Academia.eduAcademia.edu

Şerefhan Şerefnâme Kürt Tarihi cilt 1

1 z< I İK ŞEREFNAME klirt tarihi LL. 11 1 OL Ş e re f H an LU '/I u (»y o 11 1 11 1 1 — < • z A # an* ANT Y A Y IN LA RI: F a rsç a Y azılışı: B İT L İS , 1597 A ra p ça Y ayım : K A H İR E , 1958 -1962 T ürkçe ilk Y ayını: A N T Y A Y IN LA R I N isan 1971, İstan b u l K ap a k D eseni: İR A N M E N ŞE L İ K Ü R T K İLİM İ Dizgi - B askı: OSMANBEY M ATBAASI Ş e re f Han Şerefname Kürt Tarihi Arapçadan Çeviren: MEHMET EMİN BOZARSLAN ANT YAYINLARI Cağaloğlu, B aşm usahip Sok. 10/2 - İst. Önsöz XVI. yüzyılın sonlarında Bitlis’te hüküm sürmüş olan Şeref Han, uzunbir çalışmanın ve geniş bir araştırmanın ürünü olarak farsça yazdığı ŞEREFNAME adlı bu eserini 1597 yılında tamamlamıştır. Eserin yazarının kaleminden çıkmış elyazması orijinali Oxford Üniversitesindeki Bod­ leian Kütüphanesinde «312» numarada kayıtlıdır. Eser, birincisi 1669 yılında yine Bitlis beylerinden olan Muhammed bin Ahmed Bey Mirza tarafından (İstan­ bul Belediye Kütüphanesinde, M. Cevdet yazmaları ara­ sında ve «0/29» numarada kayıtlıdır), İkincisi de 1681 yılında «Şeniî» mahlaslı bir yazar tarafından (iki nüshası Londra, British Museum’da bulunmaktadır) olmak üzere iki defa arap harfleriyle; üçüncüsü ise 1930’larda Diyarbakırlı öğretmen Süleyman Savcı tarafından (daktilo ile yazılmış olan bir nüshası Diyarbakır Umumî Kütüphane­ sinde, 2065 numarada kayıtlıdır) latin harfleriyle olmak üzere üç defa türkçeye çevrilmiştir. Fakat bu türkçe çeviri­ lerin hiçbiri bugüne kadar basılıp yayımlanmamıştır. 1860 yılında rusçaya ve 1868 yılında fransızcaya çevrilip yayımlanmış olan ŞEREFNAME, 1948 yılında da, Irak Kürtlerinden olup Mısır’da ikamet eden Muham­ med Ali Avni tarafından arapçaya çevrilmiş ve iki cilt ha­ linde, Yahya El-Haşşab’ın her iki cilt için ayrı ayrı yaz­ dığı iki tanıtma yazısıyla birlikte Kahire'de (I. cilt 1958, II. cilt 1962) basılmıştır. Biz de eserin Kahire’de basıl­ mış olan bu nüshasını arapçadan türkçeye çevirdik. Eserin, açıklanması gereken bazı yerlerine açıklayıcı nitelikte kısa dipnotlar koyduk ve bunların sonuna da (M.E.B.) harflerini yazdık. Eserin arapça çevirmeni mer­ hum Muhammed Ali Avni’nin koymuş olduğu dipnotları ise, sonuna yazdığımız (M.A.A.) harfleriyle belirttik. Kitaptaki miladi tarihlerin bir kısmı Muhammed Ali Avni tarafından düşülmüş olmakla beraber, bir kısmı da tarafımızdan konulmuştur. Kürtçe özel isimleri ise latin alfabesiyle yazdığımız gibi, türkçe okunuşlarını da parantez içinde gösterdik. 1603 yada 1604 yılında ölmüş ve Bitlis’teki türbesine gömülmüş olan Şeref Han, kitabın «Dördüncü Safha»sının «Eksinde, kendi hayatı hakkında ayrıntılı bilgi vermiş ol­ duğu için, biz ayrıca biyografisini yazmaya gerek görme­ dik. Eserde sözü edilen aşiret ve yer adlarını arapça nüs­ hasından aynen aldığımız ve bu konuda başvuracak daha başka kaynak bulamadığımız ve daha önce yapılmış türk­ çe çevirileri de incelemek imkânını elde edemediğimiz için, bu adların bir kısmı doğru yazılmamış olabilir. Bunun nedeni, Arap harflerinin öteki dillerin yazılışına elverişli olmayışıdır. Bu gibi adlara rastlayacak okuyucular, bu konuda bize sağlıklı ve gerçeğe uygun bilgi verdikleri tak­ dirde, bunu sevinçle karşılarız. Gerek yazarın yaşamış olduğu çağda, gerekse ondan önceki dönemlerde cereyan etmiş olayları büyük ölçüde aydınlığa kavuşturması bakımından çok önemli bir tarihsel belge niteliğine sahip olan ŞEREFNAME gibi bir eseri, ülkemizin okuyucularına kazandırmış olmaktan mutluluk duyduğumuzu da ayrıca belirtmek isteriz. MEHMET EMİN BOZARSLAN Sunuş Yazar, kafiyeli ve tantanalı bir deyişle, Allah’a hamdı ve Peygamber’e salatı kapsayan bir girişten(1> son­ ra, çağının padişahı olan, Osmanlı padişahlarından Mehmed Han III.’ü, farsçada kullanılması alışılmış bir­ takım yüce nitelik ve övgülerle över; sonra arapça ola­ rak şöyle der: Hakanların, yüce eşiğini öpmekle yüceldikleri; sul­ tanların, yüce tahtını öpmekle şereflendikleri; ehl-i sünnet ve cemaatin koruyucusu; bid’at(2) ve sapıklığın izlerini silen; emrine itaat edilen en büyük sultan; uyul­ ması gereken en adaletli, en mütekamil hakan; Hila­ fet bayrağını adalet ve iyilikle yükselten; mekan ve za­ man safhaları üzerine merhamet ve acuna nişanları di­ ken; her iki başkanlıkla(3> da güçlenmiş olan; her iki (1) Bu g irişin aslı y ad a çevirisi k ita b ın A ra p ça çevirisinde bulunm adığından, tara fım ız d an tü rk çey e çevrilm edi, (M. E. B.) (2) B id 'at, S onradan dine sokulm ak istenen kökensiz ad e ttir. (M. E. B.) (3) ik i b aşk an lık tan biri padişahlık, öbürii de halifeliktir. (M. E. B.) mutluluğu daw elde etmeyi başarmış bulunan; her iki karanın ve her iki denizin(S) sultanı; her iki mübarek Harem’in hizmetçisi(6); iki ö m er’in(7) üçüncüsü; Büyük İskender’in İkincisi; güvenlik yaygılarını her tarafa se­ ren; büyük iyilik sahibi Allah'ın lütuf nazarlarım üzerinde toplayan; zaferlerin babası Sultan Mehmed H an... Yüce Tanrı onun mülkünü ve iktidarını ebedileştirsin ve iyiliği­ ni, lütfunu alemlerin üzerine yağdırsın. Akıl ve basiret sahiplerince açıkça bilindiği gibi; düz­ gün yazan yazarlar, güzel konuşan bilginler, faziletli tarih­ çi ve edebiyatçılar, tarih ve biyografi biliminin, edebî bi­ limlerin en değerlilerinden, en yüksek derecelilerinden ve en önemli yeri işgal edenlerinden olduğu konusunda birleş­ mişlerdir. Bunun nedeni, tarih biliminin ibret verici ders­ ler, açık seçik işaretler, önemli haber ve rivayetler kapsa­ masıdır; hele tarih bilimi, kendisinden beklenen şerefli ve övünülecek amaçları gerçekleştirir ve bu haberleri düz­ gün, güçlü sözlerle, açık ve kolayca anlaşılır bir üslupla aktarırsa... Bunun içindir ki, Ravzat el-Safa adlı tarih kitabının yazan olan ve Mir Hand adıyla tanınan Muhammed bin Hand Şah bin Mahmud, değerli kitabının girişinde şöyle demiştir: «Tarih bilimini öğrenmenin 10 faydası vardır: «1 — İnsanları tanımak. (4) D ünya ve a h re t m utluluklarım kastediyor. (M. E. B.) (5) İk i k a r a ve İki deniz, egem enliğindeki ala n la rın genişli­ ğinden kinayedir. (M .E.B.) (6) İk i H arem , M ekke’deki K abe İle M edine’deki H a z re tl M uham m ed’ln tü rb esid ir; bu şehirlere egem en olan h ü ­ k ü m d arlar, îk l H arem ’in hizm etçisi olduklarını söyler ve b u n u n la övünürlerdl. (M .E.B.) (7) îk l Ö m er’in birincisi H a z re ti Ö m er, İkincisi E m evîlerden Ö m er bin A bdülaziz’dlr, ikisi de ad aletleriyle ta n ın m ışlar­ dır. (M .E.B.) a 2 — Bilinmeyen konuları öğrenmekten duyulan zevk ve sevinç. «3 — Tarih biliminin, fazla külfet ve zorlanmaya ihtiyaç göstermeyecek ölçüde kolay elde edilebilen, ya­ kın çevreden öğrenilebilen ve hafıza gücü üzerine kuru­ lan bir bilim olması. «4 — Tarih biliminin aktardığı çeşitli sözleri öğ­ renmekle, gerçek ile uydurmayı, doğru ile yalanı birbirin­ den ayırdedebilmek. «5 — insanın birçok tecrübeye sahip olması. Dü­ şünürler, tecrübenin insanoğlunun özelliklerinden oldu­ ğunu söylemişler ve tecrübeyi «on akıl»a(8) dahil etmiş­ lerdir. Oysa insan, birçok tecrübeyi tarih okumakla elde eder. «6 — Tarihçinin, ihtilaflı olmayan olaylar konu­ sunda, düşünürlere danışma ihtiyacında olmaması. «7 — Tarihi öğrenmenin, büyük sorunlar ve problemleşen olaylar konusunda, azimli kişilerin iradelerini güçlendirmesi. «8 — Tarih bilgisinin, bu alanda güçlü ve söz sa­ hibi olanlara, büyük olayların ve kara felaketlerin mey­ dana gelmesi sırasında sükünet ve soğukkanlılık sağla­ ması, umut ve cesaret vermesi. «9 — insanın, sürekli olarak tarih okumakla, fela­ ketlerin ve üzücü olayların meydana gelmesi sırasında sebat ve hoşgörünün basamaklarını çıkabilmek gücünü elde etmesi. «10 — Bütün bunlara ek olarak tarih bilgisinin bir de şu faydası vardır: Sultanlar ve kıratlar sürekli olarak tarih kitaplarına baktıkları takdirde, onun aracılığıyla, yüce padişah olan Allah’ın, mülkü dilediğinden almak­ ta ve dilediğine vermekteki kudretinin ölçüsünü anlar­ (8) On akıl, A risto teles’in taksim ine göre akim on m e rteb e, si. (M.E.B.) lar; artık dünya onlara yüz çevirdiğinde aldanıp gurura kapılmazlar ve onlara sırt çevirdiğinde de üzülmezler. Bunun içindir ki, bilge Kur’an, en büyük bilge olan Pa­ dişahın^1 düzenini, ‘onların hikayelerinde akıl sahipleri için ibret vardır’ gibi sözlerle çokça anlatmıştır, s Bu yaprakların yazarı olan, ve doğru yolu gösteren yüce Padişah Allah’a muhtaç bulunan ben Şeref bin Şemseddin -Allah onu dünya ve din mutluluğuna eriştir­ sin-, dinsel bilgiler alanındaki öğrenimini tamamladık­ tan, kesin inanç verici eğitimini ikmal ettikten, Divan(10) işlerini doğru yürütmek için gereken bilgilerle donandık­ tan ve ruhsal olgunluk kazandıktan sonra; gençliğimin ilk günlerinden, hatta hayatımın başlangıcından beri tutku derecesinde sevdiğim konu olan, geçmiş padişah ve kıratların hayatlarını gözden geçirmekle, ve yine tutkun olduğum bir konu olan, geçmiş kavimlerin, halkların ve milletlerin durumlarını incelemekle zaman zaman uğraş­ maya başladım; nihayet bu kutlu bilim ve bu ince sanat alanında üstün bir düzeye çıktım; bunun sonucunda, gü­ cümün yettiği kadarıyla bu alanda yazı yazmaya da gi­ riştim. Bu bilim alanında, benden önce eski ve yeni pa­ dişahların hayatlarım yazan tarihçilerden hiçbirinin yap­ madığı, hatta akimdan bile geçirmediği, bağımsız bir ki­ tap ortaya koymak, benim güçsüz aklımdan geçiyordu. Fakat zaman tarafından çıkarılan engeller, gece gündüz meydana gelen olaylar bu özlemi gerçekleştirmemi en­ gelliyordu. Bu yüzden o amaç, gizlendiği örtünün altın­ da kaldı; bu şekil, bekleme perdesinden çıkamadı; muha,___________ ’ r (9) A llah’ı kastediyor. (M .E.B.) (10) Divan, eskiden h ü k ü m d a rların devlet iğlerini y ö n e ttik ­ leri m ak am (M .E.B.) liflerin rüzgarı her yandan esmeye, kargaşalıklar her va­ diden çıkmaya başladı ve göklere yükseldi; halk darlık içinde, şaşkın ve yollarını şaşırmış bir durumda kaldı; hepsi yakararak, medet umarak dergâha01* sığındı; dille­ rinde, yüce Allah’ın «Tanrı'mız! Gücümüzün yetmedi­ ğini bizlere yükleme» buyruğunun mazmunu denmeye başladı... Derken, yaralı göğüsleriu ve gönüllerin üzerine bir­ denbire, ilahi himmetin yeli esmeye, Tanrı’nm kutsal ışınlarının aydınlığı yayılmaya, ve bu göğüsleri, bu gönül­ leri aydınlatmaya başladı; ve bu yüce şanlı Padişahın*12* uğurlıl adalet ve iyiliği sayesinde zulümler ortadan kalk­ tı; arkasından, güçsüzlerin ve zavallıların gönülleri, ev­ lerinde ve yurtlarında sükunete kavuştu; hayatları düze­ ne girdi; reaya ve uyruklar, güvenlik beşikleri içinde, kaygısız olarak, eksiksiz bir mutluluğun zevkine ermeye başladılar. İşte o zaman ben fakir de, çeşitli çağlarda ve dönem­ lerde hükümdarların ve yöneticilerin gönüllerinde dönen düşünceyi gerçekleştirmeye başladım. Ve o zaman, Al­ lah’ın izniyle, bu konuya özgü tek bir büyük kitap der­ lemeye, ve gerek arapça, gerekse arapça olmayan genel tarih kitaplarında bulduğum olay ve rivayetleri, ayrı­ ca benim duyduğum ve tanık olduğum büyük olayları da bu kitaba koymaya, ve bu kitabı ŞEREFNAME adıyla adlandırmaya karar verdim. Bundan amacım, Kürdistan’ın genel hayatında aktif rol oynayan Kürt ailelerinin güzel anılarının perde altında gizli ve saklı kalmamasını sağlamaktır. Dünyadaki büyük bilginlerin iyiliğinden, fazilet ve (11) A llah’ın d erg âh ın ı kastediyor. (M.E.B.) (12) O sm anlı padişahı M urad III.’Ü kastediyor. K itab ın Dör_ düncii sa fh a ’sının sonundaki E k ’te bu konuda d etay lı bilgi verecektir. (M.E.B.) edebiyat erbabının insafından, bu kitaba kabul ve takdir gözüyle bakmalarını, yanlış ve gözden kaçmış yerlerini düzeltmelerini, eksikliklerini tamamlamalarını, bu yanlış ve eksiklikleri mutlak bir cahillik ve basiret eksikliğiy­ le yorumlamamalarını, tersine bunları, eski çağlardan be­ ri insanın yaradılışında bulunan unutkanlık ve gözden kaçma olarak yorumlamalarım ve şairin şu sözlerine uy­ malarını özellikle rica ediyorum: a Ört hatayı bulduğun zaman, sahibine vurma «İnsan yaradılışı hatadan arınmaz çünkü «Baksana Güneş’e, bu öznel ışığıyla dahi «Hep ekvatorun üzerinden doğru geçmiyor.» d Kitap bir «Giriş», dört «Safha»(13) ve bir de «Ek»ten meydana gelmektedir. GİRİŞ, Kürt ulusuna mensup toplulukların ve halk­ ların soyları, asıllan, kökenleri ve muhtelif çağlardaki durumları ve gelişmeleri konusundadır. BİRİNCİ SAFHA, bağımsızlık ve saltanat bayrağı­ nı yükselten ve bu nedenle tarihçiler tarafından kıral ve padişahlar arasına dahil edilen Kürdistan hükümdar ve yöneticilerinin anıları konusundadır. Bu Safha beş bölümü kapsamaktadır: Birinci Bölüm, Diyarbekir ve Cezire hükümdarla­ rı konusundadır; bunlar «Mervanîler»dir. İkinci Bölüm, «Hasanveyh» ailesi diye Un yapan Dinever ve Şehrezor hükümdarları hakkındadır. Üçüncü Bölüm, «Lor-ı Büzürk»(14) olarak ün yapan «Fadlavî» ailesi hükümdarları hakkındadır. (13) «Safha» sözcüğü, «büyük bölüm, a n a bölüm» k arşılığ ın ­ d a k u llan ılm ıştır; K itabın a ra p ç a çevirisinde «sahlfe» şeklinde geçen bu sözcüğü biz «safha» şeklinde aldık. (M.E.B.) (14) «Büyük Lor» dem ektir. (M .E.B.) Dördüncü Bölüm, «Küçük Lor» hükümdarları ko­ nusundadır. Beşinci Bölüm, «Al-ı Eyyub»(15) adıyla ün yapan Mısır ve Şam sultanları konusundadır. İKİNCİ SAFHA, bağımsızlık ve saltanat ilanı dere­ cesine ulaşmamakla birlikte, bazen tek başlarına sikke kestirmiş ve minberlerde kendi adlarına hutbe okutmuş olan büyük Kürdistan hükümdarlarının anıları hakkın­ dadır. Bu safha da beş bölümdür: Birinci Bölüm, Erdelan hükümdarları konusunda­ dır. ikinci Bölüm, «Şenbû» diye ün yapan Hakkari hü­ kümdarları konusundadır. Üçüncü Bölüm, «Bahadinan» adıyla ün yapmış olan îmadiye hükümdarları konusundadır. Dördüncü Bölüm, «Boxto» (Bohto)(16) diye ün yap­ mış olan Cezire hükümdarları konusundadır; bu bölüm de üç «dal»,(l7> kapsamaktadır: Birinci Dal Cezire hü­ kümdarları, ikinci Dal Gurgil hükümdarları, Üçüncü Dal ise Fınık hükümdarları konusundadır. Beşinci Bölüm, «Melikan»(IB) adiyle tanınmış olan Hısnkeyfa(l9) hükümdarları hakkındadır. ÜÇÜNCÜ SAFHA: Kürdistan’m diğer hükümdar ve beylerinin'201 anıları hakkındadır. Bu safha da üç «grup»u(21> kapsamaktadır: (15) E yyubîler. (M.E.B.) (16) B ohtîler, B ohtanlılar. (M.E.B.) (17) «Dal» sözcüğünü arap çad a k i «şube» sözcüğünün k a rşı­ lığı o la ra k kullandık. (M.E.B.) (18) M elikler, k ırallar. (M .E .B .)' (19) H asankeyf. (M.E.B.) (20) «Bey» sözcüğünü arap çad a k i «em îr» (prens) k arşılığ ı o la ra k kullandık. (M.E.B.) (21) «Grup» sözcüğünü arap çad a k i «fırka» k arşılığ ı o la ra k kullandık. (M.E.B.) Birinci Grupta dokuz bölüm vardır: Birinci Bölüm, Çemişkezek hükümdarları konusun­ dadır; o da üç daldır: Birinci Dal Mıcıngerd beyleri, İkin­ ci Dal Pertek hükümdarları, Üçüncü Dal da Seqeman (Sakaman) beyleri konusundadır. İkinci Bölüm, Mırdasî hükümdarları konusundadır ve üç dalı kapsamaktadır: Birinci Dal Eğil hükümdarla­ rı, İkinci Dal Palo (Palu) hükümdarları, Üçüncü Dal Çermok (Çermik) beyleri konusundadır. Üçüncü Bölüm, son zamanlarda «Hazzo hüküm­ darları» diye tanınan Sason beyleri konusundadır. Dördüncü Bölüm, Xizan (Hizan) hükümdarları ko­ nusundadır ve üç daldır: Birinci Dal Xizan hükümdar­ ları, ikinci Dal Müks beyleri, Üçüncü Dal Isbayerd bey­ leri konusundadır. Beşinci Bölüm, Kils (Kilis) hükümdarları konusun­ dadır. Altmcı Bölüm, Şerwan (Şirvan) beyleri hakkındadır, üç dalı kapsar: Birinci Dal Kıfre (Küfra) beyleri, ikinci Dal Erûn (Eruh) beyleri, Üçüncü Dal Kum£ (Kurte, yada Korte) beyleri konusundadır. Yedinci Bölüm, Zırkan beyleri konusundadır; bu da üç dalı kapsamaktadır: Birinci Dal Derzini beyleri, ikinci Dal Gırdıkan (Kardıkan) beyleri, Üçüncü Dal Atak (Hetax) beyleri, Dördüncü Dal Tercıl beyleri konusunda­ dır. Sekizinci Bölüm, Sıwâdî (Sıvîdi) beyleri konusun­ dadır. Dokuzuncu Bölüm, Sılemanî (Sılivanî) beyleri hak­ kındadır ve iki daldan meydana gelmektedir: Birinci Dal Qulb (Kulb) ve Batman beyleri, İkinci Dal da Meyyafarqîn (Menyafarkin)(22) beyleri konusundadır. (22) D iy arb a k ır'ın S ilvan ilçesi (M .E.B.) İkinci Grup, 12 bölümü kapsamaktadır: Birinci Bölüm, Sohran hükümdarları konusundadır. İkinci Bölüm Baban hükümdarları konusundadır. Üçüncü Bölüm, Mekrî hükümdarları hakkındadır. Dördüncü Bölüm, Bıradost hükümdarları hakkın­ dadır ve iki dal kapsamaktadır: Birinci Dal Wu.şnî (Eşnû yada Eşne) beyleri, İkinci Dal da Somay beyleri hak­ kındadır. Beşinci Bölüm, Mahmudî beyleri konusundadır. Altıncı Bölüm, Dınbılî beyleri konusundadır. Yedinci Bölüm, Zerza beyleri konusundadır. Sekizinci Bölüm, Istunî beyleri konusundadır. Dokuzuncu Bölüm, Tasni beyleri konusundadır. Onuncu Bölüm, Kelhur beyleri konusundadır ve üç dal kapsamaktadır: Birinci Dal Pılıngan hükümdarları, İkinci Dal Derteng hükümdarları, Üçüncü Dal Mahideşt beyleri konusundadır. Onbirinci Bölüm, Bane beyleri konusundadır. Onikinci Bölüm, Terza beyleri konusundadır. Üçüncü Grup, «Goran» adıyla ün yapan Iran Kürtleri hakkındadır ve üç dal kapsamaktadır: Birinci Dal Siyah Mansur beyleri, ikinci Dal Çegni beyleri, Üçün­ cü Dal Zengine beyleri, Dördüncü Dal da Pazukî beyle­ ri konusundadır. DÖRDÜNCÜ SAFHA, yazarın babaları ve ataları olan Bedlis(23) beylerinin ve hükümdarlarının anıları hak­ kındadır; bu da bir giriş(24), dört kısımC25) ve bir ek kapsamaktadır: (23) Bitlis. (M.E.B.) (24) B u rad aki «Giriş» sözcüğünü arap çad a k i «fatiha» (b aş­ langıç, açılış) k arşılığ ın d a kullandık. (M.E.B.) (25) B u rad ak i «kısım» sözcüğünü, k ita b ın a ra p ç a çevirisinde k ullanılan «satır» sözcüğünün ¡karşılığı o la ra k kullan,, dik. (M.E.B.) (26) B u rad a k i «Ek» sözcüğünü arap çad ak i «zeyl» sözcüğü­ nün k arşılığ ı o la ra k kullandık. (M.E.B.) Giriş, Bedlis şehri, bu şehrin kimin tarafından han­ gi nedenle kurulduğu ve ünlü kalesi konusundadır. Birinci Kısım, Rozkan aşireti ve o aşiretin bu adla adlandırılmasının nedeni konusundadır. İkinci Kısım, Bedlis hükümdarları, onların soyları ve Bedlis’e nasıl ve ne zaman geldikleri konusundadır. Üçüncü Kısım, Bedlis hükümdarlarının çeşitli çağ ve zamanlarda büyük sultan ve kıratlardan gördükleri saygı belirtileri, itibar ve değer çeşitleri konusundadır; bu da dört bölümdür: Birinci Bölüm Melik Eşrefin du­ rumu hakkındadır. İkinci Bölüm Hacı Şeref bin Diyaeddin’in durumu hakkındadır. Üçüncü Bölüm Emîr Şemseddin bin Hacı Şeref hakkındadır. Dördüncü Bölüm Emîr İbrahim bin Emîr Hacı Muhammed hakkındadır. Dördüncü Kısım, Bedlis hükümdarlarının hükümet­ lerinin Bedlis’te sona ermesine yolaçan neden ve etken­ ler konusundadır; dört yön(27) kapsamaktadır: Birinci Yön, Emîr Şeref ile Emîr İbrahim arasında çıkan çatışma konusundadır. İkinci Yön, Emîr Şerefin Emîr İbrahim’i yenerek Bedlis’de yönetimi ele alması konusundadır. Üçüncü Yön, Emîr İbrahim’in Bedlis kalesini Kızılbaş grubundan geri alması konusundadır. Dördüncü Yön, Emîr Şemseddin bin Emîr Şerefin durumu konusundadır. Ek, bu satırların zayıf yazarı ve derleyicisinin, doğ­ duğu günden, şimdi 1005 olan Hicrî (1597) tarihe kadarki durumu konusundadır. EK(28), ulu Osmanlı padişahlarının durumları, İran ve Turan’m büyük hükümdarlarının olayları ile, çeşitli ülkelerde ve muhtelif zamanlarda bunlara çağdaş olan kıral ve beyler hakkındadır. (27) «Yön» sözcüğünü, k ita b ın a ra p ç a çevirisindeki «vecih» sözcüğünün k arşılığ ı o la ra k kullandık. (M.E.B.) (28) Bu ck, kitab ın a n a bölüm lerinden b iri olan e k tir; D ör­ düncü S afh an ın son bölüm ü olan elde b ir ilgisi yoktur. (M.E.B.) Giriş ■ Kürt Toplulukları ve Durumlarının Açıklanması Hakkındadır. Rivayet edenler derler ki: Kürtlerin aslı vc çok olan toplulukları konusunda çeşitli sözler ve birbiriyle çelişen çeşitli rivayetler vardır. Bu rivayetlerden biri, bazıları­ nın öne sürdükleri gibi şudur: Kürtler, beyinlerinin alınıp Dahhak (Bivrasb)’ın iki omuzu üzerinde meydana gelen kansere benzer bir çı­ bana sürülmesi için öldürülmekten, boğazlanmaktan, baş­ ları kesilmekten kaçarak dağlara ve engin yerlere dağılan insanların soyundan gelmişlerdir. Dahhak, Bişdadîler’in, büyük hükümdar Cemşid’den sonra İran ve Turan tahtı­ na oturup ülkelere tasallut eden beşinci hükümdarıydı; o kadar Allah’tan korkmaz ve sakınmaz cebemıt ve haddi­ ni aşmış bir hükümdardı ki, bu yüzden bazı tarihçiler, şiddet ve ceberrutundan ötürü tarihte Şeddad sanıyla ün yapan hükümdarın ta kendisi olduğunu öne sürmüşler­ dir. Nitekim güçlü şairlerden biri onun niteliği hakkında şöyle demiştir: «Kader, yedi iklim(29) topraklarının «Şeddad karakterli Dahhak’e boyun eğmesini istedi «Bu din düşmanının koyduğu esaslar «Geçmiş adaletli şahların gidişine uymuyordu «Çünkü onun döneminde yaygınlaşan söz şuydu: «Onun dönemi, dönemlerin en kötüsüdür.» Bu hükümdarın yaradılışındaki ceberrut ve aşırı şid­ dete rağmen, yüce Allah kendisini, iki ejderha ve yıla­ nın başına benzer iki kemiğin çıkmasıyla müptela kıldı; bu, hekimler tarafından «kanser» denilen bir hastalıktı. Bu garip hastalıktan, yakalandığı acı ve ıstırap nöbetle­ rinden dolayı, Dahhak’ın rahatı iyice kaçtı. Ayrıca, bu hastalığı iyileştirmeye girişen ve tedavisini üzerine alan hünerli tabipler ve mütehassıs hekimler de, bu uğurda olanca çabalarını harcamalarına rağmen, çaresizlik için­ de kaldılar. Nihayet günün birinde mel’un şeytan, Dahhak’i muayene etmek ve ona iyileştirici bir ilaç salık ver­ mek isteyen bir tabip kılığında çıkageldi. Bu tabip Dahhak’le karşılaşır karşılaşmaz, «senin iyileşmen, bu kan­ serli çıban başına genç insaııoğullarının beyinlerinin sü­ rülmesine bağlıdır,» dedi. Esef edilecek durum, yönetici­ lerin de bu mel’unun öğütüne uygun olarak hareket et­ meleri oldu. Rastlantı olarak acı durdu, ıstırap da tama­ men hafifledi. Kansere beyin sürüldükçe hasta kendilini iyi hissediyordu artık. Bunun üzerine iş başındaki yetkililer, günde iki ki­ şinin öldürülmesine ve beyinlerinin alınarak kansere, hiç iyileşmeyen bu garip hastalığa sürülmesine karar verdi­ ler. Bu durum, taşıdığı yüzkarası zulme ve açık haksızlı­ ğa rağmen bir süre devam etti. Sonunda, günde iki kişi­ yi öldürüp beyinlerini almakla görevli adamın gönlü iğ­ (29) İklim , eski b ir c o ğ ra fy a ölçüsüdür ve b irçe şit «kıta» a n ­ lam ın a k u llan ılm ıştır; bu ölçüye göre o za m a n dünya yedi iklim e ay rılm ıştır. (M.E.B.) rendi; alicenap bir duygu ve acıma kendisine galebe çal­ dı; sonra, günde bir kişi öldürmekle yetinmeye, onun beynine bir kuzu beynini eklemeye ve öbür kişiyi gizlice serbest bırakıp, kendisine şehir ve meskun yerleri terketmesini, insanoğlunun izlerinden hali bulunan dağları ve engin yerleri yurt edinmesini tenbih etmeye karar ver­ di. Bu insancıl davranış, yani her gün bir kişinin serbest bırakılması, meskun olmayan arazideki bir alanda, bir­ çok diyelek konuşan ve çeşitli topluluklardan gelen insanoğullarından büyük bir topluluğun meydana gelmesi­ ne yolaçtı. Bunlar evlendiler ve ürediler; sonunda çocuk­ ları ve torunları bütün o geniş yöreleri doldurdular ve bütün bu insanlara «Kürt» adı verildi. Bunlar, uzun süre uygarlık eserlerinden ve meskun yerlerden uzak kaldıkları, kendi kültür ve sanatlarını, uygarlık durumlarını, bilinen diyelek ve dillerini unut­ tukları için, kendilerine özgü bir dil ve bağımsız birtakım durumlar ortaya çıkardılar; sonra alçak ovalara ve yük­ sek dağlara yayıldılar; oralarda tarım, hayvancılık, tica­ ret gibi uygarlık eserleri meydana getirmeye; dağ başla­ rında köyler, kaleler ve şehirler kurmaya başladılar; son­ ra birçok toplulukları varlıklı oldu ve ovalara, tepelik yer­ lere de girdiler. Bir rivayet daha vardır ki, şöyle der: Kürtlerin bu adla adlandırılmalarının tek nedeni, aşırı cesaretleri ve savaşçılıklarıdır. O kadar ki, kavga alanlarında, savaş meydanlarında ve diğer çetin durumlarda tehevvür ve pervasızlıkla nitelendirilmişlerdir. Bazı düşünürler de, «Kürtler, Allah’ın, üzerlerinden perdeyi kaldırdığı bir cin topluluğudur», demişlerdir. Ba­ zı tarihçiler de, cinlerin, Havva’nın kızlarıyla evlendikle­ rini, onlardan da Kürtlerin doğduğunu öne sürmüşlerdir. Bilgi Allah indindedir ve o, her şeye kadirdir. Kürt topluluk ve aşiretleri dil, gelenek ve sosyal du­ rumlar yönünden dört büyük kısma ayrılırlar: Birinci kısım, Kurmanç; İkinci kısım, Lor; Üçüncü kısım, Kelhur; Dördüncü kısım, Goran. Kürtlerin memleketinin sınırları, Okyanus’tan ayrı­ lan Hürmüz Denizi'301 kıyısından başlar; bir doğru çizgi üzerinde oradan Malatya ve Maraş illerinin nihayetine kadar uzanır. Böylece bu çizginin kuzey tarafını Fars, Acem Irak’ı,'311 Azerbaycan, Küçük Ermenistan ve Bü­ yük Ermenistan teşkil eder. Güneyine ise Arap Irak’i, Musul ve Diyarbekir illeri düşer. Bununla birlikte, bu insanların soyundan birçok halk ve kabile, doğudan ba­ tıya kadar birçok ülkede yayılmışlardır. Kürt topluluklarının çoğu aşırı cesaret ve tehevvür­ le, alabildiğine mert ve cömert olmakla tanınmışlardır. Ayrıca yaradılıştan, büyük bir hamiyete sahip, son dere­ ce onurlu ve aşırı derecede mağrurdurlar. Bunda o ka­ dar aşırı giderler ki, dağlarda ve ovalarda açıkça yol kes­ mekle ve gasıp yapmakla tanınmayı, hırsızlık yapmaya ve anîden saldırıya geçmeye tercih ederler; bu da son de­ rece büyük bir cüret ve nadir rastlanılan bir cesaret is­ ter. Çünkü bu kibar sıfatlan ve seçkin nitelikleri elde etmek uğrunda birbirlerini yokederler. Başkalarının ver­ dikleriyle sürdürülecek değersiz bir hayat elde etmek uğrunda namertlere avuç açmamak ve iyilik, yardım is­ teyerek eğilmemek için canlarını tehlikelere, vartalara atarlar. Oysa kuşkusuz, onlar o davranışlarıyla, şu gü­ zel şiirin mazmunundan habersiz bulunurlar: «Bir gümüş tanesine el uzatmak (30) B a sra körfezi. (M.E.B.) (31) G üneybatı İ r a n ’d ak i H u zlstan eyaleti. (M .E.B.) «Onun hırsızlık ve gasıpla birbuçuk danak^*2' alarak kesilmesinden daha iyidir.» Onlar adeta, «sonuçları düşünen adam cesaret sa­ hibi olmaz» diyen ünlü söze uymak için candan çalışır­ lar; işlerin sonuçlarını çoğunlukla, hatta bazen hiç dü­ şünmezler. Bu yüzden dünyanın genel işlerinden ve önemli meselelerinden uzak kalırlar; hatta çoğu zaman bu işlere ve meselelere önem bile vermezler. Kürt topluluklarının çoğunluğu Sünnîdir ve İmam-ı Şafii -Allah’ın rahmeti üzerine olsun- mezhebine bağlıdır. İslam şeriatıyla hareket etmekte, yaradılmışlarm efendi­ si olan Hazreti Muhammed’iıı -onun ve büyük al ve as­ habının üzerine salat ve selam olsun- sünnetine ve doğru yolu gösterici büyük halifelerin yoluna uymaya yönelmek­ te sağlam azimleri vardır. Bundan ötürü, bakarsın on­ lar, namaz, hac, zekat ve oruç gibi dinin esaslarını ken­ dilerine öğreten İslam bilgilerinin sözlerine uyarlar; çün­ kü onların bu işlere büyük tutkusu ve sağlam bağlılığı vardır. Yalnız Musul ve Şam dolaylarında dolaşan Tas­ ni, Xaldî (Haldi), Besyanî, Bohtî (bir kısmı), Mahmudî, Dmbılî gibi Kürt aşiretleri böyle değildir. Çünkü bunlar, Mervanî (Emevî) halifelerine ve zincirine bağlı olan Şeyh Adiyy bin Müsafir’in tabi ve müritlerinden olduklarını iddja eden Yezidîlik mezhebine bağlı bulunmaktadırlar. Onların, özet olarak uydurma inançlarına göre, Mu­ sul dolaylarındaki Laleş dağında gömülü bulunan Şeyh Adiyy bin Müsafir, onların namaz ve orucunu yerine getirmeyi kendi üzerine almış ve kendilerini bu yüküm­ lülükten kurtarmış; namaz ve orucu bırakmakla işledik­ leri günah karşılığında bir hesap vermeden ve ceza gör­ (32) D anak, E sk i b ir İ ra n p a r a birim idir. (M.E.B.) meden cennete girecekler. Onların zahirî bilginler (U) ve İslam din bilginlerine karşı açık düşmanlıkları ve sert kin­ leri vardır. Kürdistarida, özelikle, bu sırada akılcı bilimlerin kaynağı, edebî ve şer’î bilimlerin çıkış yeri olan îmadiye’de birçok büyük bilginler ve örnek faziletli adamlar var­ dır. Kürtlerin akılcı bilimler öğrenimine, nakli bilimler ik­ maline, özellikle hadis, fıkıh, sarf ve nahiv(34) kelam (35> mantık ve edebiyata karşı büyük tutkuları vardır. Islami bilimlerde kullanılan kitapları aralarında büyük bir şevk­ le incelerler ve bu kitaplara alabildiğine sarılırlar. Onla­ rın bu bilimlerin bir kısmı alanında çok değerli eserleri vardır; ama bu eserler, büyük şöhrete ulaşmamışlardır. Çünkü, Kürtler, İran ve Turan hükümdar ve sultanlarının topladıkları resmî toplantılarda ve edebî meclislerde tak­ dir edilen ve sahibine çıkar sağlayan şiir, inşa(36>, güzel yazı yazma gibi edebî ve sosyal bilimleri öğrenip bir çıkar aracı olarak kullanmaya iltifat etmezler. Bundan ötürü de, yüksek İdarî makamlar ve yüce bilim rütbeleri almaktan uzak dururlar. Kürtlerin büyük çoğunluğu, sıradan adamları bile, anne ve babalarına karşı son derece saygılı, misafirperver olup, Islamm şartlarına ve emirlerine uygun hareket eder­ ler; bu konuda tam bir inanca sahiptirler; velinimetlerine bağlılık uğrunda canlarım ve en değerli varlıklarım dahi feda ederler. ■ Anlaşıldığına göre «Kürt» adı, aşırı cesaretlerinden ötürü bir nitelik, bir lakap olarak kendilerine verilmiştir. Bunun kanıtı, geçmişteki ünlü kahramanların ve tanınmış (33) (34) (35) (36) O b jek tif o la ra k hüküm veren bilginler. (M .E.B.) S a rf ve nahiv, A rap dilbilgisinin iki dalıdır. (M .E.B.) K elam , İnançla ilgili dinsel bilim. (M .E.B.) İnşa, A ra p edebiyatının b ir dalıdır. (M .E.B.) yiğitlerin çoğunun, bu kahraman ulusun arasından çık­ mış olmalarıdır. Örneğin, Keykubad071 döneminde yaşayan ünlü kah­ raman Rüstem bin Zal onlardandır. Bu kahraman Sistan (Sicistan) bölgesinde doğmuş olduğu için Rüstem-i Zabit diye ün yapmıştır. Şehname’nin yazarı şair Firdevsî, onu Rüstem-i Kiird diye tanıtmıştır. Acemistan kralı Hürmüz bin Nuşirevan döneminde «ıspahsalar»081 olan Behram Çupin de yine Kürt’tü; kendisi Türkistan ve Horasan’da yetişmiş ve buraların savaşlarında ün yapmıştı. Kürtîler ve İslam dönemindeki Gûrî sultanları091 bunun soyandandır. Cesaretinin ünü ufuklara yayılan Girgin Milad da yine Kürt’tür. Yaşadığı dönem üzerinden 4,000 yıl geçtiği hal­ de, soyundan gelen torunları hâlâ, Fars’ın001 güneydoğu­ sundaki Lar vilayetinde bağımsızlıklarını korumaktadır­ lar; iktidarlarında herhangi bir değişiklik olmamıştır; kimi zamanlarda tam bağımsız olmuşlar; tek başlarına hutbe okutur ve sikke bastırırlardı; kudretli padişahlar, onlardan aldıkları az miktardaki hediye ve armağanlarla yetinir ve yönetimlerine karışmazlardı, önceleri Bursa şehrinde mü­ derris olan, sonra Osmanlı Sultam Orhan'ın sadrazamı olup Hayreddin Paşa adıyla ün yapan Mevlana Taceddin-i Kürdi de yine Kürt’tü. Zamanın ilginç, dönemlerin ve günlerin nadir insanlarından biri olan, sevdadan ak­ lını oynatan âşıkların başı ve ıstırap, acı çeken vefakar­ ların reisi; yani, aynı zamanda İran hükümdarlarından, Hiisrev Perviz’in de sevdiği Şirin'e olan aşkı, delilik dere­ cesine varan sevdası ve sevgisi uğrunda büyük zahmetle­ re ve dehşet verici sıkıntılara katlanan Ferhat ise, Kelhur Kürtleri’ndendi. (37) tr a n K eyanî devletinin kurucusu. (M.A.A.) (38) O rdu k o m u tan ı (M.A.A.) (39) A fg a n ista n ’ın G ür bölgesinde yerleşm iş b ir kabiledeD çıkan h anedan (M .E.B.) (40) İ r a n ’d a b ir eyalet. (M .E.B.) Kürtler birbirlerinin sözüne uymazlar; aralarmda it­ tifak ve işbirliği yoktur. Merhum Sultan Murad Han’ın141* müderrisi Mevtana Sadeddin142*, Osmanlı ailesinin olay ve tarihlerini yüksek, düzgün bir ibareyle kapsayan türkçe tarihinde143*, bu duruma işaret ederek, Kürtler’in niteliği ve yaradılışı konusunda şöyle diyor: «Her biri, dağ dorukla­ rında ve vadi derinliklerinde tek başına ve özgür olarak yaşamayı tercih ederek, keyfince ve münferit yaşama bay­ rağım kaldırır. Allah’ın birliğini ifade eden Müslümanlık­ taki kelime-i şehadetten başka, onları birbirine bağlayan bir bağ yoktur.» Bu ulusun kendi arasında ittifak bulunmamasının ne­ deni konusunda, halk birtakım acayip hikayeler anlatır. Derler ki: Hazreti Muhammed’in peygamberliğinin ünü ufuk­ lara yayüdığı, islamiyetin çağrı sesinin yankısı dünyanın her tarafına yansıdığı, ülkelerin kıralları ve memleketlerin iklimlerin sultanları bu yeni görünümle ilgilenip, bu yüce Efendinin önünde eğilmek ve ona bütün içtenlik ve coşkuluklarıyla itaatlerini sunmak şerefini kazanmak istedik­ leri zaman; o sırada Türkistan’ın en büyük hükümdarların­ dan biri olan Oğuz Han, Medine-i Münevvere’de -onun sakinine en üstün selam olsun- bulunan, Peygamberlerin övüncü ve yaradılmışların Efendisine144* bir heyet gönder­ di. Bu heyetin başında da, Kürt büyüklerinden ve ileri gelenlerinden Buğduz adlı bir kişi vardı; kendisi çirkin görünüşlü, kaba, katı kalbli, ele avuca sığmaz bir kişiydi. Çirkin görünüşlü, iri yapılı bu elçi, Peygamber’in -salat ve selam onun üzerine olsun- gözüne görününce Peygamber’in canı sıkıldı ve ondan şiddetle nefret etti. Elçiye, kabilesi (41) M urad m . (M .E.B.) (42) H oca Sadeddin E fendi (M.E.B.) (43) K itab ’n adı «Tac el-T evarih»tlr (M.E.B.) (44) H azret! M uhammed'J kastediyor. (M.E.B.) ve mensup olduğu soy sorulunca, Kürt topluluğundan ol­ duğu cevabını verdi. îşte o zaman Peygamber -salat ve selam onun üzerine olsun- Kürtler’e beddua ederek şöy­ le dedi: «Yüce Allah bu topluluğu, kendi arasında ittifa­ ka ve birleşmeye muvaffak etmesin; yoksa, birleştikleri takdirde, onların elleriyle dünya yokolur.®(45) İşte o zamandan beri, bu topluluk birleşik bir büyük devlet, birleşik bir büyük saltanat kurmaya muvaffak ola­ mamıştır; yalnız İslamiyet döneminde kurulan ve bağımsız olarak hüküm süren, tek başına sikke bastıran ve hutbe okutan, bağımsızlığın öteki belirtilerini de taşıyan ve bir süre egemenliğini sürdüren beş ufak Kürt devleti hariç. Yüce Allah dilerse, biz bunları, yeri gelince detaylı ola­ rak açıklayacağız. ■ Kürtler arasında, şimdilik, genel olarak emrine uyu­ lacak ve yargısı uygulanacak bir kimse bulunmadığı için, çoğu kan döker, güvenlik ve düzen kurallarını çiğnerler. Kürtler en ufak ve en önemsiz nedenlerle ayaklanarak, önemsiz hatalar ve küçük suçlar yüzünden büyük suçlar işlerler. Sonra bir kişinin öldürülmesi karşılığında diyet kabul ederler; bu diyet ya bir kızdır, veya bir attır, yada birkaç keçidir. El, ayak, diş gibi küçük organların diyet­ lerine ise aldırmazlar. Hazreti Muhammed’in peygamberlik sünneti gereğin­ ce, dört özgür kadınla*441 evlenmeyi mübah görürler; son­ ra, güçleri yettiği takdirde bunlara dört de cariye eklerler. Böylece yüce Allah’ın izniyle üreyip kısa zamanda çoğa­ lırlar. Aralarında öldürme yaygın olmasaydı, soylarının ve nesillerinin çoğalmasından dolayı, yalnız İran toprak­ (45) Bu hikaye ta m am en uydurm adır, söylentiden ib a re ttir. (M .E.B.) (46) ö z g ü r kadın, cariye olm ayan kadındır. (M .E.B.) larında değil, dünyanın her tarafında belki de kıtlık ve yokluk yayılacaktı. Allah dilediğini yapar ve dilediği hük­ mü verir. Şiir: «Tabiate ve ezelî yaradılışa uygun olandır güzel olan, «Bunu hata görenler, hatanın ta kendisini işlemiş olurlar.» ■ Kürdistan’ın cengaverlikleriyle tanınmış hükümdar­ ları ve kıratları, mensup bulunduktan aşiretlerin adıyla adlandırılırlar; Hakkari, Sohranî, Babanî, Erdelanî gibi... Kale ve şehirlere sahip olan hükümdarlar ise o kale ve şehirlerin adıyla tanınırlar; Hısnkcyfa hükümdarı, Bedlis hükümdarı, Cezire hükümdarı, Hazzo hükümdarı, Eğil hükümdarı gibi... ■ Kürdistan ve Loristan ülkeleri çoğunlukla dağlık ve kayalık olduğu, ürünleri sürekli olarak nüfuslarına yet­ mediği için, Kürtler, günlük yiyeceklerini elde etmek uğ­ runda öteki ülkelerin halklarına oranla büyük sıkıntılar, meşakkatler ve güçlükler çekerler. Onurlarını yüksek tu­ tarak, kendilerini zorlayıp başkalarına riyakarlık etmeye­ rek, günlerini kanaatkarlıkla ve perhizle geçirirler. Çün­ kü onlar tabiatlariyle kanaatkardırlar, başkalarının elindekinde gözleri yoktur. Kürt halkının çoğu günlerini dan ekmeğiyle geçirir; buğday ekmeğini elde etmek yada bir makam, bir miktar para almak için zenginlerin iktidar ve makam sahiplerinin kapılarına gitmeyi düşünmezler. Ayrıca kırallar, sultanlar ve diğer güçlü kuvvetli kimseler, çoğunlukla Kürtlerin ülkesine göz dikmemişler ve bu ülkeyi istila etmemişler, sürekli olarak işgal altın­ da tutmamışlar; yalnız hediyelerini kabul etmekle ve sem­ bolik bağlılıklarım sunmalarıyla yetinmişlerdir. Bunlar yurt sınırlarını savunmak için bir savaşa, yada bir çarpış­ maya gittikleri zaman Kürtler de yanlarında hazır olur­ lar. Kürdistan’ı ve Kürt yurdunun diğer dağlık bölgelerini istila etmek fikri, zaman zaman bazı kırallarm ve sultan­ ların aklından geçmişse de, buralarda büyük sıkıntılara, çeşitli meşakkat ve güçlüklere uğramışlar; sonra, büyük çabalar harcayarak girişmiş oldukları hareketen dolayı adamakıllı pişman olmuşlar; bundan ötürü de, istila ettik­ leri bu ülkeyi, sahibi olan Kürtlere geri vermişlerdir. Bu hükümdarlar, İran’ın kuzeyinde bulunan ve Kürdistan ül­ kesine komşu olan Gürcistan, Şeki, Şirvan, Tavalşi, Gilanlar, Reşmedar, Mazenderan ve Esterabad vilayetlerinin hükümdarları gibi kimselerdi. ■ Kürdistan ülkesinin çoğunluğu üçüncü ve dördüncü iklimlere girer; yalnız ülkenin uçlarındaki bazı şehirler be­ şinci iklimde sayılırlar. m Kalem bu değerli kitabın yazı alanına ve telif dü­ zeyine çıkmasının bağlı bulunduğu Giriş’i yazmayı biti­ rince, Giriş’te özetlediğim konuların, yine Giriş’te geçen fihrist ve programa uygun olarak detaylarını yazmaya başladım: «Dünyada herkesin yanında makbul olsun» de­ yişini söyleyerek. Birinci Safha Kürdistan’ın, saltanat bayrağım bağımsız olarak yükselten ve tarihçiler tarafından sultanlar ve kıralIar araşma dahil edilen hükümdarlarının anıları hak­ kındadır. Bunların durumları beş bölümde anla­ tılacaktır: BtRtNCt BÖLÜM Diyarbekir ve Cezire Hükümdarları Konusundadır. Bilim adamlarından basiret sahibi olanlarınca bilindi­ ği gibi, Kürt’lerden Diyarbekir ve Cezire’de bağımsız ola­ rak ilk hükümdarlık görevinde bulunan, Ahmcd bin Mcrvan: Abbasî Halifesi El-Kaadir Billah Ahmet bin İshak bin El-Muktedir Billah Cafer döneminde bu hükümdarın şanı yüceldi ve ünü ufuklara uçtu; o kadar ki, Halife ken­ disini «Nasrüddcvle» unvanıyla taltif ctti.(47) 80 yıl bolluk ve mutlu bir hayat içinde yaşayan Ahmed bin Mervan, bağımsız olarak 52 yıl hüküm sürdü. Selçuklu sultam (47) O zam an halifeler ik tid arların sem bolik k aynağı say ıl­ d ık la rı için, k u ru lan devletleri ta n ır ve b aşların d aid h ü k ü m d a rlara çeşitli un v an lar verirlerdi. (M .E.B.) Tuğrul Bey’e bir elçi göndererek kendisine itaatini ve bağlılığını sundu; ayrıca büyük hediye ve armağanlar gönderdi; bunlardan biri, büyük bir miktar para karşılı­ ğında Deylem kırallarından satınalmış olduğu iri bir ya­ kut parçası idi. Kendisine bir süre daha sonra Abbasî Halifesine de vezirlik yapacak olan değerli Vezir Fahrüddevle bin Cüheyr vezirlik yaptı. Ayrıca, Büyeh hanedanın­ dan Şerefüddevle’nin vezirliğini yapmış olan Eb’ü’l-Kasım el-Mağribî de, onun vezirlerinden biriydi. Nasrüddevle Ahmed bin Mervan, 453 (1062) yılında tabiî eceliyle öldü. Anlatıldığına göre, kendisinin 366 güzel cariyesi vardı ve her gece birisiyle yatardı; böylece bütün bir yıl boyunca, bir cariyeyle bir geceden fazla yatmamış olur­ du. Nasr bin Nasriiddevle Ahmed: Babasının ölümünden sonra hükümdarlığı eline aldı ve Fahrüddevle bin Cüheyr’in vezirliği sayesinde tam 21 yıl devlet işlerini yönetti. Sonra kendisiyle kardeşi Said arasında iktidar üzerine anlaşmazlık çıktı; kendisi Meyyafarqîn (Meyyafarkin) de tek başına hüküm sürmeye de­ vam etti; Said ise Amed’de(48) babasının yerine bağımsız­ lığını ilan etti. Bu durum, Nasr’ın öldüğü Zilhicce 472 (1080) tarihine kadar böyle devam etti. Said bin Nasrüddevle Ahmed : Az sayılmayan bir süre, Amed Valisiydi. Halkın iş­ leriyle ilgilenir, güçsüzleri ve yoksulları sever, onlara kar­ şı merhamet ve şefkatle davranırdı. Halk, 465(1073) yılın­ da ölen bu hükümdar zamanında, günlerini güvenlik ve bolluk içinde geçirdi. Mansur bin Nasr bin Nasrüddevle Ahmed: Babası Nasr’dan sonra hükümdarlığa geçti. Sonra kendisiyle Vezir Fahrüddevle bin Cüheyr arasında savaş (48) Amed, D iy arb a k ır’ın eski adıdır. (M.E.B.) çıktı ve Fahrüddevle tarafından yenildi. Bundan bir süre sonra da kendisiyle Musul yönetici si(49) Ciğermiş arasında çatışma çıktı. Nasr’ı esir alan Ciğermiş, kendisini pranga­ ya vurarak Cezire’de bir yahudinin evine kapattı. Nasr, Muharrem 489(1097) tarihinde öldü. Onun ölümüyle, üyelerinden dört hükümdarın 91 yıl süreyle hüküm sür­ dükleri bu ailenin iktidar dönemi sona erdi. İKtNCt BÖLÜM «Hasanvcyh» Adıyla Tanınmış Olan Dinever ve Şehrezor Hükümdarları Konusundadır. Dünya durumlarını araştıranlarca, büyük ve küçük ulusların tarihlerini inceleyenlerce de açıkça bilindiği gi­ bi, Hasanveyh bin Hüseyin, bütün tarihçilerin ittifakıyla, Deylemli Rüknüddevle bin Haşan bin Büveyh’in çağda­ şıydı. Rüknüddevle zamanında Hasanveyh’in şanı yüceldi ve ünü ufukları kapladı. Ne var ki, Rüknüddevle’ye karşı başkaldırdı. Çünkü aralarında şiddetli bir anlaş­ mazlık çıktı ve sonunda bu anlaşmazlık, aralarında kılıç­ ların çekilmesine yolaçtı. Rüknüddevle Hasanveyh’c kar­ şı, 359(971) yılı içinde, Veziri İbn’ü’l-Amîd’in komutası altında büyük bir askerî saldın düzenledi; fakat Hasan­ veyh, dehası ve güzel politikası sayesinde, bir damla kan dahi dökülmeksizin, bu saldırıyı gerisin geri çevirmesini bildi. Çünkü iki taraf arasına bazı adamlar girdi ve an­ laşmazlığı barışa, anlaşmaya çevirdiler. Denildiğine göre Hasanveyh büyük zenginlerdendi; servetinin haddi hesabı yoktu. Allah yolunda ve birçok 449) B u rad a «yönetici» sözcüğünü «sahip» sözcüğünün k a r ş ı­ lığ ı o la ra k kullandık. (M.E.B.) hayır işlerinde her yıl büyük meblağlar sarfederdi. 3 Rebiyülevvel 369(980) cumartesi günü öldü. Bedir bin Hasanveyh: Babasımn ölümünden sonra Hükümdar oldu. 388 (999) yılında şanı yüceldi ve kadri arttı; o kadar ki, Bağ­ dat, kendisini «Nasırüddevle» unvanıyla taltif etti. Dev­ letinin sınırları Dinever’den Ahvaz, Huzistan, Berucerd, Esedabad, Nihavend’e kadar genişliyor; ve bütün bu şehir­ leri, aralarındaki dağlık ve düzlük yerlerle birlikte içine alıyordu. Sonra 405(1015) yılında(50) Koscıd Kalesi’ne sal­ dırarak Hüseyin bin Mansur’u(51) abluka altına aldı. Ku­ şatma uzayınca ve kış da sertleşince, ordusu kuşatmanın kaldırılmasını istedi; fakat Bedir buna aldırmadı ve ku­ şatmayı daha da pekiştirdi. Bu sırada, bir Cozkan toplu­ luğu ansızın kuşatmacılarm üzerine yürüdü; onlar da ku­ şatmayı kaldırıp kaçmak zorunda kaldılar. Hilal bin Bedir: Kendisiyle babası arasında sevgi ve samimiyet yok­ tu. Aralarında 405(1015) yılında anlaşmazlık başgösterdi ve bu anlaşmazlık, savaşlara, döğüşe yolaçtı. Sonunda, Bağdad’daki Vezir Fahrülmülk’le yapılan savaşlarda H i­ lal yakalandı ve hapishanenin derinliğine atıldı. Celalüddevle bin Bahaüddevle bin Adudüddevle bin Rüknüddevle Bağdad’a egemen olunca, Hemedan yöneticisi Şemsüddevle bin Fahruddevle bin Rüknüddevle Haşan bin Büveyh’in, Bedir’in ülkesini istila etmeye göz diktiği haberi kendisine ulaştı. Bunun üzerine Celalüddevle Hilal’i ser­ (50) Îb n 'ü l-E sîr’de 400(1010) yılında. (M.A.A.) (51) D iğer k a y n a k la r bunu H üseyin bin M es’ud o la ra k gös­ te rirle r ve şöyle d erle r: B edir’in askerlerinden olan Cozk a n ’lar, k u şa tıla n kalenin önünde B edir’in üzerine sa l­ d ıra ra k onu öldürdüler ve cesedini b ırakıp sav aş ala­ nından döndüler. B unu duyan H üseyin bin M es’ud, sevi­ nerek kaleden çık tı ve E m ir B edir’i, m evkiine y a ra ş ır b ir sa y g ı içinde törenle göm dürdü. (M.A.A.) best bıraktı ve babasından kalma topraklarını geri ajması için ona destek olmak ve yardım etmek amacıyla ken­ disini bir askerî birliğin komutasına atadı. Kendisiyle Şemsüddevle arasında Zilhicce 405(1015) tarihinde şiddetli savaşlar ve ezici çarpışmalar oldu; Hilal savaş alanında öldürüldü ve böylece meselesi kapandı. Tahir bin Hilal: Babası Şehrezol’da(52) tutuklu bulunduğu sırada o da, büyükbabası tarafından yakalanmaktan korkarak oraya sığınmıştı. Bir süre sonra büyükbabasının ülkesine saldı­ rarak yakıp yıkmaya başladı; fakat Şemsüddevle’nin eline düştü ve hapse atılarak 406(1016) yılına kadar hapiste kaldı. Bu tarihte serbest bırakıldıysa da, aynı yıl kendisiyEb’ü’ş-Şevk arasında yapılan bir çarpışmada öldürüldü. Bedir bin Tahir bin Hilal: Dinever ve Qumş(53)’ta İbrahim Yenal’m bir emirna­ mesiyle, 488(1096) yılında b a ğım sız olarak Hükümdar oldu. Eb ul-Feth bin İyan Hılvan eyaletinde 20 yıl süreyle hükümdarlık yaptı ve 401(1011) yılında Allah'ın rahmetine kavuştu. Ken­ disi Hasanveyh’in soyundan ve torunlarından değil, baş­ ka bir Kürt kabilesindendi. Fakat tarihçiler onu da Dine­ ver ve Şehrezol’un Hasanveyh ailesinden gelen hüküm­ darları arasına dahil etmişlerdir. Hükümetinin merkezi Qumş ve Şehrezol kesimlerindeydi. Eb’ü’ş-Şevk Muhammcd bin İyar: Unvanı «Hisamüddevlesvdi. 421(1031) yılında Qu(52) Bu ad kim i yerlerde «şehrezar», kim i yerlerde de bu­ rad a k i gibi «-şehrezol.» şeklinde y azılm ıştır. B iz de, h e r g eçtiğ i yerdeki şekline uyduk. (M.E.B.) (53) G aliba bu, Q erm ısin (K erm an şah )in yanlış yazılm ış şe k ­ lidir. Ç ünkü o ra la rd a bu ad a ltın d a b ir şe h ir y a d a k e­ sim y o k tu r. (ALA.A.) ma<54) vilayetini istila etti. Kendisiyle kardeşi arasında sü­ rekli çatışma vardı ve öldüğü 437(1046) yılına kadar bu çatışma sürdü. Mühelhel: Adı geçen Emîrin kardeşiydi. «Eb’ü’l-Macid» diye tanınmıştı. 442(1051) yılında Selçuklu Tuğrul Bey’in ya­ nma gitti ve Tuğrul Bey nezdinde tutuklu bulunan karde­ şi Surxab (Surhab)’ın serbest bırakılması için büyük ça­ ba harcadı. Bu isteği, kendisine saygı gösterilerek yerine getirildi. Surxab (Surhab) bin Mubammed: Hapisten kurtulduktan sonra Mahki Hükümetini yö­ netmekle göreylendirildi; artık vaktini bu yörelerde geçiri­ yordu. Fakat sonunda, kavminin bazı toplulukları arasın­ da bir kargaşalık çıktı ve kendisini 439(1048) yılında ya­ kalayarak İbrahim Yenal’a götürdüler; İbrahim Bey de hemen gözlerini oyarak kendisini göz nurundan yoksun bı­ raktı. Sadi bin Eb’ii'ş-Şevk: Amcası Surxab tarafından yakalanarak, onun kalesin­ deki hapishaneye atıldı; Surxab’ın oğlu Eb'ü’l-Asker ta­ rafından babası Surxab olayından sonra salıverilinceye kadar orada kaldı. 444(1053) yılında, Tuğrul Bey tara­ fından, büyük bir askerî harekatın başında Arap Irak’ına gitmekle görevlendirildi; bu görevi kabul etti ve amcası Mühelhel’i yakaladı. Surxab bin Bedir bin Mühelhel: «Eb’ü’l-Fevaris» ve «Eb’ü'ş-Şevk‘in oğlu» diye tanın­ mıştır. Bir süre Şehrezol ve Quma eyaletlerinde hüküm­ darlık etti, ve bir süre önce ailelerinin elinden çıkmış olan Cıqındkan (Cıkmdkan) Kalesi’ni istila etti; bu, 495(1102) (54) 53 No. lı n o ta bakınız. yılının aylarından birindeydi. Bu bey büyük bir servete ve geniş bir zenginliğe sahipti. Şevval 500(1107) yılında Allah’ın rahmetine kavuştu. Eb’ü’l-Mansur: Babasının ölümünden sonra Hükümdar oldu. Bu ailenin egemenliği tam 130 yıl sürmüştür. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM «Lor-ı Büzürk»fMJ Diye Ün Yapan Fadlavî Hükümdarları Konusundadır Zübdet el-Tevarih adlı kitapta yazıldığına göre, «Lor d adının bu kavme verilmesinin hikayesi şöyle ol­ muştur: Manrud vilayetinde «Kürt» adında bir köy vardır. Aynı bölgede bir geçit (Derbent geçidi) vardır ki, Lor di­ linde buna «Kol» denir; bu geçitte de «Lor» denilen bir yer vardır. İşte bu halk, aslında bu yerden göç ettikleri için onlara «Lor» denmiştir. Bu adla adlandırılmaları ko­ nusunda başka rivayet ve söylentiler de vardır; ama ben bunları anlatmaktan vazgeçiyorum. Çünkü bunlar, bildi­ ğim kadarıyla, anlatılmaya değmeyen zayıf söylentilerdir. Loristan bölgesi iki kısma ayrılır: Büyük Lor ve Küçük Lor. Bunun nedeni, aynı çağda yaşamış olan iki kardeşin 300(913) yılı dolaylarında ülkelerini yönetme­ leriydi. Büyük Lor’un hükümdarının adı Bedir, Küçük Lor’un hükümdarının adı ise Ebu Mansur’du. Bedir’in ül­ kedeki iktidar dönemi uzun sürdü. Ondan sonra yerine torunu Nasîreddin Muhammed bin Hilal bin Bedir geçti; vezirliğine de Muhammed Hurşid’i getirdi. 500(1107) yılında 400 kadar Kürt ailesi, Şam ülke­ sindeki Sımaq (Sımak) dağından Loristan’a göç ettiler. (55) 14 N o.lı n o ta bakınız. Bunlar, ilk yurtlarında kendileriyle liderleri arasında bir anlaşmazlık çıkması üzerine yurtlarından ayrılmayı kal­ maya tercih etmişlerdi. Gittikleri Loristan’da, adı geçen Muhammed Hurşid’in torunlarının yönetimindeki aşiret ve kabilelerin himayesi altına girdiler. Günün birinde, Muhammed Hurşid’in, devletin veziri olan bir torunu, bu Kürt’leri yanına çağırarak kendilerine genel bir ziyafet verdi; çünkü hepsi onun uyrukları ve maiyetleriydi. Sof­ rada, bu çağrılanların lideri olan Eb’ü’n-Nasr Fadlavî’nin önüne raslantı olarak bir sığır başı koydular. O da bunu geleceği için hayırlı bir fal saydı; kendisiyle birlikte ora­ da bulunan adamlarına ve uyruklarına şöyle dedi: «Biz bu adamların başı olacağız ve onları egemenliğimiz altına alacağız.» Bu Eb’ü’l-Hasan(54) Fadlavî’nin Ali adında bir oğlu vardı. Ali bir gün köpeğini de yanına alarak ava çıktı. Yolda kendisiyle karşılaşan bazı adamlar ona sataştılar; bu da şiddetli bir kavgaya yolaçtı; kavgada Ali fena halde dövüldü ve bayıldı; adamlar, onun öldüğünü, can verdiği­ ni sandılar; kendisini yerlerde sürükleyerek orada bulunan bir mağaraya attılar. Fakat Ali’nin sadık köpeği bu sal­ dırganları izledi. Gece bastırınca bir yerde uyudular; bu uyanık köpek de hemen bu saldırgan adamların uyumakta olan reislerinin yanına kadar sokulmayı başardı ve adamı yumurtalarından yakalayarak, ölünceye kadar yumurtalarınnı ısırdı. Sonra köpek, sahibinin evine dönünce, adamları ve yakınları, köpeğin ağzındaki kanlardan, Ali’nin başına bir hal geldiğini anladılar ve köpeği izlemeye başladılar; köpek onları, Ali’nin bulunduğu mağaraya götürdü; bak­ tılar ki Ali yaşıyor. Ali’yi alıp eve götürdüler ve tedavi et­ tiler; sonunda iyileşti ve sağlığına kavuştu. Bir süre sonra Ali ölünce oğlu Muhammed, o sıra­ (56) Bu ad, b iraz y u k a rıd a «Eb’ü 'n-N asr» o la ra k (M .E.B.) geçti. da Fars Eyaleti’nde hüküm sürmekte olan Salgur Haneda­ nının hizmetine girdi. Salgurlular o zaman, sultanlık un­ vanını henüz almamışlardı. Muhammed, Salgurluların ya­ nında büyük ilerlemeler gösterdi; kendisinin üstün cesa­ ret ve nadir rastlanılabilecek yiğitliğinin belirtileri görül­ dü. Muhammed ölünce, kendisine, atılgan ve cesur, güç­ lü ve yiğit bir genç olan oğlu Ebu Tahir halef oldu. Ebu Tahir, o şuada Şebankare hükümdarları ile şiddetli mücadele halinde olan Atabey Sungur’un hizmeti­ ne girdi. Sungur bu fırsattan yararlanarak Ebu Tahir’i daha önce gönderilmiş ordunun yardımına koşması için büyük bir ordunun başında düşmanla savaşmaya gönder­ di. Ebu Tahir gidip düşmanla savaştı ve onları yenilgiye uğratarak, muzaffer ve mutluluk içinde Fars’a döndü. Bu da, Atabey Sungur’un kendisine hayran kalmasına ve ondan hoşnut olmasına yolaçtı. Sungur bu sevincini ve takdirini şöyle ifade etti: «Dile benden ne dilersen.» Ebu Tahir kendisinden, özel atlarından birini istedi; Sungur bu isteğini hemen yerine getirdi ve «bir şey daha iste» dedi. Ebu Tahir kendisine «Dağ Atabeyi» unvanım vermesini istedi; Sungur derhal bu isteğini de yerine getirdi. Sonra Atabey, kendisinden bir şey daha dilemesini istedi; bu se­ fer de Ebu Tahir şöyle dedi: «Loristan’m üzerine yürü­ mem ve Atabey adına onu kurtarmam için bana izin ve­ rilmesini isterim.» Atabey bu isteğini de yerine getirerek, Loristan’ı istila etmesi için kendisine büyük bir ordu verdi. Ebu Tahir bin Muhammed bin Ali bin Eb’ü’l-Hasan Fadlavî: Bu Ebu Tahir, kendisiyle muhalifleri ve düşmanları arasında cereyan eden çarpışmalar sonucunda, gerek Ata­ bey Sungur’un kendisine sağladığı destek, gerekse kendisi­ nin bazen deha ve siyaset kullanması, bazen de lütuf ve sertlik göstermesi sayesinde Loristan’ı istila edip duruma hakim olunca ve gönlü bağımsızlığa eğilim gösterince, kendisine «Atabey» demeleri için halka emir verdi. Böylece uyduluğu üzerinden kaldırıp attı. Kendisinden sonra çocukları da aynı yolu seçtiler. Bu nedenle, bu ailenin emîr ve hükümdarlarının «atabey» unvanıyla nitelendiril­ meleri, gerçekten atabeylerden olduklarından değil, suni olmuştur. Çünkü «atabey» unvanı, sınır kesimlerinde hü­ küm süren beylere verilen unvandır. Selçuklu sultanları, çocuklarını eğitmeleri ve askeri bir nitelikle yetiştirmeleri için bu beylere teslim ederlerdi; bu çocuklar da o beyleri, saygı ifadesi olmak üzere «Ata Bey» diye çağırırlardı. Sözün kısası, Atabey Sungur’un eliyle dikilmiş bir fidan olan Ebu Tahir, Loristan’da duruma tam egemen olduktan sonra, 550(1156) yılında velinimetine karşı çı­ karak bağımsızlık bayrağını yükseltti ve bir süre bu du­ rumda kaldı. Nihayet 555(1161) yılında Allah’ın rahme­ tine kavuştu ve varlık safhasında beş çocuk bıraktı: Hezar-Esf(57), Behmen, Imadeddin Pehlivan, Nasrüddevle IIvagoş, Kızıl Atabey. H ezar-Esf: Babasının ölümünden sonra ve onun vasiyetiyle, kar­ deşlerinin ve ülkesinin ileri gelenlerinin de ittifakıyla hü­ kümdar oldu; Loristan bölgesinin bağımsız hakimi duru­ muna geldi. Loristan onun döneminde alabildiğine kal­ kındı; o kadar ki, Huld ve Naim cennetlerinin imrendikleri Firdevs cennetlerinden biri haline geldi(58). Sımaq (Sımak) dağının sakinlerinden birçok Kürt kavimleri yerleşmek için oraya koşuştular. Bunların bir kısmı Akil bin Ebu Talib’in soyundan olan Akili topluluğu, Haşim bin Abdümenafın soyundan olan Haşimî kabilesi ile Isterkî, Me(57) H ez ar _ E sp. (M.A.A.) «B in-atlı» d em ek tir (M .E.B.) (58) «Huld», «Naim» ve «Firdevs» C ennetin b ire r yerleridir. E n güzelleri F ird e v s’tir. (M .E.B.) makoy, Bextîyarî (Bahtiyarî), Cıwankî, (Cıvankî), Bedanîyan (Bidaniyan), Zamedyan, Alanı, Lotond, Betond, Bevvazkî (Bevazki), Şenund, Rakî, Xakî (Hakî), Hanım, Eşkî, Koyî, Lîrawî (Liravi), Mûyî, Behsefwî (Behsefvî), Kemankeşi, Memastî, Omekî, Tewabî (Tevabi), Kedawî (Kedavi), Medihe, Ekurd, Kurlad gibi diğer topluluklar ve soyu bilinmeyen başka aşiret ve kabilelerdi. Hezar-Esf ve kardeşlerinin, bu toplulukların gelip kendilerine katılmalarıyla şanları arttı; çünkü bunlarla daha da güçlendiler. Sonra Şolistan(5,) eyaletine saldırıp orayı da ülkelerine kattılar. Böylece Hezar-Eşfin kadri halkın gözünde büyüdü ve ünü ufuklara yayıldı. Hezar-Esf, ülkenin işlerini bizzat denetler; nerede boş bir arazi görürse, oraya insanları yerleştirerek dirlik getirirdi. Yeni ürün çeşitleri ekmek, şehirlerin çevresinde ve uzak yerlerde yeni köyler kurmak gibi birçok imar projeleri uyguladı. Bunlardan başka, güvenliğin sağlanmarsı, barış bayrağının dalgalanması ve yurttaşlar arasında, ayrım gözetilmeksizin adaletin dağıtılması için sürekli ça­ ba harcardı. Bundan ötürü Bağdad’daki Halife kendisine, egemenliği altında bulunan vilayetlerin beratını gönderdi; onu değerli hil’atlerle ve kıymetli hediyelerle taltif etti. Hezar-Esf, 655(1258) yılında ölünceye kadar bu durumu­ nu sürdürdü. Atabey Tekle bin Hezar-Esf: Bu Bey, anne tarafından, egemen Salgurlu ailesine mensuptu. Babasının ölümünden sonra hükümdar oldu. Salgurlulardan olan Fars Hükümdarı, kendisine karşı ba­ bası gibi kötü bir siyaset izlemiş ve onur kırıcı davranış­ larda bulunmuş olan Hezar-Esf’in ölümü fırsatından yarar­ lanarak, Tekle’ye karşı üç defa güçlü askerî saldırılar dü­ (59) «M esallk el-E b sar» adlı k ita b a göre, «Şol» b ir K ü rt bo­ y u d u r; say ı ve önem bakım ından L o r ve Ş ebankare K ü rtle ri’nden so n ra gelir. (M.A.A.) zenledi ve Tekle’ye boyun eğdirmeye çalıştı. Fakat her Cç defasmda da zafer kazanan, Tekle oldu. 655(1258) yılında Hulagu Han Bağdad üzerine yü­ rüdüğü zaman, Tekle yamna giderek itaatini bildirdi. Hu­ lagu kendisini Keytemu Kanubin’in birliğine kattı. Bağdad Olaymdan ve Bağdad’m istilasından sonra, Müslümanla­ rın uğradıkları yenilgiden ve Halifenin öldürülmesinden Tekle’nin büyük üzüntü, duyduğu haberi Hulagu’ya ulaş­ tı. Bunun üzerine Hulagu kızdı, şiddetle öfkelendi ve onu yakalamak istedi. Fakat Tekle durumu açıkça anladı ve izin istemeden hemen Loristan’a döndü. Hulagu Keytmu Kanubin ile diğer komutanların komutası altında Loris­ tan’a güçlü bir askerî birlik gönderdi ve kendisini izletti, kovalattı. O sırada, Tekle’nin kardeşi Alp Ergun da, Hulagu’nun karargahına gitmek üzere tesadüfen yola çıkmıştı. Moğol askerleri kendisini yakalayarak bağladılar ve Lo­ ristan’a yürümeye devam ettiler. Tekle, önlerinde yenilgi­ ye uğradı; sebat ve direnme olanağını bulamadı. Bunun üzerine Manxest (Manhast) Kalesi’ne sığındı ve orada savunmaya geçti. Komutanlar, teslim olması için bazen vaatlerle, bazen de tehditle büyük çabalar harcadılar; fa­ kat bütün bunlar boşa gitti. Sonunda Hulagu, güvenlik ve tatmin işareti olarak kendisine yüzüğünü gönderdi. Bu­ nun üzerine güvenlik duyan Tekle kaleden çıktı ve ordu komutanlarına teslim oldu; onlar da kendisini Tebriz’de bulunan Hulagu’ya gönderdiler. Hakkında soruşturma yapıldıktan ve kendisine isnat edilenin sabit olduğu anla­ şıldıktan sonra, öldürülmesi için emir verildi ve öldürül­ dü. Adamları cesedini gizlice Loristan’a götürmeyi başar­ dılar ve Zerde köyüne gömdüler. Atabey Şenişeddin Alp Ergun: Kardeşinin yukarıda belirtildiği gibi şehit edilmesin­ den sonra, Hulagu’nun bir emirnamesiyle hükümdar ol­ du. Ülkeyi yönetmesi 15 yıl kadar sUrdii. Bu süre içlndo geniş ölçüde kalkman ülkeye adalet, güvenlik ve imar egemen oldu. Alp Ergun, varlık safhasında Yusuf Şah ve Imadin Pehlivan adında iki çocuk bırakarak öldü. Atabey Yusuf Şah bin Alp Ergun: Babasının ölümünden sonra, Hülagu’nun oğlu Abaka Han'ın bir emirnamesiyle iktidara geçti. Fakat kendisi, adamlarından 200 süvariyle birlikte sürekli olarak impa­ ratorun huzurunda bulunuyor; devlet adamlarından ve gü­ venlik muhafızlarından güvendiği kimseleri de, Loristan’ı yönetmekte kendisine vekil bırakıyordu. Abaka Han’la birlikte girdiği bazı savaş ve çarpışmalarda Yusuf Şah’m sadakati ve bağlılığı görüldü; bundan ötürü de Abaka Han’ın dikkatini çekti ve takdirini kazandı. Aba­ ka Han kendisine iyilik olsun diye Huzistan, Kuhgilveyh eyaletleri ile Firuzan ve Cerbadqan (Cerbadkan) şehirle­ rini verdi. Abaka Han’ın 681(1283) yılında ölümünden sonra Atabey, Ahmed Han’ın hizmetinde kaldı. Kendisiyle Moğollar arasındaki karşılıklı dostluk ve güven, Ahmed Han’ın şehit olmasından ve yeğeni Ergun’un imparator­ luk yönetimini eline almasından sonra da devam etti. Ergun kendisine ilgi ve yakınlık gösterdi, hayranlık duy­ du. Sonra kendisini, Kırallık Divanı Veziri Hoca Şemseddin Muhammed’i Sultan’m karargahına getirmesi için İs­ fahan’a gitmekle görevlendirdi. Yola çıkan Yusuf Şah, karargaha gelmekte olan adı geçen Vezirle yolda karşılaş­ tı. İkisi birlikte karargaha döndüler ve Sultan’m huzu­ runa girdiler. Orada Ergun Şah, Vezir hakkında idam hük­ münü uyguladı. Vezirin şerefli ruhu, inandığı ilke uğ­ runda şehit olarak yükselip yaradıcısma kavuştu. Fazilet sahiplerinden biri, onun hakkında yazdığı ağıtta şöyle de­ miştir: «Güneş’in kaybolmasından, kan damlamaya başladı şafak «Ay yüzünü dövüyor, ve saçını yoluyor Zühre(60) «Karaya çevirdi giysisini gece, bu matem içinde «Ve soğuk soğuk soluyor sabah, göğüslüğünü yırta­ rak.» Yusuf Şah ömrünün sonuna doğru Ergun Han’ın iz­ niyle Loristan’a döndü ve ilk iş olarak Giloye(61) dağma çekildi; fakat yolda kötü bir rüya gördü ve bunu uğursuz sayarak Loristan’a döndü. 