kendisinden istenmesi ko
nusu, şeriat hükümleri gereğince sabit olmadı.
Şimdi, yani Hicri 1005 (1597) yılında Paşa hâlâ sağ
dır ve görevden azledilmiş olarak vakitlerini Osmanlı ül
kesinde geçirmektedir. Fakat feleğin kendisine gülümseme
si ve şansın yeniden kendisine yar olması kuvvetle umulur.
Çünkü kendisi aslında son derece ağır başlı, zeki, alicenap
ve dahi bir gençtir.
ALTINCI BÖLÜM
Şervvan (Şirvan) Beyleri Hakkındadır
Bu bölüm bir hükümet vc iki zeameti kapsamakta
dır.
Rivayet edenler vc haberleri aktaranlar Şerwan (Şir
van) beylerinin soyları hakkında diyorlar ki: Bu beylerin
babaları ve ataları, önceleri Eyyuboğulları’mn vezirlerindendi. Eyyuboğulları Devleti 662 (1264) yılının aylarında
Mısır ve Şam’da çökünce, çocuklarından biri -bu, aynı
zamanda Hasankeyf hükümdarlarının atasıdır-, bu ülke
ye geldi ve buraya egemen oldu. Diğer bir rivayete göre ise,
bu beylerin soyu, Şirvan(2?0) kırallarına ulaşır.
Rivayetler ne olursa olsun, bunlar üç kardeşti: îzzeddin, Bedreddin ve tmadeddin. Bunlar Kıfre (Küfra) vila
yetine gelip yerleştiler; sonunda, adı geçen sultanların ken
dilerine gösterdikleri ilgi sayesinde o ülkenin hükümdar
lığı onlara geçti. Yaygın olan rivayet şudur ki, onlardan
Kıfre’de beyliğe ilk geçen, Emîr Haşan bin İbrahim olmuş
tur; onun da beş erkek çocuğu vardı: Emîr Muhammed
Gewr (Gevr), Mîr Şah Muhammed, Mirza, Emîr Şemseddin
ve Emîr Mecdeddin.
Haşan Bey’in hükümdarlık süresi sona yaklaşınca, ir
si vilayetini çocukları arasında taksim etti; ve onlara, her
birinin kendi payına razı olması ve kardeşlerinin elindeki
ne karışmaması konusunda, lanetler ve ağır yeminlerle do
lu olan bir de yazılı vasiyet bıraktı. Şebistan Kalesi’ni ona
bağlı yerlerle birlikte Mîr Muhammed Gewr’e, Kıfre Ka
lesi’ni ona bağlı yerlerle birlikte Mirza’ya, £run(28,) Kale
si’ni ona bağlı yerlerle birlikte Mîr Şemseddin’e ve Awel
(Avil)(282) Kalesi’ni ona bağlı olan yerlerle birlikte Mîr
Mecdeddin’e verdi. Mîr Şah Muhammed’i de kendine vekil
(kaymakam) tayin etti.
Mîr Şah Muhammed bin Mîr Haşam
Babası ölünce Kıfre (Küfra) hükümdarlığı görevini
eline aldı. O sırada küçük kardeşi Mecdeddin Allah’ın rah
metine kavuştu; Mîr Şah Muhammed bunun üzerine he
men Awel Kalesi’ni de Kıfre’ye ilhak etti ve tam bağım
sız bir hükümdar oldu. Allah’ın rahmetine kavuşunca dört
erkek çocuğu vardı: Mîr Muhammed, Mîr Ebdal, Mîr Ali
ve Mîr İzzeddin. Babasının yerine Mîr Ebdal geçti.
Mir Ebdal bin Mîr Şah Muhammed:
Babasının ölümünden sonra hükümdarlık görevini al
dı ve birkaç yıl ülkeyi yönetti. Sonra Allah’ın rahmetine
(281) G aliba bu, s iirt'in doğusundaki E ru h 'tu r; Osm anlı a t
la sla rın d a d a buranın adı « E ru m d u r. (M.A.A.)
(282) H a lk a ra sın d a «Hawâl» (H avil) denilen çimdiki B ay
k an ilçesi. (M.E.B.)
kavuştu ve yerine, en doğru yolda olan oğlu Mîr Şah
Muhammed geçti.
Mîr Şah Muhammed bin Mîr Ebdal:
Babasının yerine geçti. Onun hükümdarlığı zama
nında Şah İsmail Kürdistan’ı istila etmek istedi. Kürt bey
leri ve hükümdarları, aralarında birlik olmadığı için, hep
birlikte Şah İsmail’in Sarayına gitmeyi ve kendisine itaat
lerini sunmayı uygun buldular. Ne var ki, daha önce de
anlattığım gibi, Şah İsmail, kendisine itaatlerini sunan bu
Kürt beylerini tutuklayarak hapse attı; yalnız bu Mîr Şah
Muhammed ve Sasonlu Ali Bey hariç.
Mîr Şah Muhammed Kızılbaş kıyafeti giydiği için,
Şah’m özel meclisine gitmesi ve Kızılbaş çevrelerle kay
naşması kolay oldu; o kadar ki, onlardan ayrılmıyordu.
Bunun sonucu olarak kendisine güvendiler ve Kıfre Vilayeti’nin mülkiyetini kendisine geri verdiler. Bundan sonra
hükümdarlığının süresi uzadı ve izzetle, ikballe uzun ömür
yaşadı; öldüğü zaman dört erkek çocuğu bıraktı: Muham
med Bey, Ebdal Bey, Ali Bey, îzzeddin Bey. Mîr Şah
Muhammed, büyük oğlu Muhammed Bey lehine, gönül rı
zasıyla hükümdarlıktan feragat etti. Ahret diyarına göç
edinceye kadar da 10 yıl inzivada yaşadı.
Muhammed Bey bin Mîr Şah Muhammed:
Babasının vasiyeti gereğince Kıfre (Küfra) ve ona
bağlı yerlerin hükümdarlığını eline aldı. Yönetiminin üze
rinden 30 yıl geçtikten sonra kardeşi Ebdal Bey kendisine
karşı başkaldırdı ve Kıfre Hükümeti üzerine kendisiyle
çatıştı. Bunun üzerine Muhammed Bey, siyaset gereği ola
rak, fedakarlık yaptı ve Sultan Süleyman Han’ın Kıfr£
Hükümeti’ni temelli ve resmen kardeşine vermesini uygun
buldu; kendisi de, Kızılbaşların sınırları içinde bulunan
Bargıri Kalesi’nin yönetim ve muhafızlığını bizzat eline
almaya girişti ve orayı bir yıl kesintisiz olarak yönetti.
Eyalet kalesinin muhafızlığını bu süre içinde adı geçen kar
deşine bıraktı ve kendisi öteki kalenin muhafızlığına git
ti. Bu sırada Şah İsmail Adilcevaz, Erciş ve Bargıri kale
lerine saldırarak buraları istila etmek istedi. Şiddetli bir
soğuk vardı ve yeryüzünün tamamı karla kaplanmıştı. Bu
yüzden ne bir kuşun havada uçması mümkündü, ne de bir
balığın suda yüzmesi... Şairin dediği gibi:
«Su yerine kayaların yenmesi gerekirdi
«Sular donarak mermer taşma dönmüştü çünkü
«Hançer kuşananların üzerindeki zırhlar
«Can kuşunun avlanması için bir tuzaktı.»
işte bu durumda Sultan(283), gökten inen bir afet gibi
Bargıri Kalesi’nin üzerine indi ve kaleyi kuşattı. Üç ay sü
ren kuşatma sırasında, kuşatma altındakilerin durumu çok
kötüleşti; yiyecek ve öteki gıda maddeleri tükendi; savunu
cuların gücü söndü; Kıfre (Küfra) Beyliği’nin Sultan Sü
leyman’ın Divanı tarafından kardeşi Ebdal Bey’e veril
diği haberinin Muhammed Bey’in kulağına gelmesi, bar
dağı taşıran son damla oldu. Bu haber, Muhammed Bey’in
gönlünü tırmaladı ve kendisine umutsuzluk hakim oldu.
Bunun sonucu olarak, Şah İsmail’in adamlarına kaleyi
teslim etti; bunlar arasında Şah’ın Divan Beyi Safevi Ma
sum Bey de vardı. Muhammed Bey bundan sonra, işin iç
yüzünü olduğu gibi Sultan Süleyman’ın eşiklerine arzetmek amacıyle hemen İstanbul’a hareket etti. Ne var ki,
dedikoducu bozguncular, onun gıyabında, Bargıri Kalesi’nde birçok yiyecek ve cephanenin bulunduğunu, fakat
Muhammed Bey’in bunu gevşekliğinden kasıtlı olarak tes
lim ettiğini Sultan’a bildirmişlerdi. Bu yüzden, o zavallı
nın asılması konusunda yüce emirler çıktı ve kendisini as
tılar.
Ebdal Bey bin Mir Şah Muhammed Bey:
Ebdal Bey, kardeşi Muhammed Bey’in öldürülmesinden
sonra Kıfrc'de yönetimi eline aldı ve çatışmasız olarak
oranın bağımsız hakimi oldu. Yönetime geçmesinin üzerin
den 13 yıl geçtikten sonra Mîr Muhammed, Melik Halil,
kardeşleri ve Xizan (Hizan) hükümdarları084* arasında an
laşmazlık çıktı. Melik Halil Ebdal Bey’den yardım istedi.
Kürtlük hamiyeti ve aşiretçilik gayreti Ebdal Bey’i, Şerwan (Şirvan)'285* aşiretlerinin bir topluluğuyla birlikte
Xizan üzerine yürümeye iteledi. Melik Halil’le birlik olup
Xizan Kalesi’ni kuşatmaya başladı. Bu durum karşısında
Emîrin de086*, Xizan Kalesi’ni yalnız kendi elinde tut
mak amacıyla, Nemıran aşiretiyle birlik olup kaleyi savun
maktan başka çaresi kalmadı. Bunun için müttefikleriyle
birlikte çıkarak savaşa ve mücadeleye hazırlandı.
Derken, onlarla saldırıya geçenler arasında şiddetli
bir savaş başladı. Savaş Xizanlılar’ın yenilgiye uğramaları
ve 100 kadar ölü vermeleriyle sonuçlandı. Ayrıca savaşçı
ların yolu üzerinde bulunan köyleri yıkıldı ve ekinleri yağ
ma edildi. Bu durum, onları, Sultan Süleyman Han’ın eşik
lerine iltica etmek zorunda bıraktı. Sultan da, Van Beyler
beyi İskender Paşa’ya Xizanlılar’ın sorununa bakması, Eb
dal Bey’i Van Divam’na gelirtmesi ve kendisine isnat edi
len hususta soruşturma yapması için yüce emrini bildirdi.
İki tarafın halkı Divanda hazır bulununca, Ebdal Bey ve
Şenvanlılar’m Xizan halkına ve ileri gelenlerine saldırmış
oldukları sabit oldu. Bunun üzerine Van Beylerbeyi, Eb
dal Bey’i hemen tutuklayıp kale hapishanesine attı ve
durumunu Hilafet Makamı’na arzetti. öldürülmesi, idam
(284) X izan H ü k ü m d arla rı Bölüm üne bakılırsa,
ibarenin
doğrusunun, «Xizan h ü k ü m d a rları olan M îr M uham
med, M elik H alil ve k ard eşleri arasında» olduğu o r ta
y a çıkar. (M.A.A.)
(285) K ü rtçesi «.Şeroyan»dır; so n ra «ŞSrvvan» şeklini alm ış
tır. (M. A. A.)
(286) M îr M uham m ad. (M.E.B.)
edilmesi hakkında emir çıktı ve böylece Ebdal Bey
Van’da öldürüldü. Altı küçük erkek çocuğu bıraktı:
Mahmud Bey, Zeynel Bey, Mîr ŞahMuhammed, Hacı,
Mîr Muhammed ve Zülfikar. Sonra Kıfre (Küfra)
Hükümeti’ni ikiye ayırdılar:
Bir kısmını Hazzolu
Saruhan’a, ikinci kısmım da «Kumesli*287* Haşan Bey’e
verdiler.
Mahmud Bey hin Ebdal Bey:
Yukarıda geçtiği gibi, babasının öldürülmesinden son
ra Kıfre Hükümeti birkaç yıl yabancıların elinde kaldı.
Mahmud Bey erginlik çağına gelince Sultan Selim Han’m («a) eşiklerine koşarak durumunu ve miras kalmış Hü
kümetinin kendisine verilmesini arzetti. Adaletli ve cömert
Sultan ona şefkat göstererek, babalarının ve atalarının
görevini, eskiden uyulan aynı kural ve usullerle kendisine
geri verdi. Bunun üzerine Mahmud Bey, özlemine kavuş
muş olarak ve yüce makamlı Sultan’m emirnamesini de ta
şıyarak asıl vilayetine döndü; ve beylik tahtına çıktı.
Mahmud Bey Şerwan (Şirvan) halkı, ileri gelenler
ve sıradan olanlar arasında adalet ve eşitlikle hüküm sür
dü; aşiretlerden ve o ülkede yaşayanlardan olan reaya ve
bütün yaratıklara nimetlerini ve Iütuflannı yağdırdı. Ama
kendini devamlı içkiye, Ay ve Güneş’e benzeyen oğlanlar
ve dostlarla vakit geçirmeye verdi. îçki kadehi, şakayık
ve nergismiş gibi, bir an bile elinden düşmüyordu; hatta
bahan, kadeh şakırtılarıyla ve hazin müzik sesleriyle yol
cu etmeden, onun göçüp gitmesine izin vermiyordu. Ve
böylece şairin şu sözleri kendisine uygun düşüyordu:
«Al şarabın bir damlası kendisi için,
«Yüz kardeşin kanından daha değerüydi
(287) G aliba bu, K ü rt halk ın ın eski ad ların d an b iri olajı
« K u rta n ln bozulm uş şekildir. (M .E.B.)
(288) Selim II. (M .E.B.)
«Bir ülke değiştirirdi bir mü^ik sesine
«Çünkü bir şarkı sesi, bir ülkedpn daha çok sevindi
rirdi onu.»
İktidarının üzerinden üç yıl bu şekilde geçtikten son
ra, bir gece kendisini yatağında, yanağındaki bir kılıç dar
besiyle öldürülmüş olarak buldular. Bunun üzerine Kıfrâ
(Küfra) Vilayeti, Sultan Selim Han’ın Divanı tarafından,
sancak olarak Mîr Muhammed Gewrî’nin soyundan olan
Mîr Haşan Kume’liye verildi. Bu vilayet birkaç yıl bu be
yin yönetiminde kaldı.
Zeynel Bey bin Ebdal Bey:
Yukarıda geçtiği gibi, kardeşi Mahmud Bey yatağın
da öldürülmüş olarak bulundu. Kardeşleri o sırada küçük
tü ve bu yüzden kaatilini bulamadılar, kimseyi de suçlayamadılar. Haşan Bey Kurne’li de bir süre Şerwan (Şirvan)
Hükümdarı oldu.
Zeynel Bey erginlik çağına gelince, Kıfre Hükümeti’nin kendisine verilmesi konusundaki dileğini Sultanlık
eşiklerine arzetmek amacıyla İstanbul’a gitti. Tesadüfen o
sırada Maliye Veziri Sinan Paşa(2S9) ile Kapudan*2902 Ali
Paşa*2912, ağır ordularla vo birçok savaş gemisiyle, Aklabend Kalesi’ni*2922 fethetmek için sefere çıkmaya hazırlanı
yorlardı. Zeynel Bey ile, görevlerinden uzaklaştırılmış
bazı Kürt beyleri de, muzaffer ordularla yapılacak bu deniz
gazasında Vczir’e eşlik etmeyi uygun buldular. Osmanlı
ordusu Aklabend Kalesi’nin fethinden sonra muzaffer ve
özlemine kavuşmuş olarak dönünce, Sinan Paşa, Zeynel
Bey’in durumunun gerçek yüzünü Hilafet Makamı’na he
men arzetti. Bunun üzerine, daha önce kardeşi Mahmud
(289)
(290)
(291)
(292)
K oca S inan P aşa . (M.E.B.)
K ap tan -ı derya, donanm a kom utam . (M.E.B.)
K ılıç (U luç) Ali P aşa . (M .E.B.)
Bu seferin T unus üzerinde yapılm ış olm asından, bu
kalen in de T u n u sta olduğu anlaşılıyor. (M .E.B.)
Bey’e verilmiş olan Kıfre Beyliği ve hükümdarlığının ken
disine verilmesi konusunda emirname çıktı.
Böylece Zeynel Bey, özlemine kavuşmuş ve gönlü ra
hat etmiş olarak tanıdığı vatanına ve alıştığı meskenine
döndü; babalarının ve atalarının yerine oturdu; yönetim
ve hükümdarlık işlerini büyük bir ciddiyet ve dikkatle eli
ne aldı; reayaya, herkese, komşu beylere ve hükümdarlara
karşı lütuf ve iyilik yaptı ve hepsinin rızasını kazandı. Bil
ginler, fazilet sahipleri, fakirler ve çaresizler üzerine hima
yesini yaydı. İktidarı 30 yıl sürdü. Yaşlılığında okumayazma öğrenmek istedi ve büyük bir çaba ve heves sonun
da okuma-yazmayı çok iyi öğrendi. Sonra şiddetli bir has
talığa yakalandı. Altı ay süren bu hastalık sırasında çok
acı ve ıstırap çekti; nihayet 1005 (1597) yılı Zilhiccesinin
sonlarında Allah’ın rahmetine kavuştu ve arkasında beş
erkek çocuğu bıraktı: Ebdal Bey, Melik Halil, Mîr Mahmud, Mîr Muhammed ve Mîr Süleyman.
Ebdal Bey bin Zeynel Bey:
Güzel yüzlü, iyi gidişli bir gençtir. Babasının ölümün
den sonra onun vasiyetiyle beylik makamına geçti ve Sul
tan Mehmed Han’ın(293) emirnamesi gereğince halen Şerwan’da hükümdarlık görevinde bulunmaktadır. Başarıya
ulaşması ve muvaffak olması umulur.
BİRİNCİ d a l
Kurnâ Beyleri Hakkındadır(294)
Bu beyler, Emir Hasan’ın oğlu Emîr Muhammed
Gewr (Gevr)’in çocuklarından ve torunlarındandır. Bu
Emîr Hasan-’ın babası, irsi vilayetini çocukları arasında
(293) M ehmed m . (M.E.B.)
(294) Y azar G irişte, A ltıncı Bölüm ün üç dal kapsadığını; bi.
rlncisinin K ıfre, İkincisinin. E ru n , üçüncüsünün K ur tâ
beyleri h ak k ın d a olduğunu yazm ıştı. B urası, o sın ıflan
d ırm a y a u y m a m ak tad ır. (M.A.A.)
taksim ederken Şebistan Kalesi’ni oğlu Muhammed Gewr’e
verdi. Bugün ise Şebistan ve ona bağlı yerlerin yönetimini
Zeynel Bey bin Süleyman Bey elinde bulundurmaktadır ve
bu yönetim zeamet yoluyla Sultan’ın Divanı tarafından
kendisine verilmiştir. Bazen de, Ebdal Bey'in öldürülme
si meselesinde geçtiği gibi, Zeynel Bey’in amca oğulların
dan Mîr Haşan bin Melik Süleyman Kıfre Hükümdarlığı
görevinde bulunmakladır.
Gerçek şudur ki, bu Zeynel Bey son derece zeki, akıl
lı, doğru yolda olan, isabetli ve iyi tedbir sahibi bir genç
tir. Zeametini oğlunun adına kaydettirdi; ayrıca Sultan
Mehmed Han’ın Divanından, Ağakis Sancağı’nm kendine
verilmesi konusunda bir emirname çıkarttı. Mîr Ebdal
adında bir de kardeşi vardır.
İKİNCİ DAL
Erun(2,5) Beyleri Hakkındadır
Bu kalenin Emîri şimdi, zeamet yoluyla Mîr Melik bin
Mîr Hasan’dır. Mîr Melik, Mîr Şemseddin bin Mîr Hasan’m oğludur. Mîr Haşan, bu £run Kalesi’ni, irsi vilaye
tini taksim ederken oğlu Şcmseddin’e vermişti.
Mîr Melik Kürdistan beyleri ve hükümdarları arasın
da aşırı cesareti ve cömertliğiyle tanınmıştır; dindarlık ve
Islamiyetin belirtilerine bağlılık niteüğine sahiptir.
YEDİNCİ BÖLÜM
Zırkan Beyleri Hakkındadır
Bu da döıt dalı kapsamaktadır.
Belagat meydanmın süvarileri ve güzel konuşmanın,
güzel yazmanın kahramanları olan tarihçilerce açıkça bilin
diği gibi, Zırkan beylerinin soyu Şam Arapları’na ulaşır.
(295) 281 N o.’lı n o ta bakınız.
Denilir ki: Şeyh Hasan bin Seyyid Abdurrahman adın
da bir kişiyi, zamanın şartlan, vatanından ayrılmak ve Mar
din Vilayeti'nc gelmek zorunda bırakmıştı. Orada yerleşip
kendini ibadete, kanaatkarlığa ve çeşitli riyazetlere veren
Şeyh Haşan, sürekli olarak mavi renkli elbise giydiği için
halk arasında «Şeyh-i Ezrakî»f2%> diye tanındı. Belki de
gözleri mavi olduğu için bu adla adlandınlmıştır. Sebep
ne olursa olsun, «Ezrak» sözcüğündeki «E» harfi, sözcü
ğün çok kullanılmasından ötürü atıldı ve sözcük halkın
dilinde «Zırkî» şeklini aldı.
Bu Şeyh Haşan büyük ölçüde dindar ve günahlardan
son derece sakındığı için etrafında Mardin Vilayeti’nin ile
ri gelenlerinden büyük bir topluluk meydana geldi. Bu
nun sonucu olarak çağının sultam kendisinden korku duy
maya başladı ve çekindi; bu yüzden de kendisini Mardin
Kalesi’nde tutukladı. Ne var ki, Şeyhin kerametleri açıkça
göründü; ve Sultan içten gelen güçlü bir bilinçle, Şcyh’in
müritlerinin ve kendisine içten inananların saflarında yer
aldı. Hemen kendisini serbest bıraktı, ondan özür diledi,
kendisine her bakımdan saygı ve ikramda bulundu ve kı
zını kendisiyle evlendirdi. Bu durum, Şeyh Haşan Ezrakî’nin o taraftaki halk arasında kadrini artırdı ve şanım yü
celtti. ölüm Sultan’ı yakalar yakalamaz, onun yerine
Şeyh geçti ve böylece ülke işlerine egemen oldu, ülkeyi
kontrolü altına aldı. Çocuklarını, o vilayetteki her nahi
yeye Bey ve Hükümdar olarak atadı.
BİRİNCİ DAL
Derzini Beyleri Hakkındadır
Şeyh Hasan’ın Derzinî’ye gelen oğlunun adı Habil’di.
Onun Kabil adında bir de oğlu vardı. Bu Derzini, içinde
büyük bir kilise bulunan bir kaledir. Kale ahlaksız kafirle
rin elinde bulunduğu sırada, ona «Derzir»(297) adını verir
lerdi. Kaleyi .Habil ve Kabil istila ettikten sonra, adı kul
lanıla kullanıla «Derzini» şeklini aldı. İşte sana, durum
larını bildiğimiz beylerinin adları:
Emîr Hamza bin Emîr Halil bin Emîr Gazi:
Emîr Hamza, uzun zaman, Şah Ismail-i Safevi’nin
emriyle Derzini Beyliği’nde bulundu. Bu Beyin ölümünden
sonra oğlu Muhammed Bey, Kürdistan’m diğer bazı beyle
ri ve hükümdarlarıyla birlikte, Sultan Selim Han’ın eşik
lerine itaatini sundu. Sultan kendisini ilgisinin kapsamı
içine aldı, kendisine güven besledi ve ona Derzini Beyliği’ni verdi. Ölünceye kadar orada en iyi şekilde yönetim
yaptı, öldüğü zaman dört erkek çocuğu bıraktı: Ali Bey,
Şah Kuli Bey, Yakub Bey, Cihanşah Bey.
Ali Bey bin Muhammed Bey:
Hükümdarlık için ve tek başına duruma hakim olmak
için kardeşleriyle çatıştı. İş, kılıçların çekilmesine ve kuv
vet kullanılmasına kadar gitti. Sonunda Ali Bey hepsini
yenilgiye uğrattı ve vilayeti onlardan aldı; yedi yıl orayı
tam bağımsız olarak yönetti. Onun ölümünden soma yerino kardeşi Şah Kuli Bey geçti.
Şah Kuli Bey bin Muhammed Bey:
Kardeşinin yerine, 941 (1535) yılında, Sultan Süley
man Han’ın çıkarttığı bir emirnameyle beylik tahtına çık
tı. Ülkeyi sekiz yıl yönettikten sonra, Sultan Süleyman
Han’ın Sarayından dönüşünde, Bolu Şehri’nde birkaç ada
mıyla birlikte, Gırdıkan Beyi Zırkanlı Nasır Bey tarafın
dan, aralarında bulunan eski bir düşmanlık yüzünden öl
dürüldü.
(2S7) B ir y az m a nüsh ad a «Derdiz», b ir b aşk asın d a d a «Dârziz»dir; galiba kelim e, «Zin K ilisesi» an lam ın a gelen
«Dfir Zine»nin bozulm uş şeklidir. (M.A.A.)
Yakub Bey bin Muhammed Bey:
Bu Bey, kardeşi Şah Kuli Bey’in öldürülmesinden son
ra, Sultan Süleyman tarafından bütün Zırkan Divanının yö
netimine getirildi. Ergin, iyi ahlaklı, sofu meşrepli, Allah'
ın dostlarının sözlerine eğilimli bir adamdı. Şiir ve nazma
karşı da hevesi vardı; bu alanda faal bir yeteneğe sahipti.
Gerçekleri ve mutlak birliğin'298* anlamlarını kapsayan bir
çok şiir bıraktı. Şiirlerinin çoğu kürtçedir; galiba kürtço
bir derleme «Divan »ı vardır. Kendisi topluluklarda ve yö
netimdeki iyi davranışında çağının teki ve kendi dokusun
dan bir taneydi.
Bu şekilde 25 yıl hüküm sürdükten sonra kendi iste
ğiyle hükümdarlıktan feragat etti ve Zırkan yönetimine
kendi yerine oğlu Duman Bey’i getirdi. Duman Bey, iki
yıl sonra, Şirvan Savaşı sırasında, Çıldır denUen yerde,
Kürdistan’ın diğer bazı beyleriyle birlikte Kızılbaşlar tara
fından öldürüldü. Yakub Bey de oğlunun öldürülmesinden
bir yıl sonra öldü. Duman Bey iki çocuk bırakmıştı: M u
hammed Bey ve Ali Bey.
Muhammed Bey bin Duman Bey:
Muhammed Bey, babasının 986 (1579) yılında şehit
düşmesi üzerine 15 yaşındayken, büyükbabası sayesinde
ve onun kendisine karşı gösterdiği büyük ilgi sayesinde yö
netime geçti. Yaşının küçük olmasına rağmen başkanlık
görevini ve beylik işlerini en iyi şekilde yaptı. Bu durum,
kendisinin emsali arasında imrenilmesine, kıskanılmasına
yolaçtı. Babalarından ve atalarından daha çok kadri arttı
ve şanı yüceldi.
Gırdıkanlı Muhammed Bey, aralarındaki eski düş
manlıktan ötürü ve aralarında bulunan akrabalık yüzün
den kendisini destekleyen Hazzo Kethüdası Şemseddin’in
kışkırtmasıyla Muhammed Bey bin Duman Bey’le çatış
tı. Gırdıkanlı Muhammed Bey’le Şemseddin, Derzini bey
liğindeki bazı köy ve şehirlere karşı saldırıya geçmeye baş
ladılar; şeytandan aldıkları ilhama uyarak ve gönüllerinin
kendilerine güzel gösterdiği intikamcı kötü işlere kapılarak,
bu köyleri ve şehirleri yaktılar ve talan, yağma ettiler. Bu
saldırı karşısında Muhammed Bey de, saldırganları püs
kürtmek için, taraftarlarından ve amca oğullarından bir
topluluğu sınıra gönderdi. Bir gün yine Kurdikanh Mu
hammed Bey her zamanki gibi sınırı geçti ve oradakilerle
savaşmaya başladı. İki taraf arasında döğüş şiddetlendi ve
Kurdikanh Muhammed Bey’in vurulmasıyla sonuçlandı.
Kendisini yarı ölü-yarı diri olarak Kurdikan Kalesi’ne gö
türdüler ve bir gün sonra öldü. Bunun üzerine Muhammed
Bey bin Duman Bey, onun, bu çatışmanın ateşini alevlen
dirmeye sebebiyet veren adamlarının önde gelenlerine sal
dırarak onları ortadan kaldırdı ve mallarına elkoydu: Böy
lece duruma tamamen hakim oldu ve bağımsız olarak ül
keyi yönetmeye devam etti; artık kendisiyle çatışan kim
se yoktur.
Şimdi, yani 1005 (1597) yılında en iyi şekilde bey
lik görevini yapmaktadır. Bugünlerde, Hazzo hükümdar
ları ailesiyle olan akrabalığına dayanarak ve Cezire H ü
kümdarı Emîr Şeref’in desteğiyle, Hazzo Hükümdarlığın
dan Hıdır Bey’in oğlu Muhammed Bey’i uzaklaştırmak ve
onun yerine Murad Han’ın oğlu Bahaddin Bey’i başa ge
tirmek istedi. Ne var ki, bu tehlikeli işin gerçekleştirilme
si mümkün değildi ve bu girişim, yalnız kalmasına yolaçtı; emsali nezdindeki itibarım etkiledi. Fakat kendisi henüz
gençliğinin başlangıcındadır; ve Allah’ın kendisini doğru
ve isabetli yola yöneltmesinde, bunun sonucu olarak doğ
ruluk ve vefakarlıkla güzelleşmesinde büyük umut vardır.
Allah işitici ve duaları kabul edicidir.
Şair demiştir ki:
«Zamanın çocuklarında vefa arama, gönül!
«Çünkü yaradılışlarında mertlik yoktur bu yoldaşla
rın.»
İKİNCİ DAL
Gırdıkan(299) Beyleri Hakkındadır
Yukarıda da geçtiği gibi Şeyh Hasan’ı Ezrakî’nin ço
cuklarından olan Habil Derzir’i fethetti. Habil’in oğlu Ka
bil, Kab!i’nin(300) kızıyla düşüp kalktı ve bundan bir çocuğu
oldu. Kabil, babasının korkusundan ve utancından çocuğu
Gırdıkan Kalesi’ne gönderdi. Gırdıkan beyleri işte bu ço
cuğun soyundandır. Buna göıc onlar Derzini hükümdarla
rının amca oğulları olurlar.
Gırdıkan’lı Mîr Nasır, Derzini ve Gırdıkan vilayetleri
arasında bulunan Menar Köyü üzerine, Derzini beyleriyle
devamlı anlaşmazlık vc sürekli çatışma halindeydi, iki ta
raftan hangisi güçlüyse bu köyü o ele geçirirdi. Bu durum
böyle devam etti. Sonunda Derzinî’li Şah Kuli Bey Sultan
Süleyman’ın Sarayına giderek, Menar Köyü’nün Derzini
Vilaycti’nin sınırları içine almması konusunda kendisinden
bir emirname aldı. Bu haber Nasır Bey’in kulağına gelin
ce, öfkesi kabardı ve kızgınlığı şiddetlendi. Yanına birkaç
adamını da alarak, nerede olursa olsun Şah Kuli Bey’le bu
luşup kendisini ortadan kaldırmak amacıyla İstanbul’un
yolunu tuttu.
Derken, Asitane’deki işini bitirmiş olan Şah Kuli
Bey’le Bolu Şehri’nde buluştu, iki taraf arasında şiddetli
bir döğüş başladı ve Şah Kuli Bey’le yanında bulunan
hizmetçileri ve adamları, bu hain ve kanlı çarpışmada öl
dürüldüler. Bu kavganın haberi Bolu Mirlivası’nın kula
(299) 1313 (1807) yılında İstan b u l’da basılm ış olan A :ap ç a
İzahlı K ürtçe sözlük «El-H ediyye
El-H am idiyye»ye
göre, G ırdıkan X izan nahiyesine bağlı b ir
köydür.
(M.A.A.)
(300) B ir y azm a n ü sh ad a «H abil’in Kızı». (M.A.A.)
ğına gidince, hemen ileri gelenleri ve halkı toplayarak on
larla birlikte Nasır Bey’e saldırdı; Nasır Bey’i ve adam
larından 30 kişiyi yakalayarak durumlarını yüce Hilafet
Makamı’na arzetti. Bunun üzerine, kendilerinden adaletli
bir kısas alınması konusunda Sultan’m emri çıktı ve Nasır
Bey’le 30 arkadaşı, ibret alacak kimseler için ibret olsun
lar diye, herkesin geçtiği yolda bulunan ağaç sıralarına
asılmak suretiyle idam.edildiler. Şair demiştir ki:
«Adaletle hareket etmediğin sürece
«Devlet ve ikbale sahip olmazsın hiç;
«Yolları güvenlik altına al saldırganlardan yana
«Ülkenin mamur olmasını istersen eğer.»
Muhammed Bey bin Nasır Bey:
Bu Beye, babasının öldürülmesinden sonra Gırdıkan
Beyliği görevi verildi. Hazzo Kethüdası Şemseddin’den ve
Şerwan’lı (Şirvan’lı) Zeynel Bey’den yana oldu ve Derzinî’lı
Muhammed Bey bin Duman Bey’e düşmanlık yaptı. Böylece Peygamberin, «sevgiyi de miras alırlar, kini de miras
alırlar» şeklindeki hadisinin anlamı gerçekleşti; ve Mu
hammed Bey bin Nasır Bey, yukarıda da geçtiği gibi, Mu
hammed Bey bin Duman Bey’in adamları tarafından öldü
rüldü.
Nasır Bey bin Muhammed Bey:
Nasır Bey, babasının öldürülmesinden sonra, Haz
zo Kethüdası Şemseddin Bey’in yardımıyla, henüz ço
cukken beylik görevini eline aldı. Kethüda Şemseddin bu
nunla de yetinmedi; babasının ve hizmetçilerinin kanlarının
diyeti olarak, Derzinî’li Muhammed Bey’den Menar K öyü
nü bir miktar para ve yiyecekle birlikte alıp Nasır Bey’e
vermeyi başardı. Bu köy iki taraf arasında uzun zaman
dan beri anlaşmazlık konusuydu. Şemseddin, iki taralı,
Hazzo Hükümdarı ve Şenvan’lı Zeynel Bey aracılığıyla ba
rıştırdı. Sonra, Derzinî’li Muhammed Bey’in, Gırdıkanlı
Muhammed Bey’in öldürülmesine sebebiyet vermiş olan
kethüdası Zırkanlı Mahmudu hizmetinden çıkarması ka
rarlaştırıldı. Muhammed Bey de, beylerin kararına uyarak
onu çıkardı. Adı geçen Mahmud Bediise varınca, Hazzo
Kethüdası Şcmseddin, adamlarım ve hizmetçilerini aldata
rak kendisini öldürmeye teşvik etti. Onlar da birkaç gün
sonra öyle yaptılar ve Hazzo’ya kaçtılar. Bunun üzerine
Nasır Bey’in kızgınlığı ve öfkesi hafiflemeye başladı ve ba
rıştan tatmin oldu.
Nasır Bey küçük yaşta bir çocuk olduğu için eğlence
ye ve oyuna eğilim gösterdi. Vaktini eğlence ve sazlarla
geçirirdi. «Çenber» lakabıyla andan Haşan adında bir hiz
metçisi vardı ki) güldürücü ve mizahi hareketlerde bulunur;
Bey de bununla oyalanırdı. Bir gün bu mizahçı, uyuşturucu
madde kullanmıştı ve o sarhoşlukla Emîr Nasır’ı vurmayı
hayalinden geçirdi; hemen göğsüne hançeri sapladı ve han
çer sırtından çıktı. Nasır Bey derhal canım yaradıcısma
teslim etti. Avlanmada onlarla beraber olan aşiret ve ka
bile adamları derhal Çenber’e saldırdılar; tabanca darbe
leriyle ve yumruklarla kendisini feci şekilde öldürdüler.
Aym gün Mîr Halil’e de, Çenber’in çirkin fiilini isnat ede
rek kendisini de zulümle ve haksız yere öldürdüler.
Halil Bey, Nasır Bey’in Bolu’da öldürülmesinden son
ra Sultan Süleyman’ın Divanı tarafından Gırdıkan Beyli
ğine tayin edilmişti; sonra Muhammed Bey bin Nasır
Bey’in, adı geçen beyliğe getirilmesi üzerine hükümdarlık
tan azledilmişti. Bir süre ülkeyi terketmiş ve bazı Kürt bey
lerinin hizmetinde bulunmayı tercih etmişti. Daha sonra
zayıfladığı ve yaşlandığı için, alışmış olduğu vatanına dö
nerek Nasır Bey’in yanında ikamet etmiş ve vaktini yine
onun yanında geçirmeye başlamıştı.
Emîr Nasır iki küçük çocuk bıraktı: Mîr Muham
med ve Mîr Ebu Bekir. Bugün Mîr Muhammed, Sultan’ın
emirnamesi gereğince babasının yerine Gırdıkan
görevini yapmaktadır.
beyliği
ÜÇÜNCÜ DAL
Atakti0I) Beyleri Hakkındadır
Kiirdistan'ın ünlülerinden biri de Zırkan’lı Ahmed
Bey bin Mır Muhammed ailesidir. Kendisi Şah Ismail-i
Safevi’nin çağdaşıydı. Bu Şah Diyarbekir ve Kürdistan'ı
istila edince, Atak’ı bu Ahmed Bey’in elinden alarak Ka
çar aşiretine verdi. Bunun üzerine Zırkan aşireti vatam, ül
keyi ve ailelerini terketmek ve oraya buraya dağılmak zo
runda kaldı. Bu durum Çaldıran Savaşı’na kadar böyle
sürdü. Çaldıran Savaşı’nda Şah İsmail yenilgiye uğrayın
ca ve Han Muhammed Ustaclu öjdürülünce, Kürt aşiret
leri beyleriyle birlikte miras kalmış mülklerini ve kay
betmiş oldukları hükümetlerini geri almak için harekete
geçtiler.
Atak Kürtleri de bu arada çalışmaya başladılar ve
elverişli fırsattan yararlanarak, kışı, «Mılh» adıyla üıı ya
pan yıkık bir kalede geçirdiler. Ne var ki, Atak Kalesi’ndc bulunan Kaçar aşireti buna itiraz ederek, bu insan
ların, kışın ortasında bu yıkık kalede oturmalarını gerek
tiren nedeni sordu. Bunlar ise kendilerine cevap vererek
şu mazereti öne sürdüler: «Mırdasî aşireti ile aramızda es
ki husumet ve ve köklü düşmanlık vardır. Onların bu kış,
soğuk ve kar ortasında bize saldırıp çocuklarımızı ve aile
lerimizi esir almaları uzak ihtimal değildir. Bunun için, so
ğukların hafifleyeceği ve karların eriyeceği bahar mevsimi
(301) Bu, eski A rap-Islam k ay n a k la rın d a «H etax» olarak
g eçen m e şh u r k aled ir; şim di T ü rkiye’nin D iyarbek ir
ill'nde olup «Lice> adıyla bilinm ektedir. (M.A.A.) Şim
diki Lice ilçesi’ne bağlı bir köy olup ilçe m erkezinin
15 km . k a d a r giiney doğusundadır. (M.E.B.)
ne kadar bu yıkık kalede kalmamıza izin vermenizi istir
ham ediyoruz.» Bunun üzerine Atak valisi onlara acıdı ve
orada kalmalarına izin verdi.
Zırkanlı Atak Kürtlerinin gönlü, Kaçar Kızılbaşlarmdan yana tatmin olunca, Atak kalesini nasıl fethedecek
lerini düşünmeye başladüar. Kaleyi hile ve aldatmacayla
istila etmek amacıyla, kışın karanlık gecelerinden birinde
tırmanmakta kullanmak için, direklerden ve iplerden bir
merdiven hazırladılar. Soma bir gece, usta Kürt kahra
manlarından bazıları kalenin surlarım tırmanarak burçlara
ve kale duvarlarına ip bağlamak suretiyle merdiven dik
meye muvaffak oldular. Arkasından Zırkan yiğitleri kale
nin üstüne çıktılar ve hemen içeri girdiler; kalenin Kızıl
baş muhafızlarını kesici kılıçlarla yok ederek, ibret ala
caklara ibret olsun diye başlarım astılar; soma da kadınla
rım ve ailelerini kaleden çıkarıp Ahmed Bey’e gönder
diler; arkasından da Ahmed Bey’i getirtip başlarına Hü
kümdar tayin ettiler.
Ahmet Bey, Sultan Selim Han’ın emirnamesi gereğin
ce, miras kalmış ülkesinde bir süre hüküm sürdü. Ölüm
kendisini yakaladığında üç erkek çocuğu vardı: Şahım Bey,
Yusuf Bey ve Mahmud Bey. Fakat bu kardeşler, kendi
aralarından birinin hükümdarlık yapmasına razı olmadı
lar; anlaşmazlığa düşüp birbirlerine şiddetli hasım oldular.
Sonunda Sultan Selim Han’ın eşiklerine gitmek konusun
da anlaşmaya vardılar ve İstanbul’a gittiler. Orada, vila
yetin kardeşler arasında taksim edilmesi ve bir kısmının
da Sultanlığın özel mülklerinin yönetimine verilmesi ko
nusunda Sultanlık Divanı tarafından bir yazının gönderil
mesi kararlaştırıldı.
Şahmı Bey bin Ahmed Bey:
Kardeşler, Atak Vilayeti’nin gelirlerini yazacak bir
yetenekli kimsenin tayini konusunda Diyarbekir Beylerbe-
yi adına bir Padişahlık hükmü çıkarttılar. Bu hüküm ge
reğince, bazı köylerden ve tarlalardan elde edilen gelirden
60.000 Osmanlı akçası tutarında bir miktarın zeamet yoluy
la Mahmud Bey’e, 110.000 Osmanlı akçası tutarında bir
miktarın zeamet yoluyla Yusuf Bey’e verilmesi; Rabıt nahiyeti, Meyyafarqîn (Meyyafarkin) ve Cıska köyü ile, ka
firlerden alınan haraç malların da Padişahlığın özel em
lakine katılması kararlaştırıldı. Ayrıca Şahım Bey’e de,
200.000 Osmanlı akçası tutarında bir miktarın sancak ola
rak verilmesine karar verildi.
Mahmud Bey’in ölünmünden sonra onun zeameti de,
arpalık olarak Kubad Bey Ramazanlu’ya verildi. Rüstem
Paşa’nm vezirliği döneminde, Şahım Bey’i, ihanet ve ihti
las yapma suçlariyle suçladılar ve Süleyman! ferman'302* ge
reğince kendisini öldürdüler. Bundan sonra Atak Vilayeti
20 yıl süreyle, Zırkan beylerinin yönetiminden uzak ve
onların yönetiminin dışında kalarak, Osmanlılar’m memur
larının elinde kaldı.
Yusuf Bey bin Ahmed Bey:
Elkass Mirza’nın yol açtığı ve Sultan Süleyman
Hanın bizzat Azerbaycana gitmesine sebep olan savaş
lar ve inkılaplar sırasında, Atak Sancağı, kaleyi yıkması
ve kendi zeametini de sancağa katması şartıyla Yusuf Bey’e
verildi. Yusuf Bey bu şekilde ve tam bağımsız olarak uzun
zaman Sancağı yönetti; kendisiyle bu süre içinde çatışan
olmadı. Onun ölümünden sonra Sancak, eski şekil üzerine,
Ahmed Bey bin Hacı Hüseyin Bey denilen, OsmanlIların
bir adamma verildi. Yusuf Bey ise, Haşan Bey denilen bir
çocuk bırakmıştı.
Haşan Bey bin Yusuf Bey:
Yukarıda da geçtiği gibi, bu Beyin babasının ölü
münden sonra, Atak Sancağı bir yabancı adama verildi
ve iki yıl onun yönetiminde kaldı. Al-ı Osman tahtına
Sultan Selim Han II. geçince, Haşan Bey, miras kalmış
ülkesini elde etmek için İstanbul’a gitti. Ve Vezir-i Azam
Mehmed Paşa’nın kendisini desteklemesi sayesinde, Atak
Sancağı’nm ocak olarak kendisine verilmesi konusunda
Sultan Selim’den bir emirname aldı. Böylece Yusuf Bey
20 yıl süreyle Atak Beyliğini ciddiyetle ve azimle yönet
ti. Allah rahmet etsin, Yusuf Bey dünyaya karşı aç göz
lü, parayı seven ve kendi dünyasına dönük bir kimseydi.
Ölüm kendisini yakaladığı zaman iki oğlu vardı: Yusuf
Bey ile Veli.
Haşan Bey’in beyliği, Sultan Murad’ın(303) bir emir
namesi gereğince oğlu Yusuf Bey’e lütfedildi. Fakat Yu
suf Bey kısa bir zaman sonra öldü. Çünkü onun günleri
de bahar ve çiçeklerin günleri gibi kısaydı ve fazla kalma
dan sırtını dönüp gitti, irs ve hak kazanma usulü gere
ğince yerine kardeşi Veli Bey geçti. Ne var ki, amca oğul
larından Cihanşah Bey bin Suhrab Bey denilen bir adam,
bu işte kendisiyle anlaşmazlığa düştü ve beyliği kendisin
den almaya çalıştı. Sonra Sultan’ın Divanına, Diyarbekir
Hâzinesine yıllık 20.000 fılori ödemek şartıyla Atak Sancağı’nm kendisine verilmesini arzetti. Veli Bey bu çabayı
duyunca aynı miktarı ödemeyi taahhüt etti ve adı geçen
Cihanşah’a, beyliğin işlerine karışma olanağı vermedi.
«Zalim İbrahim Paşa» diye ün yapan İbrahim Paşa,
Rebia(304), Diyarbekir ve Kürdistan vilayetlerinde devlete
karşı isyan bayrağını çekince Atak Sancağı, Diyarbekir
Hâzinesine 40.000 fılori gelir sağlaması karşılığında, Zülfikar Bey bin Şah Bey’e verildi. Bu durum, adı geçen İb
rahim Paşa’nm Diyarbekir Vilayeti’nden azledilmesine ve
yakalanıp İstanbul’daki Yedikule kalelerine hapsedilmesi
ne kadar bu şekilde sürdü. Sonra Al-ı Osman tahtına Sul
(303) M urad m . (M.E.B.)
(304) H a rra n , C eylanpınar ve N usaybin d o la y lan . (M .E.B.)
tan Mehmcd Han(305) oturunca, o İkinci Haccac’ın(306) öl
dürülüp İstanbul meydanında asılmasını emretti. Böylece
hakkında şairin şu sözleri gerçekleşti:
«Kötü davranışlı adamın kesilmelidir başı
«Kötü ağacın da kazınmalıdır kökü.»
Bunun üzerine Veli Bey bu sırada, Atak beyliğinin
eski usul gereğince ve kendisine kabul ettirilen herhangi
bir şart olmaksızın, kendisine verilmesi konusunda Sul
tan Mehmed’den bir emirname elde etmeye muvaffak ol
du. Kendisine karşı herhangi bir anlaşmazlık da çıkmadı.
Böylece yetenekle vilayetin hakimi oldu. Şimdi beylik gö
revini fiilen yapmaktadır.
DÖRDÜNCÜ DAL
Tercıl*307* Beyleri Hakkındadır
Zırkanlılar’ın kökeni aslında Tercıl ve Atak’tır. Ter
ci], Amed’e yakın bir bölgedir, iki kalesi vardır: Tercıl Ka
lesi ile Dar-ayn(308) Kalesi. Derzini ve Gırdıkan ise Tercıl
ve Atak’ın iki koludur.
Zırkan’ın ilk hükümdarının soyu Seyyid Haşan, bin
Seyyid Abdurrahman bin Seyyid Ahmed bin Sefil bin
Seyyid Kasım bin Seyyid Ali bin Seyyid Tahir bin Sey
yid Cafer El-Katîl bin Seyyid Yahya El-Ekna’ bin Sey
yid İsmail El-Ekber bin Seyyid Cafer bin imam Muham
med El-Bakır bin İmam Zeynelabidin bin imam Hüseyin
bin imam El-Murtaza Ali’ye -Allah hepsinden razı ol
sun- ulaşır.
(305) M ehmed m . (M .E.B.)
(306) H accac, E m evilerin zulm üyle ta n ın a n valisi «H accac-ı
Zalim »dir. Y azar, İb ra h im P a ş a ’yı o n a benzetm iştir.
(M.E.B.)
(307) Tercıl, H azro ilçesi’nin güney-b atısın d a, ilçe m erkezi
ne 5 km . k a d a r m esafededir. (M .E.B.)
(308) D araçın. (M.A.A.)
Scyyid Haşan Şam ülkesinden Mardin VUayeti’ne gel
diğinde Atak Nahiyesi’ne yerleşti ve ibadetle, dindarlıkla,
kanaatkarlıkla meşgul oldu. Bu durum, o ülke halkının
çevresinde toplanmasına ve kendisine inanmasına vesile
oldu. Bir rivayete göre, mavi gözlü olduğu, diğer bir ri
vayete göre ise devamlı mavi elbise giydiği için «Şeyh Hasan-ı Ezrakî» adım almıştı. Bu, Selçukluların en büyük
komutanlarından biri olan Emîr Artuk bin Ekseb’in Sel
çuklu Sultanı adına Amcd, Mardin, Harbut, Mıcıngerd ve
Hasankeyf Hükümeti’ni yönettiği dönemdeydi.
Bu Beyin güzel ve son derece zeki bir kızı vardı. Kız
sevdaya tutulmuş ve delilik derecesine varmıştı; mütahassıs
tabipler ve mahir hekimler bu kızın tedavisinden aciz kal
mışlardı. Bu durum günden güne şiddetleniyordu. Bu du
rum karşısında Emîr Artuk’un, Şeyh Hasan-ı Ezrakî’yi ça
ğırıp, kendisinden, Allah’ın kızma şifa vermesi için dua et
mesini istemekten başka çaresi kalmadı. Şeyh bazı duaları
suya okumaya başladı, soma bu suyu hasta kızıu başına
döktü. Yüce Allah da bu temiz Şeyh’in himmetiyle kıza
şifa verdi. Bunun üzerine Emîr, kızını Şeyh’e nikahlamak
istedi; Şeyh bunu reddedince de kızı Şeyh’in oğlu Hasan’la evlendirdi(309); sonra da kendisine Tercıl Nahiyesi’nin
hükümdarlığını verdi. Bunun detayları daha önce Derzini
Beyleri Bölümünün girişinde de geçti.
Seyyid Haşan ve oğulları Ahmed bin Seyyid Haşan,
Süleyman bin(310) Kasım, Yusuf ve Hüseyin bir süre Tercıl ve Atak’ta hüküm sürdüler.
Ömer Bey bin Ilasan Bey:
Bu bey Seyyid Hüseyin’in yerine geçti. Kendisi Ba(30&) Yedinci Bölüm ün başların d a k ız la evlenenin, Şeyh H asa n ’m kendisi olduğunu yazm ıştı; b u ra d a işe, bunun,
Şeyh’in oğlu H aşa n olduğunu y az m a k tad ır. O ysa H a
şa n Ş eyh’in adıdır. (M.E.B.)
(310) B u rad ak i «bin» kelim esinin fa z la olduğu anlaşılm ak
tad ır. (M .E.B.)
\
yındırlı Uzun Hasan’ın çağdaşıydı. Uzun Haşan kendisini
çok yüceltir ve saygı gösterirdi; kızıyla evlendi ve Tercıl
ile Atak’a ek olarak Mıhranî ve Nuşad nahiyelerini de
verdi. Uzun Hasan’ın bu karısından doğan oğlu büyüyüp
gelişince, babası tarafından, Kürdistan’ın bazı şehirlerini
istila ettiğinde Tercıl ve Atak’a Bey tâyin edildi. Ayrıca
adı geçen Ömer Bey’e de Bedlis Vilayeti’nin yönetimi ve
rildi.
Budak Bey bin Ömer Bey:
Budak Bey’in babasının ölümünden sonra Bedlis Bey
liği Uzun Haşan tarafından kendisine verildi. Haşan Bey’
in oğlu Yakub Bey İran tahtına çıkınca, Tercıl ve Atak
Vilayeti’ni eski usul gereğince, 888(1484) yılında Budak
Bey’e verdi. Budak Bey burayı uzun süre yönettikten son
ra 911 (1506) yılında Allah’ın rahmetine kavuştu.
Ahmed Bey bin Budak Bey:
Babasının ölümünden sonra onun yerine geçti. Sonra,
913 (1508) yılında, Şah İsmail’in çıkardığı ve Diyarbekir’i istila ettiği çarpışmada Kızılbaşlar tarafından şehit
edildi. Bu, beyliğin hükümdarlığını eline almasından iki yd
sonraydı.
Ali Bey bin Budak Bey:
^
Kardeşinin ölümünden sonra beylik tahtına çıktı ve
ölünceye kadar yönetimi 22 yd sürdü.
Şemsi Bey:
Kürdistan’m beyleri ve hükümdarları Kızılbaşlarm
zalim davranışlarından bıkıp bu davranışlara son derece
öfkelenince ve Osmanlı Sarayına gidip Sultan Selim'e
itaatlerini sununca, Tercıl Beyliği Şemsi Bey’e verddi.
Diyarbekir Vilayeti’nin Kızılbaşlarm egemenliğinden kur
tarılması konusunda Sultan’m emri çıkınca Tercd Vilaye-
ti de onların egemenliğinden kurtarıldı. Bu Beyin ölümün
den sonra yerine oğlu Haydar Bey geçti.
Haydar Bey bin Şemsi Bey:
Sultan Selim Han’ın emirnamesi gereğince babasının
beyliği görevi kendisine verildi. Uzun süre hükümdarlık
görevini yaptıktan sonra, Kürdistan beylerinden ve hüküm
darlarından bir grupla birlikte Çıldır çarpışmasında Kızılbaşlar tarafından öldürüldü. Bu, Serdar Mustafa Paşa’nın
Gürcistan ve Şirvan fethi için yaptığı sefer sırasındaydı.
Beyliği, Serdar Lala Mustafa Paşa tarafından oğlu Budak
Bey’e verildi.
1
Budak Bey bin Haydar Bey:
Bu Bey, babasının yerine geçerek 15 yıl süreyle
beyliği yönetti. Sonra ölüp yönetimi oğlu Hüseyin Bey’e
bıraktı.
Hüseyin Bey:
Babasının yerine beyliği sekiz ay yönettikten sonra
öldü ve yönetimi kardeşi İsmail Bey’e bıraktı.
İsmail Bey:
Ülkenin yönetiminde kardeşinin yerine geçti ve devri
dört yıl sürdü. Sonra öldü ve yönetim kardeşi Ömer Bey’c
geçti.
Ömer Bey bin Haydar Bey:
Sultan Murad Han’ın(311) emirnamesi gereğince Tercıl Beyliği kendisine verildi. Kendisi alicenap ve iyi ah
lakla nitelenen bir gençtir ve Rum (Türk) taifesiyle geniş
ölçüde ilişki halindedir. Sürekli olarak Diyarbekir Beylerbeyi’nin hizmetinde bulunmakta; ve Amed Divanı’nda, Diyarbekir’c bağlı Kürt beylerinin işleri ve sorunları konusun
da kendisine başvurulmaktadır.
SEKİZİNCİ BÖLÜM
Sıvvedî (Sıvidi) Beyleri Hakkındadır
Geçmişin haberlerini nakledenler ve ilginç hikaye ve
olayları rivayet edenler tarafından, bu mütevazi satırların
yazarına iletilmiştir ki, Sıvvedî (Sıvidi) beylerinin soyu Bermekoğulları’na ulaşır; aşiretlerinin soyu ise, Peygamber’in
-selam üzerine olsun- sahabelerinden olan Esved adında
genç bir kişiye ulaşır. Diğer bir rivayete göre ise, Snvedî
aşiretinin asıl yurdu, Medine-i Münevvere’ye Şam istika
metinde iki konak mesafede bulunan Süveyd Köyü’dür.
Allah gerçeği, daha iyi bilir*-5122.
Al-ı Bermek ise soyca Fars kurallarına ulaşırlar. Es
kiden Belh Vilayeti’nde bulunduklarını, âteşe taptıklarını,
sonra Allah tarafından ansızın Islamiyetin nuruna hidayet
edildiklerini söylerler. Şair demiştir ki:
«Ne mutlu o güzel göze ki senin için ağlar!
«Ne mutlu o ulu gönle ki senin için yanar.»
Haiid’in babası Cafer, Abdülmelik bin Mervan, bir
rivayete göre de Süleyman bin Abdülmelik zamanında hay
li çok olan mallan, hizmetçileri ve debdebesiyle birlikte,
hükümdarlık merkezi Şam’a göçetmiştir. Bu zenginin ge
liş haberi Halife’nin kulaklarına gelince, kendisinin mecli
sine getirilmesini emretmiş; kendisini hemen Süleyman’ın
meclisine getirmişlerdir. Meclise girer girmez Süleyman’ın
mizacı son derece değişmiş ve Cafer’in derhal meclisten
çıkarılmasını emretmiştir. Bunun üzerine, orada hazır bu
lunanlar, Hükümdar’a bunun sırrını sormuşlar; o da şu
cevabı vermiştir: «Gelenin üzerinde zelıir vardı ve bu şe
(312) D o ğ ru luğa ve a ld a y ak ın olan şu d u r ki; b u eski K ü rt
aşireti, o turduğu ve korunduğu kale olan Snveda'dan,
y an i A m ed-R uha ara sın d ak i S ürek (Siverek) K alesi’nden, H açlıların Ş am dolaylarını ve C ezire’n 'n b ir
kısm ını istila etm eleri. R um ve E rm en ilerin buray ı
ele geçirm eleri sıra d a göç etm işlerdir. O nların M edi
ne y ak ın ların d a k i Süveyd köyüyle y a d a ondan başk a
d iğ e r ülke ve bölgelerle ilgileri y oktur. (M.A.A.)
kilde yanıma gelmesi beni rahatsız etti, mizacımı değiş
tirdi; bunun için kendisini meclisten çıkarttım; çünkü bile
ğimde iki boncuk vardır ki, meclisime biraz zehir girdi mi
hemen etkilenirler ve sallanırlar.» Cafer’e, yanında zehir
taşımasının nedenini sordukları zaman ise şöyle cevap ver
miştir: «Yüzüğümün taşının altına zehir koydum ki, bir
çıkmaza girdiğim zaman, şiddetten kurtulmak için bu taşı,
hemen emeyim.» Bunun için halk kendisine «Bermcki»(313)
adını verdi. Hamiyet ve onurun kanıtı olan bu sözler, Sü
leyman tarafından kabul ve takdirle karşılandı; ona güveni
ni belirtti ve kendisine büyük ilgi gösterdi; o kadar ki
vezir-i azamlık görevini kendisine verdi. Şair demiştr ki:
«Ne olur kadehte gizli bulunan zehirle?
«Adının gizli olması ona tatlılık verir
«Dünyanın yarısı sevinçten pay alarak mutlu olur.
«Öteki yarısı ise mutlu olur güzel anıyla.»
Bundan bir süre sonra Cafer’in oğlu Halid ve Halid’in oğlu Cafer(314), Eb’ül-Abbas El- Seffah(3I5) ve kardeşi
Ebu Cafer El-Devanikî’nin vezirliğini yaptılar. Harunürreşid zamanında ise bu Cafer(316) büyük bir kudret ve nüfuza
sahipti; en yüksek rütbe olan vezir-i azamlık ve büyük vekiliik(317) rütbesine yükselmişti. Bu rütbeden sonra hiçbir
rütbe tasavvur edilmez. Bu durum sadece kendisine özgü
değildi; oğullan Fadl, Cafer ve Musa(318) da daha önce
(313) Bu, fa rsç a d a «emmek» an lam ın a gelem «berm ekiden»
sözcüğünün nisbet haildir; adam , «em erim» anlam ın a
gelen «berm ekem » dem iştir. (M.A.A.)
(314) îb n i H aliik an ve diğer eski A rap k ay n a k la rın d a oldu
ğ u gibi doğrusu, H alid’i/n oğlu Y ahya’dır, C afer ise
to ru n u dur. (M.A.A.)
(315) tik A bbasî hüküm darı. (M.E.B.)
(316) D oğrusu Y ahya bin H alid 'd ir; C afer Y ahya’nın oğlu
dur. (M.A.A.)
(317) H ü k ü m d arın vekilliği. (M.E.B.)
(318) îb n i H allik an ’m üçüncü cildindeki Y ah y a’nın biyogra^
fisi bölümümde, Y ahya’nın d ö rt oğlu olduğu yazılıdır:
F ad l, C afer, M uham m ed, Musa. (M.A.A.)
İslam devletlerinde görülmemiş yüksek rütbelere ve yüce
vezirlik makamlarına ulaşmışlardı. Bu durum, dedikoducu
ların ve şer arayanların, Harunürreşid’in göğsünü Veziri
Yahya’ya karşı öfkeyle kabartmalarına yolaçtı. Bunun
sonucu olarak Harunürreşid Yahya’nın oğlu Cafer’i öldür
dü, Yahya ile Fadl’ı da hapishanenin derinliklerine attı vc
ölünceye kadar orada kaldılar.
Şair demiştir ki:
«Yaradılışa hakim olan kural şudur:
«Her başlangıcın bir de sonu vardır.»
Yahya ile Fadl’ın izzet ve egemenlik günlerinde birik
tirmiş oldukları büyük mallarına ve servetlerine de el kon
du.
Bu soylu ailenin ve onlara bağlı birçok kimsenin ba
şına gelenleri detaylı olarak öğrenmek isteyenlerin, uzun
tarih kitaplarına başvurmaları gerekir. Çünkü bizim bu
küçük kitabımız onu kapsayamaz ve uzatılması da müm
kün değildir.
Ben, tarih kitaplarında Musa’nın akıbetini ve nereye
gittiğini araştırdım; fakat onun izine rastlayamadım. Çok
muhtemeldir ki, Musa babasının ve iki kardeşinin düştük
leri vartadan kurtulmaya muvaffak olmuş ve Kürdistan’ın
sarp dağlarına sığınarak oraya yerleşmiştir. Çünkü halkın
dillerinde ve ağızlarında yaygın olan hikaye ve masallarda
ki ünlü rivayete göre, Al-ı Bermek çocuklarından üç kişi
Abbasoğulları’nm halifeliği sırasında Bağdad’ı terkedip
Kürdistan’a gelmişler ve Genc’e bağlı Şeftalu dağında,
Hançuk denilen bir yere yerleşmişlerdir. Büyük kardeşleri
orada dindarlık ve kanaatkarlıkla ün salmış; duaları kabul
olunacak Allah’ın bir velisi oldu.
Günün birinde küçük kardeşleri önemli bir iş yapma
ya gitti; ve gelenek gereğince o tarafın halkı, Şeyh’in(319) ve
(319)" B üyük kardeşin. (M.E.B.)
arkadaşlarının yanına günlük yemeğe çağrıldılar. Şeyh, or
tanca kardeşi ve müritleriyle birlikte yemek yemeye başla
dı; küçük kardeşin payını da dönmesini beklemek için
ayırdı. Fakat küçük kardeş döndüğü zaman yemeğini so
runca, ortanca kardeş şöyle dedi: «Senin dönüşün gecikin
ce, senin yemek yediğini ve yemeğe ihtiyacın kalmadığını
düşündüm; bu nedenle senin payını ben yedim.» Büyük
kardeş bu davranışı duyunca, kardeşinin olgunluğunun az
olmasına çok kızdı ve kendisine şöyle beddua etti: «Payı
na razı olmadığın için Allah karnını parçalasın.» Beddua
ya uğrayan kardeş hemen yere düştü ve canını yaradıcısına teslim etti. Bu olaydan sonra halkın Şeyh’e olan inan
cı gerçekten büyük ölçüde arttı. Bundan sonra Şeyh, Mîr
Şahab adındaki küçük kardeşiyle birlikte Hançuk’u terkederek, Sıvvedî (Sıvidi) aşiretlerinin ve kabilelerinin iste
ğine uyup onların yanma gitti; işlerini yönetmeye, düzene
koymaya başladı. Aralarında sağlam bir kale kurdu ve
uzun zaman hem başkanlık, hem de irşat görevlerinde
bulundu.
Şeyh erkek çocuğu bırakmadan Allah’ın rahmetine
kavuşunca, kardeşi Mîr Şahab onun yerine başa geçti. İşte
biz de, onun soyundan gelip bu vilayette hüküm sürmüş
olanları anlatmaya başlayacağız:
Emîr Celal bin Mîr Şahab:
Babasının ölümünden sonra beyliği eline aldı ve hü
kümdarlık görevini en iyi şekilde yaptı. Allah'ın rahmetine
kavuşunca yerine oğlu Emîr Muhammed geçti.
Emîr Muhammed:
Babasının yerine geçti ve uzun zaman ülkeyi yönetti,
ölünce de yerine oğlu Fahreddin geçti.
Emîr Fahreddin:
Beylik görevine geçti ve ülkeyi geniş ölçüde kalkın
dırdı. Uzun zaman adalet bayraklarım dalgalandırdı ve
imar hareketleri yaptı. Allah’ın rahmetine kavuşunca ye
rine oğlu Emîr Haşan geçti.
Emîr Haşan:
Bu Bey, babasından sonra işlerin dizginini eline al
dı. Kan dökücü, ceberrut ve öldürücü bir adamdı, öm rü
nün sonlarında gözlerini kaybetti. Bunun üzerine yöneti
min dizginleri büyük oğlu Emîr Fahreddin’in eline geçti.
Güzelliğin, iyi ahlakın, gönül tokluğunun, yürekliliğin ve
cesaretin bir sembolü olan öteki oğlu Mîr Muhammed ise
evi terketmek, vatanından ayrılmak ve Uzun Hasan’ın Diyarbekir’deki otağına gitmek zorunda kaldı. Bu ulu Sultan
kendisini cömert ve Hüsrevce ilgisinin kapsamı içine aldı;
kendisine Hançuk ve Çebakçur beyliğini verdi ve onu,
dileği yerine getirilmiş ve şerefi artmış olarak irsi vilayeti
ne gönderdi.
Fakat Mîr Muhammed vilayetine varır varmaz iki kar
deş arasında çatışma başladı ve kanlı çarpışmalar oldu.
Bu çarpışmalar Mîr Muhammed’in öldürülmesiyle sonuç
landı ve ortalık Emîr Fahreddin’e boş kaldı. Artık kendi
siyle kimse çatışmıyordu ve ölünceye kadar ülkenin hüıcümdarı kaldı, öldüğü zaman çocukları erginlik çağma
erişmedikleri için yerine kardeşinin oğlu geçti.
Ebdal Bey biıı Mîr Muhammed Bey:
Bu Bey, amcasının ölümünden sonra onun yerine geç
ti ve beyliğin bağımsız Hükümdarı oldu. Onun zamanın
da, Çebakçur Valisi Aykutoğlu’nun komutasındaki Kızılbaşlar, istila etmek amacıyla Hançuk’un üzerine yürüdü
ler. İki taraf arasında, yedi gün yedi gece devam eden kan
lı çarpışmalar oldu ve bu çarpışmalarda iki taraftan da
birçok kurban gitti. Sonunda başarı ve zafer rüzgarı Eb
dal Bey’den yana esti; düşmanı Aykutoğlu’nu yenmesinde
başarı ve zafer kendisine yar oldu. Aykutoğlu ise ağır bir
yenilgiye uğradı, topluluğu darmadağın oldu, askerleri da
ğıldılar ve halk malını, eşyasım, çadırlarını, atlarını ve ka
tırlarını yağma etti.
Ebdal Bey bu olaydan sonra birkaç yıl daha ülkeyi
yönetti ve Allah’ın rahmetine kavuşarak iki çocuk bırak
tı: Sübhan Bey ve Sultan Ahmed Bey.
Sübhan Bey bin Ebdal Bey:
Babasının ölümünden sonra yönetimin dizginlerini
eline aldı. Hükümet işlerini, kardeşiyle tam bir işbirliği
halinde, ustalıkla ve yetenekle yönetti; ülkeyi ciddiyet ve
azimle idare etti. Eskiden demişler ki:
«Bütün devletler ittifaktan doğar
«Dcvletsizlik ise ittifaksızlıktan doğar.»
İki kardeş arasındaki bu ittifakın getirdiği uğurla ve
Allah’ın onları başarıya ulaştırmaları sayesinde, fetihleri
çoğaldı ve dünya onlara gülümsedi. Çünkü Pazukî Halid
Bey’in ölümünden sonra Sübhan Bey, Kebx (Kebh)(3:o*
Nahiyesi’ni, adı geçen Halid Bey’in adamlarından almaya
ve kendi vilayetine katmaya muvaffak oldu. Ayrıca, Sul
tan Selim’in Çaldıran Savaşı’ndan sonra Diyarbekir’i isti
la etmesi üzerine, Sübhan Bey de kahir kuvvetleriyle Çebakçur’u Aykuloğlu’nun elinden, Ağçekalc’yi de, burayı
Şah İsmail adına yöneten Pazukî Mansur Bey’in elinden
aidi. Bunlardan başka, Zak ve Menşkurt nahiyelerini de
Kızılbaş Kadir Bey’in elinden aldı.
BLitün bunlardan sonra iki kardeş, vilayeti kendi ara
larında taksim ettiler; Çebakçur ve ona bağlı yerier Süb
han Bey’in, vilayetteki diğer kaleler de Sultan Ahmed
Bey’in payına düştü ve durum bu şekilde birkaç yıl sür
dü. Sonunda iki kardeş arasında fesat ve karışıklık akrep
leri dolaşmaya başladı; dostluk ve duruluk, yerini husumete
ve düşmanlığa bıraktı. Bunun üzerine, Sultan Ahmed
Bey’in çabası ve jurnalları yüzünden, Sultan Süleyman;
(320) D oğrusu «Genç»tir. (M.A.A.)
Han’ın Divanından, Sübhan Bey’in öldürülmesi konusun
da emir çıktı. Çebakçur Kalesi de Osmanlılarin bir me
muruna verildi. Sübhan Bey, Maksud Bey adında bir tek
erkek çocuğu bıraktı.
Sultan Ahmed Bey bin Ebdal Bey:
Kardeşi Sübhan Bey’in öldürülmesinden sonra uzun
zaman ülkeyi yönetti ve hükümdarlık dönemi uzayarak
50 yılı geçti; bundan sonra Allah'ın rahmetine kavuştu.
Şairin dediği gibi:
«Bir dünya ki, onda istikrarı az görüyorum
«Oysa görüyorum her yanında bin dert
«Bir han gibidir ki dünya
«Her yanmdan yokolma çölüne giden yolları görü
yorum. »
Sultan Ahmed Bey iki çocuk bıraktı: Murad Bey ve
Muhammed Bey.
Maksud Bey bin Siibhan Bey:
Bu Bey, babasının öldürülmesinden sonra, Nahcivan
seferi ve savaşında Sultan Süleyman Han’ın emrinde ve
maiyetinde bulunuyordu. Osmanlı askerleriyle birlikte
Nahcivan’a bağlı Arpaçay denilen yerde Kızılbaşlarm bü
yük bir ordusunun baskınına uğradı ve şiddetli bir çarpış
maya girdi. Bu çarpışmada büyük cesaret ve yiğitlik örne
ği verdi. Bu davranışı Haşmetlu Sultan’ın dikkatini üze
rine çevirdi ve kendisine hayran olmasına, onu takdir etme
sine yolaçtı. Bunun üzerine Sultan, Çebakçur Sancağının,
babasının yönetimindeyken uygulanan kurala uygun ola
rak kendisine verilmesi ve bu sancağın onun ailesinde irsi
olarak kalması konusunda bir emirname çıkardı.
İskender Paşa’nm, başkaldıran Kürt aşiretlerinin yur
du olan Diyarbekir Beylerbeyliği şuasında, Maksud Bey,
Sultan Hazretleri ile devletin uğrunda yapmış olduğu açık-
hizmetler ve fedakarlıklara aldanarak, İskender Paşa ile
akıllıca bir geçinme ve siyaset yolu izlemedi. Bu da İsken
der Paşa’yı, Çebakçur’u Emîr’in yönetiminden alıp bir Os
manlI memuruna vermek için fırsat bulmaya itti. Bunun
üzerine Maksud Bey, uğradığı zulmü ve İskender Paşa’nm
kendisine yaptığı haksızlığı Sultanlığın yüce eşiklerine arzetmek amacıyla İstanbul’a gitmek zorunda kaldı. Fakat
orada geçirdiği yedi yıl içinde, sesini Sultan’m kulaklarına
duyurmak fırsatım bulamadı. Çünkü vezirler ve devlet
adamları, İskender Paşa’nın hatırı için kendisine yardım
etmekten kaçmıyorlardı. Sonunda ölüm orada kendisini
yakaladı ve Allah’ın rahmetine kavuştu.
Murad Bey bin Sultan Ahmed Bey:
Diyarbekir Beylerbeyi İskender Paşa, Sultan Ahmed
Bey’in vilayetini çocukları arasında taksim etti. Muham
med Bey’e Hançuk Nahiyesi ile Ağçekale’yi, bu Murad
Bey’e de diğer nahiye ve şehirleri verdi ve öteki kardeşlerini
de yönetime ortak kılması, birbirleriyle çatışmamaları da
şart koşuldu. Yalnız Çcbakçur, Osmanlı memurlarının yö
netimi altında kaldı.
Durum bu şekilde 16 yıl devam etti. Bundan sonra
Murad Bey, kendi rızasıyla oğlu Süleyman Bey’in lehine
yönetimden feragat etti. Bundan birkaç yıl sonra da Al
lah’ın rahmetine kavuşarak, adı geçen Süleyman Bey’den
başka üç erkek çocuğu bıraktı: Ali Han Bey, Ehı Han
ve Mustafa Bey. Mustafa Bey, Tebriz’in istilası ve Kızılbaşların elinden alınması sırasında, Kürt beyleriyle birlik
te Tebriz Sa’dabad’ında Kızılbaşlar tarafından öldürüldü.
Ali Han Bey ise aynı çarpışmada esir oldu ve Kızılbaşlar
kendisini Kahkaha Kalesi’nde tutukladılar; Karaman Bey
lerbeyi Murad Paşa ile birlikte orada iki yıl kaldı. Sonra
serbest bırakıldılar ve ikisi birlikte Rum (Osmanlı) ülke
sine geldiler. O zaman merhamete gelen Diyarbekir Beyler-
beyi, Murad Paşa’nın da yardım ve desteğiyle, Çebakçur
Sancağı’nın mülkiyet yoluyla Ali Han Bey’e verilmesi ko
nusunda bir Padişahlık emirnamesi çıkarttı.
Murad Bey’in kardeşi Elu Han Bey ise, hâlâ Diyarbekir’dc ileri gelenlerin büyükleri arasında bulunmakta ve
vaktini görevsiz olarak geçirmektedir.
Hançuk Livası Emîri Mır Muhammed Bey’e gelin
ce, Ağçekale’yi de yönetiyordu. Güvenlik ve disiplin işle
rinde gevşeklik gösterdi; vilayetin her tarafında koruma
ve kollama görevinde tembel davrandı. Bu yüzden Serdar
Ferhad Paşa, onun sancağını da Süleyman Bey’in sanca
ğına kattı ve kendisini görevinden yoksun bıraktı. Bu da,
Muhammed Bey’le Süleyman Bey arasında, birkaç yıl de
vam eden sürekli bir ihtilaf ve şiddetli bir anlaşmazlık çık
masına yolaçtı. Sonunda Muhammed Bey’i ölüm yakaladı
ve anlaşmazlığın sonuçlarından, dedikodulardan kurtula
rak Allah’ın rahmetine kavuştu.
Süleyman Bey bin Murad Bey:
Bu Bey emsali arasında mübalağasız olarak tekti,
nadir rastlanan cesaret, yiğitlik, cömertlik ve alicenaplığa
sahipti. Gençliğinin başlangıcında Amed ve Bağdad Beyler
beyinin yanında kalmış, vatanından uzak olarak gurbet
elde, Arap ülkelerinde güçlükler ve sıkıntılarla karşılaş
mış; meşakkatler ve mihnetlere tahammül etmişti. Kürdistan beyleri arasında, Rum(321) usulü askerlik ve binici
liği iyi bilmekle tanınmıştı. Ayrıca, dinamik kavrayış ye
teneği, gerçeklerin anlamlarının ve orijinal düşüncelerin
kaynağıydı; ayırdedici aklı da, ince nükteleri bilen incele
yicilerin güzelliğinin bir aynasıydı. O, şairin dediği gibiy
di:
«Gönül aydınlığında, incelikleri görme ve güzel ko
nuşmada.
«Günlerin gözü,
görmemiştir onun gibisini yüzyıl
larca. »
Ne var ki, üstün yeteneklerini bilmesi ve malı, ma
kamı feda etmesi yüzünden ve bunlardan duyduğu sevinç
ten ötürü, kendisinde biraz gurur ve kendini beğenmişlik
meydana gelmişti. Şairin dediği gibi:
«Sende bir kıl ucu kadar ‘varlık’ var oldukça,
«Unutma ki sende putperestlik vardır
«Rüstem diyor ki: Hayalimdeki putu kırdım ben
«Fakat hayalde kırdığım put gerçekte bakidir.»
ö te yandan bu beylerin babaları ve atalarının vatanı
eski zamanda Kebx Kalesi'322* idi. Kalelerin cn sağlamı ve
en metini olan bu kale, Fırat Nehri’ne bakan bir dağın
eteğinde bulunmakta; bu durum da, orada oturanların ve
yerleşenlerin zamanın olaylarına ve günlerin, feleğin fela
ketlerine karşı güvenlik içinde olmalarını sağlamaktadır.
Fakat Süleyman Bey’in geniş himmeti, yolları dar, bayın
dırlık ve gelişmesi sınırlı olan o kaleyi yeterli bulmadı; bu
nedenle gcııiş ve her tarafa açılan Menşkurd'323* ovasında
büyük bir şehir kurmaya girişti ve orada yüksek sütunlu
bir cami yaptırmaya başladı; bu caminin yapılması, Sü
leyman Bey’in büyük çabalar harcamasına rağmen hâlâ
tamamlanmamıştır.
Süleyman Bey Şirvan savaşlarında, Acem ülkesinin ve
Azerbaycan’ın fethinde nadir rastlanan bir yiğitlik ve üs
tün bir cesaret gösterdi, özellikle Pazukî Niyaz Bey’in,
birkaç bin Çukur- Sa’d askerinin başında Karayazı bölge
sine yaptığı saldırı ve Bavlî aşiretlerini yağma ve talan
etmesi olayında, Süleyman Bey kardeşleriyle ve aşiretinin
ileri gelenlerinden birkaç kişiyle birlikte onlara karşı çık
tı; o büyük topluluğu kovalayarak onlara yetişti ve ken
(322) Basılı ve y azm a n ü sh alard a böyledir; doğrusu «Genç
K alesi »di r. (M. A. A.)
(323) D aha önce «M enşkurd» şeklinde geçti. (M.E.B.)
dileriyle şiddetli bir döğüşmeye girişti; onları yenerek, aşirellerden ve köylülerden almış oldukları talan ve ganimet
leri geri aldı; sonra da sağ sağlim ve ganimet almış olarak
yerine döndü. Bu hareketi, Serdar Mustafa Paşa’mn ken
disine hayran olmasını ve onu büyük ölçüde takdir etme
sini sağladı.
Babasının, sağlığında kendi lehine beylikten feragat
etmesinden şimdiye kadar, yani Peygamberin Hicreti’nin
1005’inci (1597) yılının Zilkade başlarına kadar, Süley
man Bey bütün ciddiyeti ve azmiyle hükümdarlık göre
vinde bulunmaktadır. îyi hasletlere ve tam bir kabiliyet
ve yeteneğe sahip olduğundan, özel ve genel işlerinde da
ha çok başarıya ulaşması umulmaktadır.
DOKUZUNCU BÖLÜM
Sdemanî (Süleymani)y24) Beyleri Halikındadır ve İki Daldır
Bilim ve insaf bayraklarını yükseltenlerin vicdanların
ca, bid’at ve baskı belirtilerini yazanların hatırlarınca da
açıkça bilindiği gibi, Sılemanî (Süleymani) beylerinin soyu,
Ümeyyeoğulları(325) halifelerinin sonuncusu olan Eşek
Mervan’a ulaşır.
Denildiğine göre, bunun «Eşek» adıyla adlandırılma
sının nedeni şudur: Bedevi Araplar her yüzyılın ilk yılma
«Eşek Yılı» adını verirlerdi; Muaviye bin Ebu Süfyan’ın
Şam’da halifeliği ele geçirdiği günden Mervan’m Halife
olduğu güne kadar yüz yıl geçmişti(326) Bir başka rivayete
göre, Mervan, çocukluğu sırasında bir gün okuldan gelmiş
ve elindeki halkalardan biriyle oynamaya başlamıştı; par(324) Sılivan'î. (M.E.B.)