684(1286) yılı dolaylarında, Efrasiyab ve Ahmed adlı iki değerli çocuk bırakarak Al­ lah’ın rahmetine kavuştu. Atabey Efrasiyab bin Yusuf Şah: Ergun Han’ın bir emirnamesiyle, beylik tahtına çık­ tı ve kardeşi Ahmed’i Ergun Han’ın hizmetinde bıraka­ rak Loristan’a gitti. Nefret uyandırıcı bir zulüm ve baskı yoluna girdi; sudan bahaneler uydurarak bütün eski vali ve vekilleri azletti; sonra büyük bir katılıkla onlardan bi­ rer birer intikam almaya başladı. Bu durum, bu felaket­ zedelerin akrabalarından bir kısmının, İsfahan Hükümeti’ne sığınmalarına yolaçtı. Bunun üzerine Efrasiyab, am­ casının oğlu Valid Kızıl’ı, kaçan mültecileri izlemesi ve avlaması için İsfahan’a gönderdi. O sırada Ergun Han’ın ölüm haberi yayıldı. Kızıl da hemen Salgur Şah’la ittifak kurarak Moğollar’a karşı is­ yan bayrağını açtı; ilk iş olarak İsfahan’ın Baydu adındaki muhafızım öldürdü ve hutbeyi, ondan sonra kendini ba­ ğımsız bir padişah olarak ilan eden Efrasiyab’ın adına okutmaya başladı. Efrasiyab gittikçe güçlenerek, adamlarından birini, Irak Hükümeti’ni yönetmek için seçti. Ayrıca Moğol (60) V enüs gezegeni (M .E.B.) (61) Gilo, y a d a Cllo. (M.A.A.) Hükümeti’nin merkezini ele geçirmeye de niyet ederek, Celaleddin bin Tekle’yi öncülük yapacak bir ordunun başında Kerchrud Kalesi’ne gönderdi. Bu Lor ordusu ile, o yörelerde kışlamış olan Moğollar arasında şiddetli bir savaş oldu, önceleri Moğollar yenildi; Lorlar buna alda­ narak, yenilgiye uğrayanların evlerine ve çadırlarına gir­ diler; zevk ve sefaya daldılar; talan ve yağmada ileri git­ tiler. Tam o sırada Moğollar birdenbire geri döndüler ve bileziğin bileği sarması gibi düşmanlarını sardılar. Hatta denildiğine göre bir Moğol kadını on Lor erkeğini öldür­ dü. Efrasiyab’m isyan haberi, Keyhatu Han’ın(62) kulağı­ na, karargahında ve imparatorluk makamındayken ula­ şınca, Efrasiyab’ı Moğol egemenliğinin altına almak için Emîr Tulday Yedacı komutasında, Moğol ordusundan bir birlik gönderdi; 10.000 süvariyi bulan «Küçük Lor» ordusu(43) da bu birlikle beraberdi. İki taraf arasında yapı­ lan şiddetli bir savaş sonucunda Emîr Tulday Efrasiyab’ı yakalayarak Keyhatu Han’a götürdü. Fakat Keyhatu Han, Eruk Hatun ve Kermanlı Padişah Hatun’un aracılı­ ğıyla Efrasiyab’ı affederek, Loristan yönetimini kendisine geri verdi. Bunun üzerine Efrasiyab kardeşi Ahmed’i Sultan’ın huzuruna gönderdi, kendisi de Loristan’a döndü; ilk iş olarak da amcasının oğlunu birkaç komutan ve ile­ ri gelenle birlikte öldürdü. Gazan Han Moğolların başına geçip otoritesini ülke­ ye yayınca, Efrasiyab da hemen itaatini sundu ve Sultan’ın huzuruna gitmekle müşerref oldu. Sultan kendisiy­ le ilgilendi ve onu Loristan yönetimindeki makamında bı­ raktı. Gazan Han’ın Bağdad’a hareket ettiği 695(1296) yılında, Atabey Efrasiyab, Hemedan sınırları yakınında (62) Moğol im p a ra to ru . (M .E.B.) (63) Sözkonusu olan B üyük L or değil, K üçük L o r ülkesinin ordusu. (M .E.B.) bir kere daha «yüce eşiğe»(M) girmekle müşerref oldu ve orada ilkin takdir gördü. Fakat ülkesine döndüğü sırada, Fars’tan dönüp Sultan’m huzuruna gitmekte olan Emîr Hur Kudak (Sur Kudak) yolda kendisiyle karşılaştı ve kendisini yakalayarak zorla, güç kullanarak huzura gö­ türdü; Gazan Han’a, Efrasiyab’ın yaptığı zulüm işleri­ ni, kötü davranışların detaylarını büyük bir abartmayla anlattı; nihayet Gazan Han'ın, Efrasiyab’ın öldürülmesi için emir vermesini sağladı. Atabey Nusrettüddin Ahmed bin Yusuf Şah bin Alp Ergun: Kardeşinin öldürülmesinden sonra, Gazan Han’ın bir emirnamesiyle beylik makamına geçti ve Loristan’a gide­ rek, büyük bir adalet ve insafla yönetime başladı. O ülke­ nin halkı üzerinde bulunan zulüm ve haksızlığı kaldırdı; müsamahakar İslam şeriatının hükümlerini uygulamaya büyük bir şevkle ve bütün gücüyle çalıştı. Böylece, baba­ larının ve atalarının ülkesinde yaklaşık olarak 36 yıl sü­ ren hükümdarlığı boyunca, adalet ve insaf kurallarını yer­ leştirdi. 733(1333) yılında ölünce, yerine sadık oğlu Yu­ suf Şah Loristan hükümdarlığına geçti. Atabey Rükneddin Yusuf Şah bin Ahmed: Loristan’ı adalet ve insafla altı yıl süreyle yönetti. Ülke halkından ve ileri gelenlerinden bütün vatandaşları ve herkesi memnun etti. 6 Cemaziyelevvel 740(1340) ta­ rihinde Allah’ın rahmetine kavuştu; adamları ve yardım­ cıları kendisini «Rükünabad» adlı medreseye gömdüler. Muzaffereddin Efrasiyab Ahmed bin Yusuf Şah: Babasının ölümünden sonra Loristan’da tahta çıktı. Bu Emir zamanında, ünlü cihangir Timurlenk’in şöhreti yayıldı. Timur, ülkeleri altüst ediyor; tahtlarını yıktıktan sonra istila ediyordu. İran ülkesinin bölgelerinden olan Loristan bölgesi de bu ülkeler arasındaydı. Fakat Timurlenk bu Emîr’in ülkesini, 23 Cemaziyelahır 795(1393) ta­ rihine tesadüf eden cumartesi günü kendisine geri verdi. Bundan kısa bir süre sonra da Muzaffereddin öldü. Atabey Peşnek bin Yusuf Şah: Amcasmm(6S) ölümünden sonra hükümdar oldu. Uzun bir süre geçirdikten sonra, varlık safhasında sadık bir çocuk bırakarak öldü. Atabey Ahmed: Emirlik makamında babasının yerine geçti. Fakat onun zamanında ülkenin durumu kötüleşti. Her taraf ha­ rabeye döndü. Onun yerine de oğlu Ebu Said geçti. Atabey Ebu Said: Babasından sonra hükümdar oldu. Bir süre ülkeyi yönetti. 827(1424) yılında öldü. Atabey Şah Hüseyin bin Ebu Said bin Ahmed bin Peşnek Yusuf Şah: Ülkeyi kısa bir süre yönetti; çünkü 827(1424) yılın­ da, Gıyaseddin bin Kavuş bin Hoşnek bin Peşnek tara­ fından öldürüldü. Bunun sonucu olarak Mirza İbrahim bin Mirza Şahruh(M), Gıyaseddin’in üzerine büyük bir or­ du gönderdi ve kendisini o ülkeden çıkarttı. O günden beri, o ülkede, bu köklü Kürt ailesinden kimse çıkmadı. Şairin dediği gibi: «Bu kocakarı dünyaya, gönül bağlama sakın «Çünkü nikâhtan maksadı, sadece güvey olan bir ge­ lindir o.» (65) R ükneddln’tn oğlu olduğu İçin, M uzaffereddin am cası oluyor. (M.E.B.) (66) T im u r’u n torunu. (M.E.B.) DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Küçük Lor Vilayeti Konusundadır Lor topluluğunun yerini ve «Lor» adıyla adlandırıl­ malarının nedenini daha önce anlatmıştık. Demiştik ki: Bu insanlar Kol-Manrud Vadisi’nde bulunuyorlardı. Sa­ yılan artıp o vadide çoğalınca, her bir topluluğu bir ya­ na göçetmeye ve orada yerleşmeye başladı. Bu topluluk­ ların her birine, yerleştiği yerin adı verildi; Cengrewî (Cengrevi) ve Otrî kabileleri gibi. Bu insanlardan o va­ dide oturmayan kabileler, asıl Lor sayılmazlar. Bu top­ luluğun^71 birçok kolu ve dalı vardır: Kerıskî, Lenikî,(68) Rozbahanî, Sakî, Şadılî, Davvudayanî (Davuderani) ve Mehmedkemarî gibi. Küçük Lor’un beyleri ve bu insanların seçkinleri olan Cengrewî ise Şelburî<69> kolundandır. Bu aşiretin baş­ ka kolları ve dalları da vardır: Karane, Zırhnekırî(7tl), Fadlî, Stond, Alanı, Kahkahî, Rexwarkî (Rehvarki)(71), De­ ri, Bırannd, Mankredar, Inarkî, Ebü’l-Abbasî, Ali Ma­ ması™, Keycayı, Seleki, Xwedkî (Huvedki), Nederî vb. kollar ve dallar gibi. Sami, Esban, Şehî, Erki aşiretleri de gerçi Lor diliy­ le konuşurlar; ama, bunlar asıl Lor değil, hatta Lorlar’a özgü köylerden de değildir; ancak Lorlar’a bağlı köylüler­ dir. Yukardaki Lor aşiretleri, 550(1156) yılma kadar doğrudan doğruya Hilafet makamının egemenliği altın­ daydı; kendilerinin bağımsız bir beyi, yada başkam yok­ (67) O tri'y i k a s te ttiğ i anlaşılıyor. (M .E.B.) (68) B ir n ü sh a d a «Linkindir. (M.A.A.) (63) B ir b a şk a nüsh ad a «S aigurîsdir. (M.A.A.) (70) B ir b a şk a nüsh ad a «Zırcnekırî»dir. (M.A.A.) (71) B ir b aşk a n ü sh ad a «D exw arkî»dlr. (M.A.A.) (72) B ir b a ş k a n ü sh a d a «A lim am ayfodir. (M.A.A.) tu. Irak sultanları sarayının egemenliği altında bulun­ dukları sırada ise, bu ülkeye ve Huzistan’m bir kısmına, Afşar Türklerinden olan ve Selçukluların emrinde bu­ lunan Hüsameddin Şuhlu, Selçuklular tarafmdan atan­ mıştı. O zaman, Cengrewî aşiretinden olan Hurşid’in iki oğlu Muhammed ve Keramî, Hüsameddin Şuhlu’nun hiz­ metine katıldılar; rütbelerde ilerlediler; şanları yüceldi ve gelecek için müjdeci olan, son derece akıllı ve yarayışlı çocuklar bıraktılar. Bu çocuklardan biri de, yakında sö­ zünü edeceğimiz Şücaaddin Hurşid’di. Tam bu sırada, yukarıda durumunun bir kısmını an­ lattığımız Surxab (Surhab) bin lyar da Hüsameddin Şuh­ lu’nun hizmetindeydi. Bir gün avlanırlarken, Surxab bin lyar ile Şücaaddin Hurşid arasında bir tavşan yüzünden anlaşmazlık çıktı. Her biri ötekine karşı kılıcını çekti. Fa­ kat Hüsameddin Şuhlu o sırada kendilerini ayırmayı ba­ şardı. Ne var ki, ikisi de birbirine karşı kin beslemeye başladı. Bir süre sonra Hüsameddin, Küçük Lor’un ba­ zı kesimlerinin muhafızlık görevini Şücaaddin Hurşid’e verdi; bazı kesimlerinin muhafızlığına da Surxab’ı getir­ di. O sırada bu vilayetin halkı üzerinde Irak valilerinin ve hükümdarlarının zulmü artmış olduğundan, halk Şüca­ addin Hurşid’e sığınarak, üzerlerindeki baskı ve zulmü kaldırmasını istedi; emrinden hiç çıkmayacaklarını ve bü­ tün isteklerini yerine getireceklerini yeminlerle, güven ve­ rici sözlerle pekiştirdiler. Rastlantı olarak bu sırada Hü­ sameddin Şuhlu da öldü. Böylece Şücaaddin Hurşid bu yörelerde bağımsız bir hükümdar oldu; şanı yüceldi ve emirleri ülkenin her tarafında yerine getirilmeye başlandı. Giderek Surxab bin lyar’ı da ülkenin yönetiminden uzak­ laştırdı. Surxab, Şücaaddin tarafından Manrud yönetici­ liğine getirilmeyi istemeye istemeye kabul etti. Böylece Küçük Lor’un bütün toprakları Şücaaddin Hurşid’in ege­ menliği altına girmiş oldu. Şücaaddin bin Hurşid bin Ebn Bekir bin Mnhanuned bin Hurşid:™ Allah bu Bey’e Küçük Lor vilayetinin hepsini takdir edince ve kendisi rakipsiz olarak buranın bağımsız hü­ kümdarı olunca, iki oğlu Bedir ve Haydar’ı, «Sımha» adlı vilayette bulunan Cengevvî (Cengrevi) kavmiyle savaş­ maya gönderdi. Bu iki Bey o vilayete varınca, Dersiyah kalesini kuşattılar. Uzun süren bu kuşatma sırasında oğ­ lu Haydar öldürüldü. Şücaaddin buna son derece üzüldü ve oğlunun intikamını almak için, bu aşiretten eline geçen herkesi öldüreceğini vadetti. Bu yüzden adı geçen aşiret, korkudan feryat ederek ülkeleri Manrud’dan ayrıldılar. Uzun bir süre sonra Şücaaddin Hurşid ve kardeşi Nureddin Muhammed, Halifenin Divanına çağrıldılar ve Mankre kalesini Halifenin adamlarına teslim etmeleri teklif edildi. Onlarsa bu teklifi reddettiler; bunun üzerine ikisi de hapse atıldı. Nureddin Muhammed hapishanede öldü ve kardeşi Şücaaddin’e, kayayı™ teslim etmek ko­ nusunda hiç bir şekilde taviz vermemesini vasiyet etti. O da bir süre kardeşinin vasiyetine uyarak hapishaneyi teslime tercih etti. Fakat sonunda, kaleyi teslim etmekten başka kurtuluş yolu olmadığını anlayınca, onun yerine başka bir kalenin kendisine verilmesi şartıyla kaleyi tes­ lim etti; Halifelik Divanı da kendisine Huzistan vilayeti­ ne bağlı Tırazk vilayetini verdi. Böylece Loristan’a dönmeyi başaran Şücaaddin, 30 yıl daha hükümdarlık yaptı, öm rü o kadar uzadı ki, iyi ve kötüyü ayırdedemeyecek ölçüde bunadı. Bu yüzden oğ­ lu Bedir ve yeğeni Seyfeddin Rüstem bin Nureddin Muhammed’in sürekli olarak kendisiyle birlikte olmaları ge­ rekiyordu. Bu sırada, Türk topluluklarından olan Beyat (73) B undan önce adı «Şücaaddin H urşid» diye geçti ve 1. H u rşid ’in to ru n u o la ra k gösterildi. (M .E.B.) (74) K aleyi k astediyor. (M.A.A.) Kıralı, Loristan ülkesine saldırdı; memleketi yağma et­ meye, halkı soymaya başladı. Bedir ve Seyfeddin Rüstem saldırıyı püskürtmek zorunda kaldılar; Loristan ordusu­ nu saldırganın üzerine saldırttılar ve onu ağır bir yenil­ giye uğrattılar. Bunun sonucunda Beyat vilayetinin hepsi Lorların eline geçti. Emîr Şücaaddin Hurşid, hemen oğlu Bedir ile yeğeni Seyfeddin Rüstem’i birlikte veliaht tayin etti ve beyliğin bütün işlerini onlara bıraktı. Fakat Sey­ feddin Rüstem amcasına ihanet etti ve kendisini aldata­ rak, oğlu Bedir’in onu ortadan kaldırmak için babasının karısıyla birlik olduğunu söyledi; bu korkuyu kalbine saldı. Şücaaddin bunamanın etkisi altında kaldığı için ye­ ğeninin sözüne inandı ve oğlu Bedir’in öldürülmesini em­ retti. Fakat Seyfeddin ihtiyatlı davranarak amcasından, buna razı olduğunun alameti olarak yüzüğünü aldı ve Bedir’i öldürdü. Bedir dört erkek çocuğu bıraktı. Bunlar Hüsameddin Halil, Bedreddin Mes’ud, Şcrefeddin Tehemtm ve Emîr Ali’ydi. Bedir’in öldürülmesinin üzerinden uzun bir süre geç­ meden, bir gün Şücaaddin sordu: «Bedir nerde? Onu hiç göremiyorum.» Ailesinden birkaç kişi kendisine durumu anlattılar. Buna çok üzüldü; üzüntüler, kederler kendisini sardılar; sağlığı bozuldu ve sırayla hastalıklara yakalandı; nihayet 621(1225) yılında öldü. Denildiğine göre yaşı yü­ zü geçmişti. Adalet, insaf ve sevgisiyle, onların işleri için sürekli çaba harcamakla tanınmış olduğu için, türbesi Lorlar’ın ziyaretgahı oldu. Seyfeddin Riistem bin Nureddin Muhammed bin Ebu Bekir bin Muhammed bin Hurşid: Amcası Şücaaddin Hurşid’in ölümünden sonra bey­ lik makamına geçip Küçük Loristan ülkesinin hepsinin bağımsız Hükümdarı olunca, Bedir’in büyük oğlu Hüsameddin Halil derhal göçedip Halifelik merkezine gitti ve oraya yerleşerek fırsat kollamaya başladı. Fakat Seyfeddin, ülkenin her tarafında yurttaşlar arasında adalet te­ razisini kurdu; adalet dağıtıldı, insaf yayıldı. O kadar ki, Waşcan (Vaşcan), köyünde bir kadın, tandırım odun ye­ rine arpayla ısıtırdı. Bu haber Emîr Seyfeddin Rüstem’in kulağına ulaşınca dehşete düştü ve kadını istedi; ona, bu garip davranışa kendisini iten nedeni sordu. Kadın hemen şu cevabı verdi: «Bunu yapmanın tek nedeni, ‘Emîr zamanında bolluk ve dirlik o dereceye varmıştı ki, onun ülkesinde kadınlar ekmek tandırlarını odun yerine arpayla ısıtırlardı’ denilmesini sağlamaktır.» Kadının bu cevabı Emîr Seyfeddin’in hoşuna gitti ve iyilikle, lütufla gönlünü sevindirdi. Yine denildiğine göre, onun zamanmda, Lorların en yiğitlerinden kurulu 60 kişilik bir çete ortaya çıkmış; yol kesmeye ve yolcuları soymaya başlamıştı. Bu durum, Irak’taki sultan ve hükümdarların uykusunu kaçırmış; hep­ si bu çetenin yarattığı çıbanı kökünden kazımaktan aciz kalmıştı. Bunun üzerine Emîr Seyfeddin Rüstem derhal gayretle kolları sıvayarak çeteyle şiddetli bir savaşa gi­ rişti; nihayet hepsini yenilgiye uğratıp esir aldı; ve, her bir kişi için nadir bulunan cinsten olan tek renkli 60 katır fidye teklif etmelerine rağmen onları idam etti. Bu alış verişi reddetmesinin nedeni konusunda da söy­ le dedi: «Tarih sayfalarına, Seyfeddin’in hırsız ve yol kesici satıcısı olduğunun kaydedilmesini istemiyorum.» Ne var ki Lorlar, böylesine müsamahasız bir ada­ let ve azimli bir yönetime tahammül edemediklerinden, Seyfeddin Rüstem’i öldürmek için kardeşi Şerefeddin Ebu Bekir’le gizlice ittifak kurdular. Seyfeddin haberi ha­ mamdayken aldı ve başı açık, saçları sarkmış olarak derhal hamamdan fırlayarak gitti. Yanında da, kendi­ siyle birlikte hızlı yürüyen bir adam vardı. Komplo­ cu adamlar da peşine düştüler. Koh Külah dağının zir­ vesine ulaşınca, yanındaki adam aniden kendisine sal­ dırdı ve onu ayağından yaralayarak oradaki bir kaya­ nın üzerinde oturmak zorunda bıraktı. O sırada kar­ deşi Şerefeddin Ebu Bekir kendisine bir ok attı ve Emîr Ali bin Bedr’e şöyle dedi: «Onu al, baban Bedir’in kanının kısası için başını kes.» Şerefeddin Ebu Bekir bin Nureddin Muhammed: Şerefeddin, kardeşini Koh Külah dağında öldürdük­ ten sonra kavminin yanma dönünce, Bedir’in karısı ve Hüsameddin Halil’in anası kendisiyle karşılaştı ve ona -kadının öldürülmüş kocasının kısası için kardeşini öl­ dürdüğü halde-, bir şişe zehirli şarap verdi. Bunun üze­ rine Şerefeddin ağır bir hastalığa yakalandı; biraz iyile­ şince ava çıktı. Kardeşi İzzeddin Kırşasef hemen bu fır­ sattan yararlanarak Emîr Ali bin Bedir’i öldürdü ve şöy­ le dedi: «Benim kardeşim kardeşini öldürdüyse, bu onun hakkıdır; senin iki kardeş arasına girmen ise fuzuliydi.» Bu haber Bağdad’a ulaşınca Hüsameddin Halil he­ men Loristan’a gitti. Şerefeddin Ebu Bekir, yakın adam­ larıyla birlikte, Hüsameddin Halil’i, hastalığı dolayısıyla kendisine yapacağı ziyaret sırasında ortadan kaldırmak için komplo hazırladı. Ziyaret çırasında Şerefeddin’in, Hüsameddin’in yanında elbisesine bürünmesi, hazırlan­ mış olan planın uygulanması için işaret sayılacaktı. Fa­ kat adamları, Hüsameddin Halil’in ziyaret için hazır bu­ lunduğu sırada bu emri uygulamakta gevşek davrandı­ lar. Hüsameddin Halil’in gitmesinden sonra kendilerine bunun nedeni sorulunca da şöyle cevap verdiler: «Ey Emîr, sen şimdi ölüm döşeğindesin; memleketin işleri ise Hüsameddin Halil’in hayatta kalmasına bağlıdır.» Fakat bu söz Emîri eskisinden daha kızdırdı ve ne şekil­ de olursa olsun, Hüsameddin Halil’i öldürtmeye kesin karar verdi. Bunun üzerine Hüsameddin, hayatını koru­ mak endişesiyle tekrar Halifelik merkezine gitti. Şercfeddin ise, adı geçen hastalığından kurtulamayarak öl­ dü; gurur diyarından sevinç alemine gitti. Kendisinden sonra kardeşi İzzeddin Kırşasef beylik görevine geçti. İzzeddin Kırşasef bin Nureddin Muhammed: Kardeşinin öldüğü gün beyliğin yönetimine geçti ve işlerin dizginini eline aldı; sonra kardeşinin dul karısı ve Süleyman Şah Ebuh’un(75) kızkardeşi Melike Hatun’la evlendi. Haber, Bağdat’ta bulunan Hüsameddin Halil’e ula­ şınca, Loristan’ı kendi yönetimi için kurtarmak amacıy­ la derhal Husiztan’a gitti; orada fiilen büyük bir ordu toplamayı başardı ve izzeddin Kırşasef’le savaşmak üze­ re Loristan’a yöneldi. İzzeddin ise savaşa ve döğüşe eği­ limli değildi; yönetimin dizginlerini çatışmasız ve mücadelesiz olarak hasmına vermeyi düşünüyordu. Ne var ki kızkardeşleri bu kararını kabul etmediler ve kardeşlerine dediler ki: «Sen ona karşı savaşa çıkmazsan, bizler şu kadınlığımızla, erkeklerin yapacağı işe girişir ve sonuç ne olursa olsun, onunla savaşırız.» Bu durum karşısında İzzeddin kadınların sözünü tutmak ve savaşa, mücadele­ ye hazırlanmak zorunda kaldı. iki taraf arasında, o yörelerdeki köylerden birinde savaş çıkınca, Lorlar’m çoğu Hüsameddin Halil’in karar­ gahına geçtiler. Böylece İzzeddin Kırşasef yenilgiye uğ­ radı ve karısı Melike Hatun’un bulunduğu Kerbet<76) ka­ lesine sığınmak istedi. Fakat hasmı bunu haber alınca, yolunu kesmek ve kaleye girmesini önlemek için askerle­ rin bir kısmını gönderdi. Sonra Hüsameddin Halil has(75) L ak ab ın ın doğru şeklinin «îw an» olduğu an laşılm ıştır; y an i Süleym an F a ş a Ivvanî’d ir; «:lwaî» y a d a «Ebuh» değildir. (M.A.A.) (76) A hvaz yakınlarındadır, «Kerbex» (K erbah) ve «Kerbeq» (K erbak) de denir. (M.A.A.) minin yanma varmaya ve kendisini yakalamaya muvaffak oldu; fakat hayatını bağışladı. Arkasından Kerbet kale­ sini kuşattı. Kuşatmanın başlamasından üç gün sonra İzzeddin Kırşasef kalenin kapılarının açılmasını ve Hüsameddin Halil’e teslim edilmesini emretti. Bunu Melike Hatun yerine getirdi. Bundan sonra savaş ve kanşılıklar sona erdi ve ülkenin hükümdarlığı Hüsameddin Halil'e geçti. Hüsameddin Halil bin Bedir bin Şücaaddin Hurşid: Hüsameddin Halil beylik işlerini eline aldıktan ve Loristan Hükümetinin bağımsız Hükümdarı olduktan sonra İzzeddin Kırşasefi veliaht tayin etti. Bunun üze­ rinden bir yıl geçtikten sonra bir gün kendisini yanma çağırttı. Fakat Kırşasefin karısı Melike Hatun’u endişe sardı ve bu çağrıdan korku duydu; bu yüzden kocasının gitmesine razı olmayacağını bildirdi. Fakat kocası çağrı­ ya uyarak çekinmeden Hüsameddin Halil’in yanma gitti. Ne var ki, Hüsameddin Halil İzzeddin Kırşasef hakkın­ da mertçe davranmadı ve yanma girer girmez öldürül­ mesini emretti. O zaman Melike Hatun da, kocası İzzed­ din Kırşasefin öldürüldüğü saatte, ondan olan çocuk­ ları Şücaaddin Hurşid, Seyfeddin Rüstem, Nureddin Mu­ hamm edi gizlice Bağdad’a, kardeşi Süleyman Şah Ebuh’un(77) yanına gönderdi. Bu durum, Hüsameddin Halil ile Süleyman Şah arasında düşmanlık ve kinin başgöstermesine yolaçtı. So­ nunda karşılıklı kılıç çektiler; aralarında, bir ayda sayı­ ları 31’i bulan şiddetli çatışma ve kanlı çarpışmalar oldu. Sonuç Süleyman Şah’m çöküşü oldu ve Bahar kalesi ile Kürdistan’m bir kısmı Lorlar’ın eline geçti. Bir süre son­ ra Süleyman Şah bir ordu daha topladı ve Dehliz deni­ len yerde Hüsameddin Halil’le çok şiddetli bir savaşa (77) 75 No.lı n o ta bakınız. girişti; onu ağır bir yenilgiye uğrattı; fakat bununla ye­ tinerek geldiği yoldan geri döndü. Ne var ki Hüsamed­ din Halil, düşmanının sağ salim dönmesine göz yumma­ dı; intikam duygusu kendisine, düşmanını arama ve ko­ valama cesaretini verdi. Sonunda onu yakaladı ve kar­ deşi Ömer Bey’i, birçok akraba ve adamlarını öldürdü. Bunun üzerine Süleyman Şah Halifelik merkezine giderek yardım istemek zorunda kaldı ve savaşçı asker sayısı 60.000 kişiyi bulan güçlü bir askerî yardım aldı; hasmı Hüsameddin Halil’e bir daha saldırmak için bu ordunun başında harekete geçti. Hüsameddin Halil ise bu orduya, mevcudu sadece 3.000 süvari ve 9.000 piya­ de olan bir orduyla karşı koydu. Sabur™ tepesinde ara­ larında çarpışmalar başladı. Süleyman Şah tarafında önceleri yenilgi belirtileri göründü; fakat bu sefer ken­ disi cesaretle yerinde durdu ve kıpırdamadı. Sonra yenil­ giye uğramış askerleri tekrar saflarına döndüler ve düş­ manla şiddetli bir savaşa tutuştular. Hüsameddin Halil ise, zaferi kazanıncaya, yada savaş alanında ölünceye kadar bu çarpışmadan geri dönmeyeceğine talak™ üze­ rine yemin etmişti. Nitekim fiilen de öyle oldu; düşman­ ları her yandan kendisini sararak öldürdüler ve cesedini yaktıktan sonra başım Süleyman Şah’a götürdüler. Sü­ leyman Şah, başını getirenlere şöyle dedi: «Eğer onu ba­ na sağ getirseydiniz hayatını güven altına alır ve canım bağışlardım; fakat Allah böyle takdir etti, böyle oldu.» Ve irticalen şu şiiri söyledi: «Çıkmaza girdi ve şaşkına döndü zavallı Halil «Gönlüne ‘Bahar’ın™ özleminin tohumu düşünce. (78) Bu, H u slz tan ’la Isfa h a n ara sın d ak i «S abur X udast»tır. (M. A. A.) (79) T alak, kadının boşanm ası dem ektir. (M.E.B.) (80) B ah ar, y u k arıd a g eçtiğ i gibi S üleym an Ş a h 'a a lt olup H üsam eddin H alil'in eline geçm iş olan kalen in adıdır. (M .E.B.) «Hevesinin şeytanı Süleyman’ın ülkesine göz dikti «Ama ölü düştü Süleyman’ın devlerinin elinde.» Bu olay, 640(1243) yılının aylarından birinde mey­ dana geldi. Bedreddin Mes’ud bin Bedir bin Şücaaddin Hurşid: Kardeşi Halil Bedir Sabur düzlüğünde öldürülünce, kendisi de gidip Möngke Kaan’ın™ yanma sığındı ve kendisine bir ordu vermesini isteyerek şöyle dedi: «Biz eskiden beri sizin yüce tahtınıza bağlıyız ve sadıkız; fa­ kat Halifelik merkezi düşmanımıza yardım etti, o da amacına ulaşmaya muvaffak oldu.» Bunun üzerine ken­ disini Hulagu Hanın hizmetine koydular ve onunla bir­ likte İran’a gönderildi. Hulagu Han Bağdad’ı fethet­ mek için o yöne yönelince Bedreddin Mes’ud kendisin­ den, Süleyman Şah’ı kendisine vermesini istedi. Hulagu ise «bu söz büyük bir şeydir» dedi... Bunu Allah bilir. Bağdad fethedilip bu olayda Süleyman Şah da şehit olunca, Bedreddin Mes’ud yeniden Hulagu’ya başvura­ rak Süleyman Şah’m ailesinin ve maiyetinin kendisine ve­ rilmesini istedi; Hulagu da bu isteğini yerine getirdi. Bedreddin Mes’ud hepsini Loristan’a götürdü; onlara mi­ safirperverlik gösterdi ve gereken hizmetleri, yardımları yapmayı asla esirgemedi. Sonra, yıkılmış olan Bağdad şehri yeniden yapılıp imar edilince, onları Loristan’da kalmakla -bu takdirde onları kendi akrabalarının kızla­ rıyla evlendirecekti- Bağdad’a dönüp oraya yerleşmek arasında seçme yapmakta serbest bıraktı. Bir kısmı birin­ ci şıkkı tercih etti ve Bedreddin’in, akrabalarının kızlarıy­ la evlendi; diğer kısmı da Bağdad’a dönmek istedi. Bedreddin Mes’ud’un hükümdarlığı 16 yıla ulaşınca 658(1261) yılında öldü. Kendisi adaletli ve bilgin bir beydi; İmam-ı Şafiî mezhebinde 4,000 fıkıh meselesini ezbere bildiğini ve hayatında hiç fuhuş yapmadığını an­ latmıştı. Ölümünden sonra beylik makamına çıkmak konu­ sunda iki oğlu Cemaleddin Bedir ve Nasıraddin Ömer ile Hüsameddin Halil’in oğlu Taceddin Şah arasında müca­ dele ve çatışma çıktı. Sonunda hepsi Abaka Han’ın ka­ rargahına iltica ettiler; o da siyasî nedenlerle, Bedreddin Mes’ud’un iki oğlunun öldürülmesini ve Loristan yöneti­ minin Taceddin Şah’a verilmesini emretti. Taceddin Şah bin Hüsameddin Halil bin Bedir bin Şücaaddin Hurşid: Bu bey yönetim mevkiini Abaka Han’ın emriyle al­ dı ve Loristan’ı 17 yıl yönetti. 670(1272) yılında yine Abaka Han’ın emriyle öldürüldü ve hükümet yetkisinin, Bedreddin Mes’ud’un iki oğlu Felekeddin Haşan ile iz­ zeddin Hüseyine verilmesi kararlaştırıldı. Bunların birin­ cisi vilayet hükümdarlığına tayin edildi; İkincisi de Inco hükümdarlığına ve kardeşinin vcliahtılığına atandı. Bu şekilde tam 15 yıl ülkeyi yönettiler. Bu süre içinde Lo­ ristan hissedilir ölçüde ilerledi; güvenlik sağlandı, imar hareketi canlandı; iki kardeşin birçok düşman ve hasmı yenmeleri, ve Beyat, Bişr, Nihavend memleketlerine sal­ dırarak çoğu zaman buralara egemen olmaları sayesinde ülkenin sınırları da genişledi. Felekeddin Haşan son derece zeki, bilgili, akıllı, dindar ve günahtan sakınan bir adamdı; ayrıca keskin mizahı da çok severdi, izzeddin Hüseyin ise tersine ceberrut, baskıcı ve kindardı; hiçbir suçluya merhamet et­ mezdi. iki kardeşin nüfuzu genişledi ve Hemedan vila­ yetinden Şuşter’e, Isfahan sınırlarından Arap ülkesine kadar uzandı. İkisi de halkın arasında adaleti uygula­ makta çok titizdi; o kadar ki, bir hıyar uğruna bir ceberrut adamı telef ederlerdi. Kamu işlerinin ve sorunlarının yönetimi .konusunda son derece dürüst ve birbiriylc itti­ fak halinde hareket ederlerdi. İkisinin ordu mevcudu 17.000 savaşçıdan fazlaydı. Bunun için İran kıralları on­ lardan memnundu ve ülkeyi iyi yönettikleri için de ken­ dilerine teşekkür ederlerdi; onlara zarar vermeyi hiç dü­ şünmezlerdi. Garip bir raslantı olarak, ikisi de aynı yılda, 692 (1294) yılında, İmparator Keyhatu Han zamanında öl­ düler. Felekeddin, Bedreddin Mes’ud adında bir çocuk bıraktı; İzzeddin ise oğlu Nureddin Muhammed’i bıraktı. Cemaleddin Hıdır bin Taceddin Şah bin Hüsamed­ din Halil bin Bedreddin,,2) bin Şücaaddin Hurşid: Cemaleddin Hıdır, İmparator Keyhatu Han’ın bir emirnamesiyle beylik makamına geçti. Fakat Hüsamed­ din Ömer Bey bin Şemseddin bin Şerefeddin Tehemtın bin Bedir bin Şücaaddin Hurşid ile Şemseddin Lenikî, iktidar üzerine kendisiyle çatıştılar ve adet olduğu gibi bağlılıklarını bildirmediler. İş büyüdü ve durum gergin­ leşti; nihayet bir gece Hurremabad yakınlarında, o sıra­ larda o yörelerde üslenmiş bulunan Moğol ordusunun desteğiyle kendisine aniden baskın yaptılar; kendisini ve birkaç akrabasını öldürmeyi başardılar, Böylece 693 (1295) yılında meydana gelen bu olay, Hüsameddin Ha­ lil’in soyunun yok olmasına sebep oldu. Hüsameddin Ömer B e y : Hüsameddin Ömer Bey, yukarıda geçtiği gibi bey­ lik makamım zorla ele geçirince, beylerden Samsameddin Mahmud bin Nureddin Muhammed ile İzzeddin Mu­ hammed kendisiyle çatıştılar. Ayrıca Kırşasef soyundan olan Emîr Danyal da, bu konuda ittifak eden diğer bazı beylerden destek aldı ve hepsi Hüsameddin Ömer Bey’e karşı çıktılar; Taceddin Şah’m çocuklarının kanını iste­ (82) D ah a önce hep «Bedir» şeklinde geçti. (M.E.B.) yerek şöyle dediler: «Ömer Bey yönetime geçmeye layık değildir; çünkü hiç bir zaman hükümdarlık etmemiş olan bir soydan gelmiştir; beyliğe ve hükümdarlığa layık olan, Samsameddin Mahmud’dur. Çünkü onun babaları ve de­ deleri Loristan’m yöneticileri ve beyleriydi.» Samsameddin Mahmud, gerçekten son derece zeki, yiğit, cömert ve alicenaptı. Derhal Huzistan’dan büyük bir orduyla Hurremabad sınırlarına yürüdü. Bunun üze­ rine iki taraf arasına aracılar girdi. Sonunda, Şahabeddin Lenikî ile ülkede karışıklık ve bozgunculuğa sebep olan kardeşlerinin Loristan vilayetinden ayrılmalarına ve Hüsameddin Ömer’in Emîr Samsameddin Mahmud lehi­ ne yönetimden feragat etmesine karar verildi. Böylece Samsameddin Mahmud duruma hakim oldu. Samsameddin Mahmud bin Nureddin Muhammed: Ömer Bey’in azlinden sonra beylik makamına geç­ ti. Onun zamanında ülke canlandı ve büyük ölçüde kal­ kındı; uzun zaman durum böyle devam etti. Bir gün Şahabeddin llyas Lenikî ve kardeşlerine suikast yaparak tek başına saldırdı. Onlarda kendisine karşı direndiler ve kendisiyle savaştılar; onu ağır yaraladılar. Aldığı yarala­ rın sayısı 54’ü bulduğu halde yenilmedi ve onlardan kaç­ madı; kalın karla kaplı olan bir dağın doruğuna sığınıncaya kadar onları kovaladı. Onlara ihtar ve tehditler yap­ tıktan sonra kendilerini dağ doruğundan indirmeye ve hepsini öldürmeye muaffak oldu. Bunun üzerine Kahveyh şeyhinin torunu, Gazan Han’ın otağına giderek Ömer Bey ve Samsameddin Mahmud’u şikayet etti; ve Cemaleddin Hıdır ile Şahabeddin llyas’ı öldürdükleri için kendilerinden kısas alın­ masını istedi. Han’m emriyle Ömer Bey ve Samsamed­ din Mahmud karargaha getirildiler. Gazan Han Ömer Bcy’e, Cemaleddin Hıdır’ı öldürmesinin sebebini sordu. Ömer Bey, «çünkü kendisi beni öldürmedi» diye cevap verdi. Han, «küçük çocuğunu niçin öldürdün?» diye so­ runca, Ömer Bey cevap vermedi. Bunun üzerine Han kendisini Cemaleddin Hıdır’m varislerine teslim etti; onlar da kendisini öldürerek kısas aldılar. Sonra, Şana beddin llyas’ı öldürmesinin kısası için Samsameddin Mahmud’a idam cezası verildi. Bu, 695 (1295, 1297) yılındaydı. İzzeddin Muhammed bin Emîr İzzeddin bin Bedreddin Mes’nd: Hüseyin Ömer Bey ve Samsameddin Mahmud’un öldürülme­ sinden sonra küçük yaştayken beylik makamına geçti; Loristan’ın bağımsız Hükümdarı oldu. Fakat yaşça ken­ disinden büyük olan amcasının oğlu Bedreddin Mes’ud bin Felekeddin Haşan iktidar üzerine kendisine karşı çık­ tı ve çatıştı. Sultan Muhammed Hudabende™ devrinde, Loristan yönetiminin «Atabey» sanıyla birlikte Bedred­ din Mes’ud’a verilmesi, ve İzzeddin Muhammed’in de genel hazine işlerine (Delay Lawlay) ve Han Inco’nun işlerine bakması konusunda imparatorluk emirnamesi çıktı. Bir süre sonra yönetim ikinci defa İzzeddin Muhammed’e verildi. O da bir süre bütün vilayeti yönetikten sonra 716(1317) yılının aylarından birinde kendi eceliyle öldü. İzzeddin Muhammed’in Karısı Devlet Hatun: Bu hanım, kocasının ölümünden sonra adı geçen vilayette yönetim makamına geçti ve ülkenin kıraliçesi oldu. Onun zamanında ülkede işler karıştı ve durum kö­ tüleşti. Hükümetin otoritesi kalktı ve hükümdar ailesi­ nin itibarı düştü. Ülkedeki kamu işlerini çoğu zaman, Moğol İmparatorluğu sarayından gönderilen memurlar yönetiyordu. Bunun için Devlet Hatun bir şey yapma olanağını bulamadı, hükümet işlerini kardeşine bıraktı. Devlet Hatun'un Kardeşi İzzeddinı Hüseyin: Bu Emîr Loristan hükümetinin yönetimini eline aldı ve 14 yıl süreyle adalet ve insafla hareket etti. Bu süre içinde halk güven ve sükünet tadım aldı; rahat bir hayat yaşadı. Sonra onun yerine oğlu geçti. Şücaaddin Mahmud: Adı geçen babasının ölümünden sonra Hükümdar oldu. Fakat kendisi babası gibi değildi; zulüm ve baskı­ da çok ileri gitti. Sonunda halk elinden feryat etti ve kendisine karşı ayaklanıp 750(1350) yılında onu öldür­ düler. Melik İzzeddin bin Şücaaddin Mahmud: Babasının öldürülmesinden sonra beylik tahtına çık­ tı; Irak sultanları ve valileriyle birtakım ittifak ve antlaş­ malar yapmaya muvaffak oldu; bununla değeri arttı ve şanı yüceldi. Sonunda felek kendisine sırt çevirdi; çün­ kü Timur Gurgan Lenk, üzerine saldırdı ve onu, Berucerd’e yarım fersah™ mesafedeki Damyan Kalesi’nde ku­ şattı. Sonra kendisini yakalayarak 790(1389) yılında Semerkand’a sürdü. Ayrıca oğlu Şeydi Ahmed’i de Endıkan (Endıcan)a sürdü. Üç yıl eğitildikten sonra eskisi gibi onu Loristan’a hükümdar olarak geri gönderdi. Fa­ kat oğlu Şeydi Ahmed’in kötü gidişi, katı zulmü, işleri yönetmedeki fenalığı, onu etkiledi. Moğollar kendisini isyan ve ayaklanmayla suçladılar. Moğol tahsildarlarının eline geçti ve 804(1402) yılında onu Sultaniye’ye götür­ düler; oranın çarşısında derisini yüzdükten sonra ken­ disini astılar. Tam bir hafta asılı kaldı. Şeydi A hm ed: Bu Şeydi Ahmed, Timurlenk devri boyunca, en kötü durumda ve en çirkin şekilde, Loristan dağlarında başı­ boş dolaşıyordu. Timurlenk olayından ve vilayete tasal­ lutundan sonra 815(1413) yılına kadar ülkeyi yönetme­ ye devam etti. Şah Hüseyin bin Melik İzzeddin: Bu Emîr Lorlar’ın yönetimini eline aldı ve Hemedan, Gırbadkan ülkeleriyle İsfahan’ın bazı yörelerine sü­ rekli akınlar yapmaya başladı. Sonra Ebu Said Gurgan(85) başa geçince, bu fırsattan yararlanarak Hemedan’ı istila etti. Sonra Şehrezol kışlasının üzerine yürüdü ve Baharlu aşiretine saldırdı. Fakat aşiret reisi Korpir Ali bin Ali Şeker dönüş yolunu keserek 873(1469) yılında onu öldürmeye muvaffak oldu. Şah Rüstem bin Şah Hüseyin: Bu kavim arasında uzun zaman hükümdarlık yaptı. Sonunda, diğer hükümdar ve beylere karşı övünmesini sağlayacak ölçüde kendisine ilgi gösteren ve nimetler yağ­ dıran Şah Ismail-i Safevî’nin hizmetine girdi. Fakat bu­ nun üzerinden az bir süre geçtikten sonra öldü. Uğur irin Şah Rüstem : Uğur, Şah Rüstem’in en büyük ve en akıllı oğluy­ du. Babasının halefi olarak yönetimi eline aldı. Sonra, Ubeydullah Han Özbek’in saldırısını püskürtmek üzere, 940(1534) yılında Horasan’ın üzerine yürüyen Şah Tahmasp’m maiyetine girdi. Emîr Uğur, bu seferi boyunca kendisine vekalet etmesi için kavmi ve aşireti arasında küçük kardeşi Cihangir’i bırakmıştı. Vekil olan bu kü­ çük kardeş ise, aşiret reislerinin ve ordu komutanlarının gönüllerini kendine çekerek bağlılığını bozdu ve kendi kendini kavinin başına hükümdar ilan etti. Şah’ın ordu­ su Horasan seferinden dönünce, sevindirici olmayan bu haber Emîr Uğur’un kulağına gitti; o da derhal ordudan ayrılıp ülkesine dönmek için izin istedi. Yolda Nihavend dolaylarına varınca çevresinde yalnız bazı serseri ve ayaktakımı toplandılar; liderler ve reisler kendisine ilti­ fat etmediler. Çünkü bunlar Cihangir’e olan bağlılıkları­ nı koruyorlardı. Bu yüzden Uğur, birçok sert çarpışma­ lardan ve birçok savaşmalardan sonra esir düştü ve öl­ dürüldü. Cihangir bin Şah Rüstem: Bu Emîr, kardeşinin öldürülmesinden sonra ülke­ sinde tek başına bağımsız bir Hükümdar durumuna geç­ ti. Sonunda, 949(1543) yılında Şah Tahmasp tarafından öldürüldü. Şah Rüstem bin Cihangir: Şah Tahmasp Cihangir’in öldürmesi işini bitirince, Ebu Müslim Goderzî, lalası ve bayraktarı olduğu Şah Rüstem’e koştu ve kendisini kendi isteğiyle yada zorla Şah Tahmasp’a götürdü; bununla da Şahlık tahtına olan sonsuz bağlılığını ispat etti. Şah da, bu genç Emîrin prangaya vurularak Alamut kalesine hapsedilmesi için derhal ve kesin olarak emir verdi. Şah Tahmasp’ın, Emîr Ebu Müslim Goderzî’ye, bu bağlılığından dolayı verdiği mükâfat ise, ona «mirahor»luk görevi vermek ve kendisini emsali olan diğer emirlere göre imtiyazlı bir duruma getirmek oldu. Cihangir’in, küçük olduğu için hükümdarlık ve bey­ lik yapabilecek güçte olmayan küçük oğlu Muhammedi’­ yi de, Lorlar Çengle denilen sağlam bir yerde gizleyerek himaye ve güvenlik altına aldılar ve fırsatın çıkmasını beklemeye koyuldular; çünkü Loristan’da, yönetime hak kazanacak ondan başka kimse kalmamıştı. Bu yüzden aşiretler ve kabileler bir süre beysiz ve hükümdarsız kal­ dılar. Derken bir gün, Loristan’ın Şah Rüstem’e çok ben­ zeyen ayaktakımından bir kişi ortaya çıkarak, kendisi­ nin Şah Rüstem olduğunu ve Alamut kalesi’nden kaçtığı­ nı iddia etti; korkmadan, çekinmeden Şah Rüstem’in evi­ ne gitti ve kendi kendini, birkaç yıldan beri kocasından ayrılmış olan Şah Rüstem’in kansına sundu. Kadın da bu fırsattan yararlanarak kendisine karşı sadık davran­ dı; onunla karı-koca hayatı yaşamaya başladı. Lor aşiret­ leri Şah Rüstem’in bu davranışım görünce, zihinlerinde­ ki kuşkular ve şüpheler kalktı; hepsi, bu gelenin gerçek­ ten Şah Rüstem olduğuna inandılar; ona içten bağlılıkla­ rını sundular. Bu acayip durumların ve garip işlerin ha­ berleri, Kazvin’de bulunan Şah’ın kulağına gidince, A la­ mut kalesinde tutuklu bulunan Şah Rüstem’i serbest bı­ raktı ve kendisine, Loristan’daki serdarlık görevine ek olarak, ülkenin başkenti olan Loristandaki Hurremabad Hükümetinin yönetiminin de yeniden verildiği konusun­ da bir Şahlık emirnamesi verdi; ve hızla o yörelere git­ mesini emretti. Şah Rüstem hızla hareket etti ve şairin dediği gibi «iki günlük yolu bir günde alarak yetişti.» Şah Rüstem, Loristan’a varınca ve isin içyüzünü anlamaya başlayan aşiretlerinin ve kabilelerinin arasına girince, yalancı «Şah Rüstem» hemen firar etti ve girdiği çıkmazdan kurtulmaya çalıştı; fakat gerçek Şah Rüstem’in adamları ona yetiştiler ve kendisini yakalayıp ölünceye kadar taşladılar. Bu sırada Şah Rüstem’in kardeşi Muhammedi er­ ginlik çağma ermişti ve irsî yönetim üzerine kardeşi Şah Rüstem’le çatışmaya başladı. Aralarında anlaşmazlık uzadı ve sonunda kılıçların çekilmesine kadar vardı. O zaman iki kardeş araşma banşmacılar girdi ve, büyük kardeş Şah Rüstem’in Loristan’m dört eyaletini yönetme­ si, küçük kardeş Muhammedi’nin de yalnız iki eyaleti yö­ netmesi ve tüm Loristan yönetiminin ikisi arasında or­ taklaşa yürütülmesi esası üzerine barış yapıldı. İki kar­ deş bu barışı kabul etti ve durum uzun süre bu şekilde kaldı. 974(1567) yılında, Hemedan valisi olan Emîr Han el-Musılî, «Bahtiyarîler» diye ün yapmış olan Büyük Loristan’dan istenen vergileri, Şah Tahmasp’m fermam gereğince toplamaya geldi. Bu kavmin aşiretlerinin en sağlamı bulunan Bahtiyarî hükümdarlarının soyu yuka­ rıda da geçtiği gibi yok olunca, Şah Tahmasp, aşiretleri­ nin liderliğini, yılda büyük bir miktarın hediye şeklinde Şahlık Divanına ödenmesi karşılığında, Istırık kabilesin­ den Tac Emîr’e vermişti. Tac Emîr bu miktarı ödemek­ ten aciz kalınca Şah’m emriyle öldürüldü; o kavmin li­ derliği de, her yıl Şah’m vekillerine ve memurlarına 10.000 baş katır vermesi şartıyla, o aşiretin ileri gelen­ lerinden biri olan Mîr Cihangir Bahtiyarî’ye verildi. Bu konuda Şah Rüstem de kendisine kefil oldu. Böylece Emîr Han, Huzistan bölgesinin, Benî Muşa’.şa’ Araplannm yönetim ve tasarrufu altında bulunan bazı eyaletlerinden istenen malları toplamak üzere Dezful ve Şuşter yörelerine gittiği zaman, Uğur’un kızkardeşi ve Şah Rüstem’in karısı olan Şah Perver adındaki ka­ dın, Muhammedi’nin ilk fırsatta yakalanması ve Dergâh’a gönderilmesi konusunda Emîr Han adına yazılmış bir Şahlık emirnamesini gizlice ele geçirmişti. Bu konudaki sözün özeti şudur ki; Emîr Han, Hurremabad yörelerine varınca, Muhammedi kendisini gör­ meye ve selamlamaya koştu; bir süre de yanma gidip geldi. Günün birinde Emîr Han kendisini ve adamların­ dan birkaçını, evinde verilecek olan bir ziyafete çağırdı; geldikleri ve sayıları tamamlandığı zaman, Emîr Han, kendisini ve yanında bulunan Loristan lider ve ileri ge- tenlerinden yüz kişiyi yakalayarak bağlayıp Şahlık Sara­ yına gönderdi. Derhal Alamut kalesine hapsedildiler. Muhammedi ve Şah Rüstem’in olayları ite akıbetleri, Al­ lah’ın izniyle bundan sonraki olaylarda anlatılacaktır. Muhammedi bin Cihangir: Bu Muhammedi’nin Alamut kalesindeki tutukluluk süresi on yıla varınca dört oğlu Ali Han, Asılmaz, Ci­ hangir ve Şahverdi, Loristan’da sürekli ayaklanmalara ve karışıklıklar çıkarmaya giriştiler; bununla, amcaları Şah Rüstem’in uykusunu kaçırdılar. Hatta bizzat Şah’ın em­ lakine bite saldırdılar; Hemedan, Cerbadqan (Cerbadkan) ve Isfahan yörelerini yağma ettiler. Şah Rüstem ve emirler ite kızılbaş(86) memurları, o sınırda kendilerine karşı direnmekte büyük çaba harcadıkları halde, karışık­ lıkları bütünüyle bastırmaktan aciz kaldılar. Sonunda, devlet işlerini yönetenler, Şahlık sarayı­ na, bu sorunu çözümleyecek ve ülkedeki karışıklıklara son verecek bir teklif sunmak konusunda görüş birliğine vardılar. Teklif şuydu: Muhammedi hapishaneden tahliye edilmeli ve rehine olarak büyük bir Kızılbaş komutanı­ nın yanma bırakılmalı; ve Şah Tahmasp Sarayına git­ meleri için çocuklarına yazdığı takdirde, Loristan hü­ kümdarlığının kendisine verileceği vaadedilmelidir. Ka­ rışıklıkların ortadan kaldırılması, yalnız bu doğru yolla mümkün olabilecekti. Durum Muhammedi’ye anlatıldığı zaman razı oldu ve sevindi. Kendisini, çocuklarını Şah­ lık Sarayına, rehine olarak alıkonulmaları için getirtme­ sine ek olmak üzere, Şah’m memurlarına ve vekillerine «hediye» olarak yılda 30.000 baş kadar at, katır ve ko­ yun vermekle de yükümlü kıldılar. Bundan sonra kendisi (86) K ita p ta sık sık geçen «Kızılbaş» ve «K ızılbaşlar» deyi­ mi, A levî m ezhebinin k arşılığ ı o la ra k değil, «îranlı» ve «Iranlılar» anlam ında lcullam lm ıştır. K itab ın aslınd a kullanılan bu deyim i biz de aynen aldık. (M .E.B.) hükümetinin yönetimini almak üzere Loristan’a gide­ cekti. Emirlerin ve devlet erkanının görüşü ve müşaveresi gereğince Şah Tahmasp, Muhammedi’yi Alamut kalesin­ den serbest bıraktı ve rehine olarak Kazvin’de Hüseyin Bey Ustaclu’ya teslim etti. Muhammedi hemen çocukla­ rına haber göndererek, Loristan Hükümetinden istenen miktar olan 30.000 baş kadar at ve koyunu hazırlama­ larını ve hemen Kazvin’e getirmelerini istedi. Çocuklarına haber gidince ikisi, topladıkları 10.000 baş at ve koyunu alıp hızla Kazvin’e hareket ettiler. Kazvin’e bir fersah mesafede bulunan Şerefabad köyüne inip emir beklemeye başladıkları zaman, Muhammedi, kendisini rehin tutan Hüseyin Bey Ustaclu’ya haber gön­ dererek dedi ki: «Kulunuzun çocukları Şerefabad köyü­ ne varmışlar ve atlarla, koyunlarla birlikte orada konak­ lamışlardır. At ve koyunları muayene etmem, Şahlık tah­ tının hizmetine yarayacak olanlarını ayırıp tavlaya getir­ mem ve istenen atlarla koyunlann kalan kısmının geti­ rilmesini beklemem için, onların yanma gitmeme izin verilmesini rica ediyorum.» Hüseyin Bey onun bu isteği­ ni olumlu karşıladı vc bazı yüksek dereceli muhafızlarıy­ la birlikte adı geçen köye gitmesine izin verdi. Akşam yaklaşınca Muhammedi, yanındaki arkadaşlarına dedi ki: «Gece bastırdığı ve geceleyin atlarla koyunlann muayene­ si mümkün olmadığı için, ıızun zamandan beri göremedi­ ğimiz çocuklarımızı görmek zevkine ermemiz için gece­ yi burada geçirmemiz yararlı olacaktır; her basarının ve zaferin zamanı olan sabah vaktinde, hep birlikte büyük rahatlık ve sükunet içinde atları ve koyünları muaye­ ne ederiz.» Emîr Muhammedi’ye eşlik eden bu Kızılbaşlar, onun bu sözlerini makul ve itibar edilmeye değer buldu­ lar; onun görüşüne uydular ve o köyde gecelediler. Ge­ ce karanlığı bastırınca, Muhammedi ve iki oğlu, savaşta eğitilmiş olan, saba ve kuzey rüzgarlarından daha hızlı koşan atlara bindiler; ve Loristan’a varıncaya kadar at­ larının dizginlerini serbest bıraktılar, ö te yandan, sabah olup da bu haber Kazvin’de yayılınca, Şah Tahmasp Hemedan Valisi Emîr Han’a ve onuılla birlikte bulunan bazı komutan ve beylere, Emîr Muhammedi ve iki oğ­ lunun ardına düşülmesinin gerekli olduğu emrini verdi. Fakat bunlar, hızlı koşan atlarıyla büyük çaba harca­ dıkları halde onlara yetişemediler. Muhammedi ve yanın­ dakiler, on günde alınabilecek yolu dört günde aldılar ve Loristan’a vardılar. Şah Rüstem, kardeşinin bu şekilde geldiği haberini alınca korktu ve derhal yönetim görevinden vazgeçti; iktidar ve saltanat gelinini de üç talakla boşadı; aynı yıl içinde de Loristan’ı terkederek Kazvin’e gitti; orada bü­ tün hayatı boyunca, ağlanacak bir hayat içinde kaldı; kendi eceliyle ölünceye kadar, bir daha bağımsız olarak Loristan iktidarı eline geçmedi. Muhammedi ise Loristan’ın mutlak hakimi ve tek Emîri oldu; durumundan, «ben varım, benden başkası yok» sözleri sanki okunuyordu. Şah Tahmasp ve Şah İs­ mail II. ile geçinme yolunu seçti ve akıllı bir politika iz­ ledi; bütün hayatları boyunca ikisinin de memnunluğu­ nu ve ilgisini kazandı. Onlardan sonra ise, Osmanlı pa­ dişahı merhum Murat Han IlI.’e itaatini ve bağlılığını gösterdi. Bundan ötürü, Asitane’deki(B7) yöneticiler bu akıllı Emîri, devlete karşı bağlılık ödevlerini yerine ge­ tirdiği sürece taltif ettiler; asıl eyaletine Mendeli, Çcsan, Baderanî, Tersak gibi Padişah’m özel mülkiyetinde bulunan ve Barış Diyarı Bağdad’a(88) bağlı olan nahiye(87) «Â sitane» O sm anlIlar zam anında İsta n b u l’a verilen a d ­ la rd a n biri idi. (M.E.B.) (88) A ra p la r ara sın d a B ağöad’a «D ar el _ Selam » (B an g D i­ y arı) denir. (M.E.B.) leri de ilhak ettiler. Buraların yıllık geliri, 12 Osmanlı altını kadardı; bu, Irak parasıyla 600 tumana eşitti. Ayrıca irsî eyaleti olan Loristan ve ona bağlı yerlerin kendisinde kalmasına ilişkin bir emirname ile, hediye olarak, değeri yüksek olan altın nakışlı çapraz kılıçlar gönderdiler. Bu durum üzerinden birkaç yıl geçti; kendisi hep memnunluk ve güven kazanıyordu. Sonunda kendisiyle Bağdad Beylerbeyi ve Bağdad’daki diğer Osmanlı komu­ tanları arasında anlaşmazlık ve kıskançlık akrepleri do­ laşmaya başladı. Bunlar Osmanlı Sarayı nezdinde kendisi hakkında oyunlar hazırladılar; onu, kendisinden istenen iyi hizmeti yerine getirmemekle, bağlılıkta fedakarlık yap­ mamakla suçladılar; sonunda, yakalanması için padişah’tan bir emir elde ettiler. Fakat Muhammedi, Bağdad Beylerbeyi’nin kendisine hazırladığı tuzağı tam zamanın­ da öğrendi ve ondan sakınmaya başladı. Bir gün Bağdad subaylarından biri fiilen kendisine saldırdı ve yakalamak istediyse de, bunda başarısızlığa uğradı. Bunun üzerine Muhammedi, Bağdad çevrelerinde dolaşmaktan kaçındı ve Padişah’m, Bağdad’a ait olan özel çıkar ve ürünle­ rini gözetmekten vazgeçti. Ayrıca, Bağdad’da rehin bulu­ nan iki oğlu Şahverdi ve Cihangir de, bir gün Paşa‘nın ata binişi fırsatından yararlanarak Bağdad’dan kaçtılar; ve en şiddetli rüzgarın dahi izlerine yetişemeyeceği atları­ nın dizginlerini serbest bırakarak çöllere ve kırlara yö­ neldiler. Bu önemli olaylar sıradmda, Şah Sultan Mu­ hammed bin Şah Tahmasp, Emir Muhammedi’nin kızım oğlu Mirza Hamza’ya istedi. Şah bununla, Muhammedi’yi lran’lılarla ittifak yapmaya ve eskiden olduğu gibi onlar­ la sevgi ve dostluk bağlarını güçlendirmeye teşvik etmeyi öngörüyordu. Emir de bu isteğe olumlu cevap verdi ve bu sefer de Kızılbaş’ların hizmetini tercih etti, Allah’ın rahmetine kavuşuncaya kadar da bu durumda kaldı. Şahvcrdi bin Muhammedi: Babasının ölümünden sonra, Loristan’ın ileri gelen­ lerinin kendisini desteklemeleri ve reislerinin kendisine yardım etmeleri sayesinde beylik mevkiine geçti. Bunun üzerine, Şah Muhammed’in de bunu onayladığına dair Şahlık emirnamesi çıktı. Iran kırallığmda yönetim Şah Abbas’m güçlü elleri­ ne geçince Şah, kendisiyle Loristan eyaleti arasında dost­ luk bağlarını güçlendirmenin iyi bir politika olacağı gö­ rüşüne vardı. Bu alanda ilk adım olarak, daha önce kar­ deşi Sultan Hamza Mirza’nm™ karısı olan, Şahverdi’nin ablası ile evlendi; amcasının oğlunun kızı, Behram Mirza’nın torununu da Şahverdi ile evlendirdi. Bu durum, aralarındaki dostluğun ve içten sevginin uzun süre de­ vam etmesini sağladı. Sonra Şah Abbas, Hemedan eyaletinin yönetimini Beyatlı Uğurlu Bey’e verince Lorlar’la Beyatlılar ara­ sındaki eski ihtilaf tekrar harekete geldi ve yenilendi. Şahverdi ile Uğurlu arasında, Berucerd nahiyesi üzerine çatışma ve düşmanlık başgösterdi; iş orduların yığılması­ na ve kılıçların çekilmesine kadar vardı. Berucerd kasa­ bası dolaylarında savaş çıktı. Beyat kabilesi Reisi Uğurlu Bey ve adamlarından birçok kimse, talihsizlik olarak, bir çarpışmada öldürüldüler; Lorlar’ın eline ganimet olarak birçok mal geçti; hepsini yağma ettiler ve bir şey bırak­ madılar. Uğurlu Bey’in kardeşi Şah Kulu Bey, Kazvin’deki Şah Abbas’m sarayına sığınarak, kardeşiyle birçok Beyat ileri gelenlerinin öldürülmeleri, mallarının ve cep­ hanelerinin yağma edilmesi olaylarını detaylı olarak arzetti. Şah bu kanlı olayları duyunca şiddetle öfkelendi vc derhal, sarayında mevcut olan askerlerden ve komutan­ lardan kurduğu küçük bir ordunun başına geçerek hare­ ket etti; bu orduyla geniş bir saldırıya geçti. (*) Bu ad b iraz y u k a rıd a M irza H am z a diye geçti. (M .E.B.) Şahverdi, Şah’ın bizzat gelmekte olduğu haberini alın­ ca eli böğründe kaldı. Hemen acele olarak bazı yakın­ ları, çocukları ve ailesiyle birlikte büyük güçlük, ıstırap ve şaşkınlık içinde Semire ırmağını geçti ve Külah dağına ulaşmayı başardı. Ordusu, aşiretleri ve diğer Lor kabile ve toplulukları ise ırmağın öbür tarafında kaldılar. Şah Abbas, ordusuyla onları yakaladı; kendileriyle çarpışarak onları darmadağın etti ve Lor beylerinin yönetim merkezi olan Hurremabad yörelerini, Oğuzvar Sultan’ın torunu Mehdi Kuli Sultan Şamlu’ya beylik olarak verdi; kendi­ sini o yörenin Beylerbeyi olarak tayin etti; aşiretler ve kabileler arasında düzen ve bağlılık görevini yerine getir­ mesi için de, emrine bazı Kızılbaş komutan ve subayları verdi. Bundan sonra Şah, muzaffer olarak Kazvin’e dön­ dü. Fakat Şah, daha yeni Kazvin’e varmıştı ki, Şahverdi yeniden döndü ve halkı toplamaya başladı. Çevresinde Goran aşiretlerinden ve diğer aşiret ve kabile toplulukla­ rının adamlarından bir kalabalık toplandı. Şahverdi bun­ ların hepsini alarak Mehdi Kuli Sultan’la savaşmaya git­ ti; büyük bir cüret ve cesaretle Semire ırmağını geçti ve karargahını Hurremabad’m açıklarında kurdu. Sonunda şiddetli savaş başladı; iki taraf birbirine girdi ve araların­ da çarpışma kızıştı. Savaş, Lorlar’m kırılması, ağır bir ye­ nilgiye uğramaları ve gerisin geriye dönmeleriyle sonuç­ landı. Şahverdi ise Bağdad’a kaçmak, Osmanlı Sarayının egemenlik alanına sığınmak ve bu saraya itaat ve bağlılı­ ğını sunmak zorunda kaldı. Bu son olayların haberleri Şah Abbas’m kulağına gi­ dince, Şahverdi’nin yaptıklarını affetmenin yararlı olaca­ ğını düşündü; ve Loristan Hükümeti ile Hurremabad eyaletinin, ataları ve babaları zamanından bu yana yürür­ lükte bulunan ve uyulan usuller gereğince kendisine veril­ diğine dair bir emirname yayınladı. Sonra da üzerine, gön­ lünün alınmasını ve emsali arasında övünmesini sağlayacak birçok hil’at ve hediyeler yağdırdı. Böylece Şahverdi’nin şanı yüceldi ve değeri arttı. Kendisi hâlâ, yani Hicrî 1005 (1597) yılına kadar azim ve iradeyle Hükümetinin işlerini yönetmektedir. BEŞİNCİ BÖLÜM «AJ-ı Eyyub» adıyla ün yapan Mısır ve Şam Sultanlarının Anılan Konusundadır Tarih bilginleri ve eski zamanın araştırmacıları riva­ yet ederler ki; bu Mısır ve Şam sultanlarının atası Şadi bin Mervan’dı ve kendisi aslen Azerbaycan Dvin’inin Ravende(89) Kürt’lerindendi. Dvin şimdi harap bir köydür «Kerni Çığır Sa’d» diye adlandınlmaktadır. Selçuklu Sultan Mes’ud zamanında, Sultan’m vekil­ lerinden ve memurlarından biri, Şadi bin Mervan’ı Tekrit Kalesi muhafızlığına tayin etti. Şadi, adı geçen kalede öl­ dü ve görevdeki yerini oğlu Necmeddin Eyyub aldı. Gü­ nün birinde Necmeddin Eyyub, kardeşi Esededdin Şergoh (Şirgoh) ile birlikte yolda giderken, aniden karşılarına ağ­ layan ve velvele çıkaran bir kadın çıktı ve, sebepsiz yere kendisine eziyet eden bir adamı şikayet etti. Esededdin bu­ na öfkelenerek saldırgan adamı huzuruna getirtti ve olayı (89) B a şk a b ir nüsh ad a «Revande-i Dvin» b ir diğ er nüsh ad a «E rende-i Dvin» yazılıdır. A nlaşıldığına göre doğrusu bu n ü sh a d ak i şeklidir. Ç ünkü «Cavende» sözcüğü «ge­ lenler ve gidenler» anlam ındadır. «Göçmenler» an lam ın a d a kullanılır. Şüphesiz A zerbaycan D vin’indeki K ü rtler, G ürcülerin, R usların ve H ıristiy a n A bhazların G ü r­ cistan, A rra n ve K ü rd ista n 'a y a p tık la rı sa ld ın sıra­ sında göçeden diğ er M üslüm anlarla b irlik te K ürdista n ’ın kuzeyinden güneyine göçetm işlerdir. (M.A.A.) kendisine sordu; adam doğru dürüst bir cevap vermedi. Bunun üzerine Esededdin adamın mızrağını elinden alıp kendisine öldürücü bir darbe vurdu; adam cansız ve hare­ ketsiz yere düştü. Necmeddin hemen kardeşini yakaladı ve olayı olduğu gibi Sultan Mes’ud’un vekiline bildirdi. Ve­ kil de kendisine şunları yazdı: «Benimle öldürülen adam arasında köklü bir dostluk ve sağlam bir sevgi bağı vardı. Sizinle bir araya geldiğim zaman, sizden onun kanını iste­ mekten başka bir şey yapmam mümkün değildir. O halde en uygunu, gözlerimin sizi görmemesi için ülkemi terketmenizdir.» Bunun üzerine Necmeddin Eyyub, kardeşiyle birlik­ te hemen ülkeden hareket ederek Musul’a gitti. Oraya varınca Musul Emîri İmadeddin Zengi onları sıcak bir il­ giyle karşıladı; kendilerine misafirperverlik gösterdi. Son­ ra fetihlerinden birinde, Allah kendisine Ba’lebek Kalesi­ nin fethini nasip edince, Necmeddin Eyyub’e adı geçen kalenin muhafızlığı görevini verdi. Güzel görünüşlü, iyi ahlaklı, akıllı, dindar, adaletli ve güvenilir bir adam olan Necmeddin, Balebek’te tasav­ vuf adamları için bir tekke yaptırdı ve adına «Necmiye» dedi; bu tekkeye birçok para da verdi. Adı geçen şehirde halk arasında adaleti ve sevgiyi yaydı. Sonra imadeddin Zengi ölünce, kendisi kardeşi Esededdin ile birlikte Nu­ reddin Mahmud’un™ hizmetine gitti; ikisi de Nureddin’in güvenini ve hayranlığını kazandı; Nureddin kendilerine ilgi ve takdir gösterdi. O kadar ki Esededdin’e ordu komu­ tanlığı göreviyle birlikte Humus Hükümetini verdi. Mısır'daki Ismailî(91) Halifesi El-Âdıd, Frenklerin Mısır’a karşı saldırılarını püskürtmek için, Sultan Nu­ reddin Mahmud’dan yardım isteyince, Sultan da bu gö­ (90) İm adeddin Zengi’nin oğlu N ureddin Zengi. (M.E.B.'l (91) F atım î halifeleri, İsm ailî m ezhebine m ensup oldukları için İsm ailî dem iştir. (M.E.B.) rev için Esededdin Şergoh’u, üç defa güçlü bir ordunun başında gönderdi. Sonuncu defada Esededdin, El-Âdıd’m Veziri Şavra’yı(92) onun izniyle öldürdü ve vezirlik göre­ vine geçti. Fakat bu vezirlik bağından bir gül koparamadan, 2 Cemaziyelahır 564(1169) tarihine rastlayan pa­ zar günü öldü. Vezirlik makamında 65 gün kalmıştı. Kendisinin yerine, kardeşinin oğlu Salahaddin bin Necmeddin Eyyub geçti. Salahaddin Yusuf bin Necmeddin Eyyub: Salahaddin vezirlik görevine başlayınca, Halife ElÂdıd Billah ve adamlarının devlet erkanı felce uğradı. Bunun nedeni, Salahaddin’in üstün bir kudrete ve nadir rastlanan bir zekaya sahip olmasıydı. Kendisi kısa za­ manda Halifeden «El-Melik El-Nasır» unvanı aldı. Böylece Mısır’ı kontrolü altına alan Salahaddin, Nureddin Mahmud’a bir elçi göndererek, babasına, Mı­ sır’a dönmesi için izin vermesini istedi. Nureddin onun bu isteğini memnunlukla kabul etti. Bunun üzerine Nec­ meddin Eyyub Mısır’a hareket etti ve 24 Recep 565 (1170) tarihinde oraya vardı; kendisini, Mısır’ın dışında bizzat Halife El-Âdıd sevinçle ve saygıyla karşıladı. Oğ­ lunun ayrılığından duyduğu üzüntü yüzünden Necmeddin’in ağarmış olan gözleri, oğlunu görmesi üzerine yeni­ den ışığa kavuştu. Salahaddin de babasına son derece sev­ gi ve saygı gösterdi; hatta vezirlik görevinden babası le­ hine feragat etmeyi bile kendisine teklif etti. Fakat büyük bir insan olan babası bunu kabul etmedi ve oğluna teşek­ kür ederek başarı dileğinde bulundu. Salahaddin devlet işlerini büyük bir ehliyet ve liya­ katle yönetmeye başladı. Nihayet 567(1172) yılının Mu­ harrem ayı başlarında Halife El-Âdıd’m hastalığı ağır­ (92) A rap k ay n a k la rın d a «Ş avırsdır; A rapçalaşm ıgıdır. (M.A.A.) g alib a « Ş a p n m ın laştı ve aynı yılın Muharrem’inin Aşure günü(93) ölerek Allah’ın rahmetine kavuştu. Bunun üzerine Salahaddin, îsmailîler’in, değerli incilerle, pahalı mücevherlerle, bir­ çok altın ve gümüş para ile dolu olan hâzinelerini ele geçirdi. İşlerin dümenini yürütmekte tam bağımsız oldu. İyi yönetimi ve uzak görüşlülüğüyle tüm askerleri ve sivilleri memnun etti. Yafiî Tarihi nin yazarı, Salahaddin’in, El-Âdıd’m hâzinelerinden ele geçirdiği değerli eş­ yalardan birinin zümrütten bir asa olduğunu yazmıştır. Değerli yazma kitapların sayısı ise 100.000 cilde ulaşı­ yordu. ö te yandan, Salahaddin’in Mısır’ı bağımsızlığa gö­ türmesinden ötürü, başlangıçta kendisiyle Nureddin Mahmud arasındaki ilişkiler, bazı jurnaller yüzünden ger­ ginleşti. Nureddin, bizzat Mısır’a gidip kendi adamların­ dan birini ülkenin başına getirmek istedi. Onun bu ni­ yetinin haberi Salahaddin’in kulağına varınca, Mısır’ın savunması için tedbir alınması amacıyla, babasından, da­ yısından, kardeşlerinden ve diğer akrabalarından kurulu bir danışma meclisi topladı. Meclis toplanınca, Salahad­ din’in yeğeni Takiyeddin(ÎM) yerinden fırlayarak şöyle konuştu: «Devletin menfaati, Nureddin Mahmud’a kar­ şı, bu tarafa yöneldiği takdirde, gücünün yetmeyeceği or­ dularla direnmemizi gerektiriyor; ona, bu ülkenin işleri­ ne karışması için meydan vermemeliyiz.« Necmeddin Eyyub, torununun bu sözüne çok üzül­ dü ve kendisine sövdü, soğuk sözler söyledi, onun bu fikrini reddetti; sonra da Salahaddin’e dönerek şöyle de­ di: «Ben senin babanım, şu da dayın Şahabeddin’dir; biz ikimiz, burada hazır bulunanların hepsinden daha (93) M uharrem ayının onuncu günü (M.E.B.) (94) Bu, M elik E l-M uzaffer T akiyeddin bin Ş ehinşah bin E y y u b ’dur. «F erşah» adında bir de k ardeşi vardı, (M.A.A.) çok seni sevmekle ve sana karşı daha çok şefkat besle­ mekle birlikte; Nureddin’le karşılaştığımız zaman, eski­ den yaptığımız gibi, itaat ve bağlılığımızı bildirerek onun yüce tahtını öpmekten başka bir şey yapamayız. Nureddin boynumuzun vurulması için emir verirse, itaat ede­ rek ve kendi gönlümüzle boynumuzu ona teslim etme­ miz gerekir. Senin babanın ve dayının durumu bu olun­ ca, bu emirler ve devlet erkânının durumları hakkında ne sanırsın? Ülke Nureddin’in ülkesidir, bizler de aslında onun sadık köleleri ve kullarıyız. Bizleri görevlerimizden uzaklaştırmak istediği zaman başımız üstüne itaat ederiz. Benim düşünceme göre, biz şimdi Nureddin’e bir dilek­ çe sunarak şunları yazmalıyız: «Haber aldığıma göre, hümayunlarınızın gönlü, mu­ zaffer ordusunu, bu ülkeyi kurtarmak için bu tarafa yö­ neltmeye karar vermiştir. Oysa buna ve bunu uygula­ mak için sefer zorluklarına katlanmaya ihtiyaç yoktur; çünkü ben hiçbir zaman kulluk yolundan sapmış değilim. Ben saltanatınız tahtının eşiğine bağlıyım ve vereceğiniz her adil hükmü de kabul ederim. Şiir: «Boyun eğerim senin vereceğin her hükme «Ve yapmaya bir hizmetçi olarak hazırım emredece­ ğin her işi. «Eğer benden yana, Sultan’ın nurlu kalbine bir bu­ lanıklık bulaşmışsa, en uygun ve en iyisi, boynuma ken­ di eliyle zincir takması ve beni bütün dünyanın sığmağı olan dergahınıza getirmesi için Mısır’a özel kullarınız­ dan birini göndermenizdir... Şiir: «Kul, emre boyun eğmez de ne yapar?» Salahaddin babasının öğütünü bütün dikkatiyle din­ ledi; onu büyük sevinç ve memnunlukla derhal kabul etti. Bunun üzerine meclis dağıldı ve toplantıya katılanlar ayrılıp evlerine gittiler. Necmeddin Eyyub oğluyla yal­ nız kalınca, kendisine şöyle dedi: «Sen hâlâ, iyiyi kötüden ve iyi tedbiri kötüsünden ayırdetmesini sağlayacak, meseleleri gözünün önüne ge­ tirecek yeterli tecrübeye sahip olmayan bir gençsin. Sen bilmez misin ki, bu topluluktaki insanlar senin aklından geçenleri öğrenmek, senin niyetlerini anlamak ve bunla­ rı birer birer Nureddin’e iletmek isterler; senin direnmek ve kendisinin M ısıra girmesini engellemek istediğini ona söylerler? Şüphesiz bu sözler, Nureddin’i, bu yolda bü­ tün gücünü harcamaya itecek; o da neye mal olursa ol­ sun, bizleri Mısır’dan çıkarmak için Musul ve Şam or­ dularını birden üzerimize gönderecektir. Oysa kendisi, mecliste söylenen sözleri duyarsa ve bizim kendisine bağ­ lı, emrine itaatkar olduğumuzu öğrenirse, daha başka önemli işlerle uğraşacaktır. Böylece bizler de ondan ve onun çıkaracağı problemden yana müsterih olacağız.» Gerçekten de bu tedbir ilahi takdire de uygun düş­ tü. Çünkü Salahaddin’in dilekçesi Nureddin’in makamı­ na ulaşıncaya kadar, onun aile efradıyla yapmış olduğu toplantının sonucu da iletilmişti; mecliste cereyan eden­ ler de kendisine bildirilmişti. Bunun sonucunda Nureddin, Salahaddin’e yakınlık ve sevgi gösterdi; doğru yo­ lun, kendisini Mısır’da ve Mısır işlerinde bırakmak oldu­ ğunu ve suyunu bulandırmaması gerektiğini anladı. 568(1173) yılında Necmeddin Eyyub atından düştü ve birkaç gün hasta yatağında yattı; sonra da öldü. Bü­ yük insan olan oğlu, sünnet gereğince babasının cenaze­ sini kaldırdı ve kendisine yaraşır bir yere gömdü; ayrıca taziyeleri kabul etmek için gerektiği kadar oturdu. Nec­ meddin Eyyub altı erkek çocuğu bırakmıştı: Salahaddin Yusuf, Seyfeddin Muhammed Ebu Bekir, Şemsüddevle Turan Şah, Seyfülislam Tuğrultekin (Tuğtekin), Şehinşah ve Tacülmüluk Burî. Nureddin Mahmud 569(1174) yılında ölünce, Sa­ lahaddin’in Mısır ülkesindeki bağımsızlığı tamamlandı. Bunun üzerinden fazla zaman geçmeden ülkesine Şam memleketini de kattı. Bu ülkelerdeki insanlar üzerine adalet bayraklarını dalgalandırdı ve barış perdesini gerdi. Sonra Kudüs ve Halilrahman şehirlerini, bu şehirleri gaspetmiş olan Hıristiyan Frenklerin elinden aldı. Ayrı­ ca kardeşinin oğlu Karakuş’u(,5) Mağrib(56) ülkelerinin bir kısmını fethetmekle görevlendirdi. Karakuş büyük bir or­ duyla o yörelere gitti ve Trablus şehrini Frenklerin elin­ den aldı. Bu şehri daha önce Frenkler istila etmişlerdi. Salahaddin’in talihinin güneşi berrak olarak ufukları ay­ dınlattığı bu sıralarda, kardeşi Turan Şah’ın güneşinin de Yemen ülkesinin ufuklarında parladığının sevindirici habe­ ri de geldi. Turan Şah, o ülkeyi zorla yönetimi altına almış olan Abdünnebi adlı zındığı yenilgiye uğratmış ve Addünnebi, iki taraf arasında yapılan bir çarpışmada öldü­ rülmüştü. Yukarıda da geçtiği gibi, Şam ülkesinin çoğu, Şam şehriyle birlikte 570(1175) yılında Salahaddin’in eline geçmişti ve yalnız onun olmuştu. Nureddin Mahmud’un oğlu Melik El-Salih İsmail de yalnız Halep yönetimiyle yetindi, ö te yandan, Salahaddin 572(1177) yılında, Mı­ sır ve Kahire çevresinde, çölleı yönünden başlamak üze­ re, 29.300 zira,(97) uzunluğunda büyük bir sur yapılma­ sını emretti. Bunun için her taraftan mimarlar ve işçiler topladılar. Bunlar, Salahaddin’in hayatının sonuna kadar geceli gündüzlü çalıştılar. 573(1178) yılında Salahaddin Askalan’m üzerine (95) K ardeşinin oğlu değil, lcölesiydi; M ağrlb'tn feth i için S alahaddin'in kardeşinin oğlu F erh Ş ah ’la b irlik te g it­ m işti. (M.A.A.) (96) M ağrib, K uzey A frik a ülkelerine denir. (M.E.B.) (97) Z ira’, b ir eski ölçü birim idir; uzunluğu d irsek ten o r. t ap a rm ak ucu n a k ad a rd ır. (M.E.B.) yürüdü ve çevresindeki köylere akınlar yaparak Frenk Hıristiyanlarmdan birçok mal ganimet aldı. Sonra him­ metinin yularını Remle’ye yöneltti; birdenbire bir Frenk ordusunun o yöreye doğru gitmekte olduğunu gördü. Bü­ yük bir hız ve şiddetle çarpışmalar başladı. Çarpışma, Müslümanların ağır bir yenilgiye uğramalarıyla sonuç­ landı; Salahaddin’in birçok askeri şehit düştü; bunların başında, Salahaddin’in kardeşinin oğlu olan Takiyeddin’in oğlu vardı; o zaman yalnız 20 yaşında bulunuyordu. Salahaddin ise bir mucize olarak bu vartadan kurtuldu ve ağlanacak bir halde, yenik olarak Kahire’ye döndü. Hıristiyanlar ise bu çarpışmadan sonra Hama’ya yöneldiler ve orayı dört ay kuşattılar. 573(1178) yılı sonlarında, Halep kalesi barışçı bir yolla ve zahmetsiz, kan dökülmeksizin Salahaddin’in eline geçti. O da bu büyük vilayetin valiliğine oğlu Melik El-Zahir’i tayin etti. 574(1179) yılında ise, Salahaddin’in Şam’daki veki­ li olan kardeşinin oğlu Ferh Şah Şam’a saldıran bir Frenk ordusuyla savaşmak için harekete geçti; Şam kapılarında onları ağır bir yenilgiye uğrattı ve komutanlarını öldür­ dü. Bunun üzerine Frenkler yenilmiş olarak geri çekildi­ ler. Bu yıl, Salahaddin’in dayısı Şahabeddin öldü. Ken­ disi Hama yönetimini elinde tutuyordu, ölümünden son­ ra yerine, Melik El-Muzaffer Takiycddin Ömer bin Şehinsah bin Necmeddin Eyyub geçti ve öldüğü 577 (1182) yılma kadar Hama’yı yönetti. 576(1181) yılında ise, Yemen’i kılıçla fethetmiş olan Şemsüddevle bin Tu­ ran Şah bin Necmeddin Eyyub, gelmiş olduğu İskende­ riye’de öldü. Kemikleri sonradan Şam’a taşındı ve kızkardeşinin Şam açıklarında yaptırmış olduğu medreseye gö­ müldü. Ondan sonra Yemen yönetimi, Salahaddin’in öte­ ki kardeşi Seyfülislam Tuğtekin’e verildi. 583(1188) yılının Rebiyülevvel’inin günlerinden bit cuma günü, Salahaddin’le mel’un Frenkler Taberiye ova­ larında karşı karşıya geldiler. İki taraf arasında kanlı bir savaş oldu. Bu savaş, yüce, Allah’ın izniyle ve peygam­ berlerin Efendisinin(,8) bereketiyle Müslümanların zafe­ riyle sonuçlandı. Hıristiyanların lideri, askerlerinden bir­ çok kimsenin öldürülmesinden sonra esir düştü. Salahaddin fırsatı yitirmedi ve Akka üzerine yürümeye devam et­ ti. Orayı da Hıristiyanların elinden alarak, orada tutuklu bulunan 4.000 Müslüman esiri serbest bıraktı. Sonra bu şekilde yürüyüşüne devam ederek Nablüs, Hayfa, Kaysariye, Nasıra ve Askalan gibi birçok şehir ve kaleyi kur­ tardı. Uzun bir süre sonra bir ordu hazırlayarak Kudüs üzerine yürüdü ve şehrin batı tarafına indi. Birkaç gün sonra bundan vazgeçti ve doğru tarafına geçerek şehri oradan kuşattı. Böylece savaş başladı. O sırada Kudüs’te 60.000 Hıristiyan oturuyordu. Onlar da şehri Müslümanlara karşı korumak için gayret ve çabayla kollarını sıva­ dılar. Fakat durum büyük ölçüde gelişti. 583(1188) yı­ lının 27 Recebine raslayan cuma günü girer girmez, Sa­ lahaddin kaleyi ve şehri mancınıklarla döverek abluka altmdakilerin gırtlağını adamakıllı sıktı. Bunun üzerine aman ve barış diye bağırdılar. Salahaddin, onlara, öldü­ rülmeyecekleri ve esir edilmeyecekleri konusunda aman verdi. MüslLimanlar şehre girdiler ve Hıristiyanların Mescid-i Aksa’da Kubbetussahre üstüne koymuş oldukları ha­ çı kırdılar; sonra aynı gün cuma namazını Mescid-i Ak­ sa’da kıldılar. Orada hem yoksulların, hem de büyük­ lerin tekbir ve dua sesleri gök ufuklarına kadar yüksel­ di. Böylece emanet tekrar sahibinin eline geçmiş oldu. Kudüs, 492(1100) yılı başından bu yıla(99) kadar Frenklerın elinde kalmıştı. Salahaddin ile mel’un Frenkler ara­ sında, o belirli günde barış şartları şu şekilde imzalandı: (98) H azret! M uham m cd’l kastediyor. (M.E.B.) (99) Y ani 583 (1188) yılı. (M.E.B.) «Kafirlerden her erkek Müslümanlara 20 dinar, her kadın da 5 dinar ödeyecek; her çocuk için de bir dinar ödenecektir. Üzerine yükümlenen fidyeyi ödemeye gücü yetmeyen herkes Müslümanların eline esir düşecektir.» Salahaddin, Hıristiyanlardan aldığı bu paraları asker­ lere, bilginlere ve abitlere verdi. Sonra Sur Kalesi’ne yö­ neldi. Bu kalenin surları son derece sağlam olduğu, as­ kerler de soğuğun şiddetinden ve yağmurlardan şikayet ettikleri için, Salahaddin danışmanların da görüşünü ala­ rak kaleyi kuşatmaya devam etmekten vazgeçti; hızla Tarsus şehrine doğru hareket ederek orayı da savaşla ele geçirdi; ganimet olarak birçok mal, ayrıca da birçok esir aldı. Sonra şehri yaktı ve yürüyüşüne devam etti. Şehirleri tek tek istila etmeye başladı. Berziye kalesine vardı. Bu kalenin sağlamlığı ve güçlülüğü dillere destan olmuştu; çünkü kalenin deniz seviyesinden yüksekliği, surlarıyla birlikte 570 zira’dan fazlaydı. Fakat Sala­ haddin, burayı da kılıçla ele geçirdi. Ondan sonra Antak­ ya yöresine giden Salahaddin, barışa eğilimli olan ora halkıyla da barış yaptı; onlar da ellerindeki bütün Müslü­ man esirleri serbest bıraktılar. Sonra, oğlu Melik El-Zahir’in isteği üzerine Antak­ ya’dan Haleb’e gitti. Melik El-Zahir, Haleb’de üç gün kalan ulu babası için elinden geldiği ölçüde büyük şen­ likler yaptırdı ve onu büyük saygıyla xkarşıladı. Ondan sonra Salahaddin Haleb’den ayrılarak Hama’ya gitti. Ora­ da Hama Valisi Takiyeddin. ulu misafiri gereken saygıy­ la karşıladı. Salahaddin bu yeğenine ilgi gösterdi ve eya­ letine Cebele şehriyle diğer birkaç kasabayı kattı. Sala­ haddin sonra Şam’a gitti ve orada birkaç gün dinlendi. Oradan Safed şehrinin üzerine yürüdü ve burayı barış yoluyla fethetti. Bunun sonucu olarak Kerek ve Kevkeb de barış yoluyla fethedildiler. Sonra Kudüs’e gitti ve Kurban Bayramı namazım o kutsal yerde kıldı. Ondan e sı • sonra Askalan’a giderek burayı kardeşi Melik El-Adil’den aldı; onun yerine kendisine Kerek eyaletini verdi. Akka’ya varınca kalenin yıkılmış surlarının onarılması ve yenilenmesi için emir verdi. Sonra, o yörelerin en güç­ lü ve en sağlam kalesi olan Şakif Kalesi’ne yöneldi ve bizzat kendi mübarek kişiliğiyle kaleyi kuşatmaya başla­ dı. Kalenin, Frenkler arasında akıllı ve ileri görüşlü bir adam olan yöneticisi, başarı ve zafer belirtilerinin Müs­ lümanların tarafında belirdiğini görünce tek başına ka­ leden çıktı ve Sultan Hazretlerine doğru derleyerek teslim oldu. Sultan kendisini yakınma getirtti ve ona ilgi gös­ terdi. Aziz misafir iyi Arapça bildiği için Sultan Hazret­ lerine arzetmek istediğini bizzat arzederek şöyle dedi: «Yüce tahtınızı rahatsız edişimin sebebi, benim ve aile­ min Şam’da oturmamıza izin verilmesi, Sultanlık Diva­ nından bana yetecek kadar yıllık altın ve tahıl ödemesi yapılması konusunda yüce emirlerinizin çıkmasıyla mü­ şerref olmaktır. Bu dileğim kabul görürse kaleyi Sultan’m adamlarına teslim ederim.» Sultan dileğini olumlu karşıladı ve Şakif Valisi ka­ leye geri döndü. Bu sırada İslam ordusu savaşı durdur­ muş ve kuşatmayı kaldırmış, barış şartlarının hazırlan­ masını bekliyordu. Birkaç gün sonra, iki gözü olan her­ kese göründü ki, o kafir, bu davranışıyla, kale üzerinde­ ki baskıyı durdurmak, böylece surlarım onarmak, burç­ larım yenilemek ve kaleyi mühimmatla doldurmak amaç­ larını güdüyordu. Şüphesiz Sultan bu çirkin davranışa son derece öfkelendi ve muzaffer ordusuna kaleyi bir da­ ha kuşatma emrini verdi. Müslümanlar yeniden kaleyi ablukaya başladılar. Bu sefer yaya savaşının, kuşatma­ nın araç ve gereçlerini de hazırlamışlardı. Onlar bu du­ rumdayken, Haçlı ordularından birçok toplulukların ve büyük yığınların Akka Limanına vardıkları, kaleyi ku­ şatmaya başladıkları ve bu tehlikeli olay karşısmda Me­ lik El-Adil’in Şakif kafirleri ile şu şartlar üzerine barış yapmaya razı olduğu, bunu kabul ettiği haberi geldi; Şehir, yani Akka, içindeki bütün silah, gereç, binek hay­ vanları ve 200.000 dinar altınla birlikte onlara verile­ cek; ileri gelen esirlerinden 100, öteki esirlerinden de 500 kişi serbest bırakılacak; buna karşılık kafirler de, Müslümanların aman ve barış içinde şehirden çıkmaları­ na izin vereceklerdir. Sultan bu haberi duyunca çok üzüldü ve böyle bir barışın yapılmasına şiddetle karşı çıktı. O zaman tedbir ve danışma adamlarının fikirlerini de alarak Şakif ku­ şatmasının bırakılmasını, ve Frenklerin çabuk davranıp istila ederek içindeki bol mallar ve ganimetleri alıp, Ku­ düs’ü geri almakta ve işgal etmekte kullanacaklarından endişe ettiği Askalan’ın da tahrip edilmesini emretti. Sa­ lahaddin’in oğullarından biri olan Şam Valisi Melik ElEfdal bu görevi üzerine aldı. Bütün Askalan halkına, Şam’ın öteki şehirlerine dağılmalarını emretti. Bu da, kara talihli şehir halkının ileri gelenlerini de, sıradan gelenlerini de üzdü, onlar, taşınması mümkün olmayan eşyalarını çok ucuz fiyatlarla satmaya başladılar; Örne­ ğin on dirhem(100) değerindeki bir mal bir dirhem karşı­ lığında satışa çıkarılırdı, yine de alıcı bulamazdı. Mir’at el-Cenan tarihinde, bir Askalanlınm 12 tavuğu bir tek dirheme satmış olduğu yazılıdır. Diğerlerini de buna gö­ re kıyas et. Kısacası, halktan ve askerlerden büyük bir toplu­ luk, 20 Şabandan Ramazan başlarına kadar bu şehri yık­ makla uğraştı. Sonra kapılarına varıncaya kadar şehri ateşe verdiler; aynı şeyi Lüdd ve Remle kalelerinde de yaptılar. O sırada Melik El-Adil’den şöyle bir haber (100) D irhem , eskiden kullan ılan bir p a r a birim i. A ğırlık ölçüsü o la ra k d a k u llanılm ıştır. B urad ak i dirhem p a ra birim idir. (M.E.B.) geldi: «Frenkler, kendilerine kıyı şehirlerini bıraktığımız, takdirde bizimle barış yapmaya razıdırlar; ondan sonra da İslam şehirlerine saldırmayacaklarını taahhüt ediyor­ lar.» Salahaddin bu teklifi kabul etti ve barış yapması için Melik El-Adil’e izin verdi. Bunun üzerine Müslü­ manlarla Frenkler arasında bu esaslar üzerine barış ya­ pıldı; bu barış, ahit ve ağır yeminlerle pekiştirildi; iki ta­ raftan tüccarlar çarşılarda dolaşmaya başladılar. Bunun üzerine Sultan, oğlu Melik El-Efdal ve ordusuna, din­ lenmek üzere şehirlerine gitmeleri için izin verdi. Kendisi ise o değerli kişiliğiyle Kudüs’e gitti, ora­ da bir süre kaldı/ Sonra ülkenin başkenti Şam’a hareket etti ve 27 Şevval 588(1192) tarihinde oraya vardı. Ora­ da bütün oğulları, diğer memur ve komutanlarıyla bir­ likte, sevinerek ve ferahlayarak hizmetinde toplandılar. 589(1193) yılı Safer’inin 25’ine rastlayan cuma günü, bizzat yüce kişiliğiyle hacıları karşılamak üzere binip çık­ tı. Bıı kutlu karşılamadan sıtmalı, yakıcı sıtmaya yaka­ lanmış olarak döndü ve aynı ayın 27’sinde Allah’ın rah­ metine kavuştu. Bunun üzerine halkı üzüntü kapladı ve bu musibet, yakın uzak herkese çok ağır geldi. Allah kendisine rahmet etsin. Cenazesinde büyük bir halk top­ luluğu hazır bulundu ve onun muhteşem cenaze alayı­ nı görünce yüksek sesle ağladılar. Çünkü Salahaddin adaletli bir Sultan ve cesur, ha­ miyetli bir Hükümdardı. Bilginleri ve edebiyatçıları se­ ver; onları yakınına alır ve kendileriyle birlikte otunır; üzerlerine nimetlerini ve iyiliklerini yağdırırdı. Mısır’ı yö­ nettiği süre boyunca kanaatkar, dürüst davranır; ne denli küçük olursa olsun günahlardan ve dince yasaklanan hareketlerden sakınırdı. Onun parlak devrinde Mısır ve Şam büyük ölçüde kalkındılar; çünkü birçok hayır ku­ rumlan kurdu ve bunlara birçok ürün ve tarım alanları vakfetti. İşte sana, o genel imar ve hayır binalarının bir kısmı: 1 — Büyük ve Küçük Karrafe’de, Imam-ı Şafiî’nin -Allah ondan razı olsun- türbesi civarında bir medre­ s e /10». 2 — El-Dareyn’de, îmam-ı Hüseyin efendimiz -Al­ lah ondan razı olsun- izafe edilen türbenin yakınında bu­ lunan Kahire El-Muizziye Medresesi. 3 — Şiî Ismailî halifelerinden biri olan Said El-Süeda’nın Sarayının yerinde bir tekke. 4 — Abbas bin Salar’ın köşkü yerinde kurduğu Hanefiye Medresesi. 5 — Mısır’da «Zeyn El-Tüccar» diye tanınan Şafiiye Medresesi. 6 — Kahire, EI-Muizziyc’de bulunan Malikiye Med­ resesi. 7 — Kendi sarayının içindeki hastane. 8 — Kudüs, Halil’de kurup tamamladığı medrese ve tekke. Denildiğine göre, Salahaddin, akim düşünemeyece­ ği ölçüde cömertti. Göçüp en yüce makama kavuştuğu gün, sahip olduğu o geniş saltanat ve nüfuza, geniş sınır­ lı o şehir ve ülkelere rağmen, terekesinde 47 gümüş dir­ hemden başka bir şey bulunmamıştır. Bilgi, Allah nezdindedir. Eb’ü’l-Feth Osman bin Salahaddin Yusuf: Salahaddin sağlığında Mısır’ı, «Melik El-Aziz» un­ vanını verdiği büyük oğlu Osman’a vermişti. Mısır’ın bu adil azizinin*10?1 ölüm haberi Mısır Aziz’ine(103) ulaşmca derhal Mısır tahtına çıktı ve ülkenin ileri gelenlerinden, eşrafından kendisi için yeniden biat aldı. İstediğini böy(101) S ıra n u m a ra ların ı biz koyduk. (M .E.B.) (102) S alah addin’i kastediyor. (M .E.B.) (103) M elik E l-A ziz O sm an’ı k astediyor. (M .E.B.) lece elde edince, kardeşi Melik El-Efdal’la savaşmak için hemen Şam’ın üzerine yürüdü. Bu işte amcası Melik ElAdil de kendisini destekliyordu. Şam’ı, üzerine üç defa yürüdükten, kuşatıp da kuşatmayı daralttıktan sonra sa­ hibinin elinden aldılar; Şam şehri 592(1196) yılının Re­ cep aymda teslim oldu ve Melik El-Efdal kaçtı. El-Aziz Osman, Şam’ın yönetimini amcası Melik El-Adil’e bı­ raktıktan sonra Mısır’a döndü. 593(1197) yılında, Yemen Hükümdarı Seyfülislam Tuğrultekin bin Necmeddin Eyyub, Allah’ın rahmetine kavuştu. Kendisinden sonra Yemen’de, Melik El-Aziz di­ ye tanınan oğlu Fetheddin İsmail yönetime geçti. Melik El-Aziz 595(1199) yılında Mısır’da yüce ma­ kama ulaştı(104). Kendisi son derece alicenap, yumuşak huylu, terbiyeli bir gençti; büyük ölçüde dürüst ve cö­ mertti. Bu hükümdarın ölümünden sonra Mısır’daki Eyyubîler iki kısma ayrıldılar: Birinci kısım, Melik El-Aziz’in Ali adındaki ve «El-Mansur» unvanını taşıyan oğlu­ nun yönetime geçmesinde ittifak etti; ikinci kısım ise, Melik El-Efdal’a haber göndererek bağlılıklarını bildirdi ve kendisini Mısır’a çağırdı. Melik El-Efdal bin Salahaddin Yusuf’un Saltanatı: Bilindiği gibi El-Efdal, yukarıda da geçtiği şekilde babasının sağlığında Şam Valisiydi; kardeşi Melik ElAziz, ikisinin de amcası olan Melik El-Adil’le işbirliği ederek, Salahaddin’in ölümünden sonra üzerine üç kez ordular sürdüler; sonunda Şam’ı elinden aldılar ve onun yerine kendisine Sarhad(105) kalesini verdiler(106). Orada kalan Melik El-Efdal, Melik El-Aziz’in ölümü üzerine Mısır’a koştu ve orada bir süre yönetimde kaldı. Fakat (104) Y ani öldü. (M .E.B.) (105) Ş am ’d a H av ran ile DürzU d ağ ı ara sın d a bulunan eski b ir kale. (M.A.A.) (106) B iraz yu k ard a, kendisinin Ş am ’ın teslim i sırasın d a kaç. tığ ı belirtildi. (M.E.B.) amcası Melik El-Adil Mısır’a büyük ve güçlü ordular getirerek, yönetimi Melik El-Fadıl’dan aldı ve onun yeri­ ne kendisine Şımişat«1071 kalesini verdi. Melik El-Efdal bu kaleye gitti ve ömrünün kalan günlerini orada geçirdi; nihayet 622(1226) yılında Tanrı’sının komşuluğuna git­ ti. Yafiî Tarihi’nde anlatıldığına göre, Melik El-Efdal son derece faziletli ve terbiyeliydi. Hadis bilimlerini za­ manının bilginlerinden öğrenmiş; yazı yazmayı, bu alan­ da ün kazanacak derecede ilerletmişti. Bilimi ve bilginleri sever; onlara yakınlık gösterir ve büyük saygı duyardı. Adalet ve insaftan asla sapmazdı. Kısacası yüce, adaletli, cömert, faziletli bir insandı. Şiir ve yazı yazmakta güçlüydü. Ayrıca şiirde çok iyi benzetiler yapardı; örneğin Os­ man adındaki kardeşi El-Aziz ile Ebu Bekir adındaki amcası El-Adil ittifak edip Şam saltanatını elinden aldık­ ları zaman şu beyitleri yazarak Halife El-Nasır li Dinillah’a gönderdi: «Efendim! Ebu Bekir ve arkadaşı Osman, «Ali’nin«10« hakkını gasbettiler, kılıçla «Oysa Ali, babasının ikisi üzerine atadığı hüküm­ dardı «Ve başa geçtiği zaman da işler doğrulmuştu «İkisi muhalefet ettiler ve biatinin akdini bozdular «Yönetim ikisi arasındadır, Ali hakkındaki hüküm­ se açık. «Bak şu adın talihine ki nasıl gördü son gelenler­ den«10« «İlklerden gördüğü muamelenin aynısını«11«.» (107) R u h a (U rfa )m n kuzeyinde ve M ansur K alesi’n in gtine. yinde, F ır a t ırm ağ ı üzerinde b ulunan eski b ir kale. Şim di ad ı «Sam sadadır. (M.A.A.) (108) Ali, M elik E l-E fd al’m asıl adıdır. (M.E.B.) (109) A ddan m a k sa t «Ali» adıdır; son gelenlerden m a k sa t am cası ve kardeşidir. (M.E.B.) (110) ilk lerd en m a k sa t D ört H alifeden E bu B ek ir ve O s­ m an ’dır. (M .E.B.) Halife El-Nasır Ii Dinillah da kendisine şu üç beyit­ le cevap verdi: «Senin mektubun, ey Yusuf’un oğlu! «Soyun temiz olduğunu iletti, dostlukla «Ali’den hakkını gasbettiler, çünkü yoktu «Peygamberden sonra Yesrib’de(I11) bir yardımcısı «Müjde sana, Peygamber’e aittir hesapları, yarın «Ve sabret, imam El-Nasır’dır senin yardımcın(1,2).» Melik El- Efdal’ın veziri ise, iki kardeşi izzeddin Ali ve Mecdeddin Eb’ü’s-Saadât gibi «Ibn’ü’l-Esîr El-Cezerî» diye ün yapmış olan Nasrullah bin Eb’ü’l-Kerem Diyaeddin Muhammed bin Abdülkerim El-Şeybanî’ydi. Bu Ibn’ü’l-Esîr zamanının fazilet sahiplerinin reisi ve devri­ nin bilginlerinin önderiydi. Yazı yazmak ve mektupları süslemek sanatında, tasavvur edilenden daha üstün bir yeteneği vardı. Ömeriye Ceziresi’nde(ll3) doğmuş ve ço­ cukluğunun ilk yıllarında Kur’an-ı kerimi ezberlemişti. Denildiğine göre hafızası son derece güçlüydü. O kadar ki, El-Mütenebbi ve El-Bahterî divanlarını ezberlemişti. Yafiî Tarihi’nin İbni Hallikan’dan naklen anlattığı­ na göre, bu Ibn’ü’l-Esîr bilimleri öğrendikten ve fazilet­ leri elde ettikten sonra Sultan Salahaddin’in sarayına il­ tihak etti. Sultan da kendisini ilgisinin kapsamı içine ala­ rak onu oğlu Melik El-Efdal’ın vezirliğine tayin etti. Ibn’ü’l-Esîr, bağımsızlık ve özgürlük içinde bu görevi ye­ rine getirdi. Sonra iki hükümdar El-Aziz ve El-Adil Şam’ı istila edip Melik El-Efdal’dan alınca, bu iki aziz­ den duyduğu endişe Vezir’i sardı ve şehirde gizlendi. So­ nunda Melik’in kapıcılarından biri kendisini bir sandığa (111) Yesrib, M edine’nin eski adıdır. (M.E.B.) (112) im a m E l-N a sır'd an kendini k astediyor; im a m H ali­ fe an lam ına gelir. (M.E.B.) (113) M ardin’in Cizre ilçesinin o zam anki adı. (M .E.B.) koymaya, sandığın kapağım kilitleyip bir deveye yükle­ yerek Şam’dan çıkarmaya ve Mısır’a götürmeye muvaffak oldu. Orada da El-Aziz’in oğlu için vezirlik yaptı. Me­ lik El-Adil Mısır’ı istila edince, Ibn’ü’l-Esîr oradan Ha­ leb’e kaçtı ve bir süre orada Melik El-Zahir’e hizmet et­ ti. Sonra oradan Musul’a, Musul’dan Sencar’a gitti. Son­ ra yine Musul’a döndü ve ömrünün sonunu orada ta­ mamladı. Onun faziletinin ve edebiyattaki gücünün kanıtı olan kitaplarmdan biri, El^Mesel El-Sair fi Edeb El-Kâtib Vel-Şair’dir. Bu eser, şairlerin, yazarların ve edebiyatçı­ ların muhtaç bulundukları usul ve kuralları kapsamakta­ dır. El-Veşy El-Merknm fi Hail El-Manzum kitabı ile El-Maami El-Muhtcrea fi Smaat El-tnşa kitabı da yine onundur. 637(1240) yılında Allah’ın rahmetine kavuştu, îki kardeşi İzzeddin Ali ve Mecdeddin Eb’ü’s-Saadât’ın küçüğüydü. Melik El-Adil bin Necmeddiıı Eyyub’un Saltanatı: Yafii Tarihi’nde anlatıldığına göre Melik El-Adil son derece akıllı ve iyi tedbirliydi. Bunun için Salahad­ din olağanüstü buhran ve olaylarda kendisine danışırdı. Bundan fazla olarak da ibadete ve kanaatkarlığa da eği­ limliydi; gündüzleri oruç tutar, geceleri ibadet ederdi. Kardeşi Salahaddin zamanında ise Akka, Kerek gibi ba­ zı eyaletlerde hüküm sürmüştü. Kardeşinin oğlu Melik El-Aziz’in ölümünden sonra ise Şam ve Mısır’ı istila etti ve Melik El-Aziz’in «Mansur» lakabını alan Ali adında­ ki oğlunu da Ruha’ya(ll4) gönderdi; Mısır işlerini oğlu Melik El-Kamil Muhammed’in eline, Şam yönetimini de diğer oğlu Melik El-Muazzam’a bıraktı. Cezire Hüküme­ tinin işlerini oğlu Melik El-Eşrefe, sonra Ahlat eyaletini de Eyyub adındaki dördüncü oğlu Melik El-Evhad’a ver­ di. Kendisi ise Mısır’da kalarak kendini tamamen büyük saltanatın işlerine ve İslam topraklarının savunmasına verdi. 598(1202) yılının Recebinde Melik El-Muizz İs­ mail bin Seyfiilislam Tuğtekin bin Necmeddin Eyyub Zebid’deki kendi komutanları tarafından öldUrüldü. Çünkü kendisi zulüm, baskı ve sefahatte aşırı gitmiş; bu yüzden de kendisinin Emevîler’in soyundan geldiği iddia edilmişti. Onun yerine, çocuk yaştaki oğlu Melik El-Nasır geçti. Bu Melik El-Muizz’in çağdaşı olan fazilet sa­ hiplerinden biri, Acaib El-Esfar ve Garaib El-Ahbar ad­ lı kitabını onun adına yazmış olan Eb’ü’l-Ganaim Müs­ lim bin Mahmud El-Şirazî'ydi. 609(1213) yılında, Ahlr.t’ı zulüm, ceberrut ve kan dökücülükle yöneten Melik El-Evhad Eyyub bin Melik El-Adil, Allah’ın rahmetine kavuştu; Hükümet, diğer kardeşi Melik El-Eşrefe geçti. 612(1216) yılında Me­ lik El-Adil, Yemen Hükümeti’ni torunu Melik Mes’ud bin Melik El-Kamil’e verdi ve kendisini Yemen’e gön­ derdi. Melik Mes’ud bu ülkenin sınırlarına varınca, ileri gelen ve eşraf halkı onu sevgiyle ve itaatle karşıladılar; yönetimin dizginlerini kendisine teslim ettiler ve onu Yemen’de uğur ve mutluluk sembolü saydılar. 615(1219) yılında Melik El-Adil yüce makama ulaştı ve varlık safhası üzerinde 15 erkek çocuğu bırak­ tı. Bunlardan beşi, mutlu saltanat tahtına çıktılar: ElKamil, El-Muazzam, El-Eşref, El-Salih ve Şahabeddin Gazi. Melik El-Eşref Musa bin Melik El-Adil: Asıl adı Musa olan Melik El-Eşref, babası Melik El-Adil’in sağlığında Ruha şehrinde yönetimde bulunu­ yordu. Sonra Harran eyaleti de kendisine verildi. Melik El-Evhad ölünce, Melik El-Eşrefin egemenliği Ahlat’a da uzandı. Şam’da saltanat bayrağını yükseltmiş olan Melik El-Muazzam Şerefeddin tsa 625(1229) yılında ölünce onun yerine, Davud adındaki oğlu Melik El-Nasır geçti. 626(1230) yılında, Melik El-Kamil Mısır’dan Şam üzerine yürüyüp burayı sahibinin elinden almak isteyince, Melik El-Eşref kardeşini desteklemeye koştu. Bunun üze­ rine Melik El-Nasır Davud barış istemek zorunda kal­ dı. îki taraf arasında karşılıklı mektuplar ve elçiler gön­ derildi. Sonunda, Melik El-Nasır’ın Şevbek, Nablüs ve Kerek Hükümeti’yle yetinmesi ve Melik El-Eşrefin de Şam tahtına oturup Harran, Ruha, Rakka ve Re’selayn’ı Melik El-Kamil’e bırakması konusunda karara varıldı. Bu şartların uygulanması tamamlanınca Melik ElKamil Mısır’a döndü. Melik El-Eşref ise Şam tahtına çık­ tı ve adaletli yönetimi, sağlam idaresi ile ordunun ve adamlarının, ülkenin ileri gelenlerinin ve halktan vatan­ daş kitlesinin gönlünü kendine çekmeye başladı. Çünkü kendisi adaletli, ciddi, yumuşak huylu, mert, hayırsever bir hükümdardı; bilim ve fazilet sahiplerine yakınlık göstermek, bunlar için yapı ve kurumlar meydana getir­ mek suretiyle bilim ve fazileti yayardı. Bunlardan biri, Ibn’ü’s-Salah diye ün yapan ünlü hadis bilgini Şeyh Ebu Ömer Osman için Şam’da yaptırdığı Hadis Binası’ydı. Melik El-Eşrefin -Allah ona rahmet etsin- doğumu 570 (1175), ölümü ise 635(1239) yılmdaydı. Ordusunun ko­ mutanları ve devletinin erkanı önce kendisini Şam Kalesi’ne gömdüler; bir süre sonra kemiklerini, Şam’daki Mescid El-Cami yakınlarında yaptırmış olduğu imarete nak­ lettiler. Melik El-Kamil Muhammed bin Melik El-Ad'l: Melik El-Kamil ulu kadirli ve şerefli, şanlı bir ni­ teliğe sahipti; adalet ve iyilik bayraklarını yaymakla da tanınmıştı. Ayrıca halk arasında ince karakteriyle, iyi prestijiyle ve iyi yönetimiyle ün sağlamıştı. Peygamber’in yüce sünnetine bağlıydı; Müslüman halklar arasındaki bağlan güçlendirmeye çalışanları sever ve onlara yakınlık gösterirdi. Meclisi her cuma gecesi bilginlerle ve fazilet sahipleriyle şenlenirdi. Onlarla bizzat bilimler konusun­ da konuşur; sanatlar üzerinde tartışırdı. Onun parlak devrinde Kahire El-Muizziye’deki Hadis Binası’nın te­ meli atıldı. Bu bina son derece genişti. Sonra Imam-ı Şafiî’nin türbesi üzerinde yüksek bir kubbe yaptırdı ve tamamladı. Melik El-Kamil ulu babasının devrinde Mısır yöne­ timinin işlerini yürütmüş olduğu için bütün meselelerin çözüm ve düğüm yolları, herşeyin yönetimi onun elin­ deydi. Babası Melik El-Adil 615(1219) yılında ölünce yönetimde bağımsız oldu; sonra kısa bir sürede egemen­ liğini Hicaz, Şam ve Yemen’e de uzattı. Bundan ötürü, bütün bu ülkelerin camilerinde hatipler onun yüce adıy­ la dua ederler ve derlerdi ki: «Mekke ve kullarının, Ye­ men ve Zebid’inin, Mısır ve Said’inin*1151 Şam ve ordula­ rının, Cezire ve Velid’inin*1161sahibi, iki kıblenin*1171 Sulta­ nı, iki alametin*1181 sahibi, iki Harem’in hizmetçisi, mü’minlerin*1191 Emîri Nasıraddin Halil Veli.» Melik El-Kamil, 635(1239) yılının Recep ayının 21’inde, çarşamba gününün sonunda, Şam Kalesi’nde öl­ dü. O zaman yaşı 40 kadardı. Mısır, Şam ve Yemen Sultanlarının ölümleri Konusunda: Yafiî Tarihi’nde deniyor ki: Atasının emriyle 612(1216) yılında bir askerî bir­ liğin başında Yemen’e yürüyerek orayı istila etmiş, son­ (115) Said, M ısır’ın «yukarım anlam ına gelen bölgesidir. (M'.E.B.) (116) Velid’den kim i ve neyi k a s te ttiğ i anlaşılam adı. (M.E.B.) (117) îk i kıble, M ekke’deki K abe İle, ondan önce kıble olan K udüs’te k i M escid-i A k sa’dır. (M.E.B.) (118) îk i ala m e tte n neyi k a s te ttiğ i anlaşılam adı. (M.E.B ) (119) M ü’min, îm a n eden, inanan kim se dem ektir. (M.E.B.) ra da egemenliğini Hicaz ülkesine uzatarak orayı da yö­ netiminin altına almaya başlamış olan Melik Mes’ud Yu­ suf bin Melik El-Kamil, 626(1230) yılında Mekke e lMükerreme’de Allah’ın rahmetine kavuştu, ölüm hasta­ lığında, kefenlenmesinin ve kaldırılmasının masraflarının kendi özel malından verilmemesini, cesedinin, Peygamber’in sünnetinin aşkına en basit şekilde kaldırılması masrafını helalinden vermesi için, çağının en büyük abitlerinden biri olan Şeyh Sıddık’a teslim edilmesini iste­ mişti. Emirler ve devlet erkanı vasiyetini yerine getirdi­ ler. Adı geçen Şeyh Sıddık bu mü’min Hükümdarı, ken­ disinin hacda giymiş olduğu peştemal ve şalla kefenle­ yerek Müslümanların genel mezarlığına gömdü. Mezarı­ nın üzerine de yine vasiyeti gereğince şunları yazdılar: «Bu, yüce Allah’ın rahmetine muhtaç olan Yusuf bin Muhammed bin Ebu Bekir bin Eyyub’un mezarıdır.» Melik Mes’ud’un ölüm haberi Mısır’a varınca, Melik El-Kamil’i şiddetli bir üzüntü ve acı sardı ve kendisi ta­ ziye için oturdu. 632(1236) yılında, Melik El-Kamil’in ordusunun komutanlığı görevinde bulunan ve cesareti örnek olan El-Hadım Savab, Allah’ın rahmetine kavuştu. Arkasında da, eğitilmiş ve kusursuz olan yüz erkek çocuğu bıraktı. Bunların bir kısmı komutanlık rütbesine kadar yükseldi. Aynı yıl, adı Davud olan ve Ebu Süleyman diye anılan Melik El-Zahir bin Sultan Salahaddin Yusuf, yönetici olarak bulunduğu Bire(l20) kalesinde öldü. Onun yerine de kardeşinin oğlu Melik El-Aziz bin Melik El-Zahir geçti. 633(1237) yılında da Melik Muhsin bin Salahad­ din Allah’ın rahmetine kavuştu. Kendisi hadis, sünnet ve diğer aklî ve naklî bilimlerde bilgindi; son derece de mütevazi, kanaatkar ve yumuşak huyluydu. 634(1238) yı(120) F ır a t üzerinde bulunan şim diki B irecik şehri. (M.A.A.) lmda da, Melik Gıyaseddin Muhammed bin Melik ElZahir bin Salahaddin Yusuf Haleb’de öldü. Allah rah­ met etsin, babası Melik El-Zahir’den sonra yönetime geç­ tiği zaman dört yaşında bulunuyordu. 635(1239) yılın­ da da Melik El-Eşref Şam’da Allah’ın rahmetine kavuş­ tu. Onun yerine de kardeşi Melik El-Salih İsmail geçti. Bunun üzerine Mısır’daki Melik El-Kamil derhal Şam’ın üzerine yürüdü ve Melik İsmail, El-Kamil’in ku­ şattığı şehre kapandı. Sonunda iki taraf arasında barış ve anlaşma yapıldı; Melik El-Kamil iki ay Şam’da kala­ rak uğur ve ikballe devlet işlerini yönetti. Sonra hasta­ landı ve yukarıda da geçtiği gibi Allah’ın rahmetine ka­ vuştu. ölüm haberi iki gün halktan gizli tutuldu. Cuma günü olan üçüncü gün, hatibin minbere çıkmasından ön­ ce bir kişi kalkıp «Allah’ım, Melik El-Kamil’e rahmet et ve Melik El-Adil’in saltanatının gölgesini ebedileştir» dedi. Bu söz halk üzerinde yıldırım etkisi yaptı, hepsi yüksek sesle ağlayıp feryat ettiler. Yetkililer ve sorunları çözüp karara bağlayabilenler, akıllıca ve yararlı hareke­ tin, kardeşinin oğlu, lakabı Melik El-Cevad olan Muzaffereddin Yunus’un, merhum Melik El-Kamil’in oğlu Me­ lik EI-Adil’e vekil olarak Şam’da yönetime geçmesi oldu­ ğunu düşündüler. Sonra Melik El-Kamil için Mescid ElCami yakınlarında bir mezar hazırladılar ve cesedini ka­ leden oraya naklettiler. Bu Yüce Şanlı Ailenin Diğer Sultanları ve Ailenin Yıkılışı: Yafiî Tarihi’nde yazıldığına göre, Melik El-Kamil’in ölümünden sonra, Mısır’da oğlu Melik El-Adil yerine geçti; Melik El-Cevad da onun Şam’daki vekili oldu. 638 (1241) yılında ise Mısır’daki ileri gelenler ve komutan­ lar, Melik El-Adil’in yaşının küçüklüğünden ötürü, hü­ kümdarlık işlerini yönetemeyeceğini anladılar ve onun yerine kardeşi Melik El-Salih’in yönetime getirilmesi üzerine karara vardılar. Sonra Melik El-Adil’i açık bir sedyenin üzerine koydular ve bu durumda emirlik sara­ yından çıkardılar. Sedyenin çevresinde birçok asker top­ landılar, onu kaleye götürdüler ve oraya hapsettiler. Böylece yönetim, çatışmasız olarak kardeşi Melik El-Salih’in eline geçti. O da bütün ciddiyeti ve yetene­ ğiyle kendini devlet işlerini yönetmeye verdi. Adalet ve insaf perdesini halk arasında yaydı. Ülkenin her tarafın­ da mabetler ve camiler yapmaya başladı. Mısır’da ayak­ larının yerini sağlamlaştırmak işini bitirince, güçlü bir or­ duyla Şam üzerine yürüdü; Melik El-Cevad’ı Şam Hükümeti’nin başından azlederek, onun yerine kendisine İskenderiye emirliğini verdi. Ayrıca onu, kendisi ata bin­ miş olduğu halde atının dizginini tutup önünde birkaç adım yürümek zorunda bıraktı. Fakat bu yakışıksız dav­ ranışına sonradan pek fazla pişman oldu. Sonra ElGûr(121) şehirlerine yöneldi ve Ba’lebek’te bulunan, Me­ lik El-Salih lakabıyla anılan amcası İsmail’den kendisine iltihak etmesini istedi. Fakat El-Sa!ih İsmail, yeğeninin bu isteğine olumlu cevap vermenin ve kendisine itaat et­ menin doğru olmayacağı görüşüne vardı. Humus Valisi Mücahid’den(1J2) yardım istedi. Mücahid de kendisine kuvvet gönderdi ve bununla güçlendi. Sonra, alışılmadık bir yolla ansızın Şam’a girdi. Bu haberler Melik El-Salih Eyyub’un yanındakilerin kulaklarına gidince çevresinden dağıldılar ve Şam’a koşarak Melik el-Salih İsmail’e bağ­ lılıklarını sundular. Ayrıca Kerek Valisi Melik El-Nasır’m askerlerinin bir kısmı Melik El-Salih’e saldırdılar ve kendisini yaka­ layarak kendi valilerine getirdiler; o da kendisinin Ke(121) «El-Gûr» çuk u rlu k bölge dem ektir. Bu, şim diki Lüb­ nan, Ü rdün, F ilistin arasındadır. (M.E.B.) (122) Şirgoh bin M uham m ed bin Esededdin bin Şadi (M. A. A.) rek Kalcsi’nde tutuklanmasını emretti. Bu büyük olayla­ rın haberi, kardeşinin hazır olmadığından yararlanarak kaleden çıkmayı başarmış ve Mısır’ın bağımsız Sultanı olmuş olan Melik El-Adil’in kulaklarına gidince, Melik El-Nasır’a bir elçi göndererek, Melik El-Salih’i teslim et­ mesi için kendisine yüz dinar teklif etti. Melik El - Nas:r bu teklifi kabul etmedi; tersine Melik El-Salih’e biat etti ve onun Mısır üzerine yürümesinde kendisine eşlik etti. Mısır sınırlarına vardıkları zaman,Melik El-Kamil zama­ nındaki komutanlar Melik El-Salih’in saltanatına eğilim gösterdiler ve Melik El-Adil’i bir daha yakalayarak ka­ leye hapsettiler. Sonra da Melik El-Salih’i ülkesinin baş­ kentine getirdiler. Melik El-Nasır da Kerek’teki yerine geri döndü. 638(1241) yılında Şam Hükümdarı İsmail, içinde­ ki bir garaz nedeniyle Şakif Kalesi’ni Frenk kafirlerine teslim etti. Bu da ona karşı öfke yarattı. Onun bu davra­ nışını Şam’ın en büyük bilginlerinden olan İzzeddin Abdüsselam ve Ebu Amr bin El-Hacib şiddetle yerdiler. Fa­ kat öfke İsmail’i, İzzeddin Abdüsselam’ı Şam Camii ha­ tipliğinden azletmeye ve arkadaşı Ebu Amr bin El-Hacib’le birlikte kaleye hapsetmeye iteledi. 641(1244) yılında, Melik El-Kamil’in ölümünden sonra birkaç gün Şam yönetiminde bulunmuş olan Me­ lik El-Cevad Allah’ın rahmetine kavuştu. 645(1248) yı­ lında, Melik El-Adil bin Melik El-Kamil’in hayatının son günleri sona erdi. Kendisi arkasında, El-Muğîs Ömer adında bir tek çocuk bıraktı; onu da babasının ölümün­ den sonra kaleye hapsettiler. Adı geçen bu olaylardan sonra, Mısır Hükümdarı Melik El-Salih, Şam Sultam Melik El-Salih İsmail ve Kerek Hükümdarı Melik El-Nasır arasında birkaç çarpış­ ma ve savaş çıktı. Çoğunlukla Melik İsmail yenilgiye uğ- ruyordu. Onun zamanında şiddetli bir kıtlık ve kasıp ka­ vurucu bir veba Şam’ı altüst etti. 647(1250) yılında Melik El-Salih Eyyub, Mansure’de Allah’ın rahmetine kavuştu. Kölesi Kataya, diğer emirler ve devlet erkânının da ittifakıyla, ölüm haberini halktan üç ay gizli tuttu. Şam’da bulunan oğlu Melik ElMuazzam’a, Mısır’a gelmesi için elçi gönderildi. Melik El-Muazzam Kahire El-Muizziye’ye varınca babasının ölüm haberi yayıldı; minberler ve paralar onun yüce adıyla ve ulu unvanıyla süslendiler. 648(1251) yılında kafir Frenkler Mısır'a yöneldiler. Melik El-Muazzam, şimdi El-Mansure denilen yerde on­ larla çarpışmaya gitti. Orada kanlı çarpışmalar oldu ve zafer, başarı rüzgarı El-Muazzam’m bayrakları üzerine esti. Çünkü Frenk askerleri, 7.000 savaşçıları öldürül­ dükten sonra hiç bir şeye bakmadan kaçtılar. Frenk Kı­ ralı*™ esir düşerek El-Mansure kalesine hapsedildi. Sonunda El-Muazzam gurur ve taşkınlığa kapılarak babasının kölelerine kötülük etti. Bundan ötürü onlar da kendisine karşı çıktılar ve onu feci şekilde öldürdüler. Ona karşı ayaklanan köleler, aralarında bulunan İzzed­ din Aybek’i ordu komutanlığına getirdiler. Kendisini ser­ best bırakmaları için onlara 500.000 dinar ödeyen Frenk Kıralı’m serbest bıraktıktan sonra hep birlikte Kahire El-Muizziye’ye döndüler. Kıral, Dimyat şehrini de boşaltıp Müslümanlara teslim etti. Bu olaylar sırasında Kerek Hükümdarı Melik El Nasır bir ordu hazırlayarak Şam’a saldırdı ve burayı isti­ la etti. Sonra Şam ordusunu düzene koymaya ve derleyip toparlamaya girişti. Bunu tamamladıktan sonra Mısır’a yöneldi ve El-Abbasiye’ye kadar yürüdü. Burada karşı­ sına bir Mısır ordusu çıktı ve iki taraf arasında savaş patladı; Mısırlılar yenilgiye uğradılar ve Şamlılar Kahi­ re El-Muizzdye’ye girdiler; hutbeyi El-Nasır adma okut­ tular. Bu sırada Izzeddin ve Kataya, yanlarında El-Salih’in kölelerinden 300 kişi kadar olduğu halde kurtulup Şam’a kaçmayı başardılar. Yoldaş Melik El-Nasır’ın, or­ dunun ağırlıklarını, hâzinelerini, davul ve bayrak gibi diğer malzemelerini taşıyan bir grup askerleriyle karşılaş­ tılar. Hemen yıldırım gibi üzerlerine atıldılar ve hepsini darmadağın ettiler. Melik El-Nasır’m vekili Şemseddin Lü’lü’ ellerine esir düştü. Kendisini kuzu gibi yerlerde sürdüler ve boğazladılar. Melik El-Nasır’m davulunu kır­ dılar, hâzinelerini yağma ettiler. Sonra yürüyüşlerine de­ vam ederek Gazze’ye vardılar. Orada Eyyubî ailesinin emirlerinden Sultan Salahaddin Yusuf’un oğlunu, daha önce Humus Valisi olan Melik El-Eşref Musa bin Adil(?), yukarıda hayatı hakkında kısaca bilgi geçen Me­ lik El-Salih İsmail bin El-Adil, askerî komutanlardan ve emirlerden bir grupla birlikte esir aldılar ve hepsini top­ tan yokettiler. Bu fecaatin haberleri Melik El-Nasır’nı kulağına gelince, artık Mısır'da oturmasına imkan kal­ madığını anladı. Bunun üzerine gelinini (ülkesini), bir da­ ha geri almayacak şekilde boşadı ve bazı Şam şehirlerine hızla hareket etti. Bu, 648(1251) yılında oldu. 649(1252) yılında, Melik EI-Nasır’ın Kerek Valisi olan Tavaşî, Melik El-Muğîs Ömer bin Melik El-Adil bin Melik El-Kamil’i hapishaneden çıkarttı ve ülkenin başına Hükümdar yaptı; böylece, velinimeti olan El-Nasır’ın iyiliğine karşı nankörlük ettiğini ispat etti. Melik Salahaddin bin Melik El-Zahir bin Melik Salahaddin bin Necmeddin Eyyub, 651(1254) yılında öl­ dü. 652(1255) yılında ise Mısır’ın komutanları ve ileri gelenleri, daha önce Melik El-Salih Eyyub’un kölesi olan Türkmen lzzcddin’i Mısır Sultanı yaptılar ve kendisine «El-Mııizz» unvanını verdiler. O tarihten beri Mısır’da saltanat Memlükler’in eline geçti; Eyyuboğulları’nın nü­ fuzu kalktı ve o ülkedeki egemenliklerinin gölgesi nihai olarak kısıldı. Ek bölümünde, Eyyuboğulları’ndan sonra Mısır’ı yöneten ve Osmanoğulları sultanlarının çağdaşı olan, Eyyuboğulları’nm Memlükler’inin durumunu, bu ulu sul­ tanların^24' durumu ve yıllar boyunca süren gidişleriyle birlikte özet olarak anlatacağız. Izzeddin’in korkusundan gizlenerek her gün bir ev­ den diğer bir eve taşınan Melik El-Nasır Davud bin ElMuazzam bin El-Adil ise, 656(1259) yılı aylarından bi­ rinde öldü. Kendisi akıllı, bilgin, yumuşak huylu ve kes­ kin zekalıydı. Bir süre bilim ve sanat alanında öğrenim yaptı; hadis bilimini El-Müeyyed El-Tusî’de okudu. Son derece düzgün ve filozofik güzel şiirleri de vardı. 622(1226) yılında Mısır’dan gelen bir ordu, uzun zaman Kerek’te hükümdarlık yapan Melik El-Muğîs bin El-Adil’e saldırdı. Melik El-Muğîs şehre kapandı. Fakat kuşatma süresi uzayınca durumu fenalaştı ve sonunda aman isteyerek teslim olmak zorunda kaldı. Sonra mül­ teci olarak Mısır Hükümdarı’na gönderildiği zaman ora­ da gizlice öldürüldü. Bu Eyyubî Hükümdarı’ndan sonra, Necmeddin Eyyub’un torunlarından hiç kimse hükümdarlık ve saltanat yapmak olanağını elde edemedi. Allah dilediğini yapar ve irade ettiği hükmü verir. İkinci Safha Saltanat ve bağımsızlık iddiasında bulunmamış ol­ makla birlikte, bazen tek başlarına kendi adlarına hutbe okutmuş ve para bastırmış olan büyük Kürdistan hükümdarlarının anıları konusundadır. Bu da beş bölümdür: BİRİNCİ BÖLÜM Erdelan Hükümdarları Hakkındadır Kürdistan hükümdarlarının haberlerini nakledenle­ rin rivayetlerinde, ve Loristan atabeylerinin eserlerini taşıyanların yazılarında, Erdelan hükümdarlarının soyla­ rı hakkında denilmiştir ki: Onlar, yukarıda uzun uzun anlatılan Ahmed bin Mervan’m(125) torunlarından olan Diyarbekir hükümdar­ larının çocuklarından ve soylarındandı. Bunlardan. B a­ (125) D iy arb ekir ve Cezire'de k u ru lan K ü rt M ervanî Devle ti’nin kurucusu. (M.A.A.) ba Erdclan adında bir kişi, bir süre Goran«12« aşireti ara­ sında kalmış; Cengiz Devleti döneminin sonlarında Şehrezor(127) vilayetini istila etmiştir. Bu vilayeti güzelce yö­ netmiş, nüfuzu gittikçe genişlemiş ve oranın bağımsız Hükümdarı olmuştur. Tespit edilmiş eceli gelince ahret diyarına göçetmiş; ondan sonra Kelul denilen oğlu yöne­ time geçmiştir. Onun da, ne bir saat geciken, ne de bir saat erken gelen mukadder eceli gelmiş; bu fani dünya­ dan, beka diyarına göçetmiştir. Biz de aşağıda çocukları­ nı ve torunlarını, yönetime geçiş sırasına göre anlataca­ ğız: 1 — Hıdır bin Kelul, 2 — llyas bin Hıdır, 3 — Hıdır bin llyas, 4 — Haşan bin Hıdır, 5 — Bablo bin Ha­ şan, 6 — Munzur bin Bablo. Bu grubun durumu, bu harflerin yazarı«12« tarafın­ dan incelenmemiş ve güvenebileceği kimselerin ağzından da işitilmemiş olduğundan, bundan vazgeçtim; güvenilir kaynaklardan edinilen bilgilerle ve başımdaki iki gözüm­ le gördüğüm olaylarla haberleri sabit olan bir grubun durumunu anlatmakla yetineceğim. İki dilli kalemin«12« bu­ rada kısa ibarelerle yazdığı satırlar, işittiğim o hikaye ve sözlerin fazlasız ve eksiksiz olarak tekrarlanmasından başka bir şey değildir. Zevkin reddettiği ve akl-ı selim (126) B unun K ü rt halk ın ın b ir bölüm ü olduğu y u k arıd a g eçti. (M.A.A.) (127) B a şk a b ir n ü sh a d a şu n la r v ard ır: «Kendine K ubad bin F ey ru z El_'Sasanî adını verdi. H am dullah El-M üstevfl, Ş ehrezor’u n bu ad la adlandırılm ası konusunda şöyle diyor: B uranın yöneticileri h er zam an K ü rtle r’den ol­ m u şlardır. B unlar b u ra d a gasıp ve k u vvet yoluyla yö­ n etim i ele geçirirlerdi. K im in kuvveti çoksa ve nüfuzu sürekliyse, rak ip siz o la ra k bağım sız hüküm dar o olurdu; kuvveti devam ettik ç e yönetim i de devam ederdi.» (M.A.A.) (128) Y azar kendini kastediyor. (M .E.B.) (129) «îki dilli kalem », eskiden kullanılan ve ucu y a rıla ra k ikiye bölünen kam ış kalem dir. (M .E.B.) sahiplerinin doğru bulmadığı çeşitli sözleri anlatmaktan vazgeçtim. Selam, doğru yola uyanların üzerine olsun. Me’mun bin Munzur bin Bablo bin Haşan bin i l i ­ dir bin llyas bin Hıdır bin Kelnl bin Baba Erdelan: Babasının ölümünden sonra Hükümdar oldu ve beylik makamını işgal etmesi devam etti; uzun süre bu ülkeyi bağımsız yoldan yönetti. Ahret diyarına göçedince üç erkek çocuğu bıraktı: Beyke Bey, Surxab (Surhab) Bey ve Muhammed Bey. Beyke Bey bin Me’mun Bey: Babası ölünce, onun yerine yönetim makamına geç­ ti. Fakat babası sağlığında ülkeyi çocukları arasında tak­ sim etmişti. Dalam'130), Tagsu, Şemiran, Haver, Süley­ man, Rawdan (Ravdan) ve Gül-Anber Beyke Bey’in elindeydi; vilayetin diğer şehirlerini de, aşağıda durum­ larını anlatacağımız gibi kardeşleri yönetiyorlardı. Beyke Bey’in devri 42 yıla ulaşıp bu süreyi de geçince, bu fani dünyadan, ebedilik ve beka diyarına göçetti; arkasında da iki çocuk bıraktı: İsmail ve Me’mun. Me’mun Bey bin Beyke Bey: Babasının ölümünden sonra yetenek ve liyakatle hü­ kümdarlık makamına geçti. Bunun üzerinden bir yıl ge­ çince Sultan Süleyman Han’ın -Allahın rahmeti ve mağ­ fireti üzerine olsun- iradesi, İmadiye Hükümdarı Sultan Hüseyin Bey’in, yanında Kürdistan’m bazı emirleri oldu­ ğu halde, Şehrezor Vilayeti’ni istila etmekle görevlendi­ rilmesini gerektirdi. Bunun üzerine Sultan Hüseyin Bey, Padişah’ın fermanı gereğince Şehrezor’a yöneldi ve ora­ yı istila etmek istedi; Dalam Kalesi’nde Me’mun Bey’i kuşattı. Bir süre devam eden şiddetli savaştan sonra, ba­ (130) Zelem. E m in Zeki Bey, bunun G(il-Anber nahiyesinde b ulunan ve bugün «K alayhan» diye ad landırılan y er olduğunu söylem iştir. (M.A.A.) rış yoluyla Me’mun Bey’i çıkartmayı ve Sultan Süley­ man’ın Sarayına göndermeyi başardılar. Bunun üzerine Me’mun Bey’in amcası Surxab, Me’mun Bey’in Sultan’ın Sarayına gönderilmesinden sonra vilayetini, Levi, Meşile, Mehran, Tenûre, Kelus ve Neşkaş’tan kurulu olan kendi eyaletine ilhak etti ve Şah Tahmasp’ın Sarayına itaatini ve bağlılığını ilan etti. Öte yandan, Sultan Süleyman Han tarafından Me’­ mun Bey’in suçsuzluğu sabit olunca serbest bırakılması için emir verdi; ve lütfederek, Barış Diyarı Bağdad’a bağlı Hille sancağı yönetimini hayatı boyunca kendisine verdi. Günümüze, yani 1005(1597) yılma kadar, Me’­ mun Bey o sancağın işlerini gönül rahatlığıyla, mutlu bir halde ve tam bağımsız olarak yönetegelmiş bulunmakta­ dır. Kardeşi İsmail Bey’e ise, Al-ı Osman(I31) Sarayı Sırucık(,32) sancağını verdi; Allah’ın rahmetine kavuşuncaya kadar burada güzelce yönetim ve hüküm sürdü. Surxab Bey bin Me’muıı Bey bin Munzur: Yukarıda da geçtiği gibi, Surxab Bey, kardeşinin oğlu Me’mun Bey bin Beyke Bey’in tutuklanmasından sonra Şehrezol ve Dalam hükümetinin işlerini yönetme­ ye başladı. Şunu da ekleyelim ki; öteki kardeşi Muham­ med Bey’in yönetiminde bulunan yerleri de kendisine miras kalan vilayete katmaya muvaffak oldu. Hüküm­ darlık işini iyi bir şekilde yönetti. 956(1550) yılında, Şah Tahmasp’ın kardeşi Elkass Mirza, Osmanlı Sarayı’na sığınarak İran tahtını ele ge­ çirmek için Sultan Süleyman Han’dan yardım istedi. F a ­ kat bir süre sonra, Sultan’ın kuşkulanmasına yolaçan birtakım davranışlarda bulundu. Bu yüzden de İran’ın mülteci şehzadesinin uykusu kaçtı ve adı geçen Surxab (131) O sm anoğullan, O sm anlIlar (M.E.B.) (132) S ırucık ve K arad ağ , halen S üleym aniye’nin ilçelerindendir. (M.A.A.) Bey’le ilişki kurarak, kardeşi Şah Tahmasp nezdindc te­ şebbüse geçerek kendisini affetmesi ve daha önce yöne­ timinde bulunan Şirvan Vilayeti’ne dönmesine izin ver­ mesi için aracılık yapmasını istedi; buna karşılık kendi­ sinin tamamen itaat edeceğini ve fazla bir şey istemeye­ ceğini bildirdi. Surxab Bey bu dileği İran Sarayı’na ile­ tir iletmez, Şah Tahmasp bu elverişli fırsattan yararlana­ rak, Elkass Mirza’yı getirmek üzere Şah Nimetullah ElKuhustanî’nin başkanlığında bazı Kızılbaş komutanların­ dan ve ileri gelenlerinden bir heyet kurdu. Heyet gidip kendisini teslim aldı ve İran Sarayı’na getirdi. Fakat der­ hal tutuklanıp Kahkaha Kalesi’nin hapishanesinin derin­ liklerine atılması için Şah tarafından emir verildi. Bun­ dan bir yıl sonra Şah, öldürülmesi için emir verdi; bu­ nun üzerine kendisini kalenin en yüksek yerinden aşağı­ ya attılar ve öldü. Şah Tahmasp’a yaptığı bu büyük hizmet karşılığın­ da Surxab Bey’e Şah’ın Hâzinesinden iyilik ve ödül ola­ rak yıllık bin tuman kadar para verilmesi kararlaştırıldı. Surxab Bey, uzun süren hayatı boyunca bu nimetten ya­ rarlandı. Hükümdarlığı 67 yılı buldu. Bu süre içinde Şah Tahmasp’la ilişkileri son derece dostça ve parlaktı. Var­ olmak dünyasından yokolmak dünyasına göçederken var­ lık safhasında 11 erkek çocuğu bıraktı: Haşan, İskender, Sultan Ali, Yakup, Behram, Besat, Zülfikar, Asılmış, Şehwar (Şehvar), Sanı, Kasım. Muhammed Bey bin Me’mun Bey: Babasının ölümünden sonra, ülkenin kendi payına düşen bölgesinde yönetimi eline aldı. Burası Sırucık, Karatak, Şehrbazar, Alan ve Dumehran’dı. Sonra, ken­ disine miras kalan bütün eyaletinin yönetimini elde et­ mek amacıyla Sultan Süleyman’ın Sarayına gitti. Vezir-i Azam Rüstem Paşa da bu konuda kendisini destekledi. Sonunda Bağdad Beylerbeyi Osman Paşa’ya, Kürdistan’ın emirlerini de yanma alarak Erdelan Vilayeti üze­ rine yürümesi ve istila etmesi için emir verildi. Sultan’m bu emrini uygulamak için bu komutanlar ve emirler adı geçen vilayetin üzerine yürüdüler ve Dalam Kalesi’ni ku­ şatmaya başladılar. Bu kale, vilayetteki kalelerin en sağ­ lamı, en aşılmazı, en şanlısı ve en yükseği sayılır; çünkü bulutlarla burun buruna gelir; Zühal(U3) ve diğer yüksek burçlara meydan okur. Kuşatma iki yıl sürdü. Bu süre içinde Muhammed Bey bir tüfek kurşunuyla öldürüldü. Sonra kuşatma altın­ dakilere Şah Tahmasp tarafından yardım gönderildi. Bu­ nun üzerine Osman Paşa kuşatmayı bırakmak ve Şehrezol’a doğru geri çekilmek zorunda kaldı; orada da ece­ liyle öldü. Bu sırada, kaleye kapananlar da kaleyi boşal­ tarak kaçtılar. Fakat Baltacı Mehmed Paşa, 969(1562) yı­ lında bu fırsattan yararlanarak derhal Dalam Kalesi’ni işgal etti; sonra da bu vilayetin diğer şehir ve kalelerini si­ yasetle ve iyi tedbirlerle işgal etmeye başladı. Böylece Şehrezor Vilayeti Sultan’m ülkeleri arasına girdi ve o ta­ rihten beri, Osmanlı Devleti’ne bağlı vilayetlerden biri haline geldi. Sultan Ali Bey bin Survab Bey: Bu Bey, babasının ölümünden sonra Erdelan yöne­ timini eline aldı; yönetimi üç yıl sürdü ve kaçınılmaz kaderi geldi; arkasında iki küçük çocuk bırakarak Allah’­ ın rahmetine kavuştu. Çocukları Teymur Han ve Hılû Han’dı. Bunların durumlarını, bilgimize intikal eden ha­ berlere göre, daha sonraki satırlarda anlatacağız. Besat Bey bin Suraab Bey: Kardeşi Sultan Ali’nin ölümünden sonra Erdelan’da yönetimi eline aldı ve genellikle duruma hakim oldu. Fakat Sultan Ustaclu’nun kızkardeşi Menteşa’mn çocuk­ ları olan Sultan Ali’nin oğulları, Şah İsmail II,’nin Sarayma iltica ederek babalarından kalma Hükümetin kendi­ lerine verilmesini istediler. Sonunda, Şah İsmail Il.’nin ölümünden sonra, Sultan Ali'nin büyük oğlu Teymur Han, Besat Sultan’m(134) ülkesine saldırmaya, yağma ve talan etmeye başladı. Bu yüzden aralarında düşmanlık ve kin devam etti; Besat Sultan Allah’ın rahmetine kavuşun­ caya kadar da durum böyle sürdü. Teymur Han bin Sultan Ali: Besat Sultan’ın Allah’ın rahmetine kavuşmasından sonra, kardeşinin oğlu Teymur Han, Erdelan Hükümeti’nin yönetimini eline aldı. 988(1581) yılının aylarından birinde de, Sultan Murad Han’ın sarayına itaatini sun­ du. Sultan da kendisine şefkat göstererek, Şehrezol Vilayeti’nde bulunan kendi özel emlakinden, 100.000 Osmanlı akçası tutan yıllık maaş ile kendisini taltif etti. Ay­ rıca Senne, Hasanabad, Kızılcakale şehirlerini sancak yoluyla büyük oğlu Sultan Ali’ye; Karadağ'ı diğer oğlu Budak’a, Mehrevan'ı öteki oğlu Murad’a ve Şehrbazar’ı da en küçük oğluna verdi; bunlardan fazla olarak, Kızılbaşların egemenliğinde bulunan Dinever Vilayeti de ba­ basından kalma vilayetine katıldı; kendisi de Osmanlı Devleti’nin büyük beylerbeyi zincirine girdi ve «Teymur Paşa» lakabını aldı. Sonunda kalbine şiddetli bir gurur girdi ve şeytanî böbürlenme kendisine galebe çaldı; tek . başına saltanat ve bağımsızlık kazanmaya heves etti; bazen Rumlara(135) bazen de Kızılbaşlara karşı eğilim gösterdi; komşusu olan (134) İra n lIların «B esat Sultan» dedikleri B e sat Bey. (M. A .A.) (135) E sk id en B izanslIlara «Rum» dendiği için, İ ra n ve A rap ülkelerinde, eski alışk an lık la O sm anlIlara d a bu ad verilm işti. (M.E.B.) emirlere ve hükümdarlara saldırmaya, askerlerini talan ve yağma işlerinde serbest bırakmaya başladı, o kadar ki halk elinden feryat etti. Sonunda Kelhürlü Ömer Bey’in ülkesine saldırdı. Loristan Hükümdarı Şahvercli’de Ömer Bey’in yardımına koştu. Kelhür Vilayeti’ni yağma etmek­ ten, ganimet almış olarak ve sağ salim dönerken kendisine ciddi bir saldırıda bulundular; yanındaki askerlerden, komutanlardan ve aşiretinin ileri gelenlerinden çoğunu yokettiler; Haser denilen yerde Teymur Han’ı da yakala­ dılar ve birkaç gün tutukladılar. Fakat sonra, şefkat gös­ tererek kendisini serbest bıraktılar; şairin şu beyitte söy­ lediği sözlerin anlamını dikkate almadılar: «Kötü huy vucuda girip tabiat olunca «Çıkmaz bir türlü ölüm gününe kadar.» Teymur Han, serbest bırakıldıktan hemen sonra, Zerinkemer (Zerinkemer) Eyaleti vc ona bağlı bölgeler üzerine yürüdü. Burası, Kızılbaş Şahmın Divanı tarafın­ dan atanmış olan Devlet Yar Siyah Mansurî’nin yöneti­ mindeydi. Savaş çıktı ve iki taraf arasında kanlı çarpış­ malar oldu; sonunda 998(1590) yılının aylarından birin­ de Teymur Han öldürüldü ve yerine kardeşi Hılû Han geçti. Hılû Han bin Sultan Ali bin Surxab: Erdelan Hükümeti’nde kardeşinin yerine yönetimi eline alınca, Qsmanlı Sultanı merhum Sultan Murad Han’ın sarayına bağlılığım ve itaatini ilan etti; ayrıca Kı­ zılbaş hükümdarlarıyla da, geçinme ve idare dolu akıllı bir siyaset izledi. Böylece iktidarı boyunca yönetimde tam bağımsız kaldı ve tek başına hüküm sürdü. Günü­ müze, yani 1005(1597) yılına kadar, aynı tutum üzere hâlâ yönetimde bulunmaktadır. İKİNCİ BÖLÜM «Şenbû» Lakabıyla Ün Yapmış Olan Hakkari Hükümdarları Hakkındadır Edebiyat ve yazı erbabından olan basiret sahiple­ rince, isabetli görüşlere ve duru, aydınlatıcı fikirlere sa­ hip olanlarca da açıkça bilindiği gibi, bu büyük vilayetin hükümdarlarının soyu, Abbasî halifelerine ulaşmaktadır. Fakat soylarının, bu büyük halifelerden hangisine ulaştı­ ğını kimse bize söylememiştir. Bunun için biz bunu açık­ lamaya çalışacağız. Gerçek şudur ki, bu aile ve bu hükümdarlar, Kürdistan hükümdarları arasında soy yüksekliği ve sop yüce­ liğiyle, övülecek hasletlerle ve güzel davranışlarla tanın­ mışlardır. Bu da, ulu sultanları ve alicenap hakanları, bu alicenap aileye karşı birçok münasebette güven duymaya ve ilgi göstermeye itmiştir. O kadar ki, ülkelerini istila etmeye ve ellerinden almaya hiçbir zaman göz dikme­ mişlerdir. Gerçi bazı sultanlar, bunların ülkesinin bir kısmını bazı vakitlerde istila etmişlerse de, mülk yoluyla tekrar onlara geri vermişlerdir. Bunun içindir ki Mevlana Şerefeddin Ali El-Yezdî, Zafername adlı kitabında0343 şöyle diyor: «Ünlü fatih Emîr Timur Gurgan Bayezid Kalesi’nin fethini tamamladıktan ve 787(1386) yılında0373 ay­ larından birinde Van ve Westan (Vestan) Kaleleri üzeri­ ne yürüdükten sonra İzzeddin Şer (Şir)(138) Hakkari H ü­ kümdarıydı ve bu vilayeti yönetmekteydi; Van Kalesi’ne kapandı ve Emîr Timur’a karşı mücadeleye, kılıç çek­ meye hazırlandı. Timur da hemen Van Kalesi’ni kuşattı ve içinde kuşatılanlara baskı yapmaya başladı. İzzeddin (136) T im urlenk tarih iy le ilgili bir k ita p tır; 1887 yılında K a lk ü ta ’d a basılm ıştır. (M.A.A.) (137) R usça nüshada 789(1388) yılında. (M.A.A.) (138) H alk a ra sın d a «Mîr E zdin Şer» adıyla ün yapm ıştır. (M.E.B.) • ı os • Şer direnmenin imkansızlığım ve savunmanın mümkün olmadığını anlayınca şu farsça şiirin m azm u n u n a inandı: «Çelik bilekli biriyle güreşen kimse. Gümüş bileğini meşakkate ve ölüme uğratır.» Ve iki günlük direnişten sonra kaleden inmek zo­ runda kaldı; aczini, yenilgisini itiraf ederek ve yüksek eşikleri öpmeye hazır olarak Emîr Timur’un kudretine ve cebemıtuna teslim oldu. Fakat Nasıraddin denilen bir akrabası Timur’a boyun eğmeyi reddetti ve sonuna kadar savunmada ısrar ederek kalede kaldı; kalenin kapısını kapattı ve yeniden savaş ve döğüş ateşini alevlendirmeye başladı. Bu durum üzerinden 27 gün geçtikten sonra, kalelerin fethinde ve surlara tırmanmakta eğitilmiş asker­ ler, genel ve şiddetli bir saldırıya geçtiler; o baş eğmez, güçlü kaleye girdiler; içinde bulunan kuşatılmış savunu­ cuları kesici kılıçlarla ve kana susamış hançerlerle yokettiler. Fazilet sahiplerinden biri Van Kalesi’nin fethi ta­ rihini şu manzum sözlerle yazmıştır: «İran ülkesini kılıçla alan Şah’m «Fethetti bayrağının Ay’ı Zühal’in sınırlarım «Van Kalcsi’ni alışının tarihi sorulunca sana «‘Kim aldı Van’ı’ de, sen de.»