(325) Em eviler. (M .E.B.)
(326) E m evilerln sa lta n a tı 90 yıl k a d a r sü rm ü ş olduğundan,
bu riv ay e tin doğru olm asına im k an y o k tu r. (M.E.B.)
inağım halkaya geçirmiş ve halkanın dar olmasından ötüril
parmağı şişmişti; parmağının halkadan çıkarılması, ancak
halkanın eğe ile kesilmesinden sonra mümkün olabilmiş
tir. Bu olay bir defa daha tekrarlanmış; bunun üzerine
Mervan’m babası kendisine kızmış ve kendisini azarlaya
rak: «Mervan!, vallahi sen eşeksin.» demiştir, işte Mer
van’m o şekilde adlandırılmasının nedeninin bu olduğunu
iddia ediyorlar.
Rivayetlerin hangisi doğru olursa olsun, Eşek Mervan’m soyu Abd-i M enafa şu sıraya göre ulaşır: Eşek
Mervan bin Muhammed bin Mervan bin Hakem bin Eb’ülAs bin Ümeyye bin Abd-i Şems bin Abd-i Menaf. Ha
kem, Mekke’nin fethedildiği gün Islamiyetin hidayetiyle
ve nuruyla müşerref olmuştu.
Eşek Mervan, Emevi saltanatında 125 (744) yılının
başlarında yönetimin dizginlerini eline almıştı. İktidarının
üzerinden beş yıl geçince, kendisine karşı Eb’ül-Abbas
El-Seffah(327) ayaklandı ve kendisini yenilgiye uğrattı. Mer
van bunun üzerine Mısır taraflarına kaçtı ve 132 (750) yı
lı Zilhicce’sinin 28’inde, Mısır’ın Busir köyünde, Halife
El-Seffah’m emriyle kendisini kovalamakta olan Salih
El-Abbasi yada Eb’ül-Avn tarafından öldürüldü.
Mervan iki erkek çocuğu bıraktı: Abdullah ve Ubeydullah. Birincisi Habeşistan’a gitti, İkincisi de Filistin’e
döndü. Abbasi Halifesi Reşidt328) zamanında Filistin Gü
venlik Memuru Ubeydullah’ı yakalayarak Hilafet merke
zine gönderdi. Halife derhal kendisini hapishanenin derin
liğine attı. Reşid’in halifeliği boyunca hapishanede kalan
Ubeydullah, ancak iki gözünü kaybettikten ve hayli yaş
landıktan sonra hapishaneden kurtuldu. Sılemanî beyleri
nin soyunun bu Ubeydullah’a da ulaşması muhtemeldir.
Fakat Sılemanî sözcüğü, soylarının, Mervanoğullan sul
(327) K an dökücü E b ’ül-A bbas. (M.E.B.)
(328) H aru n ü rreşid . (M.E.B.)
tanlarından Süleyman bin Abdülmelik’e ulaştığını kanıtla
maktadır. Bilgi Allah indindedir.
Bu Sılemanî ailesinin haberlerini nakleden rivayetçilerin ve güvenilir kimselerin kalemlerinin eserlerinden
sabit olduğuna göre, Abbasilerin kudreti ve kahredici kuv
veti nedeniyle Mervaniler’in topluluğu dağılınca, Eşek
Mervan'ın çocuklarından üçü(329), yanlarında adamlarından
büyük bir topluluk olduğu halde Filistin’i terketmeyi ve
Qulb (Kulp) Vilayeti’ne sığınmayı başardılar; ve orada Ga
zali Nahiyesi içinde, Deree Xewx(330) denilen bir vadiye yer
leştiler. Günlerin geçmesiyle, cn belli başlıları ve güçlüleri
Banûkî aşireti olan o tarafın aşiret ve kabileleri, bu yeni
gelenlerin çevresinde toplandılar. Bununla şanları yüceldi
ve sırtları güçlendi. Sonra bu kabile ve aşiretlerin himmeti
ve cihadı sayesinde Qulb, Cıska, Taş, Hasolî, Meyyafarqîn
kaleleriyle Diyarbekir ırmağı kıyısına kadar uzanan, bun
lara bağlı yerleri, ayrıca Bediyan, (Bidiyan), Kanıkan
(Karukar), Dılkelokiya, Rıbat, Cıris, Idnik, Selik ve Genç
kalelerini fethettiler; bunların hepsini Gürcü ve Ermeni
kafirlerin ellerinden aldılar ve buralarda bağımsız olarak
hüküm sürdüler.
Bunun üzerine, Mısır ve Şam’da darmadağın olmuş
Mervaniler’in çoğu, taraftarları ve kendilerine bağlı kim
seler onların yanına koştular ve bu topluluğun çevresinde
toplandılar. Topluluk sonunda sekiz esas gruba ayrıldı: Banukî, Hevedî (Hevidi), Dılxeran (Dılhiran), Bociyan, Zilan, Besyan, Zıkzıyan ve Berazan. Bu aşiretlerin bir kısmı
Muazzam imam Efendimiz Şafii’nin -Allah ona rahmet
etsin- mezhebinde olan ehl-i sünnet ve cemaat taraftarıdır;
diğer kısmı ise sapık Yezidi tarikatına girdi.
Bu aşiretin beyleri, Islamiyetin emirlerine sımsıkı sa(329) B iraz y u k a rıd a E şe k M ervan’ın iki çocuk b ırak tığ ım
yazm ıştı (M.E.B.)
(330) Ş eftali D eresi. (M .E.B.)
olmakla, Peygamberin sünnetine ve İslam bilginlerinin
öğütlerine, irşatlarına göre hareket etmekle kalmamış; ken
di aralarından da birçok zahit, abit, bilgin ve faziletli çıkar
mışlardır.
Bu aşiretin, sayıları yüzü bulan ve tepelere, ovalara
dağılmış olan birçok grupları ve dalları koyun çobanlığı
yaparlar; hayvan beslerler; her yıl ilkbaharın başmda Bedlis Vilayeti’nin, Şerefeddin dağının ve Aladağ’m otlakları
na göç ederler ve sonbahar mevsimine kadar oralarda ka
lırlar; Fırordin(331) başında kışlaklarına dönmeye başlarlar.
Bedlis hükümdarlarına ödedikleri otlak rüsumu ise, aslın
da 300 baş koyun için bir tanedir.
Sözün kısası, Mervan, Sılemanî (Süleymani) aşiret
lerinin bir araya gelmeleri ve çevresinde toplanmaları saye
sinde, bir süre bu aşiretlerin başkanlığım yaptı; fethedip
egemenliği altına aldığı kaleleri yönetti. Sonra bu fani dün
yadan beka diyarına göç edince, yerine oğlu Bahaddin geç
ti. Bahaddin de ondan kısa bir süre sonra öldü ve iki ç<>
cuk bıraktı: Mîr îzzeddin ve Mîr Ceİaleddin. Celaleddin
yönetimin dizginlerini eline geçirdi. Bu da Allah’ın rah
metine kavuştuğunda Emîr İbrahim denilen küçük bir
çocuk bıraktı.
Emîr İbrahim hükümdarlık ve başkanlık görevini yap
maktan acizdi. Bu yüzden kabile reisleri ve aşiret ileri
gelenleri, Mîr İzzeddin’in kardeşi Emîr Celaleddin’e gidip
kendisini başlarına Hükümdar tayin ettiler. Bu da ölünce,
o zamana kadar erginlik çağına ermiş olan İbrahim bin
îzzeddin, aşiretlerin ve kabilelerin tasvibiyle ülkenin başı
na Bey oldu. Uzun bir süre hüküm sürdükten sonra ken
disini ölüm yakaladı ve beka, ebediyet diyarına göç ede
rek iki çocuk bıraktı: Mîr Diyadin ve Mîr Şeyh Ahmed.
(331) K itab ın aslında böyledir, f a k a t bunun yan lış olduğu
a ç ık tır; çünkü F ırordin, başlangıcı F a r s a y la m d a
M ihr (21 E ylül) olan sonbaharın değil, ilk b a h arın b i
rinci ayıdır. (M.A.A.)
Emîr Diyadin babasının vasiyetiyle onun yerine geçti; mut
luluk ve ikballe ülkeyi yönetti ve 80 yaş gibi uzun bir ömür
yaşadı.
Öte yandan Şah tsmail-i Safevi Diyarbekir Vilayeti’ni istila edip, bu büyük vilayeti kendi adına yönetmeye
Han Muhammed Ustaclu’yu tayin edince, bu Han Mu
hammed, Emîr Diyadin’e karşı akıllıca bir geçinme siya
seti izledi; kızı Bekesi Hanım’la(332) evlendi; ve böylece,
büyük küçük bütün işlerde, Sılemanî aşiretlerinin destek
ve yardımını, Emîr Diyadin’in de dostluğunu kazandı.
Bu cümleden olarak, Maraş Hükümdarı Alaüddevlc
Zulkadır, kardeşinin oğlu Sarıkaplan’ı Muhammed Han’la
savaşmaya ve Diyarbekir’i istila etmeye gönderdiğinde, ve
iki taraf arasında büyük bir çarpışma meydana gelip savaş
çıların haykırışları göklere çıktığında; Sılemanî aşireti, ha
yır, Sılemanî devleri o kanlı çarpışmada öyle harika kah
ramanlık ve öyle üstün yiğitlik gösterdiler ki, Rüstem’iıı
«Heftxwan’e Mazendcran» savaşlarındaki kahramanlığının
ve cesaretinin efsanesini yyırtıp attı; Sam Neriman hikaye
sini de hayali bir masal haline getirdi. Çünkü Kürt kahra
manları kahredici bileklerinin gücü ve kesici, zehirli kılıç
larının keskinliğiyle Sankaplan’ın askerlerini darmadağın
ettiler ve kendisini de döğüş alanında öldürdüler; başmı ke
sip cesedini orada bıraktılar. Bu da, şüphesiz, Han Muhammed’in Emîr Diyadin’e karşı saygısını artırdı ve Sılemanî aşiretlerinden yana olmasını sağladı.
Emîr Diyadin ölünce erkek çocuğu yoktu; bu yüz
den hükümdarlık kardeşi Emîr Şeyh Ahmed’in oğullarına
geçti. Şeyh Ahmed’in dokuz oğlu vardı. Şah Veled Bey
Behlül Bey, Ömer Şah Bey, Sosın, Velihan, Elvcnd, Halil,
Ahmed ve Cihangir’e geçti.
(332) B ir y az m a n ü sh ad a «BfikesJ»dir;
«Bâkes H anım »dır. (M.A.A.)
do ğ ru su
galiba
BİRİNCİ DAL
Qulb (Knlp)(333) ve Batman Beyleri Hakkındadır
Bu yaprakların derleyicisi, güvenilir rivayetçilcrden
defalarca duymuştur ki; Emîr Diyadin’in yaşı ilerleyince,
hükümdarlık ve yönetim işlerinde yerine geçecek oğlu ol
madığı için, kardeşinin oğulları kendisine karşı çıkarak
onu ortadan kaldırmak istediler. Bu durum karşısında
Emîr Diyadin, Muhammed Han Ustaclu’dan yardım iste
mek zorunda kaldı; o da kendisine güçlü bir destek gön
derdi. Kendisiyle kardeşinin oğulları arasında şiddetli bir
savaş başladı ve kanlı çarpışmalar oldu. Bu çarpışmalarda
Ömer Şah Bey, Sosın ve Cihangir Bey öldürüldüler. Bu
çatışmaya sebebiyet vermiş olan büyük kardeş Şah Veled
Bey ise, o kanlı vartadan mucize kabilinden başım kur
tardı ve Çerkeş sultanlarının hizmetine girmek için Şam ve
Mısır tarafına kaçtı.
Çaldıran Savaşı’ndan sonra Kızılbaşların devleti Kürdistan’da çökmeye başlayınca ve güçleri zayıflayınca, Besyan aşiretinin ileri gelenlerinden ve bellibaşlılarmdan biri
olan Ali Feri (Firi) adında bir adam Meyyafarqîn Kalesi’
ne saldırıp ele geçirdi ve Kızılbaşların elinden kurtardı.
Sonra Şam’da bulunan Şah Veled Bey’e haber göndererek
durumu ve kendisi tarafından başarılmış olan işi bildirdi.
Şah Veled Bey bu haberi alır almaz derhal irsi vilayetine
hareket etti ve orada Ali Feri’nin yardımı ve aşiretlerin,
kabilelerin kendisini desteklemeleri sayesinde hükümdar
lık tahtını ele gc-çirdi.
Osmanlılar Diyarbekir Vilayeti’ni ve Kürdistan’ı isti
la ettiklerinde, kendileriyle Sılemanî (Süleymani) beyleri
arasında bir zamandan beri şiddetli bir düşmanlık bulunan
Sason hükümdarları, Xaldî (Haldi) aşiretine, zorunlu bir
görevle postayla birlikte Kürdistan’a gelecek olan Sultanlık
çavuşlarından bazılarını Meyyafarkin topraklarında öldür
melerini söylediler. Böylece ileri gelenler ve erkan, bu Os
manlIların öldürülüşünü Şah Veled Bey‘e yükleyecekler ve
kendisi de, vilayeti de bu komplonun kurbanı olacaktı. Xaldîler fiilen bu çirkin işi yaptılar ve bu, Şah Veled Bey’e is
nat edildi. Tedbir takdire uygun düştüğü için, Diyarbekir
Beylerbeyi, Şah Veled Bey’e karşı sert bir düşmanlık gös
terdi ve durumu Sultanlık eşiklerine arzederek Şah Veled
Bey’in cezalandırılmasını istedi. Bunun üzerine Şah Veled
Bey’in derhal öldürülmesini isteyen emir çıktı. Beylerbeyi
bu emri uygulamak için hazırlıklara başladı ve Şah Veled
Bey‘e haber göndererek kendisini Divana getirtti. Fakat Şah
Veled Bey sonunda işin içyüzünü öğrendi ve kurtuluşu kaç
makta bularak, bu komplodan mucize kabilinden kurtuldu.
Bunun üzerine Osmanlılar hemen onun irsi vilayetini özel
Sultanlık emlakinin arasına aldılar; işleri yönetmek için
de memurlar, güvenilir adamlar gönderdiler. Şah Veled
Bey ise Qulb (Kulp) Kalcsi’ne iltica etti ve bu kale ile ona
bağlı yerleri yönetmekle yetinerek burada 13 yıl kaldı.
Ondan sonra Allah’ın rahmetine kavuşarak varlık safhası
üzerinde altı çocuk bıraktı: Ali Bey, Mır Diyadin, Veli
Han, Cihangir, Emîr Yusuf, Emîr Süleyman.
Ali Bey bin Şah Veled Bey:
Babasının ölümünden sonra Qulb vilayeti’nin beyli
ğini eline aldı ve iktidarı 40 yıl sürdü. Bütün bu yılları
adalet bayraklarını dalgalandırmakla ve imar ruhunu yay
makla geçirdi. Bu durum, kendisini ileri gelenler ve sıra
dan adamlara sevdirdi. Kendisini ölüm yakalayınca Al
lah’ın rahmetine kavuştu ve iki çocuk bıraktı: Sultan Hü
seyin Bey ve Veli Han Bey
Sultan Hüseyin Bey bin Ali Bey:
Babasının ölümünden sonra, 980 (1573) yılının ay
larından birinde Sultan Sclim’in bir emirnamesiyle onun
yerine geçti: Sultan Murad Han, Vezir-i Azam Osman
Paşa’nın kumandası altında bir Osmanlı ordusunu Azer
baycan’ı istila etmeye gönderdiğinde, Hüseyin Bey, 993
(1585) yılında Tebriz Sa’adabad’ında Kızılbaşlar tarafın
dan şehit edildi ve altı erkek çocuğu bıraktı: Kılıç Bey,
Seyyid Ahmed, Zeynel Bey, Zahid Bey, Haydar ve Kasım.
Oğlu Seyyid Ahmed Bey, babasının öldürülmesi sı
rasında Kızılbaşların eline esir düştü ve Kahkaha Kalesi’nde
onların hapishanesinde iki yıl kadar kaldı; sonra bazı li
derlerin kendisine yardım etmeleriyle kurtuldu ve vilayeti
ne döndü. İrsi vilayet ise, Sultan Murad Han’ın Divanın
dan, Hüseyin Bey’in öteki oğlu Zeynel Bey’e verilmişti.
Kılıç Bey ise, Hüseyin Bey’in en büyük, fakat en az
akıl ve idrak sahibi olan oğlu olmasına rağmen, Hazzo
Hükümdarı Muhammed Bey’in yardımıyla çaba harcadı
ve sonunda babasının görevini elde etti. Böylece Qulb
beyliği üzerine, kardeşi Zeynel Bey’le uzun bir mücadeleye
ve sert bir tartışmaya girdi. İktidarının bir süresini bu şe
kilde geçirdikten sonra, aşiret adamlarına karşı gösterdiği
kötü davranışları yüzünden, onlar tarafından öldürüldü.
Seyyid Ahmed Bey bin Sultan Hüseyin Bey:
Kızılbaşların esaretinden ve kaydından serbest bıra
kılınca, Erzurum’da bulunan Serdar Ferhad Paşa’nın hiz
metine girdi ve Yüce Divanda, devlete yaptığı hizmet ve
yararlılıklar nedeniyle, mahalli yönetime layık ve yete
nekli olduğunu ispat etti; bunun üzerine, muzaffer Serdar
aracılığıyla, Qulb ve Batman Hükümetinin kendisine veril
diği konusunda Sultanlık emirnamesi çıktı. Bu sırada da
yısı Behlül Bey Besyan aşireti tarafından öldürüldü ve
böylece beyliğin her tarafında tamamen duruma hakim ol
du; ortaksız olarak ve kimseyle çatışmaksızın o diyarın ha
kimi durumuna geldi.
Bu durum üzerinden birkaç yıl geçti. Sonunda Diyar-
bekir Beylerbeyi’nin tutumu kendisine karşı değişince; ve
Beylerbeyi Qulb Hükümeti’ni kendisinden alıp bir Osman
lıya verince, kendisi de şikayet etmek ve hükümdarlıktaki
hakkını istemek amacıyla İstanbul’a gitti. 1003 (1595) yı
lının aylarından birinde orada Allah’ın rahmetine kavuştu.
Bunun üzerine Qulb Hükümeti, ilk kural gereğince kardeşi
Zeynel Bey’e verildi. Peygamber’in Hicreti’nin 1005’inci
(1597) yılı olan şu tarihte, Zeynel Bey orada hüküm sür
mektedir.
İKİNCİ DAL
Meyyafarqîn (Meyyafarkin) Beyleri Hakkındadır0*0
*
Meyyafarqîn beylerinin soyu da yine Emîr Şeyh
Ahmed bin Emîr İzzeddin’e ulaşır; onlar Qulb beylerinin
amca oğullarıdır. Bu aileden beylik görevine ilk geçen kişi,
gerçekten son derece cesur ve cömert olan Behlül Bey
bin Elvend Bey bin Emîr Şeyh Ahmed’di. Behlül Bey baş
langıçta kardeşi Şah Ömer Bey’le birlikte Diyarbekir Bey
lerbeyi İskender Paşa’ya hizmet ediyordu. İskender Pa
şa, devlet tarafından Cevazd’ı (335) istila etmekle görevlendi
rildiği zaman, oraya giderek bir kale yaptırdı ve kaleye
«İskenderiye!) adını verdi; kale muhafızlığı görevini de
Behlül Bey’e verdi ve orayı sancak olarak kendisine hraktı.
Devlete büyük hizmetleri görülen ve kendisine ilgi
gösterildiğini anlayan Behlül Bey, Sultanlık Divam’ndan,
irsi vilayetten kendisine bir pay verilmesini istedi. Bu alan
da hazırlık olmak üzere, Diyarbekir Beylerbeyinden ve
(334) B unlar, B irinci sa fh an ın B irinci Bölüm ünde an latılan
Mervami h üküm darlarından ayrıdır. (M.E.B.)
(335) G aliba bu, V an G ölü'nün kuzeyindeki A dilcevaz'dır; di
ğ e r b ir y azm a n ü sh ad a bunun «Cevaz» o la ra k yazıl
mış; olm ası d a bunu te y it etm ektedir. Bu da, oranın
asıl adm m «Cevaz» olduğunu gösterm ek ted ir. (M.A.A.)
Kürdistan beylerinden birkaç belge ve dayanak aldı, Sul
tan Selim Han’ın(336) eşikliklerine giderek durumunu ken
disine arzetti. Sultan kendisini ilgisinin kapsamı içine aldı;
ve Meyyafarkin Nahiyesi ile ona bağlı yerlerin Qulb Hükümeti’nden ayrılması ve ikta’ mülkiyeti(337) esası üzerine
Behlül Bey’e verilmesi konusunda yüce emrini verdi. Son
ra da, Behlül Bey’in, Besyan, Bociyan ve Zilan aşiretle
rinden istenen ve Şah Veled Bey zamanında Padişahlığın
özel emlaki arasında bulunan yıllık maktu parayı toplamak
ve bunu her yıl Diyarbekir Hazinesi’ne vermek görevini
yapması konusunda da bir Padişahlık hükmü çıktı.
Bir süre bu şekilde geçtikten sonra, birbirini izleyen Fars
Savaşları başladı. Hükümdarlar bu savaşlar sırasında fırsat
tan yararlanarak halka zulmettiler; ve Sılemanî aşiretleri
vatanı terketmek, ve yerleşip savunmak, korumak şartıyla,
fethedilip Kızılbaşlardan alınmış olan vilayetlere göçetmek
zorunda kaldılar. Böylece o aşiretlerin adamları zeamet,
alaybeyi, sancakbeyi gibi birçok ikta’ görevleri aldılar. Ne
var ki bu durum, adı geçen aşiretlerin dizginlerinin, Behlül
Bey’in elinden alınmasına yolaçtı. Aşiretler ve kabileler
ayaklandılar ve yıllık vergi ve aidatları ödemeyi reddet
tiler. Hatta Şehsüvar adında Besyanlı bir adam, kendini
Erivan’a bağlı Bayezid’det338) bey ilan etti ve çevresinde
Sılemanî(339) aşireti ile diğer Kürt aşiretlerinden bin kadar
aile toplandı; vc bunlar devlet vergilerini ödemekten imti
na etmeye cüret ettiler.
Bunun üzerine Behlül Bey, hükümdarlık ve görev ge
reği olarak, Hazine paralarını tahsil etmek, sonra da, göç
müş olan o kabile ve aşiretleri Meyyafarqîn’e geri getir
meye çalışmak için o tarafa gitti. Orada Şehsüvar Bey’le
(336)
(337)
(338)
(339)
Selim II. (M.E.B.)
Feodal m ülkiyet. (M.E.B.)
A ğ rı'n ın D oğubeyazıt İlçesi. (M.E.B.)
D iğer iki y azm a nüsh ad a «Sılemam» yerine «Besyan!»
d ir kİ, o d ah a ’aç ık tır. (M.A.A.)
çarpıştı vc aralarında döğüşme kızıştı; kanlı çarpışmada
Behlül Bey şehit oldu ve beş erkek çocuğu bıraktı: Emîr
Han, Ömer Bey, Mahmud Bey, Muhammed ve Osman.
Emîr Han Bey bin Behlül Bey:
Babasmın ölümünden sonra onun yerine geçti ve bir
kaç yıl ülkeyi yönetti. Bu süre içinde ülkenin her tarafın
da, aşiretlerinin ve kabilelerinin zalim hareketleri ve iğrenç
fiilleri görüldü. Bunun sonucu olarak halk, Sultan’m eşik
lerine koşarak bu aşiret ve kabilelerin zulmüne bir sınır
konmasını istedi. Bunun üzerine Amed Beylerbeyi Mehmed Paşa’ya, Emîr Han Bey’in öldürülmesi, Besyan ve Bociyan aşiretleri ile iğrençlik ve zulüm işlerini yapan diğer
kimselerin yok edilmeleri konusunda emir verildi. Mehmed
Paşa da, bunun üzerine derhal Emîr Han Bey’i Amed Divanı’na getirterek orada idam etti.
Ömer Bey Bin Behlül Bey:
Kardeşinin öldürülmesinden sonra Meyyafarqîn Hü
kümeti kendisine verildi. Fakat kendisi iyi bir yönetim ku
ramadı ve güvenlik, asayiş işlerinde aciz olduğu görüldü.
Dört kese altına ulaşan ve Diyarbekir (Amed) Hâzinesine
ödenmesi gereken yıllık devlet mallarını ve Sultanlık hak
larını toplamakta gecikti. Bu nedenle, Kürt aşiretlerinin iş
leri ve Meyyafarqîn Hükümeti, Amed Beylerbeyinin vc
Defterdarının isteği üzerine, Sultan Mehmed Han(J40) ta
rafından Aksak İbrahim Bey bin Cihangir Bey’e verildi.
Ömer Bey ise başlangıçta Bedlis Hükümdarı’na sı
ğındı ve Muş Nahiye’sinde oturdu; o taraftaki maktu vergi
leri toplamak için çaba harcadı. Hatırı sayılır bir şey elde
edemeyince, ayaktakımını ve işsiz kimseleri çevresine top
layarak onlarla birlikte etrafa saldırmaya, ve Muş, Xınıs
(Hınıs) Melaze Kürd(î41) reayasını soymaya başladı. Son
(340) Mehmed m .
(M .E .B .)
(341) M uş'a bağlı M alazgirt İlçesi. (M.E.B.)
ra bu işi ileri götürerek yol kesecek, kervanlara saldıracak
hale geldi. Bu cümleden olarak Hazzo ile Batman ara
sında gelip gidenlere birkaç defa saldırdı; bu saldırılarda o
kadar suçsuz Müslümanlar vc kervanlar kurban gitti ki,
Xıms Mirlivası ile Hazzo Hükümdarı kendisine saldırmak
ve kendisiyle çarpışmak zorunda kaldılar; aralarında kar
deşinin oğlu da bulunan arkadaşlarından ve taraftarların
dan birkaç kişiyi öldürdüler ve mallarına, mülklerine el
koyup onları tam anlamıyla talan ettiler. Ömer Bey ise tek
başına ve mucize kabilinden kurtuldu. Kendisi gerçi «bey»
admı taşımaktadır, ama nitelikleri daha çok hırsızların ve
yol kesicilerin niteliklerine benzemektedir. Hiçbir yerde
karar kılmamakta ve durumu sükunete kavuşmamaktadır.
İKİNCİ GRUP
Oniki Bölümdür
BİRİNCİ BÖLÜM
Sohran Hükümdarları
Saygıdeğer araştırmacı okuyucuların tabiatlerince de
açıkça bilinmektedir ki, Sohran hükümdarlarının soyu,
Bağdad Arap bedevilerinin ileri gelenlerinin çocukların
dan olan «Kelos»(,42) adında bir adama ulaşır. Bu Kelos’u,
kader ve zamanın dönemleri, Sohran sınırları içindeki
Ewan(343) Nahiyesi’ne bağlı Hewdeyan(344) Köyü’ne attı.
(342) D oğrusu «Kew los»tur. E rbil'e bağlı Ş ak lav a yörelerin
de o tu ra n ünlü H oşnav K ü rt a ş ire ti reislerinden Salih
Reşid Bey M İran'ın bana a n la ttığ ın a göre, bu sözcüğün
anlam ı, Şeqlaw a K ilrtleri dilinde, «üst azı dişleri d ü
şen kim se» dir. (Şeqlaw a - 23/9/1947; M. A.A. j
(343) S ohran bölgesinde şim di bu ad altın d a b ir kale yada
köy bulunm am aktadır. Y alnız K ürtçeöe «Rew an K a
lesi» anlam ına gelen «Rewaudiz»in adının kökeni olan
«Rewan» K alesi vard ır. B una göre «Ewan» adının
«Rew an»m bozulm uş şekli olm ası ihtim ali kuvvetlidir.
(M. A. A.)
(344) «Hewdeyan», K ürtçenin Soran! lehçesinde «Onyedile:»
dem ektir. (M.E.B.)
Başlangıçta o köy halkının koyun çobanlığını yapmakla
uğraştı. «Kelos» sözcüğü, bu kavmin lehçesinde, öndişleri
düşmüş kimse hakkında kullanılmaktadır.
Bu Kelos’un üç erkek çocuğu vardı: Isa, İbrahim ve
Şeyh Üveys. Oğlu Isa alicenap, gayretli, yumuşak huylu
ve tatlı sözlüydü. Elindeki bütün malım ve çobanlık mes
leğinden eline geçen her şeyi o köyün yoksullarına, derviş
lerine ve işsizlerine dağıtırdı. Bunun sonucu olarak çev
resinde başıboş adamlardan, ayaktakımıııdan ve cahiller
den büyük bir topluluk meydana geldi. Bununla onların
gönlünü kendine çekti ve onları lütfunun, cömertliğinin
esiri haline getirdi. Bu yüzden onlar da kendisine gözü
kapalı bir şekilde alabildiğine itaat ettiler.
O sırada o ülkenin hükümdarı, tehlikesi büyük olan
bir düşmanla karşılaştı ve bütün kuvvetleriyle onunla çar
pışmaya gitti. Isa da, yanında bu başıboş adamlardan ve
ayaktakımmdan meydana gelmiş taraftarları ve adamları
olduğu halde, onlarla birlikte bu düşmanla savaşmak için
Balkan’a(î45) gitti. O sırada alay ve dalga geçmek kabilinden
Isa’ya «Emîr» lakabı verdiler. O tarafın halkı, Isa’nın
sahip olduğu alicenaplığı ve önemli işlere girme yeteneği
ni görünce, kendisini başlarına Emîr olarak tayin etmek
konusunda sözbirliği ettiler. Bunun üzerine kısa zamanda
başında büyük bir halk topluluğu meydana geldi ve Ewan
Kalesi’ni fethetmeye karar vererek oraya yöneldiler.
O kalenin çevresi çıplak ve sert kırmızı kayalardan
oluşmuştu. İsa ve arkadaşları herkesten önce o kayalara
tırmandılar ve savaşmaya, mücadeleye başladılar; o kadar
ki, bunların cüretinden, kale muhafızlarının gönlüne kor
ku ve ürküntü düştü ve onlara, kürtçede «kırmızı kayaların
adamları» anlamına gelen «Seng-Surhî» adını verdiler.
Sonra bu ad kullanıla kullanıla, farsçadaki «surh» yerine
(345) E alk an , Revvandtz ta ra fın d a b ir agiret ve bölge adıdır.
(M . A . A .)
«sohr»(346) diyen Kürt’lerde değiştirilerek «Sohrî» şekline
sokuldu; böylece bunlar çoğul olan «Sohran» sözcüğüyle
ün yaptılar.
Sözün kısası, şiddetli bir çarpışmadan ve acı bir mü
cadeleden sonra kale fethedildi. Bunun üzerine İsa’nın yıl
dızı da Meryemoğlu İsa’nın yıldızı gibi parladı; talihi Zühal’in(347) talihinden daha yüceldi; şam ve nüfuzu günden
güne artarak, devletinin güneşi, bütünüyle istila ettiği Soh
ran bölgesinin her tarafında doğarak parladı. Bu diyarı
mutluluk ve ikballe yönettikten sonra Allah’ın rahmetine
kavuştu ve yerine oğlu Şah Ali Bey geçti.
Şah Ali Bey:
Bu Emîr, babasının yerine hükümdarlık görevine geç
ti ve dört çocuk bırakarak öldü; İsa, Pir Budak(348), Mîr
Haşan ve Mîr Şeydi. Şah Ali Bey sağlığında, irsi vilayeti
ni, yönetim üzerine çatışmamaları ve paylarına razı olma
ları için adı geçen çocukları arasında taksim etmişti. Bu
cümleden olarak devletinin merkezini, büyük oğlu İsa'ya
vermişti. İsa hükümdarlık ve yönetimde uzun bir süre
kaldıktan sonra, kendisi ile Baban Hükümdarı Pir Budak
arasında cereyan edén çarpışmada öldürüldü.
Pir Budak bin Şah Ali Bey:
Babasının ölümünden sonra yönetime geçti ve Kızılbaşlara bağlı Nilhas aşiretinin elinden Sumaklık(349) Nahiyesi’ni de kurtararak kendi yönetimi altına aldı. Bir süre
ülkeyi yönettikten sonra kendisini ölüm yakaladı ve Allah’
ın rahmetine kavuştu. İki erkek çocuğu bıraktı: Emîr Seyfeddin ve Emîr Hüseyin.
(346) «Sohr» K iirtçenin S oranî lehçesinde «kırm ızı» dem elv
tir. (M.E.B.)
(347) S a tü rn gezegeni. (M.E.B.)
(348) İk i y azm a n ü sh ad a «Pir» yerine «M îr»dir. (M.A.A.)
(349) İk i y azm a n ü sh ad a «Sum aklu»dur. (M.A.A.)
Mir Seyfeddin:
Babasının yerine geçti; fakat günleri fazla sürmedi ve
yerine kardeşi geçti.
Mîr Hüseyin:
Kardeşinin yerine geçti; fakat onun da günleri uza
madı ve yedi erkek çocuğu bırakarak Rabbinin çağrısına
uydu. Yerine büyük oğlu Emir Seyfeddin geçti ve eski ku
ral gereğince Sumaklık Sancağı’nı da ele geçirdi. Babaları
ve ataları da yine bu kural gereğince bu sancağı yöneti
yorlardı.
Mir Şeydi bin Şalı Ali Bey:
Bu, Şalı Ali Bey’in küçük oğluydu. Kürdistan’ın hü
kümdarları arasında cesaret ve cömertlikle ün yapmıştı.
Babasının ölümünden sonra «Şeqabad» (Şakabad)(350) diye
adlandırılan yerde ikamet etti. Baban Hükümdarı Pir Budak’Ia savaşa girişerek kardeşi Emîr İsa’nın kanını istedi.
Pir Budak’ı öldürmeye muvaffak olduktan sonra karde
şinin ülkesini de kendi beyliğine kattı. Sonra Kızılbaşlara
dönerek onlarla şiddetli bir savaşa girişti ve sonunda Mu
sul, Kerkük, Erbil sancaklarını memurlarının elinden kur
tarıp, kendi ülkesine kattı. Sohran ülkesini ve ona bağlı
yerleri uzun zaman bağımsız olarak yönetti. Sonra, kaçınıl
maz kader gelince üç erkek çocuğu bırakarak öldü: Emir
Seyfeddin, Mîr tzzeddin Şer (Şir) ve Süleyman.
Emîr Seyfeddin, gençliğinin başlangıcında attan dü
şerek öldii. İzeddin Şer, 941 (1535) yılında ölünceye
kadar Erbil hükümdarlığını yaptı. Bu yıl Sultan Süleyman
Han, Barış Diyarı Bağdad’m fethinden dönerek o taraf
larda kışladı; îzzeddin Şer’in Sultanlık otağının hizmetçi
lerine karşı kötü davrandığı kendisine bildirilince öldürül
mesini emretti ve Erbil hükümdarlığı görevini, Yezidi aşi
(350) Ş üphesiz bu, kürtçede «Şeqlawa»
yanlıg yazılm ış seklidir. (M.A.A.)
(Ş ak lav a)
adının
reti beylerinin çocuklarından olan Dasnîli Hüseyin Bey’c
verdi. Îzzeddin Şer’in ölümünden birkaç gün sonra, karde
şi Süleyman Bey de Allah’ın rahmetine kavuştu ve üç erkek
çocuğu bıraktı: Kuli Bey, Emîr İsa ve Emîr Seyfeddin. Bu
nun üzerine Sultan Süleyman Sohran Vilayeti’nin tümünü
Erbil Sancağı’na kattı ve yönetimini Dasnîli Hüseyin Bey’e
verdi. Böylece Sohran Vilayeti, onun meşru varislerinin
elinden tamamen çıktı ve yabancıların egemenliğine girdi.CJSi)
Emîr Seyfeddin bin Mîr Hüseyin bin Pir Budak:
Daha önce de geçtiği gibi, Emîr Seyfeddin Sumaklık
Sancağı’nı, babalarının ve atalarının da yönetimde uygula
dıkları kural ve usuller gereğince ele geçirdi. Sultan Sü
leyman bütün Sohran Vilayeti’ni Dasnîli Hüseyin Bey’in
yönetimine verince, kendisiyle Emir Seyfeddin arasında
birkaç çarpışma oldu. Sonunda Emîr Seyfeddin, Yezidi aşi
retine karşı durmaya ve direnmeye gücünün yetmeyeceğini
anlayınca, ülkenin de, hükümdarlığın da gelinini üç talakla
boşadı ve Erdelan Hükümdarı Beyke Bey’e iltica etti. Fa
kat Beyke Bey, Sultan Süleyman’ın kudretinden korkarak
Seyfeddin’e yardım etmekten vazgeçti ve kendisini ihmal
etti. Mîr Seyfeddin kendisinden umudunu kesip, hayal kı
rıklığına uğramış olarak Sohran Vilayeti’ne döndü ve çev
resinde oranın halkından ve sonradan yerleşmiş olanlardan
bir topluluk meydana getirerek bunlarla Erbil’in üzerine
yürüdü ve burayı ele geçirmeyi başardı. Talihi ve nasibi
yar oldu ki, fetih ve zaferin bu kadarı, Sohran Vilayeti’nin
bütün aşiret ve kabilelerinin, kendi çevresinde toplanmala
rına yolaçtı.
(351) Y azarın «yabancılar» dem ekten k astı, kendilerine din
ve m ezhepçe yabancı olduklarını b elirtm ek tir; y oksa
Y ezldiler öz K ürtlerd ir. Y azar, P eygam bor’in ş e ria t ve
sü n n etinin koruyucusu olan M üslüm anların sultanının,
içinde gizlediği b irta k ım am açlarla, M üslüm an Kürtle_
rin başına, M üslüm an o lm adıklarına inandığı kim se
leri nasıl g etirdiğini b elirtm ek İstiyor. (M.A.A.)
Sonra günün birinde Emîr Seyfeddin, Abbasiler hesa
bına aniden Mervaniler’e'352' karşı harekete geçen Ebu
Müslim’in(353) yaptığını yaparak, beklenmedik bir anda
Yezidiler’e karşı şiddetli bir saldırıya geçti. Bu saldırının
haberi Dasnîli Hüseyin Bey’in kulaklarına gelince tek ba
şına Emîr Seyfeddin’le savaşmak için derhal Erbil’in üze
rine yürüdü, iki taraf arasında kanlı çarpışmalar oldu.
Çarpışmalar bu sefer, Hüseyin Bey’in ve Yezidi aşiretinin
ağır yenilgisiyle sonuçlandı; ileri gelenlerinden 500 kişiden
fazla öldürüldü ve Hüseyniler(354) muzaffer oldular. Emîr
Seyfeddin ve taraftarları Yezidiler’in mallarından ve öldü
rülenlerin üzerindeki silah ve teçhizattan büyük bir gani
met elde ettiler. Böylece Emîr Seyfeddin, irsi ülkesini ye
niden egemenliği altına almaya muvaffak oldu ve tam ba
ğımsız bir hükümdar durumuna geçti. Dasnîli Hüseyin Bey
birkaç defa Yezidiler’den asker toplayarak, onlarla birlikte
düşmanıyla savaşmaya gittiyse de, talih her defasında ken
disine ihanet etti ve bütün hareketleri, boğazlanan hayvanın
ölümün ve sonun yaklaştığından başka bir şeyi kanıtlama
yan hareketi gibi oldu. Böylece Seyfeddin’in özlemleri
gerçekleşti; Hüseyin Bey ise açık bir hayal kırık
lığına uğradı ve yalnızlığa düştü. Bu ağır yenilginin haberi
İstanbul’da yüce eşiklere ulaşınca, Hüseyin Bey oraya çağ
rıldı ve şiddetli, katı bir cezayla cezalandırılması konu
sunda Sultanlığın emri çıktı ve bu emir uygulandı. Şairin
dediği gibi:
«Başkalarına kötülük yapan kimse
«Mutlaka karşılaşır benzer bir kötülükle
(352) Em eviler. (M .E.B.)
(353) E bu M üslim H orasanî. (M.E.B.)
(354) H üseynilerden m a k sa t E m îr Seyfeddin ve ta r a f ta r la r ı
d ır; kendileri M üslüm an, ö te k ile r Yezidi olduklarından,
o n la n böyle adlandırm ış; b u n u n la onları H z. H üseyin
ve ta ra fta rla rın a , k a rşıla n n d a k ile rl de yezit ve ta ra f
ta rla rın a b enzetm iştir. (M.E.B.)
«Gözümle gördüm ki yolda,
«Bir kuş öldürdü bir karıncayı, yolunu keserek
«Fakat avından gagasını henüz çekmemişti ki
«Başka bir kuş da gelip bitirdi onun işini.»
Sonra îmadiye Hükümdarı Sultan Hüseyin Bey ve
öteki Kürdistan beyleri, Sultan Süleyman tarafından, Emîr
Seyfeddin’in üzerine yürümek ve Sohran Vilayeti’ne bo
yun eğdirmekle görevlendirildiler. Ne var ki, bunlar görev
lerinde başarıya ulaşamadılar ve kızgınlıklarını gizleyerek
geri döndüler.
Böylece Emîr Seyfeddin, ortaksız olarak ve artık kim
seyle çatışmaksızın duruma tam hakim oldu. Mutluluk ve
ikballe dolu olarak ülkeyi yönetmeye başladı. Sonunda,
başkasının sözünü düşünmeden dinledi ve, Gazi Kıran diye
ün yapan Bıradost’lu Yusuf Bey tarafından aldatılarak,
Gazi Sultan’ın(355) Sarayına gitti. Denildiği gibi, «kader ge
lince göz kör olur.» Amacı Sultan’m kendisini affederek
ilgisinin kapsamına almaşım, yaptıklarına göz yummasını
ve irsi vilayetini kendisine vermesini sağlamaktı. Ne var ki,
umudu boşa çıktı vc hiç de girmek zorunda olmadığı bir
çıkmaza girdi; Asitane’ye ulaşır ulaşmaz hemen kendisini
cellada teslim ettiler.
Kuli Bey bin Süleyman Bey Mîr Şeydi:
Dasnî aşireti Sohran Vilayeti’ni istila ettiği zaman,
Kuli Bey onlara karşı defalarca savaşmıştı. Fakat her de
fasında yenilgiye uğruyordu. Bu yüzden vatandan ayrılıp
gurbete gitmek zorunda kaldı ve Şah Tahmasp’m Sarayına
giderek kendisine iltica etti. O zaman Dasnîliler, Hüseyniler’le Yezidiler arasında süregelen eski düşmanlıktan ötü
rü ve eskiden de Kürtlerin yapmış oldukları gibi, Sohran’m
Müslümanlarından ve zavallılarından intikam almaya baş
ladılar. Onlara öyle zulmediyorlardı ki, bu onlara, Haccac
bin Yusufun zulmünü ve Sa’d bin Ziyad’m baskı ve sal
dırganlıktaki aşırılığım unutturdu.
Bu durum karşısında Sohran’dan bir topluluk sözbirliği
ederek Acem ülkesine bir elçi gönderdi ve Kuli Bey’i plan
larını kabul etmeye ikna ettikten, gönlünü kendilerine çek
tikten sonra alıp yanlarına getirdiler; sonra da kendisiyle
birlikte Süleyman’ın hükümdarlık tahtına gidip, irsi vila
yetin Kuli Bey’e verilmesini dilediler. Fakat Sultan bu ko
nuda kendisine güvenmedi ve müsterih olmadı; kendisine
yalnız Basra’ya bağlı Semavat Sancağı’m verdi.
Emîr Seyfeddin ve Dasnîli Hüseyin Bey'in öldürül
mesinden, yukarıda işaret ettiğimiz olayların cereyan et
mesinden sonra, îmadiye Hükümdarı Sultan Hüseyin Bey’
in aracılığı ve iyi çabalarıyla, Kuli Bey Semavat’tan ge
tirtildi ve kendisine, Sohran topraklarındaki Harir Nahiyesi’nin hükümdarlığı verildi. Orada 20 yıl kadar yöne
tim görevinde bulunduktan sonra, yüce Allah’ın rahmeti
ne kavuşarak iki çocuk bıraktı: Budak Bey ve Süleyman
Bey.
Budak Bey bin Kuli Bey bin Süleyman Bey:
Bu Bey, babasının ölümünden sonra Şeqabad (Şakabad) nahiyesinde bağımsızlık ve başkanlık bayrağım çek
ti. Ne var ki, dedikoducuların dedikoduları ve müfsitlerin
çabalarıyla, iki kardeş arasında anlaşmazlık çıktı; arala
rındaki kardeşlik ve sevgi, yerini düşmanlığa bıraktı. Son
ra iş, dille yapılan mücadele ve tartışmalardan, kılıç ve
mızraklarla yapılan vuruşmalara geçti. Sonunda Budak
Bey kardeşine yenildi ve îmadiye Hükümdarı Sultan Hü
seyin Bey’e sığınarak, Sultan Hüseyin Bey’in yardımı sa
yesinde tekrar vilayetine dönmek için fırsat kolladı. 'N e
var ki, hain zaman ve dönek felek, kendisine bu fırsatı
vermediler; çünkü kaçınılmaz ecel, îmadiye’ye bağlı Akra
şehrinde kendisini buldu ve Allah’ın rahmetine kavuştu.
Süleyman Bey bin Kuli Bey bin Süleyman Bey:
Bu Bey adaletli, vatandaşlara karşı sevgi besleyerek
işleriyle ilgilenen, Kürdistan’ın hükümdarları arasında iyi
tedbir ve yönetimle, çok akıllı ve zeki olmakla ün yapmış
olan bir kimseydi. Babasının ve kardeşinin ölümlerinden
sonra Sohran Beyliğinin bağımsız Hükümdarı durumuna
geldi. Kendisi ile Zerza aşireti arasında mevcut olan düş
manlık ve kötülük yüzünden, ■Süleyman<356) için askerleri
toplandı» ayetinin anlamı uyarınca, Süleyman Bey de,
serkeş Kürtlerden 13.000 kadar piyade ve süvari topladı.
Sonra bunlarla birlikte Zerza Vilayeti’ne saldırarak, talan
ve yağma etti; oranın mirlivasını, zerza aşiretinin ve kabi
lelerinin bellibaşlı ileri gelenlerinden ve subaylarından 350
kişiyle birlikte öldürdü; ailelerini ve çocuklarını da esir aldı
ve bağlayarak Sohran Vilayeti’ne getirdi.
Bu durum, kılıçlardan artakalmış olan Zerzalılar’ı, İs
tanbul’a gidip, uğradıkları zulmü ve durumlarım ağlayarak
Sultan Murad Han’a şikayet etmeye itti. Sultan Murad
başlangıçta, Süleyman Bey’i, başkalarına ibret olması için
şiddetle cezalandırmak istedi. Fakat Süleyman Bey o sıra
da bazı Kızılbaş (Acem) şehirlerine saldırmış; onlardan
birçok esir almış; büyük ganimetler elde etmiş ve esir al
dıklarından büyük bir toplulukla, büyük miktarda para ve
değerli eşyayı Sultan’m Sarayına göndermişti. Bunlar Sul
tan nezdinde kabul ve memnunluk gördü ve Sultan, Süley
man Bey’dcn görülmüş olan muhalefetlere göz yumarak
kendisini padişahça affının kapsamı içine aldı.
ö te yandan, Terek Sancağı’nın Mutasarrıfı ve Sü
leyman Bey’in amca oğullarından biri olan Kubad Bey
denilen kişi, Süleyman Bey’e düşmanlık besliyor ve Sohran
Vilayeti’nin yönetiminde kendisiyle çatışıyordu. Onun bu
tutumu bir süre devam etti. 994 (1586) yılı girince, Süley
man Bey derhal bu düşmanının üzerine yürüdü ve kendi
sine saldırdı; kendisiyle akrabalarından ve yardımcıların
dan 14 kişiyi kuvvetle yakalayarak kesin olarak ortadan
kaldırdı. Böylece, küçük büyük herkesin kendisinden sa
kındığı ve uzak yakın herkesin kendisinden korktuğu ba
ğımsız bir Hükümdar durumuna geldi. Bütün komşu bey
ler de kendisine boyun eğdiler.
Bu güçlü ve azimli Bey, gerçi cahildi ve okuma-yazma bilmiyordu; ancak, o ülkeye dağılmış olan tarikat şeyh
lerine inanıyor ve onlara içtenlikle itaat ediyordu, sefahat
lerden, küçük düşürücü işlerden, boş ve yararsız davra
nışlardan uzak durarak, vakitlerini onlarla birlikte namaz,
oruç ve öteki ibadetlerle geçiriyordu. Nihayet eceli yak
laştı ve ölüm kendisini yakaladı; temiz ruhu ilahi cezbelerin
kanatlarıyla, beden kafesinden uçarak, lahuti alanların
genişliğine gitti.
Ali Bey bin Süleyman Bey:
Bu Bey, babası Süleyman Bey’in ölümünden sonra,
merhum Sultan’m*3571 emirnamesi gereğince, Sohran Beyliği’nin tahtına çıktı. Şimdi, yani 1005 (1597) yılında, ken
disi bu irsi vilayetinde hükümdarlık görevinde bulunmak
tadır.
İKİNCİ BÖLÜM
Baban Beyleri Hakkındadır
Güzel konuşan tarihçiler ve güzel yazan incelemeci
rivayetçilerce de açıkça bilindiği gibi, Baban hükümdar
ları, Kürdistan hükümdarları arasında büyük ihtişam ve
kuvvetleriyle, taraftar ve hizmetçilerinin çokluğuyla ün
yapmışlardır. Ne var ki, bu ailenin Hükümetinin günleri,
aşağıda da anlatacağımız gibi, lakabı, «Babam» sözcüğü
nün yanlış şekli olan Pir Budak Bebeî’ye ve kardeşine ulaş-
makla ve bunların soylarının kesilmesiyle sona erdi; bu aile
nin Hükümeti, hizmetçilerine ve adamlarına geçti ve onlar
dan, hükümdarlık görevini ve başkanlık işlerini eline ala
bilecek kimse kalmadı.
Pir Budak bin Mîr Ebdal:
Bu Bey cömertlikte Hatem, cesaret ve kahramanlıkta
da Rüstem gibiydi; yiğitlik ve celadette emsalinden üstündü
ve giriştiği çarpışmalarda, atıldığı tehlikelerde hep öndey
di. İşi o kadar ileri götürdü ki, gönlü yükselmeye heves
etti ve yüceliklere çıkmayı arzuladı. Derken Larcan(358)
Vilayeti’ni Zerza aşiretinden, Sewi (Sivi) ve Mcşya-Kürd’ü
Sohran’dan, Selduz vilayetini de Kızılbaşlar’dan aldı. Ay
rıca Maran Kalesi’ni restore ederek oraya kendi tarafından
bir vali atadı ve ona «Mirliva» unvanım verdi. Mekrî ve
Bane aşiretlerine, iyilik ve sertlikle boyun eğdirdi. Erdelan
hükümdarlarından da Şehrbazar Vilayeti’ni alarak kendi
vilayetine kattı. Çevreye ve her yöne «Mirsancak» unva
nıyla bazı memur ve görevliler göndererek onlara davul ve
bayrak verdi. Böylece ö yörelerde adalet ve yönetim bay
raklarım dalgalandırdı. Sonra Bağdad’a bağlı Kerkük Nahiyesi’ne yönelerek orayı Bağdad’dan aldı ve yönetimini,
her zaman kendisiyle birlikte olan bir memuruna verdi.
Pir Budak, hükümet ve yönetim sanatına, Kürdistan
hükümdarlarından daha önce kimsenin getirmediği bir ta
kım yeni kural ve usuller getirdi. Bu cümleden olarak,
komutanlarının ve ileri gelen adamlarının kızlarını başlan
gıçta kendine nişanlatır ve bu komutanlarla ileri gelenlerin
şerefine yakışacak ölçüde gerekli çeyizleri hazırlamaya
başlardı; Nikah ve zifaf için düğün yapıldığı gün ise, ge
lini, ileri gelen adamlarından biriyle evlendirir ve gelini, o
mallar ve çeyizlerle birlikte o adama verirdi; bu işin içyü
zünü de kimse öğrenemezdi.
(358) G aliba bu, İ ra n ’d ak i E şnu ve U rm iye a ra sın d a bulunan
şim diki L ah ican ’dır. (M.A.A.)
Pir Budak’m Rüstem adındaki kardeşi, kendisine kar
şı bir suikast hazırlamayı aklından geçirdi. Kendisine bağ
lı adamlarından biri, kardeşinin kendisi hakkında yapmak
istediklerini Pir Budak’a bildirdi. Bunun üzerine, Pir Bu
dak Zerza aşiretine saldırdığı sırada kardeşini ve onunla
birlik olan bütün bozguncu komplocuları şiddetle yakaladı.
Pir Budak büyük bir orduyla Sohran üzerine yürüyüp
burayı ele geçirmek istediği zaman, Sohran Beyi Şeydi
bin Şah Ali kendisine karşı direnemedi; tersine Hükümeti
nin merkezini boşaltmak ve dağ doruklarına, ormanlıkları
na sığınmak zorunda kaldı; orada elverişli fırsatı kolladı.
Bu durum Pir Budak’m gönlüne kibir ve gurur girmesine
yolaçtı. Bir giin ileri gelen adamlarından birkaç kişiyle bir
likte avlanmak için dağlara çıktı ve kendisini çevreleyen
tehlikeden habersiz olarak, Hazubyan yolu denilen bir ye
re vardı. Meğer düşmanı Emîr Şeydi orada pusudaydı ve
aniden çıkıp Pir Budak’ın üzerine atılarak kendisini de,
yanındaki adamları da öldürdü; onlardan hiç biri, bu kan
lı felaketten sağ salim kurtulamadı. Şair demiştir ki:
«Mutluluk ve ikbal de olsa elinde,
«Taç ve taht sahibi de olsan dünyada,
«Dünya ülkelerini dc ele geçirsen Feridun gibi,
«Karun gibi hazine ve altınların da olsa,
«Yücelerde bulunan Güneş, o güzel gezenek,
«Senin bayrağının hizasına da gelse,
«Bütün dünya senin bir sözünle de yönetilse,
«Ve Süleyman gibi bağlı da olsa tacına, tahtına,
«Aslında itibarsız itibarlardır bütün bunlar,
«Ve işin sonucunda akıbeti yok olmaktır hepsinin.»
O zaman Kürt şairleri bu Bey’in hayatım, cesaret,
yiğitlik, cömertlik ve alicenaplık olan niteliklerini ele ala
rak hikaye ve kafiyeli şiirlerle ipliğe takılan birer inci gi
bi dizmeye başladılar; bu şiir ve hikayeler dilden dile dolaş
tı; ses ve saz sanatçıları, meclislerde ve şölenlerde hüküm
darların ve beylerin huzurunda bunları, Kürtlere özgü ma
kamlarla ve nağmelerle söylemeye başladılar.
Pir Budak’ın, yerine geçecek erkek çocuğu olmadığı
için, yerine kardeşinin oğlu Budak bin Rüstem geçti. Bu
Beyin yönetiminin üzerinden iki yıl geçmişti ki, hizmetçi
lerin, kölelerin, ordu ileri gelenlerinin bu süre içinde ken
disine gerektiği gibi boyun eğmedikleri ve itaat etmedikle
ri görüldü. Bu da kendisini çok endişelendirdi ve rahatsız
etti; sonunda bu endişe ve rahatsızlık, hayatına mal oldu.
Bununla bu ailenin devleti sona erdi ye yönetim hizmet
çilerine ve adamlarına geçti.
Bu eski ailenin binasının yıkılmasından sonra Baban
Hükümeti’nin yönetimini eline alan ilk adam, Pir Nazar
bin Bayram adında biriydi. Kendisi cesaret ve cömertlikle
nitelendirilir; ve iyi bir ahlaka sahip olması, başkasına kar
şı iyiliksever olması ve herkes arasında adalet ve barış
bayraklarını dalgalandırması dolayısıyla, hem halkın, hem
de askerlerin sevgisini kazanmıştı. Kahir kuvvetiyle, Ba
rış Diyarı Bağdad’a bağlı Küfra Nahiyesi’ni alarak Baban
Vilayeti’ne katmayı başardı.
Kendisinden sonra Baban Vilayeti iki kısma ayrıl
dı. Pir Budak’ın yetiştirmiş ve kendi zamanında her bi
rine «Mirsancak»lık görevini vermiş olduğu iki adam var
dı; birinin adı Süleyman, diğerinin de Mir İbrahim’di. Bun
lar, Pir Nazar bin Bayram’ın ölümünden sonra Baban
Vilayeti’nde yönetimi kendi aralarında paylaştırdılar ve bir
süre Hükümet işlerini birbiriyle ittifak ederek yönettiler.
Sonra, müfsitlerin bozgunculuğu ve dedikoducuların aldat
ması yüzünden aralarında anlaşmazlık çıktı; ve dostluk, ye
rini düşmanlığa, sevgi de yerini karşılıklı mücadeleye bı
raktı. Sonunda Süleyman, hasmı İbrahim’i yakalayarak öl
dürdü ve yönetimindeki yerleri de Baban Vilayeti’nin ken
di yönetimindeki yerlere kattı. »Sonra Süleyman, ülkeyi 11
yıl yönettikten sonra Allah’ın rahmetine kavuştu ve dört
erkek çocuğu bıraktı: Hüseyin, Rüstem, Muhammed ve
Süleyman.
İbrahim ise, yukarıda da geçtiği gibi, Pir Nazar'm
ölümünden sonra, ortaklık yoluyla Baban Vilayeti’nin yarı
sını dokuz yıl yönetti. Süleyman tarafından öldürüldüğü
zaman üç erkek çocuğu vardı: Hacı Şeyh, Emîre ve Mîr
Süleyman. Bunlardan Hacı Şeyh bin İbrahim babasının öl
dürülmesinden sonra vatanını terkederek ve ailesinden
ayrılarak, Acem ülkesinde Şah Tahmasp’ın Sarayına il
tica etti. Fakat Şah Tahmasp’tan umduğu yardımı almaya
muvaffak olamadı ve umutsuz, perişan olarak ülkesine
döndü. Sonra, Mîr Süleyman’ın kardeşi Mîr İzzeddin’in
Nelin ve Diyale nahiyelerindeki vekillerini öldürmeyi ba
şardı ve bu iki nahiyeyi ele geçirdi. Mîr Süleyman’ın ölü
münden sonra ise Baban Vilayeti’nin tamamını ele geçir
meyi başardı ve oranın bağımsız Hükümdarı oldu.
Hacı Şeyh’ten, Şah Tahmasp’a karşı düşmanlık ve
meydan okuma anlamına gelen bazı davranışlar görüldü.
Şah, Kızılbaş ordularını üç defa üzerine gönderdiyse de,
her üç defasında da galibiyet Hacı Şeyh’in nasibi oldu ve
Kızılbaşlar ağır yenilgiye uğradılar. Oysa Kürdistan hü
kümdarlarından ve beylerinden kendisine kimse yardım
etmedi; yalnız ok ve yaylarla silahlanarak gaza ve cihat
amacıyla ordusuna katılan bazı öğrenci ve bilginlerden yar
dım gördü.
Sultan Süleyman’ın Barış Diyarı Bağdad’ı fethedip
kışı orada geçirmeye karar verdiği 941 (1535) yılında,
Hacı Şeyh, yüce eşiklerle mutlu olmak amacıyla Sultan’ın huzuruna koştu. Merge Nahiye’sine ulaşınca, bu
taraftaki serkeş Kürtler kendisine karşı çıktılar ve geçme
sini önlemek istediler; birkaç arkadaşıyla birlikte ava çık
ması fırsatından yararlanarak, namaz kıldığı sırada kendi
sine saldırdılar. Etrafında şiddetli bir çarpışma oldu; bu
çarpışmada kendisi ve kardeşi Emîre öldürüldüler. Hacı
Şeyh, Budak ve Sarım adlarında iki çocuk bıraktı. Süley
man adında bir kardeşi daha vardı ki kendi eceliyle öldü.
'
t
ö te yandan Sultan Süleyman, Hacı Şeyh’in yukarıda
geçtiği gibi Merge’nin katı yüreklileri tarafından öldürül
düğünü Bağdad’da duyunca Baban Vilayeti’ni oğlu Budak’a verdi. Bu Bey 16 yıl süreyle en iyi şekilde yönetim
görevini yaptı ve vatandaşlar, herkes arasında adalet ve
eşitlik bayraklarını dalgalandırdı. Sonunda bazı mütegallibeler, daha sonra anlatacağımız olaylar nedeniyle, Mîr
Süleyman’ın oğlu Hüseyin Bey’i, Baban Hükümeti’ni ken
disi için istemeye kışkırttılar. Bunun üzerine Sultan
Süleyman’ın Divanından, bu dileğinin yerine getirildiği
konusunda bir emirname çıktı. Hüseyin Bey de, îmadiye
Hükümdarı Sultan Hüseyin’den destek alarak Baban Vilayeti’ne gitti. Budak Bey ise ikisine karşı direnmedi ve kur
tuluşu Acem ülkesine kaçmakla bularak Şah Tahmasp’ın
eşiklerine iltica etti.
İran’da altı ay kaldıktan sonra, Vezir-i Azam Rüs
tem Paşa kendisini İstanbul’a getirterek, Baban Vilayeti’nin kendisine verilmesi ve yüce Padişahlık hil’atleriyle tal
tif edilmesi konusunda bir Padişahlık emirnamesi çıkarttı,
kendisini izzet ve ikramla irsi vilayetine geri yolladı. Bu
dak Bey «Rabiyet Bulak» denilen yere varınca, Mîr Sü
leyman Bey’in oğlu Hüseyin Bey 8.000 piyade ve süvari
den kurulu bir orduyla görünerek kendisine karşı koymak
ve savaşmak istedi. Fakat savaş ateşi alevlenip de henüz
yalnız on kişi kadar öldürülmüştü ki, Hüseyin Bey kurtu
luşu İstanbul’a kaçarak Sultan Süleyman’ın eşiklerine il
tica etmekte buldu. İleri gelen komutanlar aracılığıyla du
rumunu Sultan'a arzedince ve onun tarafından kabul
edilmekle müşerref olunca, kendisinin de Baban Vila
yeti yönetiminde Budak Bey’e ortak olması ve Sultan’ın
bu emri konusunda asla anlaşmazlığa düşmemeleri üstü
ne bir Sultanlık emirnamesi çıktı.
Bunun üzerine Hüseyin Bey derhal Baban Vilayeti’ne döndü. Fakat işler kendisine zorluk çıkarıp birikti;
sonunda da mücadeleye ve döğüşmeye yolaçtı. Bu çar
pışmalar Hüseyin Bey’le kardeşi Rüstem Bey’in öldü
rülmesiyle sonuçlandı. Bunun haberi İstanbul’da Sultan’m kulaklarına gidince, Budak Bey’e karşı öfkesi şid
detlendi; Baban Vilayeti’ne komşu olan Kürt beylerine,
Budak Bey’in üzerine yürümeleri ve onu ortadan kaldır
maları için emir verdi. Bunun üzerine Budak Bey, îmadiye Hükümdarı Sultan Hüseyin Bey’e sığınmaktan baş
ka çare bulamadı; çünkü direnmeye gücü yetmiyordu.
Hüseyin Bey de Budak Bey’in durumunu Sultanlık eşik
lerine arzetti ve suçlarına göz yumulmasını, Sultan’ın af
fının kapsamına alınmasını ve irsi görevinin kendisine ge
ri verilmesini diledi. Bunun üzerine çok şefkatli ve affa
çok eğilimli olan Sultan, İmadiye Hükümdarı’nın dileğini
olumlu karşıladı ve Budak Bey’i affederek, Baban Vi
layeti yerine kendisine Ayntab Sancağı’m verdi. Budak
Bey’in Baban Vilayeti’ndeki payı ise Veli Bey adında bir
adama verildi.
İki Şehzade, Selim ile Bayezid,(359) Konya Vilayeti
üzerine çatışırlarken, Budak Bey Kütahya’da bulunan
Şehzade Bayezid’in tarafını tutarak yanına gitti. Bu sı
rada onun hakkında, Bayezid’e, babasından, kötülük çı
karan Babanlı Budak Bey'i öldürüp başını Sultanlık Sa
rayına gönderdiği takdirde, kendisinin*3“ 2 işlemiş olduğu
başkaldırma suçunu affedeceği yolunda emir verildi. Bu
nun üzerine Şehzade Bayezid hemen babasının isteğini
yerine getirerek, Budak Bey’i Kütahya’da öldürdü ve
başını İstanbul’a gönderdi.
(359) K anuni S ultan S üleym an’ın iki oğlu (M.E.B.)
(360) Şehzade B ayezid’in (M.E.B.)
Budak Bey dört erkek çocuğu bıraktı: Hacı Şeyh,
Hüseyin Bey, Mîr Muhammed ve Mîr Seyfeddin. Hacı
Şeyh, Şehzade Bayezid’le birlikte Acem ülkesine gitti ve
orada, Şah Tahmasp’ın emri gereğince Bayezid’in yaka
lanışı sırasında, onun maiyetinde bulunanlarla birlikte öl
dürüldü. Mîr Seyfeddin de kendi eceliyle öldü. Muham
med Bey’e ise Kestane Sancağı verildi ve kendisi şimdi
orayı yönetmektedir.
Mîr Hüseyin hin Süleyman:
Emîr Hüseyin’in babasının ölümünden sonra Baban
Vilayeti Hacı Şeyh İbrahim’in eline geçince, bu Beyin
direnme olanağı kalmadı ve Şah Tahmasp’m Sarayına ka
çarak kendisine sığındı ve ondan yardım istedi. Şah bir
defasında kendisine, Dinewer (Dinever) Valisi olan ko
mutanı Çırağa Sultan Ustaclu aracılığıyla yardım etti ve
ikisi birlikte Baban Vilayeti’ne gittiler; fakat bir şey elde
edemediler. İkinci defasında ise Şah Kaçarlar’dan olan
Hemedan Valisi Gökçe Sultan’ı kendisiyle birlikte gön
derdi; fakat Gökçe Sultan görevini dikkatle yapmadı ve
ikisi de bir şey elde edemeden vilayetten geri döndüler.
Üçüncü defasında ise Şah Tahmasp, Abdullah
Han Ustaclu’yu Beylerbeyi ve büyük bir ordunun komu
tam olarak tayin edip, Emîr Hüseyin’le birlikte Baban Vilayeti’ni fethetmeye gönderdi. Emîr Hüseyin bu büyük
Kızılbaş ordusunu, yılanların bile kolayca hareket ede
meyeceği derecede her tarafta ağaçlarla kaplı olan Gılala
Dağı’na götürdü; orada düşmanı/ Hacı Şeyh’le karşılaştı ve
iki taraf arasında çarpışma başladı. Bu satırların yazarı
nın babası da, kısa zamanda başarısızlığa ve ağır bir yenil
giye uğrayan bu talihsiz orduyla beraberdi. Babamın en
değerli adamlarından 30 kişi savaş alanında öldü. Ayrı
ca Kızılbaş topluluklarından da 2.000 kişiden fazla, han
çer ve kılıçlara ve diğer öldürücü ve yokedici silahlara
yem oldu. Sağ kalan subay ve komutanlar da çıplak
ve başaçık olarak ve hiç bir şeye bakmaksızın kaçtılar.
Bu durum Şah Tahmasp’ın öfkesini kabarttı ve Emîr Hü
seyin’e, tedbirsizliği yüzünden şiddetle kızdı; kendiyle iki
kardeşi Rüstem ve Muhammed’i yakalayarak hepsini
Acem ülkesinin kalelerinden birine hapsettirdi.
Bir süre Sonra Şah kendilerini serbest bırakınca bu
sefer Acem ülkesinden İstanbul’a kaçarak Osmanlı Sul
tanı Süleyman Han’in Sarayına iltica ettiler. Sultan Sü
leyman da onları yüce ilgisinin kapsamı içine aldı ve on
ları Rumeli Vilayeti’nde, geçimlerini sağlayacak görev
lere tayin etti. Bunlar oraya gidip altı yıl kaldılar. Son
ra imadiye Hükümdarı Sultan Hüseyin Bey, durumları
için aracılık etti ve Rumeli’den çağrılmalarını, Baban
Eyaleti yönetiminin kendilerine verilmesini sağladı.
Biraz önce anlatılan olayların meydana gelmesinden
sonra, Mîr Hüseyin bin, Süleyman, Budak Bey bin Hacı
Şeyh tarafından öldürüldü ve Hıdır Bey adında bir tek
çocuk bıraktı. Hıdır Bey bir süre, Baban’a bağlı Merge
Nahiyesi’nin yönetiminde bulundu. Sonra Mekrîli Emîre
Bey, Kızılbaşlar’dan yüz çevirip ve onlara gücenip mer
hum Sultan Murad Han'ın'861* Sarayına iltica edince, Os
manlI Devleti’nin yöneticileri bu Merge Nahiyesi’ni, yö
neticisi Hıdır Bey bin Mîr Hüseyin’den alarak adı geçen
Emîre Bey’in çocuklarından birine verdiler. Bu durum
da, Hıdır Bey ile Emîre Bey arasında mücadele ve tartış
malara yolaçtı. Bu sırada ölüm Hıdır Bey’i yakaladı ve
kendisi Allah’ın rahmetine kavuştu. Baban aşireti de bu
güne kadar hükümdarsız kaldı. Fakat onların tam silah
lı 4.000 süvari kadar bir askeri kuvveti vardır ve bun
lar kimseye itaat etmezler.
Bir rivayete göre, Rozkan ve Hakkari aşiretleri de
aslen Baban soyundandır. Baban aşiretinin adamları iba
dete ve hayır işlerine çok eğilimlidirler; dinî kurumlar
kurmaya ve din öğretilerini yaymaya çok çalışırlar; on
lardan her zaman dindar ahitler ve fazilet sahibi, bilgin
adamlar yetişir. Bu aşiretin liderlerinden her biri bu ül
kenin bir tarafını yönetmektedir. Hepsi birlikte, Şehrezol
Vilayeti’nin Hâzinesine yılda dört kese altın vermeyi
taahhüt etmişlerdir. Baban Vilayeti’nin topraklan özel
Padişahlık emlakine dahil olduğu için, hükümet adamla
rından olan memurlar ve görevliler, onlara karşı geçin
me ve memnun etme muamelesi yaparlar; kendilerine yıl
lık para ve hediyeler gönderirler. Aksi takdirde, Babanlılar ne Beylerbeyi’ne, ne defterdarlığa, ne de diğer me
mur ve görevlilere bir tek kırmızı mangır bile vermezler.
Bu durum, içinde bulunduğumuz şu tarihe, yani Hicri
1005(1597) yılma kadar bu tarz üzerine devam edegelmiştir.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Mekrî Hükümdarları Hakkındadır
Gerçeklerin ve güzel yazmanın sırlarını bilen fazilet
sahiplerinin sözlerinin muhtevasından anlaşıldığına gö
re, Mekrî hükümdarlarının soyu, Şehrezol Nahiyesi’nde
oturan Mekrî kabilesine ulaşır. Sözlerine güvenilir bazı
kimselerin rivayetine göre ise,, bunlar Baban soyundandır.
Dillerde dolaşan rivayetlere göre ise, Seyfeddin adında bir
sulamacı bu ailenin büyüğüdür ve aile adı kullanıla kul
lanıla «Mekrî» şeklini almıştır. Bilgi Allah indindedir.
Bu Seyfeddin akıllı, keskin zekalı ve geniş ölçüde
kurnaz bir dahiydi; büyük bir deha ve kurnazlığa sahip
ti. Başlangıçta ve Türkmen sultanları*3621 döneminin son-
iarına doğru, Baban aşiretinden ve Kürdistan’m öteki
aşiretlerinden çevresinde birçok adam topladı; Deryas
Nahiyesi’ni Çabıklu aşiretinden almakta bunlardan yar
dım istedi ve burayı kendi yönetimi altına aldı. Bir süre
sonra Dulbarik Nahiyesi’ni, daha sonra da Extaci (Ahtacı), Iltemur ve Seldoz’u ele geçirdi. Böylece o taraflar
üzerine tedricen egemenliğini yaydı ve kimseye bağımsız
lık yada tek başına kalma fırsatını vermedi. Hatta çev
resinde toplanan bütün aşiretler de «Mekrî» adıyla ad
landırıldılar ve Seyfeddin, uzun zaman o ülkenin Beyi ol
du. Sonra Allah’ın rahmetine kavuşarak iki çocuk bırak
tı: Sarım ve Baba Ömer.
Sarım bin Seyfeddin Mekrî:
Bu bey babasının tahtına çıkıp onun yerine geçince,
Şah tsmail-i Safevi, Mekrî Vilayeti'ne boyun eğdirmeye
ve köklü bir geçmişe sahip olmayan bu aileyi ortadan
kaldırmaya karar verdi; arkasından Mekrî’nin üzerine
büyük ordular gönderdi. İki taraf arasında defalarca sa
vaş çıktı; fakat her defasında zafer Sarım Bey’c yar olu
yor ve Kızılbaşlar yenilgiye uğruyordu. Hicri 912 (1507)
yılı girinceye kadar durum böyle devam etti. Bu tarihte
Şah İsmail gelip kışı Hoy Şehrinde geçirdi ve yanında.
Mühürdar Sarı Ali de bulunan Durmuş Han’ın babası
Abdi Bey’in komutasında, Şamlu aşiretini Sarım Bey’le
savaşmaya gönderdi. Abdi öey’le Mühürdar San Ali Sa
rım Bey’le savaşmaya gittiler ve iki taraf arasında şid
detli bir savaş oldu. Savaş, her iki komutar-n, ŞamJu
ileri gelenlerinden ve subaylarından büyük bir toplulukla
birlikte öldürülmeleriyle sonuçlandı ve Sarım bunlara
karşı parlak bir zafer kazandı. Sonunda Sarım Bey de,
Kürdistan’m öteki hükümdarlarından bir kısmıyla bir
likte, İran’ın Kisra kırallannı ezen Sultan Selim Han za
manında Osmanlılar’ın tarafına katıldı. Böylece Sarım
Bey, Kızılbaşların tahakkümünden ve kendisine yaptık
ları saldırılardan kurtuldu.
Al-ı Osman tahtına, Rum ve İran kayserlerinle mül
künün varisi olan Sultan Süleyman Han çıkınca, Sarım
Bey Sultan Süleyman’ın Sarayına koşarak, kendisine ita
atini ve boyun eğişini sundu. Bunun üzerine, babasının
görevinin, ikta’ mülkiyeti yoluyla kendisine verilmesi ve
yine eskisi gibi vilayetine geri gönderilmesi konusunda
yüce Padişahlık emirnamesi çıktı. Ne var ki, Bey, alışmış
olduğu vatanına dönüp orada karar kılar kılmaz, bu se
fer de kendisine ölüm ordusu saldırdı ve fani hayat şeh
rinden elini çekerek onu beka diyarına götürdü.
Sarım Bey üç erkek çocuğu bıraktı: Kasım, İbrahim,
Hacı Ömer. Fakat bunların hiçbiri de devlet tadını iti
madı; çünkü hepsi gençliklerinin baharında öldü.
Sarım Bey’in amcasının oğlu Rüstem bin Baba
Ömer bin Seyfeddin’in üç erkek çocuğu vardı; Şeyh Hay
dar, Mîr Nazar ve Mîr Hıdır. Bunlar Sarım Bey’in ço
cuklarının ölümünden sonra irsi vilayeti aralarından tak
sim ettiler. Büyük kardeş Şeyh Haydar’ın payına Deryas,
Dulbarik, Selduz vc Extaci (Ahtacı) nahiyeleri düştü;
Mîr Naı-ır’ın payına da lltemur Nahiyesi düştü; Mîr Hıdır ise Muhammed Şah Nalıiyesi’ni aldı. Üç kardeş, Al-ı
Osman’dan ayrılıp Şah Tahmasp’m Sarayına itaatlerini
sunmak konusunda ittifak ettiler. Bu durum, 948(1542)
yılının aylarından birinde Elkass Mirza karışıklıkları çı
kıncaya kadar böyle sürdü, feu tarihte ise Kürdistan hü
kümdarlarından Imadiye Hükümdarı Sultan
Hüseyin,
Hakkari Hükümdarı Zeynel Bey ve Bıradost beylerine,
Mekrî hükümdarları üzerine yürümeleri için, Sultan Sü
leyman Han tarafından emir verildi, iki taraf arasında
savaş çıktı ve kanlı çarpışmalar oldu; bu çarpışmalarda
her üç kardeş de öldürüldü. Şeyh Haydar, Emîre ve Hü
seyin adında iki çocuk, Mîr Nazar da Bayram adında bir
çocuk. Mîr Hıdır ise Uluğ Bey ve Mîr Haşan adında iki
çocuk bıraktılar. Bunların hepsi küçüktü ve hükümdar
lık yapacak güçte değildir.
Emîre Bey bin Hacı Ömer bin Sarım bin Seyfeddin
Şeyh Haydar’ın öldürüldüğü haberi Sultan Süleyman
Han’ın kulaklarına gidince, Kürdistan beylerinin dileği
gereğince, Mekrî beyliğinin Emîre Bey’e verilmesi konu
sunda yüce emri çıktı. Emîre Bey tam 30 yıl, kudret ve
yetenekle, işleri yönetti; Deryas ile Mekrî aşiretini sa
vunup korudu, ölünceye kadar Sultan’a içten itaat etti
ve görevinin gereklerini yerine getirdi, ölüm kendisini
yakaladığında Mustafa Bey adında bir tek çocuk bıraktı.
Emîre Bey bin Şeyh Haydar:
Amcasının ölümünden sonra Şah Tahmasp’m Sara
yına itaatini sundu. Bunun üzerine Şah, kendisine Mekrî
Vilayeti’nin yönetimini verdi ve bir süre buranın bağımsız
Hükümdarı oldu. Şah Tahmasp ölünce, Emîre Bey Kazvin’c giderek Şah Ismail’in(363J hizmetiyle müşerref oldu.
Şah İsmail kendisini iyi karşıladı ve ilgisinin kapsamı
içine aldı. Böylece Emîre Bey, özlemine kavuşmuş ola
rak ülkesinin merkezine döndü. İran Hükümdarlığı Şah
Muhammed’e geçince, kendisi gerçekten zayıf olduğu
için Kızılbaş beyleri ve komutanları, işlerin dizginini
kendi ellerine aldılar; bu yüzden de Acem ülkesinin her
tarafında baskı, zulüm ve karışıklıklar çıktı. Bunun üzeri
ne Emîre Bey, Kürdistan, Loristan ve Erdelan’ın öteki
beyleri ve hükümdarlarıyla birlikte, Van Beylerbeyi Şah
Muhammed’in aracılığıyla, 991(1583) yılının aylarından
birinde Sultan Murad Han’ın sarayına iltica etmek zorun
d a kaldı. Bunun üzerine, Baban Vilayeti’nin de irsi vila
yetine katılması, Musul Sancağı’nm da yine kendi vilayeti
ne ilhak edilmesi konusunda Padişahlık emirnamesi çık
tı; ayrıca çocuklarına da Erbil Sancağı ile Tebriz Vilayeti’ndeki Merağa’ya bağlı bazı yerler verildi.
Emîre Bey, Van Beylerbeyi Mehmed Paşa’yla bir
likte, dondurucu kışın ortasında, Urmi (Urmiye) yoluyla,
Merağa Valisi Bektaş Kuli Ustaclu Bey’in üzerine yürü
dü. Bektaş Kuli onlara karşı direnmedi ve mallarını, eş
yasını, vatandaşının mallarını yağma ve talana açık bı
rakarak kurtuluşu kaçmakta buldu. Bektaş Kuli’nin bı
raktıkları arasında Şah Tahmasp’ın güzel atları da(364>
vardı. Soyluluk ve çokluk yönünden hiçbir zaman ben
zerleri bulunmamış olan bu atlar, uzun zamandan beri
gelenek gereğince Karacık’ta beslenirlerdi. Emîre Bey ile
Mehmed Paşa bu atlardan büyük bir miktar seçerek
Van’a getirdiler. Şair demiştir ki:
«Bin tane güzel attır güzel biçimli, güzel boylu
«Binicilerinin emrindedir hepsi
«Kırbaç tehdidini hissettikleri anda
«Hemen yarışa girerler vakitle
«Çölde koşan kurt gibidir hızlı yürüyüşlerinde
«Ve denizde yüzen deniz kuşları gibi.»
Van Beylerbeyi Mehmed Paşa muzaffer ve başarılı
olarak Merağa seferinden dönünce, Emîre Bey’in oğlu
nu da yanma alarak, Emîre Bey’in Osmanlı Sarayı’na
olan güzel hizmetlerini ve içten bağlılığını birlikte arzetmek üzere, Serdar-ı Ekrem Ferhad Paşa’nm hizmetine
katılmak amacıyla Erzurum’a gitti. Onlar Erzurum’a va
rınca, Ferhad Paşa da bunu Haşmetlu Padişah’a arzetti.