(,39) Kalenin istilası tamamlanınca, Timur, Sultanlık Mu­ hafızları Komutahı’na, kalenin yıkılması emrini verdi. Bu kale, Şeddad bin Âd’ın güçlü eserlerinden olduğu ve surlarının, burçlarının yapıldığı büyük kayaların bir ben­ zeri diğer yapılarda bulunmadığı için, harcadıkları çaba ve gayrete rağmen, tamamen tahribi mümkün olamadı; bu yüzden az bir kısmını tahrip etmekle yetindiler. Emîr Timur bundan sonra Şahlık alayıyla birlikte Hoy ve Selmas yönlerine yöneldi; Selmas ovasında izzet ve minnet­ (139) «Kim aldı V an’ı» sözcükleri, eski Ebced h esabına g ö ­ re fe tih ta rih in i k ap sar. (M.E.B.) le ikamet etti. Emîr Timur lütfederek Hükümdar İzzed­ din Şer’i sultanca sevgisinin kapsamı içine aldı; babala­ rından ve atalarından miras kalmış olan memleketini, es­ ki kurallar gereğince ve temlik yoluyla geri verdi; ve iz­ zetle, ikballe, devletle memleketinin merkezine dönmesi­ ne izin verdiğine dair, kırmızı Timur damgasıyla nakışla­ nan yüce emirnamesini verdi. 824(1422) yılında Melik Muhammed bin Melik îzzeddin ile Bedlis ve Ahlat vilayeti Hükümdarı Emîr Şem­ seddin, Emîr Timur Gurgan’m oğlu Mirza Şahruh tarafın­ dan izzet ve mutlulukla kabul edilmekle şereflendiler. Şahruh kendilerini şahane sevgisinin kapsamı içine aldı ve kendilerine eyaletleri ve babalarından miras kalmış olan görevlerinde kalma konusundaki emirnameyi yeni­ ledi. Şahruh, Elcşkird sınırlarında meydana gelen çarpış­ mada Türkmen Kara YusuFun çocuklarıyla yapılan sa­ vaşa girmeden önce, ülkelerinin merkezlerine dönmeleri­ ne izin verdi. Bu soylu ve eski aile, adı geçen belgelerden başka, eyaletin ömür boyunca kendi mülkiyetlerinde olduğu hakkında, Cengizoğullan sultanlarından almış oldukları Uygurca yazılı bir emirnameye de sahip bulunmaktadır­ lar. Bu harflerin yazarı Cengizliler’in bu emirnamesini görmüştür. Bunu anlatmaktaki amaç, büyük sultanların bu aileye karşı daima izzet ve ikramla muamele etmiş olduklarını, kendilerine miras kalmış ülkelerini, ya baş­ tan beri saldırmamakla ellerinde bıraktıklarını, yada on­ lardan aldıktan sonra yine mülkiyetlerine geçirmek sure­ tiyle kendilerine geri verdiklerini ispat etmektir. Aşağı­ da, bu aileden Hükümdar olanların adlarını anlatacağız: Esededdin bin Kulabî bin tmadeddin: Bu yaprakların yazarı, güvenilir rivayetçilcrden defa­ larca öğrenmiştir ki, zamanın bazı olayları, Hakkari Hü­ kümdarı’nın oğlu Esededdin bin Kulabî’yi, Mısır’a göçetmek zorunda bıraktı. Esededdin oradaki Çerkeş sultan­ larının yanında kalmayı tercih etti; orada kendisinden birçok kahramanlık ve yiğitlik görüldü. Bu da, ahlaksız kafirlerle yapılan ezici savaş ve çarpışmalara girişiyle ol­ du. Bu yüzden o savaşlarda kollarından birini kaybetti. Çağın sultanı hemen kendisine altından bir kol yaptırdı; üzerine birçok nimet, mal ve lakap yağdırdı ve ona, «al­ tın kollu» anlamına gelen «Zerînçeng» adını verdi. Öte yandan İran’da Akkoyunlu Haşan Bey duruma hakim olup ve İran’ın mutlak Sultanı ve Kıralı olunca; gönlünde Kürdistan hükümdarlarına karşı büyük düş­ manlık ve öfke beslediği için, Akkoyunlu Türkmen ko­ mutanlarının büyüklerinden olan Sofu Halil ve Arab Şah’ı, Kürdistan’ın üzerine yürümek ve Hakkari Vilayeti’ni istila etmekle görevlendirdi. Sofu Halil bir süre fırsat kolladı; sonunda kendisine fırsat elverince, bir gün Hak­ kari hükümdarlarına karşı ani bir saldırıya geçti. Raslantı olarak o gün de, vilayetin Hükümdarı İzzeddin Şer’in dinlenme günü olan çarşambaydı. İzzeddin Şer, düşmanın ülke sınırlarına saldırdığı konusunda sınır ve yol muha­ fızlarından aldığı haberleri küçümsemeyle ve önemseme­ yerek karşıladı ve şöyle dedi :«Bugün çarşambadır, çar­ şamba hareket ve girişim günü değildir ve bu günde uğur da yoktur, b Danışmanların ve devletine sadık olanların yaptık­ ları öğütler de boşa gitti; ve düşmanı karşılamaya hiç ha­ zırlık yapmadı. Bunun sonucunda, Sofu Halil ve Arab Şah Bey komutasındaki düşman ansızın çıkarak İzzeddin Şer’in başına dikildi ve iki komutan kendisini hemen öl­ dürdüler. Böylece Hakkari Vilayeti bir tek defa olmak üzere bu hükümdarların elinden yabancıların eline geçti. Bundan sonra burayı Türkmenler yönettiler; düzen ve asayiş işlerini de Dınbılî aşiretine verdiler; bu aşiret, uzun zaman Hakkari’yi, Akkoyunlular adına elinde tuttu. Öte yandan, bu vilayetin, «Asurlular»^’ diye ta­ nınan Hıristiyan reayasından bir topluluk, çalışmak ve kazanç elde etmek için, adet olduğu üzere Mısır’a ve Şam’a gitmişti. Orada, Esededdin Zerînçeng’in sahip ol­ duğu gücü ve yüce şanı bizzat görmek fırsatını buldular. Bunun üzerine, bu şahsın Hakkari yönetimine layık oldu­ ğu kararına vardılar ve dediler ki: «Kendisini Hakkari’­ ye götürüp, oraya Hükümdar tayin etmek konusunda vardığımız görüşü kabul etmeye ikna etmeliyiz.» Bu gö­ rüşünü Esededdin’e arzettiklerinde, kabul etti ve plan üzerine kendileriyle mutabık kaldı. Sonra onlarla birlikte gizlice, kendisine miras kalmış olan Hakkari Vilayeti’ne gitti; bir süre bu Asuri aşiretleri arasında gizli kalarak elverişli fırsatı bekledi. Bu yörenin Hıristiyanlarının geleneklerinden biri de, özel işlerini tatil ettikleri cumartesi günü yiyecek, odun ve diğer gereç ve besin maddelerini Diz Kalesi’ne ta­ şımaktı. Mübarek cumartesi günlerinden birinde, aşiretin yiğitlerinden bir grupla birlikte, Esededdin’e Hıristiyan elbisesi ve kıyafeti giydirdiler. Silahlarını ve teçhizatları­ nı saman ve odun yükleri içinde sakladılar ve her zaman­ ki gibi hep birlikte kaleye girdiler. İçeri girer girmez he­ men yükleri attılar, silahlarını aldılar ve kale muhafızla­ rına karşı kesici kılıçlarla aniden yıldırım gibi saldırdı­ lar; öyle ki onlara hiç savunma ve direnme fırsatı verme­ diler. Muhafızlar, bu Dınbılîlerin bir kısmının öldürülme­ si, bir kısmının yaralanması ve kendinden geçmiş olarak yere düşmesiyle darmadağın oldular. Asurlular böylece kalenin içini düşmanların pisliğinden temizlediler; ve onu, seher vakitlerinde tövbe edenlerin yaptıkları kutsal ma- betler, zaviyeler ve halvet yerleri gibi tertemiz, duru bir hale getirdiler. Uzak yakın, herkese, «hey göz sahipleri, ibret alınız! »y40) çağrısını duyurdular ve Diz Kalesi üze­ rinde yeniden Abbasiler’in(141) bayrağını dalgalandırdılar. Bundan sonra Esededdin günden güne ülkeyi bütün düş­ manlardan temizlemeye başladı. Sonunda, eskiden giy­ mekte olduğu askeri elbiseyi Abbasi kıyafetiyle değiştir­ di. Zamanın gidişinin dili, bu ilginç hikayeye uygun dü­ şen şu iki beyti söyledi: «Kilisenin Şenıması(142) cumartesi günü, «Abbasilerin köyleri arasına kurdu çadırım «Kırdı düşmanlarını ve dağıttı topluluklarını «Sonra gönül rahatlığıyla serdi yaşama yaygısını» Hakkari Devleti’nin ikinci defa kuruluşunun başlan­ gıcı, yukarıda da geçtiği gibi, «şenbe»(143) günü olduğu için ve bu sözcük bu kavim diyeleğinde «şenbû» şeklin­ de telaffuz edildiği için, hükümdarları da «Şenbû» adıyla tanındılar. Esededdin uzun zaman ülkeyi yönettikten ve Hakkari aşiretinin işlerini tam olarak düzene koyduktan sonra kaçınılmaz kadere yakalandı ve beka diyarına in­ tikal etti. Şairin dediği gibi; «Hangi ikbal ağacıdır ki felek çarkıyla burun bu­ runa gelip de «Sonunda ecel kasırgasmca kökünden sökülmemiş olsun?» (140) T ırn a k la r ara sın d ak i sözler b ir a y e tin parçasıdır. (M.E.B.) (141) Bölüm ün başında bu h ü k ü m d a rların A bbasi halifeleri soyundan geldiklerini yazdığı için b u ra d a d a onları A bbasi g ö ste rm iştir. (M.E.B.) (142) ıŞemmas H ıristiy a n lık ta din ad am ların ın b ir rütbesi,. «Jir (M .E.B.) (143) K ü rtçe olan «şenbe» C um artesi dem ektir, «şenbû» ve «Şemî» de denir. (M.E.B.) Melik izzeddin Şer bin Esededdin Zerînçeng: Bu Bey, babasının ölümünden sonra onun yerine geçti ve beylik görevini, büyük bir yetenekle yerine ge­ tirdi; sonra öldü, Allah rahmet etsin. Zahid Bey bin İzzeddin Şer: Babasının ölümünden sonra bağımsız olarak beylik görevini aldı ve devri 60 yıl kadar sürdü. Bu uzun süre içinde akıllı ve doğru bir siyasetle ülkeyi yönetti; kendi­ sine şefkat gösteren, onu rızasının ve güveninin kapsamı içine alan ve miras kalmış olan eyalet için kendi adına bir emirname çıkaran Şah Ismail-i Safevi’ye itaat etti. Aralarındaki ilişkiler o kadar ilerlemişti ki, Şah kendisi­ ne «amca» diye hitabederdi. Bu da, aralarındaki dostlu­ ğun ve içten sevginin geliştiğini, en yüce mertebeye var­ dığını kanıtlar, öm rünün sonunda ülkeyi iki oğlu Melek Bey ve Seyyid Muhammed Bey arasında taksim ettik­ ten sonra Allah’ın rahmetine kavuştu. Melek Bey bin Zahid Bey: Melek Bey babasının yerine Bay Kalesi’nde hüküm­ darlığı eline aldı, iyi bir yönetim kurdu, ülkeyi adalet ve insafla yönetti. Yedi tane yıldız gibi oğlu vardı: Zeynel Bey, Bayındır Bey, Budak Bey, Bayezid Bey, Hüseyin Bey, Bahaddin Bey ve Rüstem Bey... Bunlardan Rüstem Bey, babası zamanında Kevvaş (Kevaş) Nahiyesi yönetimi ile Extimar (Ahtimar) kalesi muhafızlığını yaptı. Kewaş Nahiyesi doeaylarında kendisi ile Rozkan aşireti arasın­ da çıkan bir çarpışma sırasında öldü. Zeynel Bey ise, aşiret ileri gelenlerinden bir topluluk ve Bay Kalesi’nin Dizdarı(144) Mahmud Ağa Sılbî ile ittifak kurarak babasına karşı başkaldırdı ve kaleyi kendisi için istila etmeye mu­ vaffak oldu, iki taraf arasında savaş ve mücadele devam etti. Sonunda babasını yakalamayı başardı; kendisini ön­ ce öldürmek istediyse de, sonradan onu öldürmekten vaz­ geçmeye ve gözlerini körletmekle yetinmeye karar verdi. Fakat Melek Bey’in öteki oğlu Hüseyin Bey, meselede aracılık yaptı ve babasını bu kanlı vartadan kurtardı. Ka­ çarak Westan Hükümdarı bulunan kardeşi Seyyid Muham­ med Bey’e iltica eden Melek Bey, orada da karar kılama­ dı ve Bedlis’e göçederek oranın Hükümdarı Şeref Bey’e sığındı. Şeref Bey kendisine misafirperverlik gösterdi vc günler boyunca onu büyük ilgiyle ağırladı. ö te yandan, Melek Bey’in çocukları arasında en akıllısı olan Zeynel Bey ise, amcası Seyyid Muhammed’den sonra tam bağımsız ve özgür olarak Hakkari Vilayeti’nin yönetimini eline aldı. Bunun durumunu daha son­ ra anlatacağız. Melek Bey’in öteki çocuklarının durumla­ rı ise şöyle özetlenebilir: Oğlu Bayındır Bey kaçarak Şah Tahmasp’m Sara­ yına, sığındı. Fakat orada umduğu ilgiyi bulamadı. Son­ ra Van’a döndü ve orada öldü; üç erkek çocuğu bıraktı: Zahid Bey, Muhammed Bey ve Hacı Bey... Oğlu Bu­ dak Bey ise hac yolunda öldü ve iki çocuk bıraktı: Mîr Aziz ve Sultan Hüseyin... Oğlu Bayezid Bey ise Diyar bekir yöneticileri arasına girdi ve Serdar Mustafa Paşa’ya, Şirvan seferinde eşlik etti. Çıldır çarpışmasında Kızılbaşlarm eline esir düştü. Kendisini Kazvin’e götürdü­ ler. Orada Şah Sultan Muhammed Bey’in gözüne ilişti; Şah onu yeğeni Zahid Bey’e teslim etti; o da kendisini ö l­ dürdü. Oğlu Hüseyin Bey ise zaman zaman Elbak yö­ netiminde bulunurdu; İsmail adında bir tek çocuk bıra­ karak öldü. Diğer oğlu Bahaddin Bey’in durumu ise, Al­ lah izin verirse Zeynel Bey’le birlikte anlatılacaktır. Seyyid Muhammed Bey bin Zahid Bey: Pmyanış aşiretinin desteği sayesinde kardeşinin oğ­ lu Zeynel Bey’le çatışmaya girişti; sonunda Zeynel Bey’i yenilgiye uğratarak Hakkari Vilayeti’nden çıkardı; miras kalmış olan vilayetin tümüne egemenliğini yaydı. Bu du­ rum karşısında Zeynel Bey de, tek çare olarak İmadiye Hükümdarı Sultan Hüseyin Bey’e sığındı. Bu da kendi­ sinin, Sultan Süleyman Han’ın Sarayına başvurmasına yardım etti. Orada Vezir Rüstem Bey(145) kendisini sevgi ve şefkatle karşılayarak şöyle dedi: «Sen, amca oğullarının zulmünden vatanını terk edip Azerbaycan’a gitmiş olduğun ve Şah Tahmasp’a iltica et­ tiğin için, kuşkusuz, burada bağırlar sana karşı öfkeyle dolmuştu. Şimdi ise aileni ve seni tutanları İran’dan geri alıp Osmanlı ülkesine getirmek için buraya geldiğinden, Padişah’m rızası seni kapsamı içine alır; sana yeniden gü­ venir ve Hakkari Hükümeti’nin sana verilmesi konusun­ da Sultanlık emirnamesi çıkar.» Zeynel Bey bu haberi sevinçle karşıladı ve ailesini, adamlarını İran’dan çağırmak için vilayetine dönmek üzere Asitane’den ayrıldı. Yolunun üzerinde bulunan Boxtî(146) Vilayeti’ndert geçip yoluna devam ederken, Ce­ zire Hükümdarı Bedir Bey’in eline, Zeynel Bey’e saldır­ makla içini rahatlatmak fırsatı geçti; çünkü kendisi ile Seyyid Muhammed Bey arasında dostluk ve sevgi vardı; ayrıca Hakkari aşiretine karşı eskiden beri kin beslemek­ teydi. Bunun sonucu olarak Bohtan yiğitlerinden birkaç kişiyi tam olarak silahlandırdı ve Zeynel Bey’i öldürme­ leri için yolunu kesmeye gönderdi. Bunlar da görevi yeri­ ne getirdiler. İki taraf arasında yapılan kanlı bir çarpış­ madan sonra Bohtanlılar Zeynel Bey’i ve arkadaşlarını öldürmeye muvaffak oldular ve öldürülenlerin başlarını kestiler. Yalnız Zeynel Bey’in başını, kendisine karşı say­ gılı davranmış olmak için kesmediler. Kesik başlar Bedir (145) Y anlışlıkla «Bey» yazılm ış olabilir; doğrusu «Paşa»_ dır. (M.E.B.) (146) B ohtan. (M.E.B.) Bey’e sunulup da Zeynel Bey’in başını bulamayınca işin içyüzünü sordu. Dediler ki: «Biz kendisini, cansız yere düşüp hareket edemez duruma gelinceye kadar oklarla ve kılıçlarla vurduk; fakat büyüklüğüne saygı duyduğu­ muz için başını kesip gövdesinden ayırmadık.» Bu haber Cezire şehrinde yayılıp Bedir Bey’in eşi­ nin kulağına da gidince, Zeynel Bey’in cesedinin şehre getirilmesi ve şeriat sünneti gereğince törenle gömülmesi için kendisine izin verilmesini kocasından rica etti. Bedir Bey buna rıza gösterdi. Hatun da yakın adamlarından bir­ kaçını cesedi getirmeye gönderdi. Gönderilenler, öldürü­ lenlerin cansız düştükleri yere koştular. Arama sırasında baktılar ki Zeynel Bey’de hayattan bir ramak kalmış; hemen kendisini alıp yarı-ölü yan-diri olarak şehre getir­ diler. Hatun’a da, Zeynel Bey’de hayattan bir ramak kal­ dığı haberi iletildi. Derhal cerrahları, hekimleri ve ilaç­ ları gönderdi; tedavisinin de kendi hesabına yapılmasını istedi. Bunu, Bedir Bey’in, Zeynel Bey’i nihai olarak yoketmek konusunda ısrar etmesine ve diretmesine rağ­ men yaptı. Bu alicenap hanımın öğütleri ve katı kalbli kocasının önünde durması, kocasının katı bağrında alev­ lenen öfke ateşini söndürdü ve bu talihsiz Bey’in yarala­ rına merhem oldu. Nihayet Zeynel Bey’e Allah çabucak şifa verdi ve o hanımın emriyle izzet ve ikram içinde vi­ layetine gitti; sağlam, neşeli ve tam sağlıklı olarak da oraya vardı. Kendisinin ve çocuklarının durumları detaylı olarak biraz sonra anlatılacaktır. Hakkari Eyaleti’nde duruma tam hakim olmuş olan Seyyid Muhammed Bey’e gelince; Van Beylerbeyi İsken­ der Paşa kendisine öfkelendi ve Asitane nezdinde teşeb­ büse geçerek, Hakkari Eyaleti’nin Zeynel Bey’e verildiği ve Seyyid Muhammed Bey’i öldürebilecek bir yol buldu­ ğu takdirde öldürmesi için kendisine izin verildiği konu­ sunda bir Padişahlık emirnamesi çıkarttı. Bunun üzerine İskender Paşa Seyyid Muhammcd Bey’e birisini göndererek kendisini Van Divanı’nda ha­ zır bulunmaya çağırdı. Fakat Muhammed Bey, bu çağrı­ daki gizli işleri anladı ve bunun için dikkatli davrandı. Adı geçen paşayla karşılaşmaya, adamları ve askerlerin­ den bir toplulukla birlikte gitti ve paşaya şu haberi gön­ derdi: «Veba hastalığının yaygın olması yüzünden, şehre girmem mümkün değildir; Paşa müsaade ve tenezzül eder de görüşme için şehir dışında bir yer tayin ederse, bütün öteki iyiliklerine bir iyilik daha eklemiş olacaktır.» Bu­ nun üzerine İskender Paşa şehirden çıkmak ve tayin etti­ ği yerde kendisini kabul etmek zorunda kaldı; amacını da gerçekleştiremedi. Çünkü karşılaşmanın sona erme­ sinden sonra Seyyid Muhammed hemen Westan’a dön­ dü; İskender Paşa’nm kendisine karşı hazırladığı komp­ lonun bittiği hayaline kapıldı; bunun için toplamış oldu­ ğu topluluklarını geri çevirdi; durumdan müsterih oldu ve o kalede bir süre kalmaya karar verdi. İskender Paşa onun bu durumunu öğrenince Van’daki kölelerin reisi­ ni0473 bir asker topluluğu ile birlikte üzerine yürümekle görevlendirdi. Sonra Seyyid Muhammed’e şu haberi gön­ derdi: «Kızılbaşlar tarafından sevindirici olmayan haber­ ler geldi; senin Van Divanı’na çabuk gelmen şart ve ge­ reklidir.» Aynı zamanda Van’daki kölelerin reisine de, hangi şekilde olursa olsun, Muhammed Bey’i yakalaması ve Van’a sevketmesi gerektiğini tenbih etti. Kölelerin reisi Westan’a varıp emri Muhammed Bey’e bildirince, Muhammed Bey çağrıya uymaktan kur­ tulmak ve emrin yerine getirilmemesini sağlamak için çok çalıştı; fakat başarı elde edemedi. Kendisini yenilgiye uğ­ rattılar ve zorla, kuvvet kullanarak, alıp Van’a götürdü­ (147) K elelerin reisinden kim i ve neyi k a s te ttiğ i an laşılam a­ m a k tad ır. B ir ask eri rü tb ey i bu şekilde ifade etm iş olabilir. (M.E.B.) ler. İskender Paşa da kendisini hapishanenin derinlikleri­ ne attı. Fakat oğlu Yakub Bey, yönetimi ele geçirmek için vilayetine gitmeye muvaffak oldu. İskender Paşa, kendisini kovalamak için, bütün bu fitneye sebep olmuş olan Mahmudiyanlı Haşan Bey’le birlikte Van’daki köle askerlerden bir grup gönderdi. Bunun üzerine Yakub Bey de kendini Pınyanış aşiretinin kucağına atarak, Hakka­ ri Hükümdarı olmak konusunda kendisini desteklemesi için Bılilanlı Şah Kuli’den yardım istedi. Fakat hayal kırıklığına uğradı. Çünkü Şah Kuli Bey ve Mahmudiyanlı Haşan Bey, aralarında eski sevgi ve akrabalık bulunduğu için, Seyyid Muhammed Bey ailesi­ ni ortadan kaldırmak amacında ittifak ettiler. Şah Kuli Bey, eski velinimetinin iyiliklerine nankörlük ederek oğ­ lunu düşmanı Haşan Bey’e teslim etti ve ikisi birlikte onu alıp Van’a götürdüler. İskender Paşa derhal Seyyid Mu­ hammed Bey’i ve oğlu Yakub Bey’i öldürdü ve Hakkari hükümdarlığını Zeynel Bey’e verdi. Yakub Bey üç erkek çocuğu bıraktı: Ulame, Sultan Ahmed ve Mirza. Bunlardan Ulame Bey gerçi Hakkari yönetiminden bir pay alamadı, ama Sultan Murat Han’­ ın güvenini kazanmasını bildi. Sultan kendisine Hoy yö­ netimini verdi. Ulame Bey burayı bir sancak olarak uzun zaman yönetti; sonra bu görevden azledilerek yüce Asitane’ye gitti. Sonunda kendisi ve oğlu Ömer büyük saltanat merkezinde öldüler. Zeynel Bey bin Melek Bey: Yukarıda da geçtiği gibi, Zeynel Bey, bazen baba­ sıyla düşmanlık eder ve onun emrine karşı gelirdi; bazen de amcasıyla çatışırdı. Yukarıda anılan olaylar da başın­ dan geçti. Şimdi de şunları anlatalım: Zeynel Bey, Cezire Hükümdarı’nm eşinin kendisini o kanlı vartadan kurtarması sayesinde Hakkari ülkesine var­ dığından beri, İstanbul’a gitme hazırlıklarını yapmaktay­ dı. Hareket ettiği sırada, üzerinde yıldırım etkisi yapan bir haber aldı: Vezir-i Azam Rüstem Paşa şerefli göre­ vinden azledilmişti. Bunun üzerine Zeynel Bey’i telaş al­ dı, kendisine umutsuzluk hakim oldu ve İstanbul yolculu­ ğundan vazgeçti. Fakat, Hakkari’ye dönmek yada başka bir yöne doğru yolculuğa devam etmek arasında karar­ sız kaldı. Sonunda İran’a kaçıp Şah Tahmasp’ın Sarayı­ na sığınmaya karar verdi. Ne var ki Şah, Seyyid Muhammed’in hatırı için, kendisine fazla iltifat etmedi. Böylece bir süre başıboş kaldı. Sonra, sadrazamlık görevinin Sul­ tan Süleyman tarafından yine Rüstem Paşa’ya verildiği haberi gelince ve bu haber Kızılbaşlar ülkesinde yayılın­ ca, Zeynel Bey, Sultan Süleyman’ın eşiğiyle şereflenmek için Asitane diyarına gitti. Fakat Vezir Rüstem Paşa, bu sefer kendisine gerektiği gibi iltifat etmedi. Sadece Ru­ meli tarafındaki Bosna Vilayeti’nde kendisine, gelirinden geçiminin sağlanması için bir zeamet ayırmakla yetindi ve onu fiilen o tarafa gönderdi. Durum bir süre bu şe­ kilde devam etti. Bu arada, Van’ın fethinden sonra, Hakkari Hüküm­ darı Seyyid Muhammed Bey’in, Sultan’ın şehzadesi Mus­ tafa ile Şah Tahmasp arasında aracılık yaptığı ve Şehzade’nin Iran’lılara iltica etmesinde kendisiyle birlik olduğu suçlamasıyla İskender Paşa tarafından öldürülmesi ve Rüstem Paşa’nm sadrazamlık görevinden azledilmesi gi­ bi birtakım olaylar ve sorunlar çıktı. İskender Paşa bu olayların yarattığı fırsattan yararlanarak, Hakkari yöneti­ minin kendisine verilmesi için Zeynel Bey’in durumunu Sultan Süleyman’ın eşiğine arzetti. Başlangıçta kendisini Rumeli Vilayeti’nden Van’a getirmeyi başardı. Oradan kendisini, yağma, saldırı yap­ ma ve nabız yoklama amacıyla, bir kuvvetin başına ge­ çirerek İran sınırına gönderdi. Zeynel Bey Selmas yöre- lerine varınca, kardeşi Bayındır Bey’iri de aynı amaçla Kızılbaşlar tarafından oraya gönderildiğini gördü. İki kardeş şiddetli bir çarpışmaya giriştiler. Sonunda Bayın­ dır Bey yenilgiye uğradı ve Zeynel Bey, yenilen kardeşi­ nin arkadaşlarından aldığı birkaç esirle birlikte Van’da bulunan İskender Paşa’nm yanma geldi. Bu başarı, Zey­ nel Bey’in şamnın yücelmesini sağladı. Bunun üzerine İs­ kender Paşa, Zeynel Bey’in Osmanlı Devleti’ne olan bağlı­ lığı ve sadakati, Hakkari hükümdarlığının kendisine ve­ rilmesi dileği ve Hakkari’nin şimdiki Hükümdarı Seyyid Muhammed Bey’in öldürülmesi gerektiği konusunda bir rapor verdi. Bütün bunların yapılmasını isteyen bir Pa­ dişahlık emirnamesi çıktı. Böylece Zeynel Bey Hakkari Hükümeti’nin bağım­ sız hükümdarı oldu. Hükümdarlığı da 40 yıl kadar sür­ dü. Yalnız bu süre içinde bazen bu Hükümet, Zeynel Bey’in kardeşi Bahaddin Bey’e verildi; fakat sonunda Bahaddin Bey, Zeynel Bey ve oğlu Şeydi Han Bey taıafmdan öldürüldü. Böylece Zeynel Bey, kendisiyle çatışa­ cak yada kendisine engel olacak hiç kimse kalmaksızın tek başına yönetime hakim oldu. Dört erkek çocuğu vardı: Zahid Bey, Şeydi Han Bey, Zekeriya Bey ve İbrahim Bey. Bunlardan Zahid Bey bazen babasına karşı başkaldırırdı. Sonunda baba­ sının yerine Bosna Vilayeti’ne gönderildi. Gerçi Zeynel Bey, sonunda kendi isteği ve iradesiyle oğlu Şeydi Han Bey lehine yönetimden feragat etti ve büyük HalifeliktM,) yöneticilerinden Şeydi Han Bey adına eyalet beratı çıkarttıysa da; Şeydi Han Bey gençliğinin baharında ve ömrünün ilk döneminde ebediyet diyarına göçetti; atın­ dan düşüp öldü. Bunun üzerine Zeynel Bey, eyalet bera­ tım öteki oğlu Zekeriya Bey’in adına çevirmek ve El- bak Nahiyesi’ni de sancak haline getirtip oğlu İbrahim Bey’e vermek zorunda kaldı. 993(1585) yılında, Sultan Murad Han, Vezir-i Azam Osman Paşa’ya(149) Azerbaycan’ı fethetmesi için emir verince; Zeynel Bey’e de, Kızılbaşların ülkesine saldırı­ lar düzenlemeye ve burada yağma, talan yapmaya başla­ ması için bir emr-i hümayun(I50) çıktı. Bu sırada Şah Sul­ tan Muhammed, oğlu Hamza Mirza ile birlikte Tebriz’­ de karargah kurmuştu. Zeynel Bey’in Iran ülkesine sal­ dırdığı ve Merend bölgesine vardığı haberi gelince, Şah ve Emîr(151), savunma ve direnme için Türkmen komutan ve askerlerinden kurulu bir kuvvet gönderdiler, Zeynel Bey’­ in askerleri Gerger, Zenuz ve Merend şehirlerine yaptığı saldırılardan sağsalim, ganimet almış olarak, müsterih ve gönül rahatlığı içinde dönerlerken; Zeynel Bey dc yanındaki birkaç adamıyla birlikte Elki Ham’nın bir kö­ şesine girip ikindi namazını kılmakta iken; evet, işte tam bu sırada Türkmenler Zeynel Bey’e ve adamlarına sal­ dırdılar. Taraflar arasında şiddetli ve uzun süren bir çar­ pışma başladı. Sonunda Zeynel Bey ile çarpışmada ya­ nında bulunan sayılı adamları şehit düştüler; oğlu İbra­ him Bey de esir edildi. Merend ileri gelenleri ve halkı Zeynel Bey’in cesedini kefenleyip oraya gömdüler. Teb­ riz’in fethinden sonra ise ceset, merhumun bir medrese yaptırmış olduğu Çolamerg’e(152) nakledilerek orada nihaî olarak gömüldü. Sultan Murad Han’ın Divanından, Hakkari Hükümeti’nin Zekeriye Bey’e verilmesini öngören ve yukarıda da geçtiği gibi Zeynel Bey’in sağlığında çıkartmış olduğu beratı teyit eden bir emirname daha çıkarıldı. Ayrıca Zekeriya Bey’i serbest bırakmaları için Kızılbaşlara büyük (149) ö zdem iroğlu O sm an P aşa . (M.E.B.) (150) P ad işah tık em ri. (M.E.B.) (151) E m ird en m a k s a t Ş ah’ın oğludur. (M.E.B.) bir fidye verdiler. Serbest bırakıldıktan sonra merkezine döndü ve eskisi gibi Elbak yöresinde yönetimi eline aldı. Zekeriya Bey bin Zeynel Bey: Bu Emîrin yönetiminin üzerinden iki yıl geçtikten sonra bazı bozguncu jurnalcılar, Van Eyaleti Valisi ve Azerbaycan Vilayeti Muhafızı Vezir Cafer Paşa’ya gide­ rek şöyle dediler: «Hakkari Eyaleti yönetimi, Mustafa’nın(IW) şeriatının kuralları ve Osmanlı gelenek ve kanun­ larının teamülü gereğince, merhum Zeynel Bey’in büyük oğlu Zahid Bey’den başka kimsenin hakkı değildir. Bu önemli görevin kendisine verilmesi en uygun ve en sağ­ lam iştir.« Vezir de hemen meseleyi Osmanlı tahtına iletti. Sa­ ray da, bu talep gereğince Hakkari Eyaleti yönetimini Zahid Bey’e verdi. Bunun üzerine Zahid Bey, Vezir Ca­ fer Paşa’nm işaretiyle, yönetimi teslim almak üzere he­ men eyalete gitti. Ne var ki, halkın ve aşiretlerin çoğun­ luğunun sevgisi ve eğilimi Zekeriya Bey’den yanaydı. Bu­ nun için Zahid Bey’in emirlerine boyun eğmediler. Bu durum savaşa ve mücadeleye yolaçtı. Sonunda Zahid Bey oğluyla birlikte çarpışmada öldürüldü. Bu olayların haberi Cafer Paşa’nın kulağına gidince, hemen Hakkari Hükümeti’nin yönetimini Zahid Bey’in öteki oğlu Melek Bey’e verdi; bu konuda yüce makam sahibi Sultan’dan da yüce bir emirname aldırdı. Sonra Melek Bey’in yanı­ na Van ve Tebriz askerlerinden büyük bir birlik verdi ve kendisini vilayetini egemenliği altına almaya gönderdi. Bu durum karşısında Zekeriya Bey’in, savunma ve direnmenin başarıya ulaşması konusunda umudu kalma­ dı. Bunun için eyaletten çıkmayı ve İmadiye Hükümdarı Şeydi Han’a iltica etmeyi tercih etti. Şeydi Han da, iki­ sinin, durumu olduğu gibi, yüce Halifelik Makamı’na, arzetmelerini uygun gördü. Bunun üzerine Vezir-i Azam Sinan Paşanın da desteği ve yardımı sayesinde Sultanın Divam’ndan, Hakkari Eyaleti’nin, eski usul gereğince Os­ manlI Divanı’na «hediye» olarak 100.000 fılori(,54) öde­ mesi şartıyla, Zekeriya Bey’e verilmesi konusunda bir emirname çıkarıldı. Zekeriya Bey de vilayetine gelip Me­ lek Bey’i çıkardı. Melek Bey de yine İstanbul’a gidip durumunu anlattı ve yönetimin yeniden kendisine veril­ mesini istedi. Fakat kaçınılmaz eceli orada geldi ve ve­ badan öldü. 1005(1597) yılı başlarında, Sultan’ın Sarayı nezdinde Zekeriya Bey’i temsil etmiş olan Fahreddin’in oydn ve jurnallarıyla, Zekeriya Bey’in son derece sadık ve gü­ venilir bir adamı olan Kethüda ve Vekili Ebu Bekir Ağa zulüm ve zorbaca öldürüldü. Olayın detayı şöyledir: Bılilanlı Şah Kuli’nin çocukları, yeğenleri Emîr Seyfeddin aracılığıyla Hoy Sancağı’nı birkaç şartla elde et­ miş ve bu şekilde yönetmeye başlamışlardı. Bu yüzden adı geçen Fahreddin, adı geçen sancağın, bunlara rağ­ men, Zekeriya Bey’in kardeşinin oğlu Şeydi Han Bey’in oğlu Haşan Bey’e verilmesi konusunda Sultan Mehmed Han’ın«155' Divanından bir Sultanlık emirnamesi çıkarttı. Bu durum, Zekeriya Bey ile Bılilanlı Şah Kuli’nin çocuk­ ları arasında bulunan, ve son zamanlarda, Ebu Bekir Ağa aracılığıyla yerini dostluk ve birliğe bırakmış olan eski düşmanlığı yeniden körükledi. Böylece Hoy Hükümdar­ lığı üzerindeki çatışma yüzünden, dostluk ve duruluğun yerini anlaşmazlık ve düşmanlık aldı; iş, kılıçların çekil­ mesine kadar vardı. İbrahim Bey bin Zekeriya Bey bir­ kaç kez Hoy üzerine yürüdü ve burayı istila etmek iste­ di; Emîr Seyfeddin de ona karşı şiddetli bir direniş gös­ (154) O zam an k u llanılan b ir p a ra birim i olduğu an laşılı­ yor; sözlük anlam ı «saf, tem iz» dir. (M .E.B.) (155) M ehmed IIL (M .E.B.) terdi; iki taraftan büyük bir halk topluluğu öldü. Buna rağmen istenen amaç elde edilemedi. Evet, gerçi İbrahim Bey, Zekeriya Bey aracılığıyla aşiret ve kabilelerin adam­ larından birtakım yardımlar görüyordu; ama bunlar gö­ rünüşten ibaret olan ve gerçek olmayan yardımlardı. Çün­ kü Zekeriya Bey’in vekili Ebu Bekir Ağa fesat çıkarılma­ sını istemiyordu ve saldırıların, öfkenin yerini daima barış ve anlaşmanın almasına çalışıyordu. Bu yüzden de bu alanda yeterli miktarda yardım edilmesi için destek olmadı. İşte bunun için adı geçen bozguncu Fahreddin, Ebu Bekir Ağa’nın, Beylerbeyi Sinan Paşa’yı kutlamak için birtakım hediyeler ve armağanlarla birlikte Westan (Vestan)dan Van’a gelişi fırsatından yararlanarak, Sinan Pa­ şa nezdinde kurnazca bir hile ve zalim bir komploya gi­ rişti. Fahreddin, Paşanın hoyrat, açgözlü, ceberrut ve kan dökücü bir adam olduğunu bildiği için Şeydi Han’­ ın oğlu Haşan Bey’Ie anlaşarak, ikisi birlikte Ebu Bekir Ağa’nm peşinden Van’a gittiler ve Zekeriya Bey’in ağ­ zından şu anlamda birtakım yalan sözler söylediler: «Ebu Bekir Ağa’nın bana tagallübü ve işleri kendi tekelinde tutması, beni çok sıkmaktadır. Paşa kendisini herhangi bir şekilde yakalar da ortadan kaldırırsa, ben de Paşa’nın Hâzinesine hediye olarak üç kese altın takdim etmeye ha­ zırım.» Bunun üzerine, paraya göz diken Paşa, Ebu Be­ kir Ağa’yı yakaladı ve derhal öldürdü. Şimdi, yani 1005(1597) yılında, Zekeriya Bey, eski­ den beri ailesinin devlet merkezi olan Çolamerg beldesin­ de yönetimde bulunmaktadır. İbrahim Bey ise Elbak’ı yö­ netmektedir. Yarayışlı çalışmalar ve güzel işler yapmaya muvaffak olmaları temenni olunur. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM «Bahadinan» Adıyla Tanınmış Olan İmadiye Hükümdarları Konusundadır Garip haberlerin gül bahçelerinde ötenler ve ilginç eserlerin bahçe köşklerinde söz söyleyenler0563, İmadiye hükümdarlarının soyunun, -kendi iddialarına göre- Ab­ basi halifelerine ulaştığını rivayet ederler. Olayları nak­ leden bazı eski tarihçilerin sözlerine göre ise, bunların so­ yu, Abbas denilen ve çağının ünlü ileri gelenlerinden biri olan bir kişiye ulaşır. Bilgi Allah indindedir. Rivayetler ne olursa olsun, onların «Abbasoğulları» diye ün yapmış oldukları ve eskiden Şemdinan0573 vila­ yetinde bulunmuş oldukları şüphe götürmez. Ataları İmadiye’ye gelmeden önce orada, Şemdinan Vilayeti’ne bağlı Taron Kalesi’ni yönetirlerdi. Taron’dan İmadiye’ye ge­ len adam ise Bahaddin diye tanınırdı. Bu yüzden İmadiye hükümdarları, Kürdistan hükümdarları arasında «Baha­ dinan» diye tanınmışlardır. En doğru rivayete göre, Bahaddin’in çocuklarının bu diyardaki yönetimi üzerinden, halen 400 yıl kadar geçmiş bulunmaktadır. Şimdiki İmadiye Kalesi, Musul ve Sencar Valisi İmadeddin bin Aksungur Bey’in Selçuklular döneminde yaptırmış olduğu yeni yapılardan kurulmuştur. Şehir ile kale, büyük bir yuvarlak kaya üzerinde bulunmaktadır. Kalenin bazı yerleri yerden 100 zira’, bir kısmı 50-60 ve bir kısmı da 20 zira’ yüksekliktedir. Kalede iki derin ku­ yu vardır ki, kalenin suyu bunlardan sağlanır; hamam, medrese ve öteki imaretler de bunlardan su alırlar. Fakat halk, içme suyunu şehir dışından ve hayvan sırtında ge­ tirir. Bu Kürt diyarının kavminin kıyafet ve diyelekleri kısmen Araplarınkiyle karışmıştır. Çünkü din kültürü ve (156) T arihçileri, gül bahçelerinde öten bülbüllere benzet­ m iştir. (M .E.B.) (157) Şem seddlnan. (M.A.A.) Arap bilimleri hakim durumdadır. Bunun sonucu olarak birçok iyi, dindar, ibadete, kanaatkarlığa ve hayır işlerine eğilimli kimseler çıkmıştır. Bu yüzden îmadiye hüküm­ darları orada birçok medrese ve cami yaptırmışlardır; bilginler ve fazilet sahipleri bunlarda imamlık yapmakta; dini bilgiler öğretmekle ve inançla ilgili eğitimi tamam­ lamakla hem yararlanılmakta, hem de yararlanmakta­ dırlar. tmadiye aişretlerinin en güçlüleri birinci olarak Mızurî, ikinci olarak da Zebarî (Zibari) gelmektedir; «Ze» îmadiye vilayetindeki bir küçük ırmağm(158) adıdır. Bu ikinci aşiret, o küçük ırmağın kıyısında oturduğu için ona da «Zebarî» adı verilmiştir. Bu küçük ırmağın bir arapça adı da vardır ki «Nehr EI-Cünun»dur(159) Hızlı ve sert aktığı için bu adı almıştır. Imadiye’de «Radkan »(14J) denilen bir diğer aşiret daha vardır. Bunun adı son za­ manlarda Kürt’lerin ağzında değiştirilerek «Bırikanî» (Bırivkanî) şeklini almıştır. Imadiye’nin öteki aşiretleri ise Perverî, Mahal, Siyabruyî, Tılî ve Behliî aşiretleridir. «Behl» bu kavmin diyeleğinde «vadi» adıdır. İmadiye’nin ünlü kalelerinden biri Akra Kalesi’dir. Akra’da bir de şehir vardır ve burada Müslümanlardan ve Yahudilerden 1.100 aile oturmaktadır. Ayrıca, îmadi­ ye hükümdarlarının şehzadeleri ve amcaoğullarmın yö­ nettikleri Dıhok ve Der (Dir) kaleleri, Radkan aşireti­ nin oturduğu Beşrî kalesi ve Zebarî aşiretinin oturduğu Qelade (Kalade), Şûş, Umranî ve Baziran kaleleri de vardır. Imadiye’ye bağlı yerler ve nahiyeler arasında Zaxo (Zaho) Nahiyesi de vardır. Burada oturanlar iki özel aşi­ (158) Zap ırm ağı. (M.E.B.) (159) «Delilik ırm ağı» dem ektir. (M .E.B.) (160) İk i y azm a nüsh ad a «Radkan» yerine «Zıngar» yazılı­ dır. (M. A. A .) retten; Smdî ve Sılemanî (Sılivani) aşiretlerinden meyda­ na gelmişlerdir. Halk arasında bu nahiye için «Sındiyan» adı da yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Kürdistan’ın bilgin ve fazilet sahiplerinin çoğu buradan çıkmıştır. Bu­ rası eskiden beri özel bir durumu olan ve yönetimi irsi olan bir kesimdi. Burayı, îmadiye hükümdarlarına boyun eğmeyen bağımsız hükümdarlar yönetirlerdi. Bunlar za­ yıflayınca Îmadiye hükümdarları burayı da egemenlikleri altına aldılar. Zaxo hükümdarlarının çocuklarından, ha­ len Cezire hükümdarlarının hizmetinde bulunan Yusuf Bey adında bir adam yaşamaktadır. İmadiye’de Bahaddin’in soyundan yönetime geçmiş olan hükümdarların bir kısmının durumu bilinmemekte­ dir. Durumu özet olarak bilinenleri de, Allah’ın yardımıy­ la sırayla anlatacağız: Emîr Zeyncddin: Bu Emîr, ünlü fatih Emîr Timur Gurgan’ın fetihleri ve saltanatı sırasında ve doğru yolda olan oğlu Şahruh Sultan zamanında, Imadiye’de izzet ve ikballe, gönül ra­ hatlığıyla hüküm sürmekteydi. Dostlarına karşı yumuşak, düşmanlarına karşı da sert olan bu Emîr ölünce, yerine mutlu oğlu Emîr Seyfeddin geçti. Emîr Şeyfeddin: Babasının yerine geçtikten sonra vatandaşlara ve herkesin üzerine merhamet, adalet ve iyilik kanatları ger­ di. Kaçınılmaz ecel gelince Huld Cennetine göçetti ve varlık safhasında iki çocuk bıraktı: Haşan ve Bayrık. Haşan: Babasının en büyük oğluydu ve babasımn yerine geçti. Onun zamanında, Akkoyunlular’dan Bijenoğlu Sü­ leyman Bey Îmadiye Vilayeti üzerine yürüyerek istila et­ mek istedi. Süleyman Bey Akra ve Şûş kalelerini almaya muvaffak olduysa da, İmadiye Kalesi’ni istila etmek uğ­ runda harcadığı güçlü çabalara rağmen burayı almaktan aciz kaldı; sonunda bırakıp gitmek zorunda kaldı. Akkoyunlu sultanlarının günleri geçtikten ve yerle­ rini Safeviler aldıktan sonra, Emir Haşan hemen Şah tsmail-i Safevi’nin Sarayına gitti. Şah İsmail kendisini şef­ katinin kapsamı içine aldı ve kendisine güvendi. Bunun sonucu olarak, Dıhok Kalesi’ni Tasni (Dasnî) aşiretinin elinden kurtarması ve miras kalmış vilayetine katması için kendisine yardım etti. Ayrıca Sind Nahiyesi’ni de, bağımsız bir Hükümdarı olan Sindiyan aşiretinin elinden alarak îmadiye Vilayeti’ne kattı. Sonra arkasında yedi erkek çocuğu bırakarak Allah’ın rahmetine kavuştu. Ço­ cukları Sultan Hüseyin, Şeydi Kasım, Murad Han, Sü­ leyman, Pir Budak, Mirza Muhammed ve Han Ahmed’di. Babasının yerine, en büyük ve en yaşlı oğlu Sultan Hüseyin Bey geçti ki, bunun ve çocuklarının durumunu yakında anlatacağız. Şeydi Kasım ise Ali Han denilen bir çocuk bıraktı. Murad Han erkek çocuğu bırakmadan Kubad Bey Olayı’nda öldürüldü. Mirza Muhammed Sul­ tan Mahmud adında bir çocuk bıraktı. Han Ahmed ise Şah Yusuf denilen bir çocuk bıraktı. Bayrık Bey bin Seyfeddin’e gelince deli bir oğlu vardı ki, bundan sonra ge­ lecek olaylarda anlatılacağı gibi Kubad Bey’in öldürül­ mesi olayına sebep oldu. Sultan Hüseyin: Abbasi ailesinin(161) bir özü olan ve İmadiye hüküm­ darlarının adamlarının bir seçmesi olan Sultan Hüseyin Bey, Sultan Selim Han’m(,62) çıkarttığı bir emirname ge­ (161) Bu h ü k ü m d a rların A bbasilerin soyundan olduklarını bölüm ün b aşların d a yazdığı için b u ra d a d a A bbasi a i­ lesi dem iştir. (M .E.B.) (162) Selim I. (M .E.B.) reğince babasının yaptığı vasiyetle beylik tahtına çıktı. Büyük ölçüde bilgin ve zekiydi. Bilginleri ve fazilet sahip­ lerini sarayına yakınlaştırır; onlara karşı ilgi ve güven besler; askerler ve vatandaşlar arasında, zengin fakir ve büyük küçük farkı gözetmeksizin adalet ve insafı doğru bir ölçüyle dağıtırdı. Bu durum, bunların gönül rızasıyla ve teşekkürle yönetiminin eteklerine sarılmasını sağla­ mıştı. Aynı zamanda kendini Osmanlı Sarayı’na sevdirir ve Sultan Hazretlerini memnun etmek, onun güvenini ka­ zanmak uğrunda birçok açık hizmetlerde bulunurdu ki, bundan fazlası olamazdı. Bu sayede benzerleri ve emsalleri arasında imtiyaz­ lı ve imrenilecek bir duruma gelmişti. O kadar ki, Kürdistan hükümdarları ve beyleri arasında ilk ve son baş­ vurulacak adam olarak kabul edilmişti. Bunlar, Kürdistan’ı ilgilendiren meselelerde ve olaylarda yalnız onun emrini dinlerler; yalnız onun öğütlerine ve danışmasına uyarlardı. O da bu mesele ve olayları büyük bir cesaret ve bağlılıkla Sultan Süleyman’ın yüce tahtına iletirdi. Onun istekleri devlet adamları tarafından hiçbir zaman reddedilmezdi. îmadiye Vilayeti’ni, ona bağlı olan ve il­ hak edilen yerleri tam 30 yıl yönetti. Nihayet kendi ece­ liyle dokuzyüz...(163) yılının aylarından birinde Allah’ın rahmetine kavuştu ve varlık safhasında beş erkek çocuğu bıraktı: Kubad Bey, Bayram Bey, Rüstem Bey, Han İs­ mail ve Sultan Ebu Said. Kubad Bey bin Sultan Hüseyin Bey: Babasının ölümünden sonra, Sultan Selim Han’ın bir emirnamesiyle İmadiye’de yönetimi eline aldı. Ne var ki, kendisi derviş, kanaatkar geçinen, ince bir karak­ (163) B ütiln n ü sh a la rd a b u rası böyle b o ştu r; anlaşıldığın a g öre k ırk d ö rt y a d a ondan sonradır. B unun k an ıtı, oğlu K ubad B ey’ln kendisinden hem en sonra, 973 (1566) yılında ta h ta çıkan S u ltan Selim n . ’nin em irna­ m esiyle yönetim e geçm iş olm asıdır. (M.A.A.) tere, hassas bir mizaca ve merhametli bir kalbe sahipti; beş vakitte ibadete düşkün ve gece gündüz avlanmaya meraklıydı. Yönetim işlerinden ve diğer dünya işlerinden habersizdi; bu işlerin inceliklerini ve gizli yönlerini bil­ mezdi. Bunun için, bazen küçük bir suç işlenmesinden intikam alır ve bu suçu işleyene en şiddetli cezayı verir­ di; bazen de en büyük suçu işleyene karşı müsamahalı davranır ve hakkında af çıkarırdı. Bu durum, aşiretlerin ve kabilelerin kendisinden nefret etmelerine ve kopma­ larına yolaçtı. Bu yüzden kardeşi Bayram Bey’e biat et­ mek eğilimini gösterdiler. Oysa Bayram Bey’in, kardeşi Kubad Bey’e karşı direnecek gücü yoktu. Bu yüzden İran’a kaçarak Kazvin’deki Şah İsmail Il.’nin Sarayma iltica etti; orada Şalı İsmail’den büyük vaatler aldı. ö te yandan o ülkenin en güçlü aşiretlerinden biri olan Mızurî aşireti de Kubad Bey’e karşı ayaklandı ve kendisini hükümdarlıktan uzaklaştırdı; yerine de, amca oğullarından Süleyman bin Bayrık bin Seyfeddin’i kendi­ lerine yönetici tayin ettiler. Hakkari Hükümdarı Zeynel Bey de Kubad Bey’e karşı öfkeli ve kindar olduğu için, İran’da bulunan Bayram Bey’e bir elçi göndererek ken­ disini Şah Sultan Muhammed’in hapishanesinden serbest bırakmaya ve yanma getirtmeye çalıştı. Kubad Bey bu davranıştan ötürü ürktü; kuşkulara kapıldı ve işin sonu­ cundan korktu. Bu yüzden hükümdarlık işlerini bıraka­ rak*™ Musul ve Sencar yönlerine doğru kaçtı. Bayram Bey ise Hükümeti ele geçirmek için İmadiye’ye hareket etti. Ünlü Serdar Ferhad Paşa, işin içyüzünü öğrenince Zaxo Nahiyesi’ni sancak haline getirerek Bayram Bey’c verdi. Bu sırada Kubad Bey de, korkusundan Musul’u terkederek İstanbul’a geçmek amacıyla Amed’e gitti. Oraya (164) B iraz y u k a rıd a h alk ta ra fın d a n uzaklaştırıld ığ ın ı y az­ m ıştı. (M .E.B.) varır varmaz Vezir-i Azam Siyavuş Paşa ile ilişki kurdu. Siyavuş Paşa da, İmadiye yönetiminin yenilenerek kendi­ sine verilmesi konusunda ona destek oldu. Kubad Bey bunu elde ederek vilayetine döndü. Dıhok Kalesi’ne ula­ şır ulaşmaz, İmadiye’ye varmadan önce, bozguncular­ dan ve karışıklık çıkaranlardan kurtulmak amacıyla, Dıhok’ta bir süre kalıp, kendisine karşı ayaklanmış olan aşi­ ret adamları hakkında tedbir almayı ve onları ortadan kaldırmayı düşündü. Fakat adı geçen Süleyman Bey Bayrık ile yanında bulunan Mızurî Mîr Melek, vilayetin her tarafından ayak takımlarından ve türedilerden bir topluluk yığdılar ve bunlarla Kubad Bey’in üzerine yürüyerek Dıhok Kalesi’ni her yandan sardılar. O sırada, kaledeki halktan, kendilerinden yana olanlarla ilişki kurmaya muvaffak ol­ dular; onlar da kendilerine kale kapılarını açmayı kolay­ laştırdılar. Böylece kolaylıkla kaleye girdiler ve Kubad Bey’i, yanında bulunan oğullarından birini ve kendisiyle birlikte bulunan bazı adamlarını yakalayarak hepsini öl­ dürdüler. Sonra da mallarını ve mülklerini talan ve yağma ettiler. Bu olayların haberi Zaxo (Zaho)da bulunan Bay­ ram Bey’in kulağına gidince orayı terkederek doğru aşi­ retlerin ve kabilelerin yanına gitti. Süleyman Bey ve Mır Melek de hemen kendisini İmadiye Hükümeti’nin başına getirdiler. Bayram Bey, aşiret topluluklarının çevresinden dağılmamalarının daha doğru ve daha yararlı olacağını düşündü; bu yüzden de isteyerek yada istemeyerek hü­ kümdarlık görevini kabul etti. Kubad Bey’in iki oğlu Şeydi Han Bey ile Sultan Ebu Said ise, ağlayarak, sızlayarak Sultan Murad Han’ın Sa­ rayına hareket ettiler. Fakat küçük büyük, zengin fakir, Müslüman Hıristiyan, asker vatandaş, İmadiye’nin nüfu­ sunun çoğunluğu Bayram Bey’den yanaydı. Böyleee öz­ lemleri gerçekleşmiş ve amaçları elde edilmiş oldu. Bu yüzden birbirlerini kutlamaya, sevinç ve şenlikler dü­ zenlemeye, sadaka ve adaklar dağıtmaya başladılar ve Kubad Bey’in yönetiminin düşmesini büyük bir başarı saydılar. Bayram Bay bin Sultan Hüseyin Bey: Yukarıda da geçtiği gibi, Beyram Bey, kardeşi Kubad’ın korkusundan Şah İsmail Il.’nin egemenlik alanına iltica etmiş; orada sevgi ve saygı görmüştü. Ne var ki, Şah İsmail ölünce ve yerine Şah Sultan Muhammed ge­ çince, Bayram Bey, daha önce Saray’dan gördüğü iltifat ve sevgiyi göremez oldu; tersine kendisini güçsüz gördü­ ler ve Alamuft kalesine hapsettiler. Hakkari Hükümdarı Zeynel Bey bu durumu öğrenince kurtarılması için çalış­ tı ve bu konuda Tebriz Valisi Emir Han’la görüşme yap­ tı. Bayram Bey’in Alamut’taki hapishaneden serbest bı­ rakılması, ve Zeynel Bey’e teslim edilmesi karşılığında «hediye» olarak Şah Sultan Muhammed’e ve Emir Han’a 5.000 fılori verilmesi esası üzerine aralarında antlaşma oldu. Zeynel Bey, antlaşma gereğince Emir Han’ın adamlarına bu miktarı ödedi. Bunun üzerine Bayram Bey’i Zeynel Bey’e teslim ettiler. Bayram Bey, yukarıda anlatılan olaylardan sonra, Îmadiye Hükümeti’nin başı­ na geçti ve duruma hakim oldu. Halka ve aşiretlere son derece adaletli, insaflı ve kararlı bir yönetim uyguladı. Bu olayların, özellikle Bayram Bey’in, halkın ve asker­ lerin güvenine sahip olduğu, onları memnun kıldığı habe­ ri, Vezir-i Azam ve İran Cephesi Başkomutanı Osman Paşa’nın kulaklarına gidince sevindi ve Kastamonu’daki karargahından, Bayram Bey adına Îmadiye Eyaleti’nin beratım gönderdi. Bu sırada Kubad Bey’in oğlu Şeydi Han Bey, Sul­ tan Murad Han’ın eşiğine vardı ve kendisine, babasının öldürülmesiyle sonuçlanan olayların gerçek yüzünü, aşi­ retlerin başkaldırması ve halkın ayaklanması, Bayram Bey’i hükümetin başına getirmeleri konularını arzetti. Sultan da derhal kendisini sevgisinin kapsamı içine aldı; İmadiye Eyaleti’nin kendisine verilmesi konusunda bir emirname gönderdi; Bayram Bey hakkında da soruştur­ ma açılması ve İmadiye’de karışıklıklar çıkaranların, ayaklananların ortadan kaldırılması için de Serdar Ferhaıl Paşa’ya sert emirler yolladı. Serdar da bu emri uygula­ mak için çalışmalara başladı, tik iş olarak Hasankeyf Sancağı’nı Zaxo Hükümeti’ne ilhak etti ve burayı, İmadiye Hükümeti’nin kendisine verilmesi için elverişli fır­ sat doğuncaya kadar, geçici olarak Bayram Bey’e verdi. Ferhad Paşa’nın bundan kastı ise, Bayram Bey’i kendine çekmek ve yakalamaktı. Bunun için kendisine bir haber göndererek şöyle dedi: «Sultan’m emirnamesi gereğince, şimdi, senin İmadiye Hükümeti’ni Şeydi Han Bey’e terketmen, Zaxo ve Hasankeyf Sancağı yönetimini alman, ayrıca bu yıl, Gürcistan Savaşı’nda muzaffer Osmanlı or­ dusunun yanında bulunmak ve bÖylece Padişah’m ve dev­ letin hizmetine katkıda bulunmak için hemen gelmen yararlı olacaktır.» Böylece Bayram Bey Ferhad Paşa’ya, savaştan sonra kendisinin sadık hizmetleri konusunda yüce eşiğe bir rapor sunması ve İmadiye Hükümeti’nin kendisine verilmesini istemesi konusunda fırsat vermiş olacaktı. Bu hesaplı hile, saf ve iyi kalbli Bayram Bey üzerin­ de etki yaptı ve Hasankeyf Sancağı’yla yetinerek, Şeydi Han Bey’in lehine kendi isteğiyle İmadiye Hükümeti’ni bıraktı. Sonra Serdar’ın çağrısına uyarak Gürcistan Savaşı’nda Osmanlı ordusuna eşlik etti. Bu seferden dönül­ dükten sonra, Serdar Bayram Bey’i tutukladı ve Erzu­ rum kalesinin hapishanesine attı. Akıbetini, bundan son­ raki satırlarda yüce şanlı Allah’ın yardımıyla anlatacav giz. Şeydi Han Bey bin Kubad Bey: Îmadiye eyaletinin yönetimi Şeydi Han Bey’e ve­ rilince ve babasının yüce makamı, almyazısı ve kadere uygun olarak mutluluk eşiğinden çıkan bir emirnameyle kendisine bırakılınca; birlikte Bayram Bey’in üzerine yü­ rümeleri, Îmadiye Kalesi ve eyaletini teslim etmeye ya­ naşmadığı takdirde kaleyi kendisinden alıp Şeydi Han Bey’e teslim etmeleri için Bağdad ve Şehrezol Beylerbeyi ile Kürdistan’m diğer hükümdarları ve beylerine sert emir ve kararlar gönderildi. Şeydi Han Bey Musul’a va­ rınca Bayram Bey Sultan’m emrine boyun eğdi ve kale­ yi de, vilayeti de bırakarak dışarıya gitti. Şeydi Han Bey de hemen, Sohran Hükümdarı olan dayısı Süleyman Bey’in desteğiyle, 993(1585) yılının Zilhicce ayı ortala­ rında îmadiye Kalesi’ne girdi ve yukarıda geçtiği gibi ora­ da yönetimi eline aldı. ö te yandan Serdar Ferhad Paşa Gürcistan seferin­ den dönünce, plan gereğince Bayram Bey’i yakaladı ve tutukladı, Şeydi Han Bey’i de haber gönderip Erzurum’a getirtti; Kendisinden a hediye» olarak büyük miktarda bir para aldıktan sonra, Bayram Bey’in, babası Kubad Bey’i öldürmek suçuyla şeriat usulüne göre yargılan­ masını istemesini salık verdi. Şeriat gereğince suçu sabit görülen Bayram Bey, Şeydi Han Bey’e teslim edildi; o da 994(1586) yılının aylarından birinde kendisinden kı­ sas aldı. Şeydi Han Bey’in tam bağımsız olarak Îmadiye yö­ netiminin başına geçmesi üzerinden şimdi I I yıl geçmiş bulunmaktadır. Bu yönetimde kendisiyle çatışan hiç kim­ se yoktur. Gerçi Mızurî aşireti birkaç gün kendisine kar­ şı çıktı ve başkaldırdıysa da, Şeydi Han Bey, bazen iyilik­ le, bazen de şiddet ve sertlikle bu aşireti yenilgiye uğrat­ tı ve egemenliği altına aldı. Gerçek şudur ki, Şeydi Han Bey, son derece nazik ve akıllı bir gençtir; büyük bir cesaret ve cömertliğe, sahiptir. Bütün askerleri ve halkı yumuşak huyuyla ve adaleti elden bırakmamakla mem­ nun kılmıştır. Allah’ın izniyle, güzel işlere muvaffak ol­ ması umulur. DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Üç Dala Ayrılan Cezire Beyleri Hakkındadır. Güvenilir tarihçilerin sözlerine ve yazılarına göre sabit ve gerçek olan, Cezire hükümdarları soylarının yü­ ce sahabe Halid bin Velid'e ulaştığıdır. Bunların atala­ rından ve babalarından Cezire hükümdarlığını elde etmiş olan ilk kişi de Süleyman bin Halid diye tanınmıştır065*. Bu ailenin adamları işin başlangıcında, uğursuz Ye­ zidilik dinini benimsiyorlar ve onların iğrenç yollarında yürüyorlardı<166). Sonra yüce Allah onları doğra yola, ehl-i sünnet ve cemaat mezhebine dönmeye muvaffak etti; camiler ve medreseler kurdular; bunlara olgunlaşmış köy­ ler, verimli tarım alanları vakfettiler. Ayrıca Boxtî (Bohti, Bohtan) aşireti de, Kürdistan aşiretleri arasında cesaret ve yiğitlikle ün yapmış; azim (165) Cezire halkının dilinde y aygın olan budur. F a k a t 1945’te K ah ire’de basılan K ü rt D evletleri ve B eylikleri T arih i’nin 364. sa y fa sın d a şu n la r yazılıdır: «D oğru t a ­ rihler, H alid bin Velid’in H um us’t a öldüğünü yazm ak ­ ta d ırla r. Süleym an bin H alid’in de Sıffîn S avaşı’nd a öldürüldüğü herkesçe bilinm ektedir. E sed E l-G abe’nin y az arı diyor ki: H alid’in soyundan hiç kim se kalm a­ m ıştır; hepsi vebadan ölm üşlerdir; bu yüzden Ha_ lld’in M edine’d eki m ülklerinin m ira sı E yyub bin S elem e’ye kaldı. N ih ay et E l-trb ’in y a z a n , H alid’in so­ y undan geldiğini kim iddia ederse y alan söylem iş ol­ duğunu yazın ak tad ır. Y azar, so n ra diyor ki: B azı Ce­ zire aşiretleri eski Hıldi (Kildi) halkından geldikleri ve K ü rtler H alid bin Velid gibi k a h ra m a n la n yücelt­ tik leri ve örnek ald ık la n , a y n c a İslam iyete şiddetle b ağ lı o ld u k la n için, Cezire beylerinin H alid bin Velid’­ in soyundan geldiklerine inanm ışlardır.» (M.A.A.) (166) Bu d a o n la n n H alid bin Velid’in soyundan olm adık­ ların ı k a n ıtla m a k ta d ır. (M .E.B.) ve atılganlıkla tanınmıştır. Onlar değerli silahları, nadir bulunan savaş ve döğüş araçlarını, özellikle Mısır kılıcı ile Şam mızrağı satmalmaya ve taşımaya meraklıdırlar; bun­ ları çok yüksek fiyatlarla satınalırlar ve kendi aralarında gerçek değerleriyle değerlendirirler. Ayrıca soylu Arap atlarını da beslerler. Kavga ve vuruşma günlerinde düş­ manın karşısında tek saf olarak dururlar; ne korku, ne de endişe onları yerlerinden kıpırdatamaz; en kritik du­ rumlarda bile cesaretlerini hiçbir zaman kaybetmezler. Onlar bu bakımdan, Kürdistan’ın öteki aşiretlerinden olan bütün emsallerinden daha üstündürler. Cezire şehri eski şehirlerdendir. Ömer’in -Allah on­ dan razı olsun- halifeliği döneminde 17(639) yılında, Ebu Musa El-Eş’arî ile Sa’d bin lyaz bin Osman(I67) tarafın­ dan barışçı yoldan fethedilmiştir. O zaman bütün Cezire halkı haraç ödemeyi kabul etti. Yalnız Cezire’ye bağlı aşiretlerden Beni Tağlib Arap aşireti bunu kabul etme­ yerek Rum Kıralı’na kaçtı ve oradan şu haberi gönderdi: «Bizden istenen paralar sadaka olarak isteniyorsa, öde­ meye hazırız.» Durumları Ömer’e -Allah ondan razı ol­ sun- arzedildiği zaman, «haraç da sadakadır, kabul edin» dedi. Bunun üzerine onlar da yine yerlerine döndüler. Cezire Kalesi’ne gelince; bu, Emevilerin sekizinci halifesi olan ve Emeviler arasında adaleti ve insafıyla ta­ nınan, bundan ötürü de kendisine «ikinci Ömer bin Hattab» -Allah ikisinden, de razı olsun- lakabı verilen Ömer bin Abdülaziz’in eserlerindendir. Emevilerin uydurduğu ve 100 yıl kadar da gelenek halinde sürdürdükleri o çir­ kin, iğrenç adeti kaldıran da yine kendisidir. Bu adet, camilerde minberler üzerinde Ali Efendimize -Allah yü­ zünü şereflendirsin- ve iki himmetli imam Haşan ve Hü­ seyin’e -Allah onlardan razı olsun- lanet getirilmesiydi. (167) E lim izdeki n ü sh a la rd a hep böyledir. F a k a t bunun îy a z bin G anm olduğu bilinm ektedir. (M.A.A.) Ömer bin Abdiilaziz bunu kaldırmakla, İslam alemini bu cürme uymaktan ve vebalini çekmekten kurtarmış oldu. Cezire şehri ve kalesi Şattularab (Dicle) ırmağı’nın kıyısı üzerindedir. Nehir taştığı zaman iki kola ayrılır ve bu kollar hem kaleyi, hem de şehri iki yandan çevirir­ ler. Kalenin üst tarafında taş ve topraktan yapılmış bü­ yük bir bent vardır; bu bent, kabaran suların kaledeki evlere ve kurumlara zarar vermesini önlemektedir. Bunun içindir ki, insanların kale ile şehir arasında köprüden gidip geldiklerini görürsünüz. Bundan ötürü şehre «Dine­ riye Ceziresi» adı verilmiştir. Cezire Vilayeti’nin bazı güzel kaleleri ve ilgi çekici yöreleri vardır. Biz sayın okuyucunun usanmaması, ken­ disine bıkkınlık gelmemesi için bu kitapta bunlardan 14 kale ve yöreyi anlatacağız: 1 — Gurgil Nahiyesi. Nuh’un -onun ve peygambe­ rimizin üzerine selam olsun - gemisinin -denildiğine göreüzerinde durduğu Cudi Dağı buradadır. Bu yörenin aşi­ retleri yedi kolda toplanırlar. Bunların dördü Hüseyni’dir: Şehrewerî (Şehreveri), Şehrilî, Gurgil ve Isturî. Di­ ğer üçü ise Yezididir: Niwidkawun, (Nividkavun) Şoreş ve Hivdıl. 2 — Bereket Kalesi ve yöresi. Burası, bu yöreyi elinde tutan aşiretin adıyla tanınmıştır. 3 — Erux (Eruh) yöresi ve kalesi. Erux kabilesinin egemenliği altında bulunan bu kale, Kürdistan’ın en sağ­ lam ve en güzel kalelerinden biridir. 4 — Pırûz Kalesi ve yöresi. Burası, Pırûz aşiretine özgüdür. Bu aşiret üç gruba ayrılmıştır: Castulan, Bızm ve Kırafan. 5 — Garısî aşiretine özgü olan Badan Kalesi ve yö­ resi. 6 — Kalesine Kelhok adı verilen Tınze (Tınzi) yö­ resi. Burası da yine Garısî aşiretinin yönetimindedir. 7 — Fınık Kalesi ve yöresi. Buranın kabileleri dört­ tür; Fınık beylerinin durumu anlatılırken bunlar da an­ latılacaktır. 8 — Tor yöresi. 9 — Heysem yöresi. Burada oturanların çoğu Er­ meni ve Hıristiyandır. Cezire hükümdarlarının gelirinin ve tahılının çoğu buradan üretilmektedir. Cılkî kabilesi de yine burada oturmaktadır. 10 — Cezire ülkesinde güzel narlarıyla ün yapan Şax (Şah)«16« yöresi ve kalesi. Bu yörede oturanlar da yine Ermeni ve Hıristiyanlardır. Şildî kabilesi de bura­ da oturmaktadır. 11 — Neş Etel Kalesi. 12 — Ermışat Kalesi. Burası Boxtan (Bohtan) aşi­ retlerinin en güçlülerinden olan ve en çok dayanışma içinde, en çok öfkeli ve en güçlü adamlar çıkaran Bırasıpî aşiretinin yönetimindedir. 13 — Kamiz adı da verilen Kiver Kalesi. Bu, Garısî ve Kırşî kabilelerinin egemenliği altındadır. 