Padişah da, Emîre Bey’in Osmanlı Sarayı’na sadakat
ve bağlılığını duyar duymaz, onu, Merağa Vilayeti’nin,
burayı Kızılbaş’ların memur ve adamlarının elinden al
ması şartıyla, beylerbeyliği olarak kendisine verilmesiy
le taltif etti. Böylece bu Bey, Osmanlı Paşalarının arası-
na girdi ve hükümlerde, fermanlarda adı «Emıre Paşa»
olarak yazılmaya başlandı.
ö te yandan Emîre Paşa’mn amcasının oğlu Haşan
bin Hıdır, Deryas Nahiyesi’nin kendisine verilmesiyle tal
tif edilmişti. Kendisi, Emîre Paşa’dan önce Osmanlı Sarayı’na itaatini sunmuştu. Emîre Paşa bu nahiyeye gelin
ce Haşan Bey burayı kendisine teslim etmekte gevşek dav
randı ve kalesine kapanarak direnmekte ısrar etti. Bunun
üzerine Emîre Paşa hemen kaleyi şiddetli bir şekilde ku
şattı ve Haşan Bey’i çıkmaya zorlayarak öldürdü. Ha
şan Bey’in kardeşi Uluğ Bey ise, bazı taraftarlarının yar
dımıyla, aniden kaleden kaçmayı ve Serdar Ferhad Paşa’nm hizmetine girmek için Erzurum’a gitmeyi başardı.
Fakat Emîre Paşa’nın saldırganlığından vc hilesinden kor
karak orada da kalamadı ve Şah Sultan Muhammed’in
Sarayına iltica etti. Bu Şah kendisini iyi karşıladı, ilgisinin
kapsamına aldı ve Merağa’ya bağlı Dehxwarqan (Dehharkan)(3i5) Nahiyesi Hükümeti’ni vermekle taltif etti.
Emîre Paşa sonra kendi kardeşi Hüseyin’e yöneldi
ve amcasının oğullarının kendisine karşı ayaklanmala
rında onlarla ilişki kurmakla suçlandığı için onu öldürdü.
Böylece, kendisine muhalefet etmeyi aklından geçirmiş
olan küçük büyük bütün düşmanlarını ortadan kaldırmış
oldu; bundan sonra tam bağımsız bir hükümdar durumu
na geldi.
Bir süre sonra, Kızılbaşlarm saltanat merkezi Tebriz,
Osmanlı Devleti’nin yöneticilerinin eline düştü ve Vezir
Cafer Paşa oranın muhafızlığına tayin edildi. Bu Paşa
Merağa’yı da kendi yönetimine almak istedi; çünkü Merağa eskiden Tebriz’e bağlıydı. Fakat beylerbeyi rütbe
sini elde etmiş olan Emîre Paşa bundan hoşlanmadı ve
boyun eğmeyi reddetti. Cafer Paşa bunu fırsat bilerek.
(365) G aliba bu, <?Dehnexercan» (D ehnehircan) adının dcğlşmİQ şeklidir. (M.A.A.)
Haşmetlu Sultan nezdinde Emire Paşa’nm aleyhine ya
vaş yavaş oyunlar hazırladı ve bu durum Padişah’ı öf
kelendirdi. Bunun üzerine Baban Vilayeti’yle Musul ve
Erbil sancaklarının kaldırılması ve Emîre Bey’den alın
ması konusunda emirler çıktı. Sonra onu öyle bir duru
ma getirdiler ki, kendisine şunları söylediler: «^ferağa
Tebriz’e bağlıdır ve özel Padişahlık emlaki arasına alın
madığı takdirde, Tebriz Vilayeti’nde yönetim giderlerini
sağlamak mümkün olmayacaktır. Bunun için Merağa ge
lirlerinden her yıl Tebriz Hazincsi’ne, asker yiyeceğine
harcanmak üzere 15 kese altın verilmesi gerekmektedir, s
Bu durum karşısında Emîre Paşa, Tebriz Hazinesi’ne her
yıl bu büyük miktarı ödemeyi kabul etmek zorunda kaldı.
Cafer Paşa da birkaç yıl Emîre Paşa’dan bu miktarı aldı.
Fakat Cafer Paşa bununla yetinmedi; Tebriz Vila
yeti’nin yeniden yazılması fırsatından yararlanarak Merağa’yı özel Padişahlık emlaki arasına koydu ve 15 kese
altın ödenmeyi taahhüt eden bir mültezimi de sancak yo
luyla tayin etti. Bu durum, bir yıl sonra Merağa halkının
darmadağın olmasına ve vatanlarından ayrılmasına, o ma
mur beldenin de tehlikeli derecede harap olmaya yüz tut
masına yolaçtı; Sancakbeyi de bir tek mangır bile elde
etmeyi başaramadı; ayrıca devlet hâzinesine de bir tek
kese altından başka bir şey girmedi. Böylece Emîre Pa
şa, vilayetine katılarak yönetimine verilmiş olan bütün
yerlerden tecrit edildi ve eski irsi vilayetiyle kanaat et
mek zorunda kaldı.
Emîre Paşa ve ulu çocukları Merağa ve ona bağlı
yerleri yönettikleri sırada, büyük oğlu, Sultan Murad
H an’ın emriyle, Merağa’ya bağlı olan Sankurgan Kalesi’ni yeniden yaptırmıştı. Bu kaleyi daha önce Emîr Titnur;366) yıkmış ve altını üstüne getirerek bir toprak yığını
olarak bırakmıştı. Şeyh Haydar bu kaleyi 1002(1594)
yılı girinceye kadar yönetti. Bu tarihte Tebriz Vilayeti
Bağdad Beylerbeyi Hıdır Paşa’mn yönetimine bırakılın
ca, Merağa’daki görevliler kendisine, Merağa’nın, Şeyh;
Haydar m yapmış olduğu kale yüzünden yıkıldığını arzettiler. Bunun üzerine Hıdır Paşa hemen bozgunculara ku
lak verdi ve adı geçen kale ile ona bağlı nahiyeleri,
sancak yoluyla Mahmudîyan aşiretine verdi. Mahmudîyan’hlar da hemen Şeyh Haydar’la çatışıp döğüştüler;
Mahmudîyan aşiretinin liderlerinden olan Zeynel Bey’
in kardeşi Mansur Bey’in iki oğlu Hamza ve Kubad,
adamlarından büyük bir toplulukla birlikte, Şeyh Haydar’a bağlı olan Mekrîlcr tarafından öldürüldüler.
1003(1595) yılında Hıdır Paşa, Mahmudîyan aşireti
nin kışkırtması ve Mego (Maku) Mirlivası İvaz Bey bin
Haşan Bey’in jurnallanyla Şeyh Haydar’ın kalesi üzeri
ne yürüyüp tahrip etmek ve intikam almak istedi. Şeyh
Haydar başlangıçta yumuşak davranma, barışa eğilim
gösterme ve geçen savaşta öldürülen Mahmudîyan aşire
tinin adamlarının kanlarına karşılık hem diyet, hem de
tarziye vermek yolunu izledi; bundan amacı da Paşa’nm
gönlünü almak ve geri dönmesini, kendisinden vazgeçme
sini sağlamaktı. Fakat kışkırtıcılar bundan hoşlanmadılar
ve Paşa’yı kaleyi kuşatmaya, içindekilerin boğazını sıkma
ya teşvik etmekte ısrar ettiler. Bir durum, Şeyh Haydar’i,
yakarıştan, özür dilemekten ve barışa eğilim göstermek
ten vazgeçmek zorunda bıraktı. Ve Şeyh Haydar şidde
te, hemen şiddetle karşı koymaya karar verdi; cesaret ve
ciddiyetle kolları sıvayarak vurmaya ve vuruşmaya hazır
landı; ve kanlı çarpışmaların toz-dumanma dalmaya ha
zırlık yaparak, Paşa’nın ordusunun karşısında büyük bir
Kürt kahramanları topluluğuyla saf tutarak yer aldı. Şa
ir bu çarpışmalar konusunda şöyle diyor:
«Eller neredeyse bileklerden kopacaktı
«Ve kirpi sırtına dönecekti zırhlar, saplanan ok
larla
«Kana bulandı bütün bu oklar
«Ve kırmızıya döndü hepsi yiğitlerin kanından
«Kürt kahramanlarının oklarının uçuşması
«Artırdı havanın soğukluğunu, tıpkı kar fırtınası
gibi
«Mızrak uçlarının zırhlara saplanması
«Yılanların deliklerine girmesini andırırdı.»
İki topluluk birbirine girip savaşın kızgınlığı şid
detlenince ve İvaz Bey çarpışmada ölüp, savaş ateşi yaşı
da, kuruyu da yemeye başlayınca, Emîre Paşa duruma
müdahale etti ve savaş alanına inerek oğlunu savaşa de
vam etmekten ve vuruşmayı sürdürmekten alıkoydu. Hıdır Paşa, Emîre Paşa’nm bu davranışına, barışa eğilim
göstermekle karşılık verdi ve aynı gün savaş alanını terkederek ülkesine geri gitti.
Emîre Paşa’nın dört erkek çocuğu vardı: Budak
Bey, Kasım, Şeyh Haydar ve Hüseyin. Bunlar, babala
rı, Sultan Murad Han’ın sarayına iltihak edince' sancak
beyi rütbelerine ulaşmışlardı. Budak Bey eceliyle öldü.
Hüseyin Bey, ağabeyi Kasım Bey’i öldürünce, Şeyh Hay
dar da kardeşinin kısasını almak için Hüseyin Bey’i öl
dürdü. Böylece Emîre Paşa’nın, halen hayatta Şeyh Haydar’dan başka çocuğu kalmadı.
Halen baba ile oğul yönetiminde kalmış olan kale
ve nahiyeler ise kendi irsi vilayetlerinin dışında Terqe
(Terka), Sankurgan, Doab, Leylan nahiyeleri ile Terqe
ve Sarıkurgan kaleleridir. Bu mütevazi satırların yazılışı
sırasındaki durumları işte budur. Gizli ve daha da gizli
şeyleri bilen Allah’tır; kaderin onlar için neler hazırla
dığını o daha iyi bilir.
/
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Bıradost Hükümdarları Hakkındadır
Bu bölüm iki daldan ibarettir.
Açıkça bilinmektedir ki, Bıradost hükümdarları as
len Goran aşiretindendir. Daha doğru bir rivayete göre
ise, D in eler (Dinever) ve Şehrezol hükümdarları olan
Hilal bin Bedir bin Hasanveyh soyundandır. Bu rivayete
göre Hilal, Hemedan Valisi Deylemli Şemsüddevle ile
yaptığı savaşta öldürülünce, kendisine bağlı olanların
topluluğu darmadağın olmuş; devletinin düğümleri çö
zülmüş ve çocukları bu diyara düşmüşlerdir. Bunlar üç
kardeşti. Biri, babasının yerine Şehrezol Vilayeti’nin yö
netimini eline almış; İkincisi Eko aşiretinin başına geç
miştir. Üçüncüsü ise başlangıçta, Urmi’yc bağlı Han-Elînas Nahiyesi’ne gitmiş ve orayı mülkiyetine geçirerek
yönetmiştir. Üç kardeşin de şanı günden güne yücelmiş
ve, yönettikleri ülkelerde beylik derecesine ulaşmışlar
dır. Bıradost halkı arasında yaygın olan inanca göre, hü
kümdarları, Bilan denilen birinin çocuklarıdır. Şüphesiz
bu yanlıştır ve «Hilal» kelimesinin bozulmuş şeklinden
ileri gelmiştir.
Bıı saygıdeğer hanedanın ve bu asil ailenin en doğ
ru yolda olanı, cn üstünü Sultan Ahmed’in oğlu Gazi
Qıran (Kıran)’dır. Kendisi, Kürdistan beyleriyle birlikte
Şah İsmail’e boyun eğmeden önce, Urmi’de bulunan Kı
zılbaş’ların büyük bir topluluğunu yenilgiye uğratmış ve
1.0C0 kadar adamlarım öldürmüştü. Kürdistan kıralları
ve beyleri Şah İsmail’e itaat ve bağlılıklarım sundukları
zaman, Şah kendisini iyi karşılamış ve ilgisinin kapsamı
içine almıştı. Şah ayrıca kendisini «Gazi Qıran» unva
nıyla taltif ederek ona Terkor, Somay, Dewl (Devi) na
hiyeleriyle bunlara bağlı yerleri vermiş ve bu konuda
bir Şahlık emirnamesi çıkarmıştır.
Gazi Qıran daha sonra Kürdistan’ın diğer kıral ve
beyleriyle birlikte Sultan Selim Han’ın Sarayına iltihak
etmiş ve hep birlikte ona içten bağlılık ve itaat etmişler
dir. Bu eşsiz Beyin yetenekleri, Sultan Selim Han’ın Teb
riz ve Azerbaycan ülkesini hedef alarak Acem ülkesinin
fethine yönelmesi sırasında kendini göstermiştir. Gazi
Oıran Sultan’ın yanındaydı ve onun güvenini kazanmış
tı; Sultan, önemli işlerde ve beklenmedik sorunlarda ken
disine danışırdı; fikirleri, öğütleri Sultan’ın Acem ülke
sinin fethi konusundaki tedbir ve planlarına uygun düşer
di. Bu nedenle Sultan kendisine son derece saygı ve ilgi
göstermiş; bu cümleden olarak özel sancağının gelirine
Erbil, Bağdad ve Diyarbekir vilayetlerinden büyük par
çalar katmıştır. Böylece dünya her taraftan kendisine
yüz vermiş ve kendisi uzun süre hükümdarlık işlerini yö
netmiş; uzun bir ömür yaşamış ve iki çocuk bırakarak öl
müştür: Muhammed Bey ve Ali Bey.
BİRİNCİ DAL
Somay Beyleri Hakkındadır'3*7*
Şah Muhammed Bey bin Gazi Qıran (Kıran):
Yönetimde babasının yerine geçti ve birkaç yıl Hü
kümet işini en iyi şekilde yönetti. Sonra kendisini ölüm
yakaladı ve dört çocuk bıraktı; Budak Bey, Haşan Bey,
İskender ve Zeynel. Beylik, büyük oğlu Budak Bey’e
geçti.
Budak Bey bin Şah Muhammed Bey:
Budak Bey, babasının ölümünden sonra, Sultan Se
lim Han’ın(368) emirnamesi gereğince beylik tahtına çıktı;
(367) K itab ın başındaki ta sn ife göre B irinci D al V uşnî (E ş.
nû y ad a E şn e), İkinci D al ise T erkew cr (T erkever)
h ü k ü m d a rları hak k ın d a olacaktı; o ta sn if b u ray la b ağ
d aşm am ak ta d ır. (M.E.B.)
<368) Selim II. olduğu an laş.lm a k tad ır. (M .E.B.)
ölüm kendisini yakalayıncaya kadar geçen süre içinde
hükümdarlık görevinde bulundu. Dört çocuk bıraktı. Ev
liya Bey, Şah Muhammed Bey, Şah Kuli Bey ve Şeydi.
Bunlar küçük olup beylik işlerini yönetecek durumda
olmadıkları için, Bıradost Hükümeti kardeşi Haşan Bey’e
geçti.
Haşan Bey bin Şah Muhammed Bey:
Kardeşinin ölümünden sonra Padişahlık emirname^
si gereğince Bıradost Hükümdarlığına geçti. Halka, aşîfet reislerine ve ülkenin ileri gelenlerine karşı kötü mua
melede bulundu; ayrıca komşu beyleri de, kendilerine kar
şı takındığı kötü tutum nedeniyle kızdırdı. Bu durum,
komşu beylerin, kendisinden şikayet etmelerine ve bu şi
kayetlerini Zeynel Beyt369) aracılığıyla yüce Asitane’ye
Sunmalarına sebep oldu. Bunun üzerine, Van Beylerbeyi
Hüseyin Paşa’ya, Haşan Bey hakkında soruşturma açma
sı için Padişahlık emri çıktı. Kendisini Van Divam’na ge
tirdiler ve hakkında yapılan araştırma ve soruşturmadan
sonra, kendisini Hükümet Sarayı’ndaki Divan meydanın
da bulunan bir ağaca boynundan astılar; kendisinden
sonra Bıradost Hükümeti’ni de Ali Bey’e verdiler.
Ali Bey bin Gazi Qıran:
Bu Bey, Haşan Bey’in öldürülmesinden sonra, Hüse
yin Paşa’nın arzı ve fikri, Sultan Selim Han’ın da emirna
mesi gereğince Bıradost Beyliği’nin tahtına çıktı. Bir sü
re hükümdarlık yönetiminde bulunduktan sonra, Bıradost
halkı Evliya Bey’in hükümdarlık yapmasına eğilim gös
terdi ve Ali Bey’in yönetiminden nefretlerini belirtti; son
ra İstanbul’a gidip Bıradost Hükümeti’nin Evliya Bey’e
verilmesini dilediler. Bunun üzerine, Hüsrev Paşa’nm
Urmi taraflarını egemenlik altına alması sırasında Is(369) D aha önce sözü edilen H a k k a ri H ü k ü m d arı Zeynel
Bey, y ad a H aşa n B ey'ln k ard eşi Zeynel Bey. (ALE.BJ
kender Bey bin Şah Muhammed Bey’e verilmiş olan Urmi Hükümeti, İskender Bey’den alınarak Ali Bey’e veril
mek suretiyle halkın dileği yerine getirildi. Ali Bey yal
nız bir yıl Urmi’yi yönettikten sonra çocuk bırakmadan
öldü. Urmi Sancağı'ndan azledilen İskender Bey ise, yö
netim istemek ihtiyacını duymadı ve inzivaya çekilmeyi
tercih ederek kendini bütünüyle ibadete verdi.
Evliya Bey bin Budak Bay bin Şah Muhammed
Bey:
Bu Bey, babası öldüğU zaman küçüktü; bu yüzden,
irsi Hükümeti bir süre amcasının oğullarının elinde kal
dı. Erginlik çağına erip de üzerinde zeka belirtileri, cesa
ret ve kamu işlerini yönetecek yetenek ve kudrete sahip
olma alametleri görününce, Bıradost aşiret ve kabileleri
kendisine yöneldiler ve bağlandılar. Sonra merhum Sultan’ın(370) eşiklerine bir heyet göndererek, beyliklerinin
kendisine verilmesini dilediler Dilekleri yerine getirilerek
985(1578) yılında beyliğin Ali Bey’den alınıp Evliya
Bey’e verilmesi konusunda Padişahlık emri çıktı. Şimdi,
yani 1005(1597) yılında Somay beyliği kendisinin kim
seyle çatışmaksızın yönetimi altmda bulunmaktadır.
İKİNCt DAL
Terkewer (Terkever) ve Davud Kalesi Beyleri
Hakkındadır071*
Nasır Bey bin Şer (Şir) Bey bin Şeyh Haşan Bey:
Bu Terkevver (Terkever) Nahiyesi’ni Terkewer bey
lerinin atalarından ve babalarından olan Sultan Ahmed
adında bir kişi, Bıradost Vilayeti’nden ayırarak sancak
yoluyla kendi yönetimine geçirmişti. Bu mütevazi kitabın
(370) M urad III. olduğu an laşılm ak tad ır. (M.A.A.)
(371) 367 N o’lı n o ta bakınız. (M.E.B.)
yazılışı tarihinde Terkewer Nahiyesi Nasır Bey’in yöne
timindeydi, halen de durum böyledir.
Bu Nasır Bey, yaşının ilerlemiş olmasına ve 80 ya
şından iazla bulunmasına rağmen cesur, alabildiğine cü
retli bir adamdır. Sınırlar ve gedikler üzerindeki çatışma
nedeniyle, Hakkarili Zeynel Bey’in egemenliği altında
bulunan Deri (Diri) aşiretiyle savaş ve döğüşe girdi ve
iki taraftan yüzden fazla adam öldürüldü. Birkaç defa,
vatanını terketmek ve Şah Tahmasp sarayına sığınmak
zorunda kaldı. Bununla beraber Hakkarili Zeynel Bey,
oğlu Şer (Şir) Bey’e iyilik etti ve kendisini yetiştirdi; yö
netime geçme yeteneğine sahip olduktan sonra, daha ön
ce Nasır Bey’in yönetiminden ayırmış olduğu Somay Hü
kümetini sancak olarak kendisine verdi. Fakat Şer Bey,
babasının uğradığı sıkıntıların etkisi yüzünden rahat ta
dını alamadı ve vebaya kurban gitti.
Zcvneddin Bey:
Şer Bey’in ölümünden sonra Terkewer (Somay) Hü
kümdarlığı görevi, amcaoğullarından Zeyneddin Bey’e
geçti. Bu Bey, Acem ülkesini fethetmek amacıyla, Kürdistan beyleriyle birlikte Tebriz’e saldırdığı sırada Sadabad denilen yerde Kızılbaş’larla yapılan döğüşte öldü
rüldü. Nasır Bey bu fırsattan yararlanarak Terkewer
Nahiyesi’ni yeniden kendi sancağına bağladı. Hıdır Bey
denilen biri, adı geçen nahiyenin kendisine verilmesi ko
nusunda İstanbul’da bir emirame çıkarttı. Fakat Nasır
Bey soyu sopu bilinmeyen bu adamı öldürmeye muvaf
fak oldu.
Adı geçen nahiye bundan sonra Yusuf Bey’e, sonra.
Şah Muhammed Bey’e ondan sonra da Hüseyni Bey bin.
Şeyh Hüseyin Bey’e verildi. Adı geçen nahiyenin fiili Be
yi halen odur.
Öte yandan Nasır Bey’in sekiz erkek çocuğu olmuş
tu: Şer Bey, Yusuf Bey, Karahan, Saruhan, Şah Muham
med, Timurhan, Hüseyni ve Haydar. Şer Bey, yukarıda
da geçtiği gibi vebadan Allah’ın rahmetine kavuştu. Oğul
larından Yusuf Bey ve Timurhan ise Hıdır Bey tarafından
öldürüldüler. Oğlu Saruhan Bey de kardeşi Hüseyni Bey
tarafından öldürüldü.
BEŞİNCİ BÖLÜM
Mahmudîyan Beyleri Hakkındadır
Gerçeklere aşık olan, doğru zekaya ve sağlam tabiate sahip kimselerce ve açık olayları, inceliklerin içyü
zünü araştıran tarihçilerce açıkça bilindiği gibi, Mahmu
dîyan beylerinin soyu, Mervani Hükümeti’nin sultanları
na ulaşır. Başka bir rivayete göre de, onlar Cezire hüküm
darlarının amca oğullarıdır. Şeyh Mahmud denilen bir
adam, Karakoyunlu Türkmenleri zamanında, aşiretiyle ve
kendisine bağlı adamlarla birlikte, bir rivayete göre Şam’
dan, diğer bir rivayete göre de ömeriye Ceziresinden
çıkarak Azerbaycan taraflarına gitti. Kara Yusuf, yerleş.meleri için kendilerine Aşut(372) Kalesi’ni verdi; reisleri
Şeyh Mahmud’u da subayları ve yaverleri arasına kattı.
Savaş ve döğüş meydanında cüret ve girişkenliğiyle ken
dini gösteren bu reisin yetenekleri görülünce, Kara Yu
suf kendisini ilgisinin kapsamı içine aldı ve ona güven
besledi. Sonunda Aşut Nahiyesi’nin beyliğini Xoşab (Hoşab) Nahiyesi’yle birlikte kendisine verdi ve kendisini
bunların ikisinin başına Bey olarak tayin etti; beyliğe de
«Mahmudiye Beyliği» adı verildi.
(372) E lim izde bulunan eski k a y n a k la rd a bu addan söz yok.
tu r. Yeni k ay n a k la rd a İse «Aşit» diye geçm ektedir. G a
liba ikisi de, Mu’ccm k itab ın d a «Aşeb» diye g eçea veşlm diki im adiye K alesi’nin kökeni olan yerin adının,
bozulm uş şeklidir. (M.A.A.)
Emir Hüseyin Bey bin Şeyh Mahmud:
Babasının ölümünden sonra beyliğe geçti. Akkoyunlu sultanları zamanında şanı yüceldi. Elbak Nahiyesi
Hakkari hükümdarlarından alınarak Emîr Hüseyin’in
Hükümetine ilhak edildi. Türkmen’lerin kendisine yar
dım etmeleri sayesinde, İzzeddin Şâr (Şir)in ordusunu
birkaç defa ağır yenilgiye uğratarak Şenbu Vilayeti’ni ele
geçirdi. Bu durum izzeddin Şer’i, Mahmudîyan aşiretinin
saldırısını püskürtmek için Bedlis Hükümdarı’ndan yar
dım istemek zorunda bıraktı. Bunun üzerine Bedlis Hü
kümdarı, Şeyh Emîr Bılbasî komutasında büyük bir or
duyu izzeddin Şer’in yardımına yolladı. Emîr Hüseyin bü
tün azametiyle, «Çeme Mîr» (Mir ırmağı) adıyla tanı
nan Xoşab (Hoşab) ırmağının kıyısı üzerinde karargah
kurmuş olarak dururken, Şeyh Emîr Bılbasî ile izzeddin
.Şer’in askerleri aniden üzerine saldırdılar. İki taraf ara
sında döğüş başladı ve Kürt kahramanlarının, ayaklan
kaydıran sesleri ve haykırışları göklere yükseldi. Mîr Hü
seyin bu çarpışmanın kızgın sırasında öldürüldü. Mîr Ha
mid adında bir oğlu vardı.
Mîr Hamid bin Mîr Hüseyin:
Babasının ölümünden sonra beylik tahtına çıktı ve o
da babası gibi, bir süre Kızılbaş beylerinin safında yer
aldı. Canını Yaradıcısma teslim ettiğinde üç çocuğu var
dı: Mîr Şemseddin, ivaz Bey ve Emîre Bey.
İvaz Bey bin Mîr Hamid:
Bu Bey babasının ölümünden sonra Xoşab Mirliva
sı görevini aldı ve Mahmudîyan aşireti reisliğine geçti.
Sonra, Şah İsmail tarafından atanmış olan Van ve Westan (Vestan) Valisi örkmez Sultan’la şiddetli bir anlaş
mazlığa düştü. Örkmez Sultan ivaz Bcy’i yakalamaya ve
Van Kalesi’ne hapsetmeye muvaffak oldu. O sırada ivaz
Bey, Bedlis Hükümdarı Şeref Han’a haber göndererek
kendisinden yardım istemek fırsatını buldu. Şeref Han,
önce örkmez Sultan’a bir mektup göndererek İvaz Bey’
in serbest bırakılmasını rica etti; fakat Örkmez Sultan
bunu reddetti. Bunun üzerine Şeref Han bizzat Van’a
gitmek zorunda kaldı ve Xerkom (Harkom) ırmağının
kıyısında karargah kurarak İvaz Bey’i serbest bıraktır
maya kesin karar verdi. Fakat Örkmez Sultan yine umur
samadı; Bunun üzerine durum iki taraf arasında çatış
maya yolaçtı ve Şeref Han, Van ve Westan (Vestan) çev
resindeki yerleri talan etmeleri için askerlerine emir ver
di. Bu emir, Örkmez Sultan'ı, Şeref Han’ın isteğine boyun
eğmek ve ivaz Bey’i serbest bırakarak kendisine gön
dermek zorunda bıraktı. Kısa olmayan bir süre sonra
ivaz Bey Şah Tahmasp’ın beyleri ve komutanları arası
na katıldı ve Şah kendisini ilgisinin kapsamı içine ala
rak, Elbak Nahiyesi’ni Xoşab Nahiyesi’ne ilhak etti ve
ikisininin beyliğini de kendisine verdi. O da bir süre
beylik görevinde bulundu.
ölüm ivaz Bey’i yakalayınca beş çocuğu vardı:
Hüseyin Kuli Bey, Şah Ali Bey, Hamza, Haşan ve Bu>>
dak. Hüseyin Kuli Bey Karcikan Nahiyesi yönetiminde
bulundu. Burayı kendisine Sultan Süleyman Han, Bedlis’i istila ettikten sonra, sancak olarak vermişti. Sonunda
bu görevden azledilerek Diyarbekir’e gitti ve Bayındır
Bey adında bir çocuk bırakarak orada öldü. Bayındır
Bey’e, Hoy dolaylarındaki Newan (Nevan) Kalesi, fethedildiği günden itibaren, merhum Sultan’ın°73) hükmü
gereğince ve sancak olarak verildi. Hâlâ da oradadır.
Şah Ali Bey ise, Şah Tahmasp tarafından tayin edil
diği Mahmudîyan Beyliği görevinde kaldı; sonra Elbak
Mirlivası tarafından öldürüldü ve Halid Bey adında bir
çocuk bıraktı. Halid Bey, halen Cores Nahiyesi’nin yö
netimini sancak olarak işgal etmektedir.
İvaz Bey’in öteki oğlu Hamza Bey ise, kardeşinden
sonra, Mahmudîyan aşiretiyle birlikte, Kızılbaş komu
tanlarından olan ve Şah Tahmasp’ın emriyle Mahmudî
yan beyliği yönetimine getirilmiş bulunan Deli Piri’ye il
tihak etmek zorunda kaldı. Sonunda Mahmudîyan aşireti
Deli Piri’yi öldürdü ve Hamza Bey’i başma Bey tayin
etti. Fakat Şah Tahmasp kendisini zorla tutuklamaya
muvaffak oldu ve bir süre tutuklu bıraktı; sonra serbest
bırakarak onu ve Mahmudîyan aşiretinin bazı ileri gelen
lerini ve liderlerini, Dınbılî Hacı Bey’in yanında kalmakla
yükümledi. Sonunda Hamza Bey, adı geçen ileri gelen
lerle birlikte Hoy’da Dmbılî Hacı Bey tarafından öldü
rüldü ve Mahmudîyan Hükümeti Şah tarafından Han
Muhammed bin Şemseddin bin Mir Hamid’e verildi. Bir
kaç gün sonra Van Valisi Şah Ali Sultan Hüseyni, Han
Muhammed’i yakalayarak Van Kalesi’nde tutukladı ve
Şah’ın Divant’ndan, Mahmudiye Vilayeti’nin Dmbılî aşi
retine verilmesi konusunda bir emirname çıkarttı. Dınbılî aşireti, bir kısmı Ağçekale’ye kapanmış, diğerleri de
Xoşab Kalesi’nde bulunan Mamreşan aşiretiyle birlikte
Hacı Bey’e itaatlerini sundu ve hepsi onun yanında yer
aldı. Bu sırada Han Muhammed Van’da tutuklu bulundu
ğu yerden kurtuldu ve Ağçekale’deki Mamreşan toplu
luğuna ulaşmayı başardı. Bu haber Mahmudîyan aşireti
nin kulaklarına gidince Han Muhammed’in yanında yer
almaya koştular ve karanlık bir gecede, Aşut Kalesi üze
rinde bulunan Dmbılî Hacı Bey’e ansızın saldırdılar ve
kendisini büyük bir yenilgiye uğratarak ağır yaraladılar.
Fakat Hacı Bey, kendisini saran tehlikelerden büyük güç
lükle ve mucize kabilinden kurtuldu; önünde Dınbılî’lerden birçok kimsenin öldürüldüğü Aşut Kalesi’ne girme
yi başardı. Han Muhammed bununla da yetinmeyerek,
Diyarbekir Beylerbeyi Rüstem Paşa’ya haber yollayarak
Sultan Süleyman Han’m sarayına boyun eğdiğini ve ita-
at ettiğini açıkladı. Bu tedbirin haberi Şah Tahmasp’ın
kulaklarına gider gitmez, Mahmudiye Beyliği’nin Han
Muhammed’e verilmesi konusunda bir Şahlık beratı çı
kardı. Mesele bir süre böyle kapandı.
Sonra Mahmudiye Hükiimeti’nin yönetimi Şah Tahmasp’ın Divanından, Haşan Bey’e(374) verildi. Bunun üze- ’
rine Han Muhammed, Mahmudiye Beyliğinden kendi is
teğiyle vazgeçmekten başka çare bulamadı; ve Diyarbekir’deki Devlet Hazinesi’nden alacağı, Osmanh Divanı’ndan tahsis edilen günlük 100 akça maaşla Ağçekale Nahiyesi’yle yetindi ve Van Muhafız Birliğindeki mütefer
rika safına geçti. Uzun süre yaşayan Han Muhammed,
Osmanlı sınırlarını Kızılbaş’lara karşı savunmak uğrunda
cesaret ve yiğitlik gösterdi. Üç(375) erkek çocuğu vardı:
Melik Halil, Mîr Şemseddin ve Seyyid Muhammed. Ba
balarının ölümünden sonra, Ağçekale mülkiyeti konu
sunda aralarında anlaşmazlık çıktı; bu anlaşmazlıkta Me
lik Halil kardeşi tarafından öldürüldü. Han Muhammed’in öteki oğlu Seyyid Muhammed ise, babasınm sağ
lığında ölmüştü. Şimdi Ağçekale’yi, Han Muhammed’in
oğlu Mîr Şemseddin yönetmektedir. Kendisi son derece
cesur ve yeterli bir gençtir.
Emîre Bey bin Mîr Hanıid:
ivaz Bey’in ölümünden sonra Mahmudiye Hükümeti’nin yönetimi Kızılbaş Diva'nı’ndan bu Beye verildi.
Bedlis Hükümdarı Şeref Han ile Ulame Tekelu arasında
çıkan savaşta, bu Emîre Bey Şeref Han’a ve askerlerine
öfkelenerek Ulame’nin yanında yeraldı. Orada da, sada
katine ve samimiyetine kanıt olacak bir davranışı görül
medi ve Şah Tahmasp’m Sarayına yöneldi. Sultan Süley
man Han bu durumu, Bağdad kışlağından dönüp Teb
(374) iv a z B ey'in oğlu (M.E.B.)
(375) R u sy a'd a basılm ış nüshada «üç» yerine « d ört»tür; fa^
k a t dördüncüsü yazılm am ıştır. (M.A.A.)
riz fethine giderken Ewcan (Evcan) ovasına vardığında
öğrendi; Emîre Bey de, tekrar itaatini sunmak üzere ora
da bulunuyordu. Sultan, Osmanlı otağından bir subayı,
kendisini getirmeye gönderdi. Fakat Beyi endişe sardı ve
kendisinde, ünlü «hain korkaktır» sözünün hikmeti or
taya çıktı. Adı geçen subayı ortadan kaldırmaları ve di
renmeye, çarpışmaya hazırlanmaları için Kürt’lere işaret
verdi. Bu çirkin olayın haberi Sultan’ın karargahındakiler arasında yayılınca, her taraftan üzerine saldırılması
ve yakalanması için emir verildi. Kendisine saldırarak ya
nındaki adamları öldürdüler; kendisini ve sağ kalan
adamlarını da yakalayıp Divana getirdiler; idam edilme
si için Padişah kesin emir verdi.
Emîre Bey iki erkek çocuğu bıraktı: Mansur Bey ve
Zeynel Bey. Bunlar erginlik çağma erip de meseleleri
kavrayacak duruma gelince, Sultan Süleyman'ın Nahcivan üzerine yürüyüp burayı istila etmek için seçtiği yıl,
Şah Tahmasp’ın Sarayına gitmek konusunda sözbirliği
ettiler. Şah Tahmasp kendilerine şefkat gösterdi ve Hoy
Nahiyesi’ne bağlı Sekmenabad Nahiyesi’ni sancak ola
rak ve hayat boyunca Mansur Bey’e verdi; kardeşi Zey
nel Bey’i de, özel Şahlık muhafızlarının yüksek rütbeli
subaylarının safına aldı. Durum bu şekilde devam etti.
Sonra İran’da yönetim Şah İsmail Il.’ye geçince, Mansur
Bey yeni Şah’ın sarayına koştu; Şah kendisini iyi karşı
ladı ve ilgisinin, değerli güveninin kapsamı içine aldı.
Şah İsmail’in ölümünden ve o zamanın sultanları
arasındaki ilişkilerin, durum kılıçların çekilmesine yolaçacak kadar gerginleşmesinden sonra, Mansur Bey, Van
Beylerbeyi Hüsrev Paşa’nm aracılığı ve marifetiyle, Osraanlı Divam’ndan, Bargıri Sancağı’nm mülkiyet ve ge
çim kaynağı olarak kendisine verilmesi ümidiyle Van’a
gitti. Yapılan vaatler yerine getirilerek Muş Nahiyesi
nden istediği yer arpalık olarak kendisine verildi; karde
şi Zeynel Bey’e de o taraflarda bir zeamet verildi. Al
lah’ın rahmetine kavuşuncaya kadar orada kaldı ve iki
çocuk bıraktı: Hamza Bey ve Kubad Bey.
1002(1594) yılında, Merağa’ya bağlı Selduz Nahi
yesi, sancak olarak ve Cafer Paşa’nm arzı gereğince, oğ
lu Hamza Bey’e verildi. Mekrîler'in durumu anlatılırken
geçtiği gibi, Mahmudîyan aşiretlerinden bir grup Selduz
Nahiyesi’ne gelince ve Şeyh Haydar’la anlaşmazlığa dü
şüp düşmanlık edince, iş onunla çatışmaya kadar gitti.
Çarpışmada Hamza Bey, kardeşi Kubad Bey ve Mahmu
dîyan aşiretinden yanlarında bulunan 100 kadar adam
öldürüldüler ve Mekrîler mallarım, malzemelerini yağma
ettiler.
Haşan Bey bin İvaz Bey bin Mîr Hamld:
Mahmudîyan aşireti arasından, Yezidilik diyaneti
bid’atini ortadan kaldıran, bu büyük himmetli Beydir.
Oruç, namaz, hac, zekat gibi İslam dininin emirlerini
ehl-i Sünnet ve Cemaat mezhebi üzerine uyguladı; ço
cuklarını Kur’an’ı öğrenip ezberlemeye, farzları, vacipleri
ve sünnetleri öğrenmeye teşvik etti; bununla da yetinme
yerek, her köyde medrese ve cami yaptırdı.
Daha önce de geçtiği gibi, Mahmudiye Beyliği Hü
kümeti Han Muhammed bin Şemseddin’e verildiği zaman
Haşan Bey İran’a kaçmak ve Şah Tahmasp’ın sarayına
iltica etmek zorunda kaldı. Şah da kendisini iyi karşıla
dı, çok taltif etti, ona güvendi; sonunda kendisine Mah
mudiye Hükümeti’nin yönetimini geri verdi ve Xoşab Kalesi’ni de ona ilhak etti; Hükümetinin merkezine dönme
sine de izin verdi. Han Muhammed, dünyanın Haşan
Bey’e döndüğünü görünce, onun lehine kendi isteğiyle
Mahmudiye Hükümeti’nden feragat etti, ve babalarının,
dedelerinin eskiden beri yönetmekte oldukları Ağçekale
yöresiyle yetindi. Bu durum karşısında Haşan Bey de
kendisine karışmadı ve onu güvenlik içinde bıraktı. Fa
kat Sultan Süleyman Han, İran ülkesini fethetmek ama
cıyla Azerbaycan’a yöneldiği zaman, Haşan Bey de yüce
Sultanlık eşiklerine sığınmak zorunda kaldı ve güven ka
zandı; kendisine Xoşab ile Mahmudiye Hükümeti verile
rek taltif edildi. Bu durum, o tarihten itibaren, Sultanlık
tahtına içtenlikle itaat ve hizmet etmesini sağladı.
Van Beylerbeyi İskender Paşa’nın Dınbılî
Hacı
Bey’in üzerine yürümesi sırasında Haşan Bey üstün ce
saret eserleri ve olağanüstü kahramanlıklar gösterdi; bu
çarpışmaların sonucunda Hacı Bey döğüş meydanında
öldürüldü. Haşan Bey’in burada gösterdiği yararlılık, İs
kender Paşa’yı, durumunun içyüzünü Süleymani Halifeliği’ne(37<i) arzetmeye itti. Bunun üzerine Sultan, üzerine
nimetlerini yağdırdı ve kendisine büyük iyiliklerde bu
lundu. Bu cümleden olarak, emsaline karşı övünmesini
sağlayacak bir yüce hil’atle kendisini taltif etti; ona altın
bir kılıç verdi; ve geçim kaynağı olarak da, Diyarbekir
Vilayeti’nde bulunan Padişahlık emlakinden, yıllık geliri
200.000 akça olan bazı köy ve mezralar verdi. Ayrıca,
Mahmudîyan aşiretinin sahip olduğu koyun ve diğer
hayvanlardan, yazlık ve kışlık otlaklara gidip geldiğinde
alınmakta olan rüsum ve vergilerden de muaf tutulduğu
konusunda kendisine bir Padişahlık hükmü verildi. Bu
koyunlar, 30.000 baş kadar tahmin ediliyordu.
Gerçek şudur ki, bu Bey, devlete bağlılıkta ve onun
emirlerini büyük cesaret ve kahramanlıkla yerine getir
mekte asla kusur etmedi; özellikle merhum Sultan Murad Han zamanında ve onun büyük bir orduyla İran fet
hine gittiği sırada... Bundan sonra Haşan Bey’in şanı
yüceldi; ve Mahmudîyan aşireti bağlılık derecelerinde,
geniş himmette, Osmanlı Divanı’ndan yüksek rütbe ve
(376) S üleym an'ın H alifeliği, S üleym an'ın tem sil e ttiğ i H sç
lifelik, K anuni S u ltan S üleym an'ın o toritesini elinde
tu ttu ğ u H alifelik. (M .E.B.)
makam almakta, Kürdistan beyleri arasında daha önce
bir benzeri görülmemiş derecede ilerledi. İskender Paşa
zamanında, teşrifattaki öncelik konusunda kendisiyle
Xizan (Hizan) Hükümdarı Sultan Ahmed arasında anlaş
mazlık çıkınca, kendisinin, Hakkari Hükümdarı Zeynel
Bey hariç, bütün beylerin önüne geçmesi konusunda bir
Padişahlık hükmü çıktı. Böylece felek, uzun zaman ken
disine gülümsedi; tam bağımsız olarak, beyliği 50 yıl
yönetti.
Sonra 993(1585) yılında, Tebriz’in fethi uğrunda,
Sadabad denilen yerde Kızılbaşlar taralından öldürüldü.
Bu tarihten bir yıl sonra Vezir Ferhad Paşa komutasın
daki muzaffer Osmanlı ordusunun adamları, Tebriz Bey
lerbeyi Cafer Paşa’mn da yardımıyla kemiklerini çıkara
rak, beyliğinin merkezi olan Xoşab’a getirdiler ve kendi
sinin bizzat yaptırmış oldukları İlim Medresesi’ne göm
düler. Haşan Bey üç erkek çocuğu bırakmıştı: İvaz, Şâr
(Şir) Bey ve Şeyhi Bey. Bunlardan «ivaz Bey»e<377), ba
basının sağlığında, Nahcivan’a bağlı Maku Hükümeti
yönetimi, burayı Kızılbaşlarm elinden alması ve burada
bir de kale yaptırması şartıyla, ocaklık ve ikta’ mülkiyeti
olarak verilmişti. Orada bu şekilde 20 yılını geçirdikten
sonra, 1002(1594) yılının sonlarında, Tebriz Beylerbeyi
Hıdır Paşa’yla birlikte, amcasının iki oğlu Hamza Bey
ve Kubad Bey’in intikamım almak için Şeyh Haydar’la savaşmaya gitti; fakat, yukarıda geçtiği gibi, kendisiyle
yanındaki adamları Şeyh tarafından çarpışmada öldürül
düler. Bunun üzerine Maku Sancağı’nın Hükümeti, ivaz
Bey’in yönetiminde olduğu gibi, Sultan Mehmed Han’m(378) bir emirnamesi gereğince, oğlu Mustafa Bey’e ve
rildi. Mustafa Bey, halen orada yönetimde bulunmakta
(377) T ırn a k la r içindeki isim yeri, R u sy a'd a basılm ış nüs
h ad a boş bırak ılm ıştır. M ısır b askısı ile diğerlerinden
alınıp tam am landı. (M.A.A.)
(378) Mehmed H l. (M.A.A.)
dır. Mustafa Bey’in Ali Bey adındaki oğlu da, sancak
olarak, Nahcivan’a bağlı Ordubad Hükümeti görevinde
bir süre bulundu.
Öte yandan, Haşan Bey’in ulaşmış olduğu yüce şan
ve yüksek kadir sayesinde, amca oğullarının çoğu ve
Mahmudîyan aşiretinin ileri gelenleriyle liderlerinin bü
yük kısmı, yüksek derecelere ve önemli idari m akaklara
ulaşmışlardı. Azerbaycan ve Ermenistan vilayetlerinde
Kızılbaş’ların elinden alman zengin köy ve mezralarda
ki zeamet ve tımarlar, Mahmudîyan aşiretinden olan bu
beylere ve ileri gelenlere ikta’ mülkiyeti yoluyla veril
mişti. Şüphesiz Haşan Bey, ciddi bir idare adamı, usta
siyaset adamı ve adaletli bir Beydi; halk ve kitleler ken
disini sevmiş, aşiretler ve kabileler kendisine bağlanmış
lardı. Kendisinin, çocuklarının ve aşiretindeki adamların,
Osmanlı Devleti Sultanına boyun eğdiğinden ölümüne ka
dar geçen süre içinde, Al-ı Osman sultanlarına yaptıkları
kahramanca işleri, büyük hizmetleri ve gösterdikleri iç
tenlik ve bağlılık belirtilerini, her bölümü yeteri kadar
açıklanan bir özel defterde toplamıştı. Sonra Van beyler
beyleri, defterdarları, kadıları ve diğer Kürt beylerinin
o defteri imzalamalarını, mühürlemelerini ve yazıyla
onaylamalarım sağlamıştı. Bundan sonra defteri, onayla
maları için büyük serdarlara ve müşirlere(379) sunmuştu.
Sonunda, merhum Sultan Murad Han’ın eşiklerine gön
dermiş ve defterin baş tarafı Sultan’ın tuğrasıyla süslen
mişti. Ve bu defter, elinde değerli bir kanıt oldu; yüce
Sultanlık Divanı nezdinde istekleri ve amaçları oldukça
bunu kullanır; kendisine karşı inat edenlerin, kendisine
rakip olanların delillerini meclislerde ve çatışmalarda bu
defterle çürütür ve böylece bununla onları yere sererdi.
Haşan Bey’in oğlu Şer (Şir) Bey’e gelince, babası,
sağlığında, büyük oğlu ivaz Bey Maku Sancağı’mn işle
(379) M areşallere. (M .E H .)
rini yönetirken; onun lehine Xoşab Hükümeti ile Mah
mudîyan Beyliğinden feragat etmişti. Aslında bu Şer Bey
iyi kalpli, sofu meşrepli, bilim ve ibadet adamlarına eği
lim gösteren, vakitlerini bilginlerin, fazilet sahiplerinin,
tasavvuf şeyhlernin yanında geçiren bir adamdı. Beytullah’a gidip hac da yaptı. Kendisi hâlâ yoksullara ve der
vişlere sadakalar verir; bilim ve ibadet adamlarına iyilik
eder. Bu durum, bütün halkın, gidişinden ve iyi niyetin
den memnun olmasını sağladı. Xoşab Beyliği görevine ve
Mahmudîyan aşireti adamlarının ve ileri gelenlerinin başı
na geçmesinin üzerinden, şimdi 12 yıl geçmiş bulunmakta
dır.
ALTINCI BÖLÜM
Dmbılî Beyleri H a k k ın d a d ır
Sözüne güvenilir rivayetçilerin yazdıklarından anla
şıldığına göre, Dmbılî beylerinin soyu Şam bedevi Araplarından İsa adında bir adama ulaşır. Diğer bir rivayete
göre ise, kendisi Ömeriye Cezire’si halkından olup, Azer
baycan yörelerine göçetmiş; eski sultanlar kendisine
Hoy’a bağlı Sekmenabad Nahiyesi’ni ocak olarak ver
mişler; o da oraya yerleşmiş ve şanı günden güne yücelmiş; aşiret ve kabilelerden çevresinde büyük bir top
luluk meydana gelmiştir.
Öte yandan, Dmbılî beyleri ve aşiretleri, başlangıç
ta iğrenç Yezidilik dinine mensuptular; sonra, Isabegî di
ye tanınmış beyleri ve diğer bazı aşiretleri ehl-i Sünnet
ve cemaat mezhebine döndüler; ama orada, bozuk inanç
larında hâlâ ısrar eden bazıları da vardır. Fakat doğru
rivayet şudur ki, Dmbılî aşiretleri Boxtan (Bohtan) Vilaye
ti‘ndert gelmişlerdir ye Kürtler arasında onlara «Dınbılî
Boxt» adı verilmiştir. Akkoyunlu Türkmenleri zamanında
Isa Bey’in çocuklarından Şeyh Ahmed Bey denilen bir kişi
yüksek rütbelere ulaştı. Akkoyunlular kendisine Bay Hü
kümeti ile,, istila ettikleri Hakkari Vilayeti’nin bir kısmı
nı verdiler. Böylece Bay Kalesi’nin Hükümeti, Dınbüî
aşiretinin yönetiminde bulunuyordu. Şeyh Ahmed Bey
Allah’ın rahmetine kavuşunca iki çocuk bıraktı; Şeyh İb
rahim ve Şeyh Behlül.
Şeyh Behlül:
Babasının ölümünden sonra onun vasiyeti gereğince
yönetime geçti ve bir süre yönetim görevini yaptı. Sonra
kaçınılmaz kaderi gelince, ahret dünyasına göçederek ye
di erkek çocuğu bıraktı: Cimşid Bey, Muhammed Bey,
Halıkverdi Bey, Hacı Bey, Ahmed Bey, İsmail Bey ve
Cafer Bey.
Hacı Bey bin Şeyh Behlül Bey:
Kendisinin Şah Tahmasp’m Sarayına geçmiş bağlı
lığı ve fazla sadakati vardı. Şah kendisini yüce ilgisinin
ve değerli güveninin kapsamı içine almıştı ve Sekmenabad’a Hoy bölgesini de katarak ikisini bağımsız bir eya
let haline getirdi ve onun yönetimine verdi; ayrıca ken
disine «Hacı Sultan» unvanı verdi. Bundan başka Van
sınırlarını beklemekle ve diğer kale ve gedikleri koru
makla da yine kendisini görevlendirdi.
Bu durum, bütün ömürleri boyunca isyancılar ve
devler gibi ovalarda ve dağlarda yaşamış, ne rüyaların
da, ne de uyanıkken ümran ve topluluğun izlerini bile
görmemiş olan Kürt’leri, Hoy Kasabası’na gidip gelme
imkanına kavuşturdu. Her biri, artık kendisinin Gohderz,
Gew (Giv) ve Sam Neriman gibi eski İran kahramanla
rından biri olduğunu sanıyordu. Şöyle diyorlardı: «Şah
Tahmasp, yalnız aşırı cesaretimizden ve cengaverliğimiz
den ötürüdür ki, bizleri Rum*3*02 askerlerinin karşısında
dikmiştir.» Ve buna benzer daha nice iddialar ki, hepsi
(380) 1S5 No.li n o ta balanız.
aşırı böbürlenmenin ve sonsuz gururun kanıtlarıydı. Şair
demiştir ki:
«Kürd’ün biri Kabe’de kaybetmiş eşeğini
«Ve dolaşmış orada, koşarak
«Çölde olduğunu sanarak
«Ve hayrete düşmüş eşeği kaybettiğine
«Bunu söylerken kendi kendine ve koşarken
«Aniden, peşinden geldiğini görmüş eşeğinin
«Demiş ki gülerek: Ya Kabe kayboldu ortadan
«Yada benim koşmamdandı bulunması
«Koşmasaydım eğer ben
«Eşek kaybolurdu, ben de yükünü yüklenirdirtı.»
Dillerde ve ağızlarda yaygındır ki, bu Dmbılî’lerin
ileri gelenlerinden birkaçı (günün birinde bir helva satı
cısının dükkanına girmişler; orada hayli helva yedikten
sonra, adama parasını vermeden dönmeye başlamışlar;
adam helva parasım isteyince de şu cevabı vermişlerdir:
«Şah bize bu şehri helvasıyla birlikte vermiştir.» Onların
bu sözü, şehrin her tarafında türkçe olarak «şehir bizim,
helva bizim» diye ün salmış...
Yine bu topluluk hakkında anlatılıyor ki, Dınbılî
Müslümanlarından bir topluluk, cuma günlerinden birin
de, hutbeyi dinlemek için Hoy Camii’ne gitmiş; hatip,
Şiî İmamî mezhebi’nin usulü gereğince 12 imamın adla
rını okumaya başlamış; bunun üzerine Dınbılîler hemen
dinlemekten vazgeçerek şöyle demişler: «Bu hatibe ne
oluyor ki, Hacı Bey ve kardeşlerinin adlarını okumuyor
da, en küçük kardeşleri olan Cafer Bey’in adım okuyor?(38i) Madem ki kendisi cuma hutbesine Hacı Bey ve
kardeşlerinin adını dahil etmiyor, biz de cuma namazına
gelmeyeceğiz.»
(381) 12 İm am dan birinin adı olan C afer, aynı zam and a
H acı B ey'in k ü çü k k ardeşinin de adıdır. (M .E.B.)
Bu basit insanlardan bu şekilde fıkra ve hikayeler
anlatılır ki, bunları uzatmaktan vazgeçiyoruz.
Sözün özü, Hacı Bey, Hoy’daki yönetiminin üze
rinden henüz kısa bir zaman geçmişti ki, aralarında mev
cut olan eski düşmanlık nedeniyle intikam almak için
Mahmudîyan aşiretine birkaç defa saldırdı. Ne var ki,
Mahmudîyan aşiretinin durumu anlatılırken de geçtiği
gibi, bu saldırıların hiçbirinde düşmanlarına bir zarar
veremedi. Sonunda Mahmudîyan’lı Haşan Bey ve Han
Muhammed Bey’in kışkırtmasıyla, İskender Paşa, Hoy’da Hacı Bey’in üzerine ani bir saldırıda bulundu ve ken
disini Dınbılî’lerden büyük bir toplulukla birlikte öldür
dü. Hacı Bey küçük bir çocuk bıraktı.
Ahmed Bey bin Behliil Bey:
Ahmed Bey’e başlangıçta Şah Tahmasp'ın Divanı,
Sekmenabad Nahiyesi’nin yönetimini vermişti. Dmbılî
aşireti Rum ve Kızılbaşlar arasında tereddüt ettiği, yüce
Allah’ın «o arada kararsızdırlar» sözünün kapsamına gir
diği, ayrıca Şah Tahmasp’ı kışkırtan ve sadakat, bağlılık
kurallarıyla da bağdaşmayan birtakım kötü davranışlara
girişmeye başladığı, ve bu durum, Sultan Süleyman Han’
ın Nahcivan seferinden ülkesine dönmesine kadar sürüp
gittiği için, Şah Tahmasp üç kardeş Ahmed Bey, İsmail
Bey ve Cafer Bey’i, bazı Kızılbaş komutanlarla birlikte
Ardahan tarafına gönderdi ve adı geçen komutanlara şöy
le dedi: «Sizinle beraber olan Dınbılî aşiretinin bütün
beylerini ve adamlarını filan gün öldürün; ben de, mai
yetimde muhafızlık görevinde bulunanlarının hepsini öl
düreceğim. »
Tespit edilen gün gelince, Kızılbaş'komutanlar Ar
dahan’da üç kardeşi Dmbılî aşiretinden 400 kişiyle bir
likte öldürdüler; ayrıca Şah’ın kendisi de, adı geçen gün
de, o aşiretten kurulmuş olan muhafızlardan 20, yada 30
kişi kadar öldürdü. Mansur Bey bin Muhammed Bey Ar
dahan’dan kaçarak İstanbul’a varmayı başardı ve Osman
lI Sultam’mn eşiklerine iltica etti; o da kendisini ilgisinin
kapsamına aldı.
Mansur Bey bin Muhammed Bey bin Behlül Bey:
Sultan bu Beye, Osmanlı ülkesinden Koturderesi ve
Bargıri Nahiyelerini sancak olarak verdi. Bunun üzeri
ne, Dınbılî aşiretinden, sağ kalmış olanlar onun çevre
sinde toplandılar; o da, ömür boyunca, o tarafların Hü
kümet işlerini yöneterek onların reisliğini yaptı, ölüm
kendisini yakalayınca iki oğlu vardı: Veli Bey ve Kılıç
Bey.
Veli Bey bin Mansur Bey:
Babasının ölümünden sonra onun yerine geçti. Şüp
hesiz kendisi son derece yiğit, cesur ve yüksek makamla
ra geçmesini sağlayacak büyük bir yeterliliğe sahiptir;
bu alanda emsalinden kendisiyle boy ölçüşebilecek kim
se yoktur. Şu tarihte, yani 1005(1597) yılında kendisi
hâlâ Koturderesi ve Ebka nahiyelerini ocak olarak yönet
mektedir. Ayrıca Üçok Nahiyesi de, Osmanlılar’m Nahcivan’ı istila etmeleri sırasında sancak olarak kardeşi Kı
lıç Bey’e verildi; o da halen kimseyle çatışmadan ve
tam bağımsız olarak Hükümetinin işlerini yönetmekte
dir.
Hacı Bey bin Hacı Bey:
Bu Bey, babası öldürüldüğü zaman ömrünün ikinci
aynıdaydı; Kürtler arasında yaygın olan geleneklere göre,
kendisine babasının adı verildi. Şah Tahmasp kendisine
devlet hâzinesinden bir maaş bağladı ve erginlik çağına
gelince kendisini özel muhafızları arasına alarak yüksek
rütbeli subaylardan biri yaptı. Osmanlı Şehzadesi Bayezid’in(382) olayları sırasında Şah kendisini Ebka Nahiyesi’ne Bey olarak tayin etti. Bunun üzerine çevresinde
(382) K anunî S u ltan S üleym an'ın oğlu. (M.E.B.)
Dınbılî aşiretinden bir topluluk meydana geldi ve orada
20 yıl süreyle yönetim görevinde bulundu.
Şah İsmail Il.’nin ölümünden ve İran ülkesinde Şah
Sultan Muhammed’in başa geçmesinden sonra, Serdar
Mustafa Paşa’nın Kana(383) Irmağı üzerine inmesi sıra
sında, Iranlılar, yanında bir Kızılbaş topluluğu bulunan
Emîr Han’ın komutası altında, İslam ordusuna, kendi
karargahında ansızın saldırdılar. Bu ani saldırı sırasında
Hacı Bey ve bazı Kızılbaş komutanlar Kura Irmağı’nda
boğuldular. Nazar Bey’in, yüce Sultanlık eşiklerine itaa
tini bildirmesi sırasında Hacı Bey’in çocuklarına verilen
Sekmenabad Nahiyesi, hâlâ Hacı Bey’in çocuklarının yö
netimindedir; Hacı Bey’in büyük oğlunun adı da yine Ha
cı Bey’dir.
Saltan Ali Bey bin Cimşid Bey bin Behlül Bey:
Şah Tahmasp’m Dınbılî aşiretine karşı tutumunu
değiştirmesi ve onların hepsinin derhal öldürülmesi konu
sunda sert emrini vermesi sırasında, Sultan Ali Bey, Şah
lık muhafızlarının yüksek rütbeli subayları arasındaydı
ve devlet paralarını tahsil etmek göreviyle Isfahan EyaIeti’nde bulunuyordu. Henüz 100 tuman(334) kadar tah
sil edip toplamıştı ki, kardeşlerinin, amcaoğullarının ve
Dınbılî aşiretinin öteki ileri gelenlerinin katliama tabi
tutulduğu haberini aldı. Bunun üzerine toplamış olduğu
paralan da yanına alarak, kurtuluşu Van tarafına kaç
makta buldu ve orada Dınbılî aşireti arasında bir süre giz
lenerek yaşadı.
Sonra Şah Tahmasp Dınbılî aşireti hakkında af çı
karınca ve geçmiş acı durumlara göz yumunca, Sultan
Ali Bey, hemen tahsil etmiş olduğu 100 tumanlık devlet
parasını da yanına alarak İran Sarayı’na gitti ve Şah’a
(383) B iraz aşağ ıd a «K ura» şeklimde g eçm ektedir; do ğ ru su
odur. (M.E.B.)
(384) T um an eski b ir İ ra n p a ra birim idir. (M.E.B.)
yeniden sadakatini ve bağlılığını belirtti. Şah da kendi
sini- ilgisinin kapsamına alarak, eskiden olduğu gibi tek
rar yüksek rütbeli subaylar arasındaki görevine iade etti.
Bir süre bu durumda kaldıktan sonra, Hacı Bey’in ölüm
haberi Şah Sultan Muhammed’in kulağına gelince, Şah
Dınbılî Beyliği’ni Sultan Ali Bey’e verdi ve Süleymansaray Nahiyesi’yle Ebka’nın yarısının birbirine katılmasını
emrederek bunları da onun yönetimine verdi.
Sultan Ali Bey beylik işlerinin yönetiminde az bir
zaman kaldı; ancak zamanın olaylarından ve arada bir
çıkan savaş ve döğüşlerdcn meydana gelen tahrip ve
yıkıntılar yüzünden, adı geçen ülke yeterli ürün verme
di. Bu yüzden Sultan Ali Bey, günlerini Şurur Nahiyesi’nde darlık ve sıkıntı içinde geçirmek zorunda kaldı ve
Nahcivan’a bağlı Derc-i Elkis ve Şurur haracından kendi
sine tahsis edilen maaşla yetindi ve Allah’ın rahmetine
kavuşuncaya kadar böyle devam etti. Uç erkek çocuğu
bıraktı: Nazar Bey, Kılıç Bey ve Haşan Bey.
Nazar Bey bin Sultan Ali:
Şah Sultan Muhammed bu Beye, babasının ölü
münden sonra Dınbılî Beyliğini verdi. Osmanlılar Eri
van’ı istila edip Vezir Sinan Paşa o tarafa muhafız ola
rak tayin edilinceye kadar böyle kaldı. Sonra Nazar Bey,
eskiden beri Çukursa’d’da oturan Remlu, Bavt, Çemiş
kezek ve Sa’dlu aşiretlerinden olan bazı Kızılbaş komu
tanlarla birlikte, Cağaloğlu Sinan Paşa’nın aracılığı ve
desteğiyle derhal Erzurum’da bulunan, Serdar Ferhat
Paşa’ya gittüer ve orada Osmanlı Devleti’ne itaatlerini ve
bağlılıklarını sundular. Osmanlı Devleti dc, bu davranış
larından ötürü onları taltif etti ve Çaldıran, Süleymansaray, Sekmenabad bölgelerini eski usul gereğince, Na
zar Bey ve kardeşi Kılıç Bey’e verdi.
Sekmenabad Nahiyesi gerek Şah Tahmasp zama
nında, gerekse ondan sonra merhum Sultan Murad III.’-
ün emirnamesi gereğince Bargıri Sancağı da katılarak, ikta’ mülkiyeti yoluyla Mahmudîyan’lı Mansur Bey'in yö
netim ve tasarrufunda olduğu için, Mansur Bey burayı
Nazar Bey’e teslim etmeyi savsakladı. Nazar Bey, Ser
dar Ferhad Paşa aracılığıyla, Osmanlı Sarayı’ndan, bir
önceki emrin uygulanması konusunda yeni bir emir çı
karttı. Çünkü Nazar Bey, Osmanlı saltanatı tahtına itaa
tini sunduğunda, şartlar ne olursa olsun, eskiden beri
Dmbılî aşiretinin irsi vilayeti olan Sekmenabad Nahiyesi’nin iade edilmesini Sinan Paşa’ya şart koşmuştu; bu
konuda kesin söz de almıştı. Bunun için burayı kuvvet
kullanarak ele geçirmekte ısrar etti. Böylece kötülük or
taya çıktı; iki taraf arasında fitne ateşi alevlendi ve Dmbılî ile Mahmudîyan aşiretleri arasındaki gömülü kin ye
niden harekete geçti. Derken, durum kılıçların çekilme
sine yoiaçtı; iki grup da taraftarı olan aşiretleri ve adam
ları topladı ve şiddetli, acı bir savaşta çarpıştılar. Nazar
Bey, kardeşi Hüseyin Bey ve Dmbılî adamlarından 80
kişi bu çarpışmaların kurbanı oldu.
Kılıç Bey bin Sultan Ali:
Bu Bey, kardeşlerinin öldürülmesinden sonra, ya
nında Dmbılî aşiretinin beyleri ve ileri gelenleri olduk
ları halde Erzurum’da bulunan Serdar Ferhad Paşa’ya
gitti ve soruşturma açılmasını, adı geçen olayın çıkma
sına sebep olanlara adaletin ve kısasın uygulanmasını is
tedi. Serdar bunun üzerine, Mansur Bey’in ve adı geçen
fitneye katılmış olan Mahmudîyan aşiretinin öteki ileri
gelenlerinin getirilmesi konusunda emir verdi. Meclis top
landı -bu satırların yazarı da o mecliste bulunuyorduve soruşturmaya başladı. Soruşturma sonucunda anlaşıl
dı ki, iki taraf arasında fitne çıkmasının doğrudan doğru
ya nedeni, Serdar tarafından hem davacıya, hem de dava
lıya, birbiriyle çelişen iki emrin çıkarılmış olması ve iki
tarafm da bu emirlere sarılmış olmalarıydı. Şair demiş
tir ki:
«Kanaatkarlıkla yetinen kimse
«Sevinç içinde olur ömrü boyunca
«Özlemlerle kendini yaşatan kimse ise
«Dervişlerin derekesine düşer sonunda.»
Bunun üzerine Serdar, susmak zorunda kaldı ve
adaleti
yürütmekten vazgeçerek, «barıştırmak yargıla
rın başıdır» sözüne uygun hareket etti. Serdar bu tutum
la, iki taraf hakkında da güttüğü amaca ulaşınca, Mansur Bey’in, eski Hacı Bey’in torunu Hacı Bey lehine Sekmenabad Nahiyesi’nden vazgeçmesi ve Çaldıran Sanca
ğım da, bütün davaları ve düşmanlıkları bırakması şar
tıyla Kıhç Bey’e vermesi konusunda bir karar çıkardı.
Dmbılî aşireti bu barışmayı, acıya katlanarak kabul et
mek zorunda kaldı ve geldiği yere döndü.
y e d in c i b ö l ü m
Zerza Beyleri Hakkındadır*3891
SEKİZİNCİ BÖLÜM
Istan! Beyleri Hakkındadır*3891
DOKUZUNCU BÖLÜM
Tasni Beyleri Hakkındadır*3851
ONUNCU BÖLÜM
Kelhür Hükümdarları Hakkındadır
Bunlar üç daldan ibarettir:
Bunların soyu, Keyo’nun oğlu Goderz’e ulaşır. Ke(385) Bu bölüm ler hiç b ir n ü sh a d a m evcut değildir. G aliba
y azar, bunları zikredeceğini b e lirttik te n sonra, z ik re t
m esine yard ım edecek b ir gey bulam am ıştır. (M.A.A.)
yo, Keyanîlerin kuralları zamanında Babil Şehrinin Vah
şiydi. Babil, daha sonra Küfe diye tanınacak olan şehir
dir. Keyo Ruham adında bir çocuk bıraktı. Ruham son
ra büyük bir ordunun komutanı oldu ve Keyanî Kıralı
Behmen tarafından Şam, Kudüs ve Mısır üzerine yürü
mekle görevlendirildi; gidip buraları fethetti, yakıp yıktı
ve Israiloğullan arasında büyük bir katliam yaptı; o ka
dar ki, öldürülen ve yaralananların kanlarının şehirde de
ğirmenleri döndürmüş olduğu söylenir. Bu nedenle ta
rihçiler Rulıam’a Buxtunnasr (Buhtunnasr)(3S6) adım ver
mişlerdir. Kendisi daha sonra bütün ülkenin Sultanı oldu.
O zamandan beri çocukları ve soyu ülkelerinde hüküm
sürmektedirler; aşiretlerine de «Goran» adı verilmek
tedir.
BİRİNCİ DAL
Pdıagan Hükümdarları Hakkındadır
Bu aileden dört hükümdarın adı ün yapmıştır. Bun
ların ilki Gaybullah Bey’dir. Kendisi dindar, abit ve fa
ziletli bir adamdı. Bu ailenin hüküm sürdüğü şehir ve
kaleler şunlardır: Dewdiz (Divdiz), Nûdiz, Dizman, Kıwah-ı Kûr (Kıvah-ı Kur), Mûr, Kelane, Nışûr, Merawidimen (Meravidimen).
Gaybullah Bey başlangıçta Sultan Şah İsmail’e bo
yun eğdi, öldüğü zaman yerine oğlu geçti.
Mnhammed Bey bin Gaybullah Bey:
Babasının yerine geçti. Şah Tahmasp Divanı, irsi vi
layetini kendisine verdi. Kendisi de faziletli, adaletli bir
(386) B a tı k ay n a k la rın d a bu ad «N abukadonosor» şeklinde
g eçm ektedir. (M .E.B.)
(387) A nlaşıldığına göre, h üküm dar ailesi K ü rtle r in K elhtir
ko lo n d andır; a ş ire t İse K ü rt'le rin G oran kol undandır.
(M A . A .)
adamdı; büyük bir iyiliğe ve iyi bir ahlaka sahipti, bil
ginleri ve fazilet sahiplerini sever ve her zaman korurdu.
Pıhngan’da bir medrese, bir de cami yaptırdı. Şah Tahmasp kızkardeşiyle evlendi ve kendisi bu akrabalıkla şe
reflendi. Böylece ülkeyi bir süre tam bağımsız olarak yö
netmesi mümkün oldu. Dört erkek çocuğu vardı: Mîr İs
kender, Mîr Süleyman, Sultan Muzaffer, Cimşid Bey.
Bu nedenle, sağlığında beyliği dört parçaya böldü ve her
oğluna bir parça verdi; Emîr İskender’i de kendine kay
makam ve veliaht yaptı.
Emîr İskender:
Babasının ölümünden sonra Kazvin’de bulunan Şab
Tahmasp’ıu hizmetine gitti ve irsi eyaletinin beratını ye
nilemeye muvaffak oldu. Şah İsmail'3*** zamanında yine
hizmete girmekle şereflendi ve Şah’ın güvenini, sevgisini
kazandı; kendisine Pılmgan Hükümeti’nin yönetimi ve
rildi ve müsterih, özlemine kavuşmuş olarak merkezine
döndü. Ülkeyi 20 yıl yönettikten sonra kendisini ölüm
yakaladı. Şair demiştir ki:
«Güvenme, dalgalan kabaran şu denize
«İnsanları yemeyi ihmal etmemiştir çünkü o.»
Şah İsmail tarafından tayin edilmiş olan Dinewer
(Dinever) Valisi Solağ Hüseyin Tekelu, Mîr İskender’in
ölümünden sonra Pılmgan Kalesi’ne saldırdı ve büyük
güçlükle ele geçirdi; çünkü son derece sağlam ve metin
di; zorla ve gasıp yoluyla istila edilmesini akıl tasavvur
bile etmiyordu, Bu istila üzerine, Mîr İskender’in karde
şi Sultan Hüseyin’in içine endişe ve korku düştü. Bu yüz
den hemen, Şemsi Paşa’nm oğlu Şehrezol Beylerbeyi
Mahmud Paşa’mn hizmetine iltica etti.
Sonunda Şah İsmail’in ölümünden sonra, İran’da
Kızılbaş beyleri ve komutanları arasında olaylar çıktı;
her kafada bir ihtiras belirdi; Hemedan Valisi Velihan
Tekelu, Solağ Hüseyin’i ortadan kaldırdı; «Solağ Hüse
yin onun hizmetçilerinden birinin oğluydu ve Velihan’m
kendisini öldürmesinin nedeni, son hareketlerde ona bo
yun eğmemiş olmasıydı. »(389) işte bu olaylar sırasında
Şehrezol ordusu fırsattan yararlanarak Pılmgan’ın üzeri
ne yürüdü ve kaleyi Tekelu’lularm elinden aldı. Fakat
bu ülkenin varislerinden hiçbiri bulunmadığı için Al-ı Os
man Divam’nın yönettiği ülkelerin arasına katddı; şimdi
de sancak olarak yabancılara verilmektedir.
İKİNCİ d a l
Derteng Beyleri Hakkındadır
Bu vilayet eskiden Hilwan (Hılvan) adıyla tanınır
dı. Bu ülkenin hükümdarlarının, bu satırların yazarına
ulaşan adlan şunlardır:
Sohrab B ey :
Bu Bey, tehevvür derecesine varan bir cesaret ve
yiğitliğe sahipti. Hüküm sürdüğü beldeler ise Bawe (Bave), Baske, Elani, Qel’ae Zincir (Kale-i Zincir), Ziwanser (Zıvanser), Diwan (Durman) ve Zermaniki’dir. Soh
rab Bey Allah'ın rahmetine kavuşunca yerine oğlu geç
ti.
Ömer Bey bin Sohrab Bey:
Babasının ölümünden sonra onun yerine geçti, ikti
darının başlarında kan dökücü, öldürücü ve içkiye düş
kün bir adamdı. Sonra Allah kendisini yarayışlı işler yap
ma yoluna getirdi ve bütün işlerinde başarıyı kendisine
arkadaş yaptı; o da Allah’a içtenlikle tövbe etti.
(389) T ırn a k la r İçindekiler, y azm a n ü sh ad an eklenm iştir;
R u sy a b ask ısın d a b u n la r y o k tu r. (M.A.A.)
Sultan Süleyman Han gelip, Barış Diyarı Bağdad’ı
fethettiği zaman, Ömer Bey kendisine itaatini sundu.
Sultan kendisini ilgisinin kapsamına aldı ve ona güvenini
belirtti; kendisine irsi hükümetini de verdi. Bu durum
kendisini, uzun ömrü boyunca Sultan’a bağlılığında se
bat etmeye ve boyun eğişine sadık kalmaya şevketti. Son
ra Allah’ın rahmetine kavuştu ve yokluk denizine boğul
du. Şair demiştir ki:
«İster ‘yedi’ diyecek kadar yaşa
«İster yedibin yıl kal dünyada
«Boğulmak için olduğuna göre şu boylarımız
«Ne fark var uzunlarla kısalar arasında!»
Kubad Bey bin Ömer Bey:
Bu Bey, babasının ölümünden sonra beylik tahtına
çıktı. Büyük bir cesaret ve cömertliğe sahiptir; güzel yüz
lü ve heybetlidir; çağının gençlerinin önderi ve zamanı
nın bir tanesidir, irsi ve müktesep vilayetinin işlerini tam
bağımsız olarak, ciddiyet ve girişkenlikle yönetmektedir.
Ülkesi Dinewer (Dinever) sınırlarından, Barış Diyarı Bağdad’a kadar uzanmaktadr. Sayısız koyun, otlak, birçok
hazine dolusu paralara sahip olmak ve elde bulundur
makta, yardımcı ve taraftar çokluğu konusunda kendisi
nin bir benzeri daha yoktur.
ÜÇÜNCÜ DAL
Mahideşt Beyleri Hakkındadır
Bu satırların yazılışı sırasında, bu vilayetin şimdiki
durumu hakkında hiç kimsenin bilgisi yoktu. Fakat ağız
larda ve dillerde yaygın olan şudur ki, eski hükümdarlık
larının ve irsi ikta‘ mülkiyetlerinin merkezi Mahideş’tir.
Bunlardan olan Tilawer (Tilaver)(390) ile öteki aşiret ve
(390) B ilaw er (BU aver). (M.A.A.)
kabileler göçebe aşiretlerdir. Bu tarihten önce yönetim
leri Şehbaz ve Mansur adlarında iki kardeş arasında or
taklıktı. 1002(1594) yılında Mansur Şehbaz’a saldırarak
onu öldürdü ve o tarafların bütün aşiret ve kabilelerinin
başkanlığını bağımsız olarak eline geçirdi; şimdi de ora
ları tam bir bağımsızlık ve özgürlük içinde yönetmekte
dir. Şehbaz ise, şimdi arada bir amcasıyla çatışan, Elqas
(Elkas) adlı bir çocuk bıraktı.
ö te yandan Mansur, Bağdad Divanı’na, yılda 40.000
kadar hayvan vermeyi taahhüt etmiştir. Genellikle Osmanlı Devleti’nin memurlarıyla, özellikle de Bağdad Beylerbeyi’yle iyi ilişkileri vardır. Kendisi büyük bir cesaret
ve cürete sahiptir; zenginliğiyle, malının ve hâzinelerinin
çokluğuyla ün salmıştır. Bu alanlarda hiç bir benzeri
yoktur.
ONBIRINCt BÖLÜM
Banc Beyleri Hakkındadır
Sözüne güvenilir rivayetçilerin yazdıklarından ve ha
berleri nakledenlerin anlattıklarından anlaşılmaktadır ki,
Bane, o vilayetteki aşiretlerin beylerinin mensup oldu
ğu vilayetin adıdır. Aslında vilayet iki kale ile bir nahi
yeden ibarettir. Kalelerin biri Biroz(391), İkincisi de Şiwe
(Şive)dir; nahiye ise Bane’dir.
Bane Vilayeti Erdelan, Baban ve Mekrî vilayetleri
arasındadır. Beylerinin unvanı «Ihtiyareddinedir. Bunun
nedeni, kendilerinin geçmişte, Islamiyeti kendi «ih tiy a r
larıyla ve Müslüman sultanlardan birine boyun eğmeksizin kabul etmiş olmalarıdır. Bilgi Allah indindedir.
Mirza Bey bin Mir Muhammedi
Bu ailenin ilk Beyi, yaygın olduğu gibi, Mirza Bey
bin Mîr Muhammed Bey’dir. Bir süre hükümdarlık gö
revinde bulundu ve Erdelan Hükümdarı Beyke Bey’in
kızkardeşiyle evlendi. Bunun üzerine, şanı yüceldi ve ge
niş ölçüde bahrisizlik ve özgürlük kazandı. Fakat Beyke
Bey’in kızkardeşiyle evlendiği için, somadan kendisiyle
Sultan Ali Bey Gatliç(3,2) arasındaki ilişkiler gerginleşti
ve bu gerginlik düşmanlığa ve çatışmaya yolaçtı. Bu du
rum, Sultan Ali Bey’i, kardeşi Katınmış Bey’i Bane’nin
başına Vali olarak tayin etmeye ve Mirza Bey’i oradan
çıkarmaya itti. Bunun üzerine Mirza Bey, Beyke Bey’den
yardım istedi ve kendisinden, Katınmış Bey’i vilayetin
den kovmak ve oranın Hükümetini ele geçirmek amacıy
la yardım ve destek aldı. Ölüm kendisini yakalayıncaya
kadar durum böyle kaldı; sonra Allah’ın rahmetine ka
vuşarak beş erkek çocuğu bıraktı: Budak Bey, Süleyman
Bey, Gazi Han, Mîr Muhammed ve Uğurlu.
Budak Bey bin Mirza Bey:
Babasının ölümünden sonra ülkenin yönetimini eli- ,
ne aldı ve kimseyle çatışmadan, bir süre ülkeyi bu durum
da yönetti. Bunun üzerinden birkaç yıl geçtikten sonra,
başka bir anadan olan kardeşleri Mîr Muhammed ile
Uğurlu kendisiyle çatıştılar ve onu yenilgiye uğratarak
vilayetten çıkardılar. Bunun üzerine Budak Bey, tekrar
vilayetine dönmek ve orada işlerin dizginlerini ele almak
konusunda yardım istemek için, Şah Tahmasp’m Sarar
yına sığınmak zorunda kaldı. Ne var ki tadların bozucusu
ve toplulukların dağıtıcısı*3931, kendi askeri birliğiyle üze
rine saldırdı ve Kazvin şehrinde kendisini ortadan kal
dırdı.
Süleyman Bey bin Mirza Bey:
Bane Beyliği bu Süleyman Bey’e, kardeşinin ölü
münden soma Şah Tahmasp’m Divam’ndan verildi. Şah(392) A slında böyledir. (M.A.A.)
(393) ö lü m ü kastediyor. (M .E.B.)
lık Divanı ayrıca, kendi adamlarından Merağa Valisi A y
dın Akay Zulkadır’ın oğlu Bulaklı Bey’i, Süleyman
Bey’e yardım etmek ve Bane Beyliğini almaşım sağla
makla görevlendirdi. Süleyman Bey, Şahlık fermanı ge
reğince, adı geçen komutanın yardımıyla Bane Hükümeti’nde işlerin dizginini ele geçirdi ve orada yönetimi 20
yıl kadar sürdü. Bundan sonra adı geçen yönetimden ve
yorucu işlerinden, daha önce kızıyla evlendirmiş oldu
ğu kardeşinin oğlu Bedir Bey’in lehine feragat etti; ve
kendini bütünüyle ibadete ve hayır işlerine verdi; iki
defa iki mübarek Haremi -Allah onların şeref ve aza
metlerini artırsın- ziyaret etmekle şereflendi ve ikinci
gidişinde Medine-i Münevvere’de, Peygamberlerin Efen
disinin -Salat ve selam onun üzerine olsun- türbesi kom
şuluğunda kalmaya karar verdi.
ON1K1NCI BÖLÜM*3942
Gelbağî Beyleri Hakkındadır*3952
Sözlerine güvenilir rivayetçilerin yazdıklarından an
laşıldığına göre, «Gelbağî» sözcüğü şöyle çıkıp gelişmiş
tir:
Beyke Bey’in zamanında ve onun Hükümet yönetimi
ni eline alması sırasında, Ustaclu aşiretinin ileri gelenlerin
den Abbas Aka adlı bir kişi, başına gelen olaylardan kaça
rak Beyke Bey'e gelip iltica etmiş; Beyke Bey de kendisi
ni hizmetine almıştır. Bu adamın, cesaret ve alicenaplık
gibi nadir rastlanan yetenekleri görülünce ve bu yeneteklerle Erdelan aşiret ve kabileleri aıasında ün sağlayınca, Bey(394) Bu bölüm R u sy a baskısında y o k tu r. (M.A.A.)
(395) K itab ın başındaki sın ıflan d ırm ay a göre bu bölüm de
«Terza» beyleri an latılac ak tı. B u ra Ue o ra ara sın d a
çellşl vard ır. (M.E.B.)
ke Bey kendisini, aşiretin büyüğü ve Rengeroj kabilesinin
reisi tlyas Aka’nın kızıyla evlendirmiş ve yerleşmesi için
de kendisine Mıhreban (Mıriwan) Nahiyesi’nde pmarlı bir
toprak vermiştir.
Bu adam Türk olduğu ve aynı zamanda bağ dikme
ye ve üzüm yetiştirmeye de meraklı bulunduğu için, top
rağında bir üzüm bağı dikmiştir. Kendisi cömertlik ve
iyilik yapmakla da tanınmış olduğundan, bağında bulun
duğu sırada yanından geçen herkesi kendi diliyle çağı
rır ve «gel bağa» derdi. Oradaki Kürtler türkçeyi garip
sedikleri için bu türkçe cümleyi Abbas Aka’nın adı gibi
kullanmışlar ve sonradan adamın lakabı «Gelbağî» ol
muştur.
Sözün özü, bu Abbas Aka’nın şanı, merkezi Zelera
Kalesi olan ve 12.000 atlı ihtiyatı elinde bulunduran Şehrezollu Beyke Bey’in hizmetinde yüceldi; adt geçen be
yin birçok görev ve işlerinde bulunduktan sonra mühür
dar rütbesine ulaştı. Bu durum kendisini, Ustaclu aşire
tine adam gönderip, orada kalmış olan kızkardeşlerini ya
nma getirtti. Sonra da bu kızkardeşlerini, Kürt aşiretinin
adamlarıyla evlendirdi; kendisi de daha önce aym aşi
retten evlenmiştir. Böylece yerli halkla akrabalık ve dost
luk bağları kurdu; kendilerini bu sosyal bağların birbir
lerine bağladığı bir halk topluluğunu çevresinde topladı.
Ne var ki, kıskançlığın ve kinin kalblerini yediği bozgun
cular, sonunda kendisini, Beyke Bey’i öldürmek için
komplo hazırlamakla suçladılar.
Abbas Aka işin içyüzünü ve kendisine isnat edilen
suçu öğrenince Rengeroj kabilesinden olan kızkardeşinin
oğlu Yarullah’ı, çocuk ve ailelerini de yanma alarak,
gün ortasında Zelem şehrinden çıktı. Halk, Abbas Aka-i
Gelbağî ile Yarullah Aka-i Rengeroji’nin kaçtıklarını
Beyke Bey’e haber verdi. Fakat Beyke Bey, onların na
dir rastlanan cesaretlerini bildiği için, yerinden kımıl
damadı ve peşlerine de kimseyi takmadı. Onlar da Bilawer (Bilaver) Vilayeti’ne gidip yerleştiler ve Lek, Süleymanî, Madıkî, Kelhür aşiretleriyle dostluk bağları ve
ilişkileri kurdular.
Şah Tahmasp’ın Özbek ülkesi üzerine yaptığı sefer
ve Örgenç Kafesi üzerine inmesi sırasında, Abbas Aka
ile Yarullah Aka da, Şah’ın maiyetinde İran ordusunda
bulunuyorlardı. Yapılan çarpışmalarda üstün bir cesa
ret ve olağanüstü bir kahramanlık gösterdiler; Özbek Kı
ralı ile ordu komutanlarından birkaçım esir alarak Şah’ın
huzuruna getirdiler. Bunun üzerine Şah kendilerine ilgi
gösterdi ve yaptıklarını takdir etti; Bilavver (Bilaver) na
hiyeleri ile 12 oymağın yönetiminin kendilerine verilmesi
konusunda bir emirname çıkardı. Bilavver ve bölgelerin
de yönetimleri birkaç yıl bu şekilde devam etti. Sonunda
Süleymanî, Barkî, Kelhür ve Remziyar aşiretleri tama
men onların çevresinde toplamnea, hepsine birden Gelbağî adı ve lakabı verildi.
Sözün özü, durumları sağlamlaştı ve nüfuzları güç
lendi; bu güçlenme kendileriyle Goranlı Muhammed Bey
arasında birkaç defa çatışmaya yolaçtı. İki taraf arasın
daki bu mücadele ve çatışma, ancak, Muhammed Bey’in
kızı ile Yarullah Aka’nm en doğru yolda olan oğlu Mu
hammed Kuli’nin evlendirilmelerinden sonra kesildi.
Bundan sonra Abbas Aka Allah’ın rahmetine kavuştu.
Şair demiştir ki:
«Dünya bir kasedir, felek saki, ecelse mey
«Mahluklar içiyorlar hep o meclisten
«Hiç kimsenin yoktur asla kurtuluşu
«Bu kaseden, bu sakiden ve bu meyden.»
Abbas Aka Allah’ın rahmetine kavuştuğu zaman,
Yarullah Aka köy ve aşiret reisliği görevinde bulunuyor
du. Bu yüzden, merhum Abbas Aka’nın oğlu Ali Aka’nın
oğlunun beylik makamına atanması konusundaki teklifi
ni kararlaştırarak şöyle dedi: «Benim ailem ve çocukla
rım çoktur ve üzerimde birçok borç vardır; bu nedenle
hükümdarlığın görevini ve gereklerini üzerime alamam.»
Yarullah Aka, gerçekten de malının çokluğu, ailesinin
ve maiyetinin kalabalık oluşuyla ün salmıştı. Anlatıldığı
na göre 300 tane güzel ve soylu atı vardı.
Yarullah Aka hemen Beyke Bey’e, birçok hediye ve
armağanla birlikte bir dilekçe sunarak Abbas Aka’nın
öldüğünü belirtti ve Gelbağî Beyliği hükümdarlığının Ali
Aka’ya verilmesini diledi. Ali Aka, Abbas Aka’nın kaç
masından sonra Beyke Bey’in mühürdarlığı görevine ge
tirilmişti. Bunun üzerine iyiliksever Beyke Bey hemen bu
dileği ve isteği yerine getirerek derhal Ali Bey’i Bey ol
mak üzere o tarafa gönderdi. Bu nedenle Beyke Bey Ali
Aka’yı, kendi tarafından tayin edilmiş adamlarından bi
ri olarak sayıyordu. Böylece Ali Bey, Gelbağî aşiretinin
beyliğinde ve Hükümetinde duruma hakim oldu
(39<y
ve o taraflardaki vurucu aşiretler, çevresinde toplandılar.
Sonra Osmanlı, Devleti tarafından gönderilen Sinan Paşa’nın
(396) Nihavend’i istila dönemi gelince, son za
manlarda Ali Gelbağî lakabıyla anılmaya başlayan Ali
Bey Gelbağî derhal
(3M) gösterdi. Bunun üzerine Si
nan Paşa kendisini Kerend ve Şeyhan nahiyelerine gön
derdi ve kendisiyle birlikte, bu konuda Sultan Süleyman
Han’ın eşiklerine sunulacak olan bir de dilekçe gönderdi.
Yarullah Aka bu dilekçeyi yüce eşiklere sundu. Arkasın
dan Sultanın Divanı’ndan, Kerend, Şeyhan, Çekıran na
hiyeleriyle Tıfab, Xırxıre (Hırhıre), Tirezend ve Tepe ka
lelerinin ve daha başka kalelerin, sancak olarak Ali Bey’e
verilmesi konusunda bir emirname çıktı. Erkele, Rengerojan(397) vesihbanan tımarları da Yarullah Aka’ya verildi'.
(396) B u rası k ita b ın aslın d a boştur. (M.A.A.)
(397) D ah a önce «Rengeroj» şeklinde geçti. (M.E.B.)
Ali Gelbağî Hükümeti Konusunda:
Açıklama safhaları üzerine haberleri nakledenler ve
sözüne güvenilir tarihçiler diyorlar ki:
Gelbağî Ali Bey, taraftarlarının çokluğu, hizmetçi
lerinin ve ihtişamının bolluğuyla ün salmıştı. Taşınır ve
taşınmaz birçok mal ve büyük servetlere sahipti. Her yıl
Beyke Bey’e büyük hediyeler, nadir rastlanan değerli ar
mağanlar gönderirdi. Ne var ki, kendisi kötü bir tutum
içindeydi ve Derne, Derteng, Wehdan (Vahdan) ve Zehab Hükümdarı Kubad Bey’e düşmandı. Bunun nedeni
şuydu: Ali Bey her yıl ilkbaharın başlarında aşiretleriyle
birlikte göçüp, yönetimi altında bulunan Kerend Vilayeti’ne gitmek zorundaydı ve buranın yolu da, Kubad Bey’
in ülkesi içinde bulunan Zehab Nahiyesi’nden geçiyordu.
Adı geçen Kubad Bey de, buradan geçen aşiret ve kabi
leleri kendisine ücret ve hediyeler vermek zorunda bıra
kıyordu; bu su içme, otlatma ve hayvan yemi alma ücre
ti olarak adlandırılıyordu. Gelbağîler’in elinde ise, rea
ya oldukları gerekçesiyle, devlet görevlilerinden birine ve
beylerbeyliklere, göçebe aşiretlerden alınması mutat olan
adı geçen vergiyi ödememeleri konusunda Sultanlık emri
vardı. Onlar da bu nedenle, ödemekten imtina ediyor ve
Kubad Bey’in emrine boyun eğmiyordu. Bundan dolayı
iki taraf arasında, bu konuda her yıl iki defa çatışma çı
kıyordu. ölüm Ali Bey’i yakalayıncaya kadar durum bu
şekilde devam etti.
Ali Bey Allah’ın rahmetine kavuştuğunda iki çocuğu
vardı: Haydar Bey ve Kah Bey. Haydar Bey, ulu baba
sının ölümünden sonra onun yerine geçti.
Aynı yıl içinde Yarullah Aka da öldü. Kendisi yal
nız bir tımara sahipti ve yüz yaşına ulaşmıştı. Üç erkek
çocuğu ile 500 aileden kurulu bir aşireti vardı.
Muhammed Kuli Esed ve Şah Veys:
Sözün özü, Ali Bey ve Yarullah Aka’yı ölüm yaka
ladığı zaman, Yarullah Aka’nm oğlu Muhammed Kuli,
Bâbıâli’ye koşarak, adı geçen sancağın Ali Bey’in oğlu
Haydar Bey’e verilmesi ve adı geçen tımarın da kendisine
verilmesi konusunda oradan bir emirname elde etti. Mu
hammed Bey orada devlet adamları nezdinde itibar gör
dü ve bu nedenle, Sultanlık Hazinesi’nin mallarını tahsil
etmekle birkaç defa görevlendirildi ve bu işi en iyi şekil
de yaptı
(398) Haydar Bey’in Surxab (Surhab) Bey
adında reşit bir oğlu vardı
(398) Gelbağî Haydar Bey’
in oğlu Surxab Bey’in iki dayısı İstanbul’dan çağrıldılar.
Bunların birinin adı Muhibbeddin’di. Haydar buna kendi
tarafından bir elçi göndererek Gelbağî aşiretinin arasına
gelmesini teklif etti
(398) Surxab Bey’in dönüşünden
sonra Muhibbeddin, aşiretin arasına girmeyeceği konu
sunda daha önce içmiş olduğu andın kefareti olarak üç
gün onıç tuttu ve aşiretin arasına girdi
(398) Bunun
haberi Haydar Bey’in kulaklarına gidince Surxab Bey’i
yanına çağırtarak kendisine şöyle dedi: «Bu uğursuz Mu
hibbeddin, yeminini bozdu ve ahde vefasızlık etti; bu
nun için kendisini bizzat gidip öldürmen gerekir.» Bunun
üzerine Surxab Bey hemen atma binerek Muhibbeddin’e
doğru gitti ve kendisiyle yolda karşılaştı; hemen zehirli
okunu göğsüne doğrulttu ve ok göğsünden girip sırtın
dan çıktı; böylece Muhibbeddin fanilik dünyasından ölüm
ve yıkıntılar dünyasına geçti.
O andan itibaren Surxab Bey aşiret arasında Muhibbeddin’in kaatiü olarak bilindi ve böylece Muhibbeddin’in öldürülmesinden sonra iki aşiret arasında husu
met çıktı. Haydar Bey Ue Surxab Bey, ordularını Kah
aşiretinin üzerine götürdüler ve Surxab Bey, dayıların
dan yedi kişiyi 60 darbeyle öldürmeye muvaffak oldu.
(398) B u raları k ita b ın nalında boştur.
Fakat adı geçen aşiretten birkaç tüfek atıcısı, ikisinin
yalnız bulundukları bir sırada ansızın onlara saldırdılar
ve ikisini de tüfekle öldürdüler. Bu durum, askerlerini,
adı geçen aşireti talan ve yağma etmeye ve yakıp yıkma
ya şevketti.
Onların ölümünden sonra adı geçen sancağın yöne
timini, yüce divandan çıkan bir emirname gereğince Hü
seyin Bey eline aldı ve oranın bağımsız hükümdarı du
rumuna geçti. Fakat Murad Han adındaki kardeşi yö
netimde kendisine ortaklık ediyordu. Ne var ki, Hüse
yin Bey, Kelhürlü Ayal Bey’in Begüm adındaki kızıyla
evlendi. Bu hanım, Kelhürler’in ünlü gelenek ve adetleri
gereğince hükümdarlık işlerini kendi üzerine alıyor, ko
cası Hüseyin Bey değil, kendisi tek başına hüküm sürü
yordu. Bu hanım işi o kadar ileri götürdü ki, bazı adam
ları Murad Han Bey’i öldürmeye teşvik etti. Bunun üze
rine, öldürülen Murad Han’ın iki oğlu Sübhanverdi Bey
ile Hüseyin Bey, akrabalarının desteğiyle Bağdad’a git
tiler ve oranın Beylerbeyine şikayetlerini sundular. Bu
nun üzerine Deme Hükümdarı Kubad Bey'e, babaları
nın diyetini alması için emir verildi.
Bu olay, Kubad Bey’in eline, emellerini gerçekleştir
mesi için değerli bir fırsat olarak geçti ve aniden Gelba
ğî aşiretinin üzerine saldırdı. Gelbağî Hükümdarı Hüse
yin Bey ise, beklenmedik bu saldırı karşısında, aşiretiyle
birlikte göçedip Şehrezol’a iltica etmek ve oranın da Hü
kümdarı bulunan Erdelan Hükümdarı Hılu Han'ın hiz
metine girmek zorunda kaldı. Kendisi şu tarihe, yani
1092(1681)(M9) yılına kadar o vilayette Erdelan hüküm
darlarının hizmetinde bulunmaktadır. Bilgi Allah indin
dedir.
(399) Bu ta rih , k ita b ın yazıldığı 1005 (1597) ta rih in e uy
m a m ak tad ır. (M .E.B.)
ÜÇÜNCÜ GRUP
İran Kürtlerinin Beyleri Hakkındadır
Bu da Dört Daldır
Haberleri nakledenler anlatıyorlar ki, İran’daki bu
Kürtlerin en saf ve güçlüleri üç tabakadan kuruludur:
Siyah Mansurî, Çegnî ve Zengine. Hikayelerde meşhur
olan, dillerde ve ağızlarda yaygınlaşan rivayet şudur ki;
bunların aslı üç kardeşe ulaşır; bunlar Loristan Vilaye
tinden, bir rivayete göre de Erdelan ve Goran’dan gelip,
böylece vatanlarından ayrıldıktan sonra İran hükümdar
larının hizmetine girmişlerdir. Bundan soma zaman on
ların yüzüne gülümsemiş ve görevlerde, makamları işgal
etmekte ilerleyerek sonunda beylik görevini elde .etmiş
lerdir. Bunun üzerine, her taraftan gelip onların çevresinde
toplanan bütün insanlara onların adı verilmiştir.
İran’da beylerin ve sultanların hizmetinde bulunan
diğer Kürt aşiretlerinin adlan şöyledir: Lek, Zend, Rozbahan, Metilec, Hasirî, Şehrezolî, Mezyar(4mı, Gelanî,
Aminlu, Memeloyî, Kec, Kuranî, Zıktî, Kelegır, Pazukî,
Hey, Çemişkezek, Arabkerlu (Arapkirlu) ve başkaları.
Bu aşiretlerin dördünden (Pazukî, Çemişkezek, Arabker
lu ve Hey) eskiden beri beyler ve beyoğulları çıkmış ve
bunlar veraset yoluyla hükümdarlık etmişlerdir.
Ayrıca, İran’ın Karabağ Vilayeti’nde oturan 24 Kürt
topluluğu ve aşireti daha vardır; bunların sayısının 24
oluşu, kendilerinin de «Yirmidört» adıyla Un yapmaları
na yolaçmıştır. Şah Tahmasp döneminde bu topluluğun
beyi, Ahmed Bey bin Pertal Oğal adında biriydi. Ken
disi savaşta ve barışta, hazarda ve seferde, 30.000 kadar
süvariye ulaşan ordusuyla birlikte Şah’ın yanında bulu
nuyordu.
Horasan’da da başka bir Kürt aşireti vardır ki, bun
lara Kel (Kil) denir. Bunların Şah Tahmasp devrindeki
beylerinin adı Şemseddin Bey’di.
öte yandan İran’da, pek tanınmayan daha başka
birçok Kürt toplulukları da vardır. Fakat onların hepsi
nin burada anlatılması uzun sürer ve yerimiz buna dar
gelir; bu nedenle onları anlatmaktan vazgeçiyoruz. Ta
pınılan Padişah olan Allah’a hamd olsun.
BİRİNCİ DAL
Siyah Mansur Beyleri Hakkındadır
960(1553) yılında Şah Tahmasp, bu aşiretin beyle
rinden birinin Halil Bey adındaki oğlunu alarak kendi
sarayında eğitilmesine ve yetiştirilmesine önem verdi.
Sonunda Halil Bey «Han» unvanını haketti ve «Halil
Han» diye adlandırılmaya başlandı; kendisine bütün Iran
Kürtleri’nin Beylerbeyi görevi verildi; ve kendi aşireti
Siyah Mansur’la daha önce kendi beylikleri bulunan di
ğer Kürt’lerin yönetiminden başka, Kürt aşiretlerinden 24
topluluğun daha işlerini ve yönetimlerini eline aldı. Bun
lara Sultaniye, Zencan, Ebher, Zerinkemer (Zerinkemer)
ve Azerbaycan ile Irak arasında daha birkaç nahiye ver
di. Kendisine, 3.000 Kürt süvarisiyle birlikte Kazvin ve
Tebriz arasında kalması ve bu süvariler aracılığıyla o
önemli sınır ve yörelerde muhafızlık yapmak ve güven
liği korumak görevlerinde bulunması için emir verildi.
Halil Han bunu en iyi şekilde yaptı; şanı yüceldi ve ünü
uzaklara gitti.
Bunun üzerinden birkaç yıl geçmişti ki, Halil Han’
ın çevresinde yaman Kürt’lerden büyük bir topluluk
meydana gelmişti. Bu durum da, işlerin güçleşmesine, ge
nişlemesine ve dizginlerin Halil Han'ın elinden çıkması
na yolaçtı. Halil Han, artık Şah’ın kendisinden bekledi
ğinin tersine olarak davranmak zorunda kalıyordu. Çün
kü Kürt’ler orada burada saldırıya geçip dolaşmaya, çev
reye akın etmeye, gidip gelen tüccar ve işi olanlara zarar
vermeye başladılar. Bunun üzerine bunlar sözbirliği ede
rek şikayetlerini Şah Tahmasp’a sundular. Şah bu duru
ma çok gücendi ve derhal, Halil Han’ın yönetiminde bu
lunan bölgeleri elinden aldı; yalnız Irak Vilayeti’nin aşa
ğı bölgesini kendisine vermekle yetindi; ayrıca kendisini
Horasan’a gidip oradaki sımrkuı beklemek zorunda bı
raktı.
Böylece Halil Han’ın izzeti, yerini zillete ve küçül
meye bıraktı ve günleri geçip gitti. Kendi aşiretinden baş
ka, çevresinde toplanmış olan Kürt’ler çevresinden ayrılıp
darmadağın olup oraya buraya gittiler. Kendisi ise yalnız
aşireti Siyah Mansur’la birlikte yeni görev yerine gitti;
orada ölüm kendisini yakalayıncaya kadar kalarak H o
rasan sınırlarının yönetiminde bulundu.
Kendisinden sonra yerine Şah Sultan Muhammed’in
emirnamesiyle oğlu Devletyar geçti ve kendisine Devletyar
Han unvanı verildi. Osmanlılar’ın Azerbaycan vilayeti'ni
istila etmeleri şuasında, İran hükümeti bu Devletyar
Han’ı Azerbaycan smularmm savunması için komutan ta
yin etti ve Şah Sultan Muhammed’in bir emirnamesi gere
ğince kendisine Kerşeb, Zerinkemer (Zerinkemer), Secas,
Zencan, Sorluk, Qeydar (Kaydar), Şebistan, Enguran, Yu
karı ve Aşağı Qancuqe (Kancuka) ülkelerinin hepsi veril
di. Buralar geçmiş günlerde, Kürt’lerle Kızılbaş’lar arasın
da yapılan çarpışmalar sonucunda yıkılıp viraneye dön
müştü. Devletyar Han buraları yeniden imar edecek ve
tam bağımsızlık ve özgürlük içinde buralarda hüküm sü
recekti.
Devletyar Han hemen bu nahiye ve şehirlere gitti; K et-
şeb Nahiyesi'ni hükümdarlığının başkenti ve Hükümetinin
merkezi haline getirerek orada sağlam bir kale ve güzel,
sağlam bir şehir kıırdu. Bu durum kendisinde gurur ve
ihtiras doğurdu ve bu yüzden bağımsızlık, özgürlük ve
başkaldırma fikrini aklından geçirdi. Bunun üzerine Şah
Sultan Muhammed, kendisine karşı bastırıcı bir saldın
hazırlamaya başladı.
Devletyar Han bu hazırlığı haber alınca, isyanda ve
başkaldırmada daha da ileri giderek Enguran ve Şebistan.
bölgesinde derhal büyük bir kale kurmaya başladı. Bu sıra
da Şah Sultan Muhammed, Devletyar Han’ın ayaklanma
sını bastırıp kendisinin yakalanması için, Veli Halife’nin
oğlu Mürşid Kulihan Şamlu'nun komutası altında 6.000
süvariden kurulu bir askeri birlik gönderdi. Bu birlik adı
geçen o ülkeye varır varmaz, komutanı Mürşid Kulihan,
Devletyar’m kahraman adamlarından bir toplulukla birlik
te kapanmış olduğu kaleyi kuşattı. Fakat Devletyar Han bir
gece ansızın düşmana saldırdı ve korkunç bir savaşın to
zu dumanı arasına dalarak, nadir rastlanan cesur davra
nışlar ve üstün bir yiğitlik gösterdi. Bunun sonucu olarak
düşman ağır bir yenilgiye uğradı ve Mürşid Kuli, Kızılbaş
topluluğuyla birlikte durup bakmadan kurtuluşu kaçmak
ta buldu. Devletyar Han da onları şiddetle ve amansız bir
şekilde kovalıyordu. Bunun sonucunda Kuli’nin birçok
adamları öldürüldü, bir kısmı da esir düştü; malları, çadırlan ve ağırlıkları yağma edildi ve toplulukları bütünüy
le darmadağın oldu. Hatta denilir ki -ve bu sözler halk ara
sında meşhurdur-: Devletyar’m yaşlı annesi o çetin günd»
eğersiz bir atın sırtına binerek, yenilmiş düşmanın peşinden
koşturuyor ve sesinin çıkabildiğince, «her şeyden önce da
vullarını alın, davullarını» diye bağırıyordu. Bunun üzeri
ne Kürt kahramanları hemen düşmanın yedi birliğini sara
rak davullarını ve kemerlerini aldılar ve kaleye getirdiler.
Bu durum, bu Kızılbaş Acemleri, utançlarından ve Şah
Abbas’ınC40I) korkusundan ülkelerine dönmekten alıkoydu.
Bu yüzden, Geylan tarafına gidip oranın Valisi Han Ahcned’e iltica etmek zorunda kaldılar. Han Ahmed ilticaları
nı kabul etti ve kendilerini iyi karşıladı. Fakat Şah, bir
kaç gün sonra onları Han Ahmed’den istedi ve hepsini
teslim alarak, bazı suçlularla birlikte Kazvin’de idam;
ettirdi.
ö te yandan bu korkunç olaylar ve bu parlak fetih
lerden sonra Devletyar Han’ın gönlüne gurur ve kendini
beğenmişlik duygusu girdi. Bunun üzerine, kendisine kötü
lüğü emreden nefsi, ona ülkesinin sınırlarım genişletme he
vesi verdi. Devletyar Han Irak Vilayeti’nin işlerine de ka
rışmaya Sultaniye ve Ebher şehirlerini istila etmeyi düşün
meye başladı.
Şah Abbas Devletyar'ın bu niyetlerini öğrenince,
Kızılbaş’lardan olan Şamlu aşiretini, Ağzıvar Han’ın" toru
nu Mehdi Kuli Sultan’ın komutası altında Devletyar’ın
üzerine yürümekle görevlendirdi. Bunlar aniden ve hızla,
askerlerini terhis etmiş ve adamlarını, hizmetçilerini, mai
yetini etrafa dağıtmış olan Devletyar'ın üzerine yürüdüler.
Bu durum karşısında kendisi, birkaç adamıyla birlikte, he
nüz burçları ve şerefeleri tamamlanmamış olan kalesine ka
panmaktan başka çare bulamadı. Saldırıya geçenler kaleyi
hemen kuşattılar; sonra da Şah Abbas’a haber göndererek
işin içyüzünü bildirdiler. Bunun üzerine Şah Abbas bizzat
kalkıp hızla, uçarcasına kaleyi kuşatmaya ve düşmanıyla1
döğüşmeye gitti. Fakat Devletyar Han, Şah’m kalabalık
maiyetiyle birlikte kuşatmayı başlatmak için geldiğini ha
ber alınca, eli böğründe kaldı ve şaşkına döndü. Sonra şart
lara boyun eğerek itaatini sunmaya karar verdi ve aczini,
suçluluğunu itiraf etti. Böylece kendini, görünen tehlikeye
(401) Y u k an d a , ask erleri gönderenin Ş ah S u ltan M uham m ed olduğu belirtildi. Bu a ra d a kendisi ölmüş, Ş ah A h .
b as b aşa geçm iş olabilir. (M .E.B.)
ve muhakkak muhataraya attı. Şah kendisinin ve yanında
buhınan askerlerinden 300 kadar ileri gelen subayının der
hal yakalanmalarını emretti ve onları zincire vurdurdu.
Arkasından Devletyar Han’ın mallan, çocuklarının, aile
sinin ve öteki adamlarının yiyecekleri talan edildi. Bundan
kısa bir süre sonra Devletyar Han’a idam hükmü uygu
landı. Böylece gururunun ve ihtirasının sonucu olarak bu
f a n i ve aldatıcı dünyadan göçüp gitmesi mukadder oldu.
İKİNCİ DAL
Çegnî Beyleri Hakkındadır
Bu aşiret öteki İran Kürtler'inden, aşırı cesareti, tam
yiğitliği ve atılganlığıyla ayrılmaktadır. Bu Çegnîler arasın
da, kendi soylarından, yönetimlerini ve reisliklerini eline
alacak bir Bey kalmadığı için, bunların hepsi ülkelere da
ğıldılar ve birlikleri bozuldu; Irak ve Azerbaycan vilayet
lerinin şehirlerinin çoğuna dağıldılar. Çevrelerine saldır
maya, yolcuların ve tüccarların yollarını kesmeye başladı
lar. Bu durum, halkın ayaklanmasına, gücenmesine ve öf
kelenmesine sebep oldu; halk bağırıp çağırmaya, şikayet
seslerini yükseltmeye başladı ve Şah Tahmasp’m Sarayına
giderek adalet, insaf, zulmün kaldırılmasını ve intikamları
nın alınmasını istediler. Bunun üzerine Şah, durumu biz
zat soruşturmak zorunda kaldı ve kendisine sunulan şika
yetlerin doğru olduğunu anladı. Çünkü bu başkaldırıcılan n zulmünün haberleri kesinlikle inandırıcı olacakulerecede yaygınlaşmıştı.
İşte o zaman Şah, bütün Hükümet görevlilerine ve
bütün İran halkına, nerede olurlarsa olsunlar, bu aşiretin
her ferdinin üzerine atılmalarını, onu öldürmelerini, soy
malarını, İran Şahlık ülkesinden çıkarmcaya kadar kova
lamalarını emretti. Bunlar istedikleri yere gitsinlerdi. On-
(ardan ülkede kalmaya ve oturmaya çalışan herkes, canını
ve malım ölüme ve yağmaya uğratacaktı.
Bu büyük emir ve hiddetli durum karşısında, bu aşi
retin 500 kadar ileri gelen ve reisleri göçedip Horasan yo
luyla Hindistan’a gitmeye karar verdiler. Horasan’a vardık
larında, o zamanki Horasan Valisi Kazakhan Tekelu Herat’ta bulunuyordu. Bu vali Şah Tahmasp'tan her zaman
korkuyor ve asla kendisine güvenemiyordu. Bu nedenle, bu
aşiretin kendi ülkesine gelmesi fırsatından yararlanarak on
ları kendi hizmetine katılmaya çağırdı ve kendilerine ilgi
gösterdi.
Sonunda Kazakhan’ın işi Safevi Masum Bey tarafından
bitirilince, Çegnî aşireti, Gûr ülkesi Gürcistan(402) vilayetine
göçetmek zorunda kaldı ve orada toplanarak birlik ve güç
sahibi oldu. Bu topluluğun haberini alınca ve üstün cesaret
leri, nadir rastlanan cüretleri, karşılaştıkları tehlikelere ve
muhataralara girişkenlikle atılmaları sayesinde ulaşmış ol
dukları durumu öğrenince(W3), muhafızlarının yüksek rüt
beli subaylarından ve bu aşiretin beylerinin soyundan olan
Bıdağ Bey adında birisine yüksek komutanlık rütbesi ver
di ve kendisini bu aşirete Bey olarak gönderdi. Ayrıca ken
dilerine, büyük Horasan ülkesinden geniş bir bölge verdi.
Böylece bir defa daha şanları yüceldi, durumları ilerledi
ve düzene girdi; sonunda bu ülkede durumun dizginini el
lerine aldılar.
Özbek Abdullah Han’ın oğlu Abdülmümin Han,
1001 (1503) yılının aylarından birinde, 30.000 askerden
kurulu ağır bir orduyla, Koçan Kalesi’ni istila etmek ama
cıyla Bıdağ Bey'in üzerine yürüyüp, Bıdağ Bey’in de için
de bulunduğu kaleyi kuşatınca, Haşmetlu Şah Abbas Bıdağ
Bey’in yardımına koştu. Bunun üzerine kaleyi kuşatmış
(402) B ugünkü A fg a n ista n ’ın b ir bölgesi. (M.E.B.)
(403) Safevi M asum B ey‘1 k a s te ttiğ i an laşılm ak tad ır.
(M .E.B.)
olan Abdülmümin Han kuşatmayı kaldırmak ve hayal kı
rıklığına uğramış olarak ülkesine dönmek zorunda kaldı.
Şah, Bıdağ Bey’i şahane ihsanlarına ve yüce taltif
lerine boğdu; çocuklarının, oğullarının kadirlerini yükselt
ti; bunların beşini, o geniş ülkede beylik ve hükümdarlık
makamlarına getirdi; Bıdağ Bey’in rütbesini de, orada
ülkenin bütün hükümetlerini ve yönetimini kontrol edecek
şekilde beylerbeyliğe yükseltti. Şah, bundan sonra uğur
ve zaferle Irak Vilayeti’ne döndü. Bıdağ Bey hâlâ Abba
sî Sarayı‘nınC404) büyük beylerinin safında ycralmaktadır.
ÜÇÜNCÜ DAL
Zengine Beyleri Hakkındadır
Ba Zengine aşireti Şah Ismail-i Safevi zamanında
yüksek rütbelere ulaşmış ve emsali Kürt aşiretleri üzerinde
bir imtiyaz kazanmıştı. Beylerinin soyu tükenince ve onlar
dan kimse kalmayınca, aşiret parçalanıp dağılmak, onar
yirmişer kişilik gruplar halinde, Irak ve Horasan’daki Kı
zılbaş beylerinin hizmetine iltihak etmek zorunda kaldı.
Bir kısmı da Şahlık Muhafız Birliği’ne (Korciyan) iltihak
etmeye muvaffak oldu.
DÖRDÜNCÜ DAL
Pazukî Beyleri Hakkındadır
En yaygın rivayetler diyor ki: Haberleri nakledenler,
Pazukî beylerinin aslında Sıvvedî (Sıvidi) aşireti arasından
gelme olduklarında müttefiktirler. Bazı eski rivayetçiler ise
bunları, İran Kürtlcri’nden saymışlardır. Hangi rivayet
doğru olursa olsun, onlar Türkmen ve Kızılbaş sultanları
(404) A b b as'a m ensup sa ra y , S ah A bbas’m S aray ı. (M -E Jî.)
zamanında Kiği, Erciş, Adilcevaz, Eleşkird hükümetlerinin
yönetiminde bulunuyorlardı.
Pazukî aşireti birçok koyun ve öteki hayvanlara sar
hiptir. Onların belli bir mezhebi yoktur. Dinin emirlerine
uymakta, iyiyi tavsiye ve kötüden caydırmada müsamaha
kar davranmaktadırlar. Beyleri ise Halidbeylu ve Şekerbeylu diye iki kola ayrılmaktadırlar. Halk arasında yaygın
olduğuna göre, bunlardan beyliğe ilk geçen, Hüseyin Ali
Bey olmuştur. Onun da iki çocuğu vardı: Şehsüvar Bey ve
Şeker Bey.
Şehsüvar Bey bin Hüseyin Ali Bey:
Bu Bey, Akkoyunlu Devleti’nin binasının çökmesin
den sonra, Bedlis Hükümdarı Emîr Şeref'in hizmetine gir
di. Oğlu Halid Bey de Şah Ismail-i Safevi’nin hizmetiyle
şereflendi. Bir çarpışmada üstün cesaret ve nadir rastlanan
yiğitlik eserleri gösterdi; o kadar ki, bileği mafsaldan kesil
miş olduğu halde hâlâ savaşıyordu ve kolunu tedavi etmi
yordu. Bu durura, Şah İsmail’in kendisine hayranlık duy
masına, onu takdir etmesine vesile oldu; ve Şah kendisi
ne, kaybettiği bileğinin yerine saf altından bir bilek yap
tırdı. Halid Bey, bunun üzerine o günden itibaren «Çolak
Halid» diye adlandırılmaya başlandı. Şah kendisini ilgisi
nin ve iyiliğinin kapsamı içine aldı; ona ve kardeşlerin»
Xıms (Hınıs) ve Melazkird bölgelerini, bunlara Uçkanmuş
Nahiyesi’ni de katarak beylik yoluyla ve ikta’ olarak verdi.
Şüphesiz Halid Bey son derece cüretliydi ve girişken
liğin doruğundaydı; o kadar ki bu cüreti ve girişkenliği
tehevvür ve ceberrutluk derecesine varıyordu. Bu yüzden,
dünyanın geniş yüzüyle kendine dönmesinden ötürü, za
mansız olarak gurura, kendini beğenmişliğe ve nefsine gü
venmeye kapıldı. Örneğin yanma gelmiş olan dokuz Kürt
ve Türkmen beylerini bir günde öldürdü. Sonra durumu
gelişti ve bağımsızlığını ilan etti; saltanat iddiasmda bühı-
□arak kendi adına hutbe okuttu ve yine kendi adına para
bastırdı. Sonra Kızılbaş Sultan’ından yüz çevirerek Osmanlılar’m nüfuzuna girdi ve Sultan Selim Han’a itaat etti. Ne
var ki, orada da durmak edebini korumadı. Bu yüzden sul
tan kendisine öfkelendi ve Çaldıran Savaşı'ndan döndü
ğünde, siyaset olarak öldürülmesini emretti. O da Rabbinin huzuruna kavuşarak iki erkek çocuğu bıraktı: Uveys
Bey ve Veled Bey. Üç de kardeşi vardı: Rüstem Bey, Kubad Bey, Muhammed Bey.
Rüstem Bey, kendisi ile, yanında Rojkan aşireti de
bulunan Bedlis Hükümdarı Şeref Han arasında yapılan çar
pışmada, Pazukîlerden bir grupla birlikte öldürüldü. Bu
olay, Emîr, Şereften bahsedilirken detaylı olarak anlatıla
cağı gibi, Rüstem Bey’in, Uçkanmuş’u beylik yoluyla yö
netmesi sırasında oldu. Halid Bey’in öteki kardeşi Kubad
Bey ise erkek çocuğu bırakmadan öldü. Kardeşi Muham
med Bey ise, Emîr Aslan Bey adında bir çocuk bıraktı;
Emîr Aslan Bey, Şah Tahmasp zamanında, Şahlık muhafız
larının yüksek subaylarının safında bulunuyordu.
Üveys Bey bin Halid Bey:
Bu Bey, babasının ölümünden sonra Rum(405) Devleti’ne sırt çevirdi ve Şah Tahmasp’ın Sarayı’na iltica ederek
onun tarafım tuttu. Bunun üzerine Şah kendisini taltif ede
rek Adilcevaz beyliğini ona verdi. Durum üç yıl bu şekil
de devam etti. Bundan sonra kendisiyle Tebriz Valisi Mu
sa Sultan arasında şiddetli bir çatışma ve husumet başgösterdi; bunun sonucunda Musa Sultan Üveys Bey’in üzerine
yürüdü ve kendisiyle mücadele etti. Bunun üzerine Üveys
Bey Rum ülkesine kaçtı ve Kiği Şehrine yerleşti. Bunun
haberi İstanbul’da Haşmetlu Sultan Süleyman Han’ın ku
laklarına gidince, Üveys Bey’in çocukları ve kendisine bağ
lı adamlarla birlikte öldürülmeleri ve başlarının Sultanlık
eşiklerine gönderilmesi konusunda Dürzü Davud’a kesin
emir verdh
Dürzü Davud da bu görevi yerine getirerek, ferman
gereğince Kiği şehrinde Üveys Bey’i, kardeşi Valid Bey’i,
iki oğlu Halid Bey ve Elvend Bey’i öldürdü; yalnız iki kü
çük oğlu Kılıç Bey ve Zülfikar Bey’i sağ bıraktı. Bunlar
da Atak Hükümdarı Zırkanlı Ahmed Bey’e iltica ettiler.
Ahmed Bey hemen üzerlerine merhametinin kanatlarım
gerdi ve şefkatlerini genişletti; ayrıca durumlarını yüce
Sultanlık Hazretleri makamına arzetti. Bunun üzerine ken
dilerine, geçimlerini sağlayacak bir görevin verilmesi için
yüce emir çıktı. Daha sonra büyüyüp gelişince ve gençlik
zincirinden kurtulup erginlik çağına gelince, akrabaları ve
aşiretleriyle birlikte derhal Acem ülkesine kaçarak Şab
Tahmasp’m Sarayına iltica ettiler.
Kılıç Bey bin üveys Bey:
Kılıç Bey Şah Tahmasp’m Sarayına varınca, Şab
kendisine, Arran Gencesi’ne bağlı Zekem Bölgesi HükUmeti'ni ve oradaki Pazukî aşiretinin beylik görevini verdi.
Bunun üzerine dokuz yıl geçtikten sonra, Şah’ın Gürcis
tan seferinden dönüşü sırasında ölüm kendisini yakaladı ve
Rabbine kavuşarak, Üveys Bey adında küçük bir çocuk
bıraktı.
ZiiIBkar Bey bin Üveys Bey:
Kardeşinin ölümünden sonra Pazukî beyliği görevi
kendisine verildi ve Şah Tahmasp kendisini özel ilgisinin
kapsamı içine aldı. Ne var ki, onun hayatının günleri de,
gülleri ve çiçeklerin günleri gibi kısa vadeliydi ve çabuk
sona erdi; ecelin serkeş rüzgarları onun hayatının yüksek
ağacı üzerinde kasırgalaştı ve bu yüzden o günler büyük
bir hızla sona erdi. Şair demiştir ki:
«Ne mutlu o adama ki geç mutlu olur
«Çünkü onun tam am lanm ası ömrün tamamlanması
demektir
«Şakayık geç açar, ama uzun zaman kalır
«Lale ise çabuk açar, ama çabuk da kurur.»
Zülfikar Bey’in erkek çocuğu olmadığı için Pazukî
beyliği görevi kardeşinin oğlu Üveys Bey’e verildi; Yadi
gar Bey de üzerine vasi tayin edildi. Fakat Üveys Bey’in
annesi, oğluna bir kötülük yapabilecekleri endişesiyle ev
hama kapıldı ve Yadigar Bcy'den korkmaya başladı. Bu
yüzden, oğlunu, beyliği terketmeye şevketti ve onu Kazvin’e götürerek Şah Tahmasp’ın Sarayına iltica etti.
Yadigar Bey bin Mansur bin Zeynel bin Şeker bin
Hüseyin Ali Bey:
Üveys Bey’in annesi oğlunu Pazukî beyliğinden uzak
laştırdığı zaman, Pazukî topluluğu, ileri gelenlerinin de tas
vibiyle, Şah’m emirnamesi gereğince Yadigar Bey'in baş
larına Bey olarak tayin edilmesi ve Eleşkird Hükümeti’nin
kendisine verilmesi konusunda sözbirliği etti.
Öte yandan Yadigar Bey sofu-meşrep ve dünya işle
rine az önem veren bir adam olduğu, vakitlerinin çoğunu
dervişlerle, şeriat işlerinde gevşek davrananlar ve gelenek
leri korumayanlarla geçirdiği için fazilet sahiplerinin, iş
lerde akıllı ve basiretli olanların gözünden düştü. Fakat
kendisi son derece cesur, iyi ahlaklı, cömert ve iyiliksever
di. Bu durum, Pazukî aşiretinin zenginleşmesini, birçok
mal edinmesini, ve bu aşiretin çevresinde 2.000’den fazla
Kürt ailesinin toplanmasını sağladı. Şehirler ve köyler ba
yındır hale getirildi ve Eleşkird bölgesinin her tarafında
ekinler ekildi. Bütün bunlar, halis muhlis Pazukî olduk
larını iddia ediyorlardı. Bu durum 15 yıl sürdü. Yadigar
Bey bu süre içinde mutlu, gönül rahatlığıyla, Rabbine ka
vuşuncaya kadar beylik görevinde bulundu.
Niyaz Bey bin Yadigar Bey:
Şah Tahmasp, Pazukî ve Eleşkird beyliği, görevini,
babasının ölümünden sonra bu Beye verdi. O da bid’atlere
uymakta, sünneti önemsememekte, gelenekleri çiğnemekte
babasının yolunu izledi. Hatta bundan daha da ileri gitti
ve dine aykırı işlerde, büyük günahlar işlemekte aşırılığa
vardı. İş o dereceye vardı ki, Osmanlı sınırlarının valileri
ve görevlileri Şah Tahmasp'a haber göndererek şöyle de
diler: «Kızılbaşlarm uyguladıklar terbiye kuralları, tutum
ve şiarlara bağlılık, eğer şimdi Pazukî, Xınıslu (Hınıslı),
Çemişkezek ve diğer aşiretlerin yaptıkları işlerse; bunları
İslamiyetten saymamıza, hatta onlara Müslüman adı ta
kılmasının layık ve yerinde olmasına imkan yoktur.»
Bu durum karşısında Şah Tahmasp derhal Xınıslu
Maksud Bey’i ve o sınırdaki diğer beyleri görevlerinden
uzaklaştırdı; sonra Xımslulardan bir topluluğun öldürülme
sini, Maksud Bey’in ünlü Alamut Kalesi’nde tutuklan
masını, ayrıca Niyaz Bey'in de beylikten uzaklaştırılmasını
ve beyliğin Kılıç Bey diye adlandırılan Üveys Bey’e veril
mesini emretti. Şah Tahmasp Allah’ın rahmetine kavuşup
İran tacı Şah Sultan Muhammed’e geçinceye kadar Niyaz
Bey bu durumda kaldı.
Şah Sultan Muhammed Pazukî beyliğini iki kısma
ayırdı: Şeker Bey’in soyundan olanların (Şekerbegiyan)
başkanlığını Niyaz Bey’e verdi; diğer kısmı ise Kılıç Beyin
maiyetine geçti. Niyaz Bey daha sonra Sultan Emîr Han’
ın nüfuzuna boyun eğdi. Ayrıca Kılıç Bey, «Halidbegiyan»
-denilen Pazukîlerin hepsinin çevresinde toplanmasından
sonra, Tokmak’ın emrine girdiğini ilan etti. Böylece Eleşi i r d bölgesi iki kısma ayrılmış oldu.
Niyaz Bey o sınırlarda ve ülkede, ünü meclisleri ve
kulakları dolduran üstün cesaret eserleri ve nadir rastlanan
yiğitlik alametleri gösterdi; Sonunda, Şirvan’da Emîr H a n
la Lala Paşa arasında yapılan ve Emîr Han’m yenilgisiyle
sonuçlanan çarpışmada, Kura Nehri’nin kollarından biri
olan Kana Irmağı'nda boğularak şehit oldu.
Daha önce de geçtiği gibi, Kılıç Bey lakabıyla anılan
Uveys Bey’i annesi, Yadigar Bey’in beyliğe göz dikerek
oğluna bir kötülük yapabileceği korkusuyla, Pazukî beyli
ğinden uzaklaştırmış ve Kazvin’e götürmüştü. Şimdi de
cna ek olarak diyelim ki: Şah Tahmasp kendisini Şahlık
muhafızlarına kattı ve 20 yıl kadar, yüksek rütbeli su
baylarla birlikte eğitilmesine önem verdi. Sonunda, kamu
işlerini yönetmek için gereken iyi yetenek ve tam yeterlilik
te benzeri ve emsali beylerden ve komutanlardan üstün bir
duruma geldi. Bunun için, Niyaz Bey'in, kendisine isnat
edilen suçlamalardan ötürü azledilmesi sırasında, Pazukî
beyliği ile Eleşkird Hükümeti kendisine verildi.
Uveys Bey bir süre bu görevi ve Hükümet işlerini en
iyi şekilde yaptı. Bu süre içinde, Rafızîler’in ve dinsizlerin,
bu kavim arasında yayılmış, hatta aralarında kök salmış
olan gelenek ve öğretilerini ortadan kaldırmaya muvaffak
oldu; Müslümanlık şiarlarını yeniden ve gerektiği gibi orta
ya çıkardı; îslamiyetin öğretilerinin ve parlak şeriatın kural
larının uygulanmasında şevkle çaba harcadı. Sonunda Şah
Tahmasp sultanlık şartları vc ahitlerini bozunca, Eleş
kird ülkesi eski yıkık durumuna tekrar gelince ve geçmiş
zamandaki Lut ve Âd ülkeleri gibi bomboş kalınca; bura
nın kabileleri ve aşiretleri, «aslandan kaçıp alabildiğine ko
şan eşekler gibi»(406) etrafa göçettiler. Fakat Pazukî beyli
ği, Emîr Han’ın tedbiri ve iyi yeteneği sayesinde iki kısma
ayrıldı. Kılıç Bey’in hakları ve beylikleri, Nahcivan çevre
lerinin ürünlerinden ve gelirlerinden tahsis edilip verildi;
kendisi şimdi Çukursa'd’da Tokmak Han’la birlikte vakit
lerini geçirmektedir. Oradaki Şahlık sınırlarında kendisinin
büyük hizmetlerinin eserleri görülmüştür.
Öte yandan 993 (1585) yılında Osman Paşa, işgal
amacıyla Tebriz’e yöneldiğinde ve büyük İslam ordusu,
«Haramibulağı» denilen yere indiğinde, Tokmak Han, Ali
Kuü Han Ficoğlu(W), Esmahan Şamlu ve diğer komutan ve
ileri gelenlerin kuvvetlerinden kurulu bir Kızılbaş ordusu,
Ebne diye adlandırılan yerde, tesadüfen, Cağaloğlu Sinan
Paşa komutasındaki muzaffer Osmanlı ordusunun öncü
kuvvetlerini buldu. Hemen iki taraf arasında çarpışmalar
başladı ve kızıştı; bela ve ölüm deryasının dalgalan birbi
rini dövdü. Ve bu dalgalardan biri Kılıç Bey’i alarak ölüm
girdabında boğdu. Osmanlılar tarafından, Pınyanışlı Şah
Kuli Bılelan’ın (Bılilan) oğlu Koçi Bey denilen bir kişi ona
doğru ilerleyerek başını kesti ve Osman Paşa'ya götürdü,
bu yaptığının karşılığında da Sultan’m taltiflerine nail ol
du.
Kılıç Bey, imam Kuli Bey adında bir çocuk bıraktı.
Kendisi başlangıçta Kızılbaş komutanlarının, özellikle
Erdebil Valisi Zülfikar Han Karamanlu’nun hizmetindeydi. Sonra Şah Abbas kendisini özel muhafızlanndan yük
sek rütbeli bir subay olarak tayin etti.
ö te yandan Pazukî'lerden bir grup, Dmbılî beyleriyle
işbirliği yaparak Nahcivan’dan Osmanlı Saltanatı eşikle
rine geldi ve onlara boyun eğişlerini, itaatlerini sundu. Bu
nun üzerine bu gelen aşiretin beyliği ile Eleşkird’in nahiye
lerinden biri, Osmanlı Serdarı Ferhad Paşa’nın Divanından,
Okçuoğlu İbrahim Bey adında bir kişiye verildi. Fakat
İbrahim Bey iki yıl sonra bu görevden azledildi.
Dördüncü Safha
Ba satırların Yazarının Babalan ve A talan Olan
Bedlis Hiikümdarlan Hakkındadır. Bir Giriş, Dört
Kısım ve Bir Ek Kapsamaktadır*
■ Giriş
Bedlis Şehri, Kalesi, Kurucusunun Kim Olduğu ve
Kuruluş Sebebinin Ne Olduğunun Açıklanması Hakkında
dır:
Şiir:
«De ki ey söz, nedir kimyan senin?
«Ve kimdir kimyanı ayarlayan senin?
«Nice nakışlar işlemişler senden
«Henüz bir harf bile telaffuz etmeden senden
«Evin yanmışsa eğer, nerede karar kılıyorsun sen?'
«Yok başıboşsan eğer, nerede diyarın senin?
«Bizimle varsın gerçi sen, ama bizimle birlikte de
ğilsin
«Nakışlarım gösterirsin bize, ama görünürlerde yok
sun
(408) 24, 25 ve 26 No. lı n o tla r a bakınız. (M .E.B.)
«Bilmem ki nasıl bir kuşsun bu güzelliğinle sen?
«Bizden kalan bir hatıra varsa, işte o da sensin»
Belde ve şehirlerin mimarlarının görüşlerince, kale
ve hisarların mühendislerinin vicdanınca da açıkça bilin
diği gibi, evrenin bir parçası olan dünyanın tarih tarafın
dan anlatılması yükümlenilen garip durumlarım bulup
ortaya koymak ve insanoğlunun başına gelen nadir olay
ları çıkarmak, bunu her isteyen ve her irade eden kimse
nin kolayca yapabileceği bir iş değildir. Bu kimse, ancak
elden ele dolaşan kitapları araştırdıktan, doğruları yan
lışlardan arıtmada ve derinlemesine inceleme yapmada
aşamalar aştıktan sonra bunu yapabilir.
îşte benim yaptığım böylesi bir araştırma ve böylesi
bir meşakkatli çalışma, Bedlis'in, Rumî İskender’in'409*
ölmez eserlerinden biri olduğunu kanıtladı.
«Zinet EI-Kulub'410* adlı kitabın yazarı Hamdullah
El-Müstevfî El-Kazvinî, Dicle ırmağı’nm kaynağının Iskender-i Zülkameyn'411* Kalesi’nde'412* olduğunu, Kürdis
tan dağlarının öteki sularının da Meyyafarqîn dolayların
da bu ırmağa döküldüğünü zikretmiştir.»'413*
Bazı türkçe ve farsça eserlerde bu ad'414* «t»
He'415* de yazılmıştır ki, bu yanlıştır; çünkü haberleri nak
ledenlerin ve ünlü eserlerin sözleri, «Bedlis»in, İsken
der’in adamlarından birinin adı olduğunu ve bu adamm
kaleyi ve şehri yaptırdığı için kale ve şehrin kendi adıyla
adlandırıldığını kanıtlamaktadırlar. Bununla birlikte Ka
maş SözlüğU’nün yazarı, «Bedlis, havası ve suyu güzel
(403) B üyük İskender. (M .E.B.)
(410) D oğrusu «N üzhet El_Kulub»dur. (M.A.A.)
(411) «İki boynuzlu» anlam ındaki «Zülkarneyn», A ra p la rc a
İsk en d er için kullanılan la k a p tır. (M .E.B.)
(412) Z ü lh am eyn K alesi, E rg a n i K alesi'dir. (M.A.A.)
(413) T ırn a k la r içindeki sözler b aşk a b ir n ü shadan eklen
m iştir. (M.A.A.)
(414) Bedlis adı. (M.E.B.)
(415) Y ani «Betlls» y a d a «Bitlis» olarak. (M .E.B.)
olan bir yerin adıdır» diyor. Bazı yazarlar Bedlis şehrini
Azerbaycan Vilayeti’ne, bazıları da Ermenistan Vilayeti’ne dahil etmektedirler. Hangisine dahil olursa olsun,
Bedlis’in (Dördüncü lklim»de(416) olduğu konusunda,
ufuklardaki büyük adamlar arasında sözbirliği vardır.
Haberleri nakledenlerin ve eserleri taşıyanların an
lattıklarının özü şudur:
Büyük İskender Arap Irakı’ndaki Babil'den Rum
tarafına yönelip Şattülarap kıyılarından geçerken, yanın
daki bilginleri çevrelerden ve çeşitli yönlerden bu nehre
akan bütün suları ve kolları, hafiflikte, hazme yarayışlı
olmakta ve susuzluğu gidermekte hangisinin diğerlerinden
daha üstün olduğunu öğrenmeleri için, denemeye tabi
tutmakla görevlendirmeyi akimdan geçirdi. Bilginler bu
deneme işine başladılar ve Bedlis suyunun Dicle nehrine
karıştığı yere kadar gittiler; orada deneme taşını Bedlis
suyuna attılar .O zaman anlaşıldı ki, Bedlis suyu, Dicle’
c e dökülen bütün sulardan daha hafiftir. Bunun üzerine
bu sudan afiyetle ve kana kana içtiler. O zaman İsken
der'in yürüyüş alayı, bu nehirciğin, aynı zamanda yürü
yüşe elverişli olan kıyısında yol almaya başladı ve Bedlis
suyunun oluştuğu Küsür ve Rıbat sularının birleştikleri
yere kadar ilerledi. Burada da yine bu iki suyu denemeye
ve birbirine mukayese çtmeye başladılar; sonunda Küsür
suyunun Rıbat suyundan tat ve hafiflikte daha iyi olduğu
nu gördüler. Bunun üzerine bu suyun mecrasını izlediler
ve nihayet suyun kaynağı olan bir pınara vardılar. Şiir:
«Durudur o, tıpkı halvetlerde oturanların kalbleri
gibi
«Berraktır o tıpkı, iyi görenlerin gözleri gibi
«Derindir dibi onun, öküz ve Balığa(417) dek ulaşır.
(416) 29 No.lı n o ta bakınız.
(417) E skiden, d ü n y ay ı s ırtın d a ta şıd ığ ın a İnanılan öküz ve
balık. (M .E.B)
«Bir ayna gibidir o, çevresindeki siyahlıklar ara
sında
«Çevresinde yetişip boy atan otlar
«Bu aynanın örtüsü, yada çerçevesi gibidir tıpkı
«Temmuzun zulmünden ve sıcaklığından,
«Onun egemenlik alanına sığınmış ErbainC418)
«öyle soğuktur ki o, içinde yıkman, yada dalan
«Kımıldayamaz yerinden, donar çünkü
«Bir zenci oradan geçse eğer
«Ve yüzünün tozunu yıkamak istese o suyla
«Kuşkusuz yüzünün tüm siyahlığım da temizlemiş
olacak
«Ve sen onun yüzünde kendini görebileceksin.»
İşte, nehirlerin fışkırdığı o dağlar, o ağaçlık, yeşil
tepeler İskender’in gözüne çok güzel göründü. Gözlerini
sağa sola çevirerek sonunda delici bakışı, bir toprak par
çasını gördü ki, zamanın ve feleklerin gözü, geçmiş çağ
larda ve eski devirlerde, bunun bir benzerini görmemiş
ti; hatta zamanların ve feleklerin kulakları bile, böyle bir
yerin övgüsünü şarkı söyleyenlerin ağızlarından ve ha
berleri nakledenlerin dillerinden işitmemişlerdi. Çünkü
burası, gelişen zümrüt rengindeki otlarla çevriliydi; kenar
lan ve ortası ise parıldayan çeşitli reyhan ve çiçeklerle be
zenmişti. Dağlan, tıpkı Hızır Efendimiz -selam üzerine ol
sun- gibi yeşil elbiseler giymiş; yüksek ağaçlan ise,
renk renk gül ve çiçeklerden çeşitli nazik elbiseler ve boy
lu hil’atlerle süslenmişti. Şiir:
«Ilımlılığım ruhtan almıştır havası
«Nemini de ab-ı hayat kaynağından
«Toprakları bulut sulanyla yıkanmış
«Üzerinde renk renk güller bitmişti
«Zemini gül perdesinin altında gizlenmiş
(418) K ış m evsim inin en soğuk 40 günü. (M.E.B.)
«Ve serpilmiş laleler, güller, koncalar her yere
«Gülleri, gülrengi yüzlü güzeller gibi latif ve nazik
«Bülbüllerinin sesi de aşk esinleyen müzik sesi gibi
«Boylu otlan bele kadar yükselmiş
«Ağaçlan ise yeşillikler üzerindeki yeşil çadırlardır
sanki
«Bu ağaçların dallarına konan kuş rahat eder
«Ve rahattan sevinerek uçar tekrar, kanat çırpa
rak.»
Sözün özü, bu diyarın iklimi İskender’i hayran bı
raktı ve gözüne güzel göründü. Bu nedenle, dinlenmek
ve hastalık giderici, hastaların şifa bulduğu bir esinti
olan havasından yararlanmak için, birkaç gün geçirmek
üzere, o Firdevs gibi yerde, adı geçen kaynak üzerinde
konakladı. Eğlence ve saz meclisi kuruldu; şarap kasele
ri şakilik yapan parlak ve aydın yüzlü güzellerin gümüşi
elleri üzerinde dönüp dolaştı. Şarkıcıların ve musikinin
hazin sesleri göklere çıktı. Bütün insanları sevinç ve
mutluluk kapladı ve ferahlık, Büyük İskender'in yanında
bulunan önde gelen ve sıradan kimselerden de artarak
her tarafa ve her yöne yayıldı.
Hatta halk tabakası arasında yaygın olduğuna ve
dillerde, ağızlarda anlatıldığına göre, Iskenderde bir sü
reden beri meydana gelen bir rahatsızsızlık vardı; başın
da sığır boynuzu şeklinde bir kemik çıkmıştı ve en iyi
doktorlar bile bunun tedavisinden ve giderilmesinden
aciz kalmışlardı. Bu kemik, İskender’in bu eşsiz, bu la
tif yerde birkaç gün geçirmesinden sonra yavaş yavaş
ortadan kayboldu ve eseri kalmadı.
Bedlis’te, hâlâ halk arasında «İskender Çeşmesi ve
Pınarı» diye adlandırılan ve İskender'in sevdiği, şifa
bulduğu bu yerin anısını ebedileştiren geniş, düz bir
yer vardır.
Derken İskender, Bedlis adındaki adamına, burada
son derece sağlam ve sarp bir kale yaptırması için emir
verdi ve şöyle dedi: «O kadar sağlam olsun ki, benim
gibi bir kıral onu ele geçirmeye heveslenirse bunu yapamasın ve bundan tamamen aciz kalsın. Böylece bu kale
nin adını kuşaktan kuşağa ve yüzyıldan yüzyıla ebedileş
tirmiş olursunuz.»
Bedlis, emre uyarak, Küsür vc Rıbat nehirleri ara
sında, kaynaktan iki fersah mesafede, kale ve şehri kur
maya başladı. Şimdiki Bedlis şehrinin ve bugünkü kale
sinin işgal ettikleri yer işte burasıydı. Bedlis hem şehrin,
hem de kalenin kurulmasını kısa zamanda tamamladı.
Sonra İskender Iran fethinden döndüğünde Bedlis Kalesi’nin çevresine varınca, adamı Bedlis hemen kalenin
kapılarını kapattı ve savaşa, döğüşmeye hazırlanarak ka
leyi teslim etmeyi reddetti. İskender’in, kendisini teslim
için ikna etmek konusunda harcadığı çabalar da boşa
gitti. Çünkü Bedlis, İskender’in başvurduğu bütün elçileri
ve uzlaşma yollarını geri çevirdi ve kalenin sağlamlığına
güvenerek direnmekte İsrar etti. Bunun üzerine İskender,
kaleyi bırakıp gitmek ve Bedlis’e karşı afla, müsama
hayla muamele etmekten başka çare, bulamadı.
İskender’in alayı kaleden ayrılıp şehirden bir gün
lük mesafeye vardığında, kalenin kurucusu hemen çıktı
ve kılıcını, kefenini boynuna asarak, kalenin kilk ve
anahtarlarını da yanına alarak efendisine doğru gitti.
Yapmış olduğundan ötürü büyük bir boyun eğiş ve çare
sizlikle özür dilemeye başladı ve şöyle dedi:
«Ey büyük fatih! Benim sana karşı isyan etmem
ve başkaldırmam, senin daha önce vermiş olduğun bir
işaretinle oldu. Çünkü majesteleri kaleyi kurmak ve şeh
ri yaptırmak için bana emir verdiğin zaman, senin gibi
büyük kıralların ve usta, ceberrut komutanların dahi fet
hetmelerini imkansız kılacak derecede sağlam olmasını
benden istedin. İşte ben de bunun için ve kalenin sağ-
tamlığını, senin emrini ne derece uygulamış olduğumu
ispat etmek amacıyla, bu cüreti gösterdim ve bu cüretli,
bu çirkin davranışa girdim. Bununla birlikte b'en, fatih
kiralımın emrindeyim ve efendimin beni müstahak gö
receği cezayı da kabul etmeye hazırım.»
Bunun üzerine İskender, adamı Bedlis’in sözlerim
beğendi ve buna karşılık kendisini taltif ederek kaleye ve
şehre «Bedlis» adını verdi; oranın hükümdarlığını ve top
raklarının yönetimini de mülkiyet yoluyla kendisine ver
di. Bununla Bedlis'in kadri yüceldi ve şanı yükseldi; Bedlis Kalesi’nin bulutları yaladığı gibi, onun şan ve şöh
reti de bulutları yaladı.
Öte yandan, Bedlis Kalesi genellikle geometrik şe
killerden olan üçgen şeklinde olduğu için, o da genellikle
felaketlerden ve değişikliklerden uzak kalmaz. Sözüne gü
venilir rivayetçiler anlatıyorlar ki; eski zamanlarda Bedlis’te büyük yılanlar çıkmış ve bu yüzden Bedlis halkı
büyük sıkıntıya düşmüştür. Sonunda bazı bilginler, ka
lenin kapılarına, yılanların azalmasına ve gelip giden in
sanlara zarar vermemelerine yardım edecek birtakım tıl
sımlar koymuşlardır.v Orada hâlâ «Kapı Tılsımı» adıyla
anılan ve duvardaki büyük bir taşın üzerine nakşedilmiş
olup, elinde bir yılan bulunan bir insan şeklinde olan bir
tılsım vardır.
Bedlis şehri, bir yandan Azerbaycan ve Diyarbekir
vilayetleri, diğer yandan da Ermenistan ve Rebia(419) vi
layetleri arasında bir geçittir. Bunun için, iki mübarek
Harem’i ziyarete giden hacıların birleştikleri bir yerdir;
bunlar ister Doğu’dan, Türkistan, Hindistan, Horasan ve
Irak'tan gelip İran’dan geçenler olsun; ister Cidde ve
Zencibar yoluyla Batı’dan gelen seyyahlar olsun... Sö
zün özü, Hata ve Haten(420) tüccarları ile Rus, Slav, Bul
(419) 304 N o .lı n o ta bakınız.
(420) H a ta ve H a te n eskiden D oğuda İki bölgenin adlarıydı.
(M .E.B.)
gar, göçebe Arap ve Acemler, ve bütün dünyanın her
tarafından, her cins ve milletten dünyayı dolaşan ve ül
keleri gezen diğer seyyahların, Bedlis’in «Delikli Taş»4
mdan mutlaka geçmeleri gerekmektedir. Bu taş, Bedlis’
in güneyinde ve bir fersah mesafededir.
Bu Delikli Taş aynı zamanda bir pınardır. Suları fış
kırdıktan ve yeryüzüne çıktıktan sonra, günlerin geçme
siyle suları donar. Böylece taş, gelip geçenlerin önün
de güçlü bir set meydana getirir; artık onlar bu şeddi
büyük güçlükle geçebilirler. Fakat, Bedlis Şehrinde,
«Hatun Camii ve Köprüsü» adlarıyla bilinen bir cami ve
büyük bir köprü yaptıran çağının hayırsever bir kadını,
kayadan meydana gelmiş bu şeddi deldirmiş ve kervan
ların, yolcuların bu delikli taştan gelip geçmelerine elve
rişli olması için deliğini genişlettirmiştir.
Bedlis kutlu ve kutsal bir yerdir; orada, Allah’ı t a - ,
nıyanlardan ve ermiş evliyadan olan birçok tasavvuf
adamları ve şeyhler yetişmiştir.
Vakıdî, Nevfel bin Abdullah'tan naklen şunları an
latmıştır: «Ömer’in -yüce Allah ondan razı olsun- halife
liği zamnmda, lyaz bin Ganm, 27 (649) yılında Diyarbekir ve Ermenistan’ı fethetmekle görevlendirildiğinde, Ah
lat’ın o zamanki Hükümdarı Yustinyus adında bir ka
firdi; Bedlis Hükümdarı ise Servend bin Yunus’tu. Muş
ve Sason Kıralı ve Patriği ise Senasır adında bir kafir
di. Fakat hepsinin önde geleni ve büyüğü, kızı Taron'u
kendine veliaht tayin etmiş olan Ahlat Hükümdarı Yustinyus’tu.
Feth El-Bilad(W) adlı kitapta da şunlar yazılıdır:
«Bu kızın babası, kendisini, amcası olan Bedlis Hüküm
darı Servend’in oğlu Bığuz’la evlendirmek istiyordu. Oy
sa bu, kızın aşkma aykırı düşüyordu; *çünkü kız Sena(421) B elazurl'nln « F ü tu h el-B üldan» adlı k ita b ı olsa
(M. A. A.)
g ere k
sırın oğlu Muş’u seviyordu. Bu prens güzel, parlak yüzlü,
açık alınlı, iyi ahlaklı ve iyi kalbli bir gençti. Kafir hü
kümdarların çocukları, Amed Valisi Darab oğlu Mer
yem’i desteklemeye ve ona yardım etmeye koştukları sı
rada, bu prenslerin arasında, babasının adına gelmiş olan
Taron da vardı. Bu vesileyle sevgilisi Senasır oğlu Muş’
la karşılaşınca şuurunu ve dengesini kaybetti; sonra da,
küffar ordusunu terkedip Müslümanların
karargahına
gitmek konusunda kendisiyle gizlice sözbirliği etti. Böy
lece îyaz bin Ganm’ın hizmetine girdiler ve Müslüman
lığın nuru ile şereflendiler. Orada Taron ile Muş’un ni
kahı da kıyıldı.
Taron, sonra lyaz’ın adamlarıyla, hazırlanmış olan
sağlam bir plan konusunda sözbirliği etti. Bu plan gere
ğince Taron, babası Yustinyus'a kaçtı ve kendisine söy
le dedi: ‘Muş beni Müslüman olmaya zorladı; ben de
elverişli fırsatı bulunca onlardan kaçıp sana geldim.’ Bu
nun üzerine babası müsterih oldu. Sonra fırsat gelince
Taron babasını öldürdü ve Ahlat Kalesi’ni barış yoluyla
Müslümanların askerlerine teslim etti. Bu durum, Bedlis
Hükümdarı Servend’i de, Yukanna aracılığıyla, lyaz’a
100.000 altın para, Frenk kumaş ve ipeklilerinden 1.000
elbise, 500 Arab atı, 100 de şehir atı vermek şartıyla,
Müslümanlarla barış yapmak zorunda bıraktı.»
Şehrin şimdiki nüfusunun çoğunluğu Ermeni'dir.
Şehir halkının Müslüman olanları İmam-ı Şafiî mezhebi
ne mensuptur. Yalnız az bir kısmı hariç; bunların baba
ları, Türk’lerin egemenliği sırasında, onlara uymak için
Hanefî olmuşlardır. Vilayet halkı(422) ise bütünüyle Şa
fiî Müslümanlardır; dindarlığa hevesli ve ibadetleri seven
kimselerdir. Son derece cesur, cömert ve iyilikseverdir
ler; misafirlere ve gelip geçen yolculara büyük ilgi gös
terirler. Her Müslüman köyünde, hatta evlerinin sayısı
üç-dördü geçmeyenlerde bile, her beş vakitte Islamiyetin
emirlerini yerine getiren imamlı ve müezzinli, ibadete açık
bir cami vardır; bu camilerde halk sürekli olarak cemaat
le namaz kılmakta ve farzları, sünnetleri kılmakta asla
kusur etmemektedir. Bunun içindir ki, çeşitli zamanlarda
onlardan, özellikle o güzel şehir Bedlis’te son derece bil
gili, kanaatkar, dindar ve faziletli insanlar çıkmışlardır.
Bu faziletlilerden, biz şunları anlatalım:
,
1 — En büyük mevtamız, dünyadaki mütahassıs
bilginlerin önderi, ruhi erdemleri içinde toplamış, bü
yük bilginlerden biri olan Mcvlana Abdurrahim Bediisi.
Meiali(4U) kitabına son derece güzel bir açıklama yazmış
tır. Ayrıca mantık ve Meanî(42'l) konularında, fazilet sa
hipleri arasında ünlü olan eserleri vardır.
2 — Mevlana Muhammed Berkal’î. Bilginler ve fa
zilet sahipleri arasında, fıkıh ve hadis bilimlerinde önder
olarak ün salmıştır. Aynca Nahiv biliminde Hubaysî(G3)
ve Hindi kitapları üzerine Bedlis Hakimi Emir Şerefin
adına yazmış olduğu birer açıklaması da vardır; bu
açıklama herkesin elinde bulunmaktadır. İşte bu bilgin
de yine Bedlis şehrinde yetişmiştir.
3 — Araştırmacıların kutbu, incelemecilerin kanı
tı, şeriatın durumunun koruyucusu, tarikat a d a m la rın ın
önderi olan Şeyh Ammar Yasir. Bu, Şeyh Ebu Necibeddin EI-Suhreverdi‘nin müritlerinden ve Şeyh Necmeddin-i Kübra’nın -yüce Allah ruhlarını kutsasın- şeyhiy
di. İşte bu da yine Bedlis şehrindendir.
4 — Fazilet ve irfan sahibi hazretleri Mevlana Httsameddin Bediisi. O da bilgisine uyan bilginlerden ve
Allah’ı tanıyan mutasavvıflardandı. Tasavvuftaki tarika(423) M antık konusunda X IU . yüzyılda yazılm ış b ir kitap .
(M .E.B.)
(424) A rap edebiyatının b ir kolu. (M.E.B.)
(425) Bu b ir y azm a h a ta sı olsa g ere k ; çünkü H ubaysl M an
tık k itabıdır. (M.A.A.)
ti, Şeyh Ammar Yasir’e ulaşır. Riyazet ve nefsiyle yaptı
ğı mücâdele ile tarikatta kemal derecesine erdikten sonra
tasavvufta güzel bir yorum kitabı yazmıştır.
5 — Mevlana Hüsemaddin’in oğlu Mevlana îdris
El-Hakîm(42i) Kendisi bir süre Akkoyunlu sultanlarının
İnşa*427* görevini işgal etmiştir. Daha sonra Sultan Selim
Han'ın meclisinin nedimlerinden olmuş; bunun üzerine
şam yücelmlş ve kadri artmıştır. Sonra Sultan’ın Mısır
gazası ve fethinde yamnda bulunmuş; orada Sultan’ı öv
mekte dilini serbest bırakmış ve parlak kasideler yaz
mıştır. Kendi durumundan şikayet ettiği şu beyitler, o
kasidelerden birinin bir parçasıdır:
«Cahillikten doğan akşamın geçersizliği ne zama
na dek geçerli olacak?
«Oysa sensin gerçek ve sahte üstünlüğün ölçüsü
«Faziletleri içinde toplayan Mısır’dan bir arpa ka
dar bile fazüet edinemedim
«O Mısır ki, cahiller orada eşekler gibi çuvallarla
cevher getirir
«Meğer şu fakir için haram bir toprak oldu o Mısır
«Çünkü ağaçlarından helal yoldan koparamıyorum
ben
«Hizmetimin karşılığı olarak, malik olmadığım şey
ler aldım senin meyvelerinden
«Senin içindi çünkü dostları ve ülkeyi terkedişim
«Rum, Şam ve Kürt ülkeleriyle Diyarbekir’de
«Soylu topluluklar var ki, hepsi çaresiz, perişan be
nim gibi
«Makam sahipleri aracılığıyla Padişaha arzetsem
halimi
«Şüphesiz defter gibi katlanır ve sarılıp kaldırılır
(426) Ü nlü td ris-i Bediisi. (M-E.B.)
(427) Y azıcılık. (M .E.B.)
«Madem ki, faziletlerin toplandığı Mısır otağındır
senin ey Şah!
«Demek ki bilimleri içinde toplamakla ün salma
ya layıksın
«Akli, nakli ve edebi bilimleri
«Fıkıh, tıp ve matematik bilimlerini kendinde top
layan bir ağaçsın sen
«öyleyse bilimlerin göğüne çıkmış bir kimse
«Idris’in oraya yükselmiş olduğunu nasıl inkar ede
bilir? »<428>
Mevlana îdris, Osmanlılar’m eserlerini ve kanunla
rını özet olarak kapsayan «Tarih-i Al-ı Osman» konu
sunda farsça bir kitap yazmıştır. Bu kitap söz güzelli
ğinde, cümle kuruluşu belagatinde, parlak ve selis giriş
lerde son derece değerlidir. Diyebilirsin ki bu, parlaklık
ve güzellikte bir benzeri olmayan bir kitaptır. Sekiz pa
dişahın biyografisini ve durumlarını kapsadığı için kita
bına Heşt Behişt(429) adını vermiştir. Kitap yaklaşık ola
rak 80.000 beyitten meydana gelmiştir.
Mevlana îdris’in nükteli sözler söylemek, hafıza sü
rati ve güzel kavrayış örneklerinden biri şudur:
Şah tsmail-i Safcvi Rafızilik mezhebini ilan edip
yaymaya başlayınca ve resmi mezhep haline getirince,
Mevlana İdris bu olayın tarihi konusunda amezheb-i
na-hak»(430) demiş; bunun farsça anlamı «hak olmayan
mezhep »tir. Bu söz yayılmış ve Şah İsmail’in kulağına
kadar gitmiştir. Bunun üzerine, özel meclisinde olan Şirazlı Mevlana Kemaleddin Tabib’e, Mevlana îdris'e bir
(428) Bu m ısra d a tev riy e v ard ır. Ç ünkü İdris, hem kendi
adıdır, hem de göklere yükselm iş olduğuna inanılan
İd ris P eygam berin adıdır. (M.E.B.)
(429) «Sekiz Cennet» anlam ına gelir. (M.E.B.)
(430) «Ebced H esabı» denilen h esaba göre y azılan bu tü r
tarih lerd e h e r h a rf b ir sa y ıy ı tem sil eder. B u n a göre
y u k arıd a k i sözden çıkan ta rih H icri 906 (1501) dir.
(M.E.B.)
mektup yazarak, bu tarihi koyanın gerçekten kendisi
olup olmadığını sorması için emir vermiştir. Mevlana Kenaaleddin emri yerine getirerek, birçok edebi nükteler ve
sanat inceliklerini kapsayan bir mektup yazmış ve Mev
lana İdris’e göndermiştir. Mevlana İdris bu mektubu
okuyunca, o sözü kendisinin söylediğini inkar etmemiş ve
yazdığı cevabında şunları söylemiştir: «Evet, o tarihi ko
yan benim; fakat onun terkibi farsça değil, arapçadır;
çünkü ben ‘mezhebuna hak’(431) dedim.» Bunun üzerine
Şah İsmail bu isabetli cevaba ve bu ince yoruma hayran
kalmış; ve Mevlana’nın çağrılması, hazarda seferde ken
disiyle birlikte olması için teşvik edilmesi konusunda cmir vermiştir. Fakat Mevlana bu çağrıya uyamayacağı
nı, mazur görülmesini bildirmiş ve Haşmetlularına, ma
zeretini, kendisine ve ailesine bağlılığını kapsayan bir ka
side gönderdi. Biz bu kasideden şu beyitleri nakledelim:
«Babalardan, atalardan beri senin ailenin hizmetçisiyim ben
«Dedem dedenin hizmetçisiydi, kutsal yolda arka
daşıydı
«Babam da Haşmetlu Şah’m ikinci dedesinin öğ
rencisiydi
«Zahirî ilmini ondan aldı, içini de onun nurundan
aydınlattı
«Ben has kulunsa Şah Haydar’la olan yolum
«Bendenizin onunla olan güzel ilişkilerimden ötürü
şekerle sütün karışımı gibiydi
«Ne güzel rastlantıdır ki Kur’an ayetlerinde de,
(431) «M ezhebimiz h a k tır» anlam ın a gelen bu sczle, y u k a rı
d a geçen «m ezheb-i na-hak» sözü arasın d a, ikisi de
A rap harfleriy le yazıldığında, im la bakım ından bir
fa rk y o k tu r; o sözü bu şekilde yorum layabilm esinin
nedeni budur. (M .E.B.)
«‘İsmail’ adı her yerde Bendenizin adıyla birlikte
gelmiştir»*4322
6 — Eb’ül-Fadl Efendi bin Mevlana Idris. Son de
rece faziletli ve akıllıydı. Sultan Süleyman Han zamanın
da Rumeli defterdarlığı görevinde bulundu ve orada uzun
zaman kaldı, iki seçkin oğlu vardı; fakat bu seçkinlikle
rinin meyveleri henüz olgunlaşmadan ikisinden de yok
sun kaldı. Bir gün İstanbul'da iki oğluyla birlikte gemiye
binerek Galata tarafından geliyordu. Ansızın deniz dal
gaları birbirine çarpmaya ve şiddetle kabarmaya başladı;
bu nedenle gemi devrildi ve iki oğlu bunun kurbanı ola
rak hain denizin dalgalan arasında boğuldular. İkisi de
çocukluklarının baharında ve gençliklerinin başındaydı;
ve bu fani diyardan beka diyarına henüz bir şey sunmamışlardı. Şiir:
«Birinin gemisi, kendi kaçınılmaz tufanıyla battı
ğında,
«Kaderin karşıdan gelen pençesi suyun içinde yü
zücünün elini kırar.»
Bunun üzerinden uzun bir zaman geçmeden ölüm
Eb’ül-Fadl’ı da yakaladı ve kendisi, müsterih, fakat iki
aziz çocuğunun ayrılığından ötürü son derece üzgün ola
rak Rabbinin huzuruna gitti. Bunlardan sonra erkek ço
cuğu kalmadığı için soyu kesildi.
7 — Şeyh Ebu Tahir-i Kürdî. Bu da Bedlis’lidir ve
Bedlis’in batısında bulunan Küsür mahallesinde gömü
lüdür; parlak nurlara sahip mübarek türbesi gece gün
düz ziyaret edilmektedir. Mevlana Nur El-MiIIe ve'd-Din
Abdurrahman El-Camî(433), Nefehat adlı kitabında kendi
sinden bahsetmiştir.