14 — Tınze (Tmzi) yörelerinden olan Derde (Dirde) Kalesi. Burada oturanların bir kısmı Araptır; Tuhayri, Safan ve Beni Ubade gibi. Bu yöredeki Ermenilerin çoğu arapça konuşurlar. Kabile ve aşiretleri şunlardır: Dmbılî, Nukî, Mahmudî, Şeyh Bızınî, Maskı, Reşıkî, Mix (Mıh) Nehran, Peykan, Belan, Bela Sıturan, Şeroyan (Şiroyan), Dutûran. Doğrusu şudur ki, Dmbılî ve Mahmudî aşiretleri aslında Cezire Vilayeti’nden göç edip buraya gelmişlerdir. Giriş’te geçen fihrist gereğince, bun­ lar, tapınılan Padişah olan Allah’ın yardımıyla Üçüncü Safha’da anlatılacaklardır. Şimdi ise, hayır ve cömertliğin bağışlayıcısı«169' yar­ (168) «Şax» K iirtçede «dal» dem ek tir. (M .E.B.) (169) A llah ’ı kastediyor. (M .E.B.) dımıyla, Cezire hükümdarlarının durumlarım anlatmaya başlarız: SUleyman bin Halid: Yukarıda da geçtiği gibi, Cezire hükümdarlarının ata­ larından, buranın yönetimini eline alan ilk kişi, Süley­ man bin Halid olmuştur. Kendisi burayı bir süre izzet ve ikballe yönetmiş; sonra Allah’ın rahmetine kavuşmuş ve üç erkek çocuğu bırakmıştır: Mir Hacı Bedir, Mir Abdülaziz ve Mir Ebdal. Fakat yetenek ve ehliyet yö­ nünden çocuklarının en doğru yolda olam Emîr(170) Abdülaziz’di. Kendi adalet ve alicenaplıkta kardeşlerin­ den üstündü. Zeka ve akıllılık belirtileri, üzerinde ken­ dini gösteriyordu. Günden güne ve saatten saate kamu işlerini eline alıyordu. Sonunda halk arasında şanı yüceldi ve değeri arttı; şairin şu sözleri kendisine uygun düş­ tü: ı Aklının çokluğundan dolayı, başının üst tarafı «Parlatıyordu yüksek yıldızı.» Bunun için, babasının ölümünden sonra Cezire yö­ netimi kendisine verildi. Ayrıca Gurgil yöresinin işleri kardeşi Mir Hacı Bedir’e, Fmık yöresi de kardeşi Mir Ebdal’a verildi. Hep birlikte, adalet ve insaf yolunda yü­ rüyerek ülkeyi kararlılık ve azimle yönetmekte ittifak et­ tiler. Halka karşı da görevlerini en iyi şekilde yaptılar; hiç bir şeyde anlaşmazlığa düşmediler. BİRİNCİ DAL «Aziziye» adıyla t)n Yapmış Cezire Hükümdarları Hakkındadır. Emir Abdülaziz, uzun zaman Cezire Hükümetinin yönetimini büyük bir başarıyla elinde tuttu. Soma kaçı­ (170) Y azar gelişi güzel kim i yerlerde «Mir», kim i yerlerde de «Emîr» k ullanm ıştır. Biz de her yerde onun k u l­ landığı şekli aynen aldık (M..E.B.) nılmaz eceli geldi ve iki şehzade bıraktı: Seyfeddin ve Mecdeddin. Yerine büyük oğlu geçti. Emîr Seyfeddin bin Abdülaziz: Bu Emîr Cezire Hükümeti’nin tahtına çıkınca, hü­ kümdarlık ve yönetim usulünde babasının yolundan as­ la sapmadı. Vatandaşları, askerleri, kabile ve aşiret adamlarını memnun etmeye gayret etti; böylece hepsinin güvenini kazandı, ölüme yakalanınca yönetim kardeşine geçti. Emir Mecdeddin bin Abdülaziz : Cezire Hükümeti’nde işlerin yönetimi kendisine geç­ tikten sonra, işleri babasından ve kardeşinden daha iyi yönetti ve ülkeyi büyük ölçüde kalkındırdı. Mutlu devri uzadı; kaçınılmaz eceli gelince yerine oğlu Emîr îsa geç­ ti. Emir İ s a : Babasının yerine geçti ve şairin «adaletli ol, çünkü adalet herkesçe makbuldür» sözüne uyarak adalet ve iyilik yolunu seçti. Adaletinin kapısını herkese açtı ve böylece bütün halkın gönlünü kendine çekti. Bu şekilde mutlu günlerini vatandaşları ve askerleri arasında, onla­ rın memnunluğunu ve güvenini kazanmış olarak geçirdi. Sebebsiz yere bunlardan hiçbirini incitmeye girişmedi. Ölünce yerine oğlu ve ağacının meyvesi Emîr Bedreddin geçti. Emîr Bedreddin: Yönetim ve hükümdarlık görevlerini en iyi şekilde yaptı. Bütün vatandaşlar ve halk tabakaları arasında adalet ve eşitlik bayraklarını dalgalandırdı; bunda alabil­ diğine ileri gitti. Adalet dallarına sımsıkı sarılmasından ve zulümden nefret etmesinden başka, bir de tasavvufa ve kanaatkarlığa da eğilimliydi; iman sahiplerinden ve kesin inanç erbabından olan keşif ve keramet adamlarıyla birlikte bulunmaya çalışırdı. Ölünce yerine oğlu Emîr Ebdal geçti. Emîr E b d a l: Babasının yerine beylik tahtına çıkınca, ömrünün sonuna kadar, bütün işlerin yönetiminde ulu atalarının yolunu izledi. Kendisinden sonra yönetime ve başa oğla İzzeddin geçti. Emîr İzzeddin: Bu Emîr hükümetin başına ve aşiretlerin, kabilelerin liderliğine geçtiği zaman, ünlü fatih Emîr Timur’un fetih­ leri son haddine varmıştı ve sesi dünyada yankı yapmıştı. Nitekim Mevlana Şerefeddin Ali Yezdi, Zafername adlı kitabında diyor ki: «Emîr Timur Gurgan 796(1394) yılının aylarında Barış Diyarı Bağdad’ı istila ettikten ve Tekrit Kalesi’ui vurduktan, o yörenin kale ve nahiyelerini ele geçirdikten sonra Mardin yönünde harekete geçti. Mardin’e dört fersah mesafede bulunan Çemlik adlı yere varınca, Cezi­ re Hükümdarı Emîr İzzeddin bazı büyük hediye ve ar­ mağanlar alarak Timur’u görmeye ve onun yüce tahtıyla şereflenmeye koştu; kendisinden ilgi ve memnunluk gör­ dü ve mutlulukla, ikballe vilayetine döndü. Oradan, ken­ disinden istenmiş olan ve ordu için gereken azık ve yi­ yecekten ibaret bulunan rüşveti gönderdi. ■ö te yandan Mardin hükümdarı Sultan İsa’m, T i­ mur’un adamlarına karşı bazı kusurları görüldü ki, bu­ rada anlatılması yersizdir. Bu durum, Timur’u, M ardin’i kuşatmayı düşünmeye ittiyse de, sonra bundan vazgeç­ ti. Çünkü otlak, azık ve yiyecek azlığından ötürü, büyük bir ordunun o yörelerde kalmasına imkan yoktu. Bu yüz­ den, aynı yılın 8 Rebiyülevvel cumartesi günü Musul’a dönmenin yararlı olacağını düşündü. «Emîr Timur buradan, Sultaniye11713 şehrindeki aile­ sine mensup şehzade ve sultanlara bazı adamlarıyla bıiyük hediyeler gönderdi. Boxtan (Bohtan) aşiretinden Şeyh denilen bir Kürt de, o sırada Timur’un karargahın­ da bulunuyordu. Daha önce Emîr İzzeddin’le birlikte yü­ ce huzura(172) çıkmakla şereflenmişti. O grubun hediyeler ve armağanlarla yola çıkmasını fırsat bilerek yola çık­ mak için izin istedi ve onlara bu yolculukta eşlik etti. Cezire yakınlarına vardıkları zaman ise doğru yoldan saptı; o hediyelerle aramağanlara el uzattı ve alıp Cezire’ye götürdü. Emîr İzzeddin de, hemen bu akılsız gü­ nahkarın yaptığı işe katıldı ve Timur’un adamlarıyla olan ahdini bozdu. Emîr Timur çok kudretli ve ceberrut oldu­ ğu halde, Emîr İzzeddin’e haksızlığını itiraf ettirmek için, yine de iki defa kendisine elçi göndererek şöyle de­ di: ‘Şeyh’i yakalayıp bana gönderdiğin takdirde seni af­ federim; aksi takdirde, ülkende bulunan bü-tün kale ve nahiyeleri yıkar, atların ayakları altında harabeye, vira­ neye çeviririm.’ Fakat Emîr İzzeddin, kalesinin sağlam­ lığıyla ve ırmak (Dicle) üzerinde bulunduğu için çevre­ sindeki bol sularla mağrur olarak, adı geçen Şeyh’in tes­ limini gerektiren emre uymadı ve isteği yerine getirmeyi reddetti. Bu yüzden Emîr Timur, aynı yılın 13 Cemaziyelevvel pazartesi günü, ağırlıklarını ve mühimmatını Musul’da bırakarak çabucak İzzeddin’in üzerine yürü­ mek ve Cezire’ye saldırmak zorunda kaldı. Geceleyin bü­ tün ordusunu Dicle’den geçirerek anzısın düşmana sal­ dırdı ve seher vaktinde Cezire’yi her yandan kuşattı. Da­ ha bir saat bile geçmeden, Timur kaleyi de, şehri de isti­ la etti ve beyliğin bütün ülkesinde talan ve yağmaya gi­ rişti. Emîr İzzeddin ise bu ani çarpışma sırasında, kendi­ sini tanımayan bir askerin eline düştü; asker kendi­ (171) T im u r’u n b aşk en ti S am e rk a n t olsa g ere k tir. (M .E.B.) (172) T im u r’u n huzurunu kastediyor. (M.E.B.) sine işkence yaptı, üzerindeki silah ve paraları aldı ve sonra da kendisini serbest bıraktı. Böylece ölüm-kalım arasında iken bu vartadan kurtuldu.» Hikayenin bu noktasında, Cezire halkı söylenen rivayetin özeti şöyledir: tarafından «Emîr Timur Emîr Izzeddin’i ağırlar ve kendisine saygı gösterirdi; o kadar ki, kendisiyle birlikte satranç oynar, seferlerinde onu yanma alır ve özel meclislerinde kendisiyle iyi vakit geçirirdi. Timur İzzeddin’i, Şam ülke­ sine saldırmasında kendisiyle birlikte olmaya teşvik etti; ne var ki, Emîr îzzeddin, Şam sultanlarından ödenek olarak büyük bir miktar almakta olduğu için, Arap ülke­ lerine yapılan saldırıya katılmayı reddetti. İşte Timur, yalnız bu nedenle kendisine kızdı ve ülkesini altüst etti.» Sebep ne olursa olsun, Emîr Îzzeddin, meşakkatle­ re, çeşitli yokluklara tahammül ederek, hayatının kalan kısmını Erux (Eruh) aşireti arasında gizlenerek geçirdi; ölünceye kadar böyle yaşadı. Emîr Ebdal bin Emîr Îzzeddin: Babasının ölümünden sonra Cezire yönetimini eline aldı; aşiret ve kabilelerin liderliği işini en iyi şekilde yaptı. Fakat günleri fazla sürmedi ve kısa bir süre son­ ra öldü. Emîr İbrahim bin Emîr Ebdal: Babası ölünce, Cezire hükümdarlığı makamında onun yerine geçti. Bir süre ülkeyi yönetti ve üç erkek çocuğu bıraktı: Emîr Şeref, Emîr Bedir ve Kek Muhammed. I Emîr Şeref: önce bu Emîr babasının yerine geçti ve bir süre ül­ keyi yönetti. Sonra yönetimi kardeşine bırakarak öldü. Emir Bedir: Kardeşinden sonra hükümdarlık görevinde bir süre bulundu; sonra öldü ve arkasında üç erkek çocuğu bı­ raktı: Mîr Şeref, Mîr Muhammed ve Şah Ali Bey. Kek Muhammed bin Emir İbrahim: Kardeşlerinin ölümünden sonra, Cezire Hükümeti’nde işlerin yönetimini eline aldı. Onun döneminde Akkoyunlu Haşan Bey(173) bu ülkeyi istila etti; Akkoyunlu Türkmenleri tarafından ülke geniş ölçüde tahrip edildi ve Boxtan’m ileri gelenlerinin ve büyüklerinin çoğu öldü­ rüldü. Türkmenler Kek Muhammed ile yeğenleri Mîr Mu­ hammed ve Şah Ali Bey’i yakaladılar ve bağlayarak Irak’a götürdüler. Böylece bütün o ülke Akkoyunlu Türk­ menlerinin eline geçti. Cezire Hükümeti’ni de Çelebi Bey denilen kendilerinden bir adama verdiler. Bunun to­ runları, Türkmenler arasında hâlâ Çelebi Lo adıyla ta­ nınmaktadırlar. Bu Çelebi Bey, bu vilayeti azim ve ira­ deyle yönetti; işleri kesin olarak kontrol altına aldı ve barış bayraklarını dalgalandırdı. Ülke onun yönetimi al­ tında kaldı. Sonunda Emîr Şeref bin Emîr Bedir burayı Akkoyunlular’ın elinden kurtardı. Emîr Şeref bin Emîr Bedir: Bu Emir, Akkoyunlu aşireti tarafından amcası Kek Muhammed’in ve iki kardeşi Mîr Muhammed ile Şah Ali Bey’in yakalanmaları sırasında kaçmayı başarmış; göz­ lerden uzak, bilinmeyen bir yerde inzivaya çekilmişti. Ak­ koyunlu sultanlarının devri çökmeye ve ortadan kalk­ maya yüz tutunca, Emîr Şerefin umutlarının güneşi do­ ğup parlamaya ve olgunlaşmaya başladı. Şairin dediği gi­ bi: «Biri muradına ermemiş olarak ölmedikçe, Mutlu ve müsterih olmaz öbürü.» Emîr Şeref, Boxtan (Bohtan) aşiretinin adamlarını, yani kılıçlardan kurtulmuş olanlarını bir araya getirmek işine girişti; siyaset ve akıllılıkla onları çevresinde topladı ve Cezire hükümdarlığını geri almak için şevkle ve hızla çalışmaya başladı. 30 yıl süreyle gözlerden uzak ve hak­ kına kavuşma umudunu yitirmiş olarak, tam bir yalnızlık içinde günlerini geçirmekteyken, zaman anzısın kendisi­ ne gülümsedi. O da bu fırsattan hemen yararlanarak düş­ manının üzerine yürüdü ve onunla şiddetli çarpışmaya girişti; sonunda, miras kalmış vilayetini kurtararak ba­ ğımsız hükümdarı oldu. Bu sırada amcası Kek Muhammed ve iki kardeşi Şah Ali Bey ile Mîr Muhammed de Türkmenlerin zincirinden ve iğrenç hapishanelerinden kurtularak yanına geldiler ve candan gönülden kendisiyle birleştiler. Öte yandan Şah Ismail-i Safevi ortaya çıkıp İran9 da duruma hakim olunca, Irak ve Azerbaycan vilayetle­ rini de Türkmenlerin elinden alınca, ayrıca Diyarbekir, Musul ve Sencar vilayetlerini de istila edince; Cezire’yi de istila etmek için o tarafa da Kızılbaşlardan bir ordu gönderdi. Ne var ki, Emîr Şeref bu orduya karşı şiddetle direndi ve kendisiyle Kızılbaşlar arasında yapılan birkaç çarpışmada onları ağır yenilgilere uğrattı. Her defasın­ da zafer onun yanındaydı. Hatta bir çarpışmada onlar­ dan 1.700 kişi öldürdü ve büyük bir topluluk da esir al­ dı. Kızılbaşlar tarafından atanmış olan Diyarbekir Bey­ lerbeyi Muhammed Ustaclu’nun, yanında kardeşi Karahan olduğu halde Cezire üzerine yürümek ve Emîr Şerefi orada ablukaya almak için giriştiği ikinci saldırıda da yine Emîr Şeref zafer kazandı ve saldırganlar başarısızlık eteklerini sürüyerek geri çekildiler. Üçüncü defada ise Şah İsmail, Emîr Şerefle savaşması ve Cezire’ye saldırıp fethetmesi için, Hemedan’dan, eğitim görmüş Şahlık mu­ hafızlarından kurulu ve bu muhafızların komutam Ye- kan Bey Tekelu’nun komutası altında güçlü bir orduyu göndermeye karar verdi. Emîr Şeref, yüce Allah’ın «Al­ lah’ın izniyle nice küçük topluluklar büyük toplulukları yenmişlerdir» sözüne uyarak ve Aliah’a güvenerek ülke­ sini savunmaya kesin karar verdi: Yiğit askerlerini, savaş için eğitim ve tecrübe görmüş adamlarını topladı ve bun­ larla, saldırgan düşmanı karşılayarak şiddetli bir direnme gösterdi. İki taraf arasında kanlı savaşlar oldu; savaş, Yekan Bey’in ağır yenilgisiyle ve vilayetten en kötü bir şekilde geri atılmasıyla sonuçlandı. O günden beri, Cezire Vilayeti’nin sınırlarına saldırmak, bir daha Kızılbaşların hatırından geçmedi. Böylece Emîr Şeref, yönetiminin ka­ lan günlerini, Allah’ın rahmetine kavuşuncaya kadar gö­ nül rahatlığı içinde ve mutlu geçirdi. Şah Ali Bey bin Emir Bedir: Kardeşi Emîr Şerefin ölümünden sonra, Boxtan aşiretinin kabileleri ve ileri gelenleri tarafından seçilerek beylik görevine geçti. Cezire hükümdarlığı görevini en iyi şekilde yaptı. Fınık Kalesi ile nahiyesini kardeşi Emîr Muhammed’e verdi. Kürdistan beyleri Şah İsmail’in Sarayına bağlılık sunmak üzere Hoy ve Tebriz’e gidilme­ sini uygun görmek konusunda aralarında anlaştıkları za­ man, Şah Ali Bey de görünüşe aldandı; ve babası ile Kızılbaşlar arasında, Bohtîlerin Kızılbaş topluluklarını o ağır yenilgiye uğratmalarından doğan kin ve nefreti unut­ tu. Böylece, Kürdistan hükümdarlarından 12 Kürt beyi ile birlikte sürüklenerek Şah İsmail’in Sarayına gitti. Oysa Şah İsmail, Emîr Şeref ve çocuklarına karşı kal­ binde beslediği kin ve gizlediği düşmanlığı unutmamıştı. Bu yüzden hemen Şah Ali Bey’i diğer beylerle birlikte hapsettirdi ve ellerine, ayaklarına pranga ve demir vur­ durdu. Bu beyler bir süre sonra çeşitli vesilelerle zincir­ lerinden kurtulunca, Şah Ali Bey de o zincirlerden ve hapisten kurtularak, o zaman Şah İsmail’in adamlarından biri ve Diyarbekir Valisi Han Muhammed Ustaclu’nun kardeşi olan Ulaş Bey’in yönetimi altında bulunan Cezire’ye geldi. Bunun üzerine ikisi arasında Cezire yönetimi üzerine çarpışma başladı; Ulaş Bey ülkeyi terketmek ve kaçmak zorunda kaldı; Cezire’nin bütün kaleleri ve na­ hiyeleri yeniden Şah Ali Bey’in itaatine girdi. Şah Ali Bey’le Bedlis Hükümdarı Emîr Şeref ara­ sında dostluk ve kardeşlik bağları güçlenince Osmanlı Sultanı Selim Han’a bağlılıklarını ilan ettiler ve kendi­ sini, Diyarbekir, Ermenistan ve Azerbaycan vilayetlerini Kızılbaşların elinden almak için kışkırtmaya başladılar. Şah Ali Bey, yönetiminin üzerinden birkaç yıl geçtikten sonra Allah’ın rahmetine kavuştu ve dört erkek çocuğu bıraktı: Bedir Bey, Nasır Bey, Kek Muhammed ve Mir Muhammed. Bedir Bey babasının ölümünden sonra onun yerine geçti. Ayrıca Nasır Bey’in ve Mir Muhammed’in çocukları da Cezire’yi yönettiler. Bunların du­ rumları detaylı olarak sonra anlatılacaktır. Mir Muham­ med, hâlâ sağ olan Süleyman Bey adında cesur ve ali­ cenap bir çocuk bıraktı. Bedir Bey bin Şab Ali Bey: Babasının ölümünden sonra beylik tahtına çıktı. Çok iyi hükümdarlık etti ve güzel bir yönetim kurdu. Ül­ kede imar ve kalkınma bayraklarım dalgalandırdı. Ada­ let ve eşitlik bayrağını yükseltti. Devri de uzayarak 70 yıla ulaştı. Bu süre içinde bağımsız bir yönetimle ülkeyi yönetti. Osmanlı Sultanı Süleyman Han’ın devri boyun­ ca bütün bağlılığı ve maharetiyle Sultan’ın hizmetinde kaldı. Sultan’ın Van’da yaptığı savaşlara, Tebriz’e yaptığı saldırıya, Bağdad’ın, Arap Irakı’nın diğer şehirlerinin fet­ hine katıldı. Ne var ki, devlete yaptığı güzel hizmetler: aşırı ölçüde güvenmesinden ve bu hizmetlerle övünmesin­ den dolayı kendisinden iki çirkin davranış görüldü; bu davranışlar hem Sultan’ın, hem de onun Vezir-i Azami Rüstem Paşa’nın, Bedir Bey hakkındaki tutumlarım de­ ğiştirmelerine yolaçtı. Birinci Olay: İran Savaşı’nm sona ermesi ve beylerle hükümdarların izin isteyerek ülkelerine dönmeleri müna­ sebetiyle Padişahlık teşrifatının yapıldığı gün, Îmadiye Hükümdarı Hüseyin Bey, Bedir Bey’den önceye alın­ dı. Bedir Bey ise bunu reddetti ve Sultan tarafından ka­ bul edilmekle müşerref olmaksızın Divan-ı Hümayun’dan çıktı. Sultan’dan ve Vezir’den izin istemeden Barış Diyarı’nı terkederek, beyliğinin merkezi olan Cezire’ye gitti. İkinci Olay: Yukarıda da geçtiği gibi, Bedir Bey, Vezir Rüstem Paşa’nm desteğiyle hükümdarlığı istemek­ ten özlediği sonuca ulaştıktan sonra İstanbul’dan dönen Hakkari Hükümdarı Zeynel Bey’in yoluna Boxtanlılardan birkaç katı yürekli suçlu göndermişti. Zeynel B e/ ve yanındakiler Cezire sınırlarına varınca, fırsat kolla­ yanlar kendisine saldırdılar; yanındakileri öldürdüler; kendisi de ağır şekilde yaralandı ve baygın düştü. Bu ha­ ber Rüstem Paşa’nın kulağına gidince son derece üzüldü ve öfkelendi. Bu yüzden ikinci defa sadrazamlığa gelince derhal Bedir Bey’in kardeşi Mîr Nasır Bey’i, Cezire hü­ kümdarlığını kendisi için istemeye ve Sultan’m eşiğine ge­ lerek bu dileğini arzetmeye teşvik etti, kışkırttı. Nasır Bey bu yüce işarete uyarak Sultan Süleyman’ın eşiğine gitti ve kendisinden, Vezir’in de onu desteklemesi saye­ sinde şefkat gördü; Cezire Hükümeti’nin kendisine veril­ mesi konusunda Sultanlık emirnamesi çıkarıldı. Nasır Bey, hükümet merkezi Cezire’ye varır varmaz, Bedir Bey yönetimi kardeşine bırakarak burayı terketti ve Sencar tarafına gitti. Bundan iki yıl sonra Bedir Bey Sultan’m eşiğine giderek Cezire Hükümeti’nin yeniden kendisine verilmesi konusunda bir Sultanlık emirnamesi çıkartmaya, Tor ve Heysem nahiyelerini Cezire eyaletin­ den ayırmaya muvaffak oldu. Böylece adı geçen yüce emirname gereğince uzun ömrünü bütün azim ve irade­ siyle vilayetin yönetiminde geçirdi. Fakat kendisi meclis­ lerde ve toplantılarda açıkça uyuşturucu madde kulla­ nırdı. Meclisinde her gün 500 dirhem(174) esrar tüketilir­ di. Kendisinin bu maddeden her gün sabah akşam kullan­ dığı miktar ise 100 dirhem kadardı. Bundan daha garibi şuydu ki, kendisi özel vekilharcına, bu miktarın kendi özel parasıyla ve helal tarafından, yani saf altınla satmahnması gerektiğini tenbih ederdi. Bu durumundan başka, Bedir son derece dindardı; şeriatın dallarına sımsıkı sarılırdı ve dinin hükümlerini bütün dikkat ve içtenlikle uygulardı. Bilginleri ve fazilet sahiplerini kendine yakınlaştırır ve onlara geniş ölçüde il­ gi gösterirdi. Onun devrinde Cezire’de toplanan bilginle­ rin ve fazilet sahiplerinin, sayı çokluğu ve yüksek mevki bakımından emsalleri daha önce çeşitli çağlarda görül­ memişti. Örneğin Mevlana Muhammed Bcrkal’î, Mevlana Ebu Bekir, Mevlana Haşan Surçî, «zahir» ve «batın» bilimlerinde*175* bilginlerin dayanaklarından, çağının şeyh­ lerinin en üstünlerinden biri olan Mevlana Zeyneddin Yebi, Mevlana Seyyid Ali ve bilginlerin, bilim öğrenenlerin, bilimsel eser ve derlemelerini elden ele dolaştırdıkları daha başkaları gibi... Denildiğine göre, Mevlana Ebu Bekir bir gün Bedir Bey’e gücenmiş ve hatırı kırılmış; bu yüzden Cezire’den göç etmeye karar vermiş; bunun üzerine Bedir Bey eşraf ve ileri gelenlerle birlikte hemen Şeyh Mevlana’nın ziyaretine koşmuş; gönlünü almış ve kendisine hediye­ (174) D irhem , eskiden ağ ırlık ölçüsü (31 desig ram ) o la ra k de. kullanılırdı. (M.E.B.) (175) «Zahir» bilimi, y aygın olan ve h e r yerde olcutulan bi­ lim dir; «batın» bilim i İse m a n ev iy a tla ilgili bilim dir, ta sav v u f gibi. (M.E.B.) ler, elbiseler ikram etmiş; sonunda kendisini memnun ederek yerine döndürmüştür. Kardeşi Nasır Bey ölünce Bedir Bey Tor ve Heysem nahiyelerini de eskisi gibi yönetiminin altına aldı ve miras kalmış vilayetine kattı. Uzun bir ömür yaşadı; yaşı 90’a ulaştı, 90’ı da geçerek 100’e ulaştı. O sırada üzerinde zayıflık ve akıl gücünde de çöküntü belirtileri görülmeye başladı. Artık kendisinden, akla ve doğruya uzak birta­ kım işler görülürdü. Birkaç defa güvenilir adamlardan duymuşumdur ki; günün birinde Bedir Bey’e bir adam gelerek şehrin ka­ sabını, kendisine yaptığı hakaretten dolayı şikayet etmiş; Bedir Bey de, şikayet edilenin kasap değil kasar(176) oldu­ ğunu anlamış; hemen kasarların başını yanına çağırtarak kendisine dayak cezası vermiştir. Ceza tamamlanınca ka­ sar, «bu şekilde cezalandırılmamı gerektiren suçum ne­ dir?» diye sormuş; Bedir Bey de kendisine şu cevabı ver­ miştir: «Sen filan adama hakaret etmişsin.» Bunun üze­ rine kasar demiştir ki: «Beyim! O suçu işleyen kasaptır; ben ise kasap değil, kasarım.» Emîr de kendisine şu kar­ şılığı vermiştir: «Kasar ve kasap sözcükleri birdir, ara­ larında telaffuz ortaklığı vardır; bu gibi önemsiz yanlış­ lıkların telafisi kolaydır.» Emîr, kendi eceliyle Allah’ının çağrısına uyduğu za­ man bir tek oğlu vardı; o da Emîr Muhammed’di. Emîr Mohammed Bey bin Bedir Bey: Babasının zamanında ülkenin işlerinin yönetiminde ve problemlerinin çözümlenmesinde başvurulan adam, bu Emirdi. Kendisi mal ve servet toplamanın hırsı içindeydi. Anlatıldığına göre kendisi 12.000 baş koyuna sahipti ve bunlar her yıl kendisine büyük miktarda para getirirdi. (176) F a rs ç a olan «kasar» sözcüğü, elbise ve bezleri boya­ yan, y ada boyasını çık artıp beyazlatan za n aatçı dem ek­ tir. (M .E.B.) Ayrıca 100.000 tavuğu vardı ve bunların beslenmesi işi­ ni çobanlara ve çiftçilere vermişti; onlar da her yıl ken­ disine tavuk başına birkaç yumurta verirlerdi. Kısacası büyük bir servet ve zenginliğe sahipti. Çünkü para top­ lamakta ve saklamakta çok ustaydı. Babası Allah’ın rahmetine kavuşunca Cezire’de ba­ ğımsız olarak Hükümdar oldu ve yedi yıl öyle kaldı. Son­ ra, Sultan Murad Han’ın fermanı gereğince Gürcistan ve Şirvan vilayetlerini istila etmekle görevlendirilen ikin­ ci Vezir Lala Kara Mustafa Paşa’nın ordusuna katıldı. Bu muzaffer İslam ordusu, Gürcü ülkesi Gürcistan’a va­ rınca, Çukursa’d(177) Beylerbeyi Kazık Hamza Ustaclu’nun torunu olan ve Tokmak diye ün yapan Muhammedi Han ile Karabağ ve Arran Gencesi Beylerbeyi İmam Kuli Sultan Kaçar’m komutasında bulunan, Kızılbaş süva­ rilerinden kurul- 10.000 kişilik bir Iran ordusuyla ansı­ zın karşılaştı. Iranlılar, Mustafa Paşa’nm ve büyük ordu­ sunun yolu üzerinde Çıldır denilen bir yerde karargah kurmuşlardı. Raslantı olarak İslam ordusunun öncü ko­ mutanı, o gün Diyarbekir Beylerbeyi Derviş Paşa’ydı. Çıldır mevkiinde bir dağ eteğinde iki taraf arasında şid­ detli bir savaş çıktı ve ikindiden gün batmeaya kadar sürdü. Kürt kahramanları herkesten önce, sayıca az san­ dıkları bu topluluğa saldırdılar ve zamanın, ayların hile­ sinden habersiz olarak büyük bir tehevvüre kapıldılar. Şairin dediği gibi: «Küçümseme düşmanını aslan da olsan «Çekin ondan, aslan avcısı olabilir çünkü «Yalnız yiğitliğe güvenme, ey yiğit! «Dünyada çok daha cesur ve yiğit olanlar da var çünkü (177) Bu ad d ah a önce «Çıgırsa'd» şeklinde geçti. Bundan so n ra d a kim i yerlerde öyle kim i yerlerde böyle geçe­ cek tir. (M.E.B.) «Bel bağlama sakın iki demir bileğine de «Demirciler eritebilirler demiri çünkü» Kızılbaşlar bu hızlı saldırıyı, Rum (Osmanlı) ordu­ suna karşı koymak için ayırmış oldukları birkaç bin kişi­ lik öncii birlikleriyle karşıladılar; eğitilmiş ve tecrübeden geçmiş askerlerden meydana gelen çoğunluklarını da da­ ğın arkasında pusuda gizleyerek fırsatın çıkmasını bekle­ diler. İslam ordusunun öncülüğünde bulurdan Kürt kah­ ramanları, kükreyen aslanlar gibi bu Kızılbaşlara saldır­ dılar ve göz açıp kapayıncaya kadar onları darmadağın ettiler. Tam o sırada, birkaç bin eğitilmiş süvariden mey­ dana gelen pusudaki Kızılbaşlar, ansızın dağın arkasından çıktılar ve saldıran Kürtlere birdenbire hücum ederek, bileziğin bileği sarması gibi onları sardılar. Bunun üzeri­ ne savaş daha da şiddetlendi; haykırışlar göklere çıktı; kı­ yamet alametlerinin çıktığı, kıyametin koptuğu sanıldı, önde gelenlerin de, sıradan adamların da günleri sona erdi; çünkü hepsi ölüm kadehindeki şarabı son damlası­ na kadar içti. Şairin dediği gibi: «At nallarının sesi, kişnemelerin sadası «Yerinden oynattı denizlerdeki balıkları, gökteki Ay’ı «Her yönden göründü oklar «İnsan vücuduna yayılan gayret teri gibi. «Okların başlardan akıttığı kanlar «Yiğitlerin külahlarıyla birlikte alçalıp kabarıyordu «Baltalar kan dalgaları arasında batıyordu «Tıpkı döğüşten ayrılan horozların ibiği gibi.» Sözün kısası, çarpışma, Mir Muhammed’in, Haz­ zet178* Hükümdarı Saruhan Bey’in, Zırkanlı Duman Bey’­ in ve Fınıklı Mir Muhammed’in ölmeleriyle sonuçlandı. Sonuç ise, Kızübaşların beklediklerinin tersine oldu; çünkü sonunda tam bir yenilgiye uğradılar ve geri çekil­ diler. İki taraftan birkaç bin asker öldürülmüştü. Mîr Muhammed(179) öldürüldüğü zaman yanında bu­ lunan hâzinesinde, Sultanlık sikkesinden çıkmış 200.000 kadar kırmızı altın vardı. Değerli kumaşları, nakışlı eş­ yası ve değerli aletleri buna dahil değildi. Beş yaşında bulunan Sultan Muhammed adında bir tek oğlundan ve dört kızından başka varisi yoktu. Bu çağda, Kürdis­ tan hükümdarlarından hiçbiri bu kadar hazine ve serve­ te sahip değildi. Sultan Muhammed bin Mîr Muhammed: Babası öldüğü zaman kendisi yaşça küçüktü. Anne­ si, Hasankeyf Hükümdarı Melik Muhammed bin Melik Halil’in kızıydı. Kürdistan’ın geleneklerinden biri de, küçük yaştayken babası ölen çocuğa, babasının adının verilmesi ve kendisinin babasının adıyla çağrılmasıdır. İh­ timal ki, adının ilk kelimesi olaıı «Sultan», kullanılışta unutulmaktan gelinmiş ve adı sadece «Muhammed» şek­ lini almıştır. Bilgi Allah indindedir. Bu Beyin annesi faziletli, akıllı, son derece azimli ve tedbirli bir hanım olduğu için, hükümdarlık varislerine ve Boxtan (Bohtan) aşiretinin liderlerine, babadan ve oğuldan miras aldığı sayısız mal ve büyük servetten, üs­ tün değerli hil’atler ve büyük hediyeler ihsan etmekie onları memnun etmeye muvaffak oldu. Ve adalet, eşitlik yolunda yürümekle, reaya ve aşiret adamlarına karşı idare etme ve siyaset dallarına tutunmakla hükümdarlı­ ğı kendi ailesinde bırakmayı başardı. Sonra da kızlarını Han Ebdal’m iki oğlu Mîr Nasır ve Şeref Bey’le evlen­ dirdi ve vilayetin işlerini, ülkenin meselelerini onlara bı­ raktı. Onlar da bu işi en iyi şekilde yaptılar; o kadar ki, Cezire Vilayeti’nde onların yönetimine benzer bir yö­ netim daha önce hiç görülmemişti. Anne, sonra ansızın oğlunu alarak Sultan Murad Han’ın İstanbul’daki Sarayına gitti. Devlet adamları ve Bâbıâli’nin ileri gelenleri için de yanına, nadir buluna­ bilecek birçok hediyeler ve armağanlar almıştı ve onları kendi tarafına çekmeye başladı. Böylece, Cezire Hükü­ meti’nin, oğluna verilmesini yenileyen bir Sultanlık emir­ namesi çıkartmaya ve kendisi ile oğluna değerli hediyeler ihsan edilmesini sağlamaya muvaffak oldu. Değeri yük­ selmiş ve kıvançlı olarak oğlunu alıp Cezire’ye döndü. Emîr’in hükümdarlığı üzerinden beş yıl geçtikten sonra, hayırlı annesi ölümün çağrısına uydu. Bunun üze­ rinden birkaç gün geçer geçmez kendisi de hastalandı vc normal eceliyle 991(1583) yılında öldü. Bir rivayete gö­ re de, hükümdarlık mirasını kendileri için isteyen muha­ lifleri, gizlice yemeğine zehir koymuşlardı. Böylece Be­ dir Bey’in soyu kesildi ve çocuklarından kimse kalmadı. Nasır Bey bin Şah Ali Bey: Derviş Mahmud Keleçerî (Keleçiri), Sultan Süley­ man Han döneminde, Sultan’ın yüce meclisindeki ileri gelen nedimlerden biri, ve Sadrazam Rüstem Paşa’nın sadrazamlığı zamanında onun işlerinin tedbircisiydi. Ken­ disi aslında Rozkan aşiretindendi ve şiir eleştirisinde, in­ şa ve yazı üsluplarında Mevlana İdris-i Bedlisi’nin de öğrencilerindendi. Bir süre, Bedlis Hükümdarı Emîr Şeref Bey’in Divanında inşa ve yazı yazma görevinde bulun­ muş; Şeref Bey’in öldürülmesinden sonra iie burayı terkederek Rum diyarına gitmiş ve oraya vardıktan bir süre sonra, Sultan Süleyman’ın kızı olan Rüstem Paşa’nın ka­ rısına öğretmen olmuştu. Bu yüzden ilerlemiş ve yüksek çevrelerde şanı yücelmişti. O kadar ki, büyük Saltanatta­ ki yöneticilerin, Kürdistan’ın bütün işleri için başvurduk- lan bir merci olmuştu. Ayrıca Kürdistan hükümdarları­ nın ve beylerinin çoğu önemli işlerde ona sığınır olmuş­ lardı. Böylece onun sayesinde, Rüstem Paşa, bütün Kürdistan’da olup biten işler hakkında bilgi sahibi olur, ve miras yoluyla yönetime geçen bu hükümdarların işlerinde meydana gelen değişiklikleri yakından öğrenirdi. Bu girişten maksat, yukarıda işaret ettiğimiz konu­ nun detaylarını anlatmaktır. Yukarıda, Vezir-i Azanı Rüstem Paşa’nın, Nasır Bey’i, kardeşi Bedir Bey’e karşı muhalefet etmesi ve Cezire Hükümeti’nin kendisine ve­ rilmesini istemesi için nasıl kışkırttığı; Vezir’in işareti üzerine Nasır Bey’in İstanbul’a koşarak Sultan Süley­ man’ın eşiğine, Cezire Hükümeti’nin kendisine verilme­ si için başvurduğu ve bu konuda Haşmetpenahları(IS0) nezdinden bir emirname çıkarıldığı anlatılmıştı. Şimdi ise şunları söyleyelim: Bunun üzerinden iki yıl geçtikten sonra Bedir Bey de kendi yönünden İstanbul’a giderek, Cezire Eyaleti’nden Tor ve Heysem nahiyelerinin ayrılıp sancak olarak Emir Nasır Bey’e, Cezire Hükümeti’nin de kendisine ve­ rildiğinin kararlaştırıldığı konusunda bir emirname çı­ karttı. Bunun üzerinden kısa bir süre geçtikten sonra Tor ve Heysem Vilayeti’nde bulunan Nasır Bey’i ölüm yakaladı ve yukarıda da geçtiği gibi Bedir Bey, bu vila­ yeti de Cezire Eyaleti’ne ilhak etti. Bütün bu detayları anlatmaktan maksat, işlerin ve sırların içyüzünü bilen bazı büyüklerin ve bilginlerin, Kürdistan hükümdarları arasında bu dönemde meydana gelen değişikliklerin ve nakillerin çoğunun, adı geçen Derviş Mahmud Keleçêrî’nin üstadlığmın ve işaretinin eseri olduğu kanısına sahip olduklarını açıklamaktır. Bütün bu detayları anlatmaktan maksat, işlerin ve sırların içyüzünü bilen bazı büyüklerin ve bilginlerin, Kürdistan hükümdarları arasında bu dönemde meydana ge­ len değişikliklerin ve nakillerin çoğunun, adı geçen Derviş Mahmud Keleçerî’nin üstadlığının ve işaretinin eseri oldu­ ğu kanısına sahip olduklarım açıklamaktır. Sözün özü, Nasır Bey Allah’ın rahmetine kavuşunca, oğlu Ebdal Bey, Tor ve Heysem sancağını kendisi için is­ temek amacıyla, Sultan Selim Han’m(181) döneminde ve Sadrazam Mehmed Paşa’nm(l62) vezirliği sırasında bir daha İstanbul’a gitti. Çünkü gurur şeytanı ve Cezire’de hüküm­ darlık yapma hırsı kendisinde yer etmiş ve zihninde kök salmıştı;, bunun için de telaşlı bir çabayla bu eyaletin var­ lığını ortadan kaldırmaya çalışıyordu. Ne var ki, Vezir Mehmed Paşa, Bedir Bey’e olan dostluğundan ve sevgi­ sinden ötürü, ve belki de kamu yararını, genel düzen ve eski aileyi korumayı tercih etmesinden dolayı, Ebdal Bey’i, isteğini ve bu yoldaki çalışmalarını sürdürmekten alıkoymaya karar verdi. Bunu da kendisini yakalayıp hapsederek, sonra da hakettiği cezaya çarptırarak ya­ pacaktı. Bu karar gereğince Çavuşbaşı Mehmed Ağa’yı ve ya­ nındaki Bâbıâli çavuşlarından birkaçını, Ebdal Bey’i ken­ disine getirmekle görevlendirdi. Bu çavuşlar geldiklerin­ de, Ebdal Bey’le yanında bulunan Boxtan beylerinin ço­ cuklarından birkaçı ve kendisiyle birlikte olan adamlarıudan bir grup, ikindi namazım kılmak için Edirne Camii’ne(lsJ) gitmişlerdi. Çavuşlar da hemen camie gittiler. N a­ mazdan sonra Çavuşbaşı, Ebdal Bey’e yaklaştı ve onu, kendisiyle birlikte Vezir’in Divanına gitmeye çağırdı. Bu­ nun üzerine Kürtler şöyle diyecek oldular: «Çavuşbaşı’(181) Selim n . (M .E.B.) (182) Sokullu M ehm et P aşa . (M.E.B.) (183) P ad işa h ve S ad razam ın o sıra d a E dirne'de bulunduk­ ları, E bdal B ey'in de o ra y a g itm iş olduğu an laşılm ak ­ ta d ır. (M .E.B.) m, birkaç çavuşla birlikte buraya gelip Han Ebdal Bey’i istemeye iten sebep, kuşkusuz hayra alamet değildir; bun­ lar Ebdal Bey’i mutlaka öldürmek ve ortadan kaldırmak istiyorlardır.» Sadece bu sanıdan ötürü, Han Ebdal’ın yanındaki adamlardan olan ve «Şeyh-i Şeyhan»(184) diye anılan bir Kürt, hemen Çavuşbaşı’nın peşinden yürümeye başladı ve onu hançeriyle sırtından vurdu; hançerin ucu Çavuşbaşı’nın göğsünden çıktı. Bunun üzerine Çavuşbaşı’nın arka­ daşları ve yardımcıları dağıldılar ve Vezir-i Azam’m ya­ nma dönerek, tehevvüre kapılan bu Kürt’ün yaptığını kendisine arzettiler. O sırada Han Ebdal ve arkadaşları şaşkına dönmüş­ lerdi, ne yapacaklarını bilemez duruma düşmüşlerdi. On­ lar da başıboş bir şekilde Edime sokaklarına dağıldılar ve köşelerde, evlerde gizlendiler. Onların bir kısmı da şehrin dışına kaçmayı başardı; çöllere ve kırlara yöneldi. Fakat Sultan ve Vezir, şehir halkına, Han Ebdal’ı aramak, ken­ disini ve yanındakileri nerede olurlarsa olsunlar yakala­ mak için emir verdiler. Çağrıcılar çıkıp bu emri ilan etti­ ler ve halkı, emri uygulamaya teşvik ettiler. Kısa bir za­ man geçtikten sonra Han Ebdal’ı ve adamlarının, arka­ daşlarının çoğunu yakaladılar ve Divan’a götürdüler. Hepsinin öldürülmesi için derhal emir verildi. Hepsi 100 kişiden fazlaydı ve hepsi Boxtan’m ileri gelenlerinden ve liderlerindendi. BeytiilmaI(I85) Subayı da paralarına el koyup Hâzineye aldı. Böylece Han Ebdal ortadan kal­ dırılmış oldu. Arkasında yedi erkek çocuğu kaldı: Emîr Nasır, Emîr Şeref, Emîr Muhammed, Şah Ali, Emîr Seyfeddin, Emîr İzzeddin ve Emîr Ebdal. Emîr Nasır, Cezire Hükümdarı Sultan (184) Şeyhler Şeyhi. (M .E.B) (185) M aliye, hazine. (M.E.B.) Muham- med(,86) adına Revan(187) seferine katıldı. Bu sefer dönü­ şünde, Kars Kalesi üzerinde bulunan Serdar Ferhad Paşa’ya, Sultan Muhammed’in ölüm haberi geldi. Bunun üzerine isabetli fikri, Cezire Hükümdarlığını, bu seferde Sultanın ordusuna katılmış olan varislerden birine verme konusunda karar kıldı. Boxtan (Bohtan) ileri gelenleri, Cezire Hükümdarlığına Emir Nasır’ı seçtiler ve bu satır­ ların yazarına gelerek, bu zayıfın(188), Cezire Hükümeti’nin seçtikleri adama verilmesi konusundaki istek ve arzularını Serdar'ın makamına arzetmesini istediler. Fakat Emîr Aziz Bey bin Kek Muhammed, Bali Çavuş aracılığıyla, gizlice Serdar’a bir rapor sunarak şöyle demişti: «Sultan Muhammed, Sultan’m sikkesinden çıkmış 100.000 parça kadar altın ile birçok mal ve sayısız servet bırakmıştır; iki kızkardeşinden başka hiç bir varisi de yoktur. Ben de hü­ kümdarlığa Emîr Nasır’dan daha yakın ve daha layıkım. Lütfedip Cezire Hükümeti’ni bana verirsen, ben de Padişah’ın Hâzinesine, Sultan Muhammed’in parasından 100 000 Sultanlık fılorisi ve kendi özel malımdan da 12.000 fılori ödemeye hazırım.» Bu teklif Serdar’ın arzusuna uygun düşüyordu ve bu fırsattan yararlandı. Bu teklifin yapıldığı günün ertesi günü, yani Emîr Nasır’la görüşmesi için tespit edilmiş gün, Divan Meclisinin toplanmasını emretti ve Emîr Aziz’den de, Divan’da hazır bulunmasını istedi. Sonra Serdar sözünü, Boxtan aşiretinin ileri gelenlerine ve lider­ lerine yönelterek şöyle dedi: «İki Emîr Nasır ve Aziz’den hangisi merhum Sultan Muhammed’e daha yakındır.» Ce­ zire ileri gelenleri, Emîr Aziz’in kendisine bir derece da­ ha yakın olduğu cevabını verdiler. Bunun üzerine Serdar (186) Ben y aşın d a h ü k ü m d a r olan, beş yıl so n ra d a ölen S u ltan M uham m ed bin M îr M uham m ed. (M.E.B.) (187) E riv an (M.A.A.) (188) Y azar kendini kastediyor. (M.E.B.) şöyle dedi: «O halde Cezire yönetiminin miras gereğince Emîr Aziz’e verilmesi daha iyi ve daha uygundur.» Fakat Cezire ileri gelenleri tekrar söz alarak dediler ki: «Emîr Aziz, gerçi miras gereğince Sultan Muhammed’e daha yakındır ve hükümet sadece bu yönden ken­ disine ait olur; ama, bütün aşiret ve kabilelerin ve bütün vilayet ileri gelenlerinin isteği ve özlemi, Emîr Nasır’la beraberdir; o halde hem bu yönden, hem de düzen ve asayişi, hak ve hukuku eski beylerden de daha iyi koru­ maya muktedir olduğu için, kendisinin hükümdar olması daha uygundur.» O zaman da Serdar şöyle dedi: «Evet, aslında mesele dediğiniz gibidir; fakat ben Emîr Aziz’i Cezire’ye Hükümdar tayin ettim; o kadar!.» Bunun üzerine Boxtan ileri gelenlerinden biri kendi­ sini hiçe sayarak şöyle dedi: «Ortada Sultan Süleyman’ın, aşiretler ve kabileler kimi Hükümdar seçerlerse ancak onun meşru Hükümdar olacağı konusunda bir hükmü var­ dır. Bunun için biz Emîr Aziz’in hükümdarlığını kabul etmiyoruz.» Bunun üzerine Serdar’m öfkesi kabardı ve hemen Divan çadırının kapısına celladı çağırtarak, 991(1583) yı­ lının mübarek Razaman ayının 29’una rastlayan cuma günü, Emîr Nasır’ı idam ettirdi. Bunun üzerine gürültü koptu ve, halk tarafından istenilmekten başka bir güna­ hı olmayanın069* uğradığı bu çirkin zulüm yüzünden ses­ ler yükseldi ve küçük büyük herkes ağladı. Böylece Serdar’ın, Cezire Hükümeti’ni Emîr Aziz’o vermesi işi tamamlandı ve kendisini değerli hil’atlerle tal­ tif etti. Sonra, Hükümet yönetimini eline alması için, ya­ nına Bali Çavuş’u da vererek kendisini Cezire’ye gönder­ di. O zaman Emîr Şeref de kardeşleri ve dostlarıyla birlik­ te Tınze (Tınzi) Nahiyesi’nde gizlendi. Yüce ve şanlı Pa­ dişah olan Allah’ın yardımıyla bunların durumları da ya­ kında detaylı olarak anlatılacaktır. Emir Aziz bin Kek Muhammed: Vezir Ferhat Paşa’nın yardımı ve desteğiyle Cezire Hükümdarlığı görevini eline aldı. Bunun üzerinden sadece bir yıl dört ay geçmişti ki, Vezir-i Azam Osman Paşa(190), kendisini azletti ve Cezire Hükümeti’ni Emîr Muhammed bin Han Ebdal’a verdi. Bu durumda Emîr Aziz’in önünde, muzaffer İslam ordusuna, Tebriz üzerine yaptığı saldırıda eşlik etmekten ve bu sırada Sultan’a ve ordusuna büyük hizmetlerde bulunmaktan başka çare kalmadı. Bu sefer­ den döndükten sonra temelli Cezire’den ayrıldı ve daha önce de bazı vakitlerini geçirmiş olduğu Sencar’a sığındı. Osman Paşa Tebriz’de ölünce ve Serdarlık maka­ mına yine Ferhad Paşa getirilerek Acem ülkesine yöne­ lince, Emîr Aziz de, Erzurum’da Serdar’la karşılaşmak için hareket etti ve Cezire Hükümeti’nin yönetimini tek­ rar kendisine vermesini istedi. Serdar, Cezire Eyaleti’ne bağlı olan Hıristiyan köylerinden 30 köyü ayırıp Padişah’ın özel emlakinin idaresine katması ve bu köylerden elde edilen gelir karşılığında hâzineye 60.000 fılori ödemeyi taahhüt etmesi şartıyla Cezire yöneti­ mini kendisine geri verdi. Emîr Muhammed bu ha­ beri duyunca dehşete düştü ve İstanbul’daki Padişah Sarayı’na hareket etti. O sırada sadrazamlık görevi Sinan Paşa’ya090 verilmiş olduğu için, bu Vezir, Emîr Aziz’in de isteğiyle karışıklığı önlemeye ve fesadın kökünü kes­ meye çalışarak Emîr Muhammed’i Rumeli tarafına gön­ derdi. Bunun üzerine Emîr Aziz, Emîr Şeref ve kardeş­ lerinin ikamet yerleri ve geçim kaynakları olan Tınze Nahiyesi’ni sancak haline getirdi ve oğlu Hacı Bey’e verdi. (190) ö zdem iroğlu O sm an P aşa. (M .E.B.) (191) K oca SLnan P aşa. (M.E.B.) Sonra da Han Ebdal’m çocuklarıyla savaşmayı gözüne kestirdi. Böylece Emîr Aziz duruma hakim oldu ve kim­ seyle çatışmaksızın, kimseyle ortaklaşmaksızın ülkeyi yö­ netti. Durum bir süre böyle devam etti. Sonunda Emîr Şeref bin Han Ebdal ile kardeşleri Emîr İzzeddin, Emîr Seyfeddin ve Emîr Ebdal, Emîr Aziz’e karşı mücadele etmek konusunda ittifak ettiler. Bunların her biri eyaletin birer dalıydı ve hükümdarlık bahçesinin ağaçlarından birer yüksek ağaçtı; aşiretler ve kabileler hep bunlara uyar, onların emrine karşı gelmez­ lerdi. Bu kardeşler düşmanlık kemerlerini bellerine bağla­ yarak ve öfke gömleklerini giyerek kardeşleri Emîr Nasır'ın kanım istediler. Sonra Emîr Aziz’in memurlarına ve adamlarına saldırdılar; onun eyaletteki nüfuzunu yokettiler; o kadar ki, Cezire Kalesi’nden ve şehrinden başka elinde ülkeden bir şey kalmadı. Bunun üzerine Emîr Aziz, şehrin yönetimini ve kalenin muhafızlığını oğlu Ha­ cı Bey’e ve kardeşinin oğlu Mîr Havund’a bırakmak ve Han EbdaFın çocuklarından intikam almaşım sağlaya­ cak bir tedbir almak amacıyla İstanbul’a gitmek zorunda kaldı. Fakat Emîr Şeref, kardeşleriyle birlikte, Cezire’nin çevresindeki şehir ve köylere saldırmaya devam etti ve hepsini ele geçirdi; Boxtan aşiretlerinin çoğu kendisine bo­ yun eğdi. Böylece Cezire Kalesi üzerine yürüme olanağı­ nı buldu ve kaleyi kuşattı. Kuşatma süresi uzayıp da 40 güne ulaşınca ve bu süre içinde Emîr Aziz’den de kuşat­ ma altındakilere bir yardım gelmeyince, durumları çok sı­ kıntılı bir hal aldı ve iş kötüleşti. Tam bu sırada, Diyarbekir Beylerbeyi İbrahim Paşa’dan yardım istemeye git­ miş olan Hacı Bey’in ölüm haberi geldi. Bu durumda Emîr Havund, gece yarısı kaleden çıktı ve adamlarından birkaçım kalede Emîr Aziz’in ailesinin,çoluk çocuklarının yamnda bıraktı. Emîr Şerefin kardeşi Emîr Seyfeddin, işin içyüzünü öğrenince daha önce davrandı ve Havund’ıra kurtuluş yolunu kesti. İkisi arasında başlayan sıcak çar­ pışma gittikçe alevlendi. Bu çarpışma sonunda Emir Seyfeddin Emir Havund tarafından öldürüldü; Havund’da bu kanlı vartadan canını kurtardı. Öte yandan, bu sırada Emir Şeref ve Emir İzzeddin Cezire Kalesi’ne girmiş ve Emir Aziz’le taraftarlarının mallarını ve eşyalarım yağma etmeye başlamışlardı. Bu­ nunla da yetinmediler; Emir Aziz’in çoluk çocuklarım da esir alıp askerlere ve kabile adamlarına teslim ettiler; ken­ dileri de dostlarıyla birlikte, onun şarkıcı ve türkücü cariyelerini aldılar. Bu kargaşalık ve zulüm hareketinde Emîr Azîz’in bir küçük oğlu da kayboldu. Bu facianın haberi Asitanc’dc yayılınca ve Padişah’m yüce kulaklarına da ulaşmca, Padişah, Emîr Aziz’in ya­ nma Musul Beylerbeyi Hüseyin Paşa’yı da katarak gön­ derdi; ve ellerine, Kürdistan hükümdar ve beylerine yazıl­ mış ve, kendilerine Hüseyin Paşa ile birlikte Cezire’ye gidip, orayı istila edenlerin elinden almalarını, Emîr Aziz’e teslim etmelerini, zor ve tagallüp yoluyla Cezire’de oturan Emîr Şeref ve kardeşlerini birlikte yakalamalarını ve bun­ dan sonra başkaldırma fikrini akıllarından geçirecek olan­ lara ibret olacak şekilde cezalandırmalarım emreden bir padişahlık emirnamesi verdi. Hüseyin Paşa bu emre uydu ve Hazzo Hükümdarı Muhammed Bey’le birlikte emri uygulamaya başladı. İkisi, yanlarında Musul ordusu ol­ duğu halde 999(1591) yılının kışında Cezire’ye hareket ettiler. Bunun haberi birkaç yerden Emîr Şeref ve kardeşle­ rine ulaşınca derhal kaleyi ve şehri boşalttılar ve önce Tınze’ye gidip ailelerini ve çocuklarını orada bıraktılar; son­ ra da Xizan( Hizan) ve Miiks taraflarına gittiler. Böylece Hüseyin Paşa’nın görevim yapmasını kolaylaştırdılar. Hü­ seyin Paşa Emîr Aziz’i Cezire Kalesi’ne koydu, kendisi de ordusuyla birlikte sağsalim döndü. Paşa’nm döndüğü haberi Emîr Eşrefe, kardeşlerine ve halkın ileri gelenleri­ nin çoğuna ulaşınca çabucak Cezire Kalesi’ni tekrar ku­ şatmaya gittiler. Emîr Aziz savunma gücüne sahip olma­ dığı için, kendisi ve Emîr Havund kaleyi ve şehri boşalta­ rak kurtuluşu kaçmakta buldular. Ne var ki, Emîr Şeref onları sürekli olarak kovaladı ve yakaladı. Emîr Havund, Emîr Şeref tarafından öldürüldü. Emîr Aziz ise, birkaç gün geçtikten sonra ölü olarak ve meskun yerlerden uzak kırlara ve kurak yerlere atılmış halde bulundu. Şair diyor ki: «Dönen eski feleğin budur adeti «Her yükseldiğinde, seni alçalttığını görürsün «Bu iki kapılı lacivert sarayda çünkü «Şarkı söyleyenlerden sonra ağıt okuyanlar gelir.» Emîr Muhammed bin Han Ebdal: Vezir-i Azam Ferhad Paşa(,,2> 991(1583) yılında Emîr Muhammed’in kardeşi Emîr Nasır’ı öldürüp Cezire beyliğini Emîr Aziz’e verince ve Bali Çavuş’u da Cezire’de Sultan Muhammed’in mallarını ele geçirmekle görev­ lendirince, Emîr Muhammed’in önünde, Asitane’deki Sultan’ın himayesine sığınmaktan başka çare kalmamıştı. Bu yüzden o da, öldürülen kardeşinin ailesi ve çocuklarıyla birlikte İstanbul’a giderek insaf ve adalet istedi. Raslantı olarak o sırada Ferhad Paşa da, Acem Savaşı’nda görü­ len ihmali ve kusuru yüzünden Serdarlık görevinden azle­ dilmişti. O sırada Serdar olan Osman Paşa hemen Emîr Aziz’i Cezire hükümdarlığından azletti ve bu hüküm­ darlığı Emîr Muhammed’e verdi. Osman Paşa Tebriz’de ölünce ve o yüce makama tekrar Ferhad Paşa getirilince, (192) Y u k arıd a b irk aç d efa S e rd a r olduğu belirtildi. (M .E.. B.) D oğrusu d a odur. yukarıda da geçtiği gibi Emîr Aziz Erzurum’da bulunan Paşa’nın hizmetine koştu. O da kendisine, Cezire Vilayetin­ de bulunan Ermeni köylerinden 30 tanesini ayırıp Padişah’ın özel emlakinin idaresine vermesi ve o köylerin ge­ lirinin değeri olan 60.000 fıloriyi Hâzineye ödemeyi taah­ hüt etmesi şartıyla Cezire Eyaleti’ni verdi Bunun üzerine Emîr Muhammed azledilmiş olarak Sultan’m Sarayına gitti. İstanbul’da bu konuda yapılan görüşmelerden sonra, Ferhad Paşa’nın işareti gereğince Emîr Muhammed’in Bıdun(193) Vilayeti’ne gönderilmesi, orada ömrü boyunca bir görev yapması ve ömrünün so­ nuna kadar orada kalması kararlaştırıldı. Bu sırada Emîr Şeref ve diğer kardeşleri Ferhad Paşa ile birlikte Gürcis­ tan seferindeydiler. Başarılı ve muzaffer Serdar, ahlaksız kafirlerin cihadından döndükten sonra Emîr Şeref ve kar­ deşleri Tınze (Tınzi) tarafına gittiler ve orada gizlendiler. Ne var ki, Emîr Aziz onlara bu yöreyi de bırakmadı; bu­ ranın da sancak olarak oğlu Hacı Bey’e verilmesi konusun­ da Sultan’dan bir emirname elde etti. ö te yandan Emîr Aziz bu sefer Cezire’ye girince, Emîr Han Ebdal’ın çocuklarını ortadan kaldırmak için bütün çabalarını harcadı. Fakat tedbirlerinin ve girişimle­ rinin hiçbiri ilahi takdire uygun düşmedi ve çabasında başarısızlığa uğradı. Yukarıdan da anlaşılacağı gibi, Emîr Aziz, oğlu Hacı Bey, kardeşinin oğlu Mîr Havund ve er­ kek kadm bütün çocukları tamamen yokoldular ve soy­ ları tükendi. Böylece Emîr Şeref, uzak görüşlülüğü ve yeteneğiyle Hükümetin yönetimine hakim oldu; kardeşlerini de, eya­ letin dört bir yanındaki kale ve nahiyeleri zaptetmekle gö­ revlendirdi. ö te yandan beklenmedik bu işin haberi Sultan’ın Sa­ rayında yayılınca, Bosna’da bulunan Emîr Muhammed’e (193) B udin olsa gerek. (M.E.B.) saraydan özel bir elçi gönderdiler ve kendisini İstanbul’a getirterek, Vezir İbrahim Paşa’nm isteği gereğince Cezire Eyaleti’ni kendisine verdiler. Diyarbekir Beylerbeyi Bos­ nalI Mehmed Paşa O , Kürdistan beyleriyle birlik olup Emîr Muhammed’in Cezire’ye varmasını sağlamakla ve hep birlikte vilayeti kardeşlerinin elinden kurtarıp kendisi­ ne teslim etmeye çalışmakla görevlendirildiler. Beylerbeyi Mehmed Paşa, Diyarbekir ve Kürdistan beyleriyle birlikte Cezire üzerine yürüyünce, Emîr Şeref vilayeti ve kaleyi kardeşi Emîr Muhammed’e teslim etmekten geri kalma­ dı; savaşsız ve çatışmasız teslim etti; kendisi de Tınze Nahiyesi’ne giderek orada oturdu. Bir süre sonra Boxtan (Bohtan) aşiretinin liderleri ve ileri gelenleri iki kardeş arasında aracılık ettiler ve Emîr Şerefi Cezire’ye getirerek iki kardeşin arasını buldular. Cezire Vilayeti’nin Şax Nahiyesi’nden ve diğer bazı nahi­ ye ve köylerden meydana gelen yarısı kadarının Emîr Şe­ refe, kardeşlerine ve diğer akrabalarına ve adamlarına ve­ rilmesi, Cezire Kalesi ile şehrinin de Emîr Muhammed’e bırakılması ve Haşmetpenah Sultan’a ve Vezir’e «hediye» olarak taahhüt etmiş olduğu 150.000 fıloriyi de kendisi­ nin ödemesi esasları üzerine iki kardeş arasında barış yap­ tılar. İki taraf da bu barışı kabul etti ve anlaşmazlık sona erdi. Bu ittifaktan kısa bir süre sonra Boxtan ileri gelenle­ rinin ve liderlerinin çoğunun Emîr Şerefe eğilimli olduk­ ları, onu sevdikleri ve onun tarafını tuttukları her müna­ sebette görüldü. Emîr Muhammed halktan bunu görünce, ödemeyi taahhüt etmiş olduğu önemli miktarı ödemekte gecikeceğini, hatta bu miktarı ödemekten aciz kalacağım kesinlikle anladı; bu yüzden de Cezire’yi oradakilere bı­ rakarak çıkıp gitti. O zaman, Cezire beyliğini ve Cezire Hükümeti’ni yönetmeye layık olanın Emîr Şeref olduğu, devlet adamlarınca da anlaşıldı ve sabit oldu. Bunun üze­ rine merhum Sultan Murad IV.(I94), Cezire Eyaleti’nin Emîr Şerefe verilmesi konusunda bir emirname çıkardı. Emîr Muhammed bu haberi duyar duymaz hemen Hazzo Hükümdarı Muhammed Bey’in himayesine koşa­ rak ona sığındı ve ondan yardım istedi. Muhammed Bey, kızkardeşi yönünden Emîr Muhammed’in akrabasıydı. Bu da, Emîr Muhammed’in ailesini ve çocuklarını onun ya­ nında bırakarak onuıi desteğiyle ve devlet adamlarının ilgi­ sini kendi üzerine çekmek amacıyla Asitane’ye gitmesini kolaylaştırdı. Hasenkeyf Sancağı’nın görevinin kendisine verilmesi konusunda Sultan’ın bir emirnamesi çıktı. Emîr Muhammed son olarak, Eğri Kalesi’nin fethine ve o yö­ relerdeki ahlaksız kafirlerle savaşmaya giden başarı ve zafer temsilcisi Sultan’ın maiyetinde bulunmuştur. Şimdi bu yaprakların yazılışı sırasında, 1005(1597) yılında, Ce­ zire Hükümetinin kendisine verilmesi konusunda Sultan Mehmed Han’ın(195) Divan’ından bir emirname çıktı. Ne var ki, Emîr Muhammed, Emîr Şerefin korkusundan, gö­ rev yerine gelmek gücüne sahip değildir. Emîr Şeref bin Han Ebdal: Bu Emîr, Cezire hükümdarları ailesinin ve bu ulu ailenin önde gelen emirlerinin en üstünüdür. Çünkü cö­ mertlikte, cesarette, mertlikte, yardımda emsali olan ya­ kınlarından da, düşmanlarından da üstündür. Kahredici bileğinin gücü ve kesici kılıcının keskinliğiyle girdiği çar­ pışmalar, onun parlak kahramanlığının ve üstün yiğitliği­ nin kanıtlarıdır. Şairin dediği gibi, «Cömertlik ettiği gün, insan Hatem’in096’ cömertliği hesabına utanırdı (194) (Y anlışlıkla M urad IV. yazılm ış olsa g ere k ; doğrusu M urad m . 't ü r . (M.E.B.) (195) M ehmed IH . (M.E.B.) (196) C öm ertliğiyle ta n ın m ış b ir A rap. (M.E.B.) «Döğüş alanında ise Rüstem’in cengaverliği hesabına utanırdı insan.» Gerçek şudur ki, reaya ve askerler onun adaletinden ve iyiliğinden razı, fikirlerinden ve çalışmalarından mem­ nundurlar. Ayrıca yabancılar da, yakınlar da onun üstün­ lüğüne teşekkür etmekte; iyiliklerini ve övünülecek yara­ dılışını takdir etmektedirler. Bunun için ileri gelenlerce de, sıradan adamlarca da, yakın ve uzak herkesçe de sevil­ mekte; bunların hepsi kendisine hayran olup, ona hayır, izzet ve ikbal dilemektedirler. Emîr Aziz’in durumu anlatılırken, Cezire Hükümeti’nin Emîr Şeref’e, kendisi ve kardeşleri ile, Emîr Aziz ve Emîr Havund arasında cereyan eden olaylardan sonra geçtiği belirtildi. Emîr Şeref, yönetim görevini en iyi şe­ kilde yaptı; sınırları savundu ve güvenliği korudu. Onun zamanında halk güvenlik ve rahata kavuştuğunu hissetti. O sırada Vezir Mehmed Paşa Emîr Şerefin kardeşi Emîr Muhammed’i Bosna ülkesinden getirtti ve Cezire hüküm­ darlığı görevini kendisine verdi. Kendisi bu görevin yü­ künü kaldıramadığı için, yukarıda da işaret edildiği gibi, bu görev, Sultan’m Divam tarafından yeniden Emîr Şe­ re fe verildi. Bundan bir süre sonra Emîr Şerefin kardeşi Emîr İzzeddin, yönetimde kendisiyle çatıştı ve hükümdarlığı kendisi için istedi. Her gün Cezire ve çevresine saldır­ maya ve buraları yağma ve talan etmeye başladı. Z a­ manla çevresinde ayaktakımmdan, başıboşlardan, derviş­ lerden büyük bir kalabalık toplandı. Bu durum da, Şeref Bey’in kendisinden korkmasına ve son derece sakınması­ na yolaçtı. Bu yüzden hile ve tedbirlere başvurarak ken­ disini faka düşürdü. Bunu da, kendisine sadık bazı adam­ larıyla, îzzeddin’in yapılan çağrıya uyarak Emîr Şerefin evine geleceği sırada kendisini öldürmeleri konusunda an­ laşarak gerçekleştirdi. Bunu uygulamak için bunlardan birkaçını evde gizledi ve Emîr İzzeddin’i yanma çağırttı. Emîr İzzeddin eve girer girmez, bu adamlar derhal p u ­ sudan çıkarak aslanlar gibi üzerine atıldılar ve kafasının köşkünden, üzerine hakim olan gururu ve kendisinden ayrılmayan taşkınlığı boşalttılar. Böylece Emîr Şeref o günden beri bağımsız olarak Hükümdar oldu; Hükümet işlerini bütün azim ve irade­ siyle yönetmeye, halkın işlerini de büyük bir adalet ve in­ safla çekip çevirmeye başladı. Bu vilayette imar eserleri ve kalkınma alametleri onun zamanında görüldü. Yüce Allah’tan, kendisini başarıya ulaştırmasını dileriz. ÎKÎNCÎ DAL Gurgil Beyleri Hakkındadır Daha önce de anlattığımız gibi, Süleyman bin Halid’in çocukları Cezire Vilayeti’ni kendi aralarında taksim etmişlerdi.