(432) «Bendenlz»den kendini kastediyor.
K u r'a n d a ad ları
b irlik te
geçen
îd ris ve İsm ail İki P eygam berdir.
(M .E.B.)
(433) îr a n ’lı ünlü şair, m u ta sa v v ıf ve bügln. (M .E.B.)
8 — Şair Şükrî. Başlangıçta Türkmen beylerinin
hizmetindeydi; sonra Bedlis Hükümdarı Şeref Han’ın hiz
metine girdi. Bundan sonra durumu değişti ve sonunda
Sultan Selim Han’m has meclisine girerek onun önde
gelen nedimlerinden biri durumuna geldi. Bu yüzden,
Türk Şairleri Tezkiresi’nin yazarı Latif Rumî, kendisini
tezkiresinde anlatmıştır. Bu şair, Sultan Selim zamanın
daki olayları üstün bir nazımla yazmış ve bunu çok' gü
zel hazırlamış; adını da Selimname koymuştur. O da yi
ne Bedlis‘lidir.
Bütün bunları anlatmamızın amacı, Bedlis’in her
zaman fazilet sahiplerinin ve bilginlerin toplandıkları bir
„yer olduğunu, sanat ve edebiyat adamlarının merkezi ol
duğunu açıklamaktır. Halen Şekeriye Medresesi’nde öğ
retim yapan Mevlana Musa, 120 yaşında ölmüş olan de
desi Mevlana Şah Hüseyin’den naklen bana şunları an
latmıştı: Şeref Han ile, Şah İsmail tarafından Adilcevaz,
Erciş ve Bargıri’nun muhafızlığıyla görevlendirilmiş olan
Behram Bey Zulkadır arasında, Ahlat ve dolayları üze
rine meydana gelen anlaşmazlık yüzünden çarpışmalar
çıkınca, Şeref Han bunları püskürtmek ve defetmek
için, Şeyh Emîr Bılbasî komutasında bir askerî birlik
gönderdi; Bedlis'te bulunan öğrencilerden ve bilim adam
larından 500 kadarı, din uğrunda cihat ve gaza yapmak
amacıyla silahlanarak bu askeri birliğe katıldılar ve hep
birlikte Erciş beldesine doğru gittiler.
ö te yandan, Bedlis şehrinin havası ve iklimi güzel
dir. Çevresini zengin bahçeler, sayılamayacak kadar bi
nalar sarmıştır. Bedlis’te, Gök Meydan’a yakın bir yer
de, Şeyh Haşan Xizanî (Hizani)nin oğlu ve Şeyh Abdul
lah Bedahşanî’nin halifesi Şeyhülislam ve yaratıkların en
hayırlısı Mevlana Abdülhallak’ın türbesi bulunmaktadır;
halk tarafından ziyaret edilir ve onunla dualar kabul
olunur. Onun tasavvuftaki tarikatının zinciri ise, Şeyh
Rukneddin Alaüddevle El-Semnanî‘ye -Allah aziz sırrını
kutsasın- ulaşır.
İşte, onun Bedlis suyunu ve havasını öven mübarek
şiirlerinden birkaç beyti, kutlulanmak için buraya alıyo
ruz:
«Bedlis ne Bedlis’tir bilir misin? utandırmıştır o
Hızır suyunu(4,4) ve Isa nefesini C435) kendi su ve
havasının yanında,
öyle temiz ve pak bir yerdir ki o
Bağ-ı Irem(436) ondan utanarak yok olmuş yeryü
zünden
öyle bir diyardır ki o, güzel havasından ötürü,
ceylan,
Haten(437) çölünden bir anda kurtulup oraya gelmek
Ve miskini bu dağda ortaya koymak istedi.
Fakat seher yeli dedi ki ona: Ne hatalı bir hayal bu!
Çin miski o dağın toprağında yoğrulmuştur baştan
başa
Ve onun yanında seninki toprak değerinde kalır
öyle bir temiz ve güzel toprağı var ki onun
Seher yeli cennet bahçelerinden esip gelmişti
Onun temiz toprağından biraz alıp cennete götür
mek
Ve onunla, siyah saçları örgülü hurilere övünmek
için.
Fakat orada ne kadar başıboş dolaştıysa da
Temizliğin ta kendisi olan toprağından bir şey elde
edemedi».
Bu beldenin sakinleri, gerçi kış mevsiminde karla
rın çokluğundan, soğuğun şiddetinden, rüzgarların ve fır(434)
(435)
(436)
(437)
H a y a t suyu, a b -ı h a y a t. (M.A.A.)
İ s a ’nın ölüleri d irilten nefesi. (M.A.A.)
K u r'arida d a ad ı geçen eski b ir şehir. (M.E.B.)
434 No. lı n o ta bakınız.
trnalann esmesinden güçlük çekiyorlar; ama havasının
güzelliği ve sağlığa elverişli oluşu, soğuğunun da dayanılabilecek oluşu, insanların şiddetli bir eziyet duymama
larını mümkün kılmaktadır. Çünkü Bcdlis’te çok ve
ucuz odun bulunur. O kadar ki, zengin fakir, beldenin
yabancısı ile halkı arasında bir fark olmaksızın, bütün
halkın odun elde etmesi mümkündür, örneğin bir katır
yükü kuru odun, 12 Osmanlı akçasına alınabilir ki, bu
da bir gümüş dirhem değerindedir. Hatta bu şehrin
hamamları bile kuru odunla ısıtılmaktadır.
Bazen kış ortasında, karların fazla yağması ve yer
de donması yüzünden, yolun gelen gidenlerin yüzüne ka
pandığı da olur. Bu nedenle eski sultanlar ve geçmiş
hükümdarlar, buralarda oturan Müslüman ve kafirleri,
yolu korumalarına ve kardan kapandıkça açmalarına kar
şılık, şer’i vergilerden ve geleneksel ödemelerden muaf
tutmuşlar; bu konuda hükümler, beratlar ve fermanlar
çıkarmışlar; bunlar, gereklerine göre hareket edilmesi ve
sonradan gelenlerden kimsenin bunlara aykırı davran
maması için lanetlerle pekiştirilmiş; tekitlerle de belge
lendirilmişlerdir.
Bu ülkenin hükümdarları birçok cami, medrese,
han, misafirhane, hamam, köprü ve kemer gibi hayır ku
rumlan ve kamu yapılan kurmuşlardır.
Bu cümleden olarak şehrin içinde yontma taştan
21 kemer vardır; gidip gelenler bunların üzerin
den geçmektedirler. Şehrin 16 semti, sekiz(4M) ha
mamı ve dört camii vardır. Bu camilerin biri eskiden
Ermeni kilisesiydi vc İslam ordularının burayı ilk fethet
meleri sırasında camiye çevrildi; bu cami şimdi «Kızıl
Mcscid» adıyla bilinmektedir. Diğer bir cami de Selçuk
luların eserlerindendir vc «Cami-i Köhne» adıyla bilin-
mektedir; tarihi Kûfi yazısı(43,) ile yazılmıştır. Başka bir
•ami daha vardır ki, Bedlis Hükümdarı Emîr Şemseddin
tarafından yanındaki zaviye ile birlikte Gök Meydan'da
yapılmış; bu müessesenin tümüne «Şemsiye» adı veril-1
mistir. Dördüncü cami ise «Şerefiye» adıyla bilinmekte
dir; bunu, yanındaki zaviye ile birlikte Mardin Mahallesi’nde, bu satırların yazarı olan fakirin dedesi merhum
Şeref Han yaptırmıştır. Bu camiler bugüne kadar namaz
kılanlarla mamur olagelmiştir; müezzinleri, imamları, ha
tipleri vardır; bunlara bol maaş verilmektedir. İslam fet
hinden bu yana, Bedlis’te cemaat ve cuma namazlarının
yükselttiği İslam şiarlarının kesilmiş olduğu bilinmemek
tedir.
Bcdlis’te beş bilim medresesi daha vardır ki, hepsi
de, yüce Allah’a muhtaç olan bu güçsüz fakirin eserleri
dir. «Hatibiye», «Hacıbegiye», «Şükriye», «Idrisiye» ve
«Ihlasiye» adlarıyla bilinen bu medreselerin hepsini 999
(1591) yılında Şemsiye Zaviyesi'nin yakınında yaptırdım.
Bu medreseler şimdi büyük fazilet sahibi ve edebiyat
adamları olan öğrenciler, bilginler ve müderrislerle dolup
taşmaktadır.
Örneğin Şerefiye Medresesi’nde, Şafiî fıkhının dalla
rını çok iyi bilmek konusunda, hadis ve tefsirde bir ben
zeri bulunmayan Mevlana Hıdır Bibi(440) ders okutmak
tadır. Yaygın olan inanca göre, onun yanında bir şey
okuyan kimse okuduğunda mutlaka kemale erer. Ihlasiye
Medresesi’nde de, Kürdistan bilginleri arasında yüksek
himmeti ve yüce kadriyle tanınan Şeyh Şemseddin Mev
lana Muhammed Şeranşî Hazretleri ders okutmaktadır.
Kendisi, tefsir, astronomi, mantık ve kelam bilimlerinde
tam bir yeteneğe sahiptir. Hacıbegiye Medresesi’nde ise
ders okutmak, fıkhı çok iyi bilmek konusunda, kanaat
(439) A ra p y a z ıs ın ın b ir şekil. (M .E .B .)
(440) H ıdıriâ X izanl (H lzanlı H ıdır). (MA..A.)
karlık, günahlardan sakınma, dindarlık ve bütün durum
larında, bütün hareketlerinde dürüstlük ve doğruluk dal
larına tutunmada benzeri az bulunan aynı zamanda mu
tasavvıf olan Mevlana Muhammed Zırkî’ye aittir. İdrisiye Medresesinde ise «Melae Reşık», yani «Siyah Hoca»
diye tanınan Mevlana Abdurrahman, Asitane’den elde et
miş olduğu, hayat boyunca berattaki şartlar gereğince
ders okutmaktadır. Bu da kendi bilim alanında en üstün
bilginlerdendir.
Bunlardan- başka fazilet, edebiyat sahipleri, zanaat
ve meslek adamlarından da birçok kimseler vardır ki;
800 kadar dükkan ve mağazaya dağılmışlardır.
Belde, yukarıda adları geçenlerden başka, şüphesiz
daha birçok hayır kuramlarım içine almaktadır. Bunların
bir kısmı merhum Hüsrev Paşa’nm, yani devletin mimarı,
hayır ve yararlı işlerde başarı kazanmış, iyilikleri ve doğ
rulukları kendinde toplamış, davul ve bayrak sahipleri
nin sığınağı, fazilet ve bilim adamlarının ilticagahı, padi
şahlık devletinin güvenilir adamı, Hakan Hazretlerinin
güvendiği adam olan Van Beylerbeyi Hüsrev Paşa’nm
eserleridir. Bunlar, pahalı mermerden yapılmış iki ha
mamdan, gelip gidenler için yapılmış iki handan, iki ya
na açılır iki kapısı bulunan 100 kadar dükkandan, iki
tabakhaneden ve gelir getiren arazi ve bina gibi başka
eserlerden meydana gelmiştir. Bunların hepsini Rahwa
(Rahva) Zaviyesi’ne vakfetmiştir.
Şüphesiz bu güzel yapılar, Bedlis şehrinde imar,
parlaklık ve güzellik izleri meydana getirmiştir. Bu bü
yük binaların ve güzel mimarlık eserlerinin tarihlerini
de, o güzel şehrin, babalarından ve atalarından bu yana
kuşaktan kuşağa yüksek mevkiier alan ve yüce rütbelere
yükselen büyüklerinin çocuklarından ve kadınlarından biri
olan faziletli Ustad, güzel konuşmacı, mütekabil edebiyatçı
Muhammed Hassan Efendi «Binaye Xusrewane» (Bina-i
Hüsrevane)(441) sözüyle(442) koymuştur.
Bu hayır kurumlarmdan ayrı olarak, adı geçen Ve
zir, iki büyük eser daha yaptırmaya girişti ve bunları kı
sa zamanda, bütün halkın ikisine de hayranlığını kazana
cak şekilde tamamladı; uzak yakın herkes tarafından ka
bul gördü:
1 — Tatvan Köyü ile Bedlis Şehri arasındaki Rahwa (Rahva) îmareti’ni meydana getiren binalar toplulu
ğu. Bunlar, kervanların indiği iki geniş han, yüksek sütunlu bir zaviye, zarif, ince yapılı bir hamam, göğüslere
ferahlık veren ve imrenmeyle, sevinçle dolduran bir cami,
Zanaatçılar ve tüccarlar için yapılmış on dükkandan iba
rettir. Ayrıca, imar eserlerini ve halkın rahatı için ge
reken vasıtaları çoğaltmak için, o yere, 12.000 zira’
mesafede bulunan bir çeşmeden duru bir su getirdi. Ora
ya ayrıca, Müslümanlardan ve Hıristiyanlardan 30.000
kadar aile yerleştirdi. Sonra, buranın imaretinin devamı
için, merhum Sultan Murad Han'ın ikta’ mülkiyeti yo
luyla kendisine vermiş olduğu toprakları vakfetti. Bu top
rakların geliri hâlâ, adı geçen imarete gelip giden yolcu
lara verilen ekmeğe, çorbaya ve aydınlatma yağma har
canmaktadır. Yolcuların her biri kendi kadri ve mevkiine
®öre büyük bir ilgiyle ağırlanır, örneğin bu hayır imare
tine misafir olarak inen ve geceleyenlerin bir kısmı Türk,
Tacik, Arap ve Acem beyleri ve ileri gelenleri; ayrıca öz
gür, köle, uzak, yakın herkestir.
Bedlis şehri ile Tatvan köyü arasında bulunan bu
yerde gerçi birçok köy ve hanlar vardır ve karların fazla
yağması, soğuğun şiddeti sırasında yolcular buralarda ba
rınırlar; kar o kadar yağar ki, Bedlis ileri gelenleri, karın
çok yağdığı yıllardan birinde yağmış karı ölçtüler; 60 zi(441) H üsrevce bina, şahane bina. (M.E.B.)
<442) «Ebced H esabı»na göre bu sözden çıkan ta rih , H icri
974 (1567) dir. (M.E-B.)
ra* olduğunu gördüler. Eskiden her kış, tüccarlardan ve
öteki yolculardan birkaç kişi muhakkak helake ve kaçı
nılmaz ölüme uğrardı. Geçmiş sultanları ve hükümdarla
rı, özellikle bey olan benim ulu babalarımı ve atalarımı,,
kışın halkın barınması için orada imaret ve hanlar yap
tırmaya sevkeden de işte budur. O imaretlerin temelini
atmışlar ve inşaata da başlamışlardır. Duvarları ve surla
rının izleri hâlâ gözlerin önündedir; birbirini izleyen de
ğişiklikler ve karışıklıklar yüzünden yapılmaları tamam
lanmamıştır.
Fakat adı geçen Paşa’nın nefeslerinin bereketleri ve
iyi talihinden ötürü, Rahwa’daki adı geçen imareti saye
sinde, 20 yıldan beri kimse eskisi gibi ölüme uğramadı.
Artık birçok hacı, seyyah, tüccar ve diğer yolcular büyük
bir huzur ve iç rahatlığıyla oradan geçmektedir.
2 — Merhum Paşa Van beldesinde rükünleri yük
sek bir cami, büyük bir medrese, bir türbe ve güzel bir
zaviye yaptırdı; İyi Kur’an okuyan güzel sesli hafızlardan
buraya imamlar, hatipler ve müezzinler tayin etti; bun
ları, kendilerini dini bilimler ve edebi sanatlara vermiş
bilim öğrencileriyle, her şeyden ilgisini kesip ibadetle
meşgul olan ahitlerle doldurdu; onlara, en iyi şekilde ge
çimlerini ve büyük bir gönül rahatlığı içinde olmalarını
sağlayacak görevler ve ödenekler ayırdı. Onlar da beş va
kit namazlarından her birinden sonra onun yüce ruhuna
fatha okuyorlar; sonra her cuma ve pazartesi gecesi Kur’an‘m tümünü hatmediyorlar ve bunun da sevabını onun
teiniz ruhuna bahşediyorlar.
Bu iyiliksever, alicenap, hayırsever Paşa, beni şef
katine boğdu ve elimden tutarak, Kızılbaş’ların vartasın
dan kurtulmamızda, gerek bana ve gerekse, başkalarının
tahakkümünden ötürü benimle birlikte vatanı terk etmiş
olan Rojkan aşiretine en hayırlı, yardımcı ve en sadık
kılavuz oldu. İçine düştüğümüz bu varta, bizleri, Kızıl-
baş’ların arasında 44 yıl kadar kalmak ve bu süre için
de, Kızılbaş uygunsuzlarının ve ayaktakımının söyledik
leri ve bizlere eziyet veren, gönlümüze elem veren kötü
sözleri de dinlemek zorunda bırakmıştı. İşte Paşa, düşman
ların ve muhaliflerin dikenlerinden kurtulmak, Müslü
manlığın zengin bahçelerine dönüp sevgili irsi vatanımız
da oturmak nimetinin zevkine ermek, sonra da geçmiş
atalarımızın bizlere bırakmış oldukları meskenlerimize sı
ğınmak için, her vasıtayla bizlere yardım etti.
Kısacası, merhum Sultan’ın(443) bu satırların yazarı
na şefkat göstermesi, Nahcivan Hükümdarlığı görevini bı
rakarak İslam diyarına dönmemi istemesi ve irsi eyale
timin yönetimini eskiden olduğu gibi bana vermeyi vadetmesi, Hüsrev Paşa’nm ve onun bu yoldan harcadığı
büyük çabasının, güçlü çalışmalarının sayesinde oldu.
Onun bu hayırlı işi sayesinde, kadın erkek, yaşlı genç
1.000 kadar insanın özlemi gerçekleşti. Bu insanlar yıl
lar boyunca, İslam ülkesindeki vatanlarına kendilerini
döndürmesi için gece gündüz Allah’a dua ediyorlardı.
Sonunda, bu satırların yazarıyla birlikte sevgili vatanla
rına döndüler. Bunun için Allah'a hamdolsun.
Bedlis şehrinin gerçekten güzel olan bazı dolaylan
ve güzel nahiyeleri vardır. Bunlardan biri, geçmiş zamana
kök salmış, tarihi bir şehir olan Ahlat Nahiyesi’dir. Ah
lat bazı vakitlerde Ermenistan bölgesinin kırallarının ve
Ermeni sultanlarının başkentiydi. Kıral Nuşirevan zama
nında ise, Ahlat, amcası Camasb’ın yönetiminde bulunu
yordu. Ahlat’ın havası ve iklimi son derece temiz ve gü
zeldir. Zengin bahçeler, her çeşitten güzel ağaç ve mey
veler, ve özellikle nefasette ve irilikte benzerleri bulun
mayan kayısı ve elmalar, şehri çevrelemektedir. Ahlat
elmalarının tanesi 100 dirhemden fazladır. Bu taraflarda
elma ve armutun birkaç çeşidi vardır ve bunlar Ermenis
tan ve Azerbaycan bölgelerinde ünlüdür.
ö te yandan, Ahlat Vilayeti cami, medrese, konak,
han gibi birçok hayır kurumlarmı içinde toplamaktadır.
Ayrıca birçok evliya, bilgin, abit ve şeyh yetiştirmiştir.
Bunlardan biri, zahirî ve batınî bilimleri çok iyi bilmek
konusunda çağının önde gelen bilginlerinden olan Seyyid
Hüseyin Ahlatî’ydi. Kendisi toplamalı «cüfür» biliminde
de zamanının ünlülerindendi. Bu bilim aracılığıyla, Cen
giz Han’ın çıkacağını ve onun yıkıcı ordularının İran ve
Turan ülkelerinde meydaha getireceği tahrip ve yakıp yık
ma izlerini daha önce haber vermişti. Bu olayların karı
şıklıkların ve kanlı felaketlerin meydana gelmesinden ön
ce vatandan ayrıldı ve kabilesi, aşireti, kendisine inanan
müritleriyle birlikte Mısır ülkesine giderek Rabbinin hu
zuruna çıkıncaya kadar orada kaldı. Mezarı oradadır ve
mübarek ziyaretgahlardan biridir. Mısır'da, bu Ahlat’lılara izafetle hâlâ «Ahladılar Mahallesi» denilen bir semt
vardır.
Ahlat’lı bilginlerden biride Mevlana Muhiddin Ah
latî’ydi. Kendisi faziletin ve bilimin bayraklarından bi
riydi; matematik ve astronomi bilimlerinde mütehassıstı.
Hulagu Han’ın, Tebriz Merağası’nda bir rasathane kur
makla ve buna bir de cetvel hazırlamakla görevlendirdiği
ünlü matematik bilgini Nasîreddin Tusî’nin, yardımları
na başvurduğu üç kişiden biri de kendisiydi. Nasîreddin
kendisini Ahlat'tan götürdü ve o büyük bilimsel göreve
kendisiyle, Müeyyideddin El-Aruzî ve Necmeddin Debiran El-Kazvinî ile birlikte bu büyük bilimsel görevin çabşmalanna başladı.
Ahlat Şehri İslamiyet devrinde defalarca harap ve
virane olmaya maruz kaldı, önce Sultan Celaleddin Harzemşah, 626(1230) yılında Ahlat üzerine yürüyüp gasp
ve kuvvet yoluyla Selçuk’lulann elinden aldığı sırada, bu
rayı harabeye çevirdi ve şehirde büyük bir katliam yaptı.
Ondan sonra da Moğol Ordusu gelip şehri Celaleddin’den aldı ve akim tasavvur edemeyeceği ölçüde şehri ya
kıp yıktı. Ahlat 644(1247) yılında da büyük bir depreme
uğradı ve bu depremin sonucu olarak birçok binalar yı
kıldı ve şehir viraneye döndü. 955(1549) yılında ise Şah
Tahmasp kışın ortasında şehre saldırdı ve şehri de, kale
sini de kuşattı; sonunda şehri, Sultan Süleyman tarafın
dan görevlendirilmiş olan muhafız birliğinin elinden aldı.
Sonra bütün burçlarının dövülmesini ve kalesinin yıkıl
masını emretti. Bunun üzerine bir saat içinde kaleyi yer
le bir ettiler. Bundan bir süre sonra ise Sultan Süleyman
Han eski şehir ve kaleyi bıraktı ve Van Gölü’nün kıyısın
da yeni bir kale ve şehir kurdu; bu, eski kale ve şehrin
nihai olarak harap olmasına yolaçtı; yeni şehir de hayat
alanında ve imar hareketinde ilerlemedi ve şairin dedi
ği gibi oldu:
a Harap ve sel yolundadır şu dünya kalesi
«Sanma ki bir avuç çamurla mamur olacak.»
Hâlâ, eski şehrin topraklarını her kazdıklarında,
yontma taşlarla ve zarif mermerle yapılmış saraylar, han
lar, hamamlar gibi eski yapıların eserleri ortaya çıkmak
tadır.
Bedlis’in nahiyelerinden biri de eski Muş beldesidir^
Kalesinin ve çok eski burçlarının eserleri gözlerin önün
dedir. Muş Kalesi, bu satırların yazarının babaları ve ata
ları zamanında, şehrin bir fersah güneyinde bulunan bir
tepenin üzerinde kuruluydu ve bir süre mamur halde kal
dı. Sultan Süleyman devrine kadar ayakta durdu. Sultan
Süleyman bu kaleyi yıktı ve şehrin batısındaki tepe üze
rinde bulunan yarım kaleyi yeniledi; oraya, 50 kadar
muhafız askerden kurulu bir birliği, toplarla ve gerekli
yiyecek ve mühimmatla birlikte bıraktı.
«Muş» kelimesine gelince; bu, ermenicede «duman»
anlamına gelmektedir. Çünkü orada yoğun dumanın et
kisiyle, meyve veren ağaçların çoğu yetişmez. Fakat şeh
rin çevresinde, az olmayan bağlar vardır. Orada yük
sek bir dağda, bir tepe üzerinde bağ dikmişler ve güzel
tutmuştur; ama üzüm fidanlarını alçak yada yamaç top
raklara nakletmek istedikleri zaman o fidanlar kurur.
Fakat tahıl ve öteki ürünler örneğin pirinç ve diğerleri
büyük ölçüde ürün verir. Kaldı ki, bu vilayetin verimli
ovalan ve zengin otlakları da vardır; halk buralarda bir
çok sığır ve manda sürüleri, binlerce koyun ve öteki hay
van beslemektedir. Ekine elverişli topraklarda bir çift
öküzün ekebileceği miktar demek olan her «kotan »da
24 baş sığır ve manda çalıştırılır.
Türk’ler Muş düzlüğüne «Muş Ovası» derler. Bu
düzlüğün yüzölçümü ise yaklaşık olarak dört yada beş
kere 12 fersahtır. Her zaman çiçekler ve reyhanlarla kap
lıdır. Düzlüğü yeşil ormanlar ve otlar, zengin bahçelerle
kaplı bulunan dağlar ve tepeler çevrelemektedir. Bu dağ
lar arasında, başları ve dorukları kardan taç giymiş olan
ve her tarafında soğuk sular fışkırtan derelerin aktığı yük
sek tepeler vardır. Fırat Nehri bu düzlüğün üçte bir kadarı
olan kuzey kesimini yarar, sonra güneye yönelir. Nemnız
dağı’ndan(+M) akan ve «Karasu» adıyla bilinen nehir ise
doğu yönden gelmekte ve yaklaşık olarak düzlüğün orta
sını yararak Fırat’la birleşmektedir.
Bu ülkenin dağlarında av kuşlarından, bir benzeri
bulunmayan en iyi cins beyaz av kuşları vardır. Sözün
özü, bu verimli ovada ve bu Firdevs gibi yeşilliklerde bir
çok kuş ve balık bulunur ve bunlar avlanmaya, yararla
nılmaya elverişlidir. Nitekim şair burayı şöyle övmüş
tür:
«Cennete dönmüş bu ağaçlık yerler
«Eteklerinde akan sularsa kevser gibi
(444) N e m ru t dağı. (M .E.B.)
«Şenlendirir gönülleri, sükuneti ve güzel kokusuyla
«Ve yıkanır toprakları bu sularla kirden, dertlerden
«Her sene yeşerir reyhanlar, o zümrüt yerlerde
«Ve her yer nazlı, her yer nimet gibi güzel
«Kuşların otlağıdır o ülke
«Dost olmuş orada aslanlarla kuşlar
«Sarı sularla yıkanmış sanki toprakları
«Zaferana boyanmış o topraklar sanki.»
Yaklaşık olarak 100 Ermeni ailesinin oturduğu köy
ler bu zümrüt ovada yanyana bulunmakta; Müslüman
köyleri ise, bu geniş ovayı çevreleyen dağların eteklerinde
ve Ermeni köylerinin çevresinde yeralmaktadırlar.
Bu ülkenin Divan hakları*445* ise, Hamdullah El Müstevfî’nin dediğine göre, Cengizli sultanlar döneminde
99.500 altındı. Kendi döneminde Bedlis Vilayeti’nin ye
niden yazımı yapılan Kanuni Sultan Süleyman zamanın
d a ise, Vakıflar’a ait köy ve emlak hariç, 4.000 zimmî*446*
için alman haraç olarak Divan hakları, her kişi başına
70 akça olan eski haraç düzeni gereğince; 1.000 akça*447*,
normal, 5.000 ve 33.324(448> Osmanlı akçasına ulaşırdı.
Şunu da bilmek gerekir ki, her 12 Osmanlı akçası bir
miskal*449’ saf gümüşe denk gelmektedir.
Rivayet edilir ki: Islamiyetin doğuşundan önce, Er
meni hükümdarları zamanında Muş Hükümdarı bir gün
ordusunu teftiş etmiş ve ordusunun içinde 600 tane cins
a t bulunduğunu görmüş; buna üzülerek şöyle demiştir:
«Muş’un, sağlam tedbirli ve isabetli görüş sahibi bir hü
kümdarı yoktur.»
Bedlis’in ünlü nahiyelerinden biri de Xınıs (Hınıs)
(445) D evlete ödenen vergiler. (M.E.B.)
(446) İslam devletinin him ayesi a ltın d a bulunan g a y rim ü s
lim ler. (M .E.B.)
(447) E n az. (M.A.A.)
<448) E n çok. (M.A.A.)
(449) B ir m isk al 45 desigram dır. (M .E.B.)
beldesidir. Buraya birçok geniş ve verimli otlaklar bağ
lıdır. Suşehri, Bingöl ve Şerefeddin dağları bunlardandır.
Bu satırların yazarının ataları zamanında bu dağa her
zaman Kürt aşiret ve kabileleri ilgi gösterirlerdi; büyük
çıkarlar ve birçok gelirler elde ederlerdi. Bu nahiyede ay
rıca yeraltından fışkıran iki pınar vardır. Birincisinden be
yaz tuz, İkincisinden de kırmızı tuz elde edilmektedir;
ikisinin yıllık geliri yaklaşık olarak 400.000 Osmanlı ak
çasına ulaşmaktadır. Buranın Divan hakları da Muş Nahiyesi’ninki gibidir. Bu nahiyede Ermeni‘lerin ve öteki
zimmîlerin sayısı gerçi azalmıştır; ama köylerinin ve eki
lebilir topraklarının çoğu tımar ve zeamet sahiplerine ve
rilmiştir; bunların miktarı yaklaşık olarak 400 parçaya
ulaşmıştır. Bu nahiyede soylu Arap atlarından da bir
miktar vardır. Toprakları buğday ve öteki tahıllardan
başka ürün vermemektedir.
Bu ülkedeki tabiat garipliklerinden biri de «Bula
nık» denilen bir göldür. Yuvarlak olan bu gölün çapı
bir fersahtır. Suyu her zaman kırmızı bir çamurla karışık
tır. Bu gölden çıkan nehir de hiçbir zaman durulmaz ve
kırmızı topraktan arınmaz. Orada, adı geçen göl ile Ah
lat şehri arasında yeralan «Nazik» adında bir diğer göl
de vardır ve suyu son derece hafif, duru ve tatlıdır; kışın
donar; o kadar ki, kervanlar dört ay süreyle üzerinden
geçerler. İlkbahar gelip de Güneş Koç burcuna girince,
buzlar ve donlar eriyip kırılmaya başlayınca, bu gölün
sularının tuttuğu buz katlarının kırılma ve çatırdama sesi
üç fersah mesafeden duyulur. Bu donun kaybolmasıyla
birlikte hava ılımlılaşır, balıklar bol miktarda görünmeye
ve gölden küçük sulara ve sellerden oluşan derelere ak
maya başlarlar; o taraflarda halk bir ay süreyle balık ay
lamaya gider. Denildiğine göre, o dereler ve gölde lez
zetli ve taze balıklar o kadar çoktur ki, bir tek kişi bir
günde birkaç çuval dolusu balık tutabilir; her birinin
uzunluğu yarım zira'« varır, işin garibi şudur ki, bu ba
lıkların karınlarında bulunan yumurtalar son derece ze
hirlidir; insan yada hayvan bu yumurtaları yediği zaman
zehirlenmemesi imkansızdır. Birkaç kişi, bu satırların
yazarının yanında adı geçen yumurtadan biraz aldılarV
ve hemen zehirlenip bayıldılar, bir gün bir gece sürekli
olarak baygın kaldılar. Sonra, ancak panzehir yedikten
ve karınlanndakini istifrağ ettikten sonra ayıldılar. Divan
adamları birkaç defa, mültezimlik yoluyla bu göldeki ba
lıkları icar edip tekel altına almaya teşebbüs ettiler; bu
da, benim yönetimim zamanında oldu; fakat bu teşeb
büs, Divan’a hiç bir yarar sağlamadı. Çünkü o yıl balık
lar, mutat olduğu gibi dışarı çıkmadılar ve akarsulara
geçmediler.
Bedlis’in kuzeyinde, Muş ve Ahlat şehirleri arasın
da «Nemruz Dağı» denilen büyük bir dağ vardır. Halkın
inancına göre, Nemruz o taraflarda kışı geçirir; yaz ge
lince de o dağa çıkıp yazı orada geçirirmiş. Bunun içirtdağın doruğunda bir kale, çeşitli binalar ve büyük kırat
lık sarayları yaptırmış; bunlarda oturmuş ve vaktinin ço
ğunu burada geçirmiş. Vahid-i Kahhar(450) kendisine ga
zap edip de güçlü bir padişahın yakalayışı gibi kendisi
ni yakalayınca, yüksekliği 2.000 zira’dan az olmayan o
yüksek dağı da çöktürdü ve 1.500 zira’ içeriye batırmış.
O çüküntüden oluşan çukurda ise büyük bir göl meydana
gelmiş. Bu gölün bütün çevre genişliği yaklaşık olarak
5.000 zira’dır.
Oradaki dağınık taşlardan, sık ağaçlardan vc yoğun
otlardan, insan bir veya iki yoldan başka bir yerden adı
geçen göle ulaşamaz; bu bir iki yol da son derece dar
ve sarptır. Hayvanların yürüyebildiği yollar da yine yal
nız ikiyi geçmez. Bu gölün suları son derece duru ve so
ğuktur. Fakat gariptir ki, gölün kenarında küçük bir çu-
kur da kazıldığı zaman sıcak sular fışkırır. Yer çoğun
lukla taşlıktır; fazla toprak, yada ç?mur bulunmaz. Çün
kü siyah kayalar yanyanadır ve birbirine yapışmış du
rumdadır. Bu kayaların bir kısmı, Türk’lerin «devegözü» dedikleri cinstendir. Bunlar delikleri dolu arı petek
lerine benzerler ve serttirler. Bunlardan başka bir çeşit
İraya daha vardır ki, ötekilerden daha yumuşaktır, siyah
taşlar gibi.
Bu mevkiin kuzeyinde, koyu bir kara suyun aktığı
bir kanal vardır. Demircilerin körüğünden akan kara su
ya benzeyen bu suyun tartıdaki ağırlığı demirden daha
ağırdır; bu su yerden fışkırır ve hızla uçuruma doğru iner.
Kanaatime göre bu su her yıl çoğalıp azalır. Fışkırırken
30 zira’dan fazla yükselir ve uzunluğu birkaç yüz zira’
olarak tahmin edilen bir alana yayılır; buradan da birkaç
yönden çıkar. Bu suyun, ağırlığı bir «menn»i(451) geçme
yen bir parçasını ayırmak isteyen bir kimse, bunda bü
yük bir güçlükle karşılaşır.
BİRİNCİ KISIM
Rozkan'452* Aşireti’nin Durumu ve Bu Adla
Adlandırılmasının Nedeni H a k k ın d a d ır
Açıkça bilindiği gibi, «Rozki»<4S3) sözcüğü derice(454) bir sözcüktür. Bazıları da bu sözcüğün yazılış bi
çimini «c» ile(455), bazıları da «ş» ilef456) tespit etmişler
(451) E sk i b ir ağ ırlık ölçüsü. (M .E.B.)
(452) 245 No. lı nota bakınız.
-(453) A şiretin adı «Rozkîj. y a d a •tRojkîsye m ensup olanla
r a «Rozklyan» (R ozkanlılar) y a d a «R ojkîyan» (Rojk a n lıla r) denir. Biz de tü rk ç e çoğul şeklini aldık. (M.
E .B .)
(454) E sk i farsça . (M.A.A.)
(455) «Rockî). B ir d iğ e r n ü sh ad a «ç» İle, y an i «Roçld». (M.
A. A .)
(456) «Roşkl». (M A -A .)
dir. Bugün yaygın olan biçimi «Rojki» ise, aslında «bir
gün» anlamına gelen «yekroj» demektir. Buradaki aroj»
sözcüğünün sonundaki «ki» ise, «xoceki»'-457*, «perdeki»t«*) ve benzeri sözcüklerdeki «ki» gibi «tek»lik ifade
eden bir ektir. Bazı edebiyatçılar, «k» ve «i» harflerinin
farsçada «küçültme» için de kullanıldıklarını söylemek
tedirler. Diyebiliriz ki, bu sözcüğün «c» ile yazılması
-arapçayı iyi konuşanların kuralına dayandırılmıştır; çün
kü onlar dericedeki «j» harfini arapçadaki «c» şeklinde
yazarlar. Sözcüğün'459* «ş» ile yazılmasına gelince, bu da
güzel konuşan Kürt’lerin tabiatine'460* uygun olmaya da
yandırılmıştır.
Haberleri nakleden ve eserleri koruyanlardan sözle
rine güvenilirlerinin rivayetine göre, Rojkan aşireti, 24
Kürt aşiretinin bir günde, Xwet (Huvit)'461* dolaylarında
ki Tab denilen yerde toplanıp ittifak kurmalarından doğ
muştur. Kabilelerden meydana gelen bu topluluk, sonra
iki ünlü kola ayrılmıştır. 12 gruptan kurulu olan birinci
kola «Bılbasî» adı verilmiş; ikinci kol da «Qewalisî»
(Kavalisi) adıyla adlandırılmıştır. «Bılbas» yada «Bılbis»
ile «Qewalis» sözcükleri ise, Hakkari hükümdarlarının
köylerinden iki köyün adlarıdır; diğer bir rivayete göre
ise, bu iki sözcük, Baban aşiretlerinden iki aşiretin ad
larıdır.
Sözün özü, onlar önce Tab mevkiinde toplanıp ora
nın topraklarını kendi aralarında parça parça bölünce
ve her şeyde birleşip dayanışma içine girerek tek kalbli
bir adam haline gelince; aralarında, işlerini yönetecek bir
Hükümdar tayin ettiler. Ondan sonra da vilayetin kalan
topraklarını ve diğer beldelerini ele geçirdiler. Dillerde
(457)
(458)
(459)
(460)
<461)
Y ani b ir hoca. (M .E.B.)
Y ani b ir perde. (M.E.B.)
«Rozkİ» sözcüğü. (M.E.B.)
O nlar, «j» harfin i «g» ye çevirirler. (M.A.A.)
Bedlis’in batısındadır. (M.A_A_)
ve ağızlarda yaygın olan sözlere göre, Tab beldesinin top
raklarında payı olmayan kimse, aslen Rozkanlı değildir.
Bu aşiretler, başlarına tayin ettikleri ve gönülden
kendisine itaat ettikleri hükümdarlarının bayrağı altında
toplandıktan sonra, yabancıların hüküm sürdüğü komşü
beldelere saldırmaya başladılar. Rivayete göre o çağda
Bedlis ve Hazzo vilayetlerine, Gürcistan hükümdarların
dan Tadit (David) adlı bir kişi hükmediyordu. Rozkan’lılar Bedlis ve Hazzo Vilayetini işte bu Gürcü adam
dan almışlardır. Diğer bir rivayete göre ise, Bedlis’i Gırdıkan aşiretinden, Hazzo şehrini de Gürcü'lerden almış
lardır. Bazıları da Rozkan’lılarm, Bedlis’i «Zoqeysî»
(Zokaysi)(M2) aşiretinden almış olduklarım söylerler. Bü
tün bu söylentilerde, sözün doğruluğu yada yanlışlığı ri
vayet edenlere aittir.
Sözün özeti, Rozkan’lılar Bedlis ve Hazzo’yu tama
men istila ettikten ve bu iki beldeyi bağımsız hükümdar
lar ve asıl sahipleri gibi yönetmeye başladıktan sonra, yö
netimlerini elinde tutan ve işlerini gören beyleri, Allah’ın
rahmetine kavuştu; fakat yerine geçecek çocuk bırakma
dı. Bu durum, Rozkanlılar arasında anlaşmazlık çıkma
sına yolaçtı ve liderler birbirlerine boyun eğmez duruma
geldiler. Bu nedenle Mevlana Hatifî’nin şu sözleri onlara
uygun düştü:
«O memleket için ağlanır ve feryat edilir ki,
«Orada kimin imdada koşacağı bilinmez
«Sarhoş fahişe Ka'be’de kusar
«Arkasından yetişip haddini bildirecek hakim yok
sa eğer.»
Durum bir süre böyle gittikten sonra, aşiret reisle
ri, aile ve kabile liderleri duruma çare bulmaya çalıştı
lar; aralarında istişarede bulundular ve sonunda, Kisra(463)
(462) B a şk a b ir
n ü sh a d a «Zoqeyşî»dir. (M.A.A.)
(463) 244 N o. lı n o ta b ak ın ız .
sultanlarının soyundan olup, Ahlat şehrinde oturan îzzedin ve Diyaeddin adındaki iki soylu kardeşe gidip, on
ları kendilerine gelmek ve aralarına yerleşmek için çağır
maya karar verdiler. Böylece bu iki kardeşten hangisi
nin kamu işlerini eline alma ve idari işlerini yürütme gü
cüne sahip olduğunu öğrenecekler; onu başlarına Bey ta
yin edecekler; kendisine içtenlikle itaat edecekler ki, o
da ülkeyi kalkındırsın ve bozguncuların, güvenliği bozan
ların ellerine demir bir elle vursun ve adaleti doğru bir
teraziyle yürütsün.
Bu fikri yerine getirmek için, Rozkan ileri gelenle
rinden kurulu bir heyet, Ahlat şehrine giderek iki soylu
tarafından kabul edilmekle müşerref oldular ve onları
büyük bir saygı ve tazimle Bedlis’e getirdiler. İşin so
nunda, bir topluluk, İzzeddin’in Bedlis Hükümdarı, diğer
bir topluluk da Diyaeddin’in Hazzo Beyi olmasını tercih
ettiler. Böylcce ülke ve Rozkan aşiretin^ bütün unsur
ları ve aşiretleri, kendi istekleri ve itaatleriyle bu iki kar
deşe boyun eğdiler.
Emir îzzeddin, görevini en iyi şekilde yaptı; halk
arasında iyi bir tutum takındı; hiçbir fark ve imtiyaz ol
maksızın, kabile ve aşiret adamları arasında adaleti yü
rüttü. Hepsi kendisinden yana oldu ve kendisinden bü
yük, hayırlı işler umdu.
Aslında Rozkan aşireti, bugün olduğu gibi, o zaman
da Kürdistan kabileleri ve toplulukları arasında geniş
cömertliği, nadir rastlanan iyilikseverliği, üstün cesareti,
yüksek alicenaplığı ve övünülecek hatniyetiyle ün yap
mıştır. Ayrıca, bu aşiretin fertleri doğrulukla, dindarlık
la, gerek sözlerinde ve gerekse davranışlarında son dere
ce güvenilir olmakla, hükümdarlara ve beylere bağlılık
ve itaatle tanınmışlardır. Başlarına gelen musibetler ve
felaketlerde bile, vatan topraklarının ve ülkenin çıkar
larının savunulması uğrunda itaatlerini sunmaktan ve hiz
met etmekten geri kalmazlar, örneğin, tarihin çeşitli dö
nemlerinde, Bedlis’i alıp beylerini ve hükümdarlarını ik
tidardan uzaklaştıran zorbaların ellerinden, burayı defa
larca ve kimseden yardım almaksızın kurtarmışlardır. Bit
da, ancak, işleri iyi kavramaları, savaşlarda ve döğüşlerde gösterdikleri aşırı cesaretleri, felaketlerde kendilerine
olan güvenleri ve çalışan, kendisine tevekkül eden kulu
nu seven Allah’a tevekkül etmeleri sayesinde olmuştur.
Kürt’ler arasında meşhurdur ki, Bedlis Kalesi’ndeki
her taşın yerine konması uğrunda, Rozkan aşiretinin
adamlarından birinin başı gitmiştir. Büyük sultanlardan
herhangi biri, ne zaman Kürdistan’ı istila etmek ve Kürt’
leri saltanatına boyun eğdirmek istese, her şeyden önce
mutlaka Bedlis beyleriyle düşmanlık yapması ve Rozkan
aşiretiyle savaşıp ona boyun eğdirmesi gerekir. Bu Kürt
aşireti saldırgana boyun eğmediği takdirde, Kürdistan’ın
öteki halklar^ ve toplulukları kimseye boyun eğmezler.
Bunun kanıtı şudur:
Gazi Sultan’ın*4642 iradesi, Bedlis Vilayeti’ni, Sultan'ın satvetinden kaçarak Acem ülkesine sığman Bedlis
Hükümdarı Şemseddin Han’dan*4652 almayı gerektirdiği
zaman, Baykan, Modkan, Zeydanî ve Bılbasî aşiretleri
nin hepsi hemen başkaldırdılar ve Osmanlı devlet adam
larına ve görevlilerine karşı üç yıl süreyle isyan bayrağı
nı kaldırdılar. Hatta Sultan, Kürdistan’m bütün beylerine
ve hükümdarlarına, bu asilerin üzerine bir anda yürüme
emrini de verdi; bunlar da bu emre uydular; yine de
onlara gasp ve zor kuvvetiyle boyun eğdiremediler. Bu
nun sonucu olarak, Sultan Süleyman, sonunda siyaset
ve dehasını kullandı; nihayet Kefnedûr Vadisi’nin halkı
ile Baykan aşiretini Hazzo Hükümdarı Bahaddin Bey
aracılığıyla kendine çekti ve Bahaddin Bey’i onların tes(464) K anuni S u ltan S üleym an’ı kastediyor. (M.A.A.)
(465) Şem seddin H a n H I. (M .A A .)
limiyle görevlendirdi; sonra da Şeyh Emîr Bılbasî'nin
iki oğlu İbrahim Bey ile Kasım Bey’i kendine çekti ve
gözlerini paraya, makama çevirdi. Ve ancak bu şekilde
Bedlis’i istila etmek imkanını buldu; aşiretlerine boyun
eğdirmeye muvaffak oldu.
ö te yandan, Kürdistan beylerinin birçok çocukları
ve evlatları Bedlis’e gelip boş vakitlerini burada geçirir
ler. Oysa Rozkan aşiretinin çocukları ve Bedlis beyleri
nin oğulları, hizmet için, yada vakit geçirmek, dolaşmak
için Kürdistan beylerinin kapılarına gitmezler; ayrıca
bunlar yabancı ve uzak ülkelerde, yükselmek ve yüksek
derecelere ulaşmak uğrunda güçlükler karşısında sabır ve
meşakketli işlere tahammül gibi övünülecek sıfatlarla ve
sağlam yaradılışlarla ün salmışlardır.
Uzak ülkelerde yüksek rütbelere ulaşan Rozkan’lılardan biri, adı geçen aşiretin önde gelen liderlerinden
biri olan Derviş Mahmud Kelcçerî’dir. Kendisi vatanın
dan ayrılarak Sultan Süleyman’ın sarayına gitti ve sahipolduğu büyük fazilet, yüksek terbiye ve geniş bilgi nede
niyle Sultan'ın güvenini, saygısını kazandı. Bütün erdem
leri ve faziletleri kendisinde toplamış olmakla ün salmış
tı. Bunun için de, Sultan’m özel meclisleriyle ve onunedebiyat alanındaki tartışmalarının zevkine ermekle şereflenirdi. Bir benzeri bulunmayan bir şairdi, birçok
farsça ve türkçe şiir ve kasideleri vardır. Bu harflerin
yazarının, onun selis bir türkçeyle yazdığı beyitlerindenhafızasında tuttuğu bir beyit şudur:
«Sebze midir leblerin dorunda ya hatt-ı gubar?
«Ya ayağı şehdc batmış hasta arular mıdır?»
Kıır’an’ı o kadar güzel okurdu ki, dinleyen, onun,
sesinin tatlılığında ve nağmesinin güzelliğinde neredeyse
İkinci İdris olduğunu sanırdı.
doğru yolda olmakla, ileri görüşlülükle tanınmış, alice
naplık ve yiğitlikle nitelenen sayılı adamlardandı. Bu ne
denle Sultan Süleyman Han kendisini, sancak göreviyle,
Cihanbelku (Cihanbeyli) aşiretinin işlerini yönetmekle ve
Palo Vilayetinden ona ikta’ mülkiyeti yoluyla bir belde
vermekle taltif etti.
Bılbasî aşiretinden Kalender Aka’nın oğlu İbrahim
Bey de kendisiyle aşiretinden ve kabilesinden bazı adam
lar arasında meydana gelen bazı meseleler yüzünden
yurdunu terkederek Sistan’a gitti ve, o ülkenin hükümda
rı, tek lideri olan Türkmen Mehmed Han'ın hizmetine
girdi. Mehmed Han, kendisinde cesaret ve girişkenlik
alametleriyle yiğitlik eserleri görünce, ona tutkun oldu ve
gerektiği ölçüde onu takdir etti; bunun sonucu olarak (fa
hemen kendisini vali tayin ederek Belücistan sınırlarını
korumakla görevlendirdi. İşte burada olağanüstü yete
nekleri, özellikle bazı sert ve serkeş Kürtlerin yaradılışın
daki nadir rastlanan cesareti kendini gösterdi. Savaşta,
vuruşmada ve döğüşte defalarca Belücler’e karşı kılıç ve
mızraklarla çarpıştı; ve toz-dumanlan arasına daldığı her
çarpışmada onları ağır yenilgiye uğratarak darmadağın
etti; çoğunu da kılıçlara ve oklara yem yaptı sonunda ül
kelerinin tümünü istila etti ve onları, küçülmüş olarak
egemenliğine boyun eğer ve kendisine çocuklarından da
ha çok itaat eder duruma getirdi. Kendisi şimdi de o
uzak ülkede, gönül rahatlığı ve mutlu bir durumda yöne
tim görevinde bulunmaktadır.
Bestam Ağa da Kandahar’a gidip oranın Hüküm
darı Sultan Hüseyin Mirza’nın hizmetine girdi; güvenini
ve hayranlığını kazandı. Bunun sonucu olarak üstün bir
hızla yüksek rütbelere doğru tırmandı; sonunda, Sultan
Mirza’mn meclisine girmek şerefiyle de mutlu oldu; bu
mecliste Sultan, güzel vakitlerini adı geçen Bestam Ağa
ile geçirmektedir.
Mühürdar Şah Hüseyin Aka’nın oğlu Kasım Bey de
yukarıda adı geçenlerdendir. Benim Rozkan aşiretiyle
birlikte Nahcivan’dan Bedlis'e dönüşüm sırasında, ken
disi irsi vilayetinde duruyordu; Osmanlılar’a olan sada
katine bağlıydı ve onlar tarafından kendisine verilmiş
olan görevini bütün bağlılığı, ciddiyeti ve sadakatiyle ye
rine getiriyordu.
Kasım Bey daha önce büyük Korciyan'466' safların
da bulunuyordu. Feleğin kendisine terslik göstermesine;
ve özellikle, iki taraftan her birinin kendisi için istediği
«yüzbaşın görevi üzerine Rozkan aşiretiyle aralarında
şiddetli bir rekabet bulunan Irak Kürtleri’nin bir kısmına
kendisine büyük ölçüde baskı yapıp onu irsi vilayetinden
yoksun bırakmalarına, soma da birçok münasebette ona
büyük eziyet etmelerine rağmen; Kasım Bey sabır dalları
na tutundu, güçlüklere tahammül etti ve «sabır kurtulu
şun anahtarıdır» sözünün gereğine uygun hareket etti.
Sonunda Osmanlı Devleti’ne ve adamlarına olan eski sa
dakati anlaşıldı ve içten hizmetleri görüldü; bunun so
nucu olarak, Rozkan aşiretinin görevlerinden olan, fakat
daha önce ellerinden çıkmış bulunan ayüzbaşı» görevini
kendisine geri verdiler. Şimdi, 1005(1597) yılı olan Hic
ri tarihte, adı geçen Bey, adı geçen görevi en iyi şekilde
yerine getirmektedir. Kendisi gerçekten yeterli, iyi ahlak
lı, yüksek karakterli, cesaret, cömertlikle nitelenen, ali
cenaplık ve yiğitlikle bilinen bir gençtir. Çalışmalarında
ve davranışlarında muvaffak olacağı kuvvetle umulmak
tadır.«4™
Kürdistan’m öteki aşiretlerinden ve halklarının bir
çok kısımlarından, daha önce, anlatılan üstün toplumsal
(466) ö z e l p ad işah lık m uhafızları. (M.A.A.)
(467) ö n ce k i köşeli a y ra ç ta n b u ra y a k a d a r olan kısım , R u s.
y a ’d a basılm ış nüsh ad a y o k tu r; o n ü sh ad an so n ra bu
lu n an n ü sh a lard an birinden a lın a ra k b u ra y a eklendi.
(M.A.A .)
nitelikleri ve iyi ahlak hasletleriyle ayrılan bu Kürt aşiretif46S) 24 dala ayrılmaktadır. Bunların beşi, yani Qeysan
(Kayşan), Baykan, Modkan, Zoqcysî (Zokaysi) vc Zeydî,
Bedlis Vilayeti’nin bilinen eski aşiretlerindendir. Kalan
15(469) aşiret ¡se daha sonra detaylı olarak anlatılacağı gi
bi iki büyük kısma ayrılır: Bilbasî vc Ocvvalisî (Kavalisi).
Bılbasîler Keleçeran, Xırbelan (Hırbelan), Balkan, Xıyartan (Hıyartan), Goran, Bıreşan (Bırişan), Sekran, G ansî, Bedoran (Bidoran) vc Belakurdan kollarına ayrılırlar.
Qewalisî‘ler ise Zerduzan, Endakîyan, Pırtavan,- QewaIisi(470>, Gırdıkaıı, Suhreverdîyan, Kaşağîyan, Xaldan
(Haldan), Istukan ve Azizan kollarına ayrılır.
İKİNCİ KISIM
Bedlis Hükümdarlarının Soyu ve Mensup Oldukları
Köken Hakkındadır
Bil ki, dillerde yaygın şekilde dolaşan ve bazı ta
rihlerde zikredilen bilgilere göre, Bedlis hükümdarları
nın soyu Kisra(471) kırallarma ulaşır. Çünkü halk arasın
da, bunların Nuşirevan’ın soyundan ve torunlarından ol
dukları yaygındır. Fakat doğrusu şudur ki, Nuşirevan
zamanında, Kisra kurallarının beşincisi olacak olan Camasb bin Firuz, Kubad adına Ermenistan ve Şirvan Vilayeti’nde valilik yapıyordu. Bu Camasb öldüğünde üç ço
cuk bıraktı: Nersı, Surxab (Surhab) ve Behvat. Nersî ba
basının yerine geçerek vilayeti yönetti. Nuşirevan kendi
sini ilgisinin ve iyiliğinin kapsamı içine aldı. Yüksek riit(468) Rozkan. (M Ü .R )
(469) B ü tü n n ü sh a lard a
böyledlr; om a doğrusu
19'ctur.
(M.A.A.)
(470) K ita p ta böyledlr; f a k a t bunun f a v a d a n gird lg l anla^şılm ak tad ır; çünkü «Qewalisî» hepsinin o r ta k ad ıd ır;
a y rıc a onunla sa y ı d a fazlalaşır. (M.A.A_)
(471) 244 No. lı n o ta bakınız.
belere tırmanarak gittikçe şanı yüceldi ve egemenliği çev
reye yayıldı. Sonra Geylan Vilayeti’ne büyük bir askeri
birlikle saldırarak orayı gasp ve zorla istila etti; Geylan
kırallarından birinin kızıyla da evlendi; bu kız kendisi
ne, «Ceylan Şalı» denilen bir çocuk doğurdu. îşte Rüstemdar kırallarn bu Bey’in soyundandır.
Surxab ise Şirvan Vilayeti’nde yönetimi eline aldı.
Bu vilayetin soyu da ona ulaşır. Behvat ise eline geçen
az bir gelirle yetinerek Ahlat’ta oturmayı tercih etti; ve
atalarının geleneğinin tersine olarak fetihler ve şuurları
genişletme peşinde koşmaya heves etmedi. İşte Bedlis hü
kümdarlarının soyu bu Bey'e ulaşır. Buna göre Bedlis
hükümdarları Rüstemdar ve Şirvan kırallarıyla
amca
oğulları olurlar.
Şimdi 1005(1597) yılı Zilhiccesi’nin sonları olan şu
tarihe kadar yaygın olan sözlere göre, bu hükümdarla
rın Bedlis Vilayeti ile ona bağlı olan, ona eklenen ve
ona katılan yerlerin yönetimini ellerine geçirmelerinin
üzerinden 760 yıl geçmiştir. Birbirlerinden yönetimi devr
alan bu yüce şanlı hükümdarların yönetimdeki bağımsız
lıkları, adı geçen süre içinde kesikliğe uğramadı; yalnız
110 yıl kadar bir süre, burası yabancıların işgali altın
da kaldı. Yeri gelince, peşpeşe bu vilayeti istila eden
dört büyük saltanat devletlerinin olaylarını da detaylı
olarak anlatacağız.
Sözün özü, daha önce de geçtiği gibi, Rozkan aşire
tinin, lzzcddin'i Bedlis, Diyaeddin’i de Hazzo’da Hüküm
dar tayin etmesinin üzerinden az olmayan bir süre geç
tikten sonra, Bedlis halkının, hükümdarları İzzeddin’e
değil, yavaş yavaş Diyaeddin’e eğilimli olduğu ve bağlı
bulunduğu görüldü. Bedlis halkı İzzeddin'den nefret et
meye ve kendisine hiç bir sevgi bcslememcye başladı. Diyaeddin de bu elverişli fırsattan yararlandı; özellikle, Bed
lis halkının kendisine karşı eğiliminin son haddine vardı-
ğmı kesin olarak görüp anlayınca, kardeşini ziyaret et
mek amacıyla Hazzo’dan Bedlis’e gitti. Orada çok iyi
karşılandı; büyük bir saygı ve misafirperverlik gördü,
iki kardeş Bedlis ormanlarında ve zengin bahçelerinde
güzel saatler geçirmeye, sevinç ve güzel nağmeler arasın
da toplantılara, meclislere girmeye başladılar. Bu du
rum, Diyaeddin’e, eşraftan sıradan adamlara kadar bü
tün Bedlis halkının kendisine eğilimli ve bağlı olduğu
nu kesinlikle anlama fırsatını verdi. Ayrıca Bedlis’in ha
vası ve iklimi de kendisini etkiledi. Bu nedenlerle, Bed
lis hükümdarlığını elde etmeyi arzu etti.
Sonra Diyaeddin, kale muhafızlarından kendisine
taraftar olanlarla birlikte tertibat alarak onlara şöyle de
di: «Ben dönmek üzere yola çıkmak için Bedlis Kalesi’nden çıktığımda, şüphesiz kardeşim de beni yolcu et
mek için benimle birlikte kalenin dışına çıkacaktır. Ben
o zaman, kalede bir şeyimi unutmuş görünerek bunu al
mak için kaleye döneceğim. Ben içeri girdikten sonra
sizler de kapıyı kardeşimin yüzüne kapatırsınız ve ben
de böylece kaleyi ele geçirmiş olurum.»
Derken Diyaeddin kardeşi Izzeddin’den, yola çık
mak ve ülkesi Hazzo'ya dönmek için izin istedi. Izzeddin
de kardeşini yolcu etmek üzere kalenin ve şehrin dışına
çıktı. Az olmayan bir mesafe aldıktan sonra Diyaeddin
kardeşine, yüzüğünü kalede unuttuğunu, yerini kendisin
den başka kimsenin bilmediğini, kardeş lütfeder de bu
rada biraz beklerse kendisinin kaleye gidip derhal yüzü
ğünü alarak, geleceğini söyledi. Bunun üzerine Izzeddin,
kardeşinin isteğini kabul etti ve kardeşliğinden şüphe et
meyerek aynı yerde kaldı; avlanmakla oyalanarak kar
deşinin dönmesini bekledi. Diyaeddin ise kaleye girdi ve
hazırlanmış plan gereğince kapıyı kardeşinin yüzüne ka
pattı; sonra da kardeşine haber göndererek şöyle dedi:
«iki kardeş arasındaki iyi ahlak, kardeşin benim yerime
birkaç gününü Hazzo’da geçirmeye katlanmasını gerek
tirir. O süre içinde ben de Bedlis’te kalıp ikliminin güzel
liğinden, havasının iyiliğinden ve sularının tatlılığından
yararlanacağım.»
Bu durum karşısında İzzeddin’in eli böğründe kal
dı ve hileyi anladı. Hemen kalenin kapısına koştu ve ve
fasız kardeşine seslenerek kapıyı açmasını istedi; fakat
kendisine hiç kulak veren olmadı. Bunun üzerine îzzeddin Hazzo ve Sason’a gitmek zorunda kaldı ve o ülke
nin yönetimini eline aldı. Hazzo hükümdarları işte bu İz
zeddin’in soyundandırlar ve bunun için de
«Azizan»
adıyla tanınmışlardır. Bedlis hükümdarları ise Diyaeddin’in soyundandırlar ve bu nedenle «Diyadin» adıyla ta
nınmışlardır.
Bu satırların yazarının tarih kitaplarında gözüne ili
şen Bedlis hükümdarlarının sayısı 18 bey'e ulaşır; bunlarin o ülkeyi kesintisiz olarak yönetmelerinin süresi ise
450 yıldan daha fazladır.(472)
ö te yandan, Atabey Imadeddin(473) bin Atabey Aksungur’un, Bedlis Kalesi'ni elinden aldığı Bey’in adı, bizce
öğrenilemedi. Çünkü bu satırları karaladığım sırada ya
nımda bulunan tarih kitapları onun adını vermiyorlardı.
Görüşüme göre; rivayetlerin doğrusu şudur ki, Kızıl Arslan(474), Ermenistan ve Azerbaycan bölgelerinin istilasını
tamamladıktan sonra Bedlis’i de istila etmiştir.
Bu Selçuklular’dan sonra, yani Harzemliler döne
(472) Y u k arıd a bu h üküm darların, 760 yıl süreyle Bedlis
ve d o laylarını kesintisiz o la ra k yönetegelm iş oldulç.
la n n ı yazm ıştı. B u ran ın yabancı İşgalinde kaldığım
b e lirttiğ i 110 yıl h ariç tu tu lu rsa , bu sü re 650 yıla
İner. O ysa b u ra d a bu sürenin 450 yılın üstünde oldu
ğ u n u belirtm ektedir. M uhtem elen bu süre, yalnız t a
rih k ita p la rın a geçen 18 h ü küm darın ta h tta kald ık ları
süreyi k ap sar. (M.E.B.)
(473) M usul A tabeyleri D evletl'nin kurucusu. (M.A.A.)
(474) A zerbaycan
A tabeylerinden K ızıl
A rslan Osm an.
(M. A. A.)
minin sonlarında, Sultan Celaleddin bin Sultan Mahmud
Harzemşah Bedlis’e geldiğinde, Bedlis Hükümdarı Melik
Eşrefti. Ondan sonra kardeşi Melik Mecdeddin, sonra
îzzeddin, ondan sonra Mîr Ebu Bekir, sonra Emîr Şeyh
Eşref, ondan sonra da, Emir Timur Gurgan’ın çağdaşı
olan ve onunla görüşen Emîr Diyaeddin Hükümdar ol
dular.
işte o zamandan, hükümdarlığın veraset gereğince
bu satırların yazarına geçtiği bu tarihe kadar Bedlis hü
kümdarlarının zinciri kesintiye uğramaksızın süregelmiş
tir. Daha sonra, yeri geldikçe bu hükümdarların her bi
rinin zamanındaki olayları detaylı olarak anlatacağız. Ce
reyan eden bu olaylardan anlıyoruz ki, bu hükümdarlar
dan ve beylerden bir kısmı, ulu sultanlar ve yüce hakan
lar nezdinde büyük bir itibar görmüşler ve irsi görevle
rini tam bağımsız ve özgür olarak yerine getirmişlerdir.
Diğer bazıları da ötekilerinin ‘ tersine, ülkeye göz diken
sultanlar ve kurallar tarafından büyük felaketlere ve bü
yük baskılara uğratılmışlardır.
Sözün kısası, geçmiş zamanda, Kürdistan’m yurtse
ver hükümdarlarına saldıran ilk sultanlar, Azerbaycan
Selçukluları olmuşlardır. Bunun detayı şöyledir:
Selçuklu Sultan Mahmud bin Sulthan Muhammed
bin Sultan Melikşah, zamanında, Arap Irakı bölgesinde
bulunan bazı vilayetlerin muhafızlığı, Atabey Imadeddin
bin Aksungur'un yönetimine verilmişti. Ayrıca Azerbay
can ve Ermenistan vilayetlerinin muhafızlığı da, Kızıl
Arslan Osman’ın dedesi lldeniz’e verilmişti. îkisi de gö
revlerini en iyi şekilde yaptılar; halkın çıkan, güvenlik,
düzen ve disiplin işlerini çok iyi yürüttüler. Musul yö
neticisi 511(1118) yılında ölünce, bu Hükümeti de yine
Imadeddin Zengi’nin yönetimine verdiler. îmadeddin’in
şam günden güne yüceldi; sonra Haleb ve Şam şehirle
rine ordular götürerek kısa bir süre içinde bu iki şehri
ele geçirdi.
534(1140) yılında bu bey’in orduları Kürdistan ve
Diyarbekir taraflarına doğru harekete geçti ve buranın
ünlü kale ve şehirlerinden Bedlis, Cezire, Aşut, Akra ve
diğerlerini istila etti. Eski ve sağlam Aşut Kalesi’ni tah
rip ederek onun yerine bir kale kurarak kendi ismine iza
feten ona «İmadiye» adım verdi. İmadiye hâlâ o ülke
nin başkentidir. Selçuklu Atabeylerim Kürdistan, özellik
le Bedlis Kalesi ve şehri üzerindeki egemenlikleri 40 yıl
dan fazla sürdü. Sonra Atabeyli Gazi Sultan Salihaddin
bin Nureddin bin YusufC475) 576(1180) yılında Mısırcılar
la, yani Mısır’h Kürt Eyyubîler’le yaptığı savaşta yenil
giye uğradı. O günden beri Atabeyler’in yıldızı sönmeye
ve devletleri azar azar batmaya başladı.
İşte o zaman, bu süre içinde mütegallibelere boyun
eğmeyerek dağ doruklarının arkasında, engin yerlerin ve
vadilerin derinliklerinde, aslanlar gibi avlarının üzerine
atılmak için fırsat kollamakta Rozkan aşireti sahneye
çıktı ve ülkeye tahakküm eden, yeryüzünde fesat çıkaran
Atabeyler’in kuvvetlerine ansızın saldırdı; ve kesici kılıç
larla, parçalayıcı hançerlerle onları dağlardan ve engin
lerden söküp attılar.
t
Selçuklu Atabeyleri tarafından Bedlis’i yöneten ve
eyaletinin işlerini yürüten kişi
t476) idi. Kendisinin
Bedlis ve Ahlat şehirlerinde cami, han ve kemer gibi bir
çok hayır eserleri vardı.
Bir başka rivayete göre ise, Bedlis şehri Atabey Kı
zıl Arslan'm yönetimindeydi. Hangi rivayet doğru olursa
(475) Şüphesiz bu y anlış y azılm ıştır. A ra p k ay n a k la rın d a
y ay g ın o la ra k g eçtiğ i gibi bu. M elik E l-S alih bin M ah
m u t N ureddin'dir. (M.A.A.)
(476) K itab ın aslında b u rası b oştur. (M A .A .)
olsun, Arap frakı muhafızlığının Aksungur’a«477' ve Azer
baycan muhafızlığının da lldeniz’e verilmesi tarihi birbi
rine tamamen uygun düşmektedir. Çünkü ikisinin, adı ge
çen iki vilayetteki yönetimlerinin dönemi aynıdır.«478*
Halen Bedlis Vilayeti’nde bulunan Seraciyan toplu
luğu, bu Selçukluların kalıntılarından başka bir şey de
ğildir. «Seraciyan» sözcüğü ise «Selçukîyan»(479) sözcüğü
nün yanlış ve değiştirilmiş şeklidir. Tac Ahmed, Kara
Kote, Kuli Özbekan aileleriyle diğerleri bu kalıntı topluluğundandır.
ÜÇÜNCÜ KISIM
Bedlfr Hükümdarlarının Eski Sultanlardan
Saygı ve İlgi
Bu kısım dört bölümdür:
Gördükleri
BİRİNCİ BÖLÜM
Melik Eşref Hakkındadır
Büyük edebiyatçılar, faziletli tarih bilginleri ve gü
venilir diğer rivayetçilerce de açıkça bilindiği gibi, Melik
Eşref, Bedlis Hükümdarlığını eline aldığı zaman, başlan
gıçta Mısır ve Şam sultanları«460' adına hüküm sürüyor
du ve kendisi Melik El-Eşrefin«481' çağdaşıydı. Bu sultan
lar kendisini son derece takdir eder ve ona saygı duyar
lar; hayran bulunurlardı.
(477) B iraz y u k a rıd a «îm adeddin bin A ksungur» o la ra k
g e ç ti (M .E.B.)
(478) B a şk a b ir n ü sh ad a son İki cüm le şöyledlr: «A rap
Ir a k ’m m m uhafızlık görevi A tab ey A k su n g u r’a veril
diğinde, A rra n ve A zerbaycan m uhafızlığı da, Kızıl
A rslan h n dedesi A tab ey lldenlz'e verildi. İkisinin y ö
n etim zam an ı aynıdır, eyaletlerinin ta rih i de birdir.»
(M. A. A .)
(479) «Selçuklular»ın kürtçesl. (M.E.B.)
(480) E yyubîler. (M.A.A.)
(481) E yyubi su ltan ların d an . (M .E.B.)
625(1229) yılı girince ve Cengiz Han komutasında
ki Tatar ordularının çıkıp yeryüzünde fesat çıkarmaları
nın belirtileri görününce, Sultan Celaleddin bin Sultan
Muhammed Harzemşah, İran saltanatını terk edip Hin
distan’a hareket etmek zorunda kaldı. Daha sonra ora
da despot Cengiz Han'ın ölüm haberini duyunca, hemen
Kic ve Mekran yoluyla, İran’ı egemenliği altına almak
amacıyla başkent İsfahan’a geldi. Anlamların yaratıcısı
Isfahanlı Kemal İsmail şu farsça şiirleriyle buna işaret
etmiştir:
«Yeryüzü mamur oldu tüm genişliğiyle yeniden
«Dünya hükümdarının adaleti sayesinde
«Birbirlerini kutladı törenlerle
«İnsanlardan ve hayvanlardan artakalanlar
a Ekinler ve varlığın soyundan olan tüm yaratıklar
«Hep yeşerdiler, canlandılar yeniden
«Bağlılığını sunmak üzere dergahına
a İnsan tabiati de yol buldu yenilgiden sonra yeniden
«Nuh ömrü ola ömrün şu dünyada
«Tufandan sonra ülkeye seninle geldi şenlik çünkü
«Şensin haçları İslam minberlerinden kaldıran
«Çanları minarelerden söküp atan da sen
«Şensin adaletin yüzüne örtülen zulüm perdesini
kaldıran
«Ve imanın yüzüne çekilmiş küfür perdesini çekip
atan da sen.»
Sultan Celaleddin, gerçekten kısa bir zamanda ül
keyi bu ahlaksız kafirlerin varlığının pisliğinden temizle
meye muvaffak oldu. Fakat bunun üzerinden henüz iki
yıl geçmemişti ki, Oktay Kaan, Sutay Bahadır ile Cermagun Noyan’ın komutası altında, kan dökücü Moğollar’dan kurulu 30.000 kişilik bir orduyu Celaleddin’in üzeri
ne gönderdi. Bunun üzerine Sultan’ın bu büyük ordunun
önünde direnmeye gücü yetmedi ve İran’ı terkederek Arran ve Ermenistan bölgelerine gitti; orada Tiflis Şehri
ni ele geçirdi. Şair Kemal İsmail buna da şöyle işaret et
miştir:
«Senden başka hangi sultandı ki
«Atım Tiflis'te otlamış, Umman’da sulamış olsun?»
Ravzat El-Safa tarihinin yazan diyor ki:
«Sultan Irak’tan, önce Ahlat’a gitti. O sırada Bedlis
Hükümdarı Melik Eşrefti; Fakat kardeşi Melik Mecdeddin, kendisi adına Ahlat’ta bulunuyor; oranın muhafızlı
ğını ve savunmasını yapıyordu. Ahlat’taki muhafız birli
ği, kalenin sağlamlığı ve kaledeki mühimmatın, savaşçı
adamların çokluğundan güç alıyordu. Bu nedenle muha
fız birliği, Sultan’m durumuna, elindeki kuvvete, hizmet
çi, ihtişam ve kuşatma araçlarının çokluğuna aldırış et
medi; hatta bu birliğin adamları kendisine dil uzattılar,
kaleye sığınmasını engellediler. Bunun üzerine Sultan,
orduya, kaleyi kuşatma emri vermekten başka çare bula
madı. Böylece iki taraf arasında savaş ateşi alevlendi ve
kuşatma uzun zaman sürdü; bu süre içinde, yiyecek ve
mühimmatın tükenmesi yüzünden şehir halkının ve kale
muhafız birliğinin güçleri gevşedi. Sultan'm ordusu bu
fırsattan yararlanarak şehir ve kalenin su yolunu ele ge
çirdi. Bunun üzerine Melik Mecdeddin, şehrin içindeki
orta kaleye çekilmek zorunda kaldı; buranın muhafızı ise
Melik Eşrefin kölesi lzzeddin’di.
Bir süre sonra, kuşatma altındakilerin hepsinin du
rumu çok sıkıştı ve barış istemek zorunda kaldılar. Bu
nun için Melik Emced(4S2) aynı gün kalkıp Allah’ın ken
disi için hazırladığı kadere razı olarak Sultan’ın hizmeti
ne gitti; Sultan kendisini ilgisinin kapsamı içine aldı ve
işlemiş olduğu direnme suçundan affetti. Fakat kendisi
Sultan’m meclisinde ansızın yerinden kalkarak, İzzeddin
için de af istedi. Bunun üzerine Sultan kendisine şu kar
şılığı verdi: «Köle bir gençten mesaj getirmek, saltanat ve
bağımsız olarak hükümet etmek iddiasıyla bağdaşmaz.»
İki gün sonra İzzeddin de teslim oldu ve kendi isteğiyle
ve yanında bulunan birkaç taraftarıyla birlikte kaleden
çıktı. Bunlar, Sultan’m huzuruna girecekleri zaman, ansı
zın onu öldürmek için kementlerle silahlanmışlar ve ke
mentlerini kaftanlarının altına gizlemişlerdi. Fakat Sul
tan'm yanındakiler bunu anladılar ve İzzeddin’i silahtan
tecrit ederek tek başına Sultan’ın huzuruna götürdüler;
Sultan da, onun derhal demire ve zincire vurulmasını is
tedi; Melik Emced’in(48J) de hapsedilmesini emretti.
Bu kanlı olaylar sırasında Melik Eşref Şam hüküm
darlarına elçiler ve mektuplar göndererek onlardan yar
dım istemişti. Bu sırada Mısır ve Şam hükümdarlarından
kendisine yardım geldi. Melik Eşref, kendisine bağlı olan
Kürdistan ordusuyla hemen hareket ederek onları kar
şılamaya gitti ve Muş Ovası’nda onlarla buluştu. Sonra
hep birlikte Sultan Celaleddin'le savaşmaya gittiler. O sı
rada tesadüfen Sultan hastalanmıştı. Bununla birlikte sa
vaş ve döğüş ateşini alevlendirmekten geri kalmadı; bir
tahtıravan üzerinde oturarak, ordunun önünde toplanma
sını emretti. Derken savaş başladı ve iki taraf arasında
o geniş ovada çarpışma çıktı. Üç gece sürekli olarak ya
pılan şiddetli çarpışmalar, Sultan’m ordusunun yenilgi
siyle sonuçlandı. Fakat Sultan’m heybeti ve kahredici gü
cü, zihinlerde yeteri kadar yer etmişti. O kadar ki, bu
ağır yenilgiden sonra ordusunu kovalamadılar ve ittifak
içindeki hükümdarlar, Sultan'ı izlemeden ülkelerine dön
düler. Sultan da Ahlat’a döndü.
Fakat Sultan Ahlat’a iner inmez, Moğol ordusunun
Arran’a vardığı konusunda peşpeşe haberler geldi; ayrıca,
Sotay Bahadır ve Cermagun Noyan’m da Tebriz yönün
den gelmekte oldukları hakkında yaygın haberler çıktı.
Bu durum Sultan’ın uykusunu kaçırdı; adamakıllı endişe
lenmesine ve siyasetini tamamen değiştirmesine yolaçtı.
Hemen Melik Emced(482) ile İzzeddin’in serbest bırakıl
malarını emretti ve gelecek tehlike, karanlık olaylar kar
şısında barış yapılması, birlik ve dostluk bağlarının güç
lendirilmesi için Melik Eşrefle görüşmelere, müzakere
lere girmeye başladı. Melik Eşrefin kızını isteyip nikah
ladı. Bunun sonucu olarak da Sultan, askerlerini geri gön
derdi ve ülkelerine gitmelerine izin verdi. Kendisi ise
Bedlis’te saklanarak vaktini eğlence, oyun, içki ve sazlar
la geçirmeye başladı.
Melik Eşref gerçi Sultan’a açıkça, kendisinin Bed
lis’te bu yakışıksız şekilde eğlenerek ve gelenekleri çiğ
neyerek vakit geçirmesinin doğru olmadığını, Moğollar’ın
yerini öğrenip de gelmemeleri için mutlaka Bedlis’ten çı
kıp çevredeki tanınmamış, ün yapmamış köylere gitme
si gerektiğini, aksi takdirde kendisinin durumu ve Bedlis'te kalmakta olduğu haberleri Moğollar’a ulaşırsa hiç
şüphesiz Bedlis’e gelip Sultan’a bağlı ve sadık olanların
bu ülkesini tahrip edeceklerini, kaldı ki -kendisine de şah
sen eziyet vereceklerini söylüyordu. Fakat bütün bunlar
fayda vermiyordu; hatta Sultan, Melik Eşrefin, bu öğüt
lerini bir amaç ve arzu için verdiğine yorumluyordu, Me
lik Eşrefin, kendisinin ve yanındakilerin yaptıkları büyük
masraflardan ötürü gücendiğini ve bunun için de kendisi
ni irsi vilayetten çıkarmak istediğini sanıyordu.
Durum böyle sürüp giderken, bir de baktılar ki İmas
Bahadır(483) komutası altındaki bir Moğol ordusu karan
lık bir gecede Sultan’ı arayıp sormak için Bedlis Kalesi’nin kapısına geldi. Sultan ise, o sırada derin bir uyku
daydı. Yıllanmış içkiyi fazla içtiği için serhoş olmuş ve
(483) B iraz y u k arıd a «S otay B ahadır« şeklinde geçti. (M.
E.B .)
sonunda bayılmıştı. Bu yüzden, ancak başına bir testi so
ğuk su dökmelerinden sonra derin uyku ve serhoşluktan
ayıldı.
Sultan, Moğollar'ın geldiğini ve kendisi ile yanında
kiler için birkaç eğerli attan ibaret olan kaçma araçları
nın hazırlanmış olduğunu. öğrenince, Melik Eşrefin kızı
olan karısına dönerek şöyle dedi: «Baban, içinde bulun
duğumuz gafletten birkaç defa bizi uyardı ve samimi öğüt
lerini barışçı olarak bizden esirgemedi. Fakat biz kendi
sine kulak vermedik ve bütün söylediklerini, belli bir
amaç, bir arzu için söylediğine yorumladık. Şimdi ise,
sen konup göçmede ve bizimle birlikte yürümede bizimle
beraber mi olursun, yoksa babanın yanında kalmayı mı
tercih edersin?» Karısı Sultan’la birlikte gitmeyi kendi
arzu ve isteğiyle tercih etti. Bundan sonra, hep birlikte
gece yarısı kaleyi terkettiler. İşte o zamandan beri Sultan’m akıbeti ve durumunun neye vardığı araştırmacı tarihçilerce kesin olarak anlaşılmadı.
Fakat Şeyh Rükneddin Alaüddevle
Semnanî’nln
-aziz sırrı kutsansın- R isalet' El-İkbaliyye adlı eserinde,
kendi şeyhi Şah Abdurrahman Kesrefî’den naklen zikredildiğine göre, Sultan, Allah yolundaki adamların safına
katılmış ve Allah’ın rahmetine kavuşuncaya kadar, Bağdad‘ın köylerinden birine kapanarak yamacılık ve terzi
lik mesleğinde çalışmıştır.
Güzide tarihinin yazarının rivayetine göre de, kar
deşi Ahlat Savaşı’nda öldürülmüş olan bir Kürt, Sultan’ı
kırda görmüş ve öldürülmüş kardeşinin kısasını almak
için kendisini hemen öldürmüştür. Tezkiretu Devletşah’ıo
yazarının rivayetine göre ise, dağlı Kürtler Sultan’m atla
rına ve elbiselerine göz dikerek kendisini öldürmüşlerdir.
Her ne olursa olsun, bilgi Allah indindedir.
Bu olaylardan sonra Melik Eşref, çağdaş sultanlar
dan hiç birine boyun eğmek zorunda kalmaksızın, vila-
yetinin işlerini ve hükümetinin meselelerini yönetmeye
devam etti. Allah’ın rahmetine kavuştuktan sonra ise,
yukarıda sözü geçen kardeşi Melik Mecdeddin beylik
tahtına çıktı. Ondan sonra bu iki bey’in çocukları ve to
runlara bu vilayette peşpeşe yönetime geçtiler. Ünlü fa
tih Emir Timur Gurgan -rahmet ve mağfiret, üzerine ol
sun- zamanına kadar, komşu hükümdarlardan hiç biri
onlara karışmadı.
İKİNCİ BÖLÜM
Hacı Şeref bin Diyaeddin Hakkındadır
Haberler ve tarih hakkında bilgisi olan! arca, tarih
ve olayları bilenlcrce bilindiği gibi, büyük tarihçilerin
yazmış oldukları kitaplardan çıkarılan ve alınan bilgile
re göre, Celaliler'in*4*42 «Fırordinmah » ve Türk’lerin *îtyılmna rastlayan Hicri 796(1394) yılının aylarından bi
rinde, despot Timur Gurgan, Barış Diyarı Bağdad, Cezire-i ömeriye, Musul, Tekrit, Mardin ve Amed’i fethet
tikten sonra, Siwaser (Sivaser)(4M) yoluyla Aladağ tepe
lerine yöneldi. Aynı yılın 15 Receb’ine rastlayan pazar
günü, Sultan’mc4S6) karargahı Muş Ovası’na konunca,
Zafemame’nin yazarının söylediğine göre, bütün Kürdistan ülkesinde doğruluk, samimiyet ve iyilikte bir benzeri
bulunmayan, ve kudret, kuvvet sahibi büyük Sultan Ti
mur Gurgan’m bütün adamlarıyla tam bir birlik içinde
olan ve onlara tamamen boyun eğen Hacı Şeref, Bedlis,
Ahlat, Muş ve o zaman yönetmekte olduğu irsi vilayetin
de bulunan diğer kalelerin anahtarlarını Sultan'ın otağı
na sundu; ayrıca yanında değerli hediyeler ve nadir rast(484) F a rsla r. (M.A.A.)
(485) S iv a s o lab ilir. (M J3J3.)
(486) T im ur'un. (1LE .& )
lanan armağanlar, soylu Arap atları, hızlı koşan atlar gö
türdü. Bu atlardan biri şairin dediği gibiydi:
«öyle bir at ki gök mavisi alacalı rengi,
«Binlerce gece ve gündüzü örmüş yanyana
«Küre onun yanaklarından yapılmış,
«Ay yuvarlağı da tırnağından kırılmış sanki
«Nalını ikiye bölersen eğer
«Tıpkı yanmayın çarkı gibi olur
«Batıdan doğuya kadar, bir tek meydan olsa
«Bir atlayışta alır bunu, kızgın yıldırım gibi
«Ayaklanyla bir hamle yaparsa eğer
«Yetişmez ona kasırga bile.»
Sultan, Ham Şerefe son derece iltifat etti ve ken
disini kırallık ilgisinin kapsamı içine aldı; ona üstün de
ğerli güvenini verdi; taltiflerini ve nimetlerini üzerine
yağdırdı; onu altın kılıçlar altın ve incilerle işlemeli ve
nakışlı elbiseler gibi değerli hil’atlcrle ve yüksek rütbeler
le taltif etti; Bedlis Vilayeti’ndeki irsi Hükümetini kendi
sine bıraktıktan başka, buna ek olarak vilayetine Pasin,
Evink, Melazkird gibi yerleri de kattı. Ayrıca kendisine,
bu ülkelerin onun sadakat ve bağlılığının uhdesine veril
diği konusunda ağır yeminlerle pekiştirilmiş yüce berat
lar verdi. Ona çok güvendiği için, Sultan’m adamlarına
ihanet etmiş olan vc bu yüzden yüce otakta tutuklu bu
lunan, Özbekistan kırallarının oğullarmdan Ayık Sofi’yi
de, hakkında karar verinceye kadar, kendisini Bedlis Ka
lesi’ne hapsetmesi için Hacı Şerefe teslim etti.
Timur’un o yüce beratı 940(1534) yılına kadar ai
lenin yanında bulunuyordu. Şeref Han’ın Allah’ın rah
metine kavuşması*487* ve oğlu Şemseddin’in Rozkan aşi
retinin ileri gelenleri ve reisleriyle birlikte Acem ülkesi
ne iltica etmesi sırasında Timur’un o önemli belgesi, daha
önce verilmiş olan öteki sultanlık hükümleri, belgeleri
ve beratlarıyla birlikte kayboldu.
Sözün kısası, Hacı Şeref Han‘m ölümünden sonra,
onun yerine oğlu ve sadık halefi, «Veli» diye ¡in yapan
Emir Şemscddin geçti.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Emir Şemscddin bin Emir Hacı Şeref
Haberleri nakleden faziletlilerin sözlerinden anlaşı
lıyor ki: Türkmen Kara Mehmed’in oğlu Kara Yusuf,
despot Timur Gurgan’ın satvetinden ve onun pençesine
düşmekten kaçarak Rum(488) Hükümdarı Yıldırım Bayezid
Han’a kaçınca, Timur bu Rum Kayseri’ne(4M) bir elçi
göndererek, Kara Y usufu kendisine teslim etmesini iste
di; ayrıca, elçiyle birlikte gönderdiği mektupta da kendi
sine şu farsça beyitleri yazdı:
«istemiyorum ki Rum diyarı gibi bir barış ülkesi
«Benim istilama uğrayıp da karmakarışık olsun
«Hizmetçimize veriver Kemah’ın anahtarlarım
«Ve daraltma başına şu geniş dünyayı
«O şerir, yol kesici Kara Yusuf var ya
«Hacılara hac yolunu kapatmıştı
«Ve Hiçbir yolda güvenlik kalmamıştı, onun yüzün
den
«Senin dergahında buldu sığınacak yer
«Ona siyaset kılıcıyla ver hak ettiği cezayı
«Bu mektubumu alır almaz cezalandır onu.»
Timur Gurgan'ın elçisi Rum Sultanı’nın(488) sarayı
na varıp da görevini gerektiği .gibi yerine getirince, Sul
tan uygun cevabı verdi ve Kara Yusufu da, Mısır Hü
kümdarı Sultan Fcran’ın(489) sarayına gitmesi için serbest
bıraktı. Mısır Hükümdarı o şuada Timur
Gurgan’la
dost olduğu ve onun tarafını tuttuğu için, hem bu Kara
Yusufun, hem de yanında mülteci olarak bulunan sa
bık Bağdad Valisi Sultan Ahmed El-Celayiri’nin Kahire
Kalesi’nin burçlarından birinde hapsedilmelerini emretti.
Timur Gurgan'ın ölüm haberi gelinceye kadar ikisi de
bu durumda kaldılar.
O zaman ise, her birinin kendi komutası altında 500
kişi toplayıp, onlara gerekli yiyecek ve mühimmatı Mı
sır Hazinesi’nden harcamak suretiyle, öteki beyler ve
komutanlar gibi bu kuvvetleri hizmete sokmaları şartıy
la, serbest bırakılmaları için emir verildi. Fakat Sultan
Ahmed El-Celayiri’nin hizmetçilerinden ve maiyetindeki
adamlardan başka, adamlarından ve askerlerinden, ken
disiyle birlikte Bağdad’dan gelen olmamıştı.
Kara Yusuf ise böyle değildi; Karakoyunlu Türkmenleri’nden birçok lider, komutan ve asker kendisine
katıldılar ve bunun sonucu olarak büyük bir şana ka
vuştu. Bu yüzden Mısır’lılar kendisinden korku duyma
ya başladılar ve durumunu Sultan Ferah’mt4i9) eşiklerine
sunarak dediler ki: «Sultan, Kara Yusuf ve adamlarının
herhangi bir vesileyle Mısır'dan atılmaları için çalışma
dığı takdirde, şüphesiz akıbet vahim olacaktır.»
Meselenin tartışılmasından sonra, Mısır’lılar, bu
Türkmen’leri yarış töreninin yapılacağı gün öldürmeye
karar verdiler. O gün Sultan Ferah<489) ansızın Kara Yu
suf ve adamlarına, atlarından inerek yarış alanındaki da
ğınık ufak taşları toplamaları için meydana dağılmalarını
emredecekti; onlar dağılınca da, Mısırlı askerlerin kılıçlar
(489)1K ita p ta böyledir; f a k a t anlaşıldığına göre bu, arap ça k ita p la rd a y aygın olan «Ferec»in bozulm uş şekil
dir. (M.A.A-)
ve oklarla b u zavallı m a s u m ların üzerine atılıp onları tamemen yok etmeleri için emir verecekti.
Fakat Kara Yusuf, kendisine ve adamlarına karşı
hazırlanmakta olan kötü hileyi öğrendi; bunun üzerine
adamlarına, silahlanıp mücadeleye hazırlanmalarını ve
hazırlıklı olarak yarış meydanına gelmelerini söyledi. Va
kit gelip de halk ve askerler yarış meydanmda toplanın
ca; ve plan gereğince Sultan, meydanı, orada dağılmış
olan ufak taşlardan temizlemek için Kara Yusuf ve
adamlarının meydana inmelerini emredince; Kara Yusuf
atının sırtında olarak Sultan’a doğru gitti ve kendisine
seslenerek şöyle dedi: «Sultan bizlcrden güvenini ve ilgi
sini esirgemediği sürece, bizler de onun, kendisine ve
devletin» bağlı kullarıydık. Şimdi ise, madem ki kıskanç
ların, keyif ve garaz sahiplerinin sözlerini dinlemiştir ve
meşru hiç bir sebep olmaksızın bizi yoketmek istiyor;
artık bizim bu ülkede kalmamız mümkün değildir.» Son
ra yine atının sırtında Sultan’a saygı amacıyla ayağa di
kilerek kendisini gerektiği gibi selamladıktan sonra atım
mahmuzladı; göz açıp kapamasından daha hızlı bir şe
kilde atım koşturdu ve kabilesine seslenerek «meydandan
çıkıp beni izleyin» diye bağırdı.
Denildiğine göre, kendisi Diyarbekir’e dönmek üze
re yolda giderken, yakalanması ve Diyarbekir’e varması
nın engellenmesi için Sultan tarafından 180 defa askeri
kuvvetler gönderildi. Fakat Kara Yusuf, isabetli tedbiri,
savaştaki iyi tecrübesi, hızlı hareketleri ve üstün cesareti
sayesinde, her defasında onları yenilgiye uğrattı. Sağ sa
lim Diyarberkir'e vardıktan sonra Bedlis’e giderek Bed
lis Beyi Şcmseddin’e iltica etti. Şemseddin kendisini iyi
karşıladı, ona çok güvendi, kızıyla evlendi ve bunun kar
şılığında Pasin bölgesi ile Evnik Kalesi’ni kendisine ver
di. Kara Yusuf, hizmetçileri ve maiyetiyle birlikte kışı bu.
ülkede geçirdi.
Kara Yusuf, 809(1407) yılının yazında, Melik Şemseddin’in desteği ve yardımıyla, Mirza Ebu Bekir bin
Mirza Miranşah bin Emir Timur’la çarpıştı. İki ordu ara
sında, Çukursa’d denilen bir yerde çarpışmalar meyda
na geldi. Sonunda Timurlu düşmanı yenilgiye uğradı ve
bu zafer Kara Yusuf’un Çukursa'd, Merend, Nahcivan,
Surur«490' ve Maku’yu istila etmesiyle sonuçlandı. O kışı
da Mcrend’de geçirdi. 810(1408) yılında Mirza Ebu Be
kir babası Mirza Miranşah’la birlikte Irak ve Horasan’
dan büyük ordularla Türkmen Kara Yusuf’la çarpışmak
üzere Azerbaycan'a hareket etti. İki taraf arasında, Teb
riz Ncşibgazanı’nda savaş başladı. Çağatay ordusu«49" ağır
bir yenilgiye uğradı; Mirza Miranşah çarpışmada öldürül
dü ve Azerbaycan ülkesinin tümü Kara Y usuf un eline
geçti; bunun sonucu olarak günden güne şanı yüceldi ve
kadri yükseldi.
Kendisi ile Melik Şemseddin arasındaki ilişkiler ise
ilerleyip kökleşti. O kadar ki, Kara Yusuf, Melik Şemscddin’e «oğlum!» diye hitabediyordu. Büyük saltanat ilan
ettikten sonra, bir yüce emirname çıkararak bununla,
Bedlis Vilayeti’nin ve ona bağlı yerlerin Melik Şemseddin’in mülkiyetinde olduğunu pekiştirdi. İşte sana o yüce
emirnamenin esas ibaresi ve metniyle birlikte sureti:
Emirnamenin Sureti
«Aziz çocuklarım -yüce Allah onları bağışlasın-, aşi
ret, fırka, ‘binler’ ve ‘yüzler' beyleri, komutanlar, hüküm
darlar, görevliler, meslek ve zanaat adamları, diğer halk,
ileri gelen ve liderler, ve Kürdistan’ın bütün kıratları; ve
Bedlis, Ahlat, Muş, Xınûs (Hınıs)«492' ve bunlara katılan
ve bağlı olan yerlerin soyluları, tanınmışları, ünlüleri ve
(490) D ognısu «Şurur» olsa gerek. (M.A.A.)
(491) M irza E b u B ek ir’in ordusunu kastediyor. (M.E.B.)
(492) B azı yerlerde (Xınıs» (H ın ıs); bazı yerlerde de «3ünus» (H ınus) şeklinde geçm ektedir; biz, h e r iki şekfl
de aşlm a uygun o la ra k yazdık. (M.E.B.)
sakinleri!. Hepiniz biliniz ki; en aziz, en akıllı, en say
gıdeğer evladım, beylik ve adalet sahibi hazretleri, en
büyük Emîr, Acem emirlerinin Emîri, Eb’ü’l-Meali Mîr
Şemseddin’in -yüce Allah onun devletinin, zaferinin, iz
zet Ve ikbalinin günlerini kıyamet gününe kadar koru
sun-, gösterdiği mükemmel bağlılık ve birlik, sonsuz ye
tenek ve fedakarlık nedeniyle; ve kendisine olan eksik
siz güven ve tam inancımız sebebiyle; adı geçen Emîr’in
üzerine nimetlerimizi yağdırmamız, onu yüce ilgimizin
kapsamı içine almamız, kendisini Siwerğalat (Siverğalat)
(?) ile taltif ederek emsalinden imtiyazlı bir duruma ge
tirmemiz ve düşmanlarından üstün kılmamız; bu konuda
ki geçmiş kararımızı uygulamak amacıyla, bizim yüce
kırallık himmetimiz üzerine kaçınılmaz oldu, işte bunun
için, şimdi yüce irademiz, Bedlis, Ahlat, Xınûs, Muş ve
diğer kalelerin, onlara bağlı yerlerin, onlara katılan, ekle
nen ve bağlanan yerlerin hükümetinin, adı geçen Emîr'e
yeniden verildiğini, eskiden olduğu gibi buraların Divan
haklarında, beylik aidatında ve eyaletin bundan başka
aidatı ile mâliyesinde tasarruf edeceğini, bunlarda hiç
kimsenin hiçbir şekilde kendisine ortak olmayacağını ve
kendisiyle çatışmayacağını gerektirdi. Bunu duyurmak
amacıyla bu mutlu emrimizi ve uygulanacak olan kesin
kararımızı bütün ülkelere gönderdik ki; bunu bilsinler,
onun beyliğinin, işlerine, bu beyliğin eski zamandan be
ri kendisine ait olan tarlalarına ve kışlaklarına karışma
sınlar, onun reayasının işlerine ve adamlarının davranış
larına karşı çıkmasınlar ve hiçbir şekilde onunla çatış
masınlar. Bu emre muhalefet eden her kimse, kendini müsamahasız cezaya çarptıracak ve hesap, sorgu mevkiinde
durduğunda kendine hiçbir aracı bulamayacaktır. Ayrı
ca, Bedlis, Ahlat, Xmûs ve diğer yetlerde oturup da es
kiden beri evladım Emîre ve onun hükmüne boyun eğen
beylerin, komutanların, soyluların, ileri gelenlerin ve
halkın görevi, bu boyun eğmeye devam etmek, onun en
ufak bir işaretine muhalefet etmemek, biitüu meselelerini
ve problemlerini, her yönünden büyük itaat ve bağlılıkla
Emîr aracılığıyla ve onun ülkedeki adamlarının ve görev
lilerinin elleriyle çözümlemektir. Bu emirname, yüce ve
kutlu Sultanlık imzasıyla imzalanıp süslenmiş
olduğu
için, ona güvenmek ve uyarınca hareket etmek gereklidir.
«820(1418) yılının Rebiyülevvel ayının 10’unda ya
zılmıştır. »
Metla’ cl-Sa'deyn’nin yazarı demiştir ki:
«Kara Yusuf’un ölümünden 40 gün sonra, Emîr
Şemseddin, 823(1421) yılının 23 Zilhiccesinin 18’inci
günü, Arran Karabağı'na bir heyet göndererek, güvenilir
adamlarından birinin aracılığıyla, Mirza
Şahruh’unC493)
sarayına boyun eğişini ve itaatini arzetti. Mirza Şahruh’un ilkbaharın başlarında, Türkmen Kara Yusuf’un ço
cuklarına vurmak ve onlarla savaşmak amacıyla, Karabağ kışlağından Azerbaycan sınırlarına hareket etmesi sı
rasında, 824(1422) yılının Cemaziyelevvel başlarında,
Bedlis Hükümdarı Emîr Şemseddin tarafından gönderi
len ve yanma birçok hediye ve armağan almış olan Kadı
Muhammed, Ketme El-Gıyasî denilen yerde Mirza’nın
otağına geldi; Sultan’dan ve adamlarından büyük bir il
gi ve kadir gördü. Sultan, yüce mecliste oturmasını bildir
di ve dileklerini yerine getirdi; meramına kavuşmuş ola
rak efendisinin yanına döndü.
Ayrıca Sultan Şahruh’un otağı, Ahlat'ın nahiyeleri rden birinde bir ağaçlık olan Merku konağını şereflendirip,
muzaffer askeri oraya çadırlarını kurunca, Emîr Şemsed
din, yanında Kürdistan’m bazı beyleri de olduğu halde
oraya gitti ve Sultan’ın ordusunu izzet ve tazimle karşı
ladı; sonra aynı yılın Cemaziyelahır’mın başlarında yüce
kabulle ve parmak öpmekle şereflendi. Sultan da ilgi gös
terip kendisini birçok değerli hil'atlerle taltif etti ve irsi
eyaleti Bedlis’in beratım yeniledi. Aynı ayın 16’ncı gü
nü, vilayetinin merkezine dönmesi için kendisine izin
verdi.»
Gerçek şudur ki, Emîr Şemseddin, nitelemekte mü
balağa ve görüşte aşırılık olmaksızın; dindar, bilgili, ida
reci, ciddi, meseleleri akıl, siyaset ve isabetle ele alıp çö
zümleyen bir adamdı. İşte bunun için, o ülkenin halkı,
kendisinde; evliyalık ve kutsallık mertebesine varacak
kadar iyilik, dindarlık ve günahlardan sakınma olduğuna
inanırdı. Bazı tasavvuf risalelerinde belirtildiğine göre,
halk, kendisinin o kutsal makamlarda*494* yedi aşamayı
aşmış ve yüce Hazretle*495* ünsiyeti elde edecek bir maka
ma ulaşmış olduğunu söylüyordu. Dillerde meşhur ve
ağızlarda yaygın olduğuna göre, vahşi hayvanlar ve kuş
lar Emîr’e ısınmış; abdest aldığında bunlar başına topla
nır ve korkmadan, çekinmeden onun mübarek ellerinin
suyunu içerlermiş. Buna benzer daha birçok hikaye ve
masallar vardır ki, şimdi bunları anlatırsak, öngördüğü
müz amaçtan başka bir şekilde yorumlanabilir.
Sözün kısası, Allah rahmet etsin, kendisi bilgin, ada
letli, sofu meşrepti; bilginleri, yoksullan, dervişleri sever
ve her zaman onlarla oturup arkadaşlık ederdi. Bunun
için halk arasında «Büyük Emir Şemseddin» diye ün yap
mıştı. Bu ülkenin erkekleri ve kadınları hâlâ onun mü
barek ruhundan güç umarlar ve gece gündüz dualarında
onun ruhuna başvururlar.
Emîr Şemseddin, ülkeden Türkmen’lerin egemenliği
ve nüfuzu kalktıktan sonra, ülkesinin bağımsızlığını ilan
etti; tek başına kendi adına sikke kestirdi ve hutbe okut
tu. O tarihi günün eserlerinden biri, bir miskal ağırlığm(494) E v liy a lık m a k a m la r ı. (M .E .B .)
(495) G aliba A llah’ı kastediyor. (M .E.B.)
da olan altın-gümüş karışımı ve üzerinde «Şemseddin»
yazılı bulunan bir paradır. Kürdistan halkı bu paranın
bereketli olduğuna inanır ve onun uğurluluğundan yarar
lanmak için hâlâ ellerinde bulundurmaktadır. Ben de bu
parayı gözlerimle defalarca görmüşümdür. Ayrıca benim
gördüğüm üç dirhem para daha vardır ki Bedlis hüküm
darlarından üçünün adına darp edilmiştir. Bu hükümdar
lar şunlardır: Muhammcd bin Şeref, Şeref bin Mubammed, Şemseddin bin Ebu Diyaeddin.
O ulu Bey’in(4%) eserlerinden ve yaptırdıklarından
bazıları şunlardır: Bir zaviye, bir hastane, bir misafirha
ne, Gök Mcydan’da bulunan ve 810(1408) yılında yaptır
mış olduğu «Şemsiye Camii» adındaki cami. O büyük
Emır'in Bedlis ve dolaylarında şu vakıftan hâlâ birer ge
lir kaynağı olarak durmaktadır: Muş’a bağlı Tırmit Kö
yü, Gurcikan’a bağlı Kıfu Köyü, Erciş ile Adilcevaz ara
sında bulunan Kazux (Kazuh) Köyü; ayrıca Bedlis’in
içinde, o vakıflardan alınmış dört tarla, yedi dükkan,
büyük bir han ve 20 Ermeni ailesiC497). Bunların dışında
kalan vakıflar ise durumların değişmesi ve zamanın geç
mesiyle kaybolup gitmiştir. Yaptırdığı zaviye hâlâ mamur
durumdadır ve içindeki faaliyetler devam etmektedir;
orada her gün yoksullara ve çaresizlere sadakalar ve yiye
cek dağıtılmaktadır. Kazux Köyü’nde de, gelip giden yol
culara sarfedilen, biri özel ve biri genel olmak üzere iki
vakıf vardır.
Emir Şemseddin, sonunda, Ahlat Şehrinde, Kara Yu
suf’un son derece cahil, ahmak v.e serseri olan oğlu Mir
za İskender tarafından şehit edildi. Bir rivayete göre,
onun ulu cenazesi Ahlat’tan Bedlis'e nakledilerek Gök
Meydan’ın doğu tarafında gömülmüş; diğer bir rivayete
(496) E m îr Şemseddin. (M.E.B.)
Yani o nlara k i r a l a n a n evler. Ç M .A .A .)
(497)
göre de hâlâ Ahlat’ta bulunmaktadır. Gömüldüğü yer hak
kında böylece ihtilaf vardır.
Dillerde dolaşan rivayetlere göre, öldürülmesinin
sebebi şuydu: Kendisi Mirza İskender’in kizkardeşiyle
evliydi. Bu hanım Türkmen aşiretinden olduğu için, ye
tişmesi ve tabiatinin gereği olarak ata binmeye, değnek
oyunu oynamaya, ok atmaya, genel törenlere ve meclis
lere katılmaya eğilimliydi. Bu yüzden, Bedlis’te de birkaç
defa bu işleri yapmak istemiş; fakat büyük Emîr kendi
sine bu konuda müsamaha göstermemiş ve bazen yumu
şak, bazen de sert bir şekilde bu isteğine karşı koyarak
şöyle demiştir: «Biz Kürt’ler, Türkmen'lerin, günlük ha
yatlarının esası haline getirmiş oldukları bu gibi adetleri
doğru bulmuyoruz; bu işleri bırakmak iyi ve gereklidir.»
Ne var ki şairin dediği gibi:
«İyilik ve yumuşaklıkla bitmezse eğer iş
«Saygısızlığa başvurma zoruuluğu doğar çaresiz.»
Nitekim mesele selametle kapanmamış; tersine ça
tışma ve inat, zorunlu olarak hanıma karşı sertlik ve şid
det kullanılmasına yolaçmıştır. Küstahlığı ve dil uzatma
sı karşısında bir gün Emîr Şemseddin, ağzına bir yumruk
vurmak zorunda kalmış ve bir dişi kırılmıştır. O da hemen
kırık dişini alıp, şikayetini ve mazlumluğunu gerçekten etki
li bir şekilde belirten bir mektupta gizleyerek, Erciş’te bu
lunan kardeşine göndermiştir. Bunun üzerine, «Deli İs
kender» diye ün salmış bu pervasız zalim, Emîr Şemseddin’in kendisini görmek üzere her zamanki gibi Ahlat’a
gitmesini fırsat bilerek yıldırım gibi üzerine atılmış ve
onu öldürmüştür, öldürülmesinin yaygın olan nedeni iş
te buydu. Fakat bu satırların yazarı, bunu uzak bir ihti
mal olarak görmektedir. Görünüşteki akla yakın neden
ler, EmıT Şemseddin’in Şahruh’un sarayına itaatini arzetmiş olmasıydı. Bilgi Allah indindedir.
Sözün kısası, büyük Emîr Şcmseddin'in şehit olma
sından sonra, beylik tahtına ve vilayet yönetimine, onun
sadık halefi Emîr Şeref geçti. Emîr Şeref Allah’a tutkun
bir meczuptu; darmadağınık bir durumdaydı ve gönlü
hep meşguldü. Yönetim işlerine aldırış etmez ve dünya
işleriyle ilgilenmezdi, örneğin geceleri şehrin hamamla
rının külhanlarında yatar, gündüzleri ise kendisi için özel
olarak yaptırmış olduğu bir demir kafeste oturur ve şu
sözleri tekrarlar dururdu: «Erkek kekliğin yeri kafestir.»
Günleri, yeni açmış güllerin günleri gibi fazla sürmedi ve
çabuk geçti. Kendisi varlık safhasında bir eser de bırak
madı.
«İster sevinçli ol, ister dertli bu dünyada
«Güven yoktur bu köhne gidişli dünyada
«Madem ki bu dünyadan göçetmek kaçınılmazdır
«Sevinç daha iyidir dertten, ve sağlık hastalıktan.»
Öte yandan, güvenilir rivayetçiler rivayet ederler ki;
Emîr Şerefin Hasankeyf hükümdarlarının kızlarından
olan karısı Şahım Hatun, kocasının sağlığında alimlerden
bir fetva elde etmiş ve bu fetva gereğince, Emîr Şeydi Ahmed Nasıraddin’le evlenmişti. Emîr Şeref Allah’ın rah
metine kavuştuğunda, bu karısından küçük bir çocuk bı
rakmıştı. Şemseddin adındaki bu çocuk hükümdarlık iş
lerini eline alabilecek güçte değildi. Bu nedenle Bedlis
Hükümeti’nin yönetimi ve beyliğinin işleri Mîr Şeydi Ahmed’in ve karısı Şahım Hatun'un eline geçti. Bu durum,
Rozkan aşiretinin ileri gelenlerinin öfkesini ve nefretini
kabarttı. Bu yüzden bu ileri gelenler Merkezi Mükümet’e
karşı isyan ettiler ve her biri, Bedlis Beyliği’nde yönettiği
kesim vc nahiyeleri tek başına yönetmeye başladı, örne
ğin, Mîr Muhammed Nasıraddin Ahlat işlerinde, Qewalisî (Kavalisi) Abdurrahman Ağa da Çukur ve Muş na
hiyelerinde tek başlarına yönetim kurdular. Böylece iş
ler karmakarışık oldu ve Rozkan aşireti arasında kar
gaşalıklar yayıldı. Her biri bağımsızlık ve tek başına
hüküm sürmek iddiasında bulunuyor ve kimse kimseye
boyun eğmek istemiyordu.
«Ülke sultansız kaldı mı bir kez,
«Her köyün reisi vali kesilir.»
Bir süre durum bu şekilde devam etti. Sonunda
Emir Şemseddin büyüyüp de zincirden kurtulunca, bir
gün adamlarıyla birlikte Bedlis’in dışında avlanmaya çık
tı. Bu sırada, Kefnedûr (Kifnedur) yolunda, odun yüklü
eşeğiyle birlikte, adet olduğu gibi odunlarını satmak üze
re şehre doğru gitmekte olan, Baykan aşiretinden Ömer
Yadigaran admda birisiyle karşılaştı. Arap Köprüsü üze
rinde kendisiyle karşılaştığında, Ömer, bu gibi yerlerde
gösterilmesi gereken saygıyı göstermedi; hatta eşeğini
yoldan ayırmadı bile, ve onu hızla sürerek Emir’in kafi
lesinin arasına girdi; hatta odunlar Emîr’in ayağına değdi
ve ayağını tahriş etti. Bunun üzerine Emir öfkeyle do
larak şöyle bağırdı: «Hey ahmak eşek!, senin, hayvanını
gözetecek gözlerin yok mu ki onu yoldan uzaklaştırasın
ve insanlar eziyetsiz olarak geçsin?» Ömer ise buna kar
şılık olarak derhal ve bütün şiddetiyle şu cevabı verdi:
«Kör, kendi ayıbını görmeyen kimsedir.» Emir Şemsed
din bu sert cevaba üzüldü ve öfkesi kabardı; adamı pençelemek istediyse de sonra kendisine şefkat ve zayıflığına
saygı göstererek bundan vazgeçti; sabır ve olgunluğu ken
dine şiar edinerek hakarete tahammül gösterdi ve adamı
affetti, yaptığına da göz yumdu.
«Sabredersen eğer, şüphesiz bu sabır
«Sana devlet ve ikbal getirir azar azar.»
Emir, öfkesinin ve hiddetinin belirtileri kalkmış ola
rak döndüğünde biraz düşündü ve kendi kendine, «acaba
bu şuadan adamın iddiasının gerçek bir nedeni ve daya
nağı yok mu?» diye sordu. O zaman, avdan döndükten
sonra, adı geçen adamı yanma çağırtıp kendisine sor
maya karar verdi. Nitekim öyle yaptı; bu Ömer Yadigaran'ın odunlarını satmış ve eve dönmekte olduğunu gö
rünce kendisini yanma getirtti ve şöyle dedi: «Hey cahil
Kürt! Yüzüme karşı söyleyip beni üzdüğün ve bununla
terbiye ve saygı yolundan saptığın o boş, anlamsız ve
aşağılık söz neydi?»
Bunun üzerine Ömer pişmanlıkla, boynunu büke
rek ve olup bitenden ötürü özür dileyerek şu karşılığı
verdi: «Ey benim gerçek velinimetimin oğlu ve ey benim
gözlerimin soylu nuru! Ben hiç de terbiye yolundan sap
madan ve doğruluk yolundan ayrılmadım; ben sadece,
sana ve devletine olan bağlılığımdan ötürü, sizin alicenap
kulaklarınıza birtakım doğru sözler arzetmek için ortam
hazırlamak istedim. Eğer o sözleri benden dinlemek is
tiyorsan, beni yalnız yanma çağırt; orada sana, demek
istediklerimi detaylı olarak arzederim.»
Emîr kendisinden, bu hikayenin detaylarını anlat
masını isteyince, Ömer kendisine, annesinin, ilk kocası
nın sağlığında alimlerden aldığı bir fetva gereğince Emîr
Şeydi Ahmed Nasıraddin’le evlenmesini, bunun sonucu
olarak beylik işlerinin yabancıların eline geçmesini ve
bundan doğan işlerle durumları anlattı; böylece Şemscddin’e, kendisinden gizli tutulan meseleleri aydınlattı ve
bunları eksiksiz ve fazlasız çlarak öğrenmesini sağladı.
Bunun üzerine Emîr Şemseddin, bu samimi Kürd’ün
sadakatine teşekkür etti ve ona gerektiği gibi takdir ede
rek, bu bozukluğun nasıl düzeleceğini ve nasıl ıslah edi
leceğini sordu. O zaman Ömer kendisine şu karşılığı ver
di: «Benim görüşüme göre, Rozkan’lı kahramanlardan
filan, filan, filan adamları birer birer yanına çağırtıp, öz
lenen amaç üzerine onlarla sözbirliği etmen için kendile
rini vaat ve tehditlerle kendi tarafına çek. Ondan sonra
ben sana, bu işi sonuna götürmek için örnek bir plan
arzcderim.»
Emîr şemseddin hemen, Ömer’in kendisine arzettiğini uygulamaya başlayarak, her gün Rozkan’lı adam
ları ve gençleri yanına çağırttı ve kendisi için onlardan
biat aldı. Bu hareket halk arasında yayılıp da haberi Mîr
Şeydi Ahmed’in kulaklarına gidince, derhal kaçtı ve Boxtan (Bohtan) Hükümdarı Mîr Ebdal’a iltica etti. Bunun
üzerine Emîr Şemseddin hemen annesini öldürdü; sonra
da kaçan hasmının üzerine orduyu yürüterek Boxtan Vilayeti’ne kadar kendisini kovaladı.
Emîr Şemseddin’in saldırıya geçtiği haberi Boxtanli
Emir Ebdal’a ulaşınca o da ordusunu topladı ve savaşa,
döğüşe hazır olmak üzere Dalam nehri’nin kıyısında ka
rargahını kurdu. İki topluluk karşı karşıya gelip de he
nüz çarpışmaya başlamadan önce, Emîr Şemseddin ken
di tarafından Emîr Ebdal’a bir elçi göndererek,, Mir Şey
di Ahmed’in kendisine teslim edilmesini istedi. Fakat
Emîr Ebdal bunu reddetti ve elçiye şöyle dedi: «Bu is
tek bir tek şartla gerçekleşir; o da, senin efendinin, daha
önce Boxtanh beylerden birini öldürüp senin efendinin
sarayına kaçarak iltica etmiş olan Şenvanlı (Şirvanlı)
Emîr Hasan’ı bize teslim etmesidir; o zaman biz de ken
disine Mîr Şeydi Ahmed'i teslim ederiz.»
Kısacası, bu şekilde elçilerin ve mektupların karşı
lıklı gönderilmesinden som# şöyle bir anlaşmaya varıl
dı: Emîr Şemseddin, Emir Ebdal’a, Şenvanlı Emîr Hasan’ın karşılığında rehin olarak, Rozkan ileri gelenlerin
den ve liderlerinden birkaç kişiyi gönderecek; Emîr Eb
dal da bunun üzerine kendisine Mîr Şeydi Ahmed’i yol
layacak; ondan sonra da Emîr Şemseddin Şenvanlı Emîr
Hasan’ı gönderecek ve bununla, Emîr Ebdal’m yanında
rehin bulunan Rozkan liderlerini geri alacaktı. İşte bu
anlaşmaya dayanarak Emîr Şemseddin, rehinleri, yüzmekte
büyük bir hünere sahip olan ve büyük ölçüde yeterli ve
yiğit olan adamlar arasından seçti; ve onları, Emîr Seydı
Ahmed’e karşılık olarak Emîr Ebdal'a gönderdi. Emîr
Şemseddin, onları gönderirken de kendilerine şunları söy
ledi: «Ben hiç bir zaman Emîr Hasan’ın teslimine mü
saade etmeyeceğim.» Ayrıca, uygun bir zamanda kaçmala
rı konusunda hazırlanan plan üzerine de kendileriyle gö
rüş birliğine vardı. Plan şöyleydi: Onlar, iki taraf arasın
da sınır olan nehre yakın yerlerde kalacaklar; karargahta
döğüş çıktığını gösteren haykırış ve onun gibi alametlerin
görünmesini kollayacaklar; ansızın saldırı başladığında da
atlarını, elbiselerini ve silahlarım arkada bırakıp orduları
na katılmak üzere hemen çıplak olarak kaçacaklar ve neh
ri yüzerek geçeceklerdi.
İşte bu işaret gereğince Rozkan liderleri Emîr Ebdai’ın otağına gittiler ve bir süre yanında kaldılar. Bu sırada
Emîr Ebdal, kendisine Emîr Hasan’ı iade edeceği, barış
ve selametin gerçekleşeceği ve ikisinin de ihtilaf ve çatış
manın doğuracağı sonuçlardan kurtulacakları umuduyla,
Emîr Şemseddin’e Emîr Şeydi Ahmed’i gönderdi. Ne var
ki, Emîr Şemseddin başka bir şey yapmak niyetindeydi:
Güneş batar da, dünya kararıp siyah, korkunç bir elbise
giyince, Emîr Şemseddin hemen kesici ve intikamcı kılıcı
hain ve alçak Seydî Ahmed’in boynuna vurarak başını
kesti ve böylece intikamını aldı, içini rahatlattı.
Aynı saatta ordusunun bir birliğini de Dalam Nehri’nin kıyısına gönderdi ve bunlar ansızın gece karanlığın
da düşmana saldırdılar. Bunun üzerine düşmanın öncü
kuvvetlerine ve ön karakollarına korku ve dehşet hakim
oldu; bu yüzden, olup bitenin içyüzünü anlamadan ve bu
nun farkına varmadan kendi aralarında kavgaya tutuş
tular. Tam bu sırada, rehin bulunan Rojkan liderleri işin
içyüzünü anladılar; derhal koşarak nehre atıldılar ve yü
zerek kendi karargahlarına ulaştılar.
Güneş doğup da hazırlıklar, iki ordunun çarpışmaya
ve birbirinin üzerine atılmaya hazır durumda, komutan
lardan ufak bir işaret beklemek için nehrin iki yakasında
durmalarıyla sonuçlanınca, Emîr Şemseddin atının sırtın
da ileriye doğru gitti ve Emîr Ebdal’a seslenerek şöyle de
di: «Ey Emir Ebdal! Ben, bana hiyanct ve düşmanlık
etmiş olan hizmetçimi öldürdüm ve mesele bitti. Seninle
aramda da, düşmanlık ve husumeti gerektirecek herhangi
bir olay geçmemiştir. Buna rağmen sen çatışma ve vuruş
ma istiyorsan, işte meydan şurada ve işte meydanda dola
şan adam!»
Boxtan adamları ve ileri gelenleri bu sözü duyduk
ları zaman, Emirleri Ebdal Bey atıyla ilerledi ve şöyle de
di:
«Ey Emîr Şemseddin! Şüphesiz senin ulu babaların
ve ataların, eski zamandan beri, atalarımızın büyükleri ve
reisleriydi. Aralarındaki dostluk daima köklü, sevgi karşı
lıklı ve samimiyet fazlaydı. Bu nedenle, o eski gelenekle
re ve dostluklara ters düşecek bir davranışta bulunmaktan
Allah’a sığınırız. Böyle bir davranış, aynı zamanda halkta
nefret uyandırır; yaratıcı Allah indinde de yasaktır ve hem
dünyada, hem ahrette sahibine hüsran ve utanç getirir.
Emîr Şeydi Ahmed eğer kendi kendini kirletmiş ve terbi
ye sınırını aşarak işlediğini işlemişse, en layık cezasını da
buldu. Şimdi ise sizin iyi ahlakınızdan ve iyi niyetinizden,
kargaşalık çıkmasına, vuruşma ateşinin
alevlenmesine
meydan vermemenizi ve iki taraf arasında sevgi ve birlik
bağlarını güçlendirmeye çalışmanızı rica ediyoruz»
Emir Şemseddin, Emîr Ebdal’ın yumuşaklığını, ılım
lılığını, olup bitenler için özür dileyen sözler söylediğini,
barışa eğilimli olduğunu ve selameti sevdiğini görünce;
onun isteğini olumlu karşıladı ve ona dostluğunu, güveni
ni teyit etti. Sonra da askerleriyle birlikte ülkesinin mer-
kezine döndü. O günden itibaren bu Emîr, «Şemseddin’e
Dıjwanj(4S8) diye adlandırıldı.
Emîr Şemseddin‘in beş erkek çocuğu vardı: Sultan
Ahmed, Sultan Mahmud, Diyaeddin, Emîr Şeref, Emîr İb
rahim. ilk üçü, 835 (1432) yılında salgın hale gelen veba
da öldüler; Emîr Şeref de gençliğinin baharında ve «m rünün ilk yıllarında normal eceliyle Allah’ın rahmetine ka
vuştu.
Böylece Emîr İbrahim, babasının ölmünden sonra hü
kümdarlığa geçti ve bir süre ülkeyi büyük bir ciddiyet ve
dikkatle yönetti. Sonra Allah’ın rahmetine kavuşunca, ye
rine sadık halefi ve oğlu Emîr Hacı Muhammed geçti.
Emîr Muhammed, 847 (1444) yılında, Bedlis’te nehir kı
yısında büyük bir cami vc medrese yaptırmaya başladı ve
bir yd sonra tamamladı. 865 (1461) yılında ölünceye ka
dar yönetimde kaldı, ölünce büyük camisinin yanında gö
müldü. Varlık safhasında iki çocuk bıraktı: İbrahim ve
Emîr Şemseddin. Babasının ölümünden sonra, onun vasi
yeti gereğince İbrahim yönetime geçti. Onun durumunu
da aşağıdaki satırlarda anlatacağız.
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
Emîr İbrahim II bin Emîr Hacı Muhammed
Daha önce anlattıklarımız arasında zikrettik ki; Karakoyunlu Kara Yusuf ile Bedlis hükümdarları ve yöneti
cileri arasında, neredeyse baba-evlat ilişkisine dönüşe
cek iyi ilişkiler ve sağlam bağlar vardı. Daha sonra Akkoyunlu Uzun Haşan, bu iki aşiret arasındaki köklü düş
manlık yüzünden. Kara Yusuf’un oğlu Cihanşah’ı öldür
meye muvaffak olunca ve bu durum, onun bütün Diyarbekir, Ermenistan ve Azerbaycan vilayetlerini istila etme
sine yolaçınca; bundan sonra bütün kuvvetleri ve nüfu
zuyla bu aileyi«499' ve Karakoyunlu ailesini yoketmeye,
Karakoyunlu ailesinin bütün üyelerinin kökünü kazımaya,
adamlarını ve taraftarlarını darmadağın etmeye yöneldi.
önce, Bedlis Vilayeti'ni istila etmek ve Hükümdarını,
yöneticilerini yakalamak amacıyla, büyük komutanların
dan ve büyük devlet adamlarından biri olan Süleyman
Bey Bijenoğlu’nun komutasında büyük bir orduyu Bed
lis üzerine gönderdi. Bu Süleyman Bey, sayıya ve hesaba
gelemeyecek bir orduyla Kürdistan’ın üzerine yürüdü ve
Bedlis Kalesi’tıin dışında Türkmen ordusunun karargahım
kurdu. Bunun üzerine, o zaman Bedlis Hükümdarı bulunan
Emir İbrahim bin Emir Hacı Muhammed, derhal kaleleri
sağlamlaştırdı; şehirleri güçlendirdi; yollan ve caddeleri
tıkadı; kendisi de Bedlis Kalesi'ne kapandı. Süleyman Bey
de, yanında birçok şiddetli kuşatma araçları ve uzun sa
vaşma gereçleri getirerek kaleyi kuşattı.
Kuşatma süresi tam üç yıl sürdü. Kış sona erip de,
umutların ve özlemlerin açılacağını gösteren gülleri ve çi
çekleriyle birlikte bahar geldikçe, Süleyman Bey’in de ka
leyi ele geçirme umudu tazelenirdi. Kışı Mardin ve Beşiri
dolaylarında geçirir; ilkbaharın başında tekrar Bedlis’i ku
şatmaya gelir; Kürt kahramanlarıyla ve Rozkan aşiretinin
yiğitleriyle yeniden mücadeleye girişir ve onlarla acı bir
şekilde vuruşurdu. Savaşçıların ve döğüşçülerin sesleri,
mancınıkların ve taş atıcı araçların gürültüleri yükselip
alçalır ve kulakları sağırlatırdı; mermiler ve oklar üstten
alta ve alttan üste uçuşup sağa sola dağılırdı ve hamasetle
dolu olanların kalblerine varıp onları devirir; kahramanla
rın canına isabet edip uçururdu, öyle ki, savaş alanı ve
vuruşma meydanı, şairin farsça olarak nitelendirdiği gibi
şöyle oldu:
«Yiğitler iki saf oldu, tıpkı dilberlerin kirpikleri gibi
«Safın biri üstte, öbürü de alttaydı
«Yukardan yuvarlandı mı bir taş aşağıya
«Yer öküzünden*5002 aslan büğürtüsü gelirdi
«Aşağdan atıldığı zaman yukarıya bir ok
«Şu yüksek çarka takılırdı şüphesiz
«Ve dönerdi yüksek çarkla birlikte ahenkle
«Ta ki Ay’ı halka, Güneş’i de kement yapana dek
«Tüfekler ise zamanın taş-yüreklileri gibi
«Parçalardı güven ve aman yerlerini
«Kahramanların kanlarından kalenin burçları
«Kırmızı renge boyandı, tıpkı narçiçeği gibi.»
Kuşatma süresi uzayınca, yiyecek ve mühimmatın tü
kenmesinden ve açlığın, öldürücü hastalıkların yayılma
sından ötürü kuşatma altındakiler sıkıntılı bir duruma
düştüler; o kadar ki, açlık ve hastalıklar hepsinin hayatı
na son verdi ve Emîr İbrahim’le birlikte yalnız yedi kişi
sağ kaldı. O zaman, Süleyman Bey'in meddahı olan Şair
Mahmudoğlu türkçe bir gazel yazdı ve Sultan Haşan Bey’e
gönderdi. Gazelde şu beyit de vardı:
«Şeha! Ol Bec^is’in Kürdü mutî olmaz Sülcyman’c
«Ezelden kalma adettir, çalışurlar Ocağ üste.»
Sözün kısası, iki taraf arasında, güçleri tükendikten
ve cephaneleri bittikten sonra barış yapıldı. Bu da iyi in
sanların ve aralarında ilişki kuran barışseverlerin aracılı
ğıyla oldu. Barışın şartları şöyleydi: Süleyman Bey Emîr
İbrahim’in ve ailesinin hayatına dokunmayacak; buna
karşılık Emîr İbrahim de kaleyi ve beylik görevini bırakıp
kaleyi Süleyman Bey’e teslim edecekti.
iki taraf bu şartlarda anlaşınca, durumu Sultan Ha
şan Bey’e arzettiler; o da, kabul ettiğini ve Emîr tbrahim'e
güven ve aman verdiğini belirtmek için yüzüğünü gön
derdi. Bunun üzerine Emir İbrahim kaleden çıktı ve Sul
tan Hasan’ın Tebriz’deki sarayına gitti. Böylece Süley
man Bey Bedlis Vilayeti’nin bütün kalelerine ve şehirleri
ne el koydu. Anlatıldığına göre, bu zorunlu göçte, Rozkan aşiretinden Emir İbrahim’le birlikte Azerbaycan’a gi
den ailelerin sayısı 12 aileydi; bunlar arasında ünlü «Şems
Aqılan» (Şems Akılan) ailesi de vardı.
Emir İbrahim, maiyetiyle birlikte Tebriz'e vardıktan
sonra. Haşan Bey kendisini Irak tarafına gönderdi ve
geçiminin sağlanması için de Kum’un gelirinden kendisine
bir tahsisat ayırdı. Bu ilgi ve ağırlama, Haşan Bey’in hü
kümdarlığı süresince devam etti. Onun ölümünden ve oğ
lu Yakub Bey’in saltanata geçmesinden sonra ise durum
değişti. Çünkü Yakub Bey, Rozkanlılar’m davranışlarına
ve Bedlis Vilayeti’nde çıkardıkları ayaklanmalara fazlasıy
la sinirlendi. Bu yüzden Emîr İbrahim’in öldürülmesi için
emir verdi ve bu emir Kum şehrinde yerine getirildi.
Merhum Emîr, Kum'daki aşiretin ileri gelenlerinin
kızlarından biriyle evlenmişti ve bu hanımdan üç erkek
çocuğu bıraktı: Haşan Ali, Hüseyin Ali ve Şah Muhammed.
♦
Akkoyunlular’ın Bedlis Beyliği üzerindeki egemenlik
leri 29 yıl sürdü. Bu süre içinde birçok ayaklanma ve kar
gaşalıklar çıktı. Bunlar Rozkanlılar’m birliğini darmada
ğın etti. Bunun sonucu olarak birçok ileri gelenleri ve li
derleri çevreye iltica ettiler. Diğer kısmı da Genc’de giz
lendiler; sabır ve tahammül elbisesi giyerek ve insanlardan,
kitlelere karışmaktan ilgilerini keserek kurtuluş gününü
beklediler. Rozkan aşiretlerinin temel direği ve Diyaeddiıı
ailesinin en sadık, en vefakar adamı olan Muhammed Ağa Kelhokî ise, Akkoyunlu Türkmen beyle
rinin yanında kalmak zorunda bırakıldı. Çoğunluk
la vaktini Irak ülkesinde geçirridi. Zaman za
man da, Bedlis hükümdarları olan ve velinimeti
bulunan Diyaeddin ailesinin*501* çocuklarının hizmetinde
bulunmak üzere Kum’a giderdi. Orada, yapılması gereken
işler konusunda kendilerinin verdiği talimata uyarak, ken
di işlerinin yararına olan söz ve çalışmada, gücünün yet
tiği kadar görevini bağlılıkla yapardı. Kendisi, felekle çar
pışmış ve onun acı tatlı tecrübelerinden yararlanmış eski
adamlardan olduğu için, ailenin fertlerini bazen, Kürdistan’daki geçmişleri ve ailelerinin, heybetli ve sayıca çok
olan Rozkan aşiretleri ve kabileleri arasındaki imtiyazlı
makam ve mevkii konusunda aydınlatır; bazen de Bedlis’in güzel havasını, yumuşak iklimini ve zengin bahçe
lerini uzun uzun anlatır; sonra da, sağlam kalelerle dolu
olan o güzel ülkenin yabancı mütegallibelerin elinden kur
tarılması için uyulması gereken planları açıklamaya koyu
lurdu. Onun bu anlatışları, bu şehzadelere, kendilerinden
biri Küıdistan’a gidip, sadece o büyük ülkenin sınırlarına
ayak basmakla, kendisine vilayetteki kalelerin ve önemli
şehirlerin fethini en kolay durumda ve en kısa zamanda
mümkün kılacak Kürt aşiretlerinden ve Rozkan kabile
lerinden taraftarlar ve yardımcılar toplanacağı hayalini
verirdi. Böylece eski olan ailelerinde yeniden canlılık doğa
cak ve irsi beylikleri yeniden dirilecekti.
Sonunda, bu büyük aileye sadık olan ve hakkında ala
bildiğine iyi niyetli olan bu tecrübeli adam cesaretlendi
ve içinde gizlediği niyeti, şehzadelerin annesi olan hanıma
açarak şöyle dedi:
«Sen bana şehzadelerden birini Kürdistan’a götür
mem için verirsen, şüphesiz ben, Rozkan aşiretinin kalbleriııi senin bu oğlunun etrafında birleştirmeye muvaffak
olacağım. Sonra da onları alıp Akkoyunlu Türkmenleri’ne
karşı savaşacağım ve Bedlis’in kalelerini, yörelerini bu mü(501) İlk h ü k ü m d ar D iyaeddin’ln
h ü k ü m d ar ailesi. (M.E.B.)
soyundan gelen Bedlis
tegallibelerin elinden kurtaracağım. Böylece hakkı yerine
getireceğiz. O zaman Rozkan’ın ülkelere dağılmış adamla
rı eski vatanlarına dönecekler, eski beylerine boyun eğe
cekler ve onlara içten itaat edeceklerdir.»
Muhammed Ağa Kelhokî bu konuda çok mübalağa
yaptı; sonunda hatunu, bu görüşün doğruluğuna ve hemen
uygulanması gerektiğine ikna etti. Bunun üzerine hanım,
kendilerini Kürdistan’a götürmesi için iki oğlu Haşan Ali
ve Hüseyin Ali’nin onunla beraber olmasına razı oldu.
Muhammed Ağa hemen bu iki şehzadeyi alarak yola çık
tı ve Hakkari Vilayeti’ne gitti. Orada iki şehzadeyi, «Seyyid»(502) yerine, farsçada kullanılan «aka» sözcüğünü kul
landıkları bilinen Asurî aşiretinin yanma bıraktı. Ve onla
ra dedi ki: «Bunlar benim çocuklarımdır; şartlar ne olur
sa olsun, kendilerine ilgi gösterilmesi, önem verilmesi ve
korunmaları gerekir.»
Sonra kendisi Bedlis Vilayeti’ne gitti ve Diyaeddin
ailesini seven, ona bağlı ve taraftar olanların hepsiyle gö
rüştü; onlara, hepsinin velinimeti olan büyük ailenin ço
cuklarının geldiğini haber verdi; ve onlardan, gaspedilmiş
hakkın yeniden alınmasını vc vilayetin ele geçirilmesini
sağlayacak tedbirlerin alınması için gereken yardımı yap
malarını istedi.
O sırada tesadüfen Asurlular’la hükümdarları Izeddin Şer (Şir) arasında anlaşmazlık çıktı. Sonunda Asurlular, anlaşmazlığı çözümlemek için ayaklandılar ve kılıç
ları çektiler. Bunun üzerine Izzeddin Şer, bu uğursuz is
yancıların ayaklanmasını bastırmak için üzerlerine bir as
keri birlik göndermek zorunda kaldı. Asurlular da şairin
şu sözleri uyarınca hareket ettiler.
«Zorunluluk zamanı kaçmaya fırsat kalmayınca
«Al eline keskin kılıcı.»
(502) A rap ça o lan bu sözcük «bey», «bay» an lam ın a çelfe(M E .B .)
Ve vuruşmaya, çarpışmanın tozu dumanı içine dal
maya hazırlandılar. İki taraf arasında cereyan eden çarpış
malarda Asurlular gerçi başarı kazandılar; fakat talihsizlik,
iki şehzadenin, yani Haşan Ali ve kardeşinin çarpışmalar
ve kargaşalıklar sırasında kaybolmalarına yolaçtı ve bir
daha izlerine rastlanılmadı.
Bu büyük musibetin ve ağır olayın haberi Rozkan
aşireti ileri gelenlerinin ve adamlarının kulaklarına gitti
ği sırada, Muhammed Ağa kendilerine iki ulu şehzadenin
geldikleri müjdesini vermiş; ve kendilerini, ülkenin kurta
rılması amacıyla, Kürdistan’ın diğer beyleriyle birlikte
yekvücut olarak ayaklanmak için harekete hazır duruma
getirmiş bulunuyordu. Fakat bu haberin gelmesi üzerine
hepsinin elleri böğürlerinde kaldı; ne yapacaklarım şaşır
dılar; genç yaşlı, erkek kadın, hepsinin ağlama ve sızlama
sesleri göklere çıktı; acı acı ağlamaya ve karalar giymeye
başladılar; ayrıca, kanlarıyla, canlarıyla fedakarlık ya
pacaklarına ağır yemin ettifer. Şair demiştir ki:
«Kalmadı kan ağlamayan bir göz, o olaydan ötürü.»
«Parçalanmadık göğüs de kalmadı, o acı haberden
ötürü.»
Evet, hiç bir devlet yoktu ki, yıldızı, parladıktan
hemen sonra kaybolup batmış olsun; ve yüksek bir bina
görülmemişti ki, yükselip parladıktan hemen sonra, feleğin
olaylarının ve zamanın ihanetinin etkisi altında çökmüş
olsun. Şair demiştir ki:
«Şu dünya bahçesinde gelişen bir ağaç yoktur ki
«Geçmemiş olsun keskin baltanın eline
«Ve şu zengin bahçede, sülünün kanatları gibi
«Ne bir gül kalacak, ne de bir servi.»
Sözün kısası, bu olay Muhammed Ağa’yı son derece
etkiledi. Artık bir gam ve dert denizinin dalgaları araşma
düştü ve şaşkına dönüp, ne yapacağını bilemez oldu. Sonra
kendi kendine ne yapacağını sordu ve hasret çekerek şöy
le dedi:
«Hükümdarlık bahçesinde henüz açmamış, beylik
bahçesinde yetişmiş olan bu iki konca gülün üzerine felek
bütün şiddetiyle saldırdı ve kendilerini beklemekte olan
eyaletlerinin kokusunu dahi koklamalarına fırsat verme
den gençliklerine kıydı! Eyvah ki, hükümdarlık ve beylik
nehrinin kıyısında yetişmiş olan o iki servi, yöneticilik
ve hükümdarlık nehirlerinden bir yudum su içmeden yok
luk denizine düştüler.»
Evet, Muhammed Ağa böylece işi kestiremez durumda
beşleri altılara çarparken(503), ansızın, Emîr İbrahim’in
kardeşi Emîr Şemseddin’in Erux (Eruh) Nahiyesi’nde bu
lunduğu konusunda bir haber aldı. Haberin ayrıntısı şöyleydi:
Bijenoğlu Süleyman Bey’in Bedlis Kalesi’nde Emîr
İbrahim’i kuşatması sırasında*bu Emîr Şemseddin kale
den kaçmaya muvaffak olmuş ve Boxtan aşireti arasında
gizlenerek orada kalmış; hatta orada Eruxlu Emîr Muhammed’in kızıyla evlenmiş ve bundan oğlu Şeref Bey
doğmuştu. Şeref Bey de babasıyla birlikte o sırada adı ge
çen aşiretin arasında bulunuyordu.
Bu ferahlatıcı haberin Muhammed Ağa üzerindeki
etkisi çok olumlu oldu. Buna son derece sevindi ve adı
geçen yere giderek Emîr Şemseddinle görüşmekle Şeref
lendi. Ve Emîr Şemseddin’de, kendisinin tazelemek vc
yeniden diriltmek için çaba harcamakta olduğu önemli gö
reve kendisini yetenekli kılacak bütün nitelikleri buldu.
Çünkü Emîr son derece zeki ve akıllı, aynı zamanda ağır
başlı ve ciddiydi.
Muhammed Ağa Emîr Şemseddin’e, hikayesini baştan
(503) A rap çad a b tr deyim olan bu söz, no y ap acağ ım şa şır
m ış k im seler için kullanılır. (M .E.B.)
sona kadar, bağlılıktan, vatanın mutlu kılınması uğrunda
ki büyük fedakarlıktan ve vatan evlatlarının hizmetine
kendini adamaktan gelen son derece etkili bir şekilde arzetti. Bundan etkilenen Emir Şemseddin, kendisine, «peki
yi, şimdi ne istiyorsun?» diye sordu. Bunun üzerine Muhammed Ağa kendisine şu cevabı verdi: «Emîr’in kapı
sına bağlı olan bu kul, Emîr’in, himmet kolunu cüret ve
cesaretle yeninden çıkarmasını, mutluluk ayağını celadet
ve yiğitlik üzengisine koymasın; ve böylece Bedlis Vilayeti’ni ele geçirmeye hemen gitmesini dilemektedir.» Bu söz
üzerine Emîr, Muhammed Ağa’nın dileğini ve birlikte Bed
lis Vilayeti’ne gitmelerini kabul etti.
O vilayetin sınırlarına ulaşmalarıyla birlikte, hemen
çevrelerinde, Rozkan aşireti adamlarından, öldürme, vuruş
ma ve döğüşmede eğitilmiş 1.500 asker toplandı. Bunun
üzerine hemen Bedlis Kalesi’ni kuşattılar. O sırada Bargıri, Erciş ve Adilcevaz hükümet ve yönetimleri, Türk
men Mehmed Şalvi’nin adamlarının ve aşiretinin elindey
di. Mehmed Şalvi, Emîr Şemseddin’in Bedlis Kalesi üze
rine gittiği haberini alınca, derhal ordusu ve adamlarıyla
birlikte Bedlis tarafına yürüdü. Emîr Şemseddin kendisini
Rahwa (Rahva) denilen yerde karşıladı ve kendisiyle
Türkmen askerleri arasında savaş çıktı. Kürt kahramanla
rının, gönülleri hayrette bırakacak derecede cesaret, er
keklik ve yiğitlik gösterdikleri bu kanlı çarpışmalarda iki
taraftan da birçok kimseler öldürüldü. Ne var ki, bütün
bunların yararlı bir sonucu olmadı. Şair diyor ki:
«Köhne felek vermezse eğer devlet ve ikbal
«Pusuya yatıp da zorla .elde etmek mümkün değil
onu.»
Çünkü sonunda Rozkan aşiretinin adamları yenilgiye
uğradılar. Ve ecel hükümdarı Emîr Şemseddin’in üzerine
otoritesini kurdu ve onun yüce adını varlık safhasından
•Adi; hükümdarlık vc beylik bahçesinden bir gül koparma
dan, yoksunluk ve yalnızlık dikeni kalbinin ortasına isa
bet etti. Bu çarpışmadan da hayal kırıklığına uğramış ola
rak çıkan Muhammed Ağa ise, fikir dağınıklığından ve ak
imın başıboş kalmasından ötürü, ağlanacak bir hale geldL
Durumu sanki şöyle diyordu:
«Nedir ben umutsuza verdiğin bu talih Allahım!
«Ki hiç bir isteğime kavuşmadım ben!»
Muhammed Ağa halktan ayrı olarak, fikrinin ve
hayalinin dizginlerini serbest bırakmış; yükselmekten ve
ihtirastan uzak, umutsuzluğun ve hayal kırıklığının arka
sında oturmuş durumda ağlayarak bunları söylerken, an
sızın gaipten bir ses, kulağına fısıldayarak şunları mırıl
dandı:
«Gel, hey iradesiz!, nedir bu gevşeklik?
«Sıcaklık ve hareket ister rahvan atm yolu
«Bilmez misin ki tohum önce toprağa gömülür
«Sonra bakılır, ta ki yeşerinceye dek?
«Gayret sayesindedir ki, kehribar çekicilik kazamp
«Elini kıpırdatmadan samanları çeker
«Bırak kehribarı ve saman hareketini
«Dağları yıkıp yoldan kaldırır gayret.»
Arkasından da gaipten gelen ses şöyle dedi: «Kalk
da ciddiyetle kollarını sıva ve hareket, çaba kırbacıyla
gayretinin atını sürerek Irak’a(504) yönel. Orada, hâlâ Kum
şehrinde oturmakta olan Emir Şah Muhammed bin Em îr
İbrahim Bey’i bul ve kendisini alıp Rozkan aşiretine getir.
Hükümdarlık ve senin ulaşmak istediğin amaç, o asil şeh
zadenin nasibidir.»
Muhammed Ağa, doğru ve iyi niyetli insanlardan ol
duğu vc yalancılıktan, riyakarlıktan uzak bulunduğu için
gaipten gelen bu sese inandı ve hemen Acem Irakı’na ha
reket etti.
Şehzadelerin anası olan hanımın önüne çıktığı zaman,
olup biten olayları, Cennet halkının gençlerinin iki efendi
si olan Haşan ve Hüseyin’in*5052 öldürülmelerini bize ha
tırlatan Haşan ve Hüseyin’in*5062 öldürülmeleri hikayesini,
Emîr Şemseddin’in de nasıl bu uğurda öldürülmüş oldu
ğunu, eksiksiz ve fazlasız olarak anlattı. Sonra da, Emîr
Şah Muhammed’i, kendisini sabırsızlıkla beklemekte olan
Rozkan aşiretinin isteğine uyarak yanma alıp Kürdistan’a
götürmek konusundaki kararını bildirdi. Muhammed Ağa,
o yufka yürekli, zavallı, talihsiz annenin üzerinde yıldı
rım etkisi yapan sözlerini bitirir bitirmez; anne, kaybet
miş olduğu iki ciğerparesine yüksek sesle ağlamaya başla
dı ve yanında kalmış bulunan tek oğluna bağlılığı daha
da arttı. Bunun için, Muhammed Ağa’nın bu yeni isteğini
reddetmesini haklı gösterecek birçok mazeret öne sürdü.
Ne var ki, bütün bunlar kendisine bir yarar sağlamadı;
sonunda Muhammed Ağa’ya birtakım sert sözler sarfetti.
Fakat Muhammed Ağa bütün bunları şaşılacak bir sabır ve
tahammülle karşıladı; yumuşak, ısrarla, fakat sürekli ola
rak isteğinde diretti ve şöyle dedi: «Rozkan aşireti sec
deye varıp yüzünü yere koyarak ve avucunu göklere doğ
ru açarak, ayrılık derdinden bozulmuş gözlerine, onun yü
ce ve şahane alayının tozunu sürme gibi çekmek isteğiyle,
kendilerine Emîr Şah Muhammed’i göstermek lütfunda
bulunması için yüce Padişah Allah’a dua etmektedirler.»
İşte bu etkili söz ve hazin, sadakat dolu istek karşı
sında, zavallı anne, Şehzadeyi görmek özlemi içinde bulu
nan halkın dileğine olumlu cevap vermek zorunda kaldı
ve aziz, sevgili, biricik oğlunu, adı geçen Muhammed
(505) H a z re tl A li’nin İki oğlu. (MJE.B.)
(506) H a k k a ri'd e kaybolan Bedlis hü k ü m d ar ailesinin tkl
gebzadesL ( U .E 3 .)
Ağa’ya teslim etti; o da kendisini alıp hemen Kürdistan’a
döndü.
Bazıları da, Muhammed Ağanın Emîr Şah Muhammed’i, annesinin rızası olmaksızın alıp getirdiğini ve kendi
sini Bedlis Vilayeti’ne kaçırdığını rivayet ediyorlar. Doğru
su da budur.
Hangi rivayet doğru olursa olsun, kesinlikle bilinen
şudur ki, Emîr Şah Muhammed, mübarek gelişiyle, 900
(1495) yılında Bedlis’i şereflendirmiştir. Hemen çevresin
de büyük bir yardımcı ve taraftar topluluğu toplandı Ve
ülkenin her tarafında sevinçler, şenlikler düzenlendi. Roz
kan aşiretinin bütün kabileleri, lütfedici Padişah Allah’a
hamd ve şükürjerini sunmanın belirtisi olarak, yoksulla
ra, ihtiyaç sahiplerine ve müstahak olanlara sadakalar da
ğıttılar ve iyilikte bulundular. Arkasından hemen, yüce
Allah’ın «işlerde onlara danış» sözü uyarınca bir fikir vc
danışma meclisi kuruldu ve bu mecliste Bedlis Kalesi’nin
«le geçirilmesi ile bütün Bedlis Vilayeti’nin fethi meselesi
tartışıldı ve şu karar alındı:
«Bedlis Kalesi’nin üzerine açıkça yürümek, defalarca
olduğu gibi, Emir Şemseddin’in ve Rozkan aşireti ileri
gelenlerinin çocuklarının öldürülmelerine, her teşebbüste
de çalışmaların başarısızlığa uğramasına yol açtığı için;
şimdi devletin çıkarı, kalenin burçlarında ve surları üze
rinde dolaşma konusunda eğitim görmüş birkaç kişinin,
güneşin batmasından ve bu dünyanın göklerini tekrar ele
geçirme yemin ve andının elbisesini giymesinden sonra,
Bedlis Kalesi’nin üst tarafına gitmelerini, kalenin en bü
yük burcunun kapısına ulaşıncaya kadar surlara tırmana
rak burayı ele geçirmelerini ve böylece kaleyi savunanla
rın yollarını kesmelerini gerektirmektedir. Aksi takdirde
kaleyi, gaspedenlerin ellerinden almak mümkün değildir.»
Ezeli irade de bunun gerçekleşmesini gerektirmiş ol
duğu için, aAllah bir şeyi irade edince çarelerini hazırlar»
sözü gereğince, işler kolaylaştı ve çareler hazırlandı. Bay
kan ve Modkan aşiretlerinden birkaç kişi bulunarak Emîr
Şah Muhammed’in huzuruna getirildiler». Şah Muham
med birçok vaadlar ve bol nimetlerle onları kendine çek
ti; sonunda bu eşsiz hareketi yapacaklarına söz verdiler ve
şöyle dediler: «Ya amacımıza ulaşıp Büyük Burc’a ulaşın
caya kadar ^surlara tırmanacağız; yada muhafız birliğinin
adamlarının eline düşüp kılıçlara, mahmuzlara ve diğer
ölüm ve yoketme araçlarına yem olacağız.»
Bundan sonra, kendilerine verilen görevi yerine ge
tirmek için merdiven, pusu ipleri ve kanca gibi araç ve
malzemeleri hazırlamaya başladılar. Onlar bu hazırlıklar
içindeyken, Ebu Bekir Ağa Baykî denilen, meselelerde
tecrübeli, zamanın ve feleğin dönüşlerini bilen, büyük tec
rübe, doğruluk, zeka sahibi, iyi inançlı ve iyi ahlaklı bir
kişi, Emîr Şah Muhammed'in yanma gelerek kendisine
şunları arzetti: «Türkmenlerin Bedlis’e egemenlikleri sü
resi içinde, benim tek işim ve beni Allah’a yaklaştıracak
tek hareketim, merdivenler yapmaktan öteye gidemedi.
Bundan maksadım, ülkenin ve yönetimin meşru varisi çı
kıp, gaspedilmiş hakkı almak için çalışmaya başlayacağı
gün, görevimi yapmış olmamdı. İşte, direklerden ve kaim
iplerden, senin muhtaç olduğun kadar yapmış olduğum
merdivenler, toprak altına gömülmüş olan küplerde bu
lunmaktadır ve böyle bir günün gelmesini beklemektedir.»
Ebu Bekir Ağa sonra şöyle dedi: «Şükürler olsun Allah’a
ki kendisinden her ne diledimse, onun sonsuz himmetiyle
elde ederek mutlu oldum.»
Ebu Bekir Ağa sözlerini bitirdikten sonra hemen gi
dip o merdivenleri getirdi. Emîr Şah Muhammed, bu iyi
niyetli ve iyi davranışlı Kürd’ün, vatan ve hükümdar aile
sine karşı beslediği samimi sevgi ve köklü inancı görünce,
onun bu şanlı işlerine karşılık olarak Tatvan’a bağlı Xızon-
kin (Hızonkin) Köyü ile Eksor (lksor) Köyü’nü ikta’ mül
kiyeti yoluyla kendisine verdi.
Sözün özü, kaleye girmeye azimli olan kahramanlar,
Ay ve Güneş’in yollarım şaşırıp başıboş oldukları ve fe
leğin, binlerce gözüyle(507) hangi yolu izleyeceğini şaşırdığı'
karanlık bir gece, kalenin kuzey tarafındaki Kara Burç
yoluyla, saba rüzgarı gibi yükselip kaleye çıktılar; ora
da, insanlardan hali bir evin penceresine merdivenlerin ip
lerini bağladıktan sonra aşağıya indiler. Şair demiştir ki:
«Yılan gibi kement iplerini sarkıttılar
«Feleğin aslanını ele geçirmek için
«Ve ele geçirdi böylece Kürtler tüm siperleri, bilekle
riyle
«Ve açtılar her taraftan savaş kapılarını
«Bir yandan bayrak yapıp boylarını yükseltiyorlardı
«Bir yandan da omuzlarından, kollarından merdiven
yapıyorlardı.»
îşte kahramanlar, bu şekilde ve bu metotla, «Allah’
tan umutsuz olmayın» diyen ırlu şanlı Allah’ın bağına tutu
narak yukarıya çıktılar; ansızın uyku ve gaflet yatağındaki
nöbetçilere ve dinlenme yerlerindeki muhafız birliğine sal
dırarak bir kısmını yerlerinde öldürdüler; diğer kısmını da
kalenin üstünden ve yüksek yerlerinden en aşağıya attı
lar. Saldırıya geçenlerin bir kısmı dışarıdan kale kapışım
ele geçirirken, büyük bir topluluk da kale valisinin evine
yürüyüp kendisini dışarı çıkardılar; sonra kendisinin de,
bütün adamlarının ve askerlerinin de ellerini boyunlarına
bağladılar; böylece onlara, hakettikleri cezayı verdiler.
Sonra da ailelerini, çoluk çocuklarını kaleden ve tüm vila
yetten çıkardılar. Böylece güllerle dolu olan vatan bahçe
si, ellerin ve yabancıların dikenlerinden temizlenmiş oldu.
Emîr Şah Muhammed, eski kurallara ve babalardan,
atalardan kalma geleneklere göre kendi kendini ülkenin
beyi olarak ilan etti ve büyük bir yetenekle beylik tahtına
çıktı. Küçük büyük, genç yaşlı farkı gözetmeden herke»
üzerine adalet ve eşitlik çadırı gerdi; iyilik ve lütuf bay
rakları dalgalandırdı. Ne var ki, mutlu hükümdarlığının
günleri, yeni açıp gülümseyen güllerin mevsimi gibi büyük
hızla geçip gitti; çünkü hükümdarlıkta tam üç yıl kaldı
ve ondan sonra Allah’ın rahmetine kavuştu.
Emîr Şah Muhammed gerçekten cesur, alicenap olarak nitelendirilen ve büyük bir cömertlik ve iyilikseverlik
le tanınan bir gençti. Allah kendisine rahmet etsin, ölü
mü 903 (1498) yılındaydı. Babası Emîr Şemseddin-i Veli’nin(508), Gök Meydan’da bulunan ve nurlar saçan türbesinin
civarına gömüldü. Emîr İbrahim admda küçük bir çocuk
hıraktı.
DÖRDÜNCÜ KISIM
Bedlis Hükümetinin Kendi Hükümdarlarının Elinden
Çıkması Bu kısım dört YÖnii09) k a p s a m a k ta d ır;
BİRİNCİ YÖN
Emir İbrahim ve Onun Emîr Şeref’le Olan Çatışması
Konusundadır
Güzel yazan yazarların hikayelerinden ve güzel ko
nuşan akıllıların rivayetlerinden anlaşılıyor ki; Emîr İb
rahim, babasının ölümünden sonra beylik makamına geç
tiğinde küçük yaştaydı. Bu durum, idari ve mali yönetimin
fiili olarak Abdurrahman Ağa Qewalisî (Kavalisi) ve aşi
retin öteki liderlerinin ellerine geçmesine yolaçtı. İşler bu
şekilde yürürken, bir de görüldü ki, Şeyh Emîr Bılbasî,
(508) B ab ası E m ir Şem seddin değil, E m îr
(M .E.B.)
(509) 27 No. h n o ta balkınız.
İb ra h im 'd ir
Abdullahman Ağa’ya ve onun Qewalisi aşiretine rağmen,.
Bılbasî aşiretiyle birlikte Emir Şerefin(510) hizmetine girdi.
Emîr Şah Muhammed, yönetimi sırasında Emîr Şerefi,
Boxtan Vilayeti’ne bağlı Erux (Eruh)’tan getirterek, Rozkan ileri gelenlerinin seçmesi ve uygun görmesiyle Muş’
ta kendine vekil tayin etmiş ve bunun üzerinden de az ol
mayan bir süre geçmişti. Bu durum, amca oğulları arasın
da göğüslerin öfkeyle doldurulması için çalışan bozgun
cuların ve düzenbazların önünde yolu açtı; aralarındaki
sevgi ve parlaklık yerini ikiliğe ve sıkıntıya bıraktı.
Emîr İbrahim ve onun sağkolu Abdurrahman Ağa,
Emîr Şerefi her ne vesileyle olursa olsun, Muş’tan Bedlis’e getirtip göz nurundan yoksun bırakmak istiyorlardı.
Fakat «Şeydi Hazinedar» diye tanınan Kavalisli Şeydi
Ağa Hazinedar, bu zalim ve kötü komployu öğrendi ve
Emîr Şerefin yanma koşarak, Emîr İbrahim’in kendisi için
hazırlamakta olduğu ihanet ve oyunu bildirdi.
Bu sırada Emîr İbrahim, güvendiği adamlarından bi
riyle, Muş’ta bulunan Emîr Şerefe bir mektup göndererek
şöyle diyordu: «Seni çok seviyorum ve çok özledim; Bedlis’e teşrif edip birkaç gün kalmanı çok ummaktayım. Bu
günler içinde mutlu vakitler geçirir; gönüllerimize takıl
mış olan üzüntü ve dertleri silip atmak için kendimizi iç
ki alemlerine, eğlence ve sevince veririz.»
Ne var ki, Emîr Şeref bu isteğe uymakta gevşek
davranmaya ve bunu savsaklamaya başladı; sonra gideme
yeceğini özür dileyerek bildirdi. Derken iki taraf arasında
karşılıklı mektup ve mesajların gönderilmesine devam edil
di; elçiler gidip geldi; karşılıklı dostluk ve sevgi mektup
ları, yerlerini sitem ve saldırıya bıraktı; sonunda iş kılıçla
rın çekilmesine yolaçtı. Emîr İbrahim askerlerini toplaya
(510) E m îr Şeref, d a h a önce E ru h ’ta a
g etirtilip R o z k a n .
aşiretin in b aşına geçirilm iş ve R ah v a'd a T ü rkm enler
le y ap tığ ı sa v a ş ta öldürülm üş olan E m îr Şem seddin'ia
oğludur. (MJ3.B.)
rak, Kürdistan’m diğer bazı beyleriyle birlikte, anlaşmaz
lığı kılıç keskinliğiyle sona erdirmek için Emîr Şerefin
üzerine yürüdü. Bunun üzerine Emîr Şeref de, o zaman
lalası bulunan Pazukî Sıwar (Süvar) Bey ve Şeyh Emîr
Bılbasî gibi taraftarı olan beyleri ve ileri gelenleri; Pertaflı Şeydi Ali Ağa, Şeydi Hazinedar ve kardeşi Celal
Ağa Cılki gibi müttefikleri, kendisine bağlı olanları ve
diğer bir topluluğu, çevresinde toplamak zorunda kaldı.
Sonra savaşa ve vuruşmaya hazırlanarak Muş Kalesi’ne
kapandı. Derken, iki ordu, birbirine bitişik dağlar gibi bir
birinin karşısında saf tuttu. Şairin dediği gibi:
«Zırhları demirdendi, ellerinde Hint kılıçları
«Baştan başa timsah dolu iki demir deryası gibiydi
«Kemerleri gül rengine boyanmıştı baştan başa
«Bir tek kişinin kanından kemer bağlamışlardı sanki
«Davullar ölüm ve helak nağmeleri çalınca
/ «Ney de ecel makamında okumaya başladı
«Yaylardan çıkan oklar yağma yolunu tuttular
«Ve her köşeden büyük bir kargaşalık çıktı
«Atlama ve manevrada eğitilmiş yiğitler
«Birbirlerine girdi aslanlar ve kaplanlar gibi.»
Emir İbrahim’in ordusu büyük, Emîr Şerefin ordu
su ise küçük olduğu için, çarpışmanın ilk günüpde galebe
ve zafer belirtileri Emîr İbrahim’in tarafında görünüyor
du. Ne var ki, Rozkan aşiretinin ileri gelen ve liderlerinin
çcğu Emîr Şerefe eğilimliydi. Bunlar kalede bulunan
Emîr Şerefe gizlice mektuplar göndererek, kendisine bağ
lılıklarını ve itaatlerini arzettiler. Yalnız Pazukî Sıwar (Sü
var) Bey’in oğlu Çolak Halid, Emîr İbrahim’e bağlıydı
veondan ayrılmıyordu. Bunun üzerine, bir gün, dayısı olan
Şeyh Emîr Bılbasî, babası Suvar Bey’lc anlaşarak kendi
sine şu haberi gönderdi:
«Biz ikimiz, Rozkan ileri gelenlerinin ve liderlerinin
çoğunun beraber olduğu Emir Şerefle birlikteyiz. O hal
de senin Emîr İbrahim’le birlikte kalmanın ve onun hiz
metinde fedakarlık yapmanın faydası nedir? Anne ve ba
baya itaat etmek görevine uymak gerekliliği, senin Emîr
İbrahim’in hizmetini bırakıp Emîr Şerefe gelmeni ve ken
disine itaatini arzederek, onun köleliğinin örtüsünü omu
zuna almanı ve boyun eğme halkasını kulağına takmam
gerektirmektedir.»
. Bu durum karşısında Halid Bey, bunu kabul etmek
ten başka çare bulamadı ve kendi tarafından babasına ve
dayısına bir elçi göndererek şu haberi vardi: «Emîr İbra
him’in ordusu yarm kaleye saldıracaktır; o zaman sizin
de, benim, ordumla ve adamlarımla birlikte girebilmem
için o sırada kale kapısını açmanız gerekir.»
Gerçekten, ertesi gün Güneş doğup da, altın rengi
ışıklarını, bu sağlam ve sarp mavi kalenin*511* üzerine gön
derince, Emir İbrahim, kılıç ve hançerler taşıyan kahra
man askerleriyle birlikte kaleye saldırdı ve ele geçirmeye
teşebbüs etti. Savaş ve vuruşma ateşi alevlenince ve çarpış
malar adamakıllı kızışınca Halid Bey vaadini yerine geti
rerek Emîr İbrahim’in karargahından ayrıldr ve Emîr Şe
refin askerlerinin yanında yer aldı. Bu olay Emîr İbra
him’i etkiledi ve kendisini aşırı ölçüde korku ve endişe
sardı; bu yüzden de derhal kuşatma ve çarpışmaları bı
rakarak Bedlis’e geri döndü.