(197> Gurgil Nahiyesi, Mîr Hacı Bedir’in payına düşmüştü. Gurgil beylerinin hepsi bu Emîrin torunlarından ve soyundandır. Gurgil’in adı eskiden «Gurdkil»di, kulla­ nıla kullanıla sonunda «Gurgil» oldu. Nuh’un -Onun ve peygamberimizin üzerine selam olsun- gemisinin durduğu dağ da(1,S), Müslümanların ve Hıristiyanların oturdukları 100 kadar köyden meydana gelen bu nahiyede bulun­ maktadır. Buranın birçok kışlığı, yazlığı ve otlağı vardır. Buralarda aşiretler ve kabileler barınır ve sürekli olarak bunlar arasında gider gelirler. Mîr Hacı Bedir bu vilayette öldü. Onun yerine to­ runlarından Hacı Muhammed bin Şemseddin diye anılan bir adam geçti ve bir süre ülkeyi yönettikten sonra Allah’­ ın rahmetine kavuştu. Onun yerine de oğlu Mîr Şemsed­ din geçti; o da bir süre ülkeyi yönettikten sonra ahret di(197) 165 no: lı n o ta bakınız. (198) Cudi dağı. (M.E.B.) yarma göçetti ve üç erkek çocuğu bıraktı; Emîr Bedir, Emîr Hacı Muhammed ve Emîr Seyyid Ahmed. Bunlur Gurgil’de peşpeşe yönetimde bulundular. Bu satırların ya­ zarı, ilk iki emîr hakkında bir bilgiye sahip olmadığından, onların durumundan bir şey anlatma olanağım bulamadım. Emir Seyyid Ahmed bin Emir Şemseddin: Bu Emîr son derece cesur ve alicenaptı. Döğüş ala­ nında, savaş ve vuruşma meydanında birçok durumu var­ dı. Kürdistan beylerinin Osmanlı Sarayına itaat etmeleri ve boyun eğmeleri sırasında o da Sultan Selim Han’a ya­ kınlaştı; o kadar ki, geçinme kurallarında nazik ve tatlı bir konuşmaya sahip olduğu için özel mecliste Sultan Selim’in nedimlerinden biri durumuna geldi. Sultan Selim’in ölümünden soma Sultan Süleyman Han zamanında da durum bu şekilde devam etti. Onun karakteri ve seciye­ si, kendisini sultanların eşliğine ve güvenine layık kılı­ yordu. Bu durum, bazen atalarından miras kalmış Gurgil Hükümeti’ne ek olarak, Musul ve Sencar vilayetlerinin de kendisine verilmesine vesile oluyordu. Denildiğine göre, bu Seyyid Ahmed, bir gün kendini ölmüş göstererek bir tabutun içine girmiş ve adamlarına, bu tabutunu Barış Diyarı Bağdad’ın fethinden dönen Sul­ tan Süleyman Han’ın yoluna koymalarını emretmiştir. Onlar da böyle yapmışlardır. Sultan geçtiğinde bu tabu­ tun sırrım sormuş; bu tabutun Seyyid Ahmed’e ait oldu­ ğu ve bununla şunu demek istediği kendisine anlatılmış­ tır: «Musul Vilayeti benim vücudumun ruhu durumunda­ dır; Sultan Musul’u başkasına vermiş olduğuna göre, be­ nim vücudum da ölmüş ve ruhsuz kalmıştır.» Bu davranış Sultan’m kendisini takdir etmesine ve sevinmesine yolaçtı; bu nedenle Gurgil Hükümeti’ne ek olarak Musul Vilayeti’ni de kendisine verdi ve bu konuda bir de berat yayın­ ladı. Böylece Seyyid Ahmed’in ruhunu da diriltti ve ona uzun bir ömür bahşetti. Bu uzun ömrü sırasında sultanlar kendisinden memnun kalıyor ve ona ilgi gösteriyorlardı. Gurgil Kalesi Kürdistan’ın en sağlam ve en sarp kalelerindendir. Rivayet edilir ki: Bicenoğlutl99) Süleyman Bey, İmadiye Kalesi’ni kuşatıp kışın gelmesi dolayısıyla hayal kırıklığına uğrayarak, kışı Beşiri0“0* yörelerinde ge­ çirmek için oradan göçüp döndüğü sırada, Hakkari Hü­ kümdarı İzzeddin Şer, vilayetine bağlı Bay Kalesi’ns kapanmış ve savunmaya geçmişti. Çünkü diğer kaleleri ve şehirleri Akkoyunlular’ın adamlarının eline geçmişti. İzzeddin Şer bu Süleyman Bey’e şu haberi göndermişti: «Gurgil, İmadiye, Bay, Bedlis’e bağlı Suy kaleleri biz Kürtlerin elinde kaldıkça, sîzlerden korku yada endişe gönüllerimize sızmayacaktır. Çadırlarınız, otağlarınız ve bunların değeri, gözümüzde pislik, sığır ve manda pisliği niteliğinden başka bir şey değildir, d Sözün özü, Emîr Seyyid Ahmed, Gurgil’i ve Musul Vilayeti’ni bağımsız olarak uzun süre yönetti. Sonra ken­ disini ölüm yakaladı ve Allah’ın rahmetine kavuştu. Mi­ ras kalan vilayetindeki yerine ise kardeşinin oğlu geçti. Emir Şemseddin bin Emir Bedir: Amcası Emîr Seyyid Ahmed’in ölümünden sonra Gurgil’de beylik tahtına çıktı. Uç kardeşi daha vardı: Emîr İbrahim, Emîr Ömer ve Emîr Hacı Muhammed. Emîr Şemseddin bir süre hükümdarlık ettikten sonra Al­ lah'ın rahmetine kavuşunca, yerine kardeşi Emîr İbrahim geçti. Emîr İbrahim bin Emîr Bedir: Gurgil’de kardeşinin yerine geçerek yönetimi aldı. Cezire Hükümdarı Bedir Bey ile kardeşi Nasır Bey arasın­ da, Bedir Bey’in durumunu anlatırken anlattığım gibi, (199) D ah a önce «Bijenoğlu» şeklinde geçti. (M.E.B.) (200) B azı yeni k a y n a k la ra göre b u rası eskiden «Tınzi» diye ad landırılırdı (M.A.A.) Cezire Hükümeti üzerine anlaşmazlık çıktığı sırada, F.mîr İbrahim de Emir Nasır’la olan dostluğundan ötürü, Van Beylerbeyi Ferhad Paşa’dan bir teyit (terbiyename) mek­ tubu almak ve Sultan Süleyman Han’ın Sarayına gitmek için Van’a hareket etti. Raslantı olarak o sırada Şah Tahmasp da, sayısı yağmur tanelerinden daha çok olan bü­ yük bir orduyla Van yöresine saldırdı. Emîr İbrahim bu du­ rum karşısında, a başını kurtaran kârlı çıkar s sözüne uya­ rak kaçmaya ve canını kurtarmaya baktı ve Bargıri yoluy­ la Bedlis’e girmeyi amaçladı. Fakat Kızılbaşlarm toplulu­ ğu Bargıri ile Erciş arasında kendisini yakaladılar. Emîr İbrahim ile onu izleyip kovalayan bu Kızılbaşlar arasın­ da şiddetli bir çarpışma oldu. Bu çarpışmada Emîr’in yi­ ğitliği, gücü ve azmi görüldü. Çünkü onları yenilgiye uğ­ ratıp Erciş Kalesi’ne girmeyi başardı. Bunun üzerine Şah Tahmasp bizzat kendisini kova­ lamaya geldi ve kaleyi kuşattı. Kuşatma süresi uzayıp dört aya ulaşınca ve kuşatma altındakiler sıkıntılı bir du­ ruma düşünce, canlarını koruyacağına söz vermesi şartıy­ la kaleyi Şah’a teslim etmeye karar verdiler. Fakat bu barış Emîr İbrahim ve Boxtanlılar’dan olan adamlarının hoşuna gitmedi ve bundan hiç tatmin olmadılar; savun­ maya devam ettiler. Sonunda kale nöbetini tutan birlik. Şah Tahmasp’ın Kızılbaş adamlarıyla, gece yarısı, kendi­ lerinden, eğitilmiş 500 kadar askeri kaleye almak konu­ sunda anlaştılar. Sabah olur olmaz bu kuvvet nöbetçi birlikle birleşti ve oklarla, tüfeklerle, mızrak ve kılıçlarla Emîr İbrahim’e ve yanındaki Boxtanlılar’a saldırdılar. Emîr bu kanlı çarpışmada öldürüldü; kardeşinin oğlu da yaralanarak diğer adamlarından birkaç on kişiyle birlikte esir düştü. Şah Tahmasp’m huzuruna götürüldüklerinde, derhal diri diri başlarının derisinin yüzülmesi ve bu kas­ vetli yolla canlarım Allah’a teslim etmeleri için emir ver­ di. Emir Ahnıed bin Emir İbrahim: Bu Emîr, babasının öldürülmesinden sonra, Sultan Süleyman Han’ın bir yüce beratıyla Gurgil Beyli’ğir.in tahtına çıktı; 30 yıl da hükümdarlık yaptı. Allah kendi­ sine bir çocuk verdi. Mir Muhammed diye anılan bu ço­ cuk büyüyüp geliştikten ve reşit olduktan sonra babasına karşı başkaldırdı. Çünkü şerirdi ve babalık hukukunu takdir etmiyordu. Babası zaman zaman ve Emîr Azîz’in(201) ayaklanmaları sırasında Han Ebdal’m çocuklarını geniş ölçüde himaye ederken, kendisi Emîr Aziz’i korumaya eğilim gösterdi. Emîr Aziz de kendi yönünden onu destek­ ledi ve kendisini, babasını tahttan indirip Gurgil Hüküm­ darlığında onun yerine geçmeye kışkırttı. Bunun üzerine Emîr Ahmed, durumunu arzetmek üzere Sultan Murad lia n ’m eşiğine gitmek zorunda kaldı. Fakat yolda Allah’­ ın rahmetine kavuştu. Emîr Muhammed bin Emîr Ahmed: Babasını tahttan indirdikten sonra Gurgil Beyliği’nde bir süre yönetim görevini yaptı. Fakat bir süre Emîr Abdülaziz’in yardımı ve desteği olmasaydı, yönetimde kala­ mazdı; çünkü kendisini yönetime yarayışlı kılacak veri­ lerden ve yeteneklerden yoksundu. Bu yüzden sonunda amcasının oğulları Emîr Ömer, Emîr Muhammed ve Emîr Mahmud tarafından öldürüldü. Emîr Ahmed bin Emîr Muhammed: Babası öldürüldüğü zaman bu Emîr yaşça küçüktü ve yönetimi eline almaya yarayışlı değildi. Fakat şimdi, 1005(1597) yılının 3 Ramazan’ında, Emîr Şeref bin Han Ebdal’ın yardımıyla en iyi şekilde Hükümeti yönetmekte­ dir. ÜÇÜNCÜ DAL Fııuk Beyleri Konusundadır Bu Fmık Nahiyesi şu dört Kürt aşiretine özgüdür: Becnevî, Şeqaqî (Şakaki), Miran ve Goniye(202) Buranın beyleri ise Emîr Ebdal bin Süleyman bin Halid’in soyundandır. Daha önce de dediğimiz gibi, Süleyman bin Halid Cezire vilayeti’nde Allah’ın rahmetine kavuşunca, ondan sonra çocukları vilayeti kendi aralarında böldüler; Fınık Nahiyesi Emîr Ebdal’ın payına düştü. Kendisi uzun za­ man bu nahiyede yönetim görevinde bulundu. Allah’ın rahmetine kavuşunca da kendisinden sonra yönetim ço­ cuklarına ve torunlarına, sonra da onları izleyenlere geçti. Daha sonra Akkoyunlu Türkmenleri bu vilayeti is­ tila ettiler. Bir yüzyıllık sürede, yani bu Türkmenlerin yönetimi boyunca başıboşluk, karışıklıklar ve kargaşalık­ lar yayıldı. Bu yabancıların yönetimi ülkeden kalktıktan ve ülke meşru varislerine döndükten sonra, o günden beri kendilerine kimse el uzatmadı ve kendileriyle hiç kimse çatışmadı; yalnız, Cezire Hükümdarı Şah Ali Bey’in, kar­ deşi Mîr Muhammed’i bu nahiyenin başına zorla getir­ diği kısa bir süre hariç. Ondan sonra Cezire hükümdar­ ları hakkı tekrar yerine getirdiler ve Fınık Nahiyesi’ni yi­ ne varislerine geri verdiler. Onlar da şimdi 1005(1597) yılında eski usule göre yönetim görevini yapmaktadırlar. b e ş in c i b ö l ü m «Melikan»|203J Diye Ün Yapmış Olan Hasankeyf Hükümdarları Hakkındadır Şair demiştir ki: «Her bir sürede zamanın (202) Basılı nüshada böyledir; b ir y azm a n ü sh ad a d a «Goyne»dir. A nlaşıldığına göre basılı nüshadaki, K otlye (K otl)nin, y azm a nüshasındaki İse G oyan (Goyln) m y an lış yazılm ışıdır. (M.A.A.) (203) K ırallar, hüküm darlar, m elikler. (M.E.B.) «Başka tarzda dönmesini yaradıcı istemiş ki, «Öncekilerin seslerini alçaltsın «Ve yükseltsin sonrakilerin seslerini.» Haberleri nakledenlerden alınır ve eserleri taşıyan­ lardan rivayet edilir ki, 662(1264) yılında Al-ı Eyyub’un(M4) egemenliği Mısır ve Şam’da sona erince ve o yöre­ lerde onların hiçbir durumu kalmayınca, bu yüce sınıfın çocuklarından biri bir süre Hama şehrinde gizlendi; sonra Mardin tarafına gitti; Mardin Hükümdarı da onu komu­ tanları ve yakın adamlarının ileri gelenleri araşma aldı. Bu mert, iyiliksever Hükümdar bununla da yetinmeyerek kendisini Sawr (Savur) Kalesi yöneticiliği görevine tayin etti. Fakat bu Eyyubî gencinin cam sıkıldığı için o kalede uzun zaman kalmadı; şimdi Hasankeyf diye tanınan Re’s El-Kul(J05) tarafına gitti ve orada kalmayı tercih etti; sonra da evlendi, oranın halkına ısındı, onlar da kendisine ısın­ dılar. Çevresinde o yörenin sakinlerinden büyük bir top­ luluk meydana geldi. Zenginleri de, fakirleri de fark gö­ zetmeksizin, küçük büyük bütün işlerde onun emrine bo­ yun eğdiler ve itaat ettiler. Derken kendisini gönül rıza­ sıyla ve isteyerek başlarına Hükümdar tayin ettiler. Sonra da o tarafta bulunan kaleyi restore etmeye, yenilemeye başladılar. Bu da, tesadüfen, Mardin Sultanı’nın yönetimine gev­ şekliğin ve güçsüzlüğün sızdığı günlere rastlıyordu. Bu yüzden Mardin Sultam kalenin yenileştirilmesinden ve restore edilmesinden korku duymaya başladı ve kalenin kurucusuna haber göndererek huzuruna gitmesini istedi. (204) E y y u b cğ u llan , E yyubîler. (M.E.B.) (205) B unun «Re’s El-Gavl» sözcüğünün y anlış y azılm ış şekil olduğu aç ık tır. H asa n k ey f kalesine, ü stü n s a ğ ­ lam lığı ve son derece m etin olm ası yüzünden bu ad. v erilm iştir. (M.A.A.) Fakat kalenin kurucusu gitmeyi reddetti ve tutumunda ısrar etti. Bu durum Mardin Sultam’nın, ordusunu topla­ yıp Hasankeyf Kalesi’ni istila etmek amacıyla Re’s ElKul’un üzerine yürümesine yolaçtı. Kalenin kurucusu ise kendisine karşı şiddetle direndi ve bu direniş sırasında çeşitli cesaret ve atılganlık örnekleri gösterdi. Sonunda Mardin Hükümdarı bir şey elde etmeksizin, geldiği yeıe dönmek zorunda kaldı. O günden beri Al-ı Eyyub’uri gün­ leri yeniden doğdu ve bayrakları Hasankeyf çevresinde ve her yöresinde yeniden dalgalandı durdu. Bunun üze­ rinden uzun bir zaman geçmeden nüfuzları ülkeyi kapladı ve otoriteleri egemen oldu. HasankeyFin bilinen yazılış biçimi bazı Sultanlık hükümlerinde*2061, eski ve yeni yazarların eserlerinde «Hasankeyf» olarak geçmiştir. Bunun açıklaması konu­ sunda bazı güvenilir kimseler demişlerdir ki: Kalenin kurucusu ve hükümdarı, yönetimi zamanın­ da, Arap ileri gelenlerinden Haşan adında bir kişiyi yaka­ layıp kalenin hapishanesine atmıştı. Hapishane gün­ leri uzayıp da Haşan helake yüz tutunca ve kendisinden ne istendiğini de öğrenemeyince Hükümdara şu haberi gönderdi: «Ben artık helake yüz tuttum; birkaç gün­ den, hatta birkaç saattan başka bir şeyim kalmadı. H ü­ kümdardan ricam, bana ufak bir fırsat versin, dalın önce birlikte getirdiğim atıma bineyim; bir saat at sırtında kalede dolaşıp, sahip olduğum atılganlığı ve at biniciliği sanatındaki hünerimi, atı koşturmak­ taki ve hızlı cirit atmaktaki ustalığımı Hükümdarın gözleri önüne sereyim. Ondan sonra, hayatımı bağışlamak yada beni ortadan kaldırmak konusunda Hükümdarın işaretine bağlı olacağım.» Bunun üzerine Hükümdar onun bu iste­ ğini ve arzusunun gerçekleştirilmesini olumlu karşılayarak (206) Resm î k a r a r ve em irnam elerde, padlgaJılar ta ra fın ­ d a n verilen b e ra tla rd a (M.E.R.) atının hazırlanmasını emretti; at hazırlanınca binmesine izin verdi. Haşan hemen, ansızın çakan bir şimşek gibi atm sırtına atladı ve kalenin içinde bir taşkın sel gibi ko­ şup dolaşarak, atıyla ve son derece ustalığıyla Kıral’a hız­ lı hareketler ve garip oyunlar gösterdi. Şairin dediği gibi: «Güneş’i yere göstermeyen hızlı at «Alanından bir tek ayakla mı, dört ayakla mı çıktı? «Kirpiklerden damlayan gözyaşları çoğunlukla «Onun koşusunda karanlık gecede siyah telden geçer, «Su üzerinde dolaşır bir kabarcık gibi «Kızgınlığından ateşten sıçrayan bir kıvılcım gibi «Nevruz günündeki damla gibi enginlerde koşar «Ve yükseklere çıkar Mart ayındaki bulutlar gibi «Özlem gibi kaçar ve kavuşulur gündüz gibi «Çaba gösterir yel gibi, dayanıklıdır ateş gibi «Binlerce daire görünür bir tek noktada «Ama demirdendir ayakları tıpkı pergel gibi.» Sonra ansızın atını sert bir şekilde mahmuzladı, sı­ kıştırdı ve yüksekliği 150 mimar ziraından fazla olan ka­ lenin şerefesinden*207* tehlikeli bir atlayışla aşağı atladı; kalenin yanından geçen Dicle sularının dalgaları arasına düştü. Fakat atın karnı parçalandı; bu yüzden Haşan da yüzmeye başladı ve sonunda selamet sahiline ulaşarak o korkunç vartadan ve kanlı dalgadan kurtuldu. Denilir ki: Haşan gözlerden kaybolduğu zaman ses­ ler, «Haşan keyf!»*208* diye bağırmışlar; böylece «Haşan keyf» sözü, bu garip hikayeden dolayı bu kaleye ad olmuş­ tur. Şairin dediği gibi, «söz doğruysa eğer garip ve il­ ginçtir. » Başka bir rivayete göre de, kalenin mimarının adı (207) Şerefe kalenin b ir çeşit b u rcudur. (M.E.B.) (208) Bu sözün anlam ı, «H aşan nasıl», «H aşan nasıl bunu yapabildin»dir. (M .E.B.) Keyfa bin Talun’du; bu yüzden kale «Hısn Keyfa»1*”1 di­ ye adlandırılmıştır. Bilgi Allah indindedir. Hasankeyf aşiret ve kabilelerinin önemlileri 13’tür: Aştî, Mıhalbî, Mıhranî, Becnevî, Şeqaqî (Şakaki), Isturkî, Büyük Kurdli, Küçük Kurdli, Reşan, Kişkî, Cılkî, Hcndekî, Sohanî ve Bidyan. Hasankeyf teki önemli yerler Siirt kasabası, Beşiri Na­ hiyesi, Tor Nahiyesi ve diğer bir nahiye olan Erzen Nahiyesi’dir. Günümüzde Hazzo hükümdarlarının yönetimi altında bulunan Erzen’de, sayılan 12.000 kişiye varan ve haraç ödemekle yükümlü bulunan Hıristiyanlar vardır. Kalenin kurucusu Mardin Hükümdarıyla anlaşmaz­ lığa düştüğünden beri ülkeyi bütün nahiyeleri ve ona bağlı yerlerle birlikte yönetiyordu; ayrıca aşiret ve kabilelerin liderliği görevini de yerine getiriyordu. Ölünceye kadar da kaleyi bağımsız olarak elinde tuttu. Ondan sonra yöne­ time gelenler, ağızlarda ve dillerde yaygın olduğu gibi şunlardır: Melik Süleyman: Bu, o Emîrin oğludur. Hasankeyfte hükümdarlık tahtına oturdu ve bir süre bu görevi yaptı. Cengiz Devleti’nin egemenliğinin sonu olan 736(1337) yılma kadar da adı geçen vilayet onun yönetiminde kaldı. Süleyman'­ ın ölümünden sonra ise oğlu hükümet işini eline aldı. Melik Muhammed: Babasının yerine kırallık tahtına çıktı: Devlet işle­ rini en iyi şekilde yürüttü ve ülke işlerini güzel bir düzene koydu. O kadar ki yönetici hükümdarların büyüklerinden ve büyük siyaset adamlarından biri oldu. Çünkü Allah’ın rahmetine kavuşuncaya kadar îran’ın Türk ve Tatar sul­ tanları ve hakanlarıyla idare yoluna ve geçinme izine uy­ du. Melik El-Adil bin Melik Muhamnıed: Babasının vasiyeti gereğince Hasankeyf hükümdar­ lığı görevine geçti. Vatandaşlar arasında adalet ve eşitlik bayraklarını dalgalandırdı. Hasankeyfte imar ve güven­ lik arttı. Bununla kadir yüksekliğinde ve şan yüceliğinde emsallerinden ve ailesinden olan kıral ve beylerden üs­ tünlük kazandı. Sonunda 781(1380) yılında ölüm kendi­ sini yakaladı. Melik Eşref bin Melik El-Adil: Bu Emîr, babasının ölümünden sonra kırallık tahtı­ na çıktı. Kendidisi Emîr Gurgan’m(210) çağdaşıydı. Nite­ kim Zafername’nin yazarı Mevlana Şerefeddin Ali Yezdi de buna işaret ederek şöyle diyor: «796(1394) yılında, zamanın sahibi Emîr Timur Bağdad Şehri’ni fethettikten ve Tekrit Kalesi’ni ele geçir­ dikten sonra kalabalık ordusuyla Mardin’e hareket etti. Ruha şehrine varınca, Hasankeyf yöneticisi de hemen oraya giderek Timur’un kırallık eşiklerine bağlılığını sun­ du. Bunun üzerine Şah’ın ilgisi, rıza ve kabulle onu kap­ samı içine aldı ve eskiden olduğu gibi, yönetim görevini yapması için ülkesinin merkezine dönmesine izin verdi. Kısa bir süre sonra Allah’ın rahmetine kavuşuncaya ka­ dar bu şekilde kaldı, d «Melik El - Kamil» Lakabıyla Anılan Melik Halil bin Melik Eşref: Babasının ölümünden sonra aşiret ve kabile reisleri tarafından seçilmek suretiyle onun yerine geçti. 824 (1422) yılında, Emîr Timur Gurgan’ın oğlu Mirza Şahruh, T ürk­ men Kara Yusufun çocuklarının ülkeye yaptıkları saldırı­ yı püskürtmek için Van ve Weskan (Veskan)(211) sınırlarına (210) T im urlenk. (M .E.B.) (211) Bu ad d a h a önce «W estan» (V estan) şeklinde geçtL (M.E.B.) gelince, Melik Halil hemen sevincini ve bağlılığım bildire­ rek kendisini görmeye gitti ve yüce eşikleriyle şereflene­ rek itaatini ve Sultan’ın maiyetinde çalışmaya hazır oldu­ ğunun arzetti. Mirza Şahruh Eleşkird sınırlarında, Bedlisli Emîr Şemseddin, Hakkari Hükümdarı Melik Muhammed ve Xizanli (Hizanlı) Sultan Süleyman’ın oğlu gibi Kürdis­ tan beylerine ve hükümdarlarına, vilayetlerine dönmeleri için izin verinceye kadar durum bu şekilde kaldı; o sıra­ da kendisi de vilayetine döndü. Kalan günlerini uğur ve ikballe, reaya arasında adalet ve iyilik bayrakları dalgalan­ dırarak geçirdi. Nihayet 862(1458) yılında öldü. Melik Halef: Kürt dilinde «Çavsor Halef» yani «Kırmızıgözlü Ha­ lef» diye ün yapmış adam budur. Kendisi Melik Halil’in kardeşi Melik Süleyman’ın oğludur. Amcasının ölümünden sonra Hasankeyf Hükümeti’nin tahtına çıktı. Kabile ve’ aşiretlerin reisliğini en iyi şekilde yaptı. Kendisine karşı olan ve kendisiyle açıkça düşmanlık eden Boxtan (Bohtan) aşiretiyle yaptığı savaşlarda nadir rastlanan kahramanlık, üstün cesaret gibi kişisel yetenekleri görüldü; o kadar ki, halk arasında «İki Kılıcın Babası» diye ün yaptı. Akkoyunlu Sultanı Bayındırlı Hüseyin Bey012*, zama­ nında Kürdistan vilayetlerini istila etmeyi amaçladı ve bir Türkmen topluluğunu Hasankeyfi istila etmekle görevlen­ dirdi. Bunlar Hasankeyf’e geldiler ve kaleyi kuşattılar, ku­ şatmayı şiddetlendirip uzattılar. Fakat silah zoruyla zafer ve fetih emellerine ulaşamadılar. Bu yüzden hile ve aldatma­ ca yapmaya başvurdular. Melik Halefin oğullarından013* birini kendilerine çektiler ve amcasını öldürdüğü takdirde bu ülkenin hükümdarlığını kendisine vermekle özlemini (212) Y anlışlıkla «H üseyin Bey» yazılm ış olsa gerek ; doğ­ ru su «H aşan Bey »dir; y ani uzun H asaıı. (M.E.B.) (213) «K ardeşinin oğullarından», yada «Melik H alil’in oğullarından» olacak. (M.E.B.) körüklediler. Bu aldatılmış serseri de, amcasını yalnız bul­ duğu hamamda öldürdü; böylece bu köklü hükümdar aile­ sinin son beyini ortadan kaldırmış, ayrıca akrabalık bağı­ nı da kesmiş oldu. Bunun sonucu olarak yönetim meşru varislerinin elinden alındı ve Türkmenler’in eline geçti. Onlar, kaatile verdikleri sözü de yerine getirmediler ve kaatil rezil olmaktan, utanmaktan başka bir şey elde ede­ medi. Şair demiştir ki: «Bu eski tarlada vefakarlık ve sevgi tohumu «Ancak hasat mevsiminde gözlere görünür «Ay ayının başında hilalin şekli «Siyamek’in tacının ve Zu’nun azametinin alameti­ dir.*«214) Melik Halil bin Melik Süleyman: Bu Melik Halil, Türkmenlerin Kürdistan’ı istilası sırasında Hama şehrinde gizlenmişti. Sonunda Akkoyunlu ailesine zayıflık ve gevşeklik sızınca ve toplulukları dağı­ lıp düğümleri çözülünce Melik Halil, Hasankeyf hüküm­ darlarıyla sıkı bağları bulunan Şerwan (Şirvan)Iı Mîr Şah Muhammed’in (vezirlik görevini eskiden beri Şenvan emir­ leri yapardı) yardım ve desteğiyle döndü. Çevresinde, Ha­ sankeyf aşiretlerinden büyük bir topluluk toplandı. Melik Halil onları alıp Siirt üzerine yürüdü ve burayı kılıç kuvve­ tiyle Akkoyunlular’ın elinden kurtardı. Sonra Hasankeyi kalesine yöneldi ve burayı Türkmenlerin elinden iyilikle aldı. Böylece Melik Halil yeniden o ülkenin Hükümdarı oldu. Gerçek şudur ki, o çağda Kürdistan hükümdarları arasında, yüce şanda ve yüksek kadirde bu hükümdarın derecesine ulaşan kimse yoktu. Üzerinde kırallara özgü azamet ve heybet vardı. Şah İsmail’in ablasıyla da, Şah is­ (214) «Slyam ek» ve «Zu» İki hük ü m d arın a d la n olsa g e ­ rek. (M.E.B.) mail Hasankeyfe gelip kendisine misafir olunca, evlen­ mişti. Şah İsmail o sırada, Sultan Yakub’un(2l5), kendisine yaptığı baskıdan ötürü ülkesinden ayrılmıştı ve Diyarbekir yoluyla Allah’ın Evi’nin(214) ziyaretine gitmekteydi. Bu mü­ nasebetle daha önce bir benzeri görülmemiş büyük şen­ likler düzenlendi; Kürdistan’m hükümdarları, kır allan ve ileri gelen yada sıradan olan bütün tanınmış adamları bu şenliklerde hazır bulundular. Bu şenliklerde güzel yüzlü ve şirin sözlü sakiler şarap kaselerini dolaştırdılar; ses sanat­ çıları topluluğu tatlı sesleriyle söylediler; çalgıcılar da ha­ zin nağmeler çaldılar. Şair demiştir ki: «Gökler ufuklarda bir şenlik düzenledi, ne şenlikl «Mamur oldu ülkenin her yanı onunla «Aydınlık bir toplantıydı o, güneşle ay bir araya geldi «Ve bir araya getirdi o şenlik hurilerle melekleri «Belkıs’m tahtı hazır olup «Sultan’ın devlet dolu büyük otağıyla şereflenmişd orada.» Akkoyunlu Türkmenlerinin devletinin yıldızı sönüp de, Şah İsmail’in saltanatının ışığı doğudan parlayınca, Kürdistan’m ulu hükümdarları ve beyleri de Şah’ın Teb­ riz’deki sarayına giderek, tahtına itaat ve bağlılıklarım sundular. Onlardan biri de, Melik Halil’di. Bu beylerin Tebriz’e varmalarıyla birlikte, Şah hepsinin birden tutuk­ lanmalarını emretti. Bunun üzerine zincirler ve prangalar­ la bağlandılar ve Komutan Zeynel Han Şamlu’ya teslim edildiler. Sonra Melik Halil’e, karısını ve çocuklarını Tebriz’e getirtmesi için emir verildi; o da karısını getirtti. Şah’ın kızkardeşi olan karısının Melik Halil’den bir oğlu ve üç kızı vardı. Melik Halil bu şekilde Tebriz’de üç yıl kaldı. (215) U zun H aşa n 'm oğlu Y akup Bey. (M.E.B.) Bu süre içinde Hasankeyf Vilayeti meşru varislerinin elin­ den çıktı ve burayı doğrudan doğruya Kızılbaşlar yönetti. Osmanlı Selim ile Şah İsmail arasında ünlü Çaldıran Savaşı çıkınca, Melik Halil de Başıbüyük Bayki(217) ile bir­ lik olup, bu fırsattan yararlandı; kendisini koruyup nö­ betini beklemekle görevlendirilmiş olanları öldürerek ora­ dan kaçtı ve hızla Diyarbekir’e doğru yol aldı. Van taraf­ larına ulaşınca Mahmudîyan aşireti karşısına çıktı ve ken­ disini yakalamak istedi. Fakat Melik Halil çarpışmaya girdi ve onlarla şiddetli bir şekilde savaştı; mucize olarak kurtuldu ve Bedlis Vadisi yolunu izleyerek Hasankeyfe vardı. Yanında bulunan Başıbüyük ise bu çarpışmada öl­ dürüldü. Bu süre içinde Şervan (Şirvan) ve Zırkan aşiretleri Hasankeyf’in öteki aşiret ve kabileleriyle birlik olup başla­ rına Melik Süleyman bin Melik Halil’i Hükümdar tayin etmişlerdi. Yalnız Reşan aşireti bu ittifaka girmemiş vc reisliğine Melik Halil’in amcasının oğullarından birini ge­ tirmişti. Ayrıca bu sırada Boxtan aşireti de, Siirt üzerine, burayı Kızılbaşların elinden almak amacıyla büyük bir ordu göndermişti. Bütün bunlar bu durumlardayken, an­ sızın, Melik Halil’in sahneye çıktığı haberi, halkı da, her­ kesi de birden dehşete düşürdü. Hepsinin elleri böğür­ lerinde kaldı. Melik Halil’in çocukları kendisine boyun eğ­ diler ve itaatlerini sundular; Boxtanlılar da Siirt kalesinin kuşatmasını kaldırıp ülkelerine döndüler. Melik Halil birkaç gün sonra Siirt üzerine yürüdü ve burayı Kızılbaşlardan geri aldı. Kızılbaşlar Hasankeyf Kalesi’ni ilk istila ettiklerinde, muhafızlığını Becnewî (Beşnevi) Kürtleri’nden bir birliğe vermişlerdi; çünkü bu Kürtler, adı geçen istilada onları desteklemişlerdi. Böylece bu kale o Kürt’lerin elinde kalmıştı. Onlar da Kızılbaşların ilkelerini (217) B ir y az m a n ü sh a d a d a «Baykİ» y erine (M. A. A.) «Bey»dir. azar azar benimsemişler ve onlarla aldanmışlardı. Bu ne­ denle, Melik Halil’e karşı direnmekte sebat gösterme ve ka­ leyi iyilikle kendisine teslim etmeme fikrini akıllarından geçirdiler. Bunun için, Melik Halil’in geldiğini duyar duy­ maz, Boxtan Vilayeti’ne bağlı Tor taraflarına haber gönde­ rerek oradan birçok yiyecek ve mühimmat getirdiler ve kaleye doldurdular. Melik Halil ise, bu Kürt’lerin niyetlerini öğrenince he­ men kendisine bağlı aşiret ve kabilelerin adamlarını top­ layarak onlara saldırdı ve kendilerini şiddetle kınadı. Bu­ nun üzerine kaleyi teslim etmek ve kendisine itaatlerini arzetmek zorunda kaldılar. Bunun karşılığında Melik Halil de kendilerini affetti ve Becnewi Hüseyin Bey’le barış yap­ tı. Yeri gelince anlatılacağı gibi, babasının ve kardeşlerinin dökülmüş kanlarına karşılık da, Bali Köyü’nün mülkiyetini Hüseyin Bey’e verdi adı geçen topluluk da bundan sonra Melik Halil’e kaleyi teslim etti. Becnewi Aşireti’nin durumlarım ve haberlerini nak­ leden güvenilir adamlardan rivayet edilmiştir ki; Becn ve Boxt, Cezire hükümdarlarının çocuklarından olan iki kar­ deşti. Cezire Hükümeti üzerine anlaşmazlığa düştüler. Bu Hükümet sonunda Boxt’un elinde kaldı, Becn ise Hasankeyf’e gitti. Hasankeyf hükümdarları olan aMelikanslar da, sonra Hasankeyf’i bu eski Becnewiler’den aldılar. Başka bir rivayete göre de, bütün Kürt’ler Becn ve Boxt’un soyundan türemişlerdir. Bilgi Allah indindedir. Emîr Şeref bin Emîr Bedir Cezire Hükümdarı iken, aralarındaki eski köklü düşmanlık yüzünden, Becnewi aşi­ retinin kendisine karşı muhalefet ettiği belirtileri görülmüş­ tü. Bunun üzerine Emîr Şeref intikam için bilenmiş ve Melik Halil’den Mîr Muhammed Becnewî’yi, kendisine karşı görülen kötülüğünden ötürü cezalandırmak üzere göndermesini istemişti. Melik Halil de, Emîr Şerefi mem­ nun kılmak için Mîr Muhammed’i çocuklarından ve adam- larından 15 kişiyle birlikte öldürmüştü. Bu zavalldardan, büyük oğlu Hüseyin Bey’den başka öldürülmekten kurtu­ lan olmamıştı. Hüseyin Bey mallarını, yiyeceklerini, aşiret ve kabilelerden kalanları talan ve ganimet payı olarak bı­ rakıp kaçmaya muvaffak olmuştu. Şimdi ise ağızlarda ve dillerde dolaşan söylentilere göre, Melik Halil yokken Hüseyin Bey’in Kızılbaşlarla anlaşması ve işbirliği yapmasının nedeni, bütün bu geçen olaylardı. Bu nedenle Melik Halil, fırsat çıkınca Hüseyin Bey’le barıştı ve gönlünü almak için kendisine, Bali Köyü’nü verdi. Sözün özü, sonunda zaman Melik Halil’e gülümsedi; özellikle Bccnewî aşiretinin Hasankeyf kalesini kendisine teslim etmesinden sonra şanı yüceldi ve kadri yükseldi. Tam bağımsızlıkla, uğur ve ikballe ülkeyi uzun zaman yönetti. Sonunda ölüm kendisini yakaladı; «memnun etmiş ve mem­ nun edilmiş olarak Rabbine dön»(218) çağrısına uydu; bu fani diyardan ahret diyarına geçerek arkasında dört erkek çocuğu bıraktı: Melik Süleyman, Melik Ali, Melik Mu­ hammed ve Melik Hüseyin. Melik Hüseyin bin Melik Halil: Bu Melik Hüseyin yüksek himmetli, iyiliksever bir gençti. Bu durum Hasankeyf’teki aşiret adamlarını ve bü­ yük aileleri kendisine hayran kıldı ve dikkatlerini üzerine çekti; bu yüzden, henüz erginlik çağma ermek üzereyken kendisini hükümdarlık görevine getirdiler. Şairin dediği gibi: «Hedefi aşka varmak olan kimsenin «Bir nur belirir elbet yüzünde.» Ne var ki, Melik Hüseyin, hükümdarlık tahtını ele geçirir geçirmez hemen iki kardeşi Melik Ali ve Melik Muhammed’i tutukladı. Erzen Nahiyesi’nde bulunan üçün­ cü kardeşi Melik Süleyman ise, Amed Beylerbeyi Hüsrev Paşa’ya kaçarak, babasının Hükümetini almak amacıyla kendisinden yardım istedi. Hüsrev Paşa da hemen Melik Hüseyin’e haber göndererek kendisini iki tutuklu kardeşiy­ le birlikte Amed’deki Osmanlı Divam’na getirtti ve anlaş­ mazlığı çözüme bağlamak için Melik Hüseyin’in öldürül­ mesine emir verdi; Hasankeyf Hükümeti’nin işini de karde­ şi Melik Süleyman’a verdi. Melik Süleyman bin Melik Halil: Din ve dindarlık adamları demişlerdir ki: liderliğe, saltanata ve kamu işlerinin yönetimini almaya layık olan­ lar, bütün durumlarda, «Allah sana nasıl iyilik ettiyse sen de iyilik et»(219) sözünün içeriğine göre hareket edenler, küçük büyük bütün vatandaşların arzularını karşılayanlar ve yüce Allah’ın «akrabalar birbirlerine daha yakındır» sözü uyarınca iş görenlerdir. Çünkü bilindiği gibi, bütün durumlarında ve şartlarında akrabalık bağlarının faizletine tutunan kimse, başkasından üstün olur ve herkes tarafın­ dan sevilir. Şairin dediği gibi: «İki dost gönül birliği ederse, makas gibi «Dünyayı kesebilirler, birbirleriniyse kesmezler.» Bu girişten ve bu girişi burada sermekten maksadımız şunu dememiz içindir: Melik Süleyman, Diyarbekir Vilayeti Beylerbeyi ve Valisi Hüsrev Paşa’mn desteği sayesinde Sultan Süleyman Han’m emirnamesi gereğince Hasankeyf Hükümdarlığı’nı eline aldıktan ve Hükümetinin merkezine döndükten son­ ra iki kardeşi Melik Muhammed ve Melik Ali kendisine karşı çıktılar ve yönetimde kendisiyle çatıştılar. Fakat Me­ lik Ali kendisine karşı direnemedi ve yenilerek Bedlis Hü­ kümdarı Şeref Han’a iltica etti. Ayrıca ülkedeki aşiret ve (219) T ırn ak içindeki sözler a y e tte n alıntıdır. (M .E.B.) kabileler de, Melik Hüseyin’in öldürülmesine öfkelerini gösterdiler, Melik Süleyman’dan nefret ettiler ve kendisine karşı çıkmaya başladılar. Bıı durum, Melik Süleyman’ın, muhaliflerinden korku duymasına yol açtı. Bu yüzden kendisine korku ve vehim egemen oldu ve hemen Amed’e giderek kalenin anahtarlarını Hüsrev Paşa’ya verdi; ken­ di rızasıyla Hasankeyf hükümdarlığından feragat etti ve kendisine herhangi bir eyalet verilmesini istedi. Hüsrev Paşa da, durumunu yüce eşiklere arzetti. Bunun üzerine Sultan Süleyman Han’dan, Hasankeyf Hükümeti yerine Ruha görevinin(220) eyalet yoluyla, 700.000 akça ile birlikte kendisine verilmesine, adı geçen Ruha Vilayeti zeametinin 300.000 akça ile kardeşi Melik Muhammed’e, diğer bir zeametin de 2C0.000 akça karşılığında ikinci kardeşi Me­ lik Ali’ye verilmesine dair bir emirname geldi. Melik Sü­ leyman bir süre Ruha’da yönetim görevinde bulundu. Sonra kendisini ölüm yakaladı ve ruhu yücelerin en yücesine çıktı. Melik Muhammed bin Melik Halil: Kardeşinin ölümünden sonra Ruha Eyaleti kendisin­ den alındı ve Sultan Süleyman Divanı’nca kendisine beylik yoluyla Arabgir sancağı verildi. Bundan sonra sancak yo­ luyla kendisine Bedlis verildi. Orada da karar kılmadı ve birçok görev değiştirdi; sonunda görevlerden nefret eder ve peşinde koşmaz oldu. Kendisiyle Boxtan Hükümdarı Be­ dir Bey arasında dostluk ve sevgi bağları sağlamlaşarak; komşuluk, dostluk ve birlikten doğan eski hukuku pekiş­ tirmek amacıyla, kızını Bedir Bey’in oğlu Mir Muhammed’le evlendirecek dereceye varınca, ömrünün sonlarında Cezire’de inzivaya çekilmeyi tercih etti ve Allah kendisini rahmetine kavuştumncaya kadar orada kaldı; arkasında 11 erkek çocuğu bıraktı: Melik Halef, Melik Sultan Hü- şeyin, Melik Eşref, Melik Ali, Melik Süleyman, Melik H a­ lil, Melik Zahir, Melik Adil, Melik Mahmud, Melik H a­ şan ve Melik Ahmed. Bunlardan Melik H alefi gençliğinin başlangıcında ve ömrünün başlarında ölüm yakaladı ve Melik Hamza denilen bir çocuk bıraktı. Diğer kardeşlerden üçü, yani Melik Süleyman, Melik Zahir ve Melik Haşan da yine ömürlerinin başlarında öldüler. Babalarının sancağım iste­ mek için ortaya çıkan, Melik Sultan Hüseyin oldu. Sul­ tan Selim Han’m(221) Divanından da bu konuda bir emir­ name çıktı. Diğer kardeşleri ise Kürdistan beylerine katıl­ dılar ve onların hizmetine girdiler; hâlâ da Kürdistan’m dört bir yanında gidip gelmektedirler. Melik Sultan Hüseyin bin Melik Mubantmed: Yukarıda geçtiği gibi, bu emir babasının sancağım ele aldıktan sonra, bir süre en iyi şekilde yönetimde buluııdu. Bu görevi birkaç defa değiştirdi ve sonunda yönetimi bıraktı. Kendisi şimdi, 1005 (1597) yılında vakitlerini Kürdistan’da geçirmekte ve babalarının, atalarının bıraktığı vakfın geliriyle geçinmektedir. Yüce Allah’tan umulur ki, başarıyı kendisine arkadaş ve durumunu mutlu kılsın; ken­ disi de böylece günün birinde atalarının mirasına kavuş­ sun. Üçüncü Safha Knrdistan’ın Diğer Beylerinin ve Hükümdarlarının Anılan Hakkındadır Bunlar Uç Gruptur Birinci Grup dokuz bölümdür BİRİNCİ BÖLÜM Çemişkezek Hükümdarlan Hakkındadır O da iiç dal kapsamaktadır. Tarih bilginlerince açıkça bilindiği gibi, Çemişkezek hükümdarlarının soyu, kendi iddialarına göre, Abbasi ha­ lifelerinin çocuklarından olan ve Melkiş denilen bir kişiye varır, Bazı büyüklerin rivayetine göre de, Selçuklu salta­ natının dallarından birinden olan Emir Salik bin Ali bin Kasım, Selçuklu Sultanı Alp Arslan zamanında Erzen-i Rum(222) ve dolaylarının yönetiminde bulunuyordu. Ken­ disiyle Gürcistan hükümdarları arasında köklü bir düş­ manlık vardı ve her zaman savaş oluyordu. Nihayet 556 (1162) yılında iki taraf arasında çarpışmalar oldu ve ken­ disi ile ordusunun ileri gelenleri Gürcüler’in eline esir düş(222) E rz u ru m olsa gerek. (M.E.B.) tüler. Kızkardeşi, Şah Ermen’in*223’ karısı olduğu için, bu Şah Gürcistan’a birçok hediye ve armağan gönderdi vc kendisini serbest bıraktırmaya muvaffak oldu. Kendisin­ den sonra da oğlu Melik Muhammed yönetimi aldı. Bunun ölümünden sonra ise beylik Cakdaş’a*220 geçti. Cakdaş’ın ölümünden sonra beylik tahtına Melik Şah bin Muham­ med çıktı. Melik Şah’m, gönlü bağımsızlığa ve tek başına hüküm sürmeye heves etti. Bu yüzden savaş çıktı ve 598 (1202) yılında Selçuklu Süleyman bin Kılıç Arslan tara­ fından öldürüldü. Erzen-i Rum da, o tarihten beri Rum Selçuklularının*225’ egemenliğine geçti. Bu durumda, Çemişkezek hükümdarlarının bu Melik Şah’m soyundan gelmiş olmaları ve «Melik Şah» sözünün Kürt dilinde «Melkiş» biçiminde değişmiş olması muhte­ meldir. Öte yandan Çemişkezek hükümdarlarının adları da, onların Türklerin çocuklarından ve torunlarından olduk­ larını kanıtlar; çünkü adlarının hiç bir vesileyle Arap ve Kürt adlarıyla ilgisi yoktur; Arap ve Kürt adlarına hiç de benzemez. Soyları ne olursa olsun, rivayet diyor ki: Adı geçen Melkiş’in soyundan gelen Melkiş’in etrafında büyük bir topluluk meydana geldi; şanı yüceldi ve değeri arttı. Sonunda 32 kale ve 16 nahiyeyi istila etti; buralar şimdi fiilen Çemişkezek hükümdarlarının egemenliği altındadır. Bundan ötürü kendisine bağlı olanlar «Melkişî» adıyla adlandırılmışlardır. Üç kısma ayrılan Melkişîler Kürdistan’da büyük ihti­ şamları, hizmetçilerinin, taraftarlarının ve kendilerine bağlı olanların çokluğuyla ün yapmışlardır. Onlardan 1.000 ka­ dar aile İran hükümdarlarına katıldıkları gibi, bir grubu da Şah’m muhafız subayları arasına katıldılar. Bunların (223) Bu, o sıra d a A h lat ve dolaylarındaki T ürkm en hü­ k ü m d arların ın lakabıydı (M.A.A.) (224) B ir n ü sh ad a d a «Cakdaş» yerine «torunundur. (M .A.A). (225) A nadolu Selçukluları (M.E.B.) bir kısmı eyaletlerde bağımsız yönetici oldu. Ülkeleri ise genişlik ve önem bakımından, uzak yakın herkesçe «Kür­ distan» özel adıyla tanındı; öyle ki, berat ve emirnameler­ de ve diğer Sultanlık belgelerinde bu ad geçtiği zaman, yalnız bu önemli vilayet anlaşılır; ayrıca Kürtler arasında «Kürdistan» sözcüğü geçtikçe, bundan yalnız Çemişkezek Vilayeti kastedilir. Melkiş’in, adı geçen 32 kaleyi ve 16 nahiyeyi egemen­ liği altına almasmdan bu yana buralar sıra ve veraset yo­ luyla çocuklarının ve torunlarının yönetimi altında bulun­ maktadır. Bu şehirler ve nahiyeler, Cengiz Han, Timurlenk, oğlu Şahruh Mirza(226) ve Türkmen Kara Yusuf gibi büyük fatihler zamanında bile ellerinden çıkmamışlardır. O vilayette durum Şeyh bin Emîr Yalıman (Belan) zama­ nına kadar bu tarz üzerine sürüp gitti. Bunun zamanında ise İran’da saltanat Bayındırlı Ha­ şan Bey’e(227) geçti. Bu Haşan Bey ise gayretini, Kürdis­ tan beylerinin ve köklü ailelerinin, özellikle bunlardan Karakoyunlu ailesi sultanlarıyla eskiden dostluk kurmuş ve anlaşmış olanların köklerini kazımaya yöneltti. Bu cüm­ leden olarak Çemişkezek hükümdarları aUesini ortadan kaldırma çarelerini aramak peşine düştü ve ünlü Kara­ koyunlu aşireünin kollarının güçlülerinden biri olan Hırbendelu kabilesini, istila için Çemişkezek* Vilayeti’ne saldırttı. Hırbendelu’lular, vilayeti Emîr Şeyh Hasan’dan al­ dılar. Şeyh Haşan yiğit, cesur, asil, son derece alicenap ve cömert bir gençti. Bu nedenler, erginlik çağına vardığında ve erkekliği tekamül ettiğinde, etrafında halkın toplanma­ sına ve halkın kendiline bağlanmasına yardım etti. Ondan sonra, gaspedilmiş hakkını nasıl geri alacağını ve miras kalmış ülkesinden düşmanlarını nasıl kovacağını gece (226) D ah a önce «M irza Ş ahruh» şeklinde geçti. (M .E.B.) (227) U zun H aşa n olsa gerek. (M.E.B.) gündüz düşünmeye başladı. Önce Allah’a tevekkül ederek, sonra da etrafında toplanmış olan ülkenin cesur ve kahra ­ man Kürt’lerine güvenerek, ülkesini gaspedenlere karşı ansızın harekete geçti ve onları ülkeden çıkarttı. Böylece duruma hakim oldu ve adaletle, insafla ülkeyi yönetmeye başladı. Sonra öldü ve günleri sona erdi. Kendisinden sonra yönetime oğlu Sohrab Bey geçti ve bir süre hüküru sürdü. Onun yerine de en doğru yolda olan oğlu Hacı Rüstem Bey geçti. Bunun zamanında, ünlü İran Hükümdarı Şah İsmail’i Safevi ortaya çıktı. Şah İsmail, Kızılbaş beylerinden Nur Ali Halife’yi, Çemişkezek Vilayeti’ni istila etmeye gön­ derdi. Hacı Rüstem Bey ise hemen ülkeyi çatışmasız ve savaşsız olarak Nur Ali Halife’ye teslim etti ve Şah İs­ mail’in Sarayına giderek kendisine itaatini ve boyun eği­ şini sundu. Şahlık tahtına varınca, Şah değerli bir hil’atle kendisini taltif etti ve Çemişkezek Vilayeti yerine Irak’a bağlı bazı kesimlere yönetici tayin etti. Nur Ali Halife ise doğru yoldan saptı ve Çemişkezek Vilâyeti’nin halkını sıkıştırmaya, baskı altına almaya baş­ ladı, aşiret adamlarından ve Melkişî ailelerin çocukların­ dan büyük bir topluluk öldürdü. Bu durum, küçük büyük ülke halkım ayaklanmaya, karışıklık ve döğüş ateşini alev­ lendirmeye itti. Halk her şeyden önce Irak ve Isfahan yö­ resinde bulunan Hacı Rüstem’e haber göndererek gelip ayaklanmanın başına geçmesini istedi. Şah İsmail ise o sı­ rada Irak, Fars ve Azerbaycan ordularıyla birlikte Çaldıran’da Sultan Selim’le savaşmaya gidiyordu. Hacı Rüstem de bu seferde Şah’m maiyetinde bulunuyordu. Çaldıran Savaşı Şah İsmail’in yenilgisiyle ve kaçma­ sıyla sonuçlanınca ve Sultan Selim, istila amacıyla Teb­ riz’e hareket edince, Hacı Rüstem de, Merend’e bağlı Yam denilen yerde Sultan Selim’in üzengisine katılmaya gitti. Türk Sultanı ise hemen aynı gün Hacı Rüstem’in, toru­ nunun ve aşiretinin reislerinden ve liderlerinden olan Melkişîler’den 40 kişinin öldürülmelerini emretti. Halkın dil­ lerinde yaygın şekilde dolaşan söylentilere göre, Sultan’ı bu çirkin davranışa iten neden şuydu: 878 (1474) yılında Rum Hükümdarı Sultan Mehmed Han(228) istila için Kemah Kalesi üzerine yürüyünce ve Ba­ yındırlı Haşan Bey kendisiyle savaşıp fena bir yenilgiye uğrayınca kalenin yöneticisi burayı Sultan Mehmed Han’ın adamlarına teslim etmek istemiş; fakat Hacı Rüstem buna engel olmuş ve burayı uzun zaman elinde tutmuş; sonun­ da Şah İsmail’e vermişti. Bayındırlı Ferhşah Bey bu fırsat­ tan yararlanarak bu meselenin detaylarını Hilafet tahtına arzetti ve şöyle dedi: «Hacı Rüstem Bey kaleyi büyük ata­ nıza teslim etmekte ciddi bir gevşeklik gösterdi; oysa Şah İsmail’in adamlarına mücadelesiz ve çatışmasız olarak teslim etti.» Bu mesele, cebernıt ve intikamcı Sultan’m gönlünde kötü bir etki bıraktı; Hacı Rüstem Bey’i görür görmez, ceza ve intikam olarak derhal öldürülmesini em­ retti. Evet, şair diyor ki: «Padişahlarla ilişkisi olan kimse, bunun cezasını da çekecektir elbet.» Hacı Rüstem Bey’in öldürüldüğü haberi, Irak’ta bu­ lunan oğlu Pir Hüseyin Bey’in kulaklarına varınca, Mısır’­ ın Çerkeş sultanlarının maiyetine girmek için hemen Irak’ı terk ederek Mısır’a hareket etti. Yolda Malatya üzerinden geçerek, o sırada Çerkeş sultanları(22!l) tarafından tayin edil­ miş olan yöneticisi Memay Bey’e, işi konusunda danıştı ve durumu kendisine açıkladı; yüce Allah’ın «işte onlara danış» sözüne uyarak, Mısır Sarayı’na iltica etmek konu­ sundaki kararı hakkında da fikrini sordu. Memay Bey, Fars şairinin dediği gibi, «akıllıların öncüsü ve işlerden ha­ berdar bir yaşlıdır o; ağzından mum gibi su ve ateş fışkı­ rır» bir adam, zamanın tecrübe sahibi kıldığı ve tecrübe(228) F a tih . (M.E.B.) (229) M ısır K ölem en su ltan ları. (M.E.B.) leıin parlattığı tecrübeli adamlardan olduğu için, bu yaşlı adam başını eğerek uzun uzun düşündü; sonra kendisine şu karşılığı verdi: «Al-ı Osman’ın kudreti, azameti ve diğer çağdaş sul­ tanlar üzerindeki üstünlükleri, sürekli olarak artmakta vc devamlı gelişmektedir. Fetihlerinin ünü ve şanlarının yü­ celiğinin yankısı ufuklara yayılmıştır. Oysa Çerkeş sul­ tanlarının durumu, adalet ve insaf yolundan saptıkları için sürekli gerileme ve çökme içindedir; bu yüzden, devletle­ rinin kısa bir süre sonra ortadan kalkması ve ülkelerinin yabancıların eline düşmesi uzak ihtimal değildir. Bu nedenle senin işinde yararlı olan, hemen Rum tarafına ha­ reket etmek ve Sultan Selim’in eşiğine sığınmaktır.» Pir Haşan bin Hacı Rüstem Bey: Bu bey, bu asil ailenin en iyisi ve bellibaşlı adamları­ nın önde gelenidir. Akılı ve tecrübeli yaşlı Memay Bey’le görüştükten sonra, onun kötü niyetten ve sahtekârlıktan uzak öğütüyle hareket etmeye karar verdi. Şaihn dediği gi­ bi: «Garazdan uzak olan öğüt» «Hastalığı gideren acı ilaç gibidir.» P k Haşan, yüce Allah’ın, «azmettiğin zaman Allah’a tevekkül et» sözü uyarınca ciddiyetle kollarım sıvadı ve iyi niyet ve içtenlikle Sultan Selim’in otağına hareket etme­ ye karar verdi. Amasya Şehri’nde yüce eşiklerle müşerref olunca ve ilk defa Sultan’ın gözüne ilişince, Sultan nadir rastlanan cesaretinden, üstün yiğitliğinden, yüreğinin güç­ lülüğünden, gözüpekliğinden hayret etti ve şöyle dedi: «Ben babasını ve oğlunu(23C) Melkişi aşketi reislerinden 40 kişiyle birlikte öldürdüm; buna rağmen korku ve çekinme, kendisini otağıma iltica etmekten alıkoymadı.» Sultan, bu (230) P ir H a sa n 'm oğlu, H ata R tlstem (M .E.B.) B e y in torunu. nedenle şu sağlam beytin muhtevasına göre hareket etmoyc girişti: «Suçlu özür dilediği zaman; «Suçunu bağışlamazsan eğer, suç işlemiş olursun.» Ve kendisini değerli bir hil’atle taltif ederek yüce ilgi­ sinin kapsamı içine aldı ve üzerine bol nimetlerini yağdudı; sonra kendisine, ulu babaları ve ataları zamanındaa beri yürürlükte bulunan usul gereğince Çemişkezek Bey­ liği görevini lütfetti; bu konuda ve, Maraş Beylerbeyi Bı­ yıklı Mehmed Paşa’nın, Pir Hüseyin Bey’le birlikte Çemişkezek’e gidip orayı gaspcden Kızılbaşların elinden ala­ rak kendisine teslim etmekle görevlendirildiği konusunda bir Padişahlık emirnamesi çıktı. Mehmed Paşa bu emre uydu ve Çemişkezeke hareket etti. Fakat Pir Hüseyin Bey işi aceleye getirdi ve adam­ larından, aşiretlerinden ordular ve taraftarlar toplayarak, Mehmed Paşa’nın ordusu henüz yardımına gelmeden, on­ larla birlikte, ülkesini gaspetmiş olanların üzerine yürüdii Takır Yaylağı denilen yerde Nur Ali Halife’yle şiddetli bir savaşa girişti. Kanlı bir çarpışmadan ve şiddetli bir sa­ vaştan sonra, çarpışmalar Kızılbaşların yenilgisiyle ve Kürt kahramanlarının zaferiyle sonuçlandı; Kürtler hemen Nur Ali Halifc’nin başını kestiler. Böylece Pir Hüseyin, cennet vatanı Kızılbaş dikenle­ rinden temizleme işini tamamladı; kendisi ülkenin tek Hü­ kümdarı ve bağımsız Beyi haline geldi; onunla ne kimse çatışıyor, ne de mücadele ediyordu. Tam 30 yıl ülkeyi yönettikten sonra Allah’ın rahmetine kavuştu, arkasında 16 erkek çocuğu bıraktı: Halid Bey, Muhammedi Bey, Rüstem Bey, Yusuf Bey, Pilten Bey, Keykubad Bey, Behlül Bey, Muhsin Bey, Yakub Bey, Ferhşad Bey, Ali Bey, Külay Bey, Keyhüsrev Bey, Keykavus Bey, Perviz Bey ve Yalman(2JI) Bey. (231) B ir n ü sh ad a Süleym an, y ad a Y am an‘dır. (M.A.A.) Esef vericidir ki, bu kardeşler birbirlerine uymadılar ve şu hikmetli beytin muhtevasından gafil oldular: «Bütün devletler ittifaktan doğar.» «Devlctsizlik ise ittifaksızlıktan.» Kısacası hepsi devletin düşmesi konusunda ittifak ettiler ve Kanunî Sultan Süleyman’ın Sarayına giderek onun saygıdeğer kulaklarına şu dileklerini arzettiler: Çemiş­ kezek Kasabası’nm gelirlerinin, buradaki kafirlerden alı­ nan haraçların, vilayetteki hayvanlardan alman vergilerin, Sultan’ın özel emlaki olmaya layık olan birkaç köy ve na­ hiye ile birlikte, özel Sultanlık emlaki arasına alınmasının lütfen kabul edilmesi, ülkenin kalan kısmının iki sancağa ve 14 tımar ve zeamete ayrılması. Bunun üzerine, Çemişkezek Vilayeti’nin, oradaki özel Padişahlık emlaki hariç, onların isteği gereğince, ikf san­ cak ve 14 tımar ve zeamet haline getirilmesi ve bunları Pir Hüseyin Bey’in çocuklarının ve torunlarının, bu hakkı bir yabancıya vermemeleri ve kendilerinin de Osmanlı Devleti’nin toprakları üzerindeki diğer ülkelerde herhan­ gi bir görev almamaları şartıyla, birbirlerinden miras yo­ luyla devralmaları konusunda bir Padişahlık emirnamesi çıktı. BİRİNCİ DAL Mıcıngerd Beyleri Hakkındadır Mıcıngerd Nahiyesi, Sultan Süleyman’ın bir emirna­ mesi gereğince sancaklık yoluyla, Pir Hüseyin Bey’in bü­ yük oğlu Muhammedi Bey’e verildi. Bu bey burayı yalnız bir yıl yönettikten sonra öldü ve hiçbiri yönetimi eline ala­ mayacak olan dört küçük erkek çocuğu bıraktı. Bu yüz­ den Sancağın yönetimi, Sultan Süleyman tarafından kar­ deşi Ferhşad Bey’e verildi. Bunun üzerine bir süre geç­ tikten sonra kendisiyle kardeşleri arasında kıskançlık ve anlaşmazlık akrepleri dolaşmaya başladı; kardeşleri kendi­ sini Sultan’a ihanet etmekle ve devlet mallarını zimmetine geçirmekle suçladılar ve Sultanlık tahtına bu konuda bir rapor sundular. Bunun üzerine hemen öldürülmesi için emir çıktı. Böylecc öldü ve arkasında iki çocuk bıraktı: Hüseyin Bey ve Halil Bey. Bunların birine, Sancağın zea­ metlerinden bir tanesi verilmekle yetinildi ve Sancağın hep­ si, Erzurum Beylerbeyi Arnavut Sinan Paşa’nın kardeşi Kasım Bey’e verildi. Muhammedi Bey’in dört çocuğunu da, kendilerine tımar ve zeametler dağıtarak memnun etti­ ler. Bir süre sonra Pertek Hükümdarı Rüstem Bey Sul­ tan Süleyman nezdinde bu meselede aracılık etti ve ken­ disine bir rapor sunarak şöyle dedi: «Ferhşad Bey, kötü gidişi izlemiş ve Sultanlık emirnamesi gereğince öldürül­ mesini gerektiren işler yapmışsa, bu yerine getirilmiş bir emirdi. Şimdi ise, miras kalmış Sancağın, Padişahlık taah­ hütnamesi gereğince, şimdi olduğu gibi bu aileden olan başkalarına değil, Pir Hüseyin Bey’in oğlu Pilten Bey’e verilmesini dileriz.» Bu dilek yerine getirilerek Mıcıngerd Sancağı Pilten Bey’e verildi. Pilten Bey de, Şirvan seferin­ den dönen Serdar Mustafa Paş.a’dan izin isteyerek Mıcıngerd’e hareket etti. Fakat Tercan’a varır varmaz ruhunu yüce Allah’a teslim etti ve dört erkek çocuğu bıraktı: Ali Bey, Cihangir, Osman Bey ve Kel Ahmed Bey. Mıcıngerd Sancağı Mustafa Paşa’nm aracılığıyla ve Sultan Murad Han’ın*232’ bir emirnamesi gereğince adı geçen büyük oğlu Ali Bey’e verildi. Kardeşleri de zeamet­ ler ve tımarlarla memnun edildiler; onlar da bunlarla yeti­ nip kanaat getirdiler. Bir süre sonra Ali Bey, Rabbinin «ey huzur içindeki can, memnun olmuş ve memnun edil­ miş olarak Rabbine dön» sözündeki çağrısına uyarak Al­ (232) M urad UT. (M.E.B.) lah’ın rahmetine kavuştu ve üç erkek çocuğu bıraktı: Hay­ dar Bey, Allahverdi Bey ve Pilten Bey. Sancak yönetimi Sultan Murad Han’ın Divanından, büyük oğlu Haydar Bey’e verildi; fakat kendisi de, Sancağın işlerine bakamadan öldü. Bunun üzerine Sancak, yürürlükteki usuller gereğince kardeşi Allahverdi Bey’e verildi. Kendisi halen Mıcmgerd’deki görevinde bulunmaktadır. Tarih: 18 Ra­ mazan 1005 (1597), Pazartesi günü. İKİNCİ DAL Pertek Hükümdarları Hakkındadır Daha önce dedik ki: Pir Hüseyin Bey’in ölümünden sonra Çemişkezek Vilayeti iki sancak ve birkaç zeamete taksim edüdi. Bunlardan biri olan Pertek Nahiyesi, Sul­ tan Süleyman Han’ın Divanından çıkan bir emirname ge­ reğince, Pir Hüseyin Bey’in ikinci oğlu Rüstem Bey’e veril­ di. Bu Bey uzun bir zaman ülkeyi yönettikten sonra beka diyarını fanilik diyarına tercih ederek oraya göçetti ve var­ lık safhası üzerinde üç erkek çocuğu bıraktı: Baysungur, Muhammed ve Ali. Babasının hükümetini, onun vasiyetiy­ le Baysungur eline aldı. Baysungur gerçekten akıllı bir adam ve zeki bir ede­ biyatçıdır; son derece politikacı ve zekidir. Hükümet işle­ rini kavramakta ve aşiret işlerini düzene koymakta, ken­ disinin nadir rastlanan zekası kendini gösterdi. Bu durum kendisini, benzeri Kürdistan beyleri ve kıralları arasında bir eşi bulunmayan emsalsiz kıldı. Kendisinin şiir ve ede­ biyatta ince bir karakteri, musiki sanatında da bilgi ve uygulama yönünden büyük bir gücü vardır. Bunlardan başka, cömertlik ve iyilikte, cesaret ve mertlikte de çağının bir tekidir. Kendisi bu güzel hasletlerde Hatem ve Isfendiyar’m İkincisidir. Bunlara ek olarak günah olmayan eğlencelere, süsleme araçlarına ve onun gibi Hükümet adamlarının vazgeçmeyecekleri antika silahlara karşı da özel bir zevki vardır. Kendisi şimdi Pertek’te bağımsız olarak layıkıyla ve hakkıyla yönetim görevinde ve amcalarının oğulları ile Çemişkezek aşiret ve kabilelerinin başkanlığında bulun­ maktadır. Bunların hepsi bütün içtenlik ve bağlılıkla ken­ disine boyun eğmektedir. Yüce Allah’tan umudumuz, ba­ balarının ve atalarının geleneklerini koruması için, onu en büyük devlete ve en büyük hükümete muvaffak etmesidir. ÜÇÜNCÜ DAL Seqeman (Sakanıan) Hükümdarları Konusundadır Daha önce de geçtiği gibi, Pir Hüseyin’in çocukları­ nın Kanunî Sultan Süleyman Han’dan istekleri ve dilek­ leri üzerine Çemişkezek Vilayeti iki sancağa ve 14 zeamete taksim edildi. Bu taksim gereğince Seqeman (Sakaman) Nahiyesi, Çemişkezek Kasabasıyla birlikte Padişahlığın özel emlaki arasına konuldu. Yine daha önce geçtiği gibi, Pir Hüseyin Bey’in, bir anadan doğan ve babalarının vila­ yetinin taksim edilişi sırasında küçük olan üç oğlu Keyhüsrev Bey, Keykavus Bey ve Perviz Bey, o sırada zeamet ve tımarlarla kanaat etmişlerdi, Hükümet ve sancak isteme­ mişlerdi. Erginlik çağma ve iyi ile kötüyü birbirinden ayı­ racak yaşa geldiklerinde, henüz dişleri ve tırnakları çık­ mamış aslan yavruları gibi güçsüz oldukları bir sırada çiğ­ nenmiş haklarını istemek üzere, hep birlikte yüce Asitane'ye gitmek konusunda anlaştılar. Şairin dediği gibi: «Aslan yavrusu gerçi güçsüz ve çaresizdir» «Ama bunun nedeni tırnaklarının ve dişlerinin çık­ mamış olmasıdır.» Hükümdarlık katma varıp, Hilafet makamının vezir­ leri ve yüksek görevlileri aracılığıyla durumlarının gerçek yüzünü arzettiklerinde, Sultan’ın merhamet duygulan ken­ dilerine acıdı ve, Seqeman Nahiyesi’nin Padişahlığın özel emlakinden çıkarılıp sancak haline getirilmesine ve Keyhüsrev Bey’e verilmesine, diğer iki kardeşine de yeni ve zen­ gin zeametler verilmesine ilişkin yüce emirler çıktı. Keyhüsrev Bey uzun zaman duruluk, dayanışma ve güvenlik içinde hüküm sürdü; sonunda Allah’m rahmeti­ ne kavuştu. Şiir: «Hangi ikbal ağacıdır ki başını çarka doğru yük­ seltip «Ecel kasırgası tarafından sonunda kökünden dev­ rilmemiş olsun?» Keyhüsrev Bey üç erkek çocuğu bıraktı: Salih Bey, Kasım Bey ve Ömer Bey. irs ve istihkak gereğince bunla­ rın birincisi babasımn yerine geçti. İkincisi ise bunak, hatta meczuptu ve resmi görevler almaya layık değildi; bu yüzden de dervişliği ve evinde kabuğuna çekilmeyi ter­ cih etti. Üçüncü kardeş olan Ömer Bey de gerçi görünüşte kardeşi Salih Bey’in hükümet etmesine razı oldu; ama içinde ona karşı nefret ve kin, hatta fırsat bulduğunda onu öldürme cüretini gizliyordu. Nitekim günün birinde fiilen bu fırsatı buldu ve öz kardeşine kendisini hemen öldüren şiddetli bir darbe vurdu. Böylece gasıp ve zulüm yoluyla Hükümeti ele geçirdi ve kendini ülkenin başına Bey ilan etti. Bununla da yetinmeyerek daha fazlasına göz dikti ve kardeşi Salih Bey’in özel mal ve mülklerini de ele ge­ çirmek amacıyla, onun dul karısıyla da evlenmek istedi. Sonra bir gün bunu gizlice kadına açtı; hatun da görünüş­ te buna razı oldu ve kabul etti; fakat içinde kendisine kar­ şı kin ve nefreti, ve bu hain deliden kocasının intikamını alma hırsını gizliyordu. Bu yiğit ve cesur kadın, kocasının birkaç sadık ada- mını da sırrından ve kararlaştırdığı büyük işten haberdar etti; onlar da cankulağıyla kendisini dinlediler ve görüşü­ nü uygun buldular. Hepsi, bu adamların silahlanıp zifaf gü­ nü gizlice eve girmelerine, orada Ömer Bey’in gelinle gerdeğe girmek için gelmesini beklemelerine ve gelişi sı­ rasında, komployu uygulamakla görevli bulunanların giz­ lendikleri yerden çıkıp üzerine atılmalarına karar verdiler. Zifaf zamanı gelince planı uygulamakla görevli bulunan­ lar, tespit edilmiş yerde gizlendiler ve mağrur, gafil dama­ dı kolladılar. Derken Ömer Bey gelip Saraya girdi ve H a ­ rem tarafına yöneldi. Tam o sırada adamlar aslanlar gibi üzerine atıldılar ve kendisini paramparça ettiler. Salih Bey o cesur kadından doğan üç erkek çocuğu bırakmıştı. Kadın büyük oğlu Keyhüsrev Bey’i alıp yüce Asitane’ye götürdü ve Sultan Murad Han’ın tahtına sığına­ rak, büyük vezirler ve görevliler aracılığıyla durumunu detaylı olarak arzetti. Bunun üzerine kendisine karşı in­ saflı davranılması, dileğinin yerine getirilerek babanın ma­ kamının oğluna verilmesi konusunda yüce emirler çıktı. Kendisi de dileği yerine getirilmiş olarak şehrine döndü. Şimdi, 1005 (1597) yılı olan bu tarihte Keyhüsrev Bey kimseyle çatışmaksızın ve ortaksız olarak Seqeman (Sakaman) Hükümeti’ni yönetmektedir. Pir Hüseyin Bey’in diğer çocuklarının durumunu da, olduğu gibi ve kısaca aşağıdaki satırlarda anlatacağız: 1 — Yusuf Bey bin Pir Hüseyin Bey: Miras, kalmış vilayetin taksimi sırasında 70.000 akça tutarında bir zea­ met elde etti. Erkek çocuğu bırakmadan ölmesinden sonra zeameti Muhammedi Bey’in oğulları olan Mustafa Bey, Zülfikar Bey ve Sohrab bin(233) Elkas’a taksim edildi. 2 =— Muhsin Bey bin Pir Hüseyin Bey: Bu da miras kalmış vilayetten 70.000 akça tutarında bir zeamet elde etti, öldüğü zaman zeameti beş çocuğu arasında kolayca ve geniş geniş taksim edildi: İbrahim, Cafer, Şeyh Haşan, Murad Bey ve Vaybe Sultan. 3 — Yakub Bey bin Pir. Hüseyin Bey: Kendisine 40.000 akçalık bir zeamet verildi. Ölümünden sonra zea­ meti üç çocuğu arasında bölüşüldü: Ferh, Dündar ve Babıir Bey. 4 — Keykubad Bey bin Pir Hüseyin: Kendisi 50.000 akça tutarında bir zeamet aldı. Fakat yaradılışın­ daki aşırı tehevvür ve gurur yüzünden bunu kabul etmeyi reddetti; ailesini ve vatanını terkederek Yemen’e gitti. Orada devlete büyük hizmetleri görüldü. Bu da, kendisini, miras kalmış Hükümetini almak umuduyla yüce Asitane’ye gitmeye itti. Fakat orada ecel kendisini yakaladı ve Allah’ın rahmetine kavuşarak dört erkek çocuğu bıraktı: Hüseyin Bey, Mesih Bey, Zahidi Bey ve İslam Bey. 5 — Keykavus bin Pir Hüseyin Bey: Bu Beyi az bir zeamete razı etmişlerdi; ölümünden sonra da bu zeamet oğlu Mansur Bey’e verildi. 6 — Perviz Bey bin Hüseyin Bey: Zeameti oğlu Haydar Bey’e geçti. 7 — Behlül Bey bin Pir Hüseyin Bey: Zeameti 40.000 akçaydı. Ölümünden sonra da oğlu Muhammedi Bey’e verildi. Bunun ölümünden sonra da zeamet oğullan Elvend, Oruç ve Ahmed Bey arasında taksim edildi. 8 — Gulabî Bey bin Pir Hüseyin Bey: Zeameti 40.000 akçaydı. Serdar Mustafa Paşa’nm Şirvan bölgesi üzerine yürüdüğünde, Osmanlı ordusuyla Kızılbaşlar ara­ sında meydana gelen Çıldır çarpışmasında, kendisi de bazı Kürt beyleri ve ileri gelenleriyle birlikte şehit oldu. Bunun üzerine zeameti oğlu Muhammed Bey’e verildi. Bunun ölü­ münden sonra da torunu Ali Han Bey’e verildi. 9 — Yalman Bey bin Pir Hüseyin Bey: 20.000 akçalık zeamete razı oldu. Allah kendisine uzun bir ömür nimeti verdi. Bu satırların yazddığı 1005 (1597) yılına kadar izzet ve şerefle zeametini yönetmektedir. İKİNCİ BÖLÜM Mırdasi Hükümdarları Hakkındadır Rivayet edenler hikâye ediyorlar ve haberleri nak­ ledenler anlatıyorlar ki; Mırdasî hükümdarlarının soyu, Peygamber’in -selam üzerinde olsun- amcası Abbas Efen­ dimize -Allah ondan razı olsun- ulaşır. Bunların ilki Pir Mansur bin Seyyid Hüseyin El-ATac(234) adıyla bilinirdi. Kendisi dindar, abit, sofu ve günahlardan sakınan bir adamdı; zaman zaman hallere düşerdi. Şimdi çocukları­ nın ellerinde bulunan soy şeceresi gereğince, 15’inci gö­ bekte efendimiz Ali bin Abdullah bin Abbas’a -Allah hepsinden razı olsun- ulaşırlar. Bu Pir Mansur başlangıçta günlerini Hakkari Vilayeti’nde geçirirdi. Sonra orayı terkederek Eğil tarafına gitti ve Eğil Kalesi yakınlarındaki Piran(235> Köyü’ne yerleş­ ti; orada kendine bir mabet kurarak ibadet, Allah’a bağlı­ lık, riyazet, o yörelerin halkını dinin kurallarına ve Yaradıcı’ya bağlılığa yapışmaya yöneltmek için bu mabede kapandı. Etrafında halktan ve ileri gelenlerden meydana gelen mürit ve taraftarlardan büyük bir halk toplandı. Allah’ın rahmetine kavuşunca, şeyhlikte ve doğru yolu gösterme seccadesi026* üzerinde oturmakta yerine oğ­ lu Pir Musa geçti. Pir Musa, o köyde büyük bir tekke yaptırdı. Bu tekkeye müritlerden ve taraftarlardan büyük bir halk yöneldi. Pir Musa’nın ünü, o yörelerde Mırdasî ve diğer Kürt aşiretleri ve kabileleri arasında da yayıldı. (234) A ’rac, topal dem ektir. (M.E.B.) (235) D iy arb a k ır'a bağlı Dicle ilçesi. (M .E.B.) (236) H a lk a doğru yoiu g österm e m akam ı, şeyhlik postu. (M .E.B.) Heri gelenler ve sıradan olanlar aynı şekilde Pir Musa’ya son derece tutkun oldular. Pir Musa’nın ölümünden sonra yerine Pir Bedir geç­ ti. Onun zamanında ailenin şöhreti ile Mırdasî aşiretinin ona bağlılığı şanın zirvesine ve şerefin doruğuna ulaştı. Bu nedenle Pir Bedir, bu manevi ruhanî saltanatına maddi saltanatı da katmayı aklından geçirdi; gönlü bağımsızlığa ve tek başına egemen olmaya heves etti. Bunun üzerine taraftarlarıyla birlikte Eğil üzerine ciddi bir saldırı yaptı ve sonunda burayı istila etti. Bu Eğil, eğik bir kemer üzerine kurulmuş sağlam bir kaledir; ve o kadar yüksektir ki, ona bakan herkese kor­ ku ve vehim hakim olur. Halkın ağzında ve dilinde dola­ şan söylentiye göre, Allah’ın evliyalarından biri oradan ge­ çerken o kemere işaret edip türkçe olarak «eğil» demiş; bunun üzerine kemer Allah’ın izniyle eğilmiş ve eğik bir durum almıştır. Bilgi Allah indindedir. Bu kalede ve bu vilayette oturan aşiret ise, Kilaboğulları’nın(237) önderi olan Mırdas bin îdris bin Nusayr bin Nasr bin Cemil’e izafeten «Mırdasî» diye adlandırılır. Mırdasîler eskiden, o sırada Mısır’ın tsmaili halife ve sultan­ larının egemenliği altında bulunan Haleb dolaylarında otu­ rurlardı. Sonra Mısır beyleri ile komutanları arasında an­ laşmazlık çıktı; bu yüzden devletlerinin temelleri sarsıldı ve o yörelerde oturanların durumu darmadağın oldu. Son­ ra Salih bin Mırdas bin Idris, o tarafın kalesini ele geçilip kendine merkez haline getirmeyi düşündü. Arkasından kaleye saldırıp bir süre kuşatma altında tuttu; sonunda kalede oturanların durumu kuşatmanın baskısı altında bo­ zulunca kaleyi ele geçirdi. Bu olayın haberi Mısır’daki Ismaili halifesi El-Zahir bin El-Hakim’e ulaşınca, bu müs­ tevliyi yakalamak için adam gönderdi. Yakalanan Salih bin Mırdas oğluyla birlikte 420 (1030) yılında öldürüldü. (237) B ir A ra p kabilesi, (M.E.B.) Bunun üzerine ailesi ve aşiretleri vatanlarını terketmek ve Eğil tarafına gidip oraya yerleşmek zorunda kaldılar. O tarihten beri bu insanlar bu vilayette oturuyorlar. Kısacası, yukarıda anlatıldığı gibi, Pir Bedir Mırdasî aşiretinin adamlarının desteğiyle Eğil kalesini ele geçir­ dikten sonra, ruhani irşatla yetinmiş olan babalarının ve atalarının tersine, ülkenin yönetimini de eline aldı. Sonra vakti gelip de Selçuklu sultanlarının biri ülkesine göz di­ kince başıboş bir şekilde kaçmak zorunda kaldı. Bu olayı detaylı bir şekilde aşağıdaki satırlarda anlatacağız. BİRİNCİ DAL «Buldukanî» Lakabıyla Anılan Eğil Hükümdarları Hakkındadır Güvenilir kimselerden defalarca dinledim ki, bu hükümdarların «Buldukanî» adıyla adlandırılmalarının se­ bebi şudur: Pir Bedir Selçuklular’ın elinden kurtulup da kaçmaya muvaffak olunca Meyyafarqîn (Meyyafarkîn)e gitti ve bu şehrin Hükümdarı Emir Hüsameddin’in egemenlik alanı­ na sığındı; Selçuklu Sultanı Alp Arslan’ın komutanı Emir Artukun Meyyafarqîn Kalesi’ni istila edişi sırasındaki çar­ pışmada şehit oluncaya kadar da orada gizlenerek yaşadı. Bu Emîr Artuk, Sultan tarafından Mardin ve Amed Valiliği’ne getirilmişti ve çocuklarının nüfuzu Haleb ve Bağdad’a kadar genişlemişti. Bundan ötürü tarihçiler onları Selçuklu İmparatorluğumun dallarına mensup sultanlar arasına koymuşlardır. Onlardan gelen sultanların sayısı ye­ didir; bunların sonuncusu Melik Nasıraddin diye adlandı­ rılan Sultandı. Bunu, Bayındırlı Haşan Bey, Akkoyunla Devleti’nin ilk döneminde öldürdü ve onun ölümüyle Artuklu Devleti de son buldu. Sözün kısası, bu Emîr, Meyyafarqîn Kalesi’ni kuşat­ ma emri aldı; bu emri uygulamaya girişerek, savunucular üzerine kuşatmayı daralttı. Bu sırada Emîr Artuk’un as­ kerlerinin oklarından biri, kalenin Hükümdarı Emîr Hüsameddin’e isabet etti ve kendisini öldürdü. Bu, halkın ve kuşatma altındakilerin bileklerini çözdü; aralarında zaaf ve gevşeklik yayıldı; savunmayı sürdürmek ve direnmede sebat göstermek konusunda çabaları kalmadı. Bunun üze­ rine Emîr Artuk bir gece fırsattan yararlanarak her taraf­ tan kaleye saldırdı ve zorla kaleye girdi. Arkasından o yö­ redeki halkın ve kaleyi savunanların boyunlarım kılıçtan geçirdi; onlardan kimseyi bırakmadı. îşte Pir Bedir de bu çarpışmada ve son derece iğrenç olan bu katliamda şehit oldu. Böylece Eğil hükümdarlarından hayatta .kimse kal­ madı. Yalnız şehit Pir Bedir’in karısı o sırada hamileydi. Bütün umutlar buna bağlandı ve Mırdasîler’in gözleri, do­ ğacak çocuğun cinsiyetine döndü. Mırdasî aşiretinin ileri gelenleri ve başları bu hamile hanımın evine gelip doğum haberlerini soruyorlar ve şöyle diyorlardı: «Allah bize na­ sıl bir çocuk lütfetti; oğlan mı, kız mı?» Günün birinde yine her zamanki gibi evin önünde toplanmışlardı. O sıra­ da evden bir adam çıktı ve kendilerine türkçe olarak ve daha önce aralarında tesbit etmiş oldukları parolayla şöy­ le dedi: «Çok şükür Hûda’ya, istediğimizi bulduk.»