Fakat Emîr Şeref ile kendisiyle birlikte olanlar ve
taraftarları, Emîr İbrahim’i serbest bırakmadılar ve peşine
düşerek kendisini Bedlis Kalesi’nde kuşattılar. Kuşatma
günleri sırasında Rozkan ileri gelenleri, her gün grup
grup Emîr İbrahim’den ayrılmaya ve onar-yinnişer kişilik
topluluklar halinde Emîr Şerefe katılmaya başladılar. Bu
durum, kuşatma altındakilerin sıkıntılı bir hale girmelcri(511) G ökyüzünü kastediyor. (M.E.B.)
ne ve işlerinin her yandan bozulmasına yolaçtı. Nihayet
Emîr İbrahim ile yardımcısı Abdurrahman Ağa, acizlikle
rini, hayal kırıldığına uğradıklarını ve olup bitenlere piş
manlıklarını göstererek, barış isteğinde bulundular ve bu
nun için elçiler ve aracılar göndererek şöyle dediler:
«Bu vilayetin yönetiminin mirası, şeriat ve kural ge
reğince bütün amca oğullarına aittir. O halde bu şerefli
ailenin kökeni ve mutluluğunun güneşinin doğuş yeri olan
Bedlis, Ahlat’la birlikte Emîr Şerefin yönetimi altında ve
onun payı olsun; Muş ve Xmûs (Hınıs) ise Emîr İbrahim’
in payı olsun; böylece irsi vilayetin yönetimi ortaklaşa ve
birlikte olsun. Şüphesiz bu, şu fani dünyada gidici olan
devlet ve ikbal elde etmek için mücadele ve vuruşmayı
sürdürmekten daha iyidir.»
Emîr Şeref ise, bu tilkice isteği ve siyasi talebi bü
yük bir zafer olarak saydı ve barışçıların isteklerini kabul
ettiğini, buna rıza göstereceğini bildirdi. Bunun uygulan
ması için de, Emîr İbrahim’in kalede büyük bir ziyafet ha
zırlayarak Emîr Şeref ve adamlarını çağırması, orada am
ca oğulları arasında barış yapılması ve, her birinin ken
di payına razı olacağı, hayatı boyunca ötekine el uzatma
yacağı konusunda ikisinden de söz, ahit ve ağır yemin
alınması kararlaştırıldı.
Bunun üzerine Emîr İbrahim, ziyafet ve Emîr Şe
refin gelişi dolayısıyla yapılacak tören için gereken hazır
lıkları yaptı. Sonra Emîr Şerefe bir heyet göndererek ken
disini kalenin içine çağırttı. Emîr Şeref, yakın adamları
ve taraftarlarıyla birlikte kaleye girer girmez, iki amca
oğlu büyük bir şevk ve sevgiyle karşılaştılar ve samimi
yetle, sevinçle kucaklaştılar. Sonra da bir içki, ferah ve
sevinç meclisinin kurulmasını emrettiler.
Bu mecliste gümüşî bacaklı ve gül rengi alınlı saki
ler, işlemeli alacalı elbiseler içinde, «saklanan inciye ben-
zer huri iynler gibi»(5l2), göz kamaştırır bir şekilde parıl
dayan altın kaseler taşıyarak dolaşmaya başladılar. İnsan
lar, «Aralarında, kaynaktan doldurulmuş, beyaz, içenlere
lezzet veren kaseler dolaştırılır» diyen Kur’an ayetinin
ifade ettiğini gözleriyle görüp buna inandılar. Hünerli ses
sanatçıları, ince sözlü ve güzel sesli çalgıcılar, ilginç mü
zik aletlerini hazin makam ve nağmelerle ve Kürt’lerin
«yoson» tarzında, Arap kuralı, Fars metodu ve Acem
usulünde çalmaya başladılar. Hazır bulunanların sevinç ve
coşkunluk sesleri, takdir ve hayranlık sözleri göklere, hat
ta dönen Zuhal feleğine kadar ulaştı.
Şairin dediği gibi:
«Lale rengindeki içki gelince meclise
«Müzik aletleri iki büklüm oldu tevazudan
«Saf saf dizilmişti o mecliste
«Gazel okuyanlar, ses sanatçıları ve saz çalanlar
«Yalnız güzel sesli değildi gazel okuyanlar
«Bir gamzeyle yüz gönlü birden kaçırırdı
«Boy ve posça put gibiydi hizmet edenler
«Her köşeden başgösteren zehirli belalar gibiydi
hepsi.»
Hazır bulunanlardan her biri sevinç ve eğlenmekten
nasibini aldıktan, lezzetli ve tatlı yiyip içtikten, sevinç
ve ferahlık verenlere bakmak zevkine erdikten sonra bey
ler ve asilzadeler, Rozkan aşiretinin ileri gelenlerine dağıl
maları ve her birinin istediği misafir ve taraftarı dinlene
ceği yere götürmesi için işaret verdiler; kendileri de bazı
özel hizmetçilerle birlikte çadırda kaldılar.
Tam bu sırada Şeyh Emîr Bılbasî, ayaklanmış toplulu
ğu ile birlikte, çadıra girdi ve derhal Emîr İbrahim’e yö
nelerek kendisini makamından çekerek yere indirdi ve şöy
le dedi:
«Büyüklerin yerinde oturmak lafla mümkün değil
«Ancak büyüklük vasıflarına sahip olmakla mümkün
dür bu.»
Sonra yavaşça Emîr Şerefin elini tuttu; kendisini yü
ce makama getirerek oturttu ve şöyle dedi:
«Bu Hüsrevce(513) yer senin yerindir
«Buraya senden daha layık biri oturmamış bugüne
dek.»
Bunun üzerine, «sen mülkü düediğine verirsin45145
sözlerinin Divan yazıcıları, eyalet emirnamesini ve hü
kümdarlık yöneltme fermanını bu talihliye yazdılar. Ayrı
ca «sen mülkü dilediğinden alırsın»4514' sözlerinin odacıları
ve hizmetçileri de, o zavallı talihsizin hükümetinin halisim
bundan sonra hiç bir zaman sermediler ve yaymadılar.
Çünkü ceza uygulayanlar, ellerini ve ayaklarını ağır zincir
ve prangalara vurdular vc kendisini tutuklayıp hapishane
nin korkunç zindanlarından birinin dibine attılar. Şair de
miştir ki:
«Büyüklük, azamet sahibi olan
«Ve zatı kadim, mülkü zengin olan45155
• Kimisinin başına koyar mutluluk tacım
«Ve tahttan indirip toprağa gönıer, kimisini.»
Abdurrahman Ağa Qewalisî ile, Emîr İbrahim’in,
Süreyya yıldızı45141 gibi toplanmış grubu, Büyük Ayı yıl
dızları gibi çözüldü ve darmadağın oldu. Emîr İbrahim de
yedi yıl hapiste kaldı.
Daha sonra, Emîr Şerefin yakalandığı haberi (biraz
aşağıda bunun detayları anlatılacak; orada bu ulu Bey’in
akıbetini, şanının nasıl yüceldiğini, sonra azametinin bay
(513) şa h an e , padişahça. (M.E.B.)
(514) T ırn a k la r ara sın d ak i sözler a y e tte n alınm ıştır.
E.B .)
(515) Allaİı’ı kastediyor. (M.E.B.)
(516) Ü lk er yıldızı. (M.E.B.)
(M.
rağının niçin alçalıp indiğini anlatacağız), Kürdistan’ın
her tarafında yayılınca, Emîr İbrahim, Rozkan aşiretinin
desteğiyle hapisten kurtuldu ve yönetimin dizginlerini, Hü
kümet işlerinin yönetimini eline geçirdi; Emîr Şerefin bı
raktığı hazine ve defineleri de yağma etti. Ayrıca Emîr
Şerefin, o sırada henüz iki yaşında bulunan oğlu Emîr
Şemseddin’i ve Sasonlu Ali Bey’in kızı olan annesini de
öldürmek istedi; fakat İmad Ağa Baykî, ince hileleriyle,
çocuğu ve annesini Emîr İbrahim’in elinden kurtarmaya
muvaffak oldu. İmad Ağa Emîr İbrahim’e şöyle dedi:
«Emîr Şeref daha önce, hiçbir meşnı neden yokken
amcam Zeyneddin Ağa’yı öldürmüştü. Şimdi ise ben de
senden, şeriat gereğince, bunları bana teslim etmeni isti
yorum; onlardan kısası ya kendim alacağım, yada parlak
şeriat gereğince, kendilerinden kısas almaları için onları
maktulün küçük varislerine teslim edeceğim.» Böylece
Emîr Şemseddin’i Emîr İbrahim’in pençesinden kurtardı
ve kendisini annesi ve diğer yakınlarıyla birlikte Kefnedûr
(Kifnedur) Kalesi’ne götürerek orada her vasıtayla onları
korudu.
Sözün özü, Emîr Şeref, Şah Ismail-i Safevi’nin fer
mam gereğince Tebriz’de yakalanıp zincire vurulduğu za
man Şah, komutanı Çapan Sultan Ustaclu’ya, Bedlis Beyliği’ni istila etmesini emretti. Bu komutan da büyük bir
orduyla gelip kaleyi kuşattı. Kaleye kapanan Emîr İbra
him’le yapılan mücadele ve çarpışmalar tam iki yıl sür
dü. Sonunda Emîr İbrahim’in sabrı tükendi ve Kızılbaş
kuvvetlerine karşı daha fazla durup direnmeye gücü kal
madı. Bunun üzerine hükümdarlık ve beylik gelinini üç
talakla boşadı ve Siirt tarafına giderek orada inzivaya çe
kildi; Allah’ın rahmetine kavuşuncaya kadar da orada
kaldı, öldüğü zaman varlık safhasında, hapisteyken sahip
olduğu bir cariyeden doğma, Sultan Murad adında bir er
kek çocuğu bıraktı.
Daha sonra hükümdarlık yine Emîr Şerefe geçince
ve bu Bey yönetimi tekrar ele geçirmeye muvaffak olunca,
Sultan Murad da hemen Emîr Şerefin hizmetine koştu.
Fakat Emîr Şeref kendisini yakalayıp Bedlis Kalesi’ndeki
hapse attı. Sultan Murad ömrünün sonuna kadar bu ha
piste kaldı ve burada vaktini geçirerek sonunda normal
eceliyle Allah’ın rahmetine kavuştu.
ö te yandan, Rozkan aşireti, Emîr İbrahim’in kaçma
sından sonra kaleyi altı ay daha savundu. Fakat sonra,
Emîr Şerefin yönetim merkezine döneceğinden umudu ke
since, 913 (1508) yılında hem kaleyi, hem de vilayeti Ça
pan Sultan’a teslim etmek zorunda kaldı. Çapan Sultan
da hemen Kürd Bey Şarkluvi Ustaclu’yu Bedlis Kalesi’ne
muhafız olarak tayin etti ve kendisi ganimet almış olarak
Tebriz’e döndü.
İKİNCİ YÖN
Emîr Şerefin, Emîr İbrahim’in yerine Bedlis
Hükümetini Ele Geçirmesi
Basiret ve akıl sahibi bilginlerce, edebiyatçılarca ve
büyük insanlarca da açıkça bilindiği gibi, özlemleri gerçek
leşen ve iyi niyeti, doğru vicdanı ile amacına ulaşan, ezeli
mutluluk ve ilahi nimetler elde eden herkes, «Allah, dile
diğini doğru yola götürür »(S17) yüce sözü gereğince kul
larım doğru yola götüren, onlara merhamet eden yüce
Tanrı’ya dayanmıştır. Kendi nefsine mağrur olan, kendi
gücü, zenginlik araçları ve servetiyle böbürlenen doğru
yoldan sapan ve kahredici Padişah’a(518) boyun eğmek,
izan etmek yolundan ayrılan her ceberrutun azametinin bi
nası da, feleğin olaylarının ve zamanın ihanetinin önünde
(517) T ırn a k la r İçindeki sözler a y e tte n alınm ıştır. (M .E B .)
(518) A llah’ı kastediyor. (M.E.B.)
mutlaka çökecek ve özlemleri yıkılıp gidecek; devletinin
bahçesi, «ekinsiz bir vadi»(517) imiş gibi bir çorak topra
ğa dönüşecektir. Şair demiştir ki:
«Senin yücelttiğin baş(51,)
«Eğilmez hiç kimsenin eğmesiyle
«Birini kahredip de eğdin mi de başını
«Yardım etmekle yüceltemez artık kimse onu
«Gerek filin bacağına, gerekse karınca kanadına
«Şensin güç ve güçsüzlük veren
«Kimisinin gönlünü çıra gibi parlatırsın sen
«Kimisinin gönlüne de dert ve acı verirsin.»
Bu felsefi girişi zikretmekten maksat, Emîr Şerefi,
onun yetişişini ve durumunun uğradığı sonucu anlataca
ğımız zaman ibret almamızdır.
Şimdi deriz ki:
Emîr Şeref daha önce de işaret edildiği gibi, yetim
bir çocuk olarak Erux (Eruh)’ta Boxtan (Bohtan) aşireti
arasında bulunuyordu. Daha önce zikrettiğimiz satırlarda
da dediğimiz gibi; Emîr Şah Muhammed kendisine haber
göndererek onu getirtti ve kendisiyle ilgilendi, eğitilmesiy
le meşgul oldu. Adı geçen şehzade büyüyünce tevazu gös
terdi; hatta Bedlis’in bazı yörelerini Emîr İbrahim adına
yönetmeyi bile kabul etti. Bir süre sonra ise, Rozkan
aşiretinin kendisini faal bir şekilde desteklemesiyle, bütün
Bedlis hükümdarlığını ele geçirmeye muvaffak oldu.
Bunun üzerinden fazla bir zaman geçmeden, Şah
Ismail-i Safevi, istila etmek amacıyla Maraş üzerine yü
rüdü. Fakat Maraş Hükümdarı Alaüddevle Zulkadır ken
disine karşı direndi ve çarpışmada yenilgiye uğradı. Zulkadır aşiretinin yenilmesinden sonra Şah, seferinin dizgi
nini Diyarbekir’e çevirdi. Bunun üzerine, bu yaprakların
annesinin babası olan Diyarbekir Valisi Emîr Bey Musıllu,
hemen Şah’a itaat ve boyun eğişini arzctti; ayrıca kendi
sine büyük hediyeler ve nadir rastlanan pahalı armağan
lar sundu. Bu armağanlar arasında, bir koyun sürüsü
şeklinde olan bir lal da vardı. Bu lal, geçmiş sultanların
hâzinelerinden, Bayındırlılar’ın(520) hâzinesine, oradan da
adı geçen Bey’e geçmişti. Abbasi halifeleri zamanında
meydana gelen deprem yüzünden, Hatlan(521) Dağı yarıldığı zaman bu parça oradan çıkmıştı. O zamandan beri
çobanlar bu parçayı ciğer kanıyla beslemişlerdi. Sarraf
ların gözü dünyada ve cevhercilerin gözbebeği o çağda, lal
cinsinden, hacim büyüklüğünde, renk hoşluğunda, yu
muşaklıkta ve güzellikte bunun bir benzerini görmemişti.
Şah Ismail-i Safevi’nin gözü, bir benzeri daha bulun
mayan bu cevheri görünce, son derece sevindi ve bunu
armağan edeni «Han» unvanıyla taltif etti; böylece Emîr
Bey, «Emîr Han» oldu. Şah ayrıca kendisine, mühürdarlık görevi ile, oğlu Şehzade Tahmasp’ın lalalığı göre
vini, buna ek olarak da Herat ve Horasan Eyaleti’ni
verdi. Böylece Emîr Han’m kadri yükseldi ve şanı yüceler
yücesine çıktı. Bundan başka Şah, Diyarbekir Hükümeti’ni ve yönetimini de Mirza Bey’in oğlu Muhammed Han
Ustaclu’ya verdi.
Zulkadır aşiretinin Xarburt (Harburt) Kalesi’nde
bulunan bazı adamları, kaleye kapanıp itaatlerini arzetmemiş oldukları için, Şah İsmail, ordusuyla birlikte üzer
lerine yürüdü ve orayı ele geçirmek istedi; bu işi çarpı
şarak bir hafta içinde tamamladı. Oradan da Ahlat ta
rafına giderek bu şehrin dışında çadır ve karargahım
kurdu.
Bu sırada Emîr Şeref onun yüce huzuruna gidip
kendisiyle mutluluğa kavuştu. Sonra da ulu Şah’ın geli
(520) A kkoyunlular. (M .E.B.)
(521) M averatlnnehlr’de, S em erk an t y ak ın ların d a b ir şehir
le r topluluğu. (M.A..A.)
şini kutlamak amacıyla, yüce ve şahane bir ziyafet ver
mek işini hazırladı. Büyük ve nakışlı çadırlar, ipek ipli
ve yüksek doruklu gölgelikler hazırlayarak, geniş kıra ser
piştirdi. Bunlar, karanlık bir gecede gökyüzündeki yıl
dızlar ve Nisan ayının bulutları gibi grup grup oraya
buraya, kutulardaki çeşitli cevherler yada düzenli bir
şekilde yıldızları kapsayan burçlar gibi, ilginç ve güzel
bir düzen içinde kuruldu. Ve gümüşi bacaklara, billur
bileklere, gül rengi yüzlere sahip güzel kadın sakiler, iş
lemeli elbiseler giymiş, nazlı nazlı dolaşan ve incelikten
sanki akıyorlarmış gibi yürüyen nazik hizmetçilerle bir
likte, kaynaktan alınmış su berraklığındaki içki kadeh
leriyle oradaki insanlar arasında dolaşmaya, ve a afiyetle
yiyin, şu safi şarabı için» diye bağırmaya başladılar. Ses
sanatkarlarının yanında etkili ve hazin makamlar çalan
saz sanatkarları vardı. Hünerli müzisyenler, ünlü «uşşak»
makamında «zir»<522) ve «bem»(S23) nağmelerle, tatlı mu
siki lehçeleriyle ud ve tanbur çalıyorlardı. Şair demiştir
ki:
«Yan seriıoş sakiler geliyordu her taraftan
«Gül dalı gibi ellerinde gül rengi kadehler tutarak
«Sırmalar giymişti hepsi tıpkı Güneş gibi
«Akıllara felaket getiriyordu hepsi ve çıldırtıyordu
«Arap dilinde gazel okuyanlar ceylanlar gibiydi
«Ve okumakla şeker saçıyorlardı ağızlarından
«Gülden yapılmış heykeller gibi olanlarsa türkçe
gazeller
«Ve o mutedil nağmeleriyle kaçırıyorlardı tüm gö
nülleri
«Peri yüzlü o heykellerin halka halka zülüfleri ise
«Aşıkların yolunda olmuştu birer engel.»
(522) înlcL (M .E.B.)
(523) Çıkıcı. (M .E.B.)
Ayrıca aşçılar ve hünerli yemek ve helva yapımcıla
rı, o kadar yemek, besin ve içecek çeşitleri getirdiler ki,
akıl tasavvur edemez ve hiç bir insanın akimdan bile
geçemez.
Bu büyük ziyafetin bitmesinden sonra, Emîr Şeref
bu sefer bol ve büyük hediyelerini sundu. Soylu atları
eğerleriyle, koyunları sürülerle, deve ve katırları diziler
le hediye etti. Bu durum, Şah’ın kendisine hayran olma
sını ve büyük ölçüde sevinç duymasını sağladı. Bunun
sonucu olarak kendisini yüce ilgisinin kapsamı içine aldı
ve ona değerli güvenini verdi; Bedlis Eyaleti’nin kendi
yönetiminde kalmasına dair yüce bir emirname çıkardı
ve Emîr Şerefi değerli hil’atlerle taltif etti.
İkinci defasında Şah İsmail, kışı geçirmek üzere
Hoy şehrine geldiği sırada ise, yine Emîr Şeref, Kürdistan’ın öteki beyleri ve hükümdarlarıyla, özellikle Hasankeyf Hükümdarı Melik Halil, Cezire Valisi Boxtanlı Şah
Ali Bey, Hizanlı Mîr Davud, Sasonlu Ali Bey ve sayı
ları onbire varan diğer bazı beylerle birlikte, Şah İsmail’i
selamlamak ve huzuruna girmekle şereflenmek için kal
kıp Hoy’a gittiler. Orada başlangıçta, layık oldukları
ağırlama ve ilgiyi gördüler. Fakat o sırada, Diyarbekir
Valisi Muhammed Han’ın, Kürt beylerine yönelttiği it
ham ve iftiraları, kendisine hakaret ve eziyet ettikleri yo
lundaki iddiaları Şah’a arzedildi.
O suçlamalardan biri şuydu:
Muhammed Han Diyarbekir’e gitmekteyken, yolda
Bedlis’c bağlı Panışin Köyü’nde konaklamıştı. O sırada,
Emîr Şerefin vekili bulunan Şeyh Emîr Bılbasî kendisini
görmeye ve selamlamaya gitmiş ve meclisinden ayrılıp
dönmek istediği zaman yerinden kalkarak, Muhammed
Bey’in oturmakta olduğu seccadeye elindeki sopayla vu
rarak sert bir edayla kendisine şöyle demişti: «Bedlis Vilayeti’nden geçtiğiniz zaman Rozkan aşiretinin mallarına
göz diktiğiniz ve koyunlarından bir tek oğlak bile gaspettiğiniz takdirde vay senin haline ve vay senin ordunun
haline!»
Ayrıca, son Hcrat Valisi olan Şah Kuli Sultan Ustaclu Çavuşlu da, bu satırların yazarına şunları anlatmış
tır:
«Babam, Muhammed Han’a ve adamlarına bağlıydı
ve Diyarbekir’e gidildiğinde kendisiyle birlikteydi. Yolda
ve özellikle Bedlis Vilayeti’nde hepimizde büyük bir açlık
başgösterdi. Durumumuz öyle oldu ki, her birimiz yiye
cek maddeleri ve yemek satınalmak için atını ve silahını
satmak zorunda kaldı. Hatta babam Kcfnedur (Kifnedur)
vadisinde atını cawres (cavrcs) denilen bir çeşit darıdan
yapılmış dört ekmek karşdığmda sattı. Bu durum, onla
rın, o taraftaki halktan, bedelini altın olarak ödemeksi
zin bir «menn»(524) arpa yada bir miktar ekmek alama
dıklarının delilidir.»
Buna benzer daha birçok şey anlatılır. Bunlar, Kürt
beylerinden, adı geçen Muhammed Han’a karşı uygun
olmayan birtakım durumların görüldüğünü kanıtlar. Şüp
hesiz bunları anlatmak uzun sürer vc bıkkınlığa yolaçar.
Sözün kısası, bütün Kürt beyleri Şah’ın sarayına
gittikleri zaman, Muhammed Han Diyarbekir’den bir ra
por sunarak şöyle dedi: «Sarayda bulunan Kürt beyle
rinin yakalanarak hemen tutuklanmaları konusunda Şah
emir verirse, ben de, Şah’ın ufak bir yardımıyla, eski
zamandan beri sultanların istila etmekten aciz kalmış ol
dukları Kürdistan ülkesini istila edeceğimi taahhüt ede
rim.»
Bu rapor yüce eşiklere arzedilince Şah da, o perva
sız, kafir valinin düşündüğüne kani oldu ve Şenvanlı
(Şirvanlı) Emîr Şah Muhammed’lc Sasonlu Ali Bey ha
riç, hazır bulunan bütün beylerin zincirlere ve prangala
(524) 451 No. lı n o ta halnm«.
ra vurularak her birinin bu haliyle Kızılbaş komutanla
rından birine teslim edilmesi konusunda kesin emir ver
di. Bunun üzerine Emîr Şeref, Emir Han Musıllu’ya ve
rildi ve Çapan Sultan Bedlis Vilayeti’ni istila etmekle gö
revlendirildi; ayrıca Div Sultan Rumlu, Hakkari Vilayeti’nin fethiyle ve Yekan Bey Korcubaşı Tekelu da Ce
zire ülkesini istila etmekle görevlendirildiler. Bunların
emrinde, sayısı bilinemeyen büyük ordular vardı. Allah
izin verirse, bundan sonraki münasebetlerde, Kürdistan
beylerinin nasıl yakalandıklarını ve bir kısmının daha
sonra nasıl kurtulduğunu anlatacağız.
Sözün özü, beylerin yakalanması olayından bir süre
sonra, Horasan tarafından, Özbek Şeybek (Şeyban) Han’ın,
Horasan’ı istila etmek amacıyla, haddi hesabı olmayan
büyük bir orduyla Seyhun nehrini geçtiği haberi geldi. Bu
haber Şah İsmail’i ürküttü; ve Şah, olup bitenlere üzün
tüsünü ve pişmanlığım belirterek Kürdistan beylerini ser
best bırakmaya hazır olduğunu bildirdi. Sonra serbest bı
rakılanlara, «önderiniz ve lideriniz kimdir?» diye sorun
ca, hepsi bir ağızdan ve aynı sözlerle şu cevabı verdi:
«Saygı ve sevgi beslediğimiz liderlerimiz ve reislerimiz
Emîr Eşref ile Melik Halil’dir» Bunun üzerine Şah, bu
iki beyi hapiste tuttu ve diğerlerini serbest bıraktı. Son
ra da, adı geçen iki beyi bağlı ve tutuklu olarak yanına
alıp Horasan’a gitti.
İşte burada Muhammed Ağa Kelhokî ile Derweş
Mahmûd’e Keleşerî (Derviş Mahmud-ı Keleşin)«525' sah
neye çıktılar. Bu yaprakların toplayıcısı, Rozkan aşireti
nin adamları arasında, hatta bütün Kürdistan’da, yurtse
verlik, halkına iyilik ve mutluluk hazırlamak ve onun ba
ğımsızlığına hırsla çalışmak yönünden bu ikisinin bir
(525) D ah a önce «Keleçörî» şeklinde geçti; bundan sonra
d a kim i yerlerde öyle, kim i yerlerde böyle geçecektir.
(M.E.B.)
benzeri bulunmadığını iddia eder, işte bu iki büyük adam,
Acem Irakı’na gidiyorlarmış gibi, gizlice Şah’m kafile
sine katıldılar. Böylece yolda, birkaç günde bir, Emîr
Şerefi ziyaret etmek ve ona yemek, meyve götürmek
amacıyla Türkmenler’in çadırlarına gitmek fırsatım ya
ratmış oldular. Bu durum da Emîr Şerefe, kaçıp hapis
ve esaret zincirinden kurtulma keyfiyetini ikisiyle gö
rüşme imkanını verdi. Günün birinde, Şah’ın kafilesi,
Raz Vilayeti’ne bağlı Çalı Gölü denilen yere varınca,
Muhammed Ağa ile Derviş Mahmud, fırsatı elverişli bul
dular; Şah’m ordusunun tarafına birkaç eğerli at getir
diler; sonra da, derviş kılığında kendini gizlemiş olan ve
Emir Şeref’c çadırında hizmet etmekte bulunan Pertaflı Muhammed Mirahur’a Emîr Şerefin yatak elbisesini
giydirerek kendisini Emîr’in yatağına yatırdılar. Bundan
sonra Emir’i hapis çadırından çıkarıp hızlı yürüyen bir
ata bindirdiler; yanlarına da birkaç hünerli ve koşucu
atlı kattılar ve hep birlikte Kürdistan tarafına yöneldi
ler. Türkmenler işin içyüzünü, ancak ertesi gün öğle vak
ti öğrendiler ve Muhammed Mirahur’un cesaretinden,
cüretinden dehşete düştüler; kendisine hayranlık göster
diler ve hiç baskı yapmadılar; hatta ondan intikam alma
yı bile düşünmediler.
Muhammed Ağa, Derviş Mahmud ve Emîr Şeref
ise önce Hakkari Vilayeti’ne vardılar ve orada bir köye
indiler. Kızılbaş’lardan ve onların vatanında çıkardıkları
olaylardan kaçmış olan Şeyh Emîr Bılbasî, gelip bu kö
ye yerleşmiş ve kendi kendini iyice gizlemek için tarım
ve çiftçilikle uğraşmaya başlamıştı. Bir gün Cavvres
(cevres) ekinini elindeki çapayla sularken aniden iki atlı
nın, Muhammed Ağa ile Derviş Mahmud’e Keleçerî’nin,
sulamakta olduğu cavvres (cavres) tarlasının tarafından
gelip başına dikildiklerini, ve kendisine Emîr Şerefin
geldiğini haber vermek, müjdelemek için onu aradıkla-
rmı gördü. Şeyh Emîr Bılbasî ise bu haberi garipsedi,
inanmadı ve «mümkün olmayan şeyi neden anlatıyorsu
nuz?» dedi. Onlar da şu cevabı verdiler: «Yüce Allah
bize fırsat verdi ve kendisini zincirden, hapisten kurtar
maya bizi muvaffak etti; biz de kendisini alıp sağ salim
getirdik.» Bunun üzerine Şeyh Emîr Bılbasî hemen elin
deki sulama çapasını atarak Allah’a şükretmek için sec
deye kapandı ve gerçek velinimetinin ayaklarını öpmeye
gitti; ve gurbet diyarındaki üzüntülü evinde, yüce Al
lah’ın «üzüntüden iki gözü ağarmıştı» sözündeki niteliği
alıp Yakub’un(S26) gözlerine dönmüş olan iki gözünü ve
linimetinin ayaklarının tozuyla aydınlattı; sonra da onun
kutlu gelişinden duyduğu sevinç ve ferahtan ötürü bir
kaç damla gözyaşı döktü; yüce Allah’a, bu nimetlerinden
dolayı hamd ve şükrederek şöyle dedi:
«Şükürler
«Ruhuma
«Gecemin
«Ve sona
olsun Allah’a ki talihim yar oldu
eziyet vermekten zaman vazgeçti
geldi artık berrak sabahı
erdi gece gündüz çektiğim eziyet ve üzün
tü.»
Bir gece hep birlikte orada kaldıktan sonra güneşin
doğmasıyla birlikte Isbayerd aşiretine doğru hareket et
tiler ve güven içinde oraya vardılar. Orada Isbayerdli
Şeref Bey kendilerini saygı ve ilgiyle karşıladı; ve yol
yorgunluğunu, gurbet meşakkatini giderip dinlenmeleri
için onları yanında birkaç gün misafir etti. Fakat Şeyh
Emîr Bılbasî, Rozkan aşiretine işin içyüzünü anlatmak
ve onları kendine çekip, Emîr Şeref gelinceye kadar,
çevresinde toplanmaya büyük bir kitle hazırlamış olmak
ve Emîr Şerefin, hemen onları alıp Bedlis Kalcsi’ni gaspetmiş olanların elinden kurtarmaya gitmesini sağlamak
için hepsinden önce Bedlis Vilayeti’ne gitti.
Şah İsmail tarafından Bedlis, Adilcevaz ve Erciş
kalelerini yönetmekte olan Kürd Bey Şereflu, Şeyh Emîr
Bılbasî’nin 2.000 savaşçıdan kurulu bir orduyla gelip
kaleyi kuşatmaya başladığım duyunca; Bargıri ve Erciş’
te bulunan Kızılbaş komutanlanyla birlik olup, hasmının üzerine yürüdü. Derken, Bedlis’in Gök Meydan’mda
iki taraf birbirine girdi ve vuruşma kızışıp şiddetlendi.
Zafer, az daha Rozkanlıların olacaktı ki, Pazukî Muham
med bey ansızın bir hile ve aldatmacaya başvurarak, Kı
zılbaş’lardan nefret ettiğini, onlara gücendiğini ve arala
rındaki akrabalığı güçlendirmek için Şeyh Emîr Bılbasî’nin tarafına geçtiğini ilan etti; uygun bir zamanda kendi
sine geleceğini bildirdi. Vuruşma şiddetlenip de savaş
alevleri göklere çıktığı zaman, bu Muhammed Bey, ya
nında 500 Pazukî savaşçısı da olduğu halde, İskender
Bulağı yoluna gitti ve orada. Kızılbaş askerleriyle çarpış
makta olan Rozkan kahramanlarını arkadan vurarak kı
lıcını iki yanlı kullanmaya başladı. Ve böylece, Rozkanlıların, Süreyya yıldızı gibi birbirine bağlı olan top
luluklarım darmadağın ederek, onları Büyük Ayı yıldız
lan gibi çözülür bir duruma getirdi. Böylcce Kürd Bey’in yıldızı parlayıp Zuhal yıldızı gibi yükseldi. Rozkanhlara saldırıyı ve baskıyı sürdürerek onları darmadağın
etti.
Fakat Şeyh Emîr Bılbasî bu darbenin etkisiyle ye
rinden kıpırdamadı ve hiçbir zaman sebat ve ağırbaşlı
lık adımını geri atmadı; savaş ve cihat, yurt ve ilkeleri
savunma alanındaki yerini asla terketmedi ve oğlu Ali
Ağa'yla birlikte şehit oluncaya kadar düşmana karşı di
rendi. Sonunda bir Kızılbaş grubu yırtıcı canavarlar gibi
üzerlerine atılarak ikisini de yere serdiler ve cesetleri
ni, özellikle de, «Kara Yezit» lakabını takmış oldukları
Şeyh Emîr Bılbasî’ııin cesedini nişan için hedef yaptı
lar; sonra da iki cesedi Gök Meydan’da yaktılar.
Bu şiddetli ve acı olaylar karşısında Emîr Şeref bir
süre gerilemek ve «sîzleri yarattı ve güzel şekiller verdi»
diyen yüce Yaratıcı elinden tutuncaya kadar, yalnızlık ve
başarısızlık bulutlarının gerisinde gizlenmek zorunda kal
dı
ÜÇÜNCÜ YÖN
Emîr Şeref in, Bedlis’i Kızılbaş Topluluğundan Geri
Alması ve Bundan Sonraki Akıbeti
Şair demiştir ki:
«Talihten doğarsa eğer cihangirlik
«Sonuna kadar kalır, kuvvet vc nüfuzla desteklene
rek
«O kadar ki zafer, daima üzengiyle birlikte yürür
«Ve dönüşte, şeref eşlik eder muzaffer alayına
«Geçtiği her ülke sevinç ve ferahlık duyar
«Onun kutlu ve mutlu gelişinden.»
Emîr Şerefin, babalarının ve atalarının mülkü olan
Bedlis Vilayeti’ni, gaspetmiş olan Kızılbaş’lardan geri
almak konusundaki umudu gerçekleşmeyince ve bu iş
bir süre gecikince öte yandan Sultan Selim Han’ın bütün
İran ülkesini istila etmek niyetinde olduğunu öğrenince;
bu şartlardan yararlanmak için fırsatın elverişli oldu
ğunu anladı. Ve araştırma alanının atlısı, başarı yolun
daki kervanın reisi, temel kanunları ve detay kanunları
nın mütehassısı, düşünülen ve işitilmiş olan defterlerin
düzenleyicisi, kutsallık medresesinin müderrisi,
Bedlis
bilgininin oğlu düşünür ldris(,’27,> ve köklü Diyaeddin ai
lesine yücelik, iyilik, ikbal ve devlet dileyenlerin seçkini
Muhammed Ağa Kclhokî ile, Al-ı Osman Sarayı’na itaat
ve sadakatlerini ve tahtlarına bağlılıklarını sunmak ko
nusunda anlaştı. Bunlar, Kürdistan beylerinden ve hü
kümdarlarından 20 kişiyi bu tedbirde kendilerine katıncaya kadar çalıştılar; ve bir bağlılık ve itaat mektubu
yazarak düşünür Mevlana ldris’e ve Muhammed Ağa’ya
verdiler; onlar da bunu yüce eşiklere sunmak üzere he
men İstanbul’a hareket ettiler.
Kürdistan beylerinin bu isteği ve dileği üzerine,
kendisine karşı vefakar olan dostlarını seven ve kendi
sine karşı kin besleyen düşmanlarını da amansız bir şe
kilde pençeleyen Sultan, Acemistan Vilayeti’ni istila et
mek amacıyla Azerbaycan ve Ermenistan ülkelerine ha
reket etti: Çaldıran Ovası’nda düşmanı Şah İsmail’le kar
şı karşıya geldi ve aralarında çarpışma başladı Sultan, bu
çarpışmada parlak bir zafer kazandı. Emir Şeref de, Kür
distan hükümdarlarının bir kısmıyla birlikte muzaffer
Sultan’ın maiyetindeydi ve onun işaretine bağlı bulunu
yordu.
Diyarbekir Valisi Han Muhammed(5M) o çarpış
mada Şah tarafından öldürülünce, görevi de kardeşi Ka
ra Han’a ayrıca Şah’m Divanı tarafından Bedlis Eyale
ti, kardeşi Ivez Bey’e, Cezire de kardeşi Ulaş Bey’e ve
rildi.
Sultan’m ordusu Tebriz’den Rum(52,) tarafına dö
nünce, düşünür Idris, Kürdistan beyleri adına yüce Sul
tanlık tahtına bir rapor sunarak; Sultan’ın merhametin
den, irsi görevlerini eskiden olduğu gibi kendilerine ver
mek lütfunda bulunmasını, ve komutası altında hep bir
likte Diyarbekir’e gidip Safevi Valisi Kara Han’ı oradan
çıkarmak için başlarına Beylerbeyi rütbesinde olacak
büyük bir şahsiyeti tayin etmesini dilediklerini bildirdi.
Sultan dileklerini olumlu karşılayarak şu cevabı ver(528) B unun adı d ah a önce «M uham m ed H anı, şeklinde g eç
ti. (M.E.B.)
(529) 135 No. lı n o ta bakınız.
•di: «Kendi aralarından, Kürdistan beylerinden ve hü
kümdarlarından, beylerbeyi görevini üzerine alabilecek,
ve bütün Kürt beylerinin boyun eğecekleri, komutası al
tında Kızılbaşlarla çarpışmaya ve onları ülkeden kovma
ya gidecekleri birini seçsinler.»
Bunun üzerine düşünür İdris bir rapor daha suna
rak şöyle dedi: «Burada öznel birlikten fazla çokluk var
dır; herkes ‘yalnız ben olayım,' benden başkası olmasın’
diyor; ve kimse kimseye itaat etmiyor. Yüce amaç, Kı
zılbaş’ların topluluğunu parçalamaya ve birliğini darma
dağın etmeye yolaçacak tedbirleri almak olduğuna göre;
bu durumda, Sultanlık Sarayı’nın adamlarından, bütün
Kürt beylerinin, itaat edecekleri ve emirlerine boyun eğe
cekleri birinin tayin edilmesi daha iyi olur; böylece bu
iş en hızlı ve en iyi şekilde tamamlanır.»
Bunun üzerine, Bıyıklı Mehmed diye tanınan Çavuşbaşı Mehmed Ağa’nın, Diyarbekir Eyaleti Beylerbeyi
ve o eyaleti yabancıların elinden geri alıp egemenlik al
tına almayı amaçlayan Kürdistan Orduları Genel Ko
mutanı olarak tayin edilmesi hakkında bir emirname çık
tı. Iki'taraf, Nusaybin dolaylarında Koçhisar denilen yer
de karşı karşıya gelince, iki ordu, dolup taşan denizler
ve gürültülü, şimşekli bulutlar gibi birbirine girdi. Bu
kanlı çarpışmada savaş ve vuruşma ateşini ilk alevlendi
ren topluluk, Rozkan aşireti oldu. Rozkan aşiretinden,
o uğursuz günde, Tac Ahmed, Kasım Endakî, Mîr Şah
Hüseyin Keysanî, Mîr Seyfeddin ve Ömer Candar gibi,
o çağın kahramanları ve o devrin yiğitleri şehit oldular.
Ayrıca Rozkanlılar’ın ileri gelenlerinin ve liderlerinin
çoğu, özellikle Mîr Nasıraddinî, Kara Yadigar, Seyyid
Selmanan Qewalisî (Kavalisi) ve diğer birçokları, üstün
bir cesaret ve nadir rastlanan bir yiğitlik göstererek, so
nunda savaş alanında ağır şekilde yaralandılar. Çarpış
ma, Kara Han’ın öldürülmesi, Kızılbaş topluluğunun dar
madağın olması ve büyük bir kısmının da esir düşmesiy
le sonuçlandı. Şair demiştir ki:
«Egemenlik ikbalinin peşine düşenler
«Alacaklardır mülklerini düşmanlardan
«öfke kılıcını saplamakla mümkün olur düşmanı
püskürtmek
«Ve bununla mümkiin olur zulüm binasını yıkmak.»
Bu güçlü çarpışmadan sonra, Kürdistan beylerinden
her biri, irsi vilayetini düşmanın elinden almaya gidin
ce, Emîr Şeref de Bedlis Vilayeti’ne gitti ye orayı kuşat
maya başladı. Bu görevde Hazzolu Muhammed Bey, Xizanlı (Hizanlı) Mîr Davud, Şervvanlı (Şirvanlı) Mîr Şah
Muhammed ile Müks ve Isbayerd beyleri de yanında bu
lunuyorlardı.
Kuşatma günleri uzayıp da kuşatma altındakilerin
durumu sıkışınca, Kızılbaş’lar, Garzanlı Muhammed
Bey(530) ile Şervvanlı M'c Şah Muhammed’in, canlarının,
çocuklarının ve mallarının korunacağım ve
kimsenin
kendilerine dokunmayacağım garanti etmeleri şartıyla ve
bundan sonra kaleyi Emir Şeref’e teslim edecekleri esa
sı üzerine barış isteğinde bulundular. Bunun
üzerine
beyler bu barışa razı oldular ve işe müdahale ederek ka
le ile vilayeti teslim aldılar; ve gerçek varisine, yani Kı
zılbaş’ların korunacağını taahhüt eden Emîr Şerefe tes
lim ettiler. Kızılbaşlar ise, kendilerini Erciş ve Van sınır
larına götürmeleri için ve oradan vatanlarına gitmek üze
re, bazı beylere teslim oldular.
Böylece Osmanlı sınırlarının korunması ve oradaki
düzen ve asayişin sağlanması, ülkenin yönetimi, Selimî
Divan’dan(531) bir süre için Emîr Şerefe verildi. Ondan
sonra, Sultan Süleyman Han zamanında da durum böyle
(530) H azzo’lu M uham m ed B ey olsa gerek. (M .E.B.)
(531) S u ltan Selim ’e m ensup D ivan, S u lta n Sellm ’in Divanı»
(M .E.B .)
kaldı. Emîr Şeref, bu görevi gerektiği gibi yerine getiri
yor; kamu çıkarını gözönüne alarak tutumunda iki tara
fı, yani hem Iran’lıları, hem de OsmanlI’ları hoşnut edi
yordu. Şah Tahmasp döneminde Azerbaycan beylerbey
liği görevine, Ulame Tekelu denilen birinin tayin edilme
sine kadar durum bu şekilde devam etti.
Vaktinin çoğunu Van ve Westan (Vestan)da geçi
ren ulame, sınırların nöbetinin tutulması ve sınırlarda gü
venliğin korunması işini bu iki yerden yönetiyordu. Şah
Tahmasp’ın saltanatında işlerin yönetimi de o sırada Çu
ha Sultan Tekelu’nun güçlü elinde bulunuyordu ve ken
disi istediği gibi bu işleri yönetiyordu. Hüseyin Han Şamlu, öteki Kızılbaş topluluklarıyla birlik olup, Isfahan Kendman Ovası’nda, Çuha Sultan’ı kesin olarak orta
dan kaldırınca ve Tekelu aşireti komutan ve beylerinin
topluluğu darmadağın olup çevreye yayılınca; Ulame de
Tebriz’de derhal muhalefet ve isyan bayrağım kaldıra
rak, Şah Talımasp’m oradaki hazine ve definelerini ele
geçirdi; ayrıca Tebriz’deki zenginlerin mallarına da elkoydu ve böylece büyük miktarda mal ve araç elde et
miş oldu; arkasından da bunları alıp Van’a gitti. Oradan
Sultan Süleyman’ın eşiklerine itaatini sundu; ve yüce
tahta, bağlılık ve boyun eğişini belirten ve birçok söz ve
taahhütlerle kendini bağlayan bir arize sunarak, güven
diği bir adamıyla birlikte İstanbul’a yolladı.
Bunun haberi ulu Sultan’m kulaklarına gidince,
Emîr Şerefin, Ulame Sultan’ı karşılamak ve kendisini ai
lesi, çocukları ve adamlarıyla birlikte getirmek, sonra da
hepsini birlikte İstanbul’a, yüce eşiklere göndermek üze
re Van tarafına gitmesini gerektiren bir emir çıktı. Bu
nun üzerine Emîr Şeref hemen bu isteğe uyarak Sultan
lık emri gereğince hareket etti ve ordusunu, askerlerini
toplayıp Van’a doğru yola çıktı. Ulame Sultan da, yanın
da Tekelu aşiretinin liderlerinden ve ileri gelenlerinden
200 kişi
'ağu halde Emîr’i karşılamaya çıktı ve «Xerkom» (Harkom) denilen yere kadar geldi, iki taraf Xerkom Nehri üzerinde karşılaştılar. Ulame Sultan, Emîrie,
kendisinin, yanma alınası gereken şeyleri hazırlayabilme
si ve sonra hep birlikte Bedlis’e dönmeleri için, Van’da
kendisine misafir olmasını ve dinlenmek için birkaç gün
kalmasını teklif etti.
Bu sırada Van ve Westan adamlarından bir kısmı
Emîr Şerefe şunları bildirdiler: «Ulame Sultan, barış ola
naklarını hazırlamaları, onun Şah’a bağlılığını yenileme
leri ve sadakatini pekiştirmeleri için, Şah Tahmasp’m
mürebbiyesi olan karısını kardeşiyle birlikte Şah’m sara
yına göndermiştir. Bu Ulame Sultan son derece hileci,
kurnaz ve habis bir adam olduğu için, Şah’a yaklaşmak
ve yeniden güvenini kazanmak amacıyla, seni kalenin
içine çekmesi ve orada sahtekar adamlarıyla birlik olup
sana bir eziyet vermesi uzak ihtimal değildir.»
Bu haber Emîr Şeref üzerinde yıldırım etkisi yaptı;
ve kendisi korktu, endişeye kapıldı ve işin sonucundan
ürkmeye başladı. Bu nedenle, Ulame, Van’a gitmek ko
nusunda ısrar ettikçe, Emîr Şeref bu konuda mazeret
gösteriyor ve orada durmayı Van’a gitmeye tercih ediyor
du. Sonunda, Emîr Şerefin ve Ulame Sultan’ın Xerkom
Köyü’nde kalmaları, Emîre Bey, Mahmudî’nin de Ulame
Sultan’m askerlerinin ileri gelenlerinden yanına bir grup
alarak, ailesini ve yanındakilerin ailelerini getirmek üze
re Van’a gitmeleri ve oradan Bedlis’e hareket etmeleri
esası üzerine anlaşmaya vardılar. Emîre Bey, yanmdakilerle birlikte Van kalesine geceleyin varınca, Ulame’nin
oradaki kardeşi ile bazı ileri gelen ve liderler isyan etti
ler ve kalenin kapılarını yüzlerine kapatarak kimsenin
çıkmasına meydan bırakmaddar; Mahmud Bey(532) ve
arkadaşlarının içeri girmelerine de izin vermediler.
Emîr Şeref işin içyüzünü öğrenince, Van Kalesi’ne
gitmenin, yada üzerine yürüyüp kaleyi kuşatmanm bir
faydası olmayacağını anladı; hatta çevredeki Kızılbaş ko
mutan ve beylerinin toplanıp, Ulame Sultan’m kaçıp elden
çıkmasına yolaçabilecek bir davranışa girmeleri bile ih
timal dahilindeydi. Bu nedenle, Ulame Sultan ile yanında
bulunan ve sayılan 200 olan subay ve ileri gelenleri ya
nına alıp Bedlis’e dönmenin daha iyi olacağına karar
verdi. Oysa bunlar ailelerinden ayrılmışlardı ve üzerle
rinde birer elbiseden başka bir şey yoktu; atlan da eğersiz ve çıplaktı; mevsim de, soğukların başladığı ve şid
detleneceği sonbahar mevsimiydi. Buna rağmen ve ağla
dıkları, yardım istedikleri, velvele çıkardıkları halde onlan zorla alıp getirdiler.
Bu yapraklan karalayan, kendisiyle ilişkisi bulu
nan, mürebbiliğini ve kılavuzluğunu yapmış olan Mu
hammed Şahueman Qewalisî (Kavalisi)den şunları işitmiştir:
Emîr Şeref Ulme ile birlikte Gurcikan Nahiyesi’ne
varıp gece kalmak için oraya inince, ben, Çukurşeb hal
kından birkaç adamla birlikte Emîr Şerefin nöbetini tut
maya gittim. Gece ilerleyip de yarılayınca, Ulme’nin ve
kili, yanmda ileri gelen adamlanndan birkaç kişi oldu
ğu halde, Emîr Şerefin çadırının kapısına gelip, efendi
lerinin kendilerini görevlendirdiği zorunlu meseleleri arzetmek için, Emîr Şerefin huzuruna çıkmakla şereflen
mek istediklerini bildirdiler. Bu isteklerinden Emîr’i ha
berdar ettiğimiz zaman, yanına girmelerine izin verdi ve
kendilerinden Ulame hakkında ne haberler olduğunu sor
du. Onlar da, «Ulame sana hayır dualarda bulunuyor ve
şunları söylüyor» diye karşılık verdiler:
«Kardeşim ve kabilem bu çirkin tutumu takındık
larına ve vefasızlık gösterip itaatten çıktıklarına, aileme,
çocuklarıma, araçlarıma ve mallanma
elkoyduklarına
göre; bu durum, benim bu halimle Sultanlık eşiklerine
gitmemi imkansız kılmaktadır. Çünkü bu, devlete içten
bağlı olan bir kimsenin yapacağı iş değildir ve senin nü
fuzunla, şerefinle de bağdaşmamaktadır. Ya hepimizin
başlarını kesip yüce eşiklere göndermelisin; yada lütfe
dip Van’a dönmemize izin vermelisin ki; bize karşı bu
çirkin tavrı takınan o isyancıları ve başkaldırıcıları bas
tırayım. Bunu yaptıktan ve ailelerimizin özgürlüğünü,
mallarımızı kurtardıktan sonra, huzur ve gönül rahatlığı
içinde yüce Asitane’ye gitme hazırlıklarına başlarız. Bu
da kadrimizin yükselmesi, ve büyük küçük maiyetimiz
deki adamların gönüllerinin alınması sonucunu doğurur.»
Emîr Şeref, başını önüne eğip durum muhakemesi
yaptıktan ve uzun uzun düşündükten sonra onlara şu
cevabı verdi: «Bizde, yüce Allah’ın ‘işlerde onlara da
nış’ sözü gereğince ve Peyganıber’in hadisi uyarınca, ko
mutanlar ve ileri gelenlerle istişare ederiz ve karar altı
na alınacak görüşü Ulame Sultan’a bildiririz.» Bu cevap
üzerine, gelen vekil ve ileri gelenler efendilerinin yanına
geri döndüler.
Emîr Şeref aynı gece, güvendiği adamlarından olan
birkaç liderden bir danışma meclisi topladı. Bunlar bu
mesele hakkında öne sürülen düşünceleri etraflıca göz’ den geçirdiler ve her biri aklına gelen görüşünü bildirdi.
Sonunda Emîr Şeref şöyle dedi:
«Doğrusu, bu adamı bu şekilde ve bu hal ile yola
çıkarıp Sultanlık eşiğine göndermek, bana karşı düşman
lığını ve şiddetli kinini körükleyecektir. Bu nedenle ben
ce en iyisi şudur: Vuruşma üzerine eğitilmiş katı ve genç
askerlerden 300 asker hazırlayıp önceden yola çıkaralım
ve onlar yolda pusuya yatsınlar. Sonra da Ulame ve ya
nındakilere Van’a dönmeleri için izin verelim. Onlar yol
da bir mesafe aldıktan sonra, Ulame ve arkadaşlarının
kaçmış olduklarını ilan eder ve bunu topluluk arasın
d a yayarız. Becerikli askerlerden birkaç kişi de peşlerin
den gidip onları kovalar; sonunda kendisini yakalamaya
ve onun başı ile yanındakilerin başlarını kesmeye muvaf
fak olurlar. Biz de başlarını yüce eşiklere, duruma uy
gun bir raporla birlikte göndeririz. Böylece dünyayı bu
müfsitlerin şerlerinden kurtarmış oluruz. Yoksa Ulame’yi
bu şekilde ve bu tarzda yüce Asitane'ye göndermek, bize
zarar ve pişmanlık getirmekten başka bir sonuç vermez.»
Hazır bulunanlardan bir kısmı bu tehlikeli görüşe
katıldıysa da diğer bir kısmı bunu reddfctti ve karşı çı
karak şöyle dedi: «Aramızda, Bâbıâli’nin komutan ve
çavuşları olan yabancı askerler vardır; bunlar mutlaka
sırları öğrenecekler ve işlerin içyüzünü anlayacaklar; ya
rın da bu sırrı mutlaka ifşa edeceklerdir. Bu da, şüphe
siz bize en büyük güçlüğü yaratacak ve biz,’ mazeretler,
sebepler göstermekle bu güçlüğe çare bulamayacağız.»
Sözün kısası, ne Ulame’nin isteğine göre, ne de Emîr
Şerefin isteğine göre hareket edildi. Ulame’yi o pejmür
de şekilde Bedlis’e getirdiler ve Asitane’ye büyük izzet ve
ikramla gönderilmesi için yolculuğunun hazırlıklarım yap
tılar. Fakat Ulame, Bedlis’in delikli taşlarından çıkıp da
özgürlüğüne kavuşur kavuşmaz, derhal, habis ininden
çekilen büyük bir yılana yada hapsedilmiş olduğu şişe
den çıkan bir deve döndü; Emîr Şerefe karşı büyük bir
kin beslemeye ve kalbinde kendisine şiddetli bir düşman
lık gizlemeye başladı. Asitane’de Sultan’ın huzuruna gir
mekle şereflendiği ilk gün, fırsattan yararlanarak Emîr
Şeref hakkında alabildiğine şikayette bulundu ve ona gü
cendiğini belirtip şöyle dedi:
«Emîr Şeref, Kızılbaş’ların hatırı için bana çok ezi
yet ve hakaret etti; hatta Şah Tahmasp’ın ilgisini ve gü
venini kazanmak için beni öldürmeye bile teşebbüs etti.
Bunun için ben, Sultan’m taşan merhametinden ve cö
m ert Hüsrevce şefkatinden, Emîr Şeref‘in vilayetten uzak-
laştınlmasım ve vilayetin benim yönetimin, verilmesini
diliyorum. Ben böylece Acemlerin ülkesini ve özellikle
büyük Azerbaycan ülkesini en iyi şekilde ve en kısa
zamanda fethetmek ve Al-ı Osman’ın egemenliğine ver
mek olanağına kavuşacağım. Ve Sultan’m, lütfedip bu
sorunu çözümleme görevini, açıkladığım gibi, bu samimi
kulana vermesini rica ediyorum.» Sonra sözlerine şunla
rı ekledi: «Şayet Emir Şeref yüce Asitane’ye çağrılırsa,
akıl, onun bu çağrıya uyacağını tasavvur bile etmez.»
O sırada, Qewalisî (Kavalisi) aşiretinden olup Ulame’ye eşlik eden Ali Seydan da orada bulunuyordu. Ken
disini saraya getirtip şu soruyu sordular: «Beyinizden,
Sultanlık eşiklerine gelmesini istediğimiz takdirde gelecek
mi, gelmeyecek mi?» O doğru sözlü ve saf Kürt, bu so
ruya şu karşılığı verdi: «Onun bu sıralarda yüce Asita
ne’ye gelmesi bir çeşit imkansızdır.» Bunun üzerine k o
mutanlar ve vezirler, bu Kürd’ün sözünü, Ulame’nin öne
sürdüğü jumalları ve şikayetleri doğrular nitelikte ka
bul ettiler ve bu yüzden, Sultan’ı etkilemeye, Emir Şe
re fe karşı kışkırtmaya başlayarak şöyle dediler: «Ken
disi başkaldırmaya, isyan etmeye kararlıdır ve Kızılbaş’
ların tarafını Osmanlılar’ın tarafına tercih etmektedir.»
Bunun üzerine aynı gün, Bedlis Hükümeti’nin Ular
me'ye verilmesi, yeniçeri askerlerinden ve acemi oğlan
lardan büyük bir birliğin hazırlanıp, istila etmek amacıy
la Bedlis’e hareket etmesi ve Diyarbekir Beylerbeyi Fil
Yakub’un bu askeri birliğe serdar tayin edilmesi konu
sunda emirname çıktı. Ayrıca, Emir Şerefle savaşmak
ve vilayetine boyun eğdirmek için, adı geçen komutanın
komutası altında, Diyarbekir, Maraş, Haleb ve Kürdistan’dan 30.000 kadar askerin Bedlis’e hareket etmesi
için de emir verildi.
Bu can sıkıcı haberler Emîr Şerefin kulaklarına gi
der gitmez, kendisini endişe ve kararsızlık sardı; bu yüz-
deıı, bağlılığını göstermek ve itaatini pekiştirmek ama
cıyla Sultanlık Sarayı'na armağanlar ve hediyeler gönder
meye başladı. Fakat bütün bunlar fayda vermedi. Çün
kü devrin Veziri, aralarında daha önce meydana gelmiş
olan bazı meseleler dolayısıyla Emîr Şereften nefret edi
yor ve ona karşı kasıtlı davranıyordu. Aralarındaki me
sele şuydu: Emîr Şeref, Pazukî aşiretiyle yapılan çarpış
mada bir at elde etmişti; Vezir de bu atı duymuş ve^
beğenmişti; onu Emîr Şereften istemiş; fakat Emîr Şe
ref savsaklayıp mazeret göstermiş ve atı kendisine gön
dermemişti.
Emîr Şeref, gelen bu haberler karşısında, umudunu
kesmek ve ülkesinin kalelerinde savunmaya geçmek zo
runda kaldı. Bedlis Kalesi’nin korunmasını ve savunma
sını, yanlarında Rozkan aşiretinin ünlü kahramanların
dan 300 kişi bulunan İbrahim Ağa Bılbasî ile Emîr Nasıraddinî’ye verdi. Oğlu Emîr Şemseddin’i ailesi ve ço
cuklarıyla birlikte Extimar (Ahtimar) kalesine yolladı.
Rozkan aşiretinin liderlerine ve ileri gelenlerine de Muş,
Ahlat, Kefnedur (Kifnedur), Amurk, Kelhok, Firuz, Si
lim, Gulxar (Gulhar), Tatik ve Sewî (Sevi) kalelerinin
korunmasını verdi. Bütün bu kaleler o zaman mamur
ve meskundu. Sonunda kendisi de, «en son ilaç dağla
madır» diyen düşünürlerin sözüne uyarak birkaç ada
mıyla birlikte, o sırada Tebriz’de bulunan Şah Tahmasp1m alanına iltica etti ve kendisinden yardım ve destek is
tedi. Şah da kellisini ilgisinin ve ikramının kapsamı
içine aldı; ve kırılmış gönlünü almak için onu bir an
bile yanından ayırmadı.
Öte yandan 938 (1532) yılında Fil Yakup ve Ulame,
büyük bir orduyla birlikte gelerek Bedlis Kalesi’nin dı
şına indiler ve derhal kaleyi kuşattılar. İki taraf arasın
da hemen çarpışma başladı ve savaş ateşi alevlendi; üç
ay süreyle mücadele aynı şekilde devam etti: Her güa
Güneş’in doğmasıyla birlikte çarpışmaya başlıyorlar ve
akşama kadar çarpışıyorlardı; akşam olunca askerler
barınaklarına çekilip kendilerini dinlenmeye, toparlan
maya veriyorlardı; aynı zamanda nöbetçiler ve gözcüler
büyük bir dikkat, bağlılık ve uyanıklık içinde gece nö
betini devralıyorlardı. Ağır topların ve büyük mancınık
ların şiddetli darbeleriyle burçlar ve surlar yıkılıp nere
deyse yerle bir oldular. Kuşatma altındakilerin durumu
ise yok olmaya, helake, umutsuzluğa, savunmadan aciz
kalmaya vardı.
Tam bu sırada, Ahlat ve Adilcevaz’da, Şah Tahmasp’ın, Emîr Şerefin hatırını memnun etmek için, bü
yük bir orduyla Tebriz'den Bedlis’e doğru hareket ettiği
haberi yayılıp dağıldı. Bu durum, Fil Yakub ve Ulame’yi,
dehşet ve endişeye kapılarak kuşatmayı kaldırmak ve
şaşkın bir şekilde kurtuluşu kaçmakta bulmak zorunda
bıraktı. Denildiğine göre, korku ve endişeleri o dereceye
vardı ki, ağırlıklarını, çadırlarını, mallarını, birçok silah
larım ve doğu tarafında, kale kapısının tılsımı karşısına
kurmuş oldukları, hatta orada döküp burçları ve surları
dövmekte ve altlarını üstlerine getirmekte kullandıkları
iki tane ağır toplarını tamamen yerlerinde bırakıp geri
sin geriye kaçtılar.
Anlatıldığına göre, sonraları «Durık» adıyla anılan
kahraman Kara Yadigar atıyla atlayıp kaleden inmiş ve
düşmanın göçetmesini seyretmiş; ve atını uçururcasına
koşturarak bu sevindirici haberleri, Ş ^ı’ın kafilesinin in
diği Ahlat’a götürüp, yüce eşiklere müjdeyi sunmuştur.
Yüce eşikler de, bu nedenle kendisini nimetlere boğmuş
ve emsali arasında övünecek, imtiyazlı bir duruma ge
tirmiştir.
Emîr Şeref ise, Bedlis Vilayeti’nde, koyunlardan ve
Müslüman ve Kafir aşiret ve kabilelerinin gelip gittik
leri otlaklardan alman vergilerden toplanan paraların beş
te birini, Şah’ın makamına ve onun, ödül almaya hak
kazanan devlet adamlarına sunulacak olan hediye ve arma
ğanlara tahsis etti. Bu iş için de, sert ve katı vergi top
lama memurları tayin etti. Bunlar ülkeye dağılarak üç
5 ün içinde halktan büyük miktarda para topladılar.
Emîr Şeref bundan sonra, Şah’a ve onun devlet eria n m a Ahlat'ta öyle can çekici bir şenlik ve öyle büyük
bir ziyafet düzenledi ki, ondan önce bir benzeri daha
duyulmamıştı. Bu şenlik ve ziyafetin parlaklık ve güzel
likteki- ünü ve şöhreti, yüce alemin(5j3) sakinlerinin ku
laklarına gitti ve meskün olan dörtte birin(534) her tara
fına yayıldı. O kadar ki, gök çevrelerinde dolaşan ve o
menzillerde, o makamlarda seyahat eden Ay bile, gök
lerin üzerinden, bu en büyük şenliğin davullarının çalınışlanm dinlemeye koyuldu. Bilimlerin kaynağı ve yıl
dızlar hakkındaki yargıların çıkış yeri olan Utarit(53S) de,
dereceler ve dakikalarla gündüz yayının yüksekliğini aldı;
o mübarek günde devlet ve ikbalin
yükselmesinden,
mutluluğun payından, vaktin talihini seçti.(536)
Eğlence, oyun, sevinç, şenlik, hediye, armağan, hil’a t ve teşrifat elbiselerinin dağıtımıyla üç gün bu şekilde
geçtikten sonra, Emîr Şeref, Şahlık eşiklerine, geçmiş
zamanlarda benzerleri görülmemiş bazı özel hediye ve
armağanlar sundu. Bunlardan bazıları şunlardı: Doğan
ve şahin gibi birkaç av kuşu, altın işlemeli eğerlerle bir
likte birkaç soylu Arap atı, iki renkli ve değerli vaşak
kürkleri, yedi renkli sırmalı kumaşlar, nadir rastlanan
(633) G ökler dünyasını kastediyor. (M.E.B.)
(634) D ünyanın, denizlerin dışında k alan ve eskiden yerkü
renin d ö rtte b iri o la ra k kab u l edilen k a r a p a rç a la n .
(M .E.B.)
(635) M erk ü r gezegeni. (M.E.B.)
(536) B urada, verilen ziyafetin ve düzenlenen şenliğin öv
g ü leri h ak k ın d a yazılm ış b irk aç sa y fa lık kısım , a ra p .
ça y a çevrilm ediği ve orijinali de a ra p ç a n ü sh a y a alın
m ad ığ ı için, ta ra fım ız d a n d a tü rk çey e
çevrilmedi.
fcM-E.B.)
tüylü frenk kumaşları... Bunlar Şah tarafından çok be
ğenildi ve sevinçle karşılandı. Bu yüzden Şah, Emîr Şe
refi yüce ilgisinin ve mübarek taltiflerinin kapsamı içine
aldı; kendisini, kabzası cevherler ve incilerle işlenmiş
bir kılıçla ve saf altınla işlenmiş sırmalı bir kaftanla tal
tif etti; ayrıca kendisine «Emîr Şeref» yerine «Şeref
Han» lakabını verdi. Bunlardan başka kendisine bütün
askerlerin «Tcvacıbaşı»lığı(537, yüce değerli rütbesi ile
Kürdistan beylerbeyliği görevini verdi ve bu konuda yü
ce bir emirname çıkardı. Bu emirnamenin tam metnini
buraya alıyoruz:
Emirnamenin Sureti:
«Yüce kadirli sultanların kudret derecelerine yük
selip şereflenmenin ve mutlu talih sahibi hakanların seç
tiği yükseklere yükselerek ulaşmanın asıl amacı ve bun
dan istenen bütün matlup, 'ciddiyet ve çaba, ilkeler ve
inançlar alanlarında emsallerine ve benzerlerine üstün
gelen, ve geçmiş açık hizmetleriyle emsali ileri gelenler
den ayrılarak, yüce Saray ve yüce saltanat kapıları uğ
runda içten hizmet ve nadir rastlanılan yüksek fedakar
lık bayraklarını kaldıran, ve varlıklarının paralarını, ku
ramlarının servetlerini harcayan birtakım insanları ko
rumak ve yetiştirmek olduğundan;
«Ve bu sıralarda eyaletin mercii, hükümdarlığın
amacı, yüksek kubbelerin sahibi, insafın mercii, şerefli
beylerin temel direği, ulu hükümdarların seçkini, eyalet*
beylik, mutluluk, dünya ve din yönünden kemale eren
Şeref Han, bizim cömert ailemize iltica ettiği, bizim şef
katli eteklerimize ve yüce ilgimize tam bir bağlılık ve
güvenle sarıldığı, inatçılardan, muhaliflerden uzaklaştığr
ve durumunu,
(537) «Tevacı» sözcüğü M oğolca olup su lta n lık m uh afızla
r ı k o m u ta m anlam ın a gelir. (M.A.A.)
«ihtişam ve makam için gelmedik biz bu kapıya
«Kötü olaylardan kaçarak buraya sığındık»
beyitleriyle mırıldanıp dile getirdiği, ve adı geçen böyle
ce yüce meclisimize girip onun güzellikleriyle ve cazibe
leriyle şereflendiği için;
«Şüphesiz bizim geniş olgunluğumuz ve yüce, son
suz merhametimiz, kendisini güçlendirmek, takviye et
mek vc
«Her kim ki can derdinden, yada hapis korkusun
dan
«İltica ederse bu hanenin güvenliğine
«Başımız dahi gitse bu uğurda
«Ona eziyet ve kötülük yapılmasını reva görmeyiz
biz»
ünlü güzel söz gereğince, kendisiyle tam anlamıyla ilgi
lenmek yönünde tecelli etti.
«İşte bunun için biz, üzerine şahane gölgemizi yay
dık ve kendisini bu gölgenin güvenliği içine aldık; ken
disini «Han» rütbesiyle taltif ederek ona «Şeref Han»
lakabım verdik; ve kendisini yüce Divanimizin «Tcvacı»sının önüne alarak böylece yüce kapımızın kadir ve
şan sahibi hanları ve beyleri arasına aldık. Aynca ken
disine bütün Kürdistan beylerinin kuvvetlerinin genel
komutanlığı ve beylerbeyliği görevini verdik. Yine ken
disine Bedlis, Ahlat, Muş, Xmûs (Hınus) eyaletini, şim
diye kadar adı geçen Bey’in yönetimi altında bulunan ve
bizim şahane vekillerimizin ve görevlilerimizin ülkelerin
den sayılan bunlara bağlı öteki yerleri de verdik. Hüküm
darlık işlerinde ve mali meselelerde alıp verme, düzen ve
asayişi sağlama yetkilerini onun kahredici ellerine ver
dik; ki, böylece, «insanlar iyiliğin kullarıdır» diyen ünlü
sözün sırrı bu Bey’in kişiliğinde bir defa daha açığa çık
mış olsun. Çünkü kendisi ancak bununla hizmette feda
karlık yapacak, ilkelere sadık kalacak, bunlar uğrunda
canını ve değerli varlıklarını feda edecek, hakkı nerede
bulursa savunacak, şartlar ne olursa olsun devletin çı
karının takipçisi olacak; böylece bu davranışlarıyla vila
yetlerdeki yöneticilere, çevre ve kesimlerdeki vekillere
örnek olacaktır; bunun sonucu olarak da kadri günden
güne yükselip artacak ve şanı her an yükselecektir.
«Kürdistan’daki ulu beylerin, vekillerin ve komu
tanların, adı geçen Han'ı başlarındaki tek Beylerbeyi ola
rak kabul etmeleri, her an kendisine itaat ve boyun eğme
görevlerinde bulunmaları, devletin yüksek çıkarlarıyla
ilgili, istediği zaman vereceği özel emirlerini büyük bir
dikkatle uygulamaları gerekmektedir. Ayrıca görevlile
rin, mülk sahiplerinin, güvenilir kimselerin ve genellikle
o vilayette oturan halkın, bu yerlere .bağlı olan aşiret li
derlerinin ve kabile reislerinin, adı geçeni o bölgede Hü
kümdar tanımaları, emirlerine itaat etmeleri, öğütlerinin
ve isabetli görüşlerinin çerçevesinden ayrılmamaları ve
onun, zulmün vukuunu engellemek ve güçsüzün intika
mım güçlüden almakta özetlenen görevini ve ödevini
yapmasını kolaylaştırmaları, ve hepsinin birbirlerine kar
şı insaf ve adalet yoluna uymaları gereklidir.
«Bu belge yüksek değerli, sağlam, en şerefli ve en
yüce imzayla süslenip onaylandığı için, ona güvenilmesi
ve gereğince hareket edilmesi gerekir.
«Yüce emirle -yüce Allah şanını yüceltsin, bekasını
ebedileştirsin ve sürekli olarak emrine uyulmasını, sağ
lam kalmasını sağlasın-, 939(1533) yılında Safer -sonu
olsun hayır ve zafer- aymın yirmisinde yazılmıştır.»
Şahlığın bu ilgilerinden ve Hüsrevce Tahmaspî, lütuflarının(538) yayılmasından sonra, Şeref Han, Extimar
(Ahtirnar) Kalesi’nde bulunan saygıdeğer oğlu Emîr Şem(538) T ah m asp 'a m ensup olan lf.tuflar, T ahm asp’ça lü tu flar,.
T ah m asp’m lü tu fla n . (M .E.B.)
seddin’e haber göndererek kendisini Şahlığın üzengisinin,
yanma getirtti ve Şahlık vekillerinin arasına kattı. Bun
dan sonra Şahlık alayı Azerbaycan tarafına dönerek sal
tanat merkezinde karar kıldı.
Bu sırada, Özbek Ubeyd Han’ın Horasan’ı istila et
tiği ve yaklaşık olarak bir yıldan beri Behram Mirza’yı
Herat şehrinde kuşattığı, Behrartı Mirza’nın kuşatma al
tında bulunan adamlarının sıkışık bir duruma düştük
leri ve ham deri yiyecek kadar büyük bir sıkıntıya uğra
dıkları yolunda haberler geldi. Bu haber Şah Tahmasp
üzerinde kötü bir etki bıraktı. Bu yüzden hemen Emîr
Şemseddin'e, ülkesine dönmesi için izin verdi ve Şeref
Han’a bir emirname yazarak, Azerbaycan Eyaleti’nin
muhafızlığını ve bütün durumlarda oranın işlerinin yö
netimini kendisine verdi; ayrıca, Helnel Sultan Arabkirlu, Üveys Sultan Pazukî, Kaçar Ecel Sultan, Emîre Bey,
Mahmudî, Tebriz Valisi Musa Sultan gibi bazı Kızılbaş
komutanlarını da, durum gerektikçe kendisine yardımcı
ve destek olmakla görevlendirdi. Şah Tahmasp bundan
sonra, Ubeyd Han’la bizzat savaşmak üzere azminin diz
ginini Horasan tarafına çevirdi.
Bu satırların yazarı babasmdanCB9> şunu dinlemiş
tir:
Şah bana, Bedlis’e dönmem için izin verdiği zaman<
şöyle dedi: «Babana söyle, hiç değilse ben Horasan'dan
dinünceye kadar, OsmanlIlarla geçinme ve iyilik yolu
nu izlesin. Çünkü Ulame, onun en amansız düşmanı ha
line gelmiştir. Ulame, yeryüzünde benzeri bulunmayan
bir fitneci ve düzenbazdır. Ben inanıyorum ki, Ulame, Osmanlılar’ı kendi hallerinde bırakmayacak; onları daima
kendi keyfine ve ihtiraslarına göre tahrik edip kışkırta
caktır. D
(539) Babası, söz konusu Ş erefhan’m oğlu E m ir Şem seddln’.diı-. (M .E.B.)
Nc var ki Şeref Han, Şah’m bu tavsiyesi uyarınca
hareket etmedi; tersine, Fil Yakub Paşa ile Ulame’nin,
Bediis i kuşatmaları sırasında yanlarında yer almış olan
K ürt beylerini cezalandırmaya kalktı. Bu cümleden ola
rak önce Xizanlı (Hizanlı) Mîr Davud’un ülkesine saldı
rarak talan ve yağma etti ve kendisini üç gün üç gece
Xizan Kalesi’ndc kuşattı; iki taraftan birkaç kişi öldü
rülüp yaralandı. Kendisi bu işle uğraşırken, Ulame’nin
Bedlis’i kuşatmaya gelmekte olduğu haberi çıkıp yayıl
dı. Bunun üzerine Şeref Han kuşatmayı kaldırmak ve
geldiği yere geri dönmek zorunda kaldı. Tabii bu durum,
hain beylerin Şeref Han’dan duydukları nefretin şiddet
lenmesine, onların kendisine daha da gücenmelerine ve
kendisine karşı yeniden Ulame ile birlik olmalarına yolaçtı.
Ayrıca, Mîr Budak Keysanî, Şeyh Emîr’in oğlu İbrahim
Ağa Bılbasî, Muhammed Ağa Kelhokî’nin oğlu Kalender
Ağa, Derviş Mahmud Keleçerî gibi, Rozkan aşiretinin
bazı liderleri ve ileri gelenleri de, Şeref Han’ın tutum ve
davranışlarından gücenmişlerdi ve bu yüzden onlar da
Ulamc’ye gittiler.
Böylece Ulame ile el altından onunla anlaşanlara
ve müttefiklerine, Fil Yakub Paşa'yla birlik olup, mız
raklar, tüfekler ve yaylarla silahlanmış süvari ve piyade
lerden kurulan 10.000 kişilik bir orduyla Bedlis üzeri
ne yürümeleri için fırsat verilmiş oldu. 940(1534) yılı
nın sonbaharında ve Xizan yoluyla yapılan bu saldırı,
önce Tatik Nahiyesi’ne yöneldi. Bu sırada Şeref Han’ın
elindeki askerî kuvvet, 5.000 kişiden fazla değildi. Bu
durumda kendisi Şah Tahmasp’m tavsiyesini hatırlaya
rak Aladağ ve Eleşkird taraflarına yürümek istedi; ve
Musa Sultan ile Tebriz'deki komutanlara haber gönde
rerek, kendilerini, Ulame ve müttefikleriyle savaşmak
• üzere Kızılbaş ordusuyla birlikte kendisine yardıma gel
meye çağırdı. Fakat bu görüş Rozkan aşiretinin lider
leri ve oradaki sözü geçenler tarafından beğenilmedi,
özellikle, Şeref Han’ın vekili ve işlerinin yürütücüsü
olan, aynı zamanda Rozkan adamlarının büyüğü ve ön
deri bulunan Şeydi Ali Ağa Pertavî bu görüşe katılmadı
ve Kızılbaş’lardan yardım istenmesine şiddetle karşı çı
karak Şeref Han’ın huzurunda ve onun yüce divanında
şöyle dedi: «Eğer Rozkanlılar Ulame ve avenesine karşı
savaşmakta gevşek ve umursamaz davranırlarsa, ben o
zaman Bedlis Vilayeti’ndeki Ermcni’leri ve Hıristiyan’ları
toplayıp bunlarla saldırganlara karşı savaşarım.»
Ne var ki bu, işlerin yönetimindeki cehaletin ve ah
maklığın son kertesiydi. Kum falı ve yıldız bilimlerini
bilen Şeref Han'ın, bu bilim gereğince onlara, «bizim
talihimiz bu sefer Ulame’nin talihinin tersine alçalmakta
ve düşmektedir; onunki ise yükseklerdedir; bu nedenle,
kendisiyle bn sırada savaşmamız doğru olmaz» demesine
rağmen; çok konuşkan olan bir Kürt kitlesinin baskısı
altında, askerleri az olduğu halde, sayısı kabarık olan
Ulame’nin büyük ordusuna karşı savaşma ve vuruşma
toz-dumanına dalmak zorunda kaldı. Ve
düşmanım,
Bedlis’e bağlı Tatik’te karşılamak için harekete geçti.
Çarpışmalar Tatik Kalesi’nin güneyinde
başladı.
Ulame, dağı ordusunun arkasına almıştı ve önünde de da
rı ekili bir tarla vardı. Ulame bu tarlayı geceden sulamış
ve tarla büyük bir çamur deryasına dönmüştü. Ulame
ayrıca ordusunu usta bir şekilde düzenlemiş; ortada ye
niçerilerden ve atıcılardan birkaç saf durdurmuş ve iki
kanadı güzel bir şekilde düzenlemişti. Oysa Şeref Han’ın
ordusu, özellikle düşman askerlerinin çokluğunu takdir
etmeyen mağrur Rozkan'lılar, düşmanın stratejik yön
den avantajlı durumunu dikkate almadılar ve derhal sa
vaş ateşini alevlendirmeye başladılar; bunun doğuracağı
kötü sonuçlara aldırmadılar. Böylece her iki taraftan,
cesur kahramanlar ve gayretli gençler yırtıcı aslanlar ve
parçalayıcı kaplanlar gibi savaş alanına atıldılar; savaş
gürültüsünün sesini yedinci göğe kadar çıkardılar. Şair
demiştir ki:
a İki yönden Kürt kahramanları
«Daldüar savaş alanına kollarını kıpırdatarak
«Atlarının tırnaklarından yanan bir aleve döndü
alan
«Ve bir kan havuzuna çevirdiler o meydanı
«O serkeş aslanların kılıç ve kalkanları
«Güneş’in üstüne hilalin geldiğini canlandırdı
«Ejderha ağızlarını andıran yaylarından çıkan oklar
«Yeryüzünü kararsız kıldı ve serseme çevirdi gök
yüzünü
«Tüfeklerinden çıkan dumanlarla, hava,
«içinde kılıçların parıldadığı bir kara buluta döndü
«Vc yağmağa başladı o dumandan oluşan buluttan
«Tüfek mermileri her tarafa, tıpkı çiğ taneleri gibi.»
Bu şiddetli savaş ve acı vuruşma sırasında, Şeytan,
Şeref Han’ın sağ kanat komutanı olan Emîre Bey Mahmudî’ye, Şeref Han’a ihanet edip kendisini bu şiddetli
çarpışmada yalnız bırakıp, alçaklık ve utanç yoluna sap
mayı ve sebat, vefakarlık faziletine aldırış etmemeyi tel
kin etti; böylece kendisi Ulame’nin ordusuna katıldı. Ni
tekim şöyle denilmiştir:
«Zamane çocuklarında vefa gözünü arama gönül
«Mertlik yoktur çünkü bu yoldaşların yaradılışın
da!»
Bu sırada bir tüfek mermisi Şeref Han’ın sol omu
zuna isabet ederek sırtından çıktı ve atının dizginleri
elinden düştü; at kendisini, iradesi dışında sırtında taşı
maya başladı. Ordu bu durumu görünce darmadağın ol
du ve çoğu kurtuluşu kaçmakta buldu. O gün, Rozkan
gençlerinin kahramanlarından 700 kişiden fazla öldürül
dü. Bunların 500'ü Rozkan beylerinin ve ileri gelenle
rinin çocuklarıydı; bunlar Vekil Şeydi Ali Ağa ile birlik
te öldürüldüler. Şeydi Ağa’nm oğlu Şeker Bey ise c^iğer
bazılarıyla birlikte düşman tarafından esir alındı. Fakat
Ulame, bu olaydan sonra Bedlis Vilayeti’ne girmedi; Van
ve Westan (Vestan) tarafına yürüyüşüne devam etti.