(238). Bu­ nun üzerine bu asil çocuğun adı «Emîr Bulduk», daha sonra Eğil hükümdarlarının adı ve lakabı da «Buldukanî» oldu. Şair demiştir ki: «Rum akıllılarından nakledilmiştir ki: «Kanaatkar bir kadın hamile oldu bir gün «Ve çaresiz kaldı hamile kaldığı günden sonra (238) T ırn ak İçindeki sözler k ita p ta aynen tü rk ç e o la ra k y azılm ıştır. (M.E.B.) «Kocasından vc yurdundan yoksun olarak. «Derken kırlara gitti üzgün bir halde. «Çocuk için üzülür, canı acırdı hamilelikten. «Can çekişirken doğum yaptığında «Çocuğu için üzüldü, ona bakacak kimse yok diye «Bilmiyordu ki onu inayetiyle koruyacak Allah «Ve başıboş bırakmayacaktır onu «Sonunda ona hazineler bahşetti «Ve mutlulardan kıldı kendisini.» Üzüntü vericidir ki, anne, çocuğunu doğurduktan hemen sonra öldü. Fakat aşiretin ileri gelenleri ve ülkenin liderleri, uzun zaman temenni ettikleri ve gece gündüz doğ­ masını bekledikleri bu inci gibi yddıza bakmak uğrunda üstün bir ilgi ve büyük bir gayret sarfettiler. Çocuk er­ ginlik çağma gelince, isteyerek ve gönül rızasıyla kendisi­ ni başlarına Bey tayin ettiler. Böylece Emîr Bulduk ba­ basının yerine Beylik makamına geçti; güzel bir gidiş içi­ ne girdi ve uzun zaman adaletle ve insafla hüküm sürdü. Sonra Allah’ın rahmetine kavuşunca yerine büyük oğlu geçti. Emîr İbrahim: Bu Bey, babasının ölümünden sonra onun yerine geçti; fakat devri uzun sürmedi; çünkü kısa bir süre sonra Allah’ın rahmetine kavuştu vc hükümdarlığı oğlu Muhammed’e bıraktı. Emir Mnhammed: Babasından sonra yönetimi eline aldı; fakat onun da günleri uzun sürmedi ve tespit edilmiş eceliyle öldü; üç erkek çocuğu bıraktı: 1 — Babasından sonra Eğil’de yönetimi eline alan Emîr İsa. 2 — Babasının sağlığında Bağın Kalesi ve dolayla­ rının Valisi ve Muhafızı olan Emîr Timurtaş. Palo hü­ kümdarları bu Emîr’in soyundandır. Bunların durumları detaylı olarak İkinci Dalda anlatılacaktır. 3 — Babasının sağlığında Berdenc kalesinin ve Çermok nahiyesinin Valisi olan Emir Hüseyin. Çermok hükümdarları bu Emîrin soyundandır. Bazı büyüklerin ri­ vayetine göre ise, Emîr Hüseyin, Emîr Muhammed’in oğlu değil, amca oğullarındandır; fakat Emîr Muhammed’­ in hükümdarlığı günlerinde kendisine Çermok Hükümeti’nin ve Berdenc Kalcsi'nin yönetimi verilmişti. Ne olursa olsun, biz şanlı Padişah Allah’ın izniyle Emîr Hüseyin’in ve çocuklarının durumlarını Üçüncü Dal­ da anlatacağız. Emîr İsa bin Emîr Muhammed: Babasından sonra yönetime geçti ve Eğil’in bağımsız Hükümdarı oldu. Akrabaları ve kardeşleriyle iyi geçindi; meseleleri azim ve siyasetle ele alıp çözümledi; ölünceye kadar halk ve askerler arasında adalet ve iyilik bayrağını dalgalandırdı. Devletşah Bey bin Emîr İsa: Bu Emîr, babasının vasiyeti gereğince ve mırdasî aşiretinin desteğiyle Eğil hükümdarlığı görevini eline aldı. Bir süre ülkeyi adalet ve insafla yönettikten sonra Allah'ın rahmetine kavuştu ve yerine oğlu geçti. Emîr İ;a: Babasının ölümünden sonra Eğil hükümdarlığını eli­ ne aldı, halk arasında adalet bayrağını dalgalandırdı ve ülke onun zamanında büyük ölçüde ilerledi. İki erkek ço­ cuğu bırakarak öldü: tsfendiyar ve Şah Muhammed. Şah Muhammed bin Emîr İsa: Bu Emîr babasının yerine geçti ve bu görevi layıkıyla, yetenekle yerine getirdi. Fakat bu fani dünyayı çabuk terketti ve beş erkek çocuğu bıraktı: Kasım Bey, İsa Bey, Mansur Bey, Isfahan Bey ve Emîran Bey. Kasım Bey bin Şah Muhammed Bey: Cesarette, bilimde, edebiyatta, güzel ahlakta ve iyi karakterde tekti; güzel yönetimde, halkı idare etmekte ve gönüllerini kazanmakta bir bayraktı; Kürdistan hüküm­ darları arasında onun bir benzeri yoktu. Akkoyunlu hü­ kümdarlarının saltanatı zamanında şanı yüceldi ve değeri arttı. O kadar ki, Akkoyunlular kendisini komutan ve ço­ cuklarından birine mürebbi olarak tayin ettiler. Bu yüzden halk arasında «Lala Kasım» diye tanındı. Meşhur olaylardan biri şudur: Şah îsmail-i Safevi 913 (1508) yılında Diyarbekir’i istila ettiği zaman bu La­ la Kasım kendisine bağlılığını sunmadı ve asla boyun eğ­ medi; tersine ona karşı son derece muhalefet etti. Bu yüz­ den Han Muhammed Ustaclu büyük bir orduyla üzerine yürüdü ve Eğil Kalesi’ni kendisinden alarak, Kızılbaşlarm komutanlarından biri olan Mansur Bey’e verdi. Eğil Ka­ lesi yedi yıl onların yönetiminde ve tagallübünde kaldı. Sonra Lala Kasım, Çaldıran Savaşı’ndan sonra Sultan Selim Han’ın yardmıı ve desteğiyle Eğil’i geri aldı ve mi­ ras kalmış görevine döndü. Bir rivayete göre, bu Lala Kasım, Amed Kalesi’ni Karahan zamanında ilginç bir hile ile Kızılbaşlardan ala­ rak Beylerbeyi Mehmed Paşa’ya verdi; böylece OsmanlI­ lar zamanında günden güne şanı yüceldi ve değeri arttı. Sonra erkek çocuk bırakmayarak Allah’ın rahmetine ka­ vuştu; bu yüzden Hükümetinin yönetimi kendi vasiyeti gereğince kardeşinin oğlu Murad Bey’e geçti. Murad Bey bin tsa Bey: Sultan Süleyman’ın Divanı, Eğil Hükümeti’nin yö­ netimini, amcasmm vasiyeti gereğince yeğeni Murad Bey’e verdi. Murad Bey son derece dindar, günahlardan sakınan, adaletli, hayırsever, mütevazi, yumuşak huylu, küçük büyük herkesi memnun eden, ileri gelenleri ve sıra­ dan olanları, yakın ve uzak kimseleri idare eden bir H ü­ kümdardı. Amcası Kasım Bey’in mezarının yakınında bü­ yük bir imaret kurdu; onun yanında da bir han ve bir de konak yaptırdı. Orada, gelen gidenlere her gün yemek ve­ rirdi. Bu hayır imareti, Amed Şehri’nden yalnız bir gün­ lük mesafede bulunmakta ve «Han-ı Şerbatin» diye bilin­ mektedir. Murad Bey, parlak yönetiminin üzerinden birkaç yıl geçtikten sonra iki çocuk bırakarak öldü: Ali Han ve Ka­ sım Bey. Bu iki kardeş peşpeşe Eğil Hükümdarlığına geçti­ ler. Ne var ki, günleri gül ve çiçeklerin günleri gibi fazla sürmedi ve gençliklerinin ilk çağında öldüler. Kasım Bey iki çocuk bıraktı: Cafer Bey ve Gazanfer Bey. Cafer Bey bin Kasım Bey: Sultan Selim Han Il.’nin çıkardığı ferman gereğince, küçük yaşta Eğil Hükümdarlığı görevine getirilerek taltif edildi. Şimdi, içinde bulunduğumuz 1005 (1597) yılında hükümdarlığının üzerinden 25 yıl geçmiş bulunmaktadır ve o zamandan beri büyük bir yetenekle o ülkeyi yönet­ mektedir. İKİNCİ DAL Palo Hükümdarları Hakkındadır Eğil konusunda anlattığımız gibi Palo hükümdarları­ nın soyu, Emîr Timurtaş bin Emîr Muhammed bin Emîr İbrahim bin Emîr Bulduk’a ulaşmaktadır. Emîr Timurtaş: Bu Emîr cömertlik ve iyilikle nitelendirilir, cesaret ve alicenaplıkla tanınırdı ve emsali arasında yiğitlik ve olgunlukla ün yapmıştı; isabetli fikirlere ve sağlam tedbir­ lere sahipti. Sözün kısası, kendisi son derece adaletli, in­ saflı ve herkes için iyilik isteyen bir kimseydi. Babası ta­ rafından işlerin yönetimi eline bırakıldığı günden öldüğü güne kadar süren bütün yönetimi günlerinde iyi bir gidiş izledi, ölünce bir tek çocuk bıraktı. Mir Hamza Bey: Kavmin liderlerinin ve aşiret ileri gelenlerinin tasvibi ve muvafakatiyle yönetimde babasınm yerine geçti. Kendi­ si de dört erkek çocuğu bırakarak öldü: Hüseyin, Yağmur, Ali ve Rüstem. Hüseyin Bey bin Mîr Hamza: Liyakat ve yetenekle babasından hükümdarlığı miras aldı. Akkoyunlu Devleti’nin çökmesine yolaçan tarihi in­ kılaplar ve kanlı olaylar onun zamanında meydana geldi ve bütün Diyarbekir Vilayeti’ne keşmekeş hakim oldu. Hü­ seyin Bey bu fırsattan yararlanarak Ergani Kalesi’nin üze­ rine yürüdü ve burayı Türkmenlerin elinden almak istedi. Fakat ecel kendisine olanak vermedi ve hükümdarlığın, saltanatın meyvelerini koparmadân kendisine ölüm şer­ betini içirdi; çünkü o çarpışmada öldürüldü. Çocuk bırak­ madığı için de yönetim kardeşinin oğlu Cimşid Bey’e geç­ ti. Cimşld bin Rüstem: Anlatılır ki, Cimşid Bey, başlangıçta ve amcası he­ nüz sağken Pazukî Halid Bey’in hizmetindeydi. Bir gün Halid Bey’le birlikte avlanmakta iken, Halid Bey’in bir av kuşu uçarak havada göklere doğru yükselmiştir; o ka­ dar ki, herkes bu kuşun dönmesinden umudunu kesmiştir. Onlar bu durumdayken birdenbire kuş alçalmış ve ansızın Cimşid Bey’in başına konmuştur. Bunun üzerine Halid Bey ve yanındaki ileri gelenler bu olayı güzel bir taüh saymışlar ve şöyle demişlerdir: «Bu adam yakında biiyük bir devlet elde edecek ve dünya kendisine yüz çevirecek­ tir.» Bunun üzerinden birkaç gün geçmiştir ki, bu fal ger­ çekleşmiştir. Şairin dediği gibi: «Kökü oyun olan her fal «Üzerinde yıldız geçtiğinde mutlaka doğru çıkar.» Daha önce de anlatıldığı gibi, amcası öldü ve Palo yönetimi ona geçti. Cimşid Bey gerçekten meselelerde tecrübeli, yönetim­ de ve işleri çekip çevirmede yetenekli, iyi bir tedbire ve si­ yasete sahipti. Sultan Selim Han’ın tahtına bağlılık ve itaat­ lerini bildiren ve İran’ın Kızılbaş hükümdarlarına karşı Osmanlılar’m yanında yeralan Kürdistan beyleri ve hü­ kümdarları arasında kendisi de bulunduğu için, Sultan kendisine, miras kalmış ülkesi olan Palo Vilayeti’ni geri alması için değerli yardımlarda bulundu. Palo’nun Kızılbaşlar tarafından tayin edilen o zamanki yöneticisi ise Türkmen Arabşah adında birisiydi. Cimşid Bey bu gö­ revi en iyi şekilde yerine getirdi ve özel kuvvetleriyle bu topluluğa karşı defalarca savaştı; sonunda ülkesini gaspetmiş olanları geri püskürtmeye ve vilayeti ele geçirmeye muvaffak oldu. Garip durumlardan biri şuydu: Cimşid Bey’in adam­ larından bir genç, Türkmen askerlerinin bir kılıç darbe­ siyle başından yaralandı ve bu darbe kafatasının yansını götürdü, beyni açıkta kalarak göründü. Bunun üzerine cer­ rahlar bir kuru kafatasının bir parçasını, uçmuş kemiğin yerine koyup diktiler ve yara birkaç gün sonra iyileşti; adam bundan sonra birkaç yıl daha yaşadı. Bir rivayete gö­ re, hatta bundan sonra birkaç çocuk da bıraktı. Gerçi bu hikayeyi anlatmanın yeri burası değildir; ama, fırsat bul­ dukça garip ve acayip şeyleri anlatmak da, bu bilimin*239* üstatlarının adetlerindendir. Sözün özü, Cimşid Bey Palo Vilayet’inde yönetimin dizginlerini ele geçirdi ve nadir rastlanan bir yeterlilik, tam bir yetenekle işe başladı. Güzel tedbirleri ve akıllı si­ yasetiyle Osmanlı Devleti’nin yöneticilerini memnun etti, güvenlerini kazandı ve beklenmedik olaylarda, dar gün­ lerde kendisine güvenmelerini sağladı. Bu cümleden ola­ rak Gazi Sultan Süleyman Han İran’ı istila ve fethetmek amacıyla Kürdistan’dan geçtiği zaman, danışmak ve me­ selelerdeki tecrübesinden aydınlanmak için, Kürdistan hükümdarları ve beyleri arasından Cimşid Bey’i seçti. Cim­ şid Bey, şu iki farsça beytin kapsamına girenlerdendi: «Senin iyi kabul ettiğin kimsedir iyi olan «Çünkü aklın kalbi ve aklın gözüsün sen a Sedef gibi sessizsin, ama nüktelerle dolu «Sedefin dışı kemik gerçi, ama içi inci dolu.» Sultan’a verdiği fikirler hep Sultan’ın hayranlığım ve yüce takdirini kazanırdı; Sultan İran’a saldırdığında bu fikirlerle birçok yer aldı. Cimşid Bey gerçekten büyük bir servete, keskin bir zekaya, nadir rastlanan bir görüşe sahipti. Siyasette ve ze­ kada bir benzeri daha yoktu. Her yıl satmak için Haleb’e, özel sürülerinden, her biri üç yaşında olan 3.000 teke gönderirdi. Bu kadar da keçi gönderirdi ve her keçinin başmda at ve katır nallarından bir nal asılıydı; öyle ki, bu nallar toplandığı zaman, ağırlığı 40 deve yükünün ağır­ lığına yakın olurdu. Her yıl 10.000 kadar kuzu elde ederdi. Tarım hayvanlarından ve sığırlarından olan diğer hayvan­ ları da bunlara kıyas et. Sözün kısası, Kürdistan’da o çağda, hizmetçilerin çok­ luğunda ve ihtişamda, bol para ve geniş servette onunla boy ölçüşecek kimse yoktu. Palo’da kale ve medrese gibi birçok hayır yapıları kurdu; uzun mesafelerden kaleye ve kasabaya sular getirdi. Sonra Demirkapu denilen yerde ge- niş bir kervansaray yaptırdı; birçok gidip gelen yolcular ve kervanlar yaz kış buraya sığınırlardı. Cimşid Bey uzun bir ömür yaşadı ve günleri uzaya­ rak yüz yılı aştı ve tabiî haddine vardı. Bu yüz yılın 60 yılım Palo’da bağımsız olarak hükümdarlıkta ve sultan­ lıkta geçirdi. Bununla da yetinmeyerek fazla olarak Gazi Sultan Süleyman’dan, vilayete olan mülkiyetinin teyidi, kendisinden sonra da kuşaktan kuşağa ve göbekten gö­ beğe çocuklarının bu vilayet üzerinde mülkiyet sahibi ol­ dukları konusunda bir de emirname elde etti. Emirname aynca, bu emirnamenin muhtevasına ve hükümlerine aykı­ rı hareket edenleri lanetlemekteydi. Sağlığında hükümdar­ lığa oğlu Hüseyin Han Bey’i(2‘l0) getirdi ve sıkıntı, meşak­ kat diyarından, sükunet ve rahat diyarına göçetti. Denildi­ ği gibi: «Her birkaç günde bir bu iki kapılı saray aBir başka sahibin evi haline gelir «Eski yaygılarla döşenmiş bu kilise, kervansaraydır sadece «Akıllı adam bağlamaz gönlünü kervansaraya «Bu vefasız dünyanın adetidir hep: «Önce bal verir, arkasından da zehir.» Cimşid, Bey beş erkek çocuğu bıraktı: Hüseyin Han Bey, Haşan Bey, Hamza, Timurtaş ve Devletşah. Bunlar­ dan Hüseyin Han Bey ve Haşan Bey, daha sonra anlatıla­ cağı gibi, hükümdarlık ve beylik makamına geçtiler. Üçün­ cü oğlu Hamza Bey’in durumuna gelince, başlangıçta ken­ disine Osmanlı Sultanlığı Sarayı’nda 40.000 akçalık zea­ metle birlikte bir görev verildi. Sonra büyük günahlar iş­ lediği için, babası kendisinden el çekti ve nesebini kaldır­ dı. Bu Hamza Bey, Rüstem Bey denilen bir çocuk bırak(240) B u rad a «H üseyin H an», İki yazm a n ü sh ad a d a «H ü­ seyin Can»dır. (M.A.A.) tı. Rüstem Bey’e daha sonra Serdar Mustafa Paşa aracı­ lığıyla, Şirvan Vilayeti’nin muhafazasında Vezir Osman Paşa’mn maiyetinde olması şartıyla Palo hükümdarlığı gö­ revi verildi. Sonra Eres Han’la yapılan Şemahi çarpış­ masında Kızılbaşlar tarafından öldürüldü. Cimşid Bey’in dördüncü oğlu Timurtaş ise babasının sağlığında, Diyarbekir’e bağlı Xerbud (Harbud)(M1) Sancağı’nı yönetiyordu. Bu Timurtaş ahret diyarına intikal etti­ ğinde iki oğlu vardı: Allahverdi ve Asıl. Cimşid Bey’in üçüncü oğlu Devletşah Bey ise babası­ nın sağlığında 40.000 akça tutarında bir zeametle Sultanın müteferrikalık görevinde bulunuyordu. Sonra Allah’ın rah­ metine kavuştu ve iki çocuk bıraktı: Yusuf ve Ahmed. Hüseyin Han Bey bin Cimşid Bey: Daha önce de geçtiği gibi, babası sağlığında hükü­ metini kendisine vermişti. Babasının ölümünden sonra Sultan Süleyman Han’ın Divanından, hükümdarlığının onaylandığı konusunda bir Sultanlık emirnamesi çıktı. Pa­ lo Eyaleti’nin bağımsız hükümdarı oldu ve uzak yakın herkese «yalnız ben varım, benden başka kimse yoktur» sesini duyurdu. Fakat bunu, duruma hakim olarak ve ada­ letli bir şekilde yaptı; ve bu iki niteliğiyle, eyalet halkın­ dan, reayadan küçük büyük, zengin fakir herkesi mem­ nun etti. Bu adaletinin ve halka olan sevgisinin ünü ufuk­ lara yayıldı. Cömertlik ve iyilikte babasına uydu ve güzel hasletlere sahip olmakta, bütün Kürdistan’da, hatta Irak ve Hicaz’da da bir tek bayrak haline geldi. Böylece parlak devri ve mutlu günleri uzun zaman sürdü. Sonra tabii ece­ liyle öldü ve Mahmud adında bir tek çocuk bıraktı. Fakat bu çocuk hükümdarlık yapmaya muktedir olmadığı için, eyaletteki aşiret reisleri, işin başındaki yöneticiler, kardeşi Haşan Bey’in yönetime geçmesini tercih ettiler. Haşan Bey bin Cimşid Bey: Bu Bey, kardeşi Hüseyin Han Bey’in ölümünden son­ ra, Sultan Murad Han’m Divanından çıkarılan Sultanlık emirnamesi gereğince ve aşiretteki liderlerin ve yöneticile­ rin oybirliğiyle Palo Hükümdarbğı görevine geçti. Üç yıla ulaşan hükümdarlığının günleri adalet ve insafla, halk ta­ bakalarının ve reaya sınıflarının memnunluğunun kazanıl­ masıyla geçti. 987 (1580) yılı girince Serdar Mustafa Paşa’mn Şirvan seferinden ve savaşlarından dönüşü sırasın­ da, iki çocuk bırakarak öldü: Süleyman Bey ve Muzaffer Bey. Süleyman Bey bin Haşan Bey: Serdar Mustafa Paşa Süleyman Bey’e, babasının ölü­ münden sonra Palo Hükümdarlığı görevini verdi. Fakat Vezir-i Azam Mehmed Paşa’mny42) yardımı ve işaretiyle, bu görevin, birkaç şartla Yusuf Bey bin Devletşah bin Cimşid Bey’e verilmesi konusunda Sultan Murad’ın Diva­ nından bir Sultanlık emirnamesi çıktı. Bu durum, bu Hü­ kümeti tek başına elde etmek isteyen Süleyman Bey’le Yu­ suf Bey arasında çarpışma çıkmasına ve birkaç yıl kan dö­ külmesine yolaçtı. Fakat halk hep Süleyman Bey’in yanın­ daydı ve Yusuf Bey’e eyalet işlerine karışma olanağım as­ la vermediler. Oysa Yusuf Bey son derece akıllı, zeki, bil­ gili, terbiyeli bir gençti; cesaret ve yiğitlikte Rüstem, cö­ mertlik ve iyilikte ise Hatem gibiydi. Ne var ki zaman, şairin dediği gibi, acayipliklerin babasıdır: «Cahil kişiye verir felek muratların dizginini «Sen ise bilgi ve fazilet sahibisin; budur tek güna­ hın.» Nihayet Yusuf Bey, bütün güzel niteliklerden yoksun olan seviyesiz kimseler nezdinde hükümdarlık peşinde koş­ maktan ve şerefsiz, erdemsiz, münafık, zalim kimselerle birlikte kalmaktan yorgun düştükten sonra, boşa harca­ nan itibarına yanarak ve üzülerek bu fani dünyayı terket­ ti; beka ve istikrar diyarına göç etti. Kendisinden sonra hükümdarlık görevini, kendisine kabul ettirilmiş olan aynı şartlarla kardeşi Ahmed Bey’c verdiler. Ahmed Bey de günlerini, hükümeti ele geçirmek için Süleyman Bey’le çatışma ve düşmanlık içinde geçirdi ve bu durum, tarafları destekleyen o vilayetteki aşiret adanı­ rından birçok kimsenin ölümüne yolaçtı. Ahmed Bey’in, değerli özlemi uğrunda harcadığı bütün çabalar ve gay­ retler faydasız gitti; talih hiçbir zaman kendisini mutlu kılmadı ve kendisine yar olmadı. Sonunda 1.001 (1593) yılında, Sultan’ın isteğine ve kendisine gösterdiği ilgiye uyarak yüce Asitane’ye gidip oraya yerleşmek zorunda kaldı. Orada vebaya yakalanarak Allah’ın rahmetine ka­ vuştu. Palo Hükümeti de Süleyman Bey’in elinde kaldı. ÜÇÜNCÜ DAL Çermok Beyleri Hakkındadır Daha önce de anlattığımız gibi, Emîr Muhammed Bağın Kalesi’ni oğlu Emîr Timurtaş’a, Berdenc Kalesi’ni de Emîr Hüseyin’e vermişti. Emîr Hüseyin, bir rivayete göre, Emîr Muhammed’in amca oğullarındandı, bir riva­ yete göre de oğluydu. İster amca oğullarından, ister oğlu olmuş olsun, Emîr Hüseyin bir süre adı geçen kaleyi koru­ du ve sonra bir çocuk bırakarak öldü. Emîr Seyfeddin: Bu Emîr, babasının ölümünden sonra yerine geçti; güzel bir yönetim kurdu ve hükümdarlık görevini yerine getirdi. Sonra Allah'ın rahmetine kavuşunca, yerine oğlu Şah Yusuf geçti. Şah Yusuf: Babasının ölümünden sonra hükümdarlık görevinde bulundu; iyi hükümet etti, büyük bir yetenek ve liyakatle yönetimde bulundu, ölünce de yerine oğlu Welat (Velat)(Z43) Bey geçti. VVelat Bey: Bu Bey babasının yerine geçti ve en iyi şekilde yö­ netim görevinde bulundu. Kendisinden sonra da Şah Ali Bey geçti. Şah Ali Bey: Aşiret ve kabilelerin başına geçti, ölünce de bu önem­ li iş Isfcndiyar Bey’e intikal etti. Isfendiyar Bey’den sonra da yönetifn Bayındır Bey’e geçti; onun yerini de Muhammed Bey aldı. Muhammet! Bey: Muhammed Bey hükümdarlık görevini ele alınca, Çermok yöresini Kızılbaşlar’ın elinden kurtardı ve orayı da, babalarının ve atalarının yaptıkları gibi kendi yöneti­ mi altına aldı. Sonra Sultan Selim Han’dan, Diyarbekir’i fethetmesi sırasında, bu kesim üzerindeki mülkiyeti ko­ nusunda bir de Sultanlık emirnamesi elde etti. Bu emirna­ me Sultan Süleyman Han’ın verdiği bir emirnameyle de teyit edildi. O tarihten beri Çermok kesimi, miras kalmış eyaletlerine bağlı bulunmaktadır. Fakat o taraftaki Hıris­ tiyanların haracı, Diyarbekir’deki Mal Divam’na aittir ve bu haracı her yıl Arped Hâzinesine teslim etmektedirler. Yönetim ve Hükümet hâlâ Muhammed Bey’in elinde bu­ lunmaktadır. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Son zamanlarda «Hazzo Hükümdarları» Diye Tanman Sason Hükümdarları Hakkındadır Tarihin inceliklerine vakıf olan ve edebiyat sanatı ile konuşma üsluplarını bilenler rivayet ederler ki; Sason (243) «W elat» kürtçed e «vatan» dem ektir. (M .E.B.) hükümdarlarının soyu Kisra hükümdarlarına*244’ ulaşır. Bıı konudaki doğru rivayet ise şudur ki, onlar Bedlis hüküm­ darlarının amca oğullarıdır. Aslında bunlar, İzzcddin ve Diyaeddin adında iki kardeşti. Ermenistan bölgesinin mer­ kezi Ahlat’tan Bedlis şehrine geldiler ve Sason şehrini Tavit adındaki bir Gürcü adamdan aldılar; buranın yö­ netimini İzzeddin eline aldı. Bu özetin detayları Bedlis hükümdarları konusunda anlatılacaktır. Kürtler «İzzeddin» sözcüğünü kendi özel lehçeleriyle «Azzin» şeklinde telaffuz ettikleri için, bu yörenin hüküm­ darları «Azzanî» lakabıyla ün yaptılar. Sason Kalesi’nin istilası sırasında, Rojkan*245’ aşiretinden birçok kimseler o tarafa yerleştiler. Buranın eski kavmi dört kabileden iba­ rettir: Şeroyî (Şiroyi), Babusî, Susanı ve Tımoqî (Tımoki). Bu hükümdarlar Erzen Nahiycsi’ni de miras kalmış mülk­ lerine katmaya muvaffak oldukları için, Hasankeyf aşiret­ lerinden olup oralarda oturan Haldi, Dermıxarî (Dirmığari) ve Azizan gibi birkaç kabileyi de ilhak etmeye muvaf­ fak oldular. Sason hükümdarları, Kürdistan hükümdarları arasın­ da cesaretleri, cömertlikleri, kahramanlıkları ve alicenap­ lıklarıyla ün yapmışlardır. Onlar savaş ve döğüş meydan­ larında, tehlikelere ve çarpışmalara atılmakta daima em­ sallerinden üstün olmuşlardır. Ayrıca ulu kıratlarla ve büyük sultanlarla da geçinme ve siyaset yollarım izlemiş­ lerdir. Bundan ötürüdür ki, peşpeşe Kürdistan’ı egemen­ likleri altına alan Akkoyunlu, Kızılbaş (Safeviler) ve Os­ manlI gibi devletlerin saldırıları sırasında, onlar bu akıllı siyasetlerine ve makul geçinme ağacımn dallarına bağlı kalarak, ülkelerini vilayetlerine yapılacak saldırıdan kur(244) İ ra n ’d ak i S asani h ü k ü m d arları. (M.E.B.) (245) B a şk a bölüm lerde çoğunlukla «Rozkan» şeklinde g e­ çer. (M Ü .B .) tarmasmı bilmişlerdir. Hatta bu devletlerin güvenini ve sev­ gisini bile kazanmışlardır. Bu hükümdarlardan halk arasında adı meşhur olan vc ünü yayılan hükümdar, Mir Ebu Bekir’di. Kendisi iki uya­ nık çocuk bıraktı: Hıdır Bey ve Ali Bey. Hıdır Bey bin Mir Ebu Bekir: Babasının ölümünden sonra onun yerine geçti. Bu­ nun üzerinden uzun bir zaman geçmeden, kaçınılmaz ka­ der kendisini buldu ve ahret diyarına göç etti; çocuğu ol­ madığı için büyük makamını da kardeşine bıraktı. Ali Bey bin Mir Ebu Bekir: Kardeşinin ölümünden sonra aşiret ve kabile reisleri­ nin tasvibi ve oybirliğiyle yönetime geçti. Fakat sefahatte aşırı gitti ve oğlanlarla düşüp kalkmaya ve güzel sesli kız­ larla vakit geçirmeğe daldı; eğlenceye, oyuna ve sazlara kendini alabildiğine kaptırdı. İran’da Şah Ismail-i Safevi’ □in yıldızı parlayıp şöhreti ufuklara yayılıncaya kadar du­ rumu böyle devam etti. Sonra Kürdistan’m beyleri ve hü­ kümdarları Şah’ın sarayına koştular. Fakat adı geçen Şah, bu beylerin tutuklanmasını ve miras kalmış vilayetlerinin kendi ülkesine katılmasını emretti. Bu Ali Bey’in tutumu ise, Şah ile geçinme ve siyaset yapmak oldu. Yumuşak huy­ lu olduğu ve zevke, eğlenceye eğilimli bulunduğu için Şah’m büyük takdirini kazandı. Bu yüzden Şah’ın özel ne­ dimlerinden oldu ve gece gündüz kendisiyle birlikte otu­ ranlardan biri durumuna geldi. Ali Bey ayrıca Bedlis Hükümdarı Şeref Bey’le ken­ disi arasındaki dostluk bağlarını da gülçendirmeye çalıştı; kızkardeşini kendisiyle evlendirdi ve kendisine karşı, çocu­ ğun babasına karşı takındığı tutumu takındı. Bu durum, aralarındaki dostluk ve içten sevgiyi kökleştirdi. Sonra Ali Bey normal eceliyle öldü ve üç erkek çocu­ ğu bıraktı: Muhammed Bey, Hıdır Bey ve Şah Veli Bey. Hıdır Bey bin Ali Bey: Ali Bey, oğlu Ebu Bekir Muhammed Bey’le birlikte Şah İsmail’in Sarayında bulunurken Tebriz’de ölünce, aşi­ ret reisleri ve kabile ileri gelenleri, öteki oğlu Hıdır Bey’i yönetime getirdiler. Oysa Şah İsmail, Sason Beyliği gö­ revini Muhammed Bey’e vermiş ve bu konuda bir de emir­ name çıkarmıştı. İki kardeş arasında cereyan eden olayları daha sonra anlatacağız. Üçüncü kardeş Şah Ali Bey ise babasının zamanında ve gençliğinin baharında Allah’ın rahmetine kavuşarak, hâlâ yaşamakta olan Mir Ziyadin adında bir çocuk bırak­ tı. Muhammed Bey bin Ali Bey Sasonî: Babasının ölümünden sonra kardeşi Hıdır Bey aşiret reislerinin tasvibiyle yönetime geçince, Muhammed Bey adamlarından bir grupla birlikte Sultan Selim’in otağına iltica etmek zorunda kaldı. O şuada Sultan Mısır’ı fet­ hetmek ve Çerkeş’lerin elinden almak için oraya hareket etmişti. Çerkeş’lerle yapılan çarpışmalarda başan ve zafer Sultan Selim’in oldu. Muhammed Bey de bu çarpış­ malarda çeşitli cesaret ve kahramanlık örnekleri gösterdi. Kendini tehlikelere atar ve safları yarardı. Sonunda, Çer­ keş’lerin yenildikleri ve nihaî olarak silindikleri gün ağır şekilde yaralandı, iki gün ölüler arasında kaldı ve baygın durumda bulundu. Devlet ileri gelenleri ve vezirleri duru­ munu Sultan’a arzettiler. Bunun üzerine, Otağın tabipleri ve cerrahları tarafından ve Sultan’m kesesi hesabına he­ men tedavi edilmesi konusunda emir verildi. Vezirler ken­ disiyle ilgilendiler; sonra da Sultan’a sunmaları ve karşı­ lanmasına çalışmaları için, isteklerini bildirmesini söyledi­ ler. O da Sason Eyaleti’nin kendisine verilmesini ve Sason hükümdarları ile Hasankeyf hükümdarları arasında sürek­ li olarak çatışma kaynağı olagelmiş Erzen Nahiyesi’nin de bu eyalete katılmasını istedi. Dileklerinin yerine geti­ rilmesi konusunda derhal ferman çıktı. Hıdır Bey ise bu durum karşısında kendi rızasıyla hükümdarlıktan feragat etti ve Hazzo Vilayeti’ndeki gö­ revlerden biriyle yetindi. Orada bir süre kaldıktan sonra dört çocuk bırakarak öldü: Sultan Mahmud, Ahmed, Yakub ve Muhammed. Sultan Mahmud normal eceliyle öldü. Yakub Bey ise, ordusu Tiflis’e bağlı Kilisa-i Muhran adlı yerde Kızılbaş ordusunun ve Gürcü Semaun’un(246) önün­ de yenilgiye uğrayan Amed Beylerbeyi Mehmed Paşa’nın 992 (1584) yılında Gürcistan seferinden dönüşü sırasın­ da Tumanis geçidinde öldürüldü. Diğer iki kardeş Ahmed Bey ile Mahmud Bey’in durumları ise bundan sonra anlatı­ lacak olan meselelerde detaylı olarak açıklanacaktır. Sözün kısası, Muhammed Bey hiç kimseyle çatışma­ dan Sason’un tek hakimi oldu. Fakat Hasankeyf Hüküm­ darı, Halil Bey, Erzen Kalesi’ni kendisine teslim etmekte gevşek davrandı; üstelik orayı kendi adamlarıyle ve mü­ himmatla donattı ve yeniden restore ettikten sonra koru­ masını daha da sıkılaştırdı. Sonunda Muhammed Bey, Bedlis Hükümdarı Şeref Han’ın ve Cezire Hükümdarı Şah Ali Bey’in desteğiyle Arzen Kalesi üzerine yürüdü ve bu­ rayı yıkarak Melik Halil’in adamlarından almaya muvaf­ fak oldu. Muhammed Bey 17 yıl hüküm sürdükten sonra öldü ve altı erkek çocuğu bıraktı: Süleyman Bey, Bahaddin Bey, Saruhan Bey, Han Budak Bey, Hüseyin Bey ve Ali Bey. ilk üç oğlu kendisinden sonra sırayla peşpeşe yönetime geçtiler. Hüseyin Bey, Haşan Bey denilen bir çocuk bı­ raktı. Haşan Bey, amcası Saruhan Bey’in, babasının öldü­ rülmesinden sonra onun yerine geçen oğlu Muhammed Bey’le çatıştı ve aralarındaki düşmanlık kılıçların çekil(246) Bu sözcüğün Gürcüce olması m uhtem eldir; bir çeşit a sk eri b irlik anlam ına geldiği san ılm ak tad ır. (M.E.B.) meşine yolaçtı. Fakat Serdar Ferhad Paşa yardım elini Muhammed Bey’e uzattı ve Haşan Bey’i üç çocuğuyla birlikte tutukladı. Bunların hepsi Muhammed Bey’e tes­ lim edildiler; o da hepsinin öldürülmesini emretti. Budak Bey’in bıraktığı Murad Bey ise Gürcistan Savaşı’nda kayboldu ve bugüne kadar izine raslanmadı. Yal­ nız şimdi iki oğlu vardır: Bahaddin ve Budak. Muhammed Bey’in altıncı oğlu Ali Bey ise babasının sağlığında ço­ cuk bırakmadan ölmüştü. Süleyman Bey bin Muhammed Bey bin Ali Bey: Bu Bey, babasının ölümünden sonra, Sultan Süley­ man’ın, 927 (1521) yılında çıkardığı bir emirname gere­ ğince Sason Beyliği görevine getirildi. Erzen Nahiyesi ise zeamet yoluyla kardeşi Bahaddin’e verildi. Bu Süleyman Bey yumuşak huylu, iyi hasletlere sa­ hip, yüksek himmetli, ağırbaşlı, cesur, cömert ve ali­ cenaplıkla donatılmış bir Beydi. Sultan Süleyman Bağdad ve Bedlis’i fethettikten sonra Kigandur geçidinden geçip, büyük ordularıyla birlikte heybetli karargahını Erzen ova­ sında kurunca, o azametin, o ceberrut ve debdebenin dehşetinden yer ve gök titrediği halde; Süleyman Bey ye­ rinden hiç kıpırdamadı ve ağırbaşlılığını, cesaretini koru­ du; Sason’dan ayrılmayarak, gereken erzak ve yiyeceği Sultan Süleyman’ın otağına oradan gönderdi; fakat otağa gitmekle kendini yükümlü saymadı. Hatta, Bedlis’in, hak­ kı çiğnenmiş Hükümdarı Şcmseddin Bey’in de, Sultan’m isteği gereğince Malatya’ya gitmesine engel oldu. Bu Emîr aşın derecede zevk ve sefa düşkünüydü ve sefahate dalmıştı. İçki içmekten, müzik ve onun hazin makamlarım, seslerini dinlemekten gece gündüz ayrıl­ mazdı. Sonra kızamık hastalığına yakalanarak erkek çocuk bırakmadan Allah’ın rahmetine ve mağfiretine kavuştu. Şair demiştir ki: «Nereye gitti onun tası ve de kasesi? «Ne oldu onun akibeti ve de macerası? «Ebedi hayatı görememiştir hiç kimse «Alemlerin Tanrısına ebediyet çünkii.» Bahaddin Bey bin Muhammcd Bey bin Ali Bey: Kardeşi Süleyman Bey’in ölümünden sonra, Sultan Süleyman Han’ın emirnamesi gereğince Sason hükümdar lığı görevi kendisine verildi. Bu Emîrin hükümdarlığı dö­ neminde, fermanlarda ve emirnamelerde, Hükümetin adı ve diğer lakaplar hükümdarların «Hazzo hükümdarları» ni­ teliğiyle birlikte yazılmaya başlandı. Bahaddin Bey’in üzerinde tasavvuf belirtileri ve ilahi cezbenin alametleri galebe çalıyordu. Kürdistan hüküm­ darları arasında cesaret ve cömertlikte bir benzeri yoktu. Sultan’ın büyük hizmetlerinde bulunurken, nice harika iş­ leri görülmüştür. Kardeşi Süleyman Bey’in hükümdarlığı döneminde, Erzen Nahiyesi’nin zeametinden bir şey alma­ nın imkanı yoktu. Onun yerine, Hazzo Eyaleti’nin diğer yerlerinin gelirlerinden 103.000 Osmanlı akçası ödenirdi. Bu durum kendisini, ailesini ve vatanım terkedip 15 yıl süreyle Sultan'ın yanında kalmaya itti. Bu süreyi İstan­ bul’da ve Edirne'de Sultan’la birlikte avlanarak geçirdi. Sultan Süleyman Han kendisini a Deli Bahaddin» diye ad­ landırmıştı. Fakat kendisini her zaman şefkatinin kapsamı içine alırdı. Kendisine mirliva rütbesini verdi ve onu Siverek,247) Sancağıyla öteki Osmanlı sancaklarına mutasar­ rıf tayin etti. Cömertliği ise son derece fazlaydı. O kadar ki, kendi­ (247) B a şk a b ir n ü sh a d a « S ürek»tir kİ o d a h a doğrudur. Ç ünkü o, o radaki K ü rt'le rin te laffu zu n a u y gundur; an lam ı d a «kırm ızıcık»tır. Çünkü to p ra k la rın ın reng i k a ra y a çalan kırm ızıdır. Bu, R u h a ile A m ed a ra sın ­ d a bulunan bir şehirdir. îslâm iy etin ilk ve o r ta dö­ nem lerinde «Sıwcdî» (sıvidi) diye adlandırılırdı. (M.A. A ) sine bir karınca getirene bir fil verirdi; kendisine bir kedi getirene bir deve verirdi. Bu yüzden her yönden gelen istis­ marcılardan ve açgözlülerden başına büyük bir kalabalık toplanmıştı ve bunlar kapısında itişip kakışırlardı. O da bunlara, 60.000 yada 70.000 altın fılori dolaylarında b u ­ lunan Hazzo Vilayeti’nin bütün gelirini harcardı. Bundan fazla olarak da 20.000 fılori borç alırdı. Buna rağmen bu yaptığından son derece mutlu ve sevinçliydi. Öldüğü za­ man varislerinin üzerinde 30.000 fılori tutarında bir borç bıraktı ve bu borçlanmanın nedeni de anlaşılamadı. Beş erkek çocuğu bıraktı. Fakat bunlar hem yoksul­ luklarından, hem de yönetim için öznel yeteneklere sahip olmadıklarından hükümdarlığa geçemediler. Bu yüzden Hazzo Hükümeti, oğlu Süleyman Bey’in eline alması için bir süre açık ve askıda kaldı. Sonunda bu görevi kardeşi Saruhan Bey eline aldı. Bahaddin Bey’in hükümdarlık sü­ resi 30 yılı aşmıştı. Bu çocukları da hiçbir erkek çocuğu bırakmadılar. Saruhan Bey bin Muhammed Bey: Bu Bey Bahaddin Bey’in hükümdarlığı sırasında va­ tanı olan Hazzo’yu terk etmiş ve sıkıntıdan, fikir ve du­ rumunun perişanlığından ötürü ağlanacak bir halde, gün­ lerini gurbet diyarında geçirirdi. Sultanlık Divanı bazen kendisine Bargırî, Keşan, Şervvan (Şirvan), Muş ve Sive­ rek sancakları görevini verirdi; bazen de görevlerden çeki­ lerek ülkelerde başıboş dolaşırdı. Bu şekilde 18 yıl ge­ çirdi. Bahaddin Bey’in ölüm haberini duyunca İstanbul’a koşarak Sultan Selim Il.’nin sarayından, Hazzo Hükümeti’nin kendisine verilmesini istedi. Saruhan Bey’in talihi iyi gitti ki, adaletli, iyi tedbirli, eski ailelerden yana çıkıp başlarına gelen kötülükleri bertaraf eden Mehmed Paşa o sırada Sadrazam bulunurdu. Kendisi, güvenilir insanların ağzından defalarca, Bahaddin Bey’in sağlığında her zaman şöyle dediğini işittiklerini duymuştu: «Oğullarım beylik ve hükümdarlık işlerini yönetmeye hiç layık değillerdir.» Bunun için Paşa, merhum oğlu Diyarbekir Beylerbeyi Ha­ şan Paşa’nın,(i,8) bu görevi Bahaddin Bey’in büyük oğlu Süleyman Bey’e vermesini babasından istemesine rağmen, Hazzo Hükümdarlığı görevini Saruhan Bey’e verdi. Böylece büyük Paşa, Saruhan Bey’in, Sultanm güvenini ka­ zanmasını ve onun Hüsrevce himayesinin kapsamına, gir­ mesini sağladı. Saruhan Bey Hazzo’ya gitti ve oranın ileri gelenleri ve eşrafıyla bağdaşarak adalet ve insanla ülkeyi yönetmeye başladı. Sürekli afyon kullandığı için, yönetiminin üze­ rinden birkaç yıl geçtikten sonra, kendisinde müzmin ve ağır hastalıkların belirtileri görüldü. Bu sırada Osmanlı ordusu Serdar Mustafa Paşa’nın komutası altında Gürcis­ tan ve Şirvan’ı ferhetmekle görevlendirilmişti. Serdar, Sa­ ruhan Bey’i İslam ordusunun öncü kuvvetlerinin başma getirdi. Bu öncü kuvvetler Diyarbekir ve Kürdistan ordu­ larından kuruluydu ve Gürcistan’a bağlı Çıldır’da karar­ gah kurmuştu. O sırada ansızın Kızılbaş’lardan bir toplu­ luk göründü ve Saruhan Bey’e saldırdı. Saruhan Bey bu kanlı çarpışmada öldü; oğlu Muhammed Bey ise güçlükle ve mucize kabilinden kurtuldu. Taziye görevini yerine ge­ tirdikten ve kendine biat aldıktan sonra, babasının yerine yönetime geçti, öteki oğlu Ali Bey ise, erginlik çağma ermek üzere bulunan bir genç iken öldü. Muhammed Bey bin Saruhan Bey: Bu emir, 986 (1579) yılında babasının öldürülmesin­ den sonra, kendisine ordunun nöbetini bekleme ve koru­ masını sağlama, karargahta güvenlik ve disiplin görevleri­ ni veren Serdar Mustafa Paşa’mn desteği ve yardımıyla, 18 yaşındayken hükümdarlık görevine getirildi. Bu genç Bey, aslında iyi hasletlere sahip, alnı açık, şükranla karşılanan işler ve şanlı davranışlarda bulunan bir kimseydi. Ataları­ nın geleneklerinin tersine yemek, içmek ve giyinişte Rum*249* adamlarının yoluna uydu. Yaşlılığında okuma yazma öğrenmeye heves etti; farsça öğrendi; «Şikeste» ya­ zısını*250* yazmayı çok iyi kavradı ve bununla ün yaptı. Ün­ lü hattatların yazılarını ve parçalarını, kağıtları aynı biçim­ de makaslayarak, son derece güzel ve ilginç bir sanatla taklit ederdi. Böylece birçok bilim ve sanat alanında söz sahibi oldu. Giyiniş, yemek vc içmek sanatlarında Rumları da geçti. Allah’ın kutsal evine gidip hac yapmaya ve Peygamber’in -selam üzerine olsun- kabrini ziyaret etmeye karar verdi ve 1001 (1593) yılında Hicaz’a hareket etti. Dağ­ ları ve düzlükleri aşarak, köylerden, büyük köylerden ve diğer şehirlerden geçerek Mekke-i Mükerreme’ye vardı ve Kabe-i Muazzama’yı ziyaret etti; o Kabe ki, «ne ticaretin, ne de satışın Allah’ı anmaktan oyalayamayacağı adam­ larsın gideceği yerdir. «Yüzünü Mcscid-i Haram’m*251* bir tarafına çevir» ihramını*252* giyerek, «ona*253* giren gü­ venlikte olursun arasına girdi. «Allah için, Kabe’ye gidip hac etmek, insanlar -oraya yolculuk edebilenler- üzerinde­ dir» başlangıcını, «hac ödevlerinizi tamamladığınızda Al­ lah’ı anınız» sonucuna bağladı ve küçük büyük herkesi içi­ ne alan «hepsi bize döneceklerdir» denizine daldı. İşte büyük üstünlük budur.*254* Ne var ki, jccndisi hükümet işlerinde ve emirlerinin (249) (250) (251) (252) 135 N o Jı n o ta bakınız. A rap yazısının b ir çeşidi. (M.E.B.) K abe'nin içinde bulunduğu cam i. (M.E.B.) H ac sırasın d a giyilen iki p arç alık dikişsiz peştem al. (M .E.B.) (253) K abe'ye. (M .E.B.) (254) Bu p a r a g ra fta tırn a k içindeki sözler ayetlerd en alın ­ m ıştır. (M.E.B.) uygulanmasında gevşek davranır; saltanat ve başkanlık ka­ nunlarını uygulamakta yumuşak hareket ederdi. Hazzo Vilayeti’nde işlerin dizginini ve meseleleri karara bağlayıp çözümleme işini Şemseddin bin Feridun Ağa’nın eline bı­ rakmıştı. Şemseddin de yetkileri yalnız kendi elinde tuttu ve tek başına hüküm sürmeye başladı; o kadar ki Emîr bile, onun izni olmaksızın bir tek dinar dahi harcaya­ mazdı ve onun muvafakatini almadan kimseyle ilişki ku­ ramazdı. Amca oğullarından, aşiretinin ve kavminin adam­ larından, Şemseddin’le çatışmayı akimdan geçirmiş olanla­ rın hepsini vilayetinden çıkarıp kovdu; hatta öldürmeye çalıştı. Amca oğullarından Haşan Han ile oğlu Han Gazan’ı öldürünce Haşan Han’ın kızını ve Han Gazan’ın karısı olan kendi kızkardeşini hemen Şemseddin’le evlen­ dirdi. Gurur ve deliliği o dereceye vardı ki, büyük hüküm­ darlara meydan okumaya başladı ve Cezire’ye bir askeri saldırı yaparak, Cezire Hükümdarı Emîr Şerefi görevin­ den uzaklaştırmak, onun yerine kardeşi Mîr Muhammed Bcy'i başa geçirmek istedi. Böylece Rojkan, Zırkan ve SüIcymaniyan aşiretleri gibi komşularıyla sürekli düşmanlık ve mücadele içindeydi; nihayet 1004 (1596) yılında öldii ve çocuk bırakmadı. İktidar dönemi 18 yıla ulaşmıştı. Ahmed Bey bin Hıdır Bey ile Kardeşi Muhamıned Bey: Muhammed Bey bin Saruhan Bey öldüğünde, bu aüenin sağlam bir rüknü ve büyük bir bileği durumunda olan Kethüda Şemseddin, Ahmed Bey’i hemen Hazzo Hükümeti’nin başına getirdi. Bütün aşiret adamları ve kabile liderle­ ri de bu emre boyun eğdiler; fakat hepsi, Diyarbekir Bey­ lerbeyi aracılığıyla Hilafet Makamı’na işin gerçeğini arzetmeye içtenlikle sözbirliği yaptılar. Muhammed Bey bin Saruhan Bey’in öldüğü ve Ah­ med Bey bin Hıdır Bey Hükümeti’nin kurulduğu haberi. o sırada Siirt’te oturan ve, Muhammed Bey bin Saruhan Bey’in iş başına geçtiği ve Şemseddin’in de kendisine tegallüp ettiği günden beri Hazzo Vilayetini terkederek Boxtan (Bohtan) Vilayetine gitmiş olan ve Boxtan bey­ lerinin yanma katılıp orada oturmakta bulunan kardeşi Muhammed Bey’e ulaşınca; Muhammed Bey bin Hıdır Bey, Şah Murad, Hüseyin Ağa Susanî ve Behram Ağa gi­ bi liderlerle birlikte, iki yıldan beri Şemseddin’in baskısın­ dan ve ağır zulmünden kaçarak Hazzo’yu terk etmiş bulu­ nan Murad Han’ın oğlu Bahaddin Bey’le, hemen Hazzo’ya birlikte gitmek konusunda ittifak kurdu. Bunlar da va­ kitlerini Şerwan (Şirvan) ve Bedlis’te geçirirlerdi. Bunun üzerine Şemseddin bunların ittifakından korku duymaya başladı ve Ahmed Bey’i, kardeşi Muhammed Bey’i öldür­ mesi için hareket geçirdi. Fakat Muhammed Bey, Şem­ seddin’in kendisine karşı hazırladığı hileyi ve oyunu anladı; «dönüş daha iyidir» sözüne uyarak Susan liderleriyle bir­ likte kurtuluşu Sason Kalesi’ne kaçmakta buldu. Sason’un ileri gelenleri ve reisleri, Şemseddin’in yaptığı çirkin işle­ ri biliyorlardı ve bunu şiddetle yeriyorlardı. Bunun için bu gelenlerin gelişi gönüllerde bir heves­ le karşılaştı. Onlan büyük bir ilgiyle karşıladılar ve kaleye aldılar. Kale de gerçekten son derece sağlam ve yüksekti; üzerinden kuşun uçması dahi güçtü ve rüzgar bile yüksek doruklarının arasına girmekten aciz kalırdı. Bu meselele­ rin haberleri yalnız kalmış o Şemseddin’in kulağına ulaşın­ ca öfkesi şiddetlendi ve daha da öfkelendi. Arkasından derhal Ahmed Bey’i hükümdarlıktan azledip yakaladı, eline ve ayaklarına demir vurarak kendisini hapishanenin derinliklerine attı. Sonra onun yerine Bahaddin Bey’i ta­ yin etti. Boxtan, Şerwan ve Zırkan aşiretlerinden, süvari ve piyadelerden kurulu birkaç bin kişilik bir ordu topla­ yarak, Muhammed Bey ve taraftarlarını yakalamak için derhal Sason Kalesi’nin üzerine yürüdü; hızla oraya var- dı ve kalenin batısında karargah kurarak çarpışmaya, sa­ vaşmaya başladı. Bunun üzerine Muhammed Bey ve kale halkı huzursuzluğa düştüler; canlarından endişe etmeye baş­ ladılar. Muhammed Bey 14 Şaban 1004 (1596) tarihinde kendi tarafından Bedlis Hükümdarı’na bir elçi göndere­ rek yardım istedi. Hükümdar, istediğini olumlu karşılaya­ rak Rojkan aşiretinden süvari ve piyade birkaç bin kişilik bir kuvveti yardımına gönderdi. Şemseddin bu yardımın gelmekte olduğu haberini duyunca eli böğründe kaldı ve kurtuluşu, gece yansı, Hazzo Kalesi’ne doğru kaçmakta buldu. Fakat Muhammed Bey, yanında bulunan Alaeddin Ağa Bılbasî ve Elvend Ağa Qewalisî (Kavalisi) gibi Rojkan aşiretinin liderleri, Modkan ve Zeydaniyan aşiret­ leriyle birlikte sağ salim kaçmasına fırsat vermediler ve kendisini kovaladılar. Şemseddin Hazzo Kalesi’ne vannca -zaten hain adam korkaktır-, taraftarları ve kendisine bağlı olanlar çevresinden dağıldılar. Bunun üzerine yanına ailesini ve çocuklarını alarak, Emîr Şah Muhammed Şeroyî (Şiroyi) ile birlikte, oğlunun kayınbabası olan Zeynel Bey Şeroyî’nin(2S5) egemenlik alanına gitmek zorunda kaldı. Oğlu Hüseyin Ağa’yı da, hapishanede tutuklu bulunan Ahmed Bey’i öldürmesi ve Bahaddin Bey’i de yanma ala­ rak kendisine getirmesi için kalenin içine gönderdi. Hüseyin Ağa kaleye varınca, ve Muhammed Bey’in Rojkanlılardan büyük bir orduyla Sason’dan gelmekte ol­ duğu, Şemseddin’in de Şervvan’a (Şirvan’a) kaçtığı haberi yayılınca, Bahaddin Bey hemen Ahmed Bey’i hapishaneden çıkardı ve ikisi birlik oldular; sonra da Hüseyin Ağa’yı yakalıyarak Ahmed Bey’in yerine hapishanenin derinlik­ lerine attılar. Bu olayların haberi, kaçmakta olan Şemseddin’e ulaşınca korkusu daha da arttı ve kaçmaya devam etti. Ahmed Bey ve Bahaddin Bey ise, kalenin üzerine yü­ rümekte olan Muhammed Bey’i karşılamaya koştular; ken- dişine bağlılıklarını bildirdiler; kaleyi kendisine teslim et­ tiler ve onu Hazzo hükümdarlığına tayin ettiler; gelenek­ leşmiş kurallar ve durumlar gereğince beylere özgü olan görevleri kendisine verdiler. O zaman Muhammed Bey de, kavmin ileri gelenlerinin, Kürdistan’ın ulu hükümdarları­ nın ve beylerinin de tasvibiyle durumunu Hilafet Makamı’na, Ulu Sultan ve Saygıdeğer Hakan Mehmed Han IH .’ün sarayına arzetti. Sultan da Vezir İbrahim Paşa’nın aracılığıyla kendisine şefkat göstererek, Hazzo Hükümeti'nin fermanını ona verdi ve yüce Sultanlık hil’atleriyle kendisini taltif etti. Bunun üzerinden henüz üç ay geçmişti ki, kin ve ih­ tiras, muradı kursağında kalmış müfsit Şemseddin’i, Cezi­ re Hükümdarı Emîr Şerefe iltica etmeye itti; hasmı Mu­ hammed Bey için oyunlar çevirmeye ve Emîr Şerefin göğ­ sünü Muhammed Bey’e karşı öfkelendirmeye başladı, ö n ­ ce, Emîr Şerefin, tutuklu bulunan Hüseyin Ağa’yı ser­ best bırakması için Muhammed Bey’e kendi tarafından bir elçi göndermesini istedi. Emîr Şeref bunu yaptı. Fakat elçi henüz varmadan, tutuklu, tutuklu bulunduğu yerde öldürüldü; bu da Emîr Şerefi Muhammed Bey’e karşı öf­ kelendirdi. İkinci olarak da Şemseddin, Hazzo aşiretleri­ nin kendisine her gün elçi ve haber gönderdiklerini, Mu­ hammed Bey’in yönetiminden memnun olmadıklarım söy­ lediklerini, Kethüda Şemseddin’in Hazzo beyleri çocuk­ larından başlarına hükümdar tayin edeceği kimseye çatışmasız olarak boyun eğeceklerini bildirdiklerini iddia etti. Emîr Şeref, Şemseddin’in öngördüğü hile ve aldat­ macadan, savaşı kışkırttığından habersiz olarak bu uydur­ ma sözlere inandı. Ve Boxtan, Zırkan, Şenvan (Şirvan) aşiretleriyle öteki Kürt aşiretlerinden eğitim görmüş 5.000 asker toplayarak bunlarla birlikte Hazzo Kalesi’nin üzeri­ ne yürüdü. Henüz Siirt’e varmadan, Hazzo beyleri aşiret reisleriyle birlikte kendisine itaatlerini sundular ve onu son derece büyük bir sevgiyle karşılayarak, «sizin bütün emirlerinizi uygulamaya hazırız» dediler. Fakat Azzan(’,6) topluluğu, ciddiyetle kolları sıvadı; Muhammed Bey Hükümeti’ne itaat ve sadık kalmaktan yana tutumunda ısrar etti ve ülkeyi sonuna kadar savunmak için Muhammed Bey’le candan ve gönülden birleşti. Böylece, durum ne olursa olsun, döğüşmeyc ve savaş dumanının içine dal­ maya hazırlandılar. O zaman bazı beyler ve hükümdarlar iki tarafın ara­ sına girdiler ve Emîr Şerefi, Hazzo’ya doğru yürüyüşüne devam etmekten alıkoydular. Bunun üzerine Emîr Şeref Siirt’ten gidişinin istikametini Bedlis’e çevirdi ve orada, Şemseddin’i, vekillik görevine başlaması için bazı Hazzo ileri gelenleriyle birlikte göndermek istedi. Böylcce ça­ tışma sona erecek ve problem çözüme bağlanacaktı. Bu konu etrafında yapılan birçok görüş alış-verişinden ve tar­ tışmadan sonra, Emîr. Şerefin kardeşi Han Ebdal’m, bu satırların yazarının kardeşi Halef Bey’in, yanlarında Boxtan ve Rojkan aşiretlerinin bazı ileri gelenleri olduğu halde Şemseddin’e eşlik etmeleri ve hep birlikte Hazzo’ya gitmeleri kararlaştırıldı. Kethüda Şemseddin heyetle birlikte Hazzo’ya gittik­ ten ve Boxtanlılarla heyetin birkaç gün sonra geldikleri yere dönmelerinden sonra, Şemseddin eski nüfuzunu ve otoritesini yeniden elde etmek istedi; Hazzo’nun ileri ge­ lenlerine karşı eskiden yaptığı muameleyi yeniden yapma­ ya başladı. Bunun üzerine Müslüman, Hıristiyan herkes öfkelendi ve kendisine karşı ayaklandılar; kendisini öldü­ rüp ondan kurtulmak için üzerine saldırdılar. Fakat büyük güçlükle, hatta mucize kabilinden öldürülmekten kurtuldu. Bu da, Halef Bey’in yardımı ve bazı ileri gelenlerle reislerin (256) A nlaşıldığına göre bu sözcük «G arzan» kelim esinin y an lış yazılm ış şeklidir; bu da, M eyyafarqîn‘den öıv ce büyük b ir şehir olan, sonra y ık ılan E rzen 'd ir. (M. A.A .) destekleri sayesinde oldu. Bu olayların haberi Emîr Şe­ refin kulağına ulaşınca buna çok üzüldü ve 20 Zilkade 1004 (1596) tarihinde umutsuz olarak Cezire’ye döndü. Durum o günden itibaren yatıştı ve Ali Paşa tarafından yeniden gerginleştirilinceye kadar öyle kaldı. Bu Ali Paşa Musul Beylerbeyi’ydi ve Vezir İbrahim Paşa ile eskiden beri ilişkileri vardı. Yukarıda geçtiği gibi, Hazzo Hükümeti’nin durumu Vezir İbrahim Paşa aracılığıyla Sultan’a arzedildiği zaman kendisi de İstanbul'­ da bulunuyordu. O zaman İbrahim Paşa bu Hükümetin Muhammed Bey’e verilmesini istemişti. Ali Paşa da, Muhammed Bey’in malına ve büyük hediyelerine göz dikti­ ği için, o da Muhammed Bey’i tezkiye etti ve desteklen­ mesine katkıda bulundu. Sonra Paşa Asitane’den dönü­ şünde Hazzo’dan geçti ve Muhammed Bey’e misafir oldu. Muhammed Bey de kendisine büyük ikramda bulundu, büyük bir misafirperverlik gösterdi ve ucuz pahalı her şeyi kendisine sundu. Fakat Paşa’nın açgözlülüğünün sonu ve haddi yoktu; bu yüzden üzgün ve öfkeli olarak Hazzo’yu terkederek Musul’a gitti. Musul Vilayeti’nde üzerinden altı ay geçer geçmez he­ men azledildi; oradan göçedip Cezire’ye geldi ve oraya yer­ leşti; yanına aldığı ve kendisiyle Hazzo’nun durumu hak­ kında görüş alış-vcrişinde bulunduğu Şemseddin’le birlik­ te Muhammed Bey’c karşı dolaplar çevirmeye başladı. So­ nunda ikisi, Hazzo hükümdarlığının Ahmed Bey’e veril­ diği konusunda bir sahte Sultanlık beratı düzenlemeye ve bununla Ahmed Bey’i kandırıp Cezire’ye getirtmek için bu beratın bir suretini de Hazzo’ya göndermeye karar ver­ diler. Böylece iyi kalbli, saf Ahmed Bey’i kandırmayı ba­ şardılar. Gerçekten Ahmed Bey bu uydurma berata ka­ narak birkaç adamıyla birlikte Hüsrev’in(2S7) yanından (257) B unun kim (M .E.B.) olduğu kesinlikle an laşılam a m a k tad ır. kaçtı ve Cezire’ye gitti. Orada Kethüda Şemseddin ile Ali Paşa kendisini büyük bir sevgi ve haddinden fazla bir ik­ ramla karşıladılar; onu Emîr Şerefin yanına götürdüler ve Emîr Şerefe, kendisi ile Ali Paşa’ya yazılmış olan ve Ahmed Bey’e, elindeki Sultanlık beratı gereğince Hazzo hü­ kümdarlığını eline alması için destek ve yardım yapılma­ sı emrini içeren başka bir Sultanlık beratı gösterdiler. Emîr Şeref de bu oyunlara kanarak askerlerden büyük bir topluluk meydana getirdi ve onları Ali Paşa, Ahmed Bey, Şemseddin ve kendi kardeşi Şah Ali Bey ile birlikte hareket ettirerek, hepsini 1004 (1596) yılı Şabanının son­ larına doğru Hazzo’ya gönderdi. Bu saldırının haberi Hüsrev’e ulaşınca, Susanî, Xaldî (Haldi) ve diğer aşiretlerden bazıları dediler ki: «Muham­ med Bey hükümet başkanlığından azledilir de, onun yeri­ ne, yabancı yardımı ve desteği sayesinde Ahmed Bey başa geçerse; bizim de, Boxtanlılar’a bize tahakküm etme fır­ satını vermemek için, hemen harekete geçip, kendi ara­ mızdan istediğimizi başımıza geçirmekten başka çaremiz kalmayacaktır. Belki bu davranışımız, Ahmed Bey ve Şemseddin’in umutlarını keserek geri dönmelerine ve gi­ riştikleri işten vazgeçmelerine yolaçar.» Bu düşünceye dayanan bu aşırı topluluk, Bahaddin bin Murad Han’ı Hükümdar tayin etmeye kalktı ve Mu­ hammed Bey’i de öldürmek istedi. Ve savaş, döğüş araç­ larıyla silahlanan ayaktakımı, karanlık kimseler fiilen Muhammed Bey’e saldırarak onu öldürmek istediler. Fa­ kat Muhammed Bey akıllı bir siyasete başvurarak «zoruııluklar sakıncaları mübah kılar» sözünün gereğini yaptı; kendi arzusu ve gönül rızasıyla beylik görevinden feragat ettiğini onlara açıkça anlatarak şöyle dedi: «Halk ile kavmimin ve aşiretlerimin liderleri benim tutumumdan mem­ nun olmadıklarına göre, ben sultanlığın bütün hüküm ve fermanlarını Bahaddin’in önüne kor ve hükümdarlık üze­ rine şimdi kendisine biat ederim.» Bu olayların haberi Şemseddin’e ulaşınca Bahaddin'e vaatler ve tehditlerle dolu bir haber göndererek şöyle de­ di: «Muhammed Bey benim oğlumun kaatilidir. Sen ken­ disini yakalayıp ben gelinceye kadar muhafaza edersen, Hazzo Hükümdarlığı sana verilecektir.» Bu haberin an­ lamı Muhammed Bey’in kulağına gidince, Bahaddin Bey’e şu haberi yolladı: «Bana ihanet etmek ve beni, oğluna kar­ şılık olarak Şemseddin’e teslim etmek, sana yakışmaz ve şerefinle de bağdaşmaz. Ben eğer öldürülmeye ve haka­ rete uğramaya layık isem, sen bunu kendi elinle yap. Be­ nim şerefim senin Hükümetinin şerefidir.» Muhammed Bey, böylece çeşitli hile ve dehalarla canını o cahil ve uğursuzun elinden kurtarmaya muvaffak oldu; sonunda kendini Xaldî (Haldi) aşiretinin kucağına atmayı başardı. Xaldî Muhammed Ağa Abekî’nin yardımıyla oradan biz­ zat Sason Kalesi’ne gitti. Orada halk, kaleye girmesine yardım etti. Bu sırada Şemseddin, Ali Paşa ile ve Boxtan ileri gelenleri ve liderleriyle birlik olup Ahmed Bey’in hüküm­ darlığını ilan etti. Ahmed Bey de bütün azameti ve hey­ betiyle görevinin merkezine hareket etti. Bahaddin Bey’in ise, süvari piyade 1.000 kadar olan taraftarlarıyla birlikte Hazzo’da savaşmaya ve döğüşmeye hazırlanmaktan baş­ ka çaresi kalmadı. Xaldîler’in bir grubunu keşif yapmaya ve düşmanın Hazzo ırmağı kıyısındaki hareketini kolla­ maya gönderdi. Irmağın taşacağına ve özellikle kendisi de ordusunun kalan kısmıyla köprübaşını tuttuğu için düş­ manın kolayca geçmesini engelleyeceğine inanıyordu. Fa­ kat düşmanlar sabahleyin atlarıyla ırmağa girdiler ve yü­ zerek ırmağı geçip karşı kıyıya ulaştılar; Bahaddin’in ön­ cü kuvvetlerine saldırarak bazı adamlarını öldürdüler; ka­ lanları da kaçarak, olup bitenleri Bahaddin’e anlattılar. Bu durum karşısında Bahaddin Bey kaçmaktan v.' kendini Susanı aşiretinin kucağına atmaktan başka çaıc bulamadı. Ailesini bu aşiretin yanında bırakarak Sason Kalesi’ne hareket etti ve kaleye girmek istedi. Fakat kale­ nin kapısına varınca, Muhammed Bey’in kendisinden ön­ ce kaleye girmiş olduğunu ve kale muhafızlarıyla halkın hepsinin Muhammed Bey’le birlik olduklarını öğrendi. Kapılar iki gün yüzüne kapalı kaldı; çünkü herkes Mu­ hammed Bey’e itaatini ilan etmişti. Bunun üzerine Bahad­ din, Susanlı Şah Murad Ağa ve birkaç adamla birlikte Bedlis’e gitmek zorunda kaldı ve 1004 (1596) yılının 25 Ramazan günü oraya vardılar. Orada 11 gün geçirdikten sonra, 12’nci günü kendi­ lerine, Hazzo aşiretlerinin Zırkanlı Muhammed Bey’in yar­ dımı ve desteğiyle Ahmed Bey ile Şemseddin’i Hazzo’dan kovdukları ve şimdi Bahaddin’i başlarına Hükümdar ta­ yin etmek istedikleri yolunda uydurma bir haber sızdırıl­ dı. Bunun üzerine Bahaddin, Bedlis’e vardığı tarihin 12’nci günü dostların ve kendisine sadık olanların rızası olmak­ sızın, Bedlis’i terkederek Hazzo’ya hareket etti. Hatun Köprüsü’nün ucuna vardığında, Sason’dan hızlı yürüye­ rek gelen bir adam da oraya vardı ve şöyle dedi: «Aynı yılın Şevvalinin 6’sına rastlayan cuma gecesi, Şemseddin kalede Muhammed Ağa Abekî tarafından öldürüldü; A h­ med Bey de Hazzo Hükümdarlığından uzaklaştırıldı; aşi­ retler ve kabileler Muhammed Bey’i istemek için Sason’a gittiler; Hazzo halkı Ali Paşa’nm bütün adamlarına sal­ dırarak hepsini soydular; bizzat Paşa da adamlarıyla bir­ likte Şemseddin’in evlerinde ve konaklarında, soyulmuş, talan edilmiş ve çıplak olarak kapanmış durumdadır; M u­ hammed Bey de Hazzo’ya vararak işlerin dizginlerini eli­ ne aldı.» Bu haberler Bahaddin’in başına yıldırım gibi çarptı ve kendisine büyük bir umutsuzluk hakim oldu. Derzınî’de Zırkanlı Muhammed Bey’in yanında birkaç gününü misa­ fir olarak geçirdikten sonra, onunla birlikte Emîr Şerefin egemenlik alanına göçetti ve Cezire’de kendisine sığındı. Emîr Şeref kendisine, oğlu Muhammed’in yönetiminde bulunan Siirt Sancağı’nm gelirinden bir maaş bağladı. Sonra Ahmed Bey Hazzo’da öldürüldü ve ortalık Mu­ hammed Bey’e boş kaldı; o da artık bağımsız olarak Hazzo’yu yönetmeye başladı. Hâlâ da hüküm sürmektedir. DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Xizan (Hizan) Hükümdarları Hakkındadır Bu bölüm üç Dalı kapsamaktadır. Rivayet edenlere göre, Xizan hükümdarlarının aslı Xınıs (Hınıs)a bağlı Bılecan (Bılican) nahiyesindendir. Anlaşıldığına göre, bunların ilk ataları Bılecan’a vardık­ ları zaman ileri gelen ve itibarlı kimselerdi; bu nedenle Bılecan Kalesi’ni ele geçirmeyi başardılar. Sonra onlar­ dan üç zeki kardeş ortaya çıktı.. Adları Dil, Bil ve Bile: (Bılic)di. Bunlar Xizan tarafına gittiler ve bu vilayeti kı­ lıç zoruyla ele geçirerek üç parçaya böldüler. Büyük kar­ deş Xizan’ı, ortanca kardeş Müks Nahiyesi’ni, küçük kar­ deş de Isbayerd Nahiyesi’ni aldı. Bu üç kardeşin çocuklarının durumlarım ve torunları­ nın gidişlerini, dillerde ve ağızlarda yaygın olarak söy­ lendiği şekilde, tespit edilen sıraya göre, aşağıda üç dalda, bahşedici Padişah olan Allah’ın yardımıyla anlatacağız. BİRİNCİ DAL Xizan Hükümdarları ve Bu Adla Adlandınlmalannm Nedeni Hakkındadır Hikaye edilir ki, Xizan adı, dillerde ve ağızlarda yaygın halde dolaştığı gibi, eskiden, «seherlerde kalkanlar» anlamına gelen «Seherxîzan» (Seherhizan)(258) idi. Çünkii Kürdistan şehirleri arasında bu ülkenin halkı gece vc seherlerde kalkıp ibadet etmekle, günahlardan sakınmakla, dindarlıkla, güvenilir olmakla ve dine sımsıkı sarılmakla ün yapmışlardı. O kadar ki, küçükleri de, büyükleri de beş vakit namazı kaçırmazlardı. Nihayet, adları hafifletip sonundan birkaç harf atarak kısaltmaya eğilimli olan, ör­ neğin Şemseddin’i «Şemo», tzzeddin’i «Azo», Cimşid’i «Cımo», Ebdal’ı «Ebdo» şeklinde telaffuz eden Kürt’ler, bu gelenekleri gereğince, bu adı da kısaltıp, başındaki «seher» sözcüğünü atmak suretiyle «Xîzan» dediler. Bu adla adlandırılmasının bir başka nedeni daha vardır; o da şudur: Buranın adı «Seherxîzan»dı. Kalenin kurucusu, hac amacıyla Kabe’ye gidip döndüğünde, muha­ fızlar yüzüne kapıları kapamışlar ve kaleye girmesini en­ gellemişlerdir. O da bu davranıştan ötürü üzülmüş ve on­ lara farsça olarak «xizan-e be itibar»(Z59) diye seslenmiş: sonra da durmadan geldiği yoldan dönmüştür. Gerçekten bu tarafın hükümdarlarının çoğu hâlâ bu niteliklerini(260) korumaktadırlar. Xizan (Hizan) şehri İslamiyet döneminde kurulmuş şehir ve beldelerden biridir. O tarafın halkının dillerinde yaygın halde dolaşan rivayete göre, bu şehrin kurucusunun Tebriz Merağa’sı hükümdarıdır. Bu kağıtların yazarı, umu­ lan yerlerde ve kaynaklarda bu şehrin kurucusunu çok aramış; ama sultan ve hükümdarlardan şehri kurmuş ola­ bilecek kimsenin adına rastlamamıştır. Fakat bu, şehrin bir vezir yada bir bey tarafından kurulmuş olabileceği ihti­ maline engel teşkil etmemektedir. Hulagu Han’ın güveni­ lir bir danışmanı olan ve Hulagu tarafından ülkesinin merkezi haline getirilmek üzere Merağa’yı yeniden kuran (258) Bu fa rsç a b ir kelim edir. (M.E.B.) (259) Bu sözlerin anlam ı «şerefsiz alçaklaradır. (M.E.B. 1 (260) G eceleyin kalkıp ibadet edişlerini. (M.A.A.) Hoca Nasîrcddin’in bu kaleyi ve şehri dc o sıralarda kurmuş olması muhtemeldir. Yada ondan başka bir Müs­ lüman komutanının o sıralarda kurmuş olması da ihtimal dahilindedir. Şehirde bulunan ve kuşkusuz, kalenin kurucusunun eserlerinden biri olan Büyük Cami’de birçok tahta sütun­ lar vardır ki, o tarafın halkı bunların hangi ağaçtan ol­ duklarını bilmemektedir. Bazıları bu sütunların, Türklerin «itburnu», Kürtlerin de «şilan» adım verdikleri ağaçtan olduğunu söylemektedirler. Bu şehrin halkı, Allah’ın birçok evliyasının bu taraf­ la ilişkisi bulunduğuna ve buranın, duaların kabul olun­ duğu yerlerden biri olduğuna inanırlar. Kalenin içindeki yapılar Rasad(261> tarzında tuğla ve çamurdan yapılmış­ tır. Bu şehirde zengin bağlar ve bahçeler, normal olarak İran şehirlerinde, özellikle Tebriz dolaylarında bulunan üzüm ve kişniş gibi meyvelerden birçok çeşit bulunur. Ku­ ruluşu bu yönden Hoca Nasîreddin Muhammed El-Tusî’ye izafe ediliyorsa, bu uzak ihtimal değildir. Her ne ise bilgi Allah indindedir. Bu vilayetin havası ve iklimi ise son derece zayıf, kötü ve vahimdir. Halkının çoğu yaz mevsiminde sıtma­ ya yakalanır. Vilayetin bahçelerinin çoğunluğu fındık ağaçlarıyla kaplıdır; bunların yanında öteki meyve ağaç­ ları da vardır. Denildiğine göre, havasının vahim olması fındık ağaçlarının çokluğundandır. Bu vilayetin halkı vc aşiretleri «Nemıran» adıyla tanınmışlardır. Bu adla adlandırılmalarının nedeni şudur: Aşiret ve kabilelerin görev yada ulufe sahibi olan herhangi bir ferdi öldüğünde, yönetici bu ulufeyi eksiksiz olarak, ister küçük ister büyük olsun çocuklarına dağıtırmış; böylece, geçimlerini sağlayan ölmemiş gibi, fazlalaşmak yada (261) G aliba Tus*lu astrono m un M ogollar için M erağa’da k u rduğu ünlü ra sa th a n e binasını kastediyor. (M.A.A > eksilmekle durumlarında bir değişiklik olmazmış. Bu ne­ denle onlara «ölmezler» anlamına gelen «Nemıran» adı verilmiştir*2622. Bu aşiretin hükümdarları büyük sultanlar ve ulu k ı­ ratlarla geçinme ve siyaset yapma yolunu izlerler. Bu du­ rum onlara, Kürdistan'ın başına ikide birde gelen bek­ lenmedik felaketler sırasında, büyük sultan ve kıratların güvenini, ilgisini kazandırır ve göz yummalarını sağlar. Ni­ tekim fatihler birkaç defa Kürdistan’ı bir baştan bir ba­ şa altüst ettikleri ve Kürt beyliklerinin çoğu sahiplerinin elinden alındığı halde; bu aşiretin beyliği, izledikleri bu akıllı siyaset ve güzel plan sayesinde hükümdarlarının elinde kalmıştır. Bu cümleden olarak Mevlana Abdürrezzak Semerkandi Matla’ El-Sa’deyn adlı tarihinde şunları anlatmıştır. «Emîr Timur Gurgan’m oğlu Mirza Şahruh, Türk­ men Kara Yusuf’un çocuklarının saldırısını püskürtmek için Azerbaycan sınırlarına geldiğinde, Hizanlı Emîr Sü­ leyman’ın oğlu, Bedlisli Emîr Şemseddin’le birlikte kendi­ sini karşılamaya koştu. Şahruh da kendisini yüce ilgisine boğdu ve üzerine hil’atler giydirdi.» ö te yandan dillerde ve ağızlarda yaygın olan söy­ lentiye göre, bu hükümdarlardan Emîr Süleyman ve oğ­ lundan sonra uzun zaman hüküm süren ve normal eceliy­ le ölen. Emîr Melek olmuştur. Emîr Davud bin Emîr Melek: Hizan'da 39 yıl süreyle tam bağımsız olarak hüküm­ darlık görevinde bulundu. Bu süre içinde kendisiyle çatı­ şan yada mutluluğunun duruluğunu bulandıran olmadı. İçkiye ve oğlanlarla arkadaşlık etmeye düşkündü. Bunun(262) ŞUphesiz bu ve benzeri o rta ç a ğ efsanelerini yabancı k ü ltü r u y d u rm u ştu r. A çıkçası şud u r ki, bunlar, K ürd istanhn, M .