Küçük büyük, bütün halk ise bu olayın korkunçlu
ğundan çok üzüldü ve Şeydi Ali Ağa’ya beddua etti. Bu
nun içindir ki, bu beddua soyuna isabet etti ve kendisin
den sonra soyu kesildi; çocuklarından, adamlarından ve
amca oğullarından kimse kalmadı.
Ünlü merhum Şeref Han’ın ömrü, bu olayın vukuu
sırasında 40’ı geçmiş ve 50’ye yaklaşmıştı; hükümdarlı
ğının süresi ise 30 yıldan fazla sürmüştü. Sasonlu AU
Bey'in kızından doğan Emîr Şemseddin’dcn başka çocu
ğu yoktu.
Şeref Han, bu oğlunu Hazzolu Muhammed Bey’in
kızıyla cvlendirmişti. O sırada yedi gün yedi gece süren
büyük bir düğün yapılmıştı. Bu düğün sırasında, nikah
kıyılması için şeriat meclisinin toplandığı Gök Meydan’da tavla ve benzeri eğlence ve tenbellik aletlerinin rağ
bet görmesi ve yayılması gibi dince istenmeyen ve ya
saklanan eğlencelere müsamaha gösterilmemesi konu
sunda, ahlak kurallarına ve mübarek şeriatın öğretileri
ne de uyulmuştu. Düğünlerde Peygamberin emirleri ve
Mustafaî kanunlar(540) gereğince, gelin ve güvey Gök
Meydan’a gelirler.
Düğün sonunda, ne kadar güzel ve tatlı yiyecek ve
içecek varsa hepsinin toplandığı büyük bir ziyafet veril
di. Bu ziyafete katılanlann başında, her yönden gelmiş
ve renk renk işlemeli çadırlara, obalara dağılıp sevinç
(540) M u stafa’y a m ensup k anunlar, M u stafa’n ın kanunları,
P eygam ber M uham m et
E.B.)
M u s ta fa 'n ın k a n u n la rı.
(M.
ve eğlencenin her çeşidinin zevkine ermiş bulunan bir
çok Kürdistan beyleri ve adamları vardı. O şuradaki bü
yük misafirlerin önde gelenleri Hakkarili Seyyid Mu
hammed, Boxtanlı (Bohtanlı) Şah Ali Bey, Melik Halil
Eyyubî, Palolu Haşan Bey vardı. Kürdistan gençleri o
çağda hep değnek oyununa, top oynamaya , ve güç de
neme taşı atmaya tutkun bulunuyorlardı. Hizmetçiler
dolaşıp topluluğun başına altın ve gümüş paralar serpi
yorlardı.
Meclis dağılıp da bir benzeri görülmemiş bu düğün
sona erince Şeref Han, Kürdistan büyüklerinden ve bey
lerinden olan misafirlerine büyük hediyeler ve armağan
lar sundu; üzerlerine yüce hil’atler giydirdi; sonra da
dönmeleri için kendilerine izin verdi.
Şeref Han, kendisine kötülük yapmış, yada daha
önce babalarına ve atalarına ihanet etmiş olanların hep
sinden kendi intikamını ve ailesinin intikamını uygun
şekilde almıştı. Hatırına ne gelmişse, mutlaka onu ger
çekleştirmeye girişmişti. Örneğin, Şah İsmail, takdir-i
ilahi gereğince Çolak Halid’i Kürdistan Beylerbeyi ola
rak tayin ettiği günden itibaren, Pazukî aşireti de Ohkan
Nahiyesi’ne elkoymuştu. Halid Bey,, o nahiyeyi Xınûs
(Hmus) bölgesine katmış ve kardeşi Rüstem Bey'e ver
mişti. Ohkan’da yaz kış oturup orayı yöneten Rüstem
Bey, oradan Rozkan aşiretine saldırılar düzenleyerek
büyük zararlar verdiriyordu.
Nihayet bu durum Şeref Han’ın canmı sıktı ve bun
lara bir ders vermeye karar verdi. 922(1517) ydında,
Muş tarafında çok şiddetlenen, serkeş rüzgarların esip
korkunç denizlerin dalgalan gibi birbirlerini dövdükleri,
ve bu yüzden bir kuşun dahi uçamayacağı ve yürüyenin
yürüyemcyeceği kışm ortasında, o soğuk ve karanlık ha
vada, Şeref Han, kahraman Rozkan gençlerinden 1.500
kişi topladı ve ayaklarına özel ayakkabılar *5413 giydirerek,
onlarla birlikte hızla Rüstem Bey’in üzerine yürüdü. Ve
Rüstem Bey’le şiddetli bir çarpışmaya tutuşarak kendisi
ni iki oğluyla ve, küçük büyük, kadın erkek farkı gözet
meksizin arasına kesici kılıcı saldığı Pazukî aşiretinin
adamlarından 400 kişiyle birlikte öldürdü. Onların bir
topluluğu da kaçıp Ohkan Kalesi yakınlarında bulunan
bir mağaraya sığınınca hepsini ateşe verip son neferine
kadar yaktı. Bu korkunç olaya tanık olan büyük adam
lardan birinden duyduğuma göre, bu olayda, başına bir
post sarıp bu sayede o vartadan sağ salim çıkan bir yaş
lıdan başka kurtulan olmamıştır. Böylece Şeref Han, o
suçluları kesin bir şekilde cezalandırdı ve esir aldığı ka
dın ve çocuklarla birlikte aldığı ganimetleri de yanma
alarak sağ salim döndü.
939 (1533) yılında da Şeref Han, Van Gölü’nün ke
narında, Van ile Erciş arasında bulunan Extimar (Ahtimar) Kalesi’ni istila etmeye gitti. Bu kale eski zamandan
beri Rozkan aşiretinin egemenliği altında bulunuyordu.
Fakat son zamanlarda Şenbû hükümdarlarının *5423 yöne
timi ve gaspı altına girmişti. Şeref Han birkaç gemiye
asker ve cephane doldurarak bunlarla kaleye saldırdı ve
çarpışarak orayı da ele geçirdi. Bu kalenin o zamanki
yöneticisi olan Hakkarili Melek Bey'in oğlu Rüstem Bey
adındaki kişi de bu çarpışmada bir tüfek kurşunuyla öl
dürüldü.
Şeref Han daha sonra, Boxtanlılar (Bohtanlılar)ın
istila etmiş oldukları Siirt bölgesini onlardan alarak, eski
Hükümdarı olan Hasankeyfli Melik Halil’e verdi. Nite
kim daha önce anlatılan olaylarda da bu, detaylı olarak
(541) K ürtçede «Lekan» diye ad landırılan bu ay a k k ab ılar,
geniş ve çem ber biçim inde olup özel o la ra k y apılır;
k a r üzerinde y ü rü m ek te giyilerek giyenin a y a k la rın ın
k a r a b atm am asın ı sağ lar. (M.E.B.)
(542) H a k k a ri hükü m d arları. (M.E.B.)
geçti. Şeref Han ayrıca, Melik Halil’den Garzan Nahiyesi’ni alıp Sasonlu Muhammed Bey’e verdi.
Bundan başka Şeref Han, Şeyh Emir Bılbasî'yi,
Hakkarili Izzeddin Şer (Şir)in yardımına ve onu, Kızıl
baş’ların kendisine karşı desteklediği Mahmudîyan aşire
tinin şerrinden kurtarmaya gönderdi. Ayrıca, Kızılbaş
örkmez Sultan’m Van Kalesi’ne hapsetmiş olduğu ivaz
Bey Mahmudî meselesine müdahale etti ve daha önce
anlatıldığı gibi kendisini kahir kuvvet kullanarak serbest
bıraktı.
Şeref Han’ın birçok hayırlı ve yararlı eserlerinden
bazıları, Bedlis şehrindeki bir mübarek cami, bir yüksek
medrese ve güzel bir zaviye; bunların tümüne «Şerefiye»
adı verilmiştir. Ayrıca bir kayseriye(543) ile iki katlı bü
yük bir han yaptırmış ve bütün bunlara güzel köyler, bü
yük tarlalar, birçok dükkanlar, büyük gelir getiren işlek
bir değirmen vakfetmiştir; sonra da bu vakıfların ve tar
laların bakım ve yönetim işlerinin, soyları tükeninceye
kadar kuşaktan kuşağa devretmeleri esası üzerine erkek
çocuklarınca yürütülmesini şart koşmuştur.
Şeref Han daha sonra, «Şerefiye» diye adlandırılan
Büyük Cami yanında kendine bir türbe yeri ayırdı; ve
buraya gömüldü. Sasonlu Ali Bey’in kızı olan karısı Şahbeygi Hatun, üzerine büyük bir kubbe yaptırdı ve yapı
mım tamamladı. Ayrıca, sabah akşam Kur’an okumaları
için, özel vakıflardan maaş alan Kur‘an-ı kerim hafızla
rı tayin edildi.
DÖRDÜNCÜ YÖN
Emir Şemseddin bin Şeref Han'ın Duruma Hakkındadır
Basiret ve akıl sahiplerince de açıkça bilindiği, iki
göze sahip olanlarca da güneş misali açık olduğu gibi,
(543) B ir y apı tip i olsa gerek. (M.E.B.)
yüce şanlı ve dilediğini yapan Kaadir Allah, kullarından
birinin şanını yüceltmek, kadrini yükseltmek, sonra da
başına devlet ve hükümdarlık tacını koymak istediği za
man; o kuluna, henüz ayakları bu dünyaya bastığı gün
den itibaren başarı alametleri ve mutluluk, sevinç müjde
leri bağışlar; ve o kuluna, büyüklük ve güzellik, ikbal ve
kavrayış, taltif ve intikam, yumuşaklık ve sertlik, sevgi
ve kin, hızlılık ve temkin sıfatlarını içermeye yetenekli
olması, ve «Adem’in çamuru 40 sabah yoğruldu» diyen
aydınlatıcı mübarek sözün doğruluğunu ispat etmesi
için, bütün manevi terbiye durum larmdan geçirir. Ayrı
ca yüce Allah’ın, «biz seni sadece alemlere rahmet ola
rak gönderdik» sözünün ifade ettiği büyüklük, «senin
elinde bir şey yoktur» sözünün ifade ettiği acizlik ve güç
süzlüğü karşısında bulur(544).
Zamanın dönüşlerini ve acayip değişiklikleri anla
tan bu sözlerin ve makalelerin doğruluğunu gösteren açık
delil ve parlak durum, Şemseddin Han’ın durumudur.
Şemseddin Han başlangıçta, nasıl babasımn yerine Bedlis
Hükümeti’nin tahtına oturmayı başardı; sonra da, Gazi
Sultan’ın(545) kendisine şefkat göstermemesi, ve yakasım
bırakmayan feleğin tersliği ile kötü talih sonucunda, na
sıl vatandan ayrılmak zorunda kaldı?
İşte sana bu özetin ayrıntısı!
Şeref Han, Tatik tarafından şehitlik kasesini iç
mek zevkine erdiği zaman, Rozkan aşireti derhal Şemseddin'i Extimar (Ahtimar) Kalesi’nden getirterek, Bedlis’te başlarına hükümdar tayin ettiler; kendisine içten
likle boyun eğip itaat ettiler; karara bağlayıp çözümle
mek, tutmak ve bırakmak gibi yönetim ve düzen işlerini
de Muhammed Ağa Kelhokî’nin oğlu Hacı Şerefe verdi(544) T ırn ak la r içindeki sözler iki ay e tte n alınm ış p a rç a la r
d ır; ikisinde de h ita p H a z re ti M uham m ed’edir. (M.
E .B .)
(545) Karnini S u ltan Süleym an. (M.EJB.)
ler. Bunun üzerinden bir yd altı ay geçtikten ve Şemseddin büyük bir yeterlilik ve adaletle ülkeyi yönettikten
sonra, Sultan Süleyman Han, 941(1535) yılının sonla
rında, Ulame’nin kışkırtmasıyla, Vezir-i Azam İbrahim
Paşa’yı büyük bir ordunun komutanlığına tayin ederek,
Azerbaycan’a yürümekle görevlendirdi. Bu büyük Os
manlI ordusu Diyarbekir açıklarına varınca, Şemseddin
Bey yanma hediye ve armağanlar alarak adı geçen Paşa'yı görmeye gitti. İbrahim Paşa kendisini ilgi ve sev
giyle karşılayarak, Bedlis Hükümdarüğı’mn
kendisine
verilmesi konusunda Sultan’ın adına bir Sultanlık emir
namesi çıkardı ve kendisini de muzaffer orduyla birlik
te yanma alarak Tebriz’e götürdü.
Bu saldırının haberi Şah Tahmasp’m kulaklarına gi
dince, Horasan işini tamamlamaktan vazgeçerek hızla
Azerbaycan tarafına döndü. Tebriz’de, Şah Tahmasp’m
Horasan'dan dönmekte olduğu haberi yayılınca, Vezir
İbrahim Paşa gizlice büyük bir hız ve aceleyle, İstan
bul’a, Sultan’ın eşiklerine, kuş gibi uçarcasına hızlı giden
bir elçi göndererek, Şah Tahmsap’ın Azerbaycan’a yü
rümekte olduğunu Padişah’a bildirdi; ve yüce Sultanlık
alayının, yüce ve ulu otağıyla birlikte Acem ülkesine gel
mesini diledi. Bunun üzerine Padişah, bu büyük seferin
hazırlıklarına girişti, ve haddi hesabı olmayan, tam teç
hizattı büyük bir ordu toplayarak, saltanat merkezi olan
ve daima korunan Konstantiniye’den(546) ayrılıp Tebriz'e
hareket etti.
İki Sultanın, yani İran ve Osmanlı sultanlarının ka
fileleri aynı ay içinde Azerbaycan’a vardı. Gazi Sultan,
Osmanlılar’m irsi usul ve gelenekleri gereğince, büyük
küçük herkesin kulağına gitmesi ve etkisini göstermesi
için, topluluğa savaş ve vuruşma neden ve etkenlerim
ilan etmeye başladı. Sonra da, zamanın tecrübe sahibi
kıldığı ve tozuna dumanına dalmış oldukları birçok sava
şın meleke ve tecrübeli bir duruma getirdiği büyük ko
mutanların fikri ve danışmalarına göre hareket etti; on
ları, bu sıfatlarıyla ve kesici kılıçlarının gücüyle, ilk ham
lede çarpışmayı kazanmaya ve düşmanı yoketmeye mu
vaffak olmaları için, saldırıya geçmeye hazır olan ordu
sunun ön saflarına getirdi. Sonra da ordunun merkez ve
iki kanadım, eğitilmiş askerlerin ve sert savaşçıların saf
larıyla takviye etti; böylece bunları hem güç, hem de di
renme yeteneği bakımından İskender şeddi haline ge
tirdi. Ve bu tertip üzerine Irak Vilayeti’ne yöneldi.
Şah da düşmanını karşılamak için Sultaniye şehrine
kadar gelmişti. Ne var ki, o zaman Kızılbaş ordusuna
egemen olan şiddetli anlaşmazlık yüzünden, Şah’ın elinde
o sırada 8.000 süvariden fazla bir kuvvet yoktu. Bu du
rum, Şah Tahmasp’ı sebatsızlığa ve Sultan Süleyman'ın
büyük ordusuna karşı koymama kararını almaya şevket
ti; bu yüzden Şah da Dergüzin ve Hemedan tarafına gitti.
O sırada Güneş «Terazi »den(W7) 16 derece dönmüş
tü ve Irak ülkesine büyük miktarda kar yağmaya başla
dı; karlar, muzaffer Osmanlı askerlerinin yüzlerine yol
ları kapadı. Ayrıca şiddetli soğuktan, fazla yağmurdan,
cephane ve yiyecek azlığından, Rurp*,48) adamlarından
büyük bir sayı ile, atları, develeri ve Osmanlı ordusun
daki katır, eşek gibi nakliye hayvanlarının büyük bir kıs
mı öldü. Kıskançlar tarafmdan nazar değmesi sonucun
da İslam ordusunun başına gelen bu beklenmedik musi
bet üzerine, Padişah, Ulame’nin birçok ağırlık ve cepha
neyle vc bir yeniçeri birliğiyle beraber Tebriz’de kalma
sını tercih etti; kendisi de uğur ve ikballe Barış Diyarı
Bağdad’a doğru harekete geçti. Sultan Süleyman’ın Bağdad’a doğra gelmekte olduğu haberi yayılır yayılmaz,
(547) T erazi B urcunu kastediyor. (M.E.B.)
(548) 135 No. ü n o ta bakınız.
Şah tarafından tayin edilmiş olan Muhammed Han Şerefeddin Tekelu adındaki Bağdad Valisi, cılızlaşıp karınca
gibi zayıfladı; ve derhal çocuklarını, ailesini bir gemiye
bindirerek onlarla birlikte Şester ve Dezfol tarafına kaç
tı. Böylece Padişah'ın kafilesi Bağdad’a girdi vc Bağdad’ın fethi, mücadelesiz, vuruşmasız olarak tamamlan
dı. Padişah kışı orada geçirdi.
ö te yandan, Emîr Şemseddin Bey, bu seferde, her
konuş ve her göçüşte Padişah’la birlikteydi. Sonra Pa
dişah kendisine, ülkesine dönmesi için izin verdi, o da
Bedlis’e döndü.
Padişah’ın, yüce maiyetiyle birlikte Altınköprü yo
luyla Azerbaycan’a hareket ettiği ve ordusunun yükleri,
karargahının çadırları Ahlat açıklarına konduğu ilkba
harın başlarında, büyük vezirler, habis Ulame’nin kışkırt
masıyla Şemseddin Bey'i Sultan’ın Divanına getirttiler ve
kendisine şunu söylediler: «Ulu Sultan, sana Malatya ve
Maraş vilayetlerini mülkiyet yoluyla vermek karşılığın
da senden Bedlis Vilayeti’ni istemektedir.» Şemseddin
Bey hemen şu cevabı verdi: «Benim başım, mallarım,
mülklerim bütünüyle Ulu Sultan’m tasarrufu altındadır.»
Fakat, Baykan kabilesinden olup Rozkan ileri ge
lenlerinin önde gelenlerinden ve temel direklerinden biri
olan vc Divanda hazır bulunan Mahmud İmadan adın
daki kişi, Şemseddin Bey’e dönerek kürtçe olarak ken
disine şöyle dedi: «Bizim irsi vilayetimiz vc meşru, tari
hi imtiyazlarımız elimizden alındıktan sonra, biz Rozkanlılar için hayatın ne değeri kalır? Eğer sen, Vezir-i Azam
İbrahim Paşa’yı öldürmeme izin verirsen ve bunun için
bana en ufak bir işarette bulunursan, ben kendisini he
men şimdi hançerle parça parça ederim. Şu anda, Roz
kan kahramanlarından Divan’da mevcut bulunan 150 ki
şi senin emrinin altındadır ve kanlarını, canlarını sana
feda etmeye hazırdırlar. Bizleri bütün çağlar boyunca ha
tırlara getirecek ölmez adlarımızdan ve güzel davranış
larımızdan başka hiçbirimizin bir izi kalmasın!»
Şemseddin Bey ise buna şu cevabı verdi: «Bu, Pa
dişahın bize olan ilgisinin azlığından, ve Vezir’in bize
güvenmemesinden değil; hepsi düzenbaz ve habis Ulame’nin kışkırtmasmdandır.» Şairin dediği gibi:
«Düşmanın yükselip ikbale ermesi beladır.
«Yoksa dağı d e lm e k ^ 3, aslında büyük erkeklik de
ğildir. »
Bu sırada, Amed oğlanlarının başı bulunan ve o
zaman kendisine Adilcevaz Sancağının yönetimi veril
miş olan Bekir Bey Rozbahanî, bu Rozkanlının ne yap
mak istediğini anlayınca, kürtçe olarak Şemseddin Bey'e
şöyle dedi: «Sakın sakın Kürt cahillerinin sözlerine ku
lak asıp onlara göre hareket etmeyesin. Bedlis Vilayeti
eğer senin elinden birkaç gün çıkarsa sen sağ salim ve
güvenlik içinde kaldıkça bunun bir zararı olmaz; çünkü
Bedlis, hiç şüphesiz sana geri verilecektir.»
Öte yandan, Şemseddin Bey’in yumuşak sözleri
harfi harfine Padişah’ın kulaklarına gidince, şefkat gös
tererek kendisini yüce bir hil’atle, saf altından yapılmış
eğeri, gemi, zincirleri ve topuzuyla birlikte bir atla ve
Malatya Vilayeti’nin kendisine verildiğini belirten bir
emirnameyle taltif etti. Ayrıca, Bedlis Eyaleti’nin de Ulame’ye verilmesi konusunda bir berat çıktı. Bunun üze
rine Şemseddin Bey, Bedlis Kalesi'ni kendi adamlarından
ve mallarından boşaltmaya ve buraları Padişah’ın adam
larına teslim etmeye başladı. Ayrıca Rozkan ileri gelen
lerinden 15 kişi kadar, Malatya’yı zapt ve teslim almaya
gönderdi. Padişah’ın kafilesi o yörelerden göç ettikten
(549) U nlü aşık F e rh a d ’m sevgilisi Ş irln’e k av u şm ak İçin
d ağ ı delişlnl kastediyor. (M.E.B.)
sonra, Şemseddin Bey de çocukları ve ailesiyle birlikte
Sason yoluyla Malatya’ya hareket etti.
O sırada Sason Hükümdarı Azizanlı Süleyman B ey
di. Kendisi Şemseddin Bey’i ilgi ve sevgiyle karşıladı ve
kendisine Malatya'ya gitmemeyi tavsiye etti; hatta ihtar
ederek şöyle dedi: «Köklü ve eski ailenizde, bu büyük
mirası üzerine alacak senden başka kimse
kalmadı.
Rum(550) topluluğuna ise hiç güvenilmez. Herhangi bir
şekilde seni ortadan kaldırmaya muvaffak oldukları tak
dirde, Bedlis hükümdarları aUesinin zinciri, maazallah
kesilmiş olur.»
Bu sözler Şemseddin Bey’i etkiledi ve kendisini en
dişe, korku kapladı; bu yüzden de Malatya’ya doğru yü
rüyüşüne devam etmekte tereddüt etti. O sırada Şah
Tahmasp da gelip Erciş’te durmuş ve Abdullah Han’ı,
Bedir Han Ustaclu’yu ve Menteşe Sultan’ı Ahlat ve Muş
taraflarına saldırmak ve buraları yağma ve talan .etmek
le görevlendirmişti. Bunun üzerine Şamseddin Bey, Kızıl
baş'lar tarafından Rozkari aşiret ve kabilelerine bir ta
kım zararların verilmesinden korktu. Bunun için de Ma
latya’ya gitmekten vazgeçti ve yolculuğunun dizginlerini
Kızılbaş’ların tarafına çevirerek, hizmetçileri, maiyeti ve
öteki adamlarıyla birlikte, itaatini sunmak üzere Tebriz’
in yolunu tuttu. Rozkan ileri gelenlerinden altı kişi ken
disine uymaya ve yanında yolculuk etmeye muvaffak
oldular.
Bu durum karşısında Ulame evhama kapıldı; kendi
sini korku ve endişe sardı ve bu yüzden Bedlis’i boş bı
rakarak, Padişah’m kafilesinin arkasından yürümeye de
vam ederek Diyarbekir’e gitti.
Bedlis Kalesi böylece bir süre muhafızsız ve sahip
siz kalınca, sonunda Osmanlılar Amurk, Xwet (Huvit),
Poğnad ve Kerene nahiyelerini Bedlis eyaletinden ayı
(550) 135 N o.’lı n o ta bakınız.
rarak bir sancak haline getirdiler ve yönetimini de Ulame'nin teklifi üzerine, Şeyh Emîr Bılbasî’nin oğlu İbra
him Bey’e verdiler. İbrahim Bey de gidip Amurk, Kelhok ve Poğnad kalelerini ele geçirdi; beklendiği gibi, Ka
lender Ağa’nın hatırım da saymadı. Kalender Ağa ise,
yanlarında Rozkan’lılardan 400 kişi bulunan Dede Bey
Qewalisî (Kavalisi) ile Mîr Muhammed Nasıraddin’le it
tifak ederek, Bedlis Livasının beyine karşı başkaldırdılar;
sonra da vatandan ayrılıp Azerbaycan tarafına gitmeyi
tercih ettiler.
Bu liderlerin gelmesinden sonra Şaİı Tahmasp Şem
seddin Bey’le ilgilenmeye, kendisini ve maiyetindekileri
son derece iyi ağırlamaya başladı. Ayrıca kendisini «Han»
lakabıyla taltif etti ve Şemseddin Bey o tarihten sonra
«Şemseddin Han» diye anılmaya başladı. Şah kendisini
büyük komutanların arasına kattı ve ona Serab bölge
siyle diğer bazı yerleri verdi. Daha sonra şartlara göre
kendisine başka yerler vermeye başladı; bazen Merağa
ve dolaylarını, bazen Demavend ve Darülmerz’i, bazen
de Irak'taki Kerherud, Cehrud ve Ferahan’ı verirdi.
Fakat Şemseddin Han çoğunlukla, yaz kış Şah’ın ya
nında. bulunurdu. Rozkan ileri gelenlerinden 150 kişi
yi, Şah’ın büyük muhafızları ve saygıdeğer yaver subay
lar arasına katmıştı; Şeyh Emîr Bılbasî ile Dede Bey
Qewalisî (Kavalisi) bunlardandı; bunların ikisi
«geri
yüzbaşı» rütbesine yükseltilmişlerdi.
ö te yandan, Dede Bey, Mîr Muhammed ve Kalen
der Ağa, daha önce de geçtiği gibi yurttan ayrılınca, Diyarbekir Beylerbeyi Hüsrev Paşa’nın gönlünü, İbrahim
Bey’den yana endişe ve korku sardı. Bu nedenle, Diyarbekir’e gitmesi için kendisini çağıracak birisini yanma
gönderdi. Fakat İbrahim Bey Hüsrev Paşa’dan korku
duyarak, Diyarbekir'e gitmenin sonucundan endişe etti.
Bu yüzden de bir yandan kaleleri sağlamlaştırıp güçlen-
dirmeyc, bir yandan da emre uymakta gevşeklik ve ge
cikme göstermeye başladı. Bu durum yüce eşiklere arzedilince, bütün Kürdistan beylerine, birlikte İbrahim Bey’
in üzerine yürüyüp kendisini yakalamaları için emir ve
rildi.
Beyler de yüce emre uydular; uygulamak için ha
rekete geçtiler; ve İbrahim Bey’i Kelhok Kalesi’nde ku
şattılar. Kuşatma altındakilerin durumu
ağırlaştı. So
nunda İbrahim Bey barış istemek ve özür dilemek zorun
da kaldı; kardeşi Kasım Ağa’yı, affedilmesini istemek
üzere Hüsrev Paşa’ya gönderdi. Paşa ise, akendisinin
şahsen gelmesi şartıyla suçları affedilecek» diye cevap
verdi. Fakat İbrahim Bey, Paşa’nm yanına gitmeye eği
limli değildi, öteki kardeşi Şeyh Emîr'i, kendisini kuşat
makta olan beylere göndererek onlara kendisinin karde
şi Şeyh Emîr’i, beylerin kale üzerindeki kuşatmayı bir
kaç gün kaldırmaları için mehil istemek üzere Paşa’ya
göndereceğini, böylece kendisinin özür ve af dilemek üze
re bizzat Paşa’nın yanma gitmek imkanını bulabileceğini
bildirdi. Beyler bu haberleri ve teklifi Paşa’ya arzedincc de, Paşa yalnız bunları kabul etmemekle ve bunlara
razı olmamakla kalmadı aynı zamanda İbrahim Bey’in
kardeşi Kasım Bey’e ağır bir ceza verdi ve kendisini der
hal öldürdü; ayrıca öteki kardeşi Şeyh Emîr'in de hemen
öldürülmesi ve İbrahim Bey üzerindeki kuşatma çembe
rinin daraltılması için de emir verdi. Fakat Şeyh Emîr,
işin içyüzünü bazı tanıdık ve dostlarından öğrendi ve
akşam namazı için abdest almak fırsatından yararlana
rak beylerin yanından çıktı; hızlı yürüyerek otların ve
ormanların arasına girdi; ormanlar arasından
gizlene
gizlene ilerleyerek Hakkari aşiretinin yanma vardı ve
oradan Kızılbaş’ların tarafına kaçtı.
İbrahim Bey’in kulaklarına, kardeşi Kasım A ğa
nın öldürüldüğü ve kardeşi Şeyh Emîr’in de Kızılbaş’la-
nn tarafına kaçtığı haberi gelince, gönlü karar kılmadı ve
kendini Amurk Kalcsi’nden attı; orada da kalmayarak
Kızılbaş'ların tarafına göçetmek zorunda kaldı. Bunun
üzerine, kalede kuşatılmış olanlar, barış istemek ve aman
dilemek zorunda kaldılar. Hazzo Hükümdarı Bahaddin
Bey’in çabalan sayesinde beyler bu isteği yerine getir
diler ve kuşatma altındakileri, kendilerine hiçbir eziyet
vermeden kaleden çıkardılar; sonra da her üç kaleyi de
yıkıp tahrip ettiler.
ö te yandan, İbrahim Bey Tebriz’de ne Şah Tah
masp tarafından, ne de Şemseddin Han’dan hiçbir ilgi
görmedi ve hatırı sayılmadı. Bu yüzden iki yıl sonra Os
manlI ülkesine dönmek, vc lam boyun eğmek alameti
olarak kefenini ve kılıcını boynuna asarak Gazi Sultan
Süleyman’ın eşiklerine gitmek zorunda kaldı. Bu durum
karşısında Sultan kendisini affının kapsamı içine aldı ve
suçlarını örterek, kalan ömrünü geçirmesi için kendisi
ne Rumeli sancaklarından birini verdi. Orada kalan İb
rahim Bey, sonunda köleleri tarafından orada öldürüldü.
Şeyh Emîr ise başlangıçta Şah’ın büyük ilgisini ka
zandı; o kadar ki saraydaki Kürt muhafızların reisliği
görevine atandı. Fakat afyon çekme ve bol miktarda al
ma düşkünü olduğu için, sonradan hem Şah’ın, hem de
diğer hizmetçilerin, devlet erkanının ve öteki insanların
gözlerinden düştü. 965 (1558) yılında ölünceye kadar da
bu durumda kaldı, öldüğü zaman Şirvan'da bu satırların
yazarının katip vekili bulunuyordu.
Dede Bey ise Tahran Korucuları Geri Yüzbaşısı gö
revinden azledilerek, Rozkaniı koruculardan 40 kişi ile
birlikte, babamın(ÎS1) ve oğlunun vekilliğine tayin edildi;
965(1558) yılında da Gürcistan’da şehit oldu.
ö te yandan Şemseddin Han, Saraydan nihai olarak
ayrıldı ve bu görevden nefret etmeye başladı. Kendisinin
(551) Şem seddin H a n ’ın. (M.E.B.)
ve maiyetindekilerin geçimine tahsis edilen Isfahan Şehri
gelirlerinden, 200.000 Osmanlı akçası değerinde olan 100
tumanlık gelirle yetinerek yalnızlığı ve inzivaya çekilmeyi
tercih etti. Ayrıca kendisinden vergi veya rüsum alın
maması ve o şehirde ikamet etmesi konusunda kendisine
bir «Tarhanî» (?) berat verdiler. Bunun üzerinden 10
yıl geçtikten sonra, Şah İsmail, Kahkaha Kalesi’nden
çıkıp Kazvin’de saltanat tahtına geçince, saygıdeğer ba
bamı Kazvin’e getirecek birini gönderdi.
Fakat yaşı ilerlemiş olduğu ve o sırada 67 yaşına
ulaştığı, bu ömrün çoğunu gam, keder, elem ve umut
arasında geçirdiği, ayrıca keyif verici ve uyuşturucu bi
leşimler de kullandığı için, akli dengesi bozulmuştu ve
bu haliyle sultanların sohbetine, hakanların meclislerine
layık değildi. Ayrıca insanlardan ve onlara karışmaktan
o kadar nefret eder duruma gelmişti ki, yalnızlık onun
ikinci karakteri haline gelmişti.
«Kendilerini senin için yalnızlığa verenler, başka
larını anmayarak susarlar
«Sen hatırda olunca, başkaları unutulur gider.»
Evet, bu uzun süre içinde erkek ve kız çocukların
dan ve bütün Rozkan aşiretinden ayrı düşmesi, kendi
sinde kötü bir etki bırakmıştı. Fakat bu seferki gelişi,
küçük büyük bütün çocuklarının, Rozkan’lıİarın ve ileri
gelenlerinin Kazvin’de bulundukları bir sıraya rastladı.
Bu durum da, kendisinin sonsuz derecede sevinmesine ve
ferahlamasına yolaçtı.
Fakat o günlerde hastalığı ağırlaştı ve «hoşnut ol
muş, hoşnut edilmiş olarak Rabbine dön» diyen Rabbinin çağrısına uyarak, ve onun «o, hoşnut olduğu bir
yaşayışta, yüce bir cennettedir» yüce sözüne kulak ve
rerek, yüce ruhu rahmeti bol olan Rabbinin civarına
yükseldi.
Mesnevi:
«Geçip gitti o bu geçitten
■Bu yoldan geçmeyen kim var ki?
■Yokluğa gider yolu, her var olanın
«Ve kılıç afetinden kurtulamayacak o
«Ebedi cennet olsun onun anma yeri
«Allah'ın Sarayında olsun, onun geniş yeri.»
Şemseddin Han -Allah kendisine rahmet etsin-, var
lık safhası üzerinde iki erkek çocuğu bıraktı; bunlar, bu
yaprakların karalayıcısı Şeref ile kardeşi Haleftir.
Halef Bey, bazı zamanlarda Şah Tahmasp’m koru
cuları arasında koruculuk görevi yapardı. Birkaç yıl da
«Geri Yüzbaşı» görevinde bulundu. Daha sonra Şah
Sultan Muhammed zamanında beylik rütbesine ulaştı ve
Hamza Mirza’nm yakınlarından biri durumuna geldi. Bu
Mirza’nın öldürülmesinden sonra ise, Halef Bey, mer
hum Sultan Murad’ın(5S2) tahtına itaatini arzetti ve ilgi
sini, güvenini kazandı; o kadar ki kendisine Eleşkird ve
Melazkird Sancağı görevini verdi.
EK(3a>
Kınık Kanatlı Ba Hakir ve Fakirin Doğumnndan 1005
(1597) Yılı Olan Şimdiye Kadarki Danımlan
Hakkındadır*3543
Fazilet ve kemal sahiplerince, bilim ve üstünlük
adamlarınca da açıkça bilindiği gibi, bu başlangıcı an
latmaktan amaç ve bu girişi serdetmekten maksat, bu
kırık kanatlı fakirin, doğduğu günden, hayır ve mutlu
(552) M urad UT. (M.A.A.)
(553) 26 N o.’lı n o ta bajunız.
(554) Bu bölüm ün b aşındaki fa rs ç a şiir, y a z a n a doğu şu a
d an ve öğrenim inden b a h se ttiğ i için çevirm eye lüzum
görm edik. (M.A.A.)
lukla kapanan şimdiki akıbetine kadarki durumunu açık
lamaktır. Bu konuda özet olarak derim ki:
Ulu babam, başından geçen kaderler gereğince, şart
ların ve olayların etkisi altında alışılmış vatanını terk
edip ,ve bilinen meskeninden ayrılıp Acem ülkesinde ko
nakladığı zaman; bu zayıfın annesiyle nikahlanmıştır.
Annem, Emîr Han Musıllu bin Külabi Bey bin Emîr Bey’in kızıdır. Emîr Bey, Tokat Bayındırlı diye tanınmıştır.
Kendisi Haşan Bey Bayındırlı*5553 zamanında büyük vali
lerin büyüklerinden ve ulu komutanların temel direklerindendi. Haşan Bey'in, önce Karabağ’da Sultan Ebu
Said Gurgan’la ve sonra Bayburt düzlüğünde Gazi Sul
tan Mehmed Han’la *5563 yaptığı savaşlarda Emîr Bey’in
.ölmez kahramanlık, hareketleri ve nadir görülebilen ce
saret örnekleri görüldü. Bu nedenle, Haşan Bey, Erzin
can ve dolaylarının yönetimini kendisine verdi. Erzincan
Kasabasındaki cami, medrese gibi hayır eserleri hâlâ
gözler önündedir.
Sözün kısası, babamın o ülkeye göç etmesinden ye
di yıl sonra, bu az talihli, hakir ve zayıf, Irak’taki Kum’a
bağlı Kerherud kasabasında, «tuşkan yıl »a (?) rastlayan
949(1543) yılının 20 Zilhicce tarihinde, Emîr Han’ın kı
zından doğdu. Doğduğum yer, Kerherud kadılarının evle
riydi. Bunların yüce soyu, bilginler ve fazilet sahipleri
arasında yüce şan ve yüksek mevkie sahip olmakla ün
yapmış olan Kadı Şüreyh El-Kufî'ye ulaşır. Bu saygıde
ğer aileden, Kufe’den ayrılıp bu ülkeye geldiklerinden be
ri her zaman ve her yerde bilginlerden ve faziletlilerden
büyük bir topluluk yetişmiştir. Bu yüce ailenin bereket
leri ve mübarek eserleri sayesindedir ki, Allah beni, ço
cukluk günlerimden, 50 yaşma vardığım, hatta 50’yi ge
çip 60’ın sınırlarına geldiğim şimdiye kadar, bilgilerine
(555) U zun H aşan. (M .E.B.)
(556) F a tih . (M .E.B.)
göre hareket eden bilginlerin arasına katılmaya ve kamil
fazilet sahipleriyle birlikte oturmaya muvaffak etti. Q
kadar ki, bu faziletli bilginlerin ve çok saygıdeğer adam
ların arkadaşlığından hiç ayrılmadım.' Şair demiştir ki:
«Ey Cami! Vücut
süsünden ve gösterişten temiz
len^57*
«Temiz ruhlu olanların ayaklarının toprağı ol
«Ulaşabilirsen eğer bu toprak sayesinde bir Kürd’e,
«Mağaralarda yaşayan bir Kürd’e, mertliğe erersin
sen de.»
Merhum Şah Tahmasp’ın yürüttüğü ve güzel bir
yol olarak izlediği iyi adetlerden ve güzel geleneklerden
biri de, beylerinin evlatlarını ve komutanlarının çocukla
rım, henüz küçük çocuklar oldukları sırada, has hare
mine almaktı. Bundan maksadı, onların da kendi şehza
deleri ve saygıdeğer çocuklarıyla birlikte olmaları, onun
yüce himayesi ve mübarek ilgisi altında aynı terbiyeyle
yetişmeleri ve özel bir ilgi görmeleriydi. Bu çocuklar ora
da Kur'an, fıkıh ve şeriat hükümlerini okurlar; dindarlı
ğa, beden ve ruh temizliğine sarılmaya, dindar ve gü
nahlardan sakınan adamlarla ve seçkin, kanaatkar, gü
venilir kimselerle birlikte oturmaya alışırlardı. Şah ayrı
ca, onları kendi haremine almakla, kendilerini müfsit şe
rirlere ve pervasız ahlaksızlara karışmaktan uzak tutmuş
olurdu. Onlara, yüce sarayına gelen bilginlere ve fazilet
sahiplerine hizmet etmek görevini de verirdi. Bu çocuk
lar erginlik çağına varınca askeri bilgiler, yani atıcılık,
binicilik, değnek oyunu, ata binmek ve daha başka sa
vaş kuralları üzerine, ve bu arada insani kurallar ko
nusunda eğitim görmekle görevlendirilirlerdi.
Allah rahmet etsin, Şah, zaman zaman şöyle derdi:
«Zevklerinizin incelmesi, karakterlerinizin
doğrulması,
(557) Bu şiiri İ ra n şa ir ve tasavvufçusu A b d u rrah m an Ca*
m i’dcD aldığı an laşılm ak tad ır. (M .E.B.)
zekalarınızın açılması ve yeteneklerinizin ortaya çıkma»
için, resim ve nakış sanatım öğrenmeye de ilgi gösterme
niz gerekir.»
«Doğruluktan ve içten gelen her bakış
«Gerçekte bir kimya iksiridir
«Temiz insanların himmeti elverirse eğer
«Dikenlerden bile taptaze güller çıkar.»
İşte bu mübarek kural üzerine, ben de dokuz yaşı
ma geldiğimde, 958 (1552) yılının aylarında Has Hare
me alındım ve ihtisas meclisine girmekle şereflendim; o
yüce şanlı ve yüce ahlak sahibi Şah’ın, o yumuşak huylu
adil Hükümdarın ailesi arasında kaldım ve onun has
hizmetçilerinin safında yer aldım. Sonra 961(1555) yılın
da, saygıdeğer babam, büyük Şah’ın sarayındaki görevin
den istifa edip yalnız kalmayı ve inzivaya çekilmeyi ter
cih edince, Rozkan aşireti ittifakla, yönetimin bu fakir
ve zayıfa verilmesi konusunda Şah Tahmasp’a dilekle
rini sundu. Bunun üzerine, bu dilek gereğince, ben 12 ya
şındayken, beylik göreviyle şereflendirilmem konusunda
Şah’m emri çıktı ve ben, Şirvan’a bağlı Salyan ile Mahmudabad bölgelerinin bana verilmesiyle taltif edildim.
Adı geçen bölgelerde, üç yıl yönetim görevinde kal
dıktan sonra, bu fakirin lalası, kıluvuzu ve vekili olan
Şeyh Emîr Bılbasî, Allah’ın rahmetine kavuştu. O za
man Salyan bölgesini benim yönetimimden ve egemenli
ğimden aldılar. Bunun üzerine ben de, o sırada Harkan
yazlığında ve ovasında bulunan Şah’m Sarayına yeniden
iltihak ettim. Bu sefer beni, Hemcdan Valisi olan dayım
Muhammedi Bey’in yanma verdiler. Dayım da babam
gibiydi. Bu alicenap dayım da, bu zayıfı kendi asilzade
Çocukları arasına aldı; ve beni kızıyla evlendirdi. Şah
Tahmasp da şefkat göstererek bana, Rozkan aşiretinin
işlerini Hemedan tarafından yönetmem için maaş ve
ödenek ayırdı.
Böylece bu şehirde de üç yıl kaldık. Bu arada Sul
tan Bayezid‘in(55S) Şah Tahmasp’ın sarayına iltica etme
si, yakalanması ve Rum ülkesinden(559) elçilerin, mektup
ların gelmesi olayı çıktı. Bu durum, Şah’ın, babamı tek
rar Kazvin’e getirtip, Rozkan beyliği ile, Kum’a bağlı
Kerherud bölgesini kendisine vermesine ve onu o ta
rafa göndermesine yolaçtı.
Birkaç yıl sonra ise, merhum babam, isteği ve ar
zusuna uygun olmayan beylik görevinin güçlüklerinden
usandı ve Şah’tan, bu görevden affedilmesini diledi. Şah
da bu görevi, giderleri ve görevlilerine yapılacak mas
raflar Isfahan mâliyesinden ödenmek üzere, ve bu faki
rinde Kazvin’de onun üzengisiyle birlikte olması şartıyla
yeniden bana verdi. Ben de iki yıl sürekli olarak yanında
kaldım ve hiç ayrılmadım.
Daha sonra ilahi irade, Biye Valisi Han Ahmed
Geylanî’nin esir düşmesini ve merhum Şah'ın, adı geçen
Han’ın vilayetini nihai olarak egemenliği altına alma
sını dileyince, Şah, bu fakiri, bazı Kızılbaş komutanla
rıyla birlikte bu görevi yerine getirmekle görevlendirdi.
Bunun nedeni de, Kızılbaş komutanlarının çoğunun, halk
arasında adalet ve eşitlik kurmak işini, merhum Şah’m
arzu ve temenni ettiği şekilde yapmamalarıydı. Hatta on
lar çoğunlukla, o ülkenin halkına zulüm ve baskıda ileri
giderlerdi. Oysa bu zayıfın tutumu onlarınkinin tersineydi. Çünkü bu zayıfın, yaratıcıyı ve halkı memnun et
mekten, ve şartlar ne olursa olsun adaleti yürütmekten
başka bir arzusu yoktu. Şairin dediği gibi:
«Şahların oturma arkadaşları ileri görüşlü kimseler
o ls a
(558) K anuni S u lta n S üleym an'ın ogtu gehzade
(M .E.B.)
(559) 135 No. lı n o ta bakınız.
Bayezld.
«Dünya dayanağı olan o şahların gönlünce makbul
olurlar
«Böylece hem zalimlerin gönlünü yakabilirler
«Hem de adalet isteyenlerin yaralarına merhem sü
rebilirler. *
Ben de o bölgedeki halk ve vatandaşlar arasında,
doğru teraziyle ve Şahın rızasını da gözeterek adalet ve
insafı dağıttım. O kadar ki, Allah rahmet etsin, Şah, bar
zı temsilciler aracılığıyla, bana defalarca gönderdiği yü
ce emirlerinde benden memnun ve hoşnut olduğunu be
lirtir ve şöyle derdi: «Senin mutlak adaletin, nadir gö
rülebilen alicenaplığın, üstün cesaretin, vatandaşlara ve
bütün insanlara olan sevgin, memleketin her tarafında
ki adamlarım ve temsilcilerim nezdinde kendini göster
miştir; bu nedenle, Allah her iki dünyada da senin yü
zünü ağartsın.»
Sözün kısası, o adaletli Sultan’m rızası ve kabul
olunan duası sayesinde, giriştiğim işlerde elde ettiğim
başarı, beni o derece ileri götürdü ki, süvari ve piyade
olmak üzere bütün mevcudunun sayısı 450 kişiyi geç
meyen benim ordum ile, Geylan bölgesi sultanlarından
birinin oğlu olup, o bölge halkının başına sultan olarak
tayin etmiş olduğu Sultan Haşim adında birisinin ordu
su arasında cereyan eden savaşta parlak bir zafer ka
zandım. Bu savaşta Sultan Haşim’in ordusunun mevcudu
18.000 süvari ve piyadeye ulaşıyordu. Savaş alanında
Geylanlılar’dan 1.800 kişi kadar öldürüldü; öyle, ki, bun
ların kellelerinden üç minare kuruldu. Bu parlak ve açık
hareketten başka, bu zayıf, birçok ilahi feyizler ve kuşku
götürmez gaipten fetihler elde etmiştir ki; bütün bun
lar, hayatı boyunca kendisine uğur ve bereket getirmiş
tir.
ö te yandan, Geylan havasının kirli olması ve bü-
nun sonucu olarak orada her zaman birçok yerli hasta
lığın yaygın bulunması, Rozkan aşiretinin eğitim gör
müş ve tecrübe sahibi olmuş adamlarının çoğunun ölü
müne sebep oldu. Bu yüzden, en yakın fırsatta, bu veba
lı bölgeden gitmeye çalışmayı düşündüm. Nihayet o böl
gede yedi yıl geçirdikten sonra, işin gerçeğini ve bu ko
nudaki arzumu yüce Şahlık Hazretlerinin tahtına arzettiğim zaman, Allah rahmet etsin, Şah, Kazvin'e dönüp,
onun yüce emri gereğince ulu tahtına refakat etmeme
izin verdi. Ne var ki, Kızılbaş’ların durumu o sırada es
kisi gibi birlik ve düzen içinde değildi; tersine liderler ve
komutanlar arasındaki ihtilaf ve anlaşmazlıklar son de
rece şiddetlenmişti; Kızılbaş aşiretleri ve oynaklan sü
rekli bir mücadele ve karşılıklı komplo kurma içine gir
mişlerdi. Merhum Şah da, yaşlanmış ve vücutça zayıfla
mış olduğu için, onları disiplin altına almaktan, hak ve
düzeni eski durumuna döndürmekten aciz kalmıştı. Bü
tün bu durumlar, ortalığı silip süpürecek olan kanlı olay
ların ve yokedici durumlarm çıkacağını adeta ihtar edi
yordu.
İşte bu durumlar karşısında, bu fakir, başkentte
oturmamasınm ve beklenen gelişmelerin içine dalmaktan
uzak durmasının, öncelikle faydalı olacağını düşündü.
Bu nedenle, Şah’m merhametinden, kendisini, İran ülke
sindeki bölgelerin birinin yönetimiyle görevlendirmesini
diledi. Bunun üzerine Haşmetlu Şah, Şirvan bölgesinde
ki bazı kesimleri bana verdi; Rozkan aşiretinin geçimi ve
giderleri için de, o bölgede bulunan Tcrakemat, Areş,
Akdaş, Kabale, Baku ve Kenarab gibi özel Şahlık em
lakinin bir kısmını tahsis etti. Sonra bana, Şirvan Vilayeti’ne gidip oturmam için izin verdi.
Şirvan’da sekiz ay kaldıktan sonra merhum Şah
Tahmasp’ın ölümü, Kazvin’de başgösteren ayaklanma
lar, Sultan Haydar MLrza'nın öldürülmesi, İsmail Mir
za’nm tutuklu bulunduğu kaleden çıkarak saltanat mer
kezi Kazvin’e geldiği konularında haberler gelmeye baş
ladı. İsmail Mirza, bu fakirin adına mübarek bir hüküm
göndererek, benden, Şirvan’dan yanma gitmemi istedi.
Orada bana Kürt beylerbeyliği görevini verecekti, ben de
hizmetinde olacaktım; ve Kürdistan, Loristan,
Goran
beyleri ve hükümdarları ile öteki Kürt aşiretlerinin işle
rini yönetmem, bunların önemli olanlarını yüce eşiklere
arzetmem için, her zaman onun yüce maiyetinde ve eş
liğinde bulunacaktım. Böylece bütün bu Kürt beylerinin
ve komutanlarının küçük büyük bütün işlerini benim eli
me ve emrimin altına verdi; bu meselelerde istediğim
gibi karar verebiliyordum.
Ulu Şah bana o kadar saygı gösterdi ve kadrimi okadar yükseltti ki,. Kızılbaş ileri gelenlerinin gönlünde
çirkin bir kıskançlık ve gayretkeşlik dolaşmaya ve onla
rı bana karşı harekete geçirmeye başladı. Müfsitler bana
karşı komplo ve beni ortadan kaldırma ipliklerini doku
yup tezgahlamaya koyuldular. Şah’a gizlice, benim, bazı
Kızılbaş komutanlarıyla birlikte kendisine karşı komplo
hazırladığımı ve kardeşinin oğlu Sultan Hüseyin Mirza’yı Iran ülkesinin başına Şah olarak getirmeye çalıştığı
mızı söylediler.
Bu Şah İsmail, aslında kararsız bir mizaca sahip
olduğu ve bir karar üzerinde durmadığı, kalede tutuklu
bulunduğu şuada sürekli olarak afyon kullandığı ve bu
yüzden, bir aydan fazla kimseyle dostluk ve oturma ar
kadaşlığı yapması mümkün olmadığı için; gayretkeşlerin
giriştikleri bu bozgunculuklar ve jurnallar, onun indinde
de geniş bir alan ve verimli bir gelişme tarlası buldu.
Bunun sonucu olarak Şah, bazı adamları öldürdü; bazı
larını da tutukladı ve azletti. Yüce Allah’a muhtaç olan
ben fakire gelince; bana Nahcivan Hükümeti'nin veril
mesi gerekçesiyle, şehirden çıkarılmamı emretti; yanıma
bir de, Azerbaycan’a kadar muhafızlığımı yapacak bir
askerî birlik verdi.
Şüphesiz bu beklenmedik hareket, Allah tarafından
bana bir müjde, yada işaret, onun ilahi feyizlerinden biri
oldu. Çünkü bu geliş, uygun bir zamanda, bilinen vata
nıma ve meskenime dönmem için bana fırsat verecekti.
Nitekim, Nahcivan Hükümeti’nde bir yıl dört ay geçir
dikten sonra, Bedlis Eyaleti’nin bana verildiği konusun
da adil ve ulu Sultan, kudretli ulu PadişaTı, mahir ve tec
rübeli siyaset adamı, merhum vc mağfur Sultan Murad
Han’ın*5603 bir berat çıkardığı müjdesini aldım. Bu da
Van Beylerbeyi Hüsrev Paşa’nm, Hakkari Hükümdarı
Zeynel Bey’in ve Haşan Bey Mahmudî'nin çabaları sa
yesinde oldu. Bunlar bana şu haberi gönderdiler:
«Padişah’m Hüsrevce ve asil şefkat duyguları, son■uz padişahça iyilikleri seni kapsamına aldı vc irsi hak
kını, senden ve ulu ailenden alınmış olan vilayetini sana
geri verdi. Artık huzur içinde ve gönül rahatlığıyla asli
vatanına dön.»
Bunun üzerine, «her şey kökenine döDer» ünlü sö
züne uyarak, 986(1579) yılının 3 Şevval günü, bana bağ
lı ve benimle beraber olan ve 200 kişinin benim Rozkan
aşiretimden olan 400 kişiyle birlikte Nahcivan’dan ayrıl
dım. Van askerlerinin ve Kürdistan beylerinin değerli
yardımı ve desteği sayesinde üç gün içinde Van şehrine
ulaştık. Orada, yüce Allah’a muhtaç olan bu fakire büyük
saygı ve ilgi gösteren, beni dostça ve saygıyla şehirde mi
safir eden ve gerçek durumum hakkında yüce Padişahlık
tahtına derhal ayrıntılı bir rapor sunan Hüsrev Paşa ile
görüşmek şerefine kavuştuk. Onun bu raporu üzerine
cömert Padişah, Mustafa Çavuş’la, Bedlis Eyaleti’nin
bana verildiğini tekrarlayan yeni bir beratla birlikte, Mı-
-sır Çerkeş sultanlarından Sultan Kudvan‘ın(i61> Hazinesin*den Padişahlık Hâzinesine geçmiş olan ve benzeri az bu
lunan bir altın kılıçtan ibaret Padişahlık armağanını gön
derdi. Mustafa Çavuş ayrıca ulu vezirlerden ve özellikle
Vezir-i Azam Mehmed Paşa’dan(542) mektuplar getirdi.
Bunlardan başka, Allah’a muhtaç olan bu fakire, mu
zaffer Padişahlık Kuvvetleri Komutanı Serdar Mustafa
Paşa’dan da bir diğer değerli hil’at ve altın bir kılıç gel
di. Bütün bunlar, emsalim ve akranım arasında beni im
tiyazlı bir duruma getirdi. Böylece ben de, muradıma ka
vuşmuş olarak babalarımın nimetinin ve atalarımın dev
letinin merkezine döndüm. Şairin dedi gibi:
«Allah’a şükürler olsun ki, kendisinden her ne diledimse
«Kendi himmetiyle yerine getirdi ve mutlu oldum
ben de.»
Ben de bu adaletli, meziyetli ulu Sultan’a, Şirvan,
<}ürcistan ve Azerbaycan ülkelerini fethetmek amacıyla
büyük ordular gönderdiği günden itibaren geçen on yıl
içinde, hizmet etmekten bir an bile geri kalmadım. Bu
süre içinde savaşta, vuruşmada, yürüyüş ve manevralar
da, onun yüce üzengisiyle, başarılı ve muzaffer üzengi
siyle beraberdim; onun uğur ve ikbal getiren himmetinin
dizginlerinin eşliğinde bulundum. Bunun sonucu olarak
merhum Sultan -Allah cennetinin Firdevslerini ona mes
ken kılsın- kendisine içten bağlı olan bu ince duyguluya(563), inci ve akik döktüren zarif kalemiyle dört tane
Padişahlık yazısı yazarak şöyle dedi:
«Muhibb-i Sadıkım Şeref Han!,
«Senin, tahtımıza olan bağlılığın ve devletimizin hiz(561) G aliba «K üavunsdur. (M.A.A.)
(562) Sokullu M ehm ed P aşa. (M .E.B.)
(563) Y azar kendirli k astediyor. (M.E.B.)
metinde gösterdiğin cesaret ve fedakarlık, en açık delil
lerle tarafımızdan görüldüğünden, bizim sana olan şef
katimiz ve ölümsüz çalışmalarını takdir edişimiz, yüksek
derecelerin en sonuna ulaşmıştır.»
ö te yandan, Serdar Ferhad Paşa'nın, Erivan’ı isti
la edip oriada bir kale yaptırdığı 991(1584) yılında, ba
na ve Şam Beylerbeyi Haşan Paşa’ya, hazine ve cepha
neleri nakledip Tiflis ve Gürcistan tarafına ulaştırmak
görevini verdiler. Bu seferde de benim açık hizmetlerim
görüldü. Bunun karşılığında, bölgelerimin genişletilmesiy
le taltif edildim ve Bedlis Eyaleti’ne, 200.000 akça kar
şılığında, Muş Nahiyesi’yle ona bağlı bazı has köyleri de
ilhak ettiler; böylece bütün hassalarımm toplamı 410 Os
manlI akçası oldu.
Ulu Al-ı Osman sultanları ve yüce hakanları za
manında, kadir ve saygı kazanan hükümdarlardan ve ko
mutanlardan hiçbiri, bu zayıfın, o ulu sultanlardan gör
düğü yüce şana ve yüksek kadre ulaşamamıştır.
Ve ben, Peygamberin Hicreti’nin 1005 (1597) yılının
Zilhicce ayının sonuna rastlayan bugün, yüce şanlı Ha
kan, Eb’ü’l-Muzaffer Sultan Mehmed Han‘ın(364> -Allah
onu zamanın ve olayların afetlerinden korusun- devleti
ve bereketi sayesinde, irsi Hükümetimi yönetmekteyim.
Yalnız ben şimdi, doğrudan doğruya hükümet etmeyi
terketmiş ve onun ağır yükünü taşımayı bırakmış; bu
görevi, doğru yolda olan, iyi ahlakla ahlaklanan şanlı
oğlüm Eb’ü’l-Meali Şemseddin Bey’e vermiş bulunmak
tayım. Allah onun ömrünü uzatsın ve kadrinin yüksekli
ğini kat kat artırsın.
Yazarların adetlerinden biri de, çocuklarına, nasi
hat ve öğüt niteliğinde olan bazı sözler söylemek oldu
ğundan, ben de Mevlana Camî’nin -Allah ona rahmet
etsin- Hiredname^*®' adlı kitabından birkaç beyit nakle
diyorum:
«Gel, ey ciğerparem, biricik oğlum!
«Kulak ver şu cevher gibi öğütlerime
«Sedef gibi temizle içini
«Cevher serpiyorum çünkü ben, kulak ver bana
«Sana vereceğim öğütler ve yapacağım nasihatleri
«Dinle ve ona göre hareket et
«Büyükler dinin emirlerini öğretirlerken
«Halka nasihat etmeyi amaç edinirler
«Bundandır ki, önce, ‘içini temiz tut doğrulukla,
«Sabahları parlak olarak doğan Güneş gibi’ derler
«Her işinde Allah’a karşı doğru ol
«Çünkü ancak doğrulukla işini başarıyla bitlrebi-,
lirsin
«İşinde ona güvenirsen eğer sen
«önüne çıkmaz senin hiç bir engel ve güçlük
«Ve düşmanların çatlayacak senin bu başarıların
dan,
«önündeki bütün işler de kolaylaşır
«Yok ona güvenmezsen işlerinde, sadece kendine
güvenirsen,
«Her yandan gelen başarısızlık oklarına hedef olur
sun
«Mizacında kötü bir huy meydana gelirse bir gün
«Onu en iyi ilaçla tedavi etmeye bak
«öfke şişesine vur yumuşak huyluluk taşım
«Ve yıka cahillik kirini bilim suyuyla
•Boş bir kafa ve boş bir gönülle oturma koltuğa
«Uç kısma ayır bütün gece ve gündüzlerini:
«Birinci kısmı bilim öğrenmekle geçir
«Çünkü bilgisizlik, ayıp ve yüzkızartıcı olmaktan
başka bir şey değildir
«İkinci kısım olarak da bildiklerini uygula
«üçüncü kısımda ise bilginlerin peşinden git
«Oku, eskilerin de yenilerin de kitaplarını
«Görürsün ki o zaman, her ülkede nice kırallar
«At koşturmuşlardır şahlık meydanlarında
«Fakat heveslerinin peşinden gitmişler o meydan
larda
«Oturma kötü ahlaklı kimselerle birlikte
«Çünkü sen de kötü ahlaklı olursun onların huyun
dan
«Aldığın kötü huylarla, iyi sıfatlardan uzaklaşırsın
hepten
«Ve düşerken bu duruma, farkında bile olmazsın
bu işLa
«Ne güzel söylemiş çift süren saf köylü,
«‘Üzüm üzümün rengini alır’ diye
«Herkesle candan dost olmaya kalkma sakın
«Ve aldanma her tanıdığının guleryüzüne
«Dünyada senin başına gelen dertlerden çoğu
«Denemeden dost olduğun tanıdıklardan gelir
«Şu değirmenin dönmesinden gelen her haksızlık
«Hep tanıdıktan tanıdığa gelir
■Çabucak yıkılır iki kişinin yönetiminde olup da
«Her birinin kendi başına buyruk olmak istediği
saltanat
«Siyaset gününde kamu işlerini
«Yeteneksiz kimselerin eline verme sakın
«Sakın verme böylelerinin eline ülkenin işlerini
«Verirsen şayet, kargaşalığa ve harap olmaya uğ
ratırsın ülkeni
«İşinde bir güçlüğe uğrarsan eğer
«Ve onu yenmek için beyhude giderse harcadığıntüm çabalar
«Bil ki ileri görüşlülükle çözümlenir tüm meseleler
«Fakat sabır ve sükunetle olmalı bu da
«Yeteneksiz kimseyi eğitmekle uğraşma boşuna
«Verme bir Hindu’nun eline şakilik kasesini
•Kötü kişi, makam sarhoşluğuyla daha da beter
olur
«Güçlendi mi o, ejderhaya dönüverir çabucak
«Reayanın işlerinde güçlük çıkarma sakın
«Allah ne verdiyse sana, onlara ver sen de
«Yumuşak bir dille konuş seni dinleyenlerle, elin
den geldiğince
«Çünkü bu şekilde sözlerini dinlerler ancak şevkle
«Zeki ve akıllı olmanın da delilidir yumuşak dil
«Katılık, tehevvür, sertlik ise akılsızlığın, deliliğin
delilidir
«Danıştığın kimselere tevazu göster
«Senden daha bilgili, daha akıllı ve daha yüksek
kadirlidir çünkü onlar
«Temiz kalbli, iyi niyetli ol herkese karşı
«Ve insaflı ol Allah’ın kullarına karşı
«Bu sözleri yazmakla dili yoruldu artık kalemin
«Ve karardı kağıdı, bu yazıların yazıldığı mektubun
«Bilgin ne güzel söylemiş, ‘birisinin,
«Kimsenin bulunmadığı bir evde dahi bir harf söy
lemesi
«Kalbinin köşesinde gizlemesinden
«Ve diline almamasından daha iyidir’ diye.»
Kürdistan hükümdarlarıyla ilgili haberlerin ve ulu
beylerinin ilginç eserlerinin cevherleri arasında araştır
ma yapanın kalemi, başarının da kendisine eşlik etmesi
sayesinde, ilk aşamadan şimdiye kadar bu yazıları yazıp-
mürekkeplemeyc muvaffak olduğu için, artık şimdi, cn
iyisi ve en güzeli, kitabın Giriş bölümünde de işaret etti
ğimiz gibi, Osmanlı sultanları ile onların çağdaşı olan
İran ve Turan hükümdarları zamanlarında günümüze ka
dar cereyan eden olayları açıklamaya başlamamızdır.
Burada derim ki:
Şükür Allah’a ki, murada uygun olarak
Sonuna kadar karaladı kalemim şu bilgileri
Ve tamamladı böylecc Kürdistan hükümdarlarının
hikayesini
Yoktur bundan başka söylenecek sözüm vesselam....
TARİHİ KAYNAKLAR
Esed el-Gabe
Tarih-i Al-ı Osman
Yafiî Tarihi
Hiredname
El-Risalet el-İkbaliyye
Ravzat el-Safa
Zübdet el-Tcvarih
Ziynet el-Kulub
Zafername
Feth el-Bilad
Güzide
Mir’at el-Cenan
Metla’ el-Sa’deyn
Nefehat
Nihayet el-İrb
Heşt Behiş
içindekiler
ö n sö i
S
S unuş
7
G iriş
17
1.
# K ü rt T oplulukları ve D urum larının A çıklanm a,.
aı H ak k ın d a d ır
17
Birinci S afha
29
# B İR İN C İ BÖLÜM : D lyarbeklr ve Cezire H ü
k ü m d arları K onusundadır. ...
# İK İN C İ BÖLÜM : «H asanveyh» A dıyla T anınm ış
O lan D inever ve Şeprezor H ü k ü m d arla rı K onu,
su n d a d ır...............................................................................
« ÜÇÜNCÜ BÖLÜM. «Lor-i B üzürk» D iye Ü n T a
p an F adlavt H ü k ü m d arla rı K onusundadır ............
« DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: K üçük Lor V ilayeti K o
n u su n dadır..........................................................................
# B E Ş İN C İ BÖLÜM : «Al-ı Eyyub» A dıyla Ü n Ya
p an M ısır ve Ş am S u ltan ların ın A nıları K onu
sundadır
2.
îk ln ci S afh a
« B İR İN C İ BÖLÜM : E rd e la n H üküm darları H a k .
k ın d a d ır .............................................................................
# İK İN C İ BÖLÜM : «Şenbû» L akabıyla Ü n Y apm ış
O lan H a k k a ri H ü k ü m d arla rı H ak k ın d a d ır
29
31
35
46
71
99
99
107
9 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: «Bahaddinan» A dıyla Tanın
m ış O lan îm adlye H ü k ü m d arları K onusundadır...
9 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM : Uç D ala A y n la n Cezire
Beyleri H akkındadır
135
9
1 B İR ÎN C Î D A L: «Aziziye» A dıyla Ü n Y apm ış Ce
3.
zire H ükü m d arları H a k k ın d a d ır ................
■ ÎK ÎN C Î DAL: G urgil Beyleri H ak k ın d a d ır ...
■ ÜÇÜNCÜ DAL: F ın ık B eyleri K onusundadır
9 B E Ş İN C İ BÖLÜM : «Melikan» Diye Ü n Y apm ış
O lan H asan k ey f H ü k ü m d arla rı H ak k ın d a d ır
139
169
173
Ü çüncü S afh a
188
K ü rd istan ’ın D iğer B eylerinin ve H ü küm darlarının
A n ıla n H akkındadır
B İR ÎN C Î G R U P: ...
9 B İR İN C İ BÖLÜM : Ç em işkezek H ü k ü m d arla rı
H a k k ın d a d ır ..............................................................
a B İR İN C İ D A L: M ıcıngerd B eyleri H akkındadır..
S İK İN C İ D A L: P e rte k H ü k ü m d a rla n H ak k ın d a
dır.
a ÜÇÜNCÜ D A L: Seqem an (S ak am an ) H üküm
d a r la n K onusundadır ..................................................
9 İK İN C İ BÖLÜM: M ırdasi H ü k ü m d arla n H akkın
d a d ır...............................................................................
a B İR İN C İ D A L: «Buldukani» L ak ab ıy la A nılan
E ğ il H ü k ü m d a rla n H a k k ın d a d ır ......................
a İK İN C İ D A L: P alo H ü k ü m d a rla n H akkındadır.,
a ÜÇÜNCÜ DAL: Ç erm ok B eyleri H ak k ın d a d ır...
9 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM : Son zam an lard a «H azzo H ük ü m d â rla n » Diye T an ın an S ason H ü k ü m d a rla n
H ak k ın d ad ır
9 D ÖRDÜNCÜ BÖLÜM : X lzan (H izan) H üküm P’
d a r la n H akkındadır
a B İR İN C İ D A L: X izan H ü k ü m d a rla n ve Bu A dla
A d lan d ın lm a lan n ın N edeni H ak k ın d a d ır
a İK İN C İ D A L: M üks B eyleri H ak k ın d a d ır .........
a Ü ÇÜ N CÜ D A L: Isb ay erd H ü k ü m d a rla n H a k
k ın d a d ır..................
9 B E Ş İN C İ BÖLÜM : K ilis H ü k ü m d arla rı H ak k ın
dad ır ...................................................................................
9 A L T IN C I BÖLÜM : Şârvvan (Ş irvan)
Beyleri
H ak k ın d ad ır
a B İR İN C İ D A L: K urnS Beyleri H ak k ın d ad ır
a İK İN C İ D A L: E ru n B eyleri H ak k ın d ad ır
9 Y ED İN Cİ BÖLÜM : Z ırkan B eyleri H ak k ın d ad ır
a B İR İN C İ D A L: D erzini Beyleri H ak k ın d a d ır
173
188
188
188
195
197
198
202
204
209
216
217
236
236
245
246
248
258
265
266
266
267
■ iK ÎN C t D A L: G ırdıkan B eyleri H ak k ın d a d ır
271
■ ÜÇÜNCÜ D A L: A ta k B eyleri H ak k ın d a d ır
274
■ DÖRDÜNCÜ D A L: Tercıi B eyleri H akkındadır.. 278
0 S E K İZ İN C İ BÖLÜM : Sıwedî (Sıidi) Beyleri
..........
282
H ak k ın d ad ır
• DOKUZUNCU BÖLÜM : Sılem anî (Süleym ani)
Beyleri H a lik ın d a d ır ..................................................... 292
M B İR İN C İ D A L: Qulb (Kulp) ve B a tm a n Beyleri
H a k k ın d a d ır ...............................................................
297
İK İN C İ D A L: M eyyafarqîn (M eyyafarkin) B ey
leri H ak k ın d ad ır
300
İK İN C İ G R U P:
303
• B İR İN C İ BÖLÜM : S ohran H ü k ü m d arla rı ...
• İK İN C İ BÖLÜM : B aban Beyleri H akk ın d ad ır ...
« ÜÇÜNCÜ BÖLÜİYI: M ekrî H ü k ü m d arla rı H a k
k ın d a d ır .............................................................................
• DÖRDÜNCÜ BÖLÜM : B ıradost H ü k ü m d arla rı
H ak k ın d ad ır
...
■ B İR İN C İ D A L: S om ay B eyleri H ak k ın d a d ır ....
■ İK İN C İ D A L: T erkew er (T erkever) ve D avud
K alesi B eyleri H ak k ın d a d ır ...
0 B E Ş İN C İ BÖLÜM : M ahm udîyan B eyleri H ak
k ın d ad ır .............................................................................
0 A L T IN C I BÖLÜM : D m bılî B eyleri
Hakkında,.'
dır ........................................................................................
• Y ED İN Cİ BÖLÜM : Zerza Beyleri H ak k ın d a d ır
• SE K İZ İN C İ BÖLÜM : Istu n î B eyleri H ak k ın d a
d ır .................................................................................
• DOKUZUNCU BÖLÜM : T asni B eyleri H a k k ın
dadır ....................................................................................
• ONUNCU BÖLÜM : K elhür H ü k ü m d arla rı H a k
k ın d ad ır
■ B İR İN C İ D A L: P ılın g an H ü k ü m d arla rı H ak k ın
d ad ır .............................................................................
■ İK İN C İ D A L: D erten g Beyleri H ak k ın d a d ır ...
a Ü ÇÜ N CÜ D A L: M ahideşt Beyleri H ak k ın d a d ır
• O N B İR İN C t BÖLÜM: B ane B eyleri H a k k ın d a
d ır ........................................................................................
• O N İK İN C İ BÖLÜM : G elbağî B eyleri H ak k ın r
d ad ır
303
312
ÜÇÜNCÜ G R U P:
367
■ B İR İN C İ D A L: S iyah M ansur B eyleri H ak k ın
dad ır .......................................................................
■ İK İN C İ D A L: Çegnî B eyleri H ak k ın d ad ır ...
S ÜÇÜNCÜ D A L: Zengine Beyleri H ak k ın d a d ır...
a DÖRDÜNCÜ D A L: P azu k î B eyleri H ak k ın d a d ır
368
372
374
374
321
330
331
333
335
345
353
353
353
353
354
356
357
358
360
•
B İR İN C İ K IS IM : R ozkan A şire tl’nln D urum u ve
Bu A dla A dlandırılm asının N edeni H akk ın d ad ır 410
• İK İN C İ K ISIM : Bedlis H ü küm darlarının Soyu
ve M ensup O ldukları K öken H ak k ın d a d ır .......... 418
• ÜÇÜNCÜ K ISIM : Bedlis H ü küm darlarının E ski
S u ltan lard an G ördükleri S aygı ve İlg i ................ 424
• B İR İN C İ BÖLÜM: M elik E şre f H ak k ın d ad ır ... 424
% İK İN C İ BÖLÜM : H acı Ş eref bin D iyaeddln H a k
k ın d ad ır ............................................................................. 430
• ÜÇÜNCÜ BÖLÜM : E m ir Şem seddln bin E m ir
Hş,cı Ş e r e f ....................................................................... 432
■m DÖRDÜNCÜ BÖLÜM :
E m ir İbrahim H bin
E m ir H acı M u h a m m e d ................................................ 447
• DÖRDÜNCÜ K IS IM : Bedlis H üküm etinin K endi
H ü k ü m d arların ın E linden Ç ıkm ası Bu D ö rt Yön
K ap sam ak tad ır
...
461
■ B İR İN C İ YÖN: E m ir İb ra h im ve O nun E m ir
Ş e re fle O lan Ç atışm ası K onusundadır
461
• İK İN C İ YÖN: E m îr Ş erefin , E m ir İb ra h im ’in
Y erine Bedlis H üküm etini E le G eçirm esi
468
■ Ü ÇÜ N CÜ YÖN: E m ir Ş e re fin , Bedlls’l K ızılbaş
T opluluğundan G eri A lm ası ve B undan S onraki
.........
478
A kıbeti
■ DÖRDÜNCÜ YÖN: E m ir Şem seddln bin Ş eref
H an 'ın D urum u H ak k ın d ad ır
502
E K : K ırık K an a tlı Bu H a k ir ve F a k irin D oğum un
d an 1005 (1597) Yılı O lan Şim diye K ad ark i D u
ru m la rı H ak k ın d ad ır
513
T arih i K a y n a k la r
529
ANT'IN BELG ESEL KİTAPLARI
•
•
•
•
•
•
•
•
•
M A RK SİST EKONOM İ E l. - K İTA B I, 1 cUt E rn e a t M aıu
del, 20 U r a
M A RK SİST
EKONOM İ E E - K İTA B I, II. c ilt E ra e s t
M andel, 20 U ra .
D İN İN TÜRK TO PLUM UNA E T K İL E R İ, M uzaffer Sencer, 12,5 L ira.
T Ü R K İY E’D E KÖYLÜLÜĞÜN M ADDİ
T E M E L L E R İ,
M uzaffer Sencer, 10 L ira
FA ŞİZM VE DEVRİM Cİ H A LK C E P H E S İ, Ç etin özek ,
20 U r a
EM PERY ALİZM , T E K E L C İ K A PİT A L V E TÜRKİYE,
S ed at ö zk ol, 7,5 U r a
Ş E H İR G ER İLLA SI, C arlos M arighella, 7,5 Ura.
HAVANA DURU ŞM A SI, E nzensberger, 276 sayfa, 12.5
lira.
T Ü R K İY E ’D E K A PİTA LİSTİJCŞM E V E S IN IF KAVGA
L A R I, A. Şnurov - Y. Rozallyev, 10 U ra
• Y U N A N İSTA N DOSYASI, K onstantln Ç ukalas, 10 U ra .
m ASYA T İP İ Ü R E T İM TARZI, 352 sayfa, 15 U ra .
• F İL İS T İN ’D E H A LK SAV A ŞI VE ORTADOĞU, N ay lf
H avatm e, 310 sayfa, 10 Lira.
• DOÛU’DA U LU SA L K U RTU LU Ş H A R E K E T L E R İ V. I.
Lenin, 416 sayfa, 15 Lira.
• 27 M AYIS VE YÖN H A R E K E T İN İN S IN IF S A L E L E Ş.
T İR İS t, Dr. H ıknıet Kıvılcımlı, 12,5 L ira.
• D EV R İM A ÇISIN D A N KÖY E N S T İT Ü L E R İ VE TONGUÇ, E n g in Tonguç, 20 L ira.
• K EM A LİST D EVRİM İD E O L O JİSİ, E m in T ü rk Eliçin
15 L ira.
• SOSYAL D EV R İM LER , U LUSAL SAVAŞLAR, N e h n ı’ıl»n In d ra G andhi’yc hapishane m ektupları, 15 L ira.
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
O SM A N LILA RIN
Y A R I SÖMÜRGE OLUŞU, T evflk
Ç avdar, 7,5 L ira.
GİZLİ B E L G E L E R L E B A R IŞ G Ö N Ü LLÜ LER İ, Müalim
Ö zbalkan, 10 L ira.
PENTAGONİZM , J u a n Bosch, 5 L ira.
G E R İ B IR A K T IR IL M IŞ T Ü RK İY E, D r. S ed at Özkol 5
L ira.
H İL A F E T V E ÜM M ETÇİLİK SORUNU, M ehm et E m in
B ozarslan, 12,5 L ira.
O SM ANLI TOPLUM Y A PISI. D r. M uzaffer Sencer, 10
L ira.
ZAPATA, R obert P . Millon, 5 L ira.
MAVİ GÖZLÜ DEV (N azım H ik m et ve sa n a tı) Z ekerlya
S ertel, 10 L ira. (Tükendi)
D İN L E Y A NK EE, W right Mills, 10 L ira.
T Ü R K İY E ’D E İL E R İC İ A K IM LA R Yıldız S ertel, 15 L ira
ÇİZG İLİ D Ü NYA F e rru h D oğan, 5 L ira.
M İL Lİ K U RTU LU Ş C E P H E S İ, D ouglas Bravo, 5 L ira.
D Ü ZEN İN YABAN CİLA ŞMASI, İd ris K üçüköm er, 7,5
L ira, (Tükendi)
A N ARŞİZM D uclos — Cohn B endlt 7,5 L ira.
ROMAN G İB İ S abiha S ertel, 15 L ira.
SİY A H İK T İD A R S tokely C arm ichael 7,5 L ira.
Y A ŞA N TIM Y evtuçenko, 5 L ira.
NAZIM H İK M E T İN P O L E M U lL E R İ K em al SUlker, 7,5
L ira.
SA B A H A TTİN A L t D O SY A SI K em al Sülker, 7,5 L ira.
G ER İLLA N E D İR A lberto Bayo, 5 L ira. (Tükendi)
SAVAŞ A N IL A R I (3. B askı) Che G uevara, 10 L ira.
L İD E R L E R D İYOR Kİ, Abdi İpekçi 10 L ira.
M ARKSİZM İN TEM EL K İT A B I Em ile B urns, (Toplatıldı)
G ER İLLA GÜNLÜĞÜ Che G uevara 10 L ira (T oplatıldı)
Genel D ağ ıtım : A N T Y A Y IN LA R I . P.K . 701 - İSTA N B U L
E lin iz d e k i eserle, A N T Y A Y I N L A R I , T ü r k i y e
h a lk la r ın ın t a r ih i ü z e r in e ü ç y ü z e lli yıl ö n c e y a z ı l m ı ş
b u l u n a n ö n e m l i bir b e lg e y i o k u r l a r ı n a s u n m a k t a d ı r .
B i t l i s H ü k ü m d a r ı Ş e r e f H a n t a r a f ı n d a n y a z ıla n
Ş E R E F N A M E ' n i n b u c i l d i n d e K ü r t ta rih i, y i n e
A N T Y A Y I N L A R I t a r a f ı n d a n y a y ı n l a n a c a k o la n ik in c i
c i l d i n d e ise O s m a n l ı t a r ih i y e r a lm a k t a d ır .
T ü r k ç e o l a r a k ü ç y ü z e lli y ıl d a n beri h i ç y a y ı n
la n m a m ış b u lu n a n Ş E R E F N A M E 'y i , M e h m e t Em in
Bozr<rslan a r a p ç a n ü s h a s ı n d a n g ü n ü m ü z ü n k o n u ş u
lan d ilin e u y g u n o la r a k t ü r k ç e l e ş t i r m i ş , a y rıca ,
ç e ş it li k a y n a k t a r a m a l a r ı s o n u n d a d i p n o t l a r ve
a ç ı k l a m a l a r l a e s e ri b ir k a t d a h a d e ğ e r l e n d i r m i ş t i r .
Ş E R E F N A M E , ge re k yazarın y a ş a m ış o ld u ğ u
çağda, ge re kse o n d a n önceki d ö n e m le rd e cereyan
e t m i ş o la y la r ı b ü y ü k ö l ç ü d e a y d ı n l ı ğ a k a v u ş t u r m a s ı
b a k ı m ı n d a n , s a d e c e t a r ih i bir b e lg e d e ğ il, a y n ı
za m a n d a O sm a n lı t o p lu m u n u n s o s y o - e k o n o m ik
y a p ısın ı açık la ya ra k g ü n ü m ü z ü n a ra ştırm a c ıla rın a
ış ık t u t a n d e ğ e r li bir k a y n a k t ır .
Ç E T İN O F S E T B A S IM E V İ - 2 7 3 2 8 7
2 0 lira