ö. Y akın Doğu ‘n un siyasi tarih in d e rol oynam ış h alk ların d a n biri olan «Nem ıra n »lann to ­ ru n larıdır. (M. A. A.) la birlikte hayır işlerine, bilgin ve fazilet sahiplerine karşı da eğilimliydi. Onlar için Xizan’da Davudiye Medresesi’ni kurup tamamladı. Bu medrese hâlâ, yararlı hizmetlerde bulunan bilginlerle ve yararlanan öğrencilerle dolup taş­ maktadır. Emîr Davud’un üç erkek çocuğu vardı: Sultan Ahmed, Mîr Süleyman Bey ve Haşan Bey. Sultan Ahmed bin Mır Davud: Babasının ölümünden sonra Xizan hükümdarlığı gö­ revine geçti ve güzel bir yönetim kurdu. Bu yüzden o vila­ yetteki Nemıran aşireti ve diğer reaya ve yerleşmişlerden meydana gelen halk ve askerler kendisinden memnun kaldı­ lar. Bu Emîr, Kanunî Sultan Süleyman’ın Barış Diyarı Bağdad’ı fethi sırasında yanında bulunan Kürdistan beyleri ve hükümdarlarının önünde cesaret ve büyük hizmetler belirtileri gösterdi; bq yüzden Sultan kendisine iltifat etti ve Xizan Eyaleti’nin bazı şartlarla ve yeminlerle teyit edi­ len mülkiyetini kendisine verdi. O tarihten beri bu aile­ nin beyleriyle ilgili ferman ve hükümlerde «cenab» söz­ cüğü yazılagelmekte ve kendilerine «Hükümdar« unvanı verilegelmektedir. Böylece «Xizan hükümdarları» diye ta­ nındılar. Bu Emirin Bedlis Emîri Şeref Han’la olan ilişkisi ise, iki aile arasında eski zamandan beri mevcut bulunan ge­ leneksel dostluğa uygun olarak başlangıçta iyiydi. Fakat Ulame’nin(263) Rum’a (264) gelmesi ve, daha sonra Şeref Han’ın durumunu anlatırken detaylarını anlatacağımız ba­ zı kötü durumların çıkması, bu geleneksel dostluğun düş­ manlığa dönüşmesine yolaçtı. Çünkü Sultan Ahmed Bey, Şeref Han’a karşı Padişah nezdinde komplo kurmakla, Şe­ ref Han ailesini ortadan kaldırmak fikrinde Ulame ile bir­ (263) İ ra n ’d an kaçıp O sm anlIlara sığınan b ir kom utan. (M.E.B.) (264) ö zellik le A nadolu’yu, genellikle de O sm anlI ülkesini kasted iyor. (M.A.A.) leşti. Bu yüzden Şeref Han, sonunda Xizan (Hizan) üze­ rine yürüyüp istila etmek ve Hükümdarı Sultan Ahmed Bey’i yakalamak istedi. İki taraf arasında fiilen savaş baş­ ladı ve birçok kan döküldü. Sonunda barışseverler ikisinin arasına girdiler ve savaş durdu; Şeref Han da merkezine döndü. Sultan Ahmed Bey bu fırsattan yararlanarak Diyarbekir’e elçi gönderdi ve Ulame’yi Şeref Han’la savaş­ maya kışkırttı. Ulame hemen Diyarbekir ordusunu topla­ yarak Xizan’a hareket etti ve orada Sultan Ahmed Bey'i ordusuna kılavuz ve öncü olarak aldı; oradan hep birlikte Tatik Nahiyesi yoluyla Bedlis Vilayeti’ne hareket ettiler. İki taraf arasında savaş çıktı ve Şeref Han çarpışmada öldürüldü. Kısa bir süre sonra Sultan Ahmed Bey de bu fani dünyaya veda ederek arkasında beş erkek çocuğu bıraktı: Emîr Muhammed, Yusuf Bey, Melik Halil, Melik Han ve Han Mahmud. Mir Muhammed bin Sultan Ahmed: Sultan Ahmed Bey’in ölümünden sonra, Xizan Vilayeti’nin iki kısma bölünmesi konusunda Sultan Süley­ man Han’ın fermanı çıktı. Bunların bir kısmı Mîr Muhammed’e, öteki kısmı da kardeşi Melik Halil’e verildi. Bu­ nun üzerinden bir yıl geçtikten sonra Mîr Muhammed an­ sızın öldü ve üç erkek çocuğu bıraktı: Sultan Mustafa, Davud Bey ve Zeynel Bey. Melik Halil ise, kardeşinin ölü­ münden sonra vilayeti, eskiden olduğu gibi yeniden birleş­ tirdi ve bu konuda Sultan Süleyman'ın Divanından bir de berat çıkarttı. Fakat Sultan Mustafa, Hazzo Hükümdarı olan dayı­ sı Bahaddin Bey’in desteğiyle Asitane’ye gitti ve babası­ nın hissesini elde etmeye muvaffak oldu. Bu şekilde ülke­ sini altı yıl yönettikten sonra bir gün avlanmak için gitmiş olduğu ormanlar arasında öldürülmüş olarak bulundu. Ya­ pılan soruşturmaya rağmen kaatil yada öldürülme sebebi bulunamadı. Onun yerine kardeşi Davud Bey geçti ve bir yıl hüküm sürdükten sonra öldü. Davud Bey’in ölümünden sonra kardeşi Zeynel Bey Sultan Selim H.’nin Sarayına gitti ve eyaletin her iki his­ sesini birleştirmeye, tümünün yönetimini de kendi eline al­ maya muvaffak oldu. Ne var ki kaçınılmaz ecel kendisini yakalayarak, çabasının meyvesini koparmadan ona ölüm şarabını içirdi; ve İstanbul’dan dönüşü sırasında yolda .Al­ lah’ın rahmetine kavuştu. Melik Halil bin Sultan Ahmed: Yukarıda durumunun bir kısmı anlatıldı. Şimdi de deriz ki: Kendisi kardeşinin ve yeğenlerinin sağlığında bazen Xizan’ın yarısının yönetimini eline alıyor, bazen de tümünü yönetiyordu. Sonunda yeğenleri ölünce, Sultan Selim Han zamanında Ulu Müşir, ve Büyük Vezir Mehmed Paşa’nın desteği ve yardımıyla, Xizan’ın her iki hissesinin de kendisine verilmesinin onaylanmasına muvaffak oldu. Böylecc, kimseyle çatışmaksızın ülkeyi 22 yıl süreyle yö­ netmesini bildi. Fakat kendisi yönetim işlerinde ihmalkardı; ve işlerin dizginini Bılâlan (Bılilan) aşiretinden Ebdal Ağa denilen bir kişinin eline bırakarak hükümdarlığın adıyla ve kendisine sağladığı geçimle yetinirdi. Ne var ki, başarı Allah’tan olduğu ve onu dilediğine bahşettiği için, Melik Halil işlerinin çoğunda başarıya ulaşır ve galip gelirdi. 991 (1583) yılında, uzun zamandan beri yakalanmış olduğu sara hastalığından, Allah’ın rahmetine kavuştu ve Haşan Bey denilen küçük bir çocuk bıraktı. Mir Mahmud bin Sultan Ahmed Bey: Bu Emîr, kardeşi Melik Halil’in ölümünden sonra, Nemıran aşiret ve kabilelerinin ittifakıyla ve Sultan Murad Han'ın065* fermanı gereğince Xizan beyliği görevine geç­ ti. Bu Emîr, beylik işlerini kontrol altında tutmakta, aşiret ve kabileler arasında güvenliği korumakta son derece cid­ di ve azimliydi. Adamakıllı sağlam bir yönetim ve hüküm­ darlık kurdu. Emîr Mahmud, 992 (1584) yılında, Vezir Osman Pa­ şa'266* ve Tebriz’in fethi ve istilasıyla görevlendirilmiş olan Sultanın askerleriyle birlikte bulunurken, Tebriz Sadabad’mda Vezir Sinan Paşa ile bazı Kızılbaş komutan ve bey­ leri arasında şiddetli bir çarpışmanın meydana geldiği gün. çarpışmanın şiddetlendiği sırada arkadaşlarının kendisini bırakmaları ve çarpışmadan kaçmaları sonucunda, Xizan ileri gelenlerinden bir toplulukla birlikte şehit düştü ve iki çocuk bıraktı: Sultan Ahmed ve küçük yaşta ölen Mîr Mahmud. Emîr Haşan bin Melik Halil: Aşiret ve kabile adamları bu Emîri, yaşının küçük olmasına rağmen, amcası Mîr Mahmud’un ölümünden son­ ra göreve getirmeyi uygun buldular; böylece kendisi, Sul­ tan Murad Han’ın fermanı gereğince Xizan Hükümdarı oldu. Bu şuada amcası Yusuf Bey bin Sultan Ahmed İs­ tanbul’a giderek Xizan beyliği görevinin kendisine veril­ mesini istedi; bu konuda Sultan Murad Han’ın bir fer­ manı da çıktı. Fakat Yusuf Bey Xizan’a dönünce Ncmıran aşiret ve kabileleri kendisine iltifat etmediler ve hiç­ bir şekilde kendisini Emîr olarak tanımadılar. Bu durum kendisini, Tebriz’e'267* gidip Cafer Paşa’dan yardım iste­ mek zorunda bıraktı. Cafer Paşa da hemen kendisine yar­ dım elini uzattı ve kendisiyle birlikte, kendi tarafından, Xizan’ı elegeçimıesine yardım edecek bir de temsilci gön­ (265) M urad m . (M.E.B.) (266) ö zdem iroğlu O sm an P aşa. (M.E.B.) (267) T ebriz o zam an O sm anlIların egem enliği altındaydı. (M. A. A.) derdi. Buna rağmen halk kendisine iltifat ve itaat etmedi. Bu durum birkaç defa tekrarlanınca aralarına barışçılar girerek, Nemıran Nahiyesi’ni sancak olarak kendisine ver­ mek suretiyle, ve Xizan vilayetiyle ona bağlı yerlerin Emîr Hasan’ın yönetiminde kalması şartıyla meseleyi karara bağladılar. Kısa bir süre durum böyle sürdü. Sonunda Yusuf Bey, bozguncuların saptırmalarıyla, bütün Xizan Eyaleti’ni kendisi için istemeğe heves etti. Bunun üzerine Emir Haşan, kendisine bağlı olanlarla taraftarlarını toplayarak ve yanma Şerwan (Şirvan) aşiretinden de bir miktar yar­ dım alarak Nemıran’a bağlı Az Kalesi’ne kapanıp savaş ve döğüşe hazırlanmış olan Yusuf Bey’in üzerine yürüdü, iki taraf çarpışmaya başlayınca Yusuf Bey yenilgiye uğra­ dı ve Mirhaz kuyusunda gizlenerek, pislik içinde en kötü şekilde öldü, kaatili de ortaya çıkarılmadı. Emîr Haşan da bu iğrenç töhmetin kokusundan çok azap ve sıkıntı çekti; çünkü ondan sonra, kendisini bu töhmetin lekesin­ den kurtarmaları için Osmanlı devletadamlarına ve ileri gelenlerine rüşvet vermek üzere Xizan’m zengin köylerin­ deki mülklerinin ve miras kalmış servetlerinin çoğunu sat­ mak zorunda kaldı; ayrıca borçlara da boğuldu. Buna rağ­ men yine de bu töhmetten kurtulamadı. Nemıran Nahiyesi üzerine amcasının oğlu Hacı Bey uzun zaman kendisiyle çatıştı. Hacı Bey’in annesi Haşan Bey Mahmudî’nin kızı olduğu için, Mahmudîyan aşireti de kendisini destekliyordu. Sonunda bu düşmanlık, Mervanan Nahiyesi gelirinin, ülkenin yönetiminde ve mâliye­ sini düzene sokmakta Haşan Bey’in hizmetinde bulunması şartıyla Hacı Bey’e maaş olarak verilmesiyle sonuçlandı. Böylece aralarına fiilen bağdaşma ve birlik hakim oldu. Xizan’m işleri şimdi en iyi şekilde ve en mükemmel durum­ da yürütülmektedir. İKİNCİ DAL Müks Beyleri Hakkındadır Yukarıdan da anlaşılacağı gibi, Xizan, Müks ve Isbayerd hükümdarlarının babaları, Bılecan (Bılican) Nahi­ yesinden bu vilayete gelip burayı kendi aralarında taksim etmiş olan üç kardeştiler. Diğer bir rivayete göre ise, bun­ lar, amca oğullarıydı ve bu vilayeti Selçuklu sultanlarından ortaklık yoluyla almışlardı. Hangi rivayet doğru olursa olsun, bilinen şudur ki, Müsk beylerinin ilki Emîr Ebdal*dı; onun da iki oğlu vardı: Ahmed Bey ve Haşan Bey. Ahmed Bey: Babasının ölümünden sonra beyliği eline aldı ve b:ı vilayette işleri en iyi şekilde yürüttü. Ne var ki, Ahmed Bey’le ihtilaf halinde olan ve ona karşı şiddetli bir nefret besleyen Hakkari Hükümdarı Zeynel Bey, kardeşi Haşan Bey’e yöneldi ve kendisini alıp İstanbul’a götürdü; duru­ munu Sultan Süleyman Han’a arzetti. Sonra Karkar Na­ hiyesi ile kalesinin Ahmed Bey’in eyaletinden ayrılması ve sancak olarak kardeşi Haşan Bey’e verilmesi konusunda bir ferman çıkarttı. Böylece iki kardeş, hükümdarlıkları­ nın süresini yönetimde ortak olarak geçirdiler. Yönetim­ lerinin üzerinden 30 yıl geçtikten sonra Ahmed Bey öldü ve iki çocuk bıraktı: Ebdal Bey ve Mîr İmadeddin. Ebdal Bey bin Emîr Ahmed: Babasının ölümünden sonra Müks Beyliği’nin kendi­ sine verilmesi konusunda Sultan Süleyman Han’ın Diva­ nından Padişahlık fermanı çıktı. Bu sırada amcası Haşan Bey de öldü. Bunun üzerine Ebdal Bey, hemen Hakkari Hükümdarı Zeynel Bey’in kızıyla evlendi; onun desteğiyle de Karkar Sancağını, babalarından ve atalarından miras kalmış usuller gereğince beyliğine kattı; bu konuda Sultan Selim Han Il.’nin de bir fermanı çıktı. Fakat sonradan Rüstem Bey bin Haşan Bey, Mahmudiyan aşiretinin yardı­ mı ve desteğiyle bu Karkar Nahiyesi’ni yeniden beylikten ayırmaya muvaffak oldu. Bu da, amca oğulları arasında birçok mücadele ve çatışmaya yolaçtı. 1005 (1597) yılının başlarında, bir gece akşam ile yatsı arasında Ebdal Bey abdestini tazelemek istedi. Bu amaçla kale burcunun kenarına gelince sarhoşluktan ayağı kaydı ve aşağıya düşerek canını Allah’a teslim etti. Eb­ dal Bey, Muhammed ve Mir Ahmed adında iki çocuk bı­ raktı. Ahmed Bey yetenekle ve kabilelerin, aşiretlerin tas­ vibiyle babasımn yerine geçti. Rüstem Bey bin Haşan Bey: Yukarıda da anlattığımız gibi, Haşan Bey Mahmudî’nin kızıyla evlenen Rüstem Bey, Mahmudiyan aşireti­ nin desteği ve Serdar Mustafa Paşa’nın ilgisiyle, amca oğul­ larına rağmen, Karkar Nahiyesi’ni eline geçirmeye mu­ vaffak oldu. Bu nahiyenin yönetiminde bir süre kaldıktan sonra öldü ve yerine oğlu Haşan Bey geçti. Ebdal Bey’in ölmesiyle birlikte Van Beylerbeyi Sinan Paşa’nın deste­ ğiyle Haşan Bey, yanma 300 kadar süvari ve piyade alarak Müks üzerine yürüyüp burayı istila etmek istedi. Mîr Ahmed, yanında bulunan aşiret ve kabilelerin de itti­ fakıyla, kalenin dışında savaşa ve döğüşe hazırlanmıştı. Aralarında savaş çıktı ve Haşan Bey çarpışmada öldürül­ dü. Böylece ortalık Emîr Ahmed’e boş kaldı; kendisi tam olarak bağımsız oldu. Şimdi de, hiç kimseyle çatışmadan Müks’ü yönetmektedir. ÜÇÜNCÜ DAL Isbayerd Hükümdarları Hakkındadır Bu ailenin adamları da, yukarıda anlattığımız gibi, Xizan (Hizan) hükümdarının amca oğullarıdır. Kürdistan beyleri ve kıratlarının Osmanlı Devleti Sultam’na boyun eğmeleri sırasında Isbayerd’in yöneticisi Muhammed Bcy’di. Kendisi iki çocuk bırakarak öldü: Sultan İbrahim ve Mîr Şeref. Sultan İbrahim bin Muhammed Bey: Bu Bey, babasının ölümünden soma Sultan Selim Han’ın(:i8) fermanı gereğince beylik tahtına çıktı ve bir süre ülkeyi yönetti. Sonunda Kızılbaşlar Van Vilayeti’ni istila edip kalesine saldırdıkları zaman bu Bey de çarpış­ mada öldürüldü; çünkü Beylerbeyi Ferhad Paşa’nın mai­ yetinde oranın savunmasındaydı. Kendisinin iki oğlu var­ dı: Haşan Bey ve Muhammed Bey. Babasının ölümünden sonra yerine geçen Muhammed Bey oldu. Muhammed Bey bin Sultan İbrahim: Babasının ölümünden sonra Padişahlık fermam gere­ ğince Isbayerd beyliğini eline aldı; sonra dört çocuk bıra­ karak öldü: Eyyub Bey, Halid Bey, Üvcys Bey ve Sul­ tan İbrahim Bey. Kendisinden sonra, meşru hakka uy­ gun olarak kendi vasiyeti gereğince oğlu Eyyub Bey yö­ netime geçti. Eyyub Bey şimdi, yani 1005 (1597) yıhnda 20 yıldır ülkeyi büyük bir refah ve ikballe yönetmektedir. Bu da kendisini akran ve emsali arasında kıskanılacak bir duruma getirdi. Mîr Şeref bin Muhammed Bey: Kardeşi Sultan İbrahim babasının yerine geçince, Sultan Süleyman’ın Sarayına gitmişti ve, Ağakis Nahiyesi’nin taksimine, kardeşinin beyliğinden ayrılmasına ve san­ cak olarak kendisine verilmesine dair bir ferman dâ çı­ kartmaya muvaffak oldu. Bu sancağı bir süre yönettikten soma bu fani diyardan göçedip beka ve ebediyet dünya­ sına geçti; arkasında iki çocuk bıraktı: Bahaddin Bey ve örkmcz Bey. Bunlar küçük oldukları ve sancak işlerinin yönetimini ellerine almak yeteneğine sahip olmadıkları için, Ağakis, Van Divam’ndan, bir Osmanlı valisine veril­ di. örkmcz Bey erginlik çağına gelince sara ve delilik has­ talığına yakalandı. Bahaddin Bey ise ülkeyi terketti ve va­ tanı bırakarak Arap ülkelerine gitti; Basra ve Hassa’da devlet hizmetine girdi. BEŞINCt BÖLÜM Kilis Hükümdarları Hakkındadır Haşimi ailesinin soyunu bilen ve Kureyş’in<269) dal­ ları konusunda ihtisas sahibi olan kimselerce de açıkça bilindiği gibi, Kilis hükümdarlarının soyu, kendi iddiaları­ na göre, Abbas Efendimize -Allah ondan razı olsun- ulaşır. Dediklerine göre onlar, doğru rivayet gereğince Hak­ kari ve İmadiye hükümdarlarının amca oğullarıdır. Bun­ lar üç kardeşti ve adları Şemseddin, Bahaddin ve Menteşa’ydı. Hakkari hükümdarları Şemseddin’in soyundandır ve kürtler tarafından bunlara «Şemû»(270) denilmektedir; Bahaddin’in soyundan olan İmadiye hükümdarlarına da «Behdin»(271> denir; Kilis hükümdarlarına gelince, bunlar da Menteşa’nın soyundandır ve onlara «Mend» denir. Çeşitli rivayetlerden hangisi doğru olursa olsun, Mend, başlangıçta Kürtlerin bir aşiretini çevresinde top­ lamaya muvaffak oldu ve onlarla birlikte Şam ve Mısır’a gidip Eyyuboğulları hükümdarlarının hizmetine girdi. On­ lar da kendisine Antakya Vilayeti yakınındaki Kusayr Nahiyesi’ni verdiler. Mend ve adamları kışm buraya yerleş­ tiler. İş bununla da kalmadı; daha önce o diyarda oturan (269) H azret! M uham m ed’in m ensup olduğu kabile. H aşim i ailesi bunun b ir koludur. (M.E.B.) (270) D ah a önce «genbû» o la ra k geçti. (271) D aha önce «B ahadlnan» şeklinde g eç ti (M.E.B.) Kürt Yezidiler’den bir topluluk da Mend’in çevresinde toplandı. Bu da günden güne şanının yücelmesine ve nü­ fuzunun artmasına yolaçtı. Kendisine her taraftan Kürtler geldiler; ayrıca Cun ve Kilis taraflarında oturan Kürtler de kendisine katıldılar. Al-ı Eyyub’un ulu hükümdarları kendisine ilgi gös­ terdiler ve onu Şam ve Haleb’deki bütün Kürt’lere Bey­ lerbeyi olarak tayin ettiler; bu topluluğu yönetmek, mese­ leleri karara ve çözüme bağlamak bakımından kendisini tamamen serbest bıraktılar. Böylece kendisini en yüksek askeri ve idari rütbeye yükselttiler. İşin başlangıcında, Ha­ ma ve Maraş arasında yayılmış olan Yezidi Kürtler’in şeyhleri bu yüce makam üzerine kendisiyle çatıştılar. Bu durum, zaman zaman kılıçların çekilmesine ve savaşa da­ hi yolaçtı. Fakat Mend onlara galebe çaldı ve bazen sert­ likle, bazen yumuşak davranarak, bazen baskıyla, bazen de iyilik yaparak onları kendisine boyun eğecek duruma getirdi. Sonunda istediğine kavuştu ve o diyardaki bütün Kürtler onun mutlak hükümdarlığına boyun eğdiler. Mend ölünce yerine oğlu Arab Bey geçti. Ondan son­ ra da oğlu Emîr Cemal yönetimi aldı. Onun ölümünden sonra da yerine oğlu Ahmed Bey geçti. Bu beyin zama­ nında Al-ı Eyyub Devleti’nin günleri sona erdi ve büyük devletleri Çerkeş Memlükler’e geçti. Fakat Ahmed Bey Çerkeş’lerin devletine boyun eğmedi ve günlerini bağım­ sız bir hükümdar olarak geçirdi. Sonunda iki çocuk bıra­ karak öldü: Habib Bey, Kasım Bey. Habib Bey: Babasının yerine Kürt’lerin hükümdarlığını aldı. Çerkeş sultanları kendisini aldatarak kendi taraflarına çek­ tiler ve Haleb’e getirtip orada suikastla öldürdüler . Kasım Bey: Bu bir varis olarak ve kahir bir kuvvetle kardeşi­ nin yerine geçmeye ve Kürt’lerin hükümdarlığını ele geçi­ rerek duruma hakim olmaya muvaffak oldu. Ne var ki, Çerkeş sultanları Kürt Hükümeti’ni, Yezidi şeyhlerin to­ runlarından olan Şeyh İzzeddin’c verdiler. Tekrar rnürted olup Yezidiliğe geçen Kürt’lerden bir topluluk da onun etrafında toplandı. Sonra Haleb askerlerinden, Şehriyar Bey Ramazanlu’nun komutası altında bir askeri kuvvet kurdu ve bunu Kasım Bey’le savaşmaya gönderdi. Kasım Bey ise aşiretlerini ve kendisini tutanlarla birlikte Sahyun Dağı’na sığındı, ö te yandan Sultan Gavri(272), kızkardeşinin oğlunu, Haleb ordularından, büyük bir ordunun ba­ şında, Şeyh İzzeddin’le birlikte bir başka yoldan, Kasım Bey’le savaşmaya gönderdi. Bunun üzerine iki taraf ara­ sında savaş çıktı ve birkaç defa kanlı çarpışmalar oldu. Her defasında da Çerkeş orduları yenilgiye uğruyor, Ka­ sım Bey savaştan muzaffer çıkıyordu. Osmanlı Sultanı Se­ lim, Şam ve Mısır gibi Arap ülkelerini işgal ve Çerkeş’ler­ den almak amacıyla bu diyara doğru harekete geçince; Ka­ sım Bey, Çerkeş Hayri Bey’le birlik olup Sultan’ı karşı­ lamaya gitti ve maiyetine girdi. Sultan Mısır, Şam ve Ha­ leb’in fethini tamamladıktan sonra İstanbul’a döndüğün­ de, Kasım Bey ve 18 yaşındaki oğlu Canpolad Bey de maiyetinde bulunuyorlardı. Yezidi Şeyh îzzeddin’e gelince, o da Haleb Beyler­ beyi Karaca Paşa’nm hizmetine girdi ve bazı entrikacılar aracılığıyla, adı geçen Paşa’yı etkilemeye muvaffak oldu; onu birtakım maksatlı sözlerle ve birçok iftiralarla aldat­ tılar. Paşa, sonunda Sultan’a bir rapor sunarak şöyle de­ di: «Kasım Bey’in Haleb’e dönmesine göz yumulduğu takdirde burada şiddetli bir karışıklık ve taşkın bir karga­ şalık çıkacaktır» Bunun üzerine Sultan da hemen jumallara kulak verdi ve Kasım Bey’in öldürülmesine, oğlu Can(272) M ercidabık M eydan S avaşında yenilerek öldürülen Mı. sır M em lûk H ü k ü m d arı K ansu G avri. (M.E.B.) polad’ın da, Hazine hesabına yetiştirilen çocuklara katıl­ ması için Saraya alınmasına ve kendisiyle geniş ölçüde ilgilenilmesine emir verdi. Karaca Paşa’nm isteği sonucun­ da ferman çıktı ve Sultan Selim o taraftaki Kürt’lerin bey­ liğini Şeyh İzzeddin’e verdi. Canpolad Bey bin Kasım Bey bin Ahmed Bey: Yukarıda da geçtiği gibi, Canpolad, babasının öl­ dürülmesinden sonra Kürt’lerin beyliği Şeyh İzzeddin’e verilirken Saraya alındı. Şeyh îzzeddin çocuk bırakma­ dan öldüğü ve akrabaları arasında Kürt’lerin başına geç­ me yeteneğine sahip kimse bulunmadığı için, devlet adam­ ları, Şeyh Izzeddin’in Antakya taraflarında bulunan özel mülklerinin Sultanlık emlakine katılmasını ve Kürtlerin Hükümetinin de, Hasankeyf hükümdarları soyundan ge­ len Melik Muhammed’e verilmesini uygun buldular. Sultan Süleyman Han zamanında Canpolad Bey Sa­ raydan çıkarıldı ve Saraya bağlı olan Müteferrika Ordusu’na katıldı; Belgrad’ın alınması, Rodos Adası’nın fet­ hi ve Buğdan(27î| seferi gibi Sultan’ın çıktığı savaşlara katıl­ dı ve bu savaşlar da Sultan’ın maiyetinde oldu; üstün hiz­ metlerini ve kahramanlığını gösterdi ve bu yüzden Sul­ tan kendisini takdir etti. Bu nedenle o da babalarının ve atalarının görevinin kendisine geri verilmesini diledi. Ne var ki Sultan, o şeytanlık yerde(274) Canpolad Bey’in oraya dönmesi halinde çıkabilecek kargaşalıktan kaçınarak, ken­ disine Haleb'e bağlı bir başka sancağın verilmesini uy­ gun gördü. Fakat Canpolad Bey, kendisine teklif edilen görevi kabul etmedi. Bunun üzerine Kürt Beyliği’nin Ha­ dım Hüseyin Paşa’ya verilmesi, kendisinin Kürt’lerin du­ rumunu ve irsi Kilis Eyaleti ile Hükümetinin Canpolad Bey’e verilmesini incelemekle görevlendirilmesi konusun­ (273) Bil' d iğer nüsh ad a B ağdad. (M.A.A.) (274) Y ezidilerin şe y ta n a k a rşı d uydukları sem patiden ö tü ­ rü böyle yazm ıştır. (M.E.B.) da ferman çıktı. Hüseyin Paşa da Padişah’a verdiği rapor­ da, Kürt hükümdarlığının Canpolad Bey’e verilmesi gerek­ tiğini, kötülüğe ,ve bozgunculuğa eğilimli olan bu Kürt’­ leri Canpolad Bey’den başka kimsenin dizginleyemeyeceğini, Canpolad Bey tayin edilmediği takdirde güvenliğin bozulacağım ve bütün Haleb halkı ile Arap ülkelerinden buraya gelenleri kötülük kaplayacağını belirtti. Bunun so­ nucu olarak Sultan, Canpolad Bey’i ilgisinin kapsamı içi­ ne aldı ve Kilis Eyaleti’yle ona bağlı yerlerin kendisine ve­ rilmesi konusunda ferman çıktı. Canpolad Bey, böylece özlemine kavuşmuş olarak ve gönül rahatlığıyla Kilis’e döndü. Hiç kimsenin düşünemeyeceği şekilde kendini vi­ layetin işlerine verdi. Denilir ki: Sultan Süleyman Han İran seferine çık­ tığı zaman yolda Haleb’e uğramış ve kışı orada geçirmiş­ tir. O sırada şöyle bir olay olmuş: Bir hırsız, Padişah’ııı, kuşların bile üzerinden uçamayacakları ve hiç kimsenin yaklaşamayacağı çadırına girmiş ve ne özel hizmetçilerden, ne de muhafızlardan hiç kimse duymaksızın Padişah’ın yattığı bölümden mücevherlerle işlenmiş bir kılıç çalmtş. Sabah olup da haber yayılınca ve Sadrazam Rüstem Paşa’nın kulaklarına da gidince; Canpolad Bey’e karşı kin beslemekte olan Rüstem Paşa, benzeri görülmemiş olan bu olayın yarattığı fırsattan yararlanarak Sultan’m nezdinde Canpolad Bey hakkında entrikalar çevirmeye başlamış; ve Sultan’a, bu işi Canpolad Bey’e bağlı Kürt’lerden baş­ ka kimsenin yapmadığını, çünkü bu haddini aşmışlardan başka kimsenin bu büyük suçu işlemeye cesaret edemeye­ ceğini bildirmiş. Bunun üzerine Sultan öfkelenmiş, Canpolad Bey’e çok kızmış ve kendisini hemen ortadan kaldırmak istemiş. Fa­ kat Canpolad Bey kendisinden beş gün mehil isteyerek şöyle demiş. «Bu kısa süre içinde hırsızları getirtmeyi ba­ şaramazsam, Sultan’m işaret edeceği bütün cezalara müs- tahakım.» Dördüncü gün Canpolad Bey, hırsızları çalın­ mış işlemeli kılıçla birlikte Sultan Süleyman’ın Divanına getirtmiş. Sultan hırsızların idamım emretmiş ve şefkate gelerek Canpolad Bey’i padişahça merhametinin ve şah­ ça affının kapsamı içine almış. Sonra da 90 yaşım aşan ve 100 yaşma yaklaşan uzun ömrü boyunca kendisine karşı takdir ve hayranlıkla muamele etmiş. Denilir ki: Canpolad Bey, hepsi erginlik çağma va­ ran ve bunu aşan 70 oğlunu görmüştür. Babalarının ölü­ mü sırasında yaşamakta olan 10 oğlu şunlardı: Habib Bey, Ömer Bey, Ahmed Bey, Abdullah Bey, Hüseyin Bey, Ca­ fer Bey, Gazanfer Bey, Zeynel Bey, Haydar Bey ve Hıdır Bey. Büyük oğlu Habib Bey, tecrübeli yaşlılara ters dü­ şen cahil gençlerde adet olduğu gibi, gençliğinde babası­ na karşı yaptığı taşkınca işler ve zararlı, bozguncu hare­ ketler yüzünden, babası kendisini evlatlıktan reddetmiş ve üzerinden nesebini kaldırmıştı. Canpolad Bey kendini beşinci oğlu Hüseyin Bey’in terbiyesine vermiş ve onu iyi yetiştirmek için çaba har­ camıştı. Bu oğlunun alnında olgunluk ve yetenek belirtile­ ri görününce kendisini veliaht tayin etmek istedi. O sırada Sultan, Sigetvar seferine hazırlanıyordu. Canpolad Bey zayıflığından ve yaşının ilerlemiş olmasından ötürü, bu mü­ barek gazaya, kendi adına Sultan Süleyman’ın maiyetine oğlu Hüseyin Bey’i gönderdi. Hüseyin Bey bu seferde bir­ çok yiğitlik belirtileri ve cesaret örnekleri gösterdi. Bu yüzden Sultan’m dikkatini çekti ve sultan, kendisine san­ cak verileceğini vadetti. Sultan’ın kafilesi 972 (1565) yı­ lında muzaffer olarak bu gazadan döndüğü zaman Can­ polad Bey’e zayıflık ve takatsizlik hakim olmuş ve üze­ rinde, bu fani dünyadan göçetme belirtileri görünmüştü. Bundan önce oğlu Cafer Bey’i veliaht tayin etmiş; oğlu Hüseyin Bey’i de emlak, maliye ve vakıfları yönetmekle ve çocukların vasiliğini yapmakla görevlendirmişti; Habib Bey’in de şimdiden itibaren yönetim hakkından ve mâli­ yedeki istihkakından yoksun bırakılmasını vasiyet etmişti. Bu konuda bir zabıt yazdı, Kadılar, ileri gelenler ve halk tarafından imzalanan bu zabıt bir keseye konarak mühür­ lendi ve koruması için Halcb Muhafız’ma gönderildi. Sonra Canpolad Bey yüce Allah’ın rahmetine kavuştu. Cafer Bey bin Canpolad Bey: Böylece Cafer Bey, babasının vasiyeti gereğince ve Sultan Murad Han’ın fermanıyla Kilis Hükümdarı oldu. Yönetime geçmesinin üzerinden dört yıl geçtikten sonra Serdar Lala Mustafa Paşa Osmanlı ordusuyla birlikte Şir­ van fethine çıktı. Cafer Bey de ordunun ardından Diyarbekir’e hareket etti. Karacatak(OT) dolaylarına varınca at­ tan düştü ve canını Yaradıcısına teslim etti. Habib Bey bin Canpolad Bey: Babasının ölümünden sonra Hüseyin Bey ve kardeş­ leri tarafından çok hakarete uğratıldı ve küçük düşürüldü. Fakat onlara aldırmadı ve onlardan çekinmedi; tersine on­ lardan intikam almaya karar verdi. Kilis’e giderek baba­ sının bazı mallarını ele geçirdi; arkasından, babasmın hapis­ hanesinde yatan ve üzerinde Müslümanların hakkı bulunan birçok tutukluyu serbest bıraktı; onlarla güçlendi. Bunun­ la da yetinmeyerek Sultan’m Divanına, kardeşlerinin ken­ disine ihanet ve zulmettikleri yolunda şikayet üstüne şika­ yet gönderdi; yüce eşiklerden kendisi hakkında insaflı dav­ ranılmasın] diledi. Fakat Ulu Müşir, dünya işlerinin nizamı, Vezir-i Azam Mehmcd Paşa(i76), kendisine karşı durdu ve kendi­ siyle açıkça düşmanlık yaparak dedi ki: «Habib Bey’i, ba­ bası, sağlığında hükümdarlık görevinden ve miras hakkın­ dan mahrum bırakmıştır; istediklerinde hiçbir hakkı yok­ (275) D ly arb ekir _ Siverek ara sın d ak i K aracadağ. (M.A.A.) (276) Sokullu M ehm et P aşa . (M.E.B.) tur.» Fakat anlaşmazlığı çözümlemek için kendisine, Şam'a bağlı Nablüs Sancağı'nı verdi. Ne var ki Habib Bey buna razı olmadı ve Haleb’e bağlı olup kardeşi Hüseyin Bey'in yönetiminde bulunan Balis Sancağı’nı istedi. Bu isteği Sultan’ın Divanı tarafından olumlu karşılandı. Bu haber Hüseyin Bey’in kulağına gidince Asitane’ye bir temsilci göndererek yüksek makamlar nezdinde hare­ kete geçti; sonunda Sancağı tekrar geri aldı ve Habib Bey buradan azledildi. Bu sırada kardeşi Cafer Bey öldü ve Kilis Hükümeti Serdar Mustafa Paşa tarafından Hüseyin Bey’e verildi. Bu haber Habib Bey üzerinde yıldırım etki­ si yaptı. Bunun için hızla harekete geçerek Sultan Murad’ın eşiklerine gitti ve Sultan’ın Şeyhi için de yanına, 5.000 fılori değerinde hediyeler ve mallar götürdü. Sultan bu ca­ hil Şeyh’te çok şeyler olduğuna inanırdı. Habib Bey Şeyh’ten, Sultan ve Vezir’den, Kilis Hükümdarlığı görevinin kendisine verilmesini dilemesini istedi. Şeyh’in büyük etki­ si olan aracılığı sonucunda, Habib Bey’e Selimiye Sancağı verildi; fakat kendisi buna razı olmayıp miras kalmış san­ cağını istemekte ısrar etli. Bunun üzerine Şeyh çabalarını yoğunlaştırdı ve Divanı, Kilis Hükümeti’ni Habib Bey’c, Selimiye Sancağı’nı da Hüseyin Bey’e vermeye şevketti. Oysa Şeyh’in bu hareketi parlak şeriata uygun değildi. Serdar Mustafa Paşa’nm Kars Kalesi’ni restore etme­ si sırasında, Habib Bey başlangıçta hizmette kusur etti ve gevşeklik gösterdi. Sonunda birkaç adamıyla birlikte hizmet için hazır bulununca, Serdar kendisini nefretle kar­ şıladı ve ona kızgın olduğunu gösterdi; sonra da Kilis Hü­ kümeti’ni ondan alarak yeniden Hüseyin Bey’e verdi; Ha­ bib Bey’e de Selimiye sancağını verdi. Habib Bey bu em­ ri yine kabul etmedi ve hemen İstanbul’a gidip şikayet etti. O sırada tesadüfen Mustafa Paşa Serdarlıktan azledilmiş ve yerine Sinan Pa.şa(277> atanmıştı. Habib Bey aslında ko­ (277) K oca S inan P aşa. (M.E.B.) nuşkan, güçlü kanıtlar getirebilen, büyük bir deha ve hile­ ye sahip olan bir kimseydi. Bu nedenle Sinan Paşa’yı et­ kiledi; o kadar ki, Sinan Paşa, bu Habib Bey aracılığıyla İran ülkesinin en azından yarısını fethetmeye muvaffak olacağına inandı. Bunun için Kilis Hükünıeti’ni Habib Beye vermekten çekinmedi; Habib Bey de üç yıl bu görevde kal­ dı. Üç yıl sonra ise Sinan Paşa Serdarlık ve Sadrazamlık görevlerinden azledildiği için, Hüseyin Bey Kilis Hükümeti’ni geri almaya muvaffak oldu. Böylece Habib Bsy görevden uzaklaştırddı ve bir kez daha başıboş bir du­ ruma düştü; görevlerin dışında ve görevlerden yoksun kal­ dı. Sonra Allah’ın rahmetine kavuştu. Böylece iki kardeş arasındaki anlaşmazlığı, kaçınılmaz ecel ve kader kılıcın­ dan başka bir şey çözemedi. Nitekim şöyle denilmiştir: «Halkın rahatı için dünyayı iki hisseye böldük. «Ben yeryüzünü aldım, o da yerin içini.» Hüseyin Bey bin Canpolad Bey: Bu Bey, Sultan Süleyman Han’ın güvenine ve yüce ilgisine, babasının da duasının bereketine sahip bulunu­ yordu. Bu nedenle, Canpolad Bey’in beşinci oğlu olma­ sına rağmen, irsi vilayet görevini elde etti. Kardeşi Habib Bey’in, kendisiyle defalarca çatışmasına, onu kardeşi Ca­ fer Bey’i öldürmekle suçlamasına ve bu uğurda 60.000 fılori harcayıp, Vezir Sinan Paşa’nm yardımıyla Kilis Hükümeti’ni bir süre elinden almayı başarmasına rağmen, so­ nunda hak sahibine döndü ve irsi Hükümetin yönetimi nihai olarak Hüseyin Bey’in elinde kaldı. Şair diyor ki: «Çalışması Allah için olanları «Her işte başarıya ulaştım Allah «Allah ile tamamlanmayan işin «Kuldan çıkması mümkün değildir.» Sözün özü, Hüseyin Bey, Kilis Hükümdarlığı görevi­ ni en iyi şekilde yerine getirdi ve uzun zaman kimseyle çatışmadan böyle kaldı. Sonunda, Osmanlı Devleti’ndc Beylerbeyi makamına yükselmeyi akimdan geçirdi. Bu amaçla Sultanlık Divam’na, Tırablusşam Eyaleti beyler­ beyliği görevinin kendisine verilmesi karşılığında ve Ki­ lis Hükümeti’nin de o vilayete bağlanması, kendisi bu gö­ revden azledilinceye kadar Kilis’in Trablusşam’a bağlı kalması şartıyla ve buna benzer birtakım şartlarla, Trablusşam Eyaleti’ndeki özel Sultanlık emlakinden büyük bir miktar ödemeyi taahhüt etti. Bu dileği yüce eşiklere arzedilince kabul edildi ve 1001 (1593) yılın ın aylarından bi­ rinde, adı geçen görevin kendisine verilmesi ve kendisinin «Hüseyin Paşa» lakabıyla anılması konusunda Padişahlık emirnamesi çıktı. Kamize diye anılan Arap ileri gelenlerinden. biri, o sırada bu vilayette bazı şartlarla mültezim*2782 olarak bu­ lunuyor ve bu şartlara göre çalışıyordu. Kamize, araştır­ macıların öncüsü ve inceleyicilerin direği olan Mevlana Sa’d El-Mille ve’d-Din Hoca Efendi’ye*2792 bağlıydı; ona uymuşlardan sayılırdı. Aralarında gerçekten güçlü bağlar vardı; ö kadar ki, Kamize Hoca Efendi’den 10.000 fılori kırmızı altın ödünç almıştı. Hüseyin Paşa’mn, yukarıda anlatılan şekilde adı geçen görevi elde etmiş olduğu habe­ ri Kamize’ye yıldırım etkisi yaptı; ve Şeyh Hoca Efendi Hazretlerinden borç etmiş olduğu 10.000 fılori kırmızı altınları da yanma alarak İstanbul’a koştu. O sırada Hü­ seyin Paşa da Asitane’den Trablusşam’a hareket etmişti. O sırada Kamize yolda kayboldu ve izi bile görünme­ di. Sonunda kendisini bazı arkadaşlarıyla birlikte yıkık bir handa öldürülmüş olarak buldular; öldürülmelerini Hüse­ yin Paşa ve adamlarına yüklediler. Bunun sonucu olarak Hoca Efendi, kendisiyle Kamize arasındaki sevgi ve dost(278) Şeyhülislam H oca Sadeddin E fendi olmam m u h tem el­ dir. (M .E.B.) (279) O sm anlIlar zam anında a ş a r vergisini toplay an görevli, (M .E 3 .) luktan ötürü Hüseyin Paşa’ya gücendi ve düşmanlık yaptı. Bu da Hüseyin Paşa’nın Trablusşam’dan azledilmesine ve Kapıcıbaşı rütbesine sahip olup Yemişçi Haşan Ağa diye tanınan Haşan Ağa’nın, Hüseyin Paşa’yı yakalayıp Haleb Kalesi’ne hapsetmek, kendisine isnat edilen, Kamize vc adamlarını öldürme suçundan ötürü yargılamakla görev­ lendirilmesine yolaçtı. Haşan Ağa, Padişah’ın bu emrini yerine getirerek Hüseyin Paşa’yı Haleb Kalesi’ne hapset­ ti; fakat öldürülenlerin kanının kendisinden istenmesi ko­ nusu, şeriat hükümleri gereğince sabit olmadı. Şimdi, yani Hicri 1005 (1597) yılında Paşa hâlâ sağ­ dır ve görevden azledilmiş olarak vakitlerini Osmanlı ül­ kesinde geçirmektedir. Fakat feleğin kendisine gülümseme­ si ve şansın yeniden kendisine yar olması kuvvetle umulur. Çünkü kendisi aslında son derece ağır başlı, zeki, alicenap ve dahi bir gençtir. ALTINCI BÖLÜM Şervvan (Şirvan) Beyleri Hakkındadır Bu bölüm bir hükümet vc iki zeameti kapsamakta­ dır. Rivayet edenler vc haberleri aktaranlar Şerwan (Şir­ van) beylerinin soyları hakkında diyorlar ki: Bu beylerin babaları ve ataları, önceleri Eyyuboğulları’mn vezirlerindendi. Eyyuboğulları Devleti 662 (1264) yılının aylarında Mısır ve Şam’da çökünce, çocuklarından biri -bu, aynı zamanda Hasankeyf hükümdarlarının atasıdır-, bu ülke­ ye geldi ve buraya egemen oldu. Diğer bir rivayete göre ise, bu beylerin soyu, Şirvan(2?0) kırallarına ulaşır. Rivayetler ne olursa olsun, bunlar üç kardeşti: îzzeddin, Bedreddin ve tmadeddin. Bunlar Kıfre (Küfra) vila­ yetine gelip yerleştiler; sonunda, adı geçen sultanların ken­ dilerine gösterdikleri ilgi sayesinde o ülkenin hükümdar­ lığı onlara geçti. Yaygın olan rivayet şudur ki, onlardan Kıfre’de beyliğe ilk geçen, Emîr Haşan bin İbrahim olmuş­ tur; onun da beş erkek çocuğu vardı: Emîr Muhammed Gewr (Gevr), Mîr Şah Muhammed, Mirza, Emîr Şemseddin ve Emîr Mecdeddin. Haşan Bey’in hükümdarlık süresi sona yaklaşınca, ir­ si vilayetini çocukları arasında taksim etti; ve onlara, her birinin kendi payına razı olması ve kardeşlerinin elindeki­ ne karışmaması konusunda, lanetler ve ağır yeminlerle do­ lu olan bir de yazılı vasiyet bıraktı. Şebistan Kalesi’ni ona bağlı yerlerle birlikte Mîr Muhammed Gewr’e, Kıfre Ka­ lesi’ni ona bağlı yerlerle birlikte Mirza’ya, £run(28,) Kale­ si’ni ona bağlı yerlerle birlikte Mîr Şemseddin’e ve Awel (Avil)(282) Kalesi’ni ona bağlı olan yerlerle birlikte Mîr Mecdeddin’e verdi. Mîr Şah Muhammed’i de kendine vekil (kaymakam) tayin etti. Mîr Şah Muhammed bin Mîr Haşam Babası ölünce Kıfre (Küfra) hükümdarlığı görevini eline aldı. O sırada küçük kardeşi Mecdeddin Allah’ın rah­ metine kavuştu; Mîr Şah Muhammed bunun üzerine he­ men Awel Kalesi’ni de Kıfre’ye ilhak etti ve tam bağım­ sız bir hükümdar oldu. Allah’ın rahmetine kavuşunca dört erkek çocuğu vardı: Mîr Muhammed, Mîr Ebdal, Mîr Ali ve Mîr İzzeddin. Babasının yerine Mîr Ebdal geçti. Mir Ebdal bin Mîr Şah Muhammed: Babasının ölümünden sonra hükümdarlık görevini al­ dı ve birkaç yıl ülkeyi yönetti. Sonra Allah’ın rahmetine (281) G aliba bu, s iirt'in doğusundaki E ru h 'tu r; Osm anlı a t ­ la sla rın d a d a buranın adı « E ru m d u r. (M.A.A.) (282) H a lk a ra sın d a «Hawâl» (H avil) denilen çimdiki B ay ­ k an ilçesi. (M.E.B.) kavuştu ve yerine, en doğru yolda olan oğlu Mîr Şah Muhammed geçti. Mîr Şah Muhammed bin Mîr Ebdal: Babasının yerine geçti. Onun hükümdarlığı zama­ nında Şah İsmail Kürdistan’ı istila etmek istedi. Kürt bey­ leri ve hükümdarları, aralarında birlik olmadığı için, hep birlikte Şah İsmail’in Sarayına gitmeyi ve kendisine itaat­ lerini sunmayı uygun buldular. Ne var ki, daha önce de anlattığım gibi, Şah İsmail, kendisine itaatlerini sunan bu Kürt beylerini tutuklayarak hapse attı; yalnız bu Mîr Şah Muhammed ve Sasonlu Ali Bey hariç. Mîr Şah Muhammed Kızılbaş kıyafeti giydiği için, Şah’m özel meclisine gitmesi ve Kızılbaş çevrelerle kay­ naşması kolay oldu; o kadar ki, onlardan ayrılmıyordu. Bunun sonucu olarak kendisine güvendiler ve Kıfre Vilayeti’nin mülkiyetini kendisine geri verdiler. Bundan sonra hükümdarlığının süresi uzadı ve izzetle, ikballe uzun ömür yaşadı; öldüğü zaman dört erkek çocuğu bıraktı: Muham­ med Bey, Ebdal Bey, Ali Bey, îzzeddin Bey. Mîr Şah Muhammed, büyük oğlu Muhammed Bey lehine, gönül rı­ zasıyla hükümdarlıktan feragat etti. Ahret diyarına göç edinceye kadar da 10 yıl inzivada yaşadı. Muhammed Bey bin Mîr Şah Muhammed: Babasının vasiyeti gereğince Kıfre (Küfra) ve ona bağlı yerlerin hükümdarlığını eline aldı. Yönetiminin üze­ rinden 30 yıl geçtikten sonra kardeşi Ebdal Bey kendisine karşı başkaldırdı ve Kıfre Hükümeti üzerine kendisiyle çatıştı. Bunun üzerine Muhammed Bey, siyaset gereği ola­ rak, fedakarlık yaptı ve Sultan Süleyman Han’ın Kıfr£ Hükümeti’ni temelli ve resmen kardeşine vermesini uygun buldu; kendisi de, Kızılbaşların sınırları içinde bulunan Bargıri Kalesi’nin yönetim ve muhafızlığını bizzat eline almaya girişti ve orayı bir yıl kesintisiz olarak yönetti. Eyalet kalesinin muhafızlığını bu süre içinde adı geçen kar­ deşine bıraktı ve kendisi öteki kalenin muhafızlığına git­ ti. Bu sırada Şah İsmail Adilcevaz, Erciş ve Bargıri kale­ lerine saldırarak buraları istila etmek istedi. Şiddetli bir soğuk vardı ve yeryüzünün tamamı karla kaplanmıştı. Bu yüzden ne bir kuşun havada uçması mümkündü, ne de bir balığın suda yüzmesi... Şairin dediği gibi: «Su yerine kayaların yenmesi gerekirdi «Sular donarak mermer taşma dönmüştü çünkü «Hançer kuşananların üzerindeki zırhlar «Can kuşunun avlanması için bir tuzaktı.» işte bu durumda Sultan(283), gökten inen bir afet gibi Bargıri Kalesi’nin üzerine indi ve kaleyi kuşattı. Üç ay sü­ ren kuşatma sırasında, kuşatma altındakilerin durumu çok kötüleşti; yiyecek ve öteki gıda maddeleri tükendi; savunu­ cuların gücü söndü; Kıfre (Küfra) Beyliği’nin Sultan Sü­ leyman’ın Divanı tarafından kardeşi Ebdal Bey’e veril­ diği haberinin Muhammed Bey’in kulağına gelmesi, bar­ dağı taşıran son damla oldu. Bu haber, Muhammed Bey’in gönlünü tırmaladı ve kendisine umutsuzluk hakim oldu. Bunun sonucu olarak, Şah İsmail’in adamlarına kaleyi teslim etti; bunlar arasında Şah’ın Divan Beyi Safevi Ma­ sum Bey de vardı. Muhammed Bey bundan sonra, işin iç­ yüzünü olduğu gibi Sultan Süleyman’ın eşiklerine arzetmek amacıyle hemen İstanbul’a hareket etti. Ne var ki, dedikoducu bozguncular, onun gıyabında, Bargıri Kalesi’nde birçok yiyecek ve cephanenin bulunduğunu, fakat Muhammed Bey’in bunu gevşekliğinden kasıtlı olarak tes­ lim ettiğini Sultan’a bildirmişlerdi. Bu yüzden, o zavallı­ nın asılması konusunda yüce emirler çıktı ve kendisini as­ tılar. Ebdal Bey bin Mir Şah Muhammed Bey: Ebdal Bey, kardeşi Muhammed Bey’in öldürülmesinden sonra Kıfrc'de yönetimi eline aldı ve çatışmasız olarak oranın bağımsız hakimi oldu. Yönetime geçmesinin üzerin­ den 13 yıl geçtikten sonra Mîr Muhammed, Melik Halil, kardeşleri ve Xizan (Hizan) hükümdarları084* arasında an­ laşmazlık çıktı. Melik Halil Ebdal Bey’den yardım istedi. Kürtlük hamiyeti ve aşiretçilik gayreti Ebdal Bey’i, Şerwan (Şirvan)'285* aşiretlerinin bir topluluğuyla birlikte Xizan üzerine yürümeye iteledi. Melik Halil’le birlik olup Xizan Kalesi’ni kuşatmaya başladı. Bu durum karşısında Emîrin de086*, Xizan Kalesi’ni yalnız kendi elinde tut­ mak amacıyla, Nemıran aşiretiyle birlik olup kaleyi savun­ maktan başka çaresi kalmadı. Bunun için müttefikleriyle birlikte çıkarak savaşa ve mücadeleye hazırlandı. Derken, onlarla saldırıya geçenler arasında şiddetli bir savaş başladı. Savaş Xizanlılar’ın yenilgiye uğramaları ve 100 kadar ölü vermeleriyle sonuçlandı. Ayrıca savaşçı­ ların yolu üzerinde bulunan köyleri yıkıldı ve ekinleri yağ­ ma edildi. Bu durum, onları, Sultan Süleyman Han’ın eşik­ lerine iltica etmek zorunda bıraktı. Sultan da, Van Beyler­ beyi İskender Paşa’ya Xizanlılar’ın sorununa bakması, Eb­ dal Bey’i Van Divam’na gelirtmesi ve kendisine isnat edi­ len hususta soruşturma yapması için yüce emrini bildirdi. İki tarafın halkı Divanda hazır bulununca, Ebdal Bey ve Şenvanlılar’m Xizan halkına ve ileri gelenlerine saldırmış oldukları sabit oldu. Bunun üzerine Van Beylerbeyi, Eb­ dal Bey’i hemen tutuklayıp kale hapishanesine attı ve durumunu Hilafet Makamı’na arzetti. öldürülmesi, idam (284) X izan H ü k ü m d arla rı Bölüm üne bakılırsa, ibarenin doğrusunun, «Xizan h ü k ü m d a rları olan M îr M uham ­ med, M elik H alil ve k ard eşleri arasında» olduğu o r ta ­ y a çıkar. (M.A.A.) (285) K ü rtçesi «.Şeroyan»dır; so n ra «ŞSrvvan» şeklini alm ış­ tır. (M. A. A.) (286) M îr M uham m ad. (M.E.B.) edilmesi hakkında emir çıktı ve böylece Ebdal Bey Van’da öldürüldü. Altı küçük erkek çocuğu bıraktı: Mahmud Bey, Zeynel Bey, Mîr ŞahMuhammed, Hacı, Mîr Muhammed ve Zülfikar. Sonra Kıfre (Küfra) Hükümeti’ni ikiye ayırdılar: Bir kısmını Hazzolu Saruhan’a, ikinci kısmım da «Kumesli*287* Haşan Bey’e verdiler. Mahmud Bey hin Ebdal Bey: Yukarıda geçtiği gibi, babasının öldürülmesinden son­ ra Kıfre Hükümeti birkaç yıl yabancıların elinde kaldı. Mahmud Bey erginlik çağına gelince Sultan Selim Han’m («a) eşiklerine koşarak durumunu ve miras kalmış Hü­ kümetinin kendisine verilmesini arzetti. Adaletli ve cömert Sultan ona şefkat göstererek, babalarının ve atalarının görevini, eskiden uyulan aynı kural ve usullerle kendisine geri verdi. Bunun üzerine Mahmud Bey, özlemine kavuş­ muş olarak ve yüce makamlı Sultan’m emirnamesini de ta­ şıyarak asıl vilayetine döndü; ve beylik tahtına çıktı. Mahmud Bey Şerwan (Şirvan) halkı, ileri gelenler ve sıradan olanlar arasında adalet ve eşitlikle hüküm sür­ dü; aşiretlerden ve o ülkede yaşayanlardan olan reaya ve bütün yaratıklara nimetlerini ve Iütuflannı yağdırdı. Ama kendini devamlı içkiye, Ay ve Güneş’e benzeyen oğlanlar ve dostlarla vakit geçirmeye verdi. îçki kadehi, şakayık ve nergismiş gibi, bir an bile elinden düşmüyordu; hatta bahan, kadeh şakırtılarıyla ve hazin müzik sesleriyle yol­ cu etmeden, onun göçüp gitmesine izin vermiyordu. Ve böylece şairin şu sözleri kendisine uygun düşüyordu: «Al şarabın bir damlası kendisi için, «Yüz kardeşin kanından daha değerüydi (287) G aliba bu, K ü rt halk ın ın eski ad ların d an b iri olajı « K u rta n ln bozulm uş şekildir. (M .E.B.) (288) Selim II. (M .E.B.) «Bir ülke değiştirirdi bir mü^ik sesine «Çünkü bir şarkı sesi, bir ülkedpn daha çok sevindi­ rirdi onu.» İktidarının üzerinden üç yıl bu şekilde geçtikten son­ ra, bir gece kendisini yatağında, yanağındaki bir kılıç dar­ besiyle öldürülmüş olarak buldular. Bunun üzerine Kıfrâ (Küfra) Vilayeti, Sultan Selim Han’ın Divanı tarafından, sancak olarak Mîr Muhammed Gewrî’nin soyundan olan Mîr Haşan Kume’liye verildi. Bu vilayet birkaç yıl bu be­ yin yönetiminde kaldı. Zeynel Bey bin Ebdal Bey: Yukarıda geçtiği gibi, kardeşi Mahmud Bey yatağın­ da öldürülmüş olarak bulundu. Kardeşleri o sırada küçük­ tü ve bu yüzden kaatilini bulamadılar, kimseyi de suçlayamadılar. Haşan Bey Kurne’li de bir süre Şerwan (Şirvan) Hükümdarı oldu. Zeynel Bey erginlik çağına gelince, Kıfre Hükümeti’nin kendisine verilmesi konusundaki dileğini Sultanlık eşiklerine arzetmek amacıyla İstanbul’a gitti. Tesadüfen o sırada Maliye Veziri Sinan Paşa(2S9) ile Kapudan*2902 Ali Paşa*2912, ağır ordularla vo birçok savaş gemisiyle, Aklabend Kalesi’ni*2922 fethetmek için sefere çıkmaya hazırlanı­ yorlardı. Zeynel Bey ile, görevlerinden uzaklaştırılmış bazı Kürt beyleri de, muzaffer ordularla yapılacak bu deniz gazasında Vczir’e eşlik etmeyi uygun buldular. Osmanlı ordusu Aklabend Kalesi’nin fethinden sonra muzaffer ve özlemine kavuşmuş olarak dönünce, Sinan Paşa, Zeynel Bey’in durumunun gerçek yüzünü Hilafet Makamı’na he­ men arzetti. Bunun üzerine, daha önce kardeşi Mahmud (289) (290) (291) (292) K oca S inan P aşa . (M.E.B.) K ap tan -ı derya, donanm a kom utam . (M.E.B.) K ılıç (U luç) Ali P aşa . (M .E.B.) Bu seferin T unus üzerinde yapılm ış olm asından, bu kalen in de T u n u sta olduğu anlaşılıyor. (M .E.B.) Bey’e verilmiş olan Kıfre Beyliği ve hükümdarlığının ken­ disine verilmesi konusunda emirname çıktı. Böylece Zeynel Bey, özlemine kavuşmuş ve gönlü ra­ hat etmiş olarak tanıdığı vatanına ve alıştığı meskenine döndü; babalarının ve atalarının yerine oturdu; yönetim ve hükümdarlık işlerini büyük bir ciddiyet ve dikkatle eli­ ne aldı; reayaya, herkese, komşu beylere ve hükümdarlara karşı lütuf ve iyilik yaptı ve hepsinin rızasını kazandı. Bil­ ginler, fazilet sahipleri, fakirler ve çaresizler üzerine hima­ yesini yaydı. İktidarı 30 yıl sürdü. Yaşlılığında okumayazma öğrenmek istedi ve büyük bir çaba ve heves sonun­ da okuma-yazmayı çok iyi öğrendi. Sonra şiddetli bir has­ talığa yakalandı. Altı ay süren bu hastalık sırasında çok acı ve ıstırap çekti; nihayet 1005 (1597) yılı Zilhiccesinin sonlarında Allah’ın rahmetine kavuştu ve arkasında beş erkek çocuğu bıraktı: Ebdal Bey, Melik Halil, Mîr Mahmud, Mîr Muhammed ve Mîr Süleyman. Ebdal Bey bin Zeynel Bey: Güzel yüzlü, iyi gidişli bir gençtir. Babasının ölümün­ den sonra onun vasiyetiyle beylik makamına geçti ve Sul­ tan Mehmed Han’ın(293) emirnamesi gereğince halen Şerwan’da hükümdarlık görevinde bulunmaktadır. Başarıya ulaşması ve muvaffak olması umulur. BİRİNCİ d a l Kurnâ Beyleri Hakkındadır(294) Bu beyler, Emir Hasan’ın oğlu Emîr Muhammed Gewr (Gevr)’in çocuklarından ve torunlarındandır. Bu Emîr Hasan-’ın babası, irsi vilayetini çocukları arasında (293) M ehmed m . (M.E.B.) (294) Y azar G irişte, A ltıncı Bölüm ün üç dal kapsadığını; bi. rlncisinin K ıfre, İkincisinin. E ru n , üçüncüsünün K ur tâ beyleri h ak k ın d a olduğunu yazm ıştı. B urası, o sın ıflan ­ d ırm a y a u y m a m ak tad ır. (M.A.A.) taksim ederken Şebistan Kalesi’ni oğlu Muhammed Gewr’e verdi. Bugün ise Şebistan ve ona bağlı yerlerin yönetimini Zeynel Bey bin Süleyman Bey elinde bulundurmaktadır ve bu yönetim zeamet yoluyla Sultan’ın Divanı tarafından kendisine verilmiştir. Bazen de, Ebdal Bey'in öldürülme­ si meselesinde geçtiği gibi, Zeynel Bey’in amca oğulların­ dan Mîr Haşan bin Melik Süleyman Kıfre Hükümdarlığı görevinde bulunmakladır. Gerçek şudur ki, bu Zeynel Bey son derece zeki, akıl­ lı, doğru yolda olan, isabetli ve iyi tedbir sahibi bir genç­ tir. Zeametini oğlunun adına kaydettirdi; ayrıca Sultan Mehmed Han’ın Divanından, Ağakis Sancağı’nm kendine verilmesi konusunda bir emirname çıkarttı. Mîr Ebdal adında bir de kardeşi vardır. İKİNCİ DAL Erun(2,5) Beyleri Hakkındadır Bu kalenin Emîri şimdi, zeamet yoluyla Mîr Melik bin Mîr Hasan’dır. Mîr Melik, Mîr Şemseddin bin Mîr Hasan’m oğludur. Mîr Haşan, bu £run Kalesi’ni, irsi vilaye­ tini taksim ederken oğlu Şcmseddin’e vermişti. Mîr Melik Kürdistan beyleri ve hükümdarları arasın­ da aşırı cesareti ve cömertliğiyle tanınmıştır; dindarlık ve Islamiyetin belirtilerine bağlılık niteüğine sahiptir. YEDİNCİ BÖLÜM Zırkan Beyleri Hakkındadır Bu da döıt dalı kapsamaktadır. Belagat meydanmın süvarileri ve güzel konuşmanın, güzel yazmanın kahramanları olan tarihçilerce açıkça bilin­ diği gibi, Zırkan beylerinin soyu Şam Arapları’na ulaşır. (295) 281 N o.’lı n o ta bakınız. Denilir ki: Şeyh Hasan bin Seyyid Abdurrahman adın­ da bir kişiyi, zamanın şartlan, vatanından ayrılmak ve Mar­ din Vilayeti'nc gelmek zorunda bırakmıştı. Orada yerleşip kendini ibadete, kanaatkarlığa ve çeşitli riyazetlere veren Şeyh Haşan, sürekli olarak mavi renkli elbise giydiği için halk arasında «Şeyh-i Ezrakî»f2%> diye tanındı. Belki de gözleri mavi olduğu için bu adla adlandınlmıştır. Sebep ne olursa olsun, «Ezrak» sözcüğündeki «E» harfi, sözcü­ ğün çok kullanılmasından ötürü atıldı ve sözcük halkın dilinde «Zırkî» şeklini aldı. Bu Şeyh Haşan büyük ölçüde dindar ve günahlardan son derece sakındığı için etrafında Mardin Vilayeti’nin ile­ ri gelenlerinden büyük bir topluluk meydana geldi. Bu­ nun sonucu olarak çağının sultam kendisinden korku duy­ maya başladı ve çekindi; bu yüzden de kendisini Mardin Kalesi’nde tutukladı. Ne var ki, Şeyhin kerametleri açıkça göründü; ve Sultan içten gelen güçlü bir bilinçle, Şcyh’in müritlerinin ve kendisine içten inananların saflarında yer aldı. Hemen kendisini serbest bıraktı, ondan özür diledi, kendisine her bakımdan saygı ve ikramda bulundu ve kı­ zını kendisiyle evlendirdi. Bu durum, Şeyh Haşan Ezrakî’nin o taraftaki halk arasında kadrini artırdı ve şanım yü­ celtti. ölüm Sultan’ı yakalar yakalamaz, onun yerine Şeyh geçti ve böylece ülke işlerine egemen oldu, ülkeyi kontrolü altına aldı. Çocuklarını, o vilayetteki her nahi­ yeye Bey ve Hükümdar olarak atadı. BİRİNCİ DAL Derzini Beyleri Hakkındadır Şeyh Hasan’ın Derzinî’ye gelen oğlunun adı Habil’di. Onun Kabil adında bir de oğlu vardı. Bu Derzini, içinde büyük bir kilise bulunan bir kaledir. Kale ahlaksız kafirle­ rin elinde bulunduğu sırada, ona «Derzir»(297) adını verir­ lerdi. Kaleyi .Habil ve Kabil istila ettikten sonra, adı kul­ lanıla kullanıla «Derzini» şeklini aldı. İşte sana, durum­ larını bildiğimiz beylerinin adları: Emîr Hamza bin Emîr Halil bin Emîr Gazi: Emîr Hamza, uzun zaman, Şah Ismail-i Safevi’nin emriyle Derzini Beyliği’nde bulundu. Bu Beyin ölümünden sonra oğlu Muhammed Bey, Kürdistan’m diğer bazı beyle­ ri ve hükümdarlarıyla birlikte, Sultan Selim Han’ın eşik­ lerine itaatini sundu. Sultan kendisini ilgisinin kapsamı içine aldı, kendisine güven besledi ve ona Derzini Beyliği’ni verdi. Ölünceye kadar orada en iyi şekilde yönetim yaptı, öldüğü zaman dört erkek çocuğu bıraktı: Ali Bey, Şah Kuli Bey, Yakub Bey, Cihanşah Bey. Ali Bey bin Muhammed Bey: Hükümdarlık için ve tek başına duruma hakim olmak için kardeşleriyle çatıştı. İş, kılıçların çekilmesine ve kuv­ vet kullanılmasına kadar gitti. Sonunda Ali Bey hepsini yenilgiye uğrattı ve vilayeti onlardan aldı; yedi yıl orayı tam bağımsız olarak yönetti. Onun ölümünden soma yerino kardeşi Şah Kuli Bey geçti. Şah Kuli Bey bin Muhammed Bey: Kardeşinin yerine, 941 (1535) yılında, Sultan Süley­ man Han’ın çıkarttığı bir emirnameyle beylik tahtına çık­ tı. Ülkeyi sekiz yıl yönettikten sonra, Sultan Süleyman Han’ın Sarayından dönüşünde, Bolu Şehri’nde birkaç ada­ mıyla birlikte, Gırdıkan Beyi Zırkanlı Nasır Bey tarafın­ dan, aralarında bulunan eski bir düşmanlık yüzünden öl­ dürüldü. (2S7) B ir y az m a nüsh ad a «Derdiz», b ir b aşk asın d a d a «Dârziz»dir; galiba kelim e, «Zin K ilisesi» an lam ın a gelen «Dfir Zine»nin bozulm uş şeklidir. (M.A.A.) Yakub Bey bin Muhammed Bey: Bu Bey, kardeşi Şah Kuli Bey’in öldürülmesinden son­ ra, Sultan Süleyman tarafından bütün Zırkan Divanının yö­ netimine getirildi. Ergin, iyi ahlaklı, sofu meşrepli, Allah'­ ın dostlarının sözlerine eğilimli bir adamdı. Şiir ve nazma karşı da hevesi vardı; bu alanda faal bir yeteneğe sahipti. Gerçekleri ve mutlak birliğin'298* anlamlarını kapsayan bir­ çok şiir bıraktı. Şiirlerinin çoğu kürtçedir; galiba kürtço bir derleme «Divan »ı vardır. Kendisi topluluklarda ve yö­ netimdeki iyi davranışında çağının teki ve kendi dokusun­ dan bir taneydi. Bu şekilde 25 yıl hüküm sürdükten sonra kendi iste­ ğiyle hükümdarlıktan feragat etti ve Zırkan yönetimine kendi yerine oğlu Duman Bey’i getirdi. Duman Bey, iki yıl sonra, Şirvan Savaşı sırasında, Çıldır denUen yerde, Kürdistan’ın diğer bazı beyleriyle birlikte Kızılbaşlar tara­ fından öldürüldü. Yakub Bey de oğlunun öldürülmesinden bir yıl sonra öldü. Duman Bey iki çocuk bırakmıştı: M u­ hammed Bey ve Ali Bey. Muhammed Bey bin Duman Bey: Muhammed Bey, babasının 986 (1579) yılında şehit düşmesi üzerine 15 yaşındayken, büyükbabası sayesinde ve onun kendisine karşı gösterdiği büyük ilgi sayesinde yö­ netime geçti. Yaşının küçük olmasına rağmen başkanlık görevini ve beylik işlerini en iyi şekilde yaptı. Bu durum, kendisinin emsali arasında imrenilmesine, kıskanılmasına yolaçtı. Babalarından ve atalarından daha çok kadri arttı ve şanı yüceldi. Gırdıkanlı Muhammed Bey, aralarındaki eski düş­ manlıktan ötürü ve aralarında bulunan akrabalık yüzün­ den kendisini destekleyen Hazzo Kethüdası Şemseddin’in kışkırtmasıyla Muhammed Bey bin Duman Bey’le çatış­ tı. Gırdıkanlı Muhammed Bey’le Şemseddin, Derzini bey­ liğindeki bazı köy ve şehirlere karşı saldırıya geçmeye baş­ ladılar; şeytandan aldıkları ilhama uyarak ve gönüllerinin kendilerine güzel gösterdiği intikamcı kötü işlere kapılarak, bu köyleri ve şehirleri yaktılar ve talan, yağma ettiler. Bu saldırı karşısında Muhammed Bey de, saldırganları püs­ kürtmek için, taraftarlarından ve amca oğullarından bir topluluğu sınıra gönderdi. Bir gün yine Kurdikanh Mu­ hammed Bey her zamanki gibi sınırı geçti ve oradakilerle savaşmaya başladı. İki taraf arasında döğüş şiddetlendi ve Kurdikanh Muhammed Bey’in vurulmasıyla sonuçlandı. Kendisini yarı ölü-yarı diri olarak Kurdikan Kalesi’ne gö­ türdüler ve bir gün sonra öldü. Bunun üzerine Muhammed Bey bin Duman Bey, onun, bu çatışmanın ateşini alevlen­ dirmeye sebebiyet veren adamlarının önde gelenlerine sal­ dırarak onları ortadan kaldırdı ve mallarına elkoydu: Böy­ lece duruma tamamen hakim oldu ve bağımsız olarak ül­ keyi yönetmeye devam etti; artık kendisiyle çatışan kim­ se yoktur. Şimdi, yani 1005 (1597) yılında en iyi şekilde bey­ lik görevini yapmaktadır. Bugünlerde, Hazzo hükümdar­ ları ailesiyle olan akrabalığına dayanarak ve Cezire H ü­ kümdarı Emîr Şeref’in desteğiyle, Hazzo Hükümdarlığın­ dan Hıdır Bey’in oğlu Muhammed Bey’i uzaklaştırmak ve onun yerine Murad Han’ın oğlu Bahaddin Bey’i başa ge­ tirmek istedi. Ne var ki, bu tehlikeli işin gerçekleştirilme­ si mümkün değildi ve bu girişim, yalnız kalmasına yolaçtı; emsali nezdindeki itibarım etkiledi. Fakat kendisi henüz gençliğinin başlangıcındadır; ve Allah’ın kendisini doğru ve isabetli yola yöneltmesinde, bunun sonucu olarak doğ­ ruluk ve vefakarlıkla güzelleşmesinde büyük umut vardır. Allah işitici ve duaları kabul edicidir. Şair demiştir ki: «Zamanın çocuklarında vefa arama, gönül! «Çünkü yaradılışlarında mertlik yoktur bu yoldaşla­ rın.» İKİNCİ DAL Gırdıkan(299) Beyleri Hakkındadır Yukarıda da geçtiği gibi Şeyh Hasan’ı Ezrakî’nin ço­ cuklarından olan Habil Derzir’i fethetti. Habil’in oğlu Ka­ bil, Kab!i’nin(300) kızıyla düşüp kalktı ve bundan bir çocuğu oldu. Kabil, babasının korkusundan ve utancından çocuğu Gırdıkan Kalesi’ne gönderdi. Gırdıkan beyleri işte bu ço­ cuğun soyundandır. Buna göıc onlar Derzini hükümdarla­ rının amca oğulları olurlar. Gırdıkan’lı Mîr Nasır, Derzini ve Gırdıkan vilayetleri arasında bulunan Menar Köyü üzerine, Derzini beyleriyle devamlı anlaşmazlık vc sürekli çatışma halindeydi, iki ta­ raftan hangisi güçlüyse bu köyü o ele geçirirdi. Bu durum böyle devam etti. Sonunda Derzinî’li Şah Kuli Bey Sultan Süleyman’ın Sarayına giderek, Menar Köyü’nün Derzini Vilaycti’nin sınırları içine almması konusunda kendisinden bir emirname aldı. Bu haber Nasır Bey’in kulağına gelin­ ce, öfkesi kabardı ve kızgınlığı şiddetlendi. Yanına birkaç adamını da alarak, nerede olursa olsun Şah Kuli Bey’le bu­ luşup kendisini ortadan kaldırmak amacıyla İstanbul’un yolunu tuttu. Derken, Asitane’deki işini bitirmiş olan Şah Kuli Bey’le Bolu Şehri’nde buluştu, iki taraf arasında şiddetli bir döğüş başladı ve Şah Kuli Bey’le yanında bulunan hizmetçileri ve adamları, bu hain ve kanlı çarpışmada öl­ dürüldüler. Bu kavganın haberi Bolu Mirlivası’nın kula­ (299) 1313 (1807) yılında İstan b u l’da basılm ış olan A :ap ç a İzahlı K ürtçe sözlük «El-H ediyye El-H am idiyye»ye göre, G ırdıkan X izan nahiyesine bağlı b ir köydür. (M.A.A.) (300) B ir y azm a n ü sh ad a «H abil’in Kızı». (M.A.A.) ğına gidince, hemen ileri gelenleri ve halkı toplayarak on­ larla birlikte Nasır Bey’e saldırdı; Nasır Bey’i ve adam­ larından 30 kişiyi yakalayarak durumlarını yüce Hilafet Makamı’na arzetti. Bunun üzerine, kendilerinden adaletli bir kısas alınması konusunda Sultan’m emri çıktı ve Nasır Bey’le 30 arkadaşı, ibret alacak kimseler için ibret olsun­ lar diye, herkesin geçtiği yolda bulunan ağaç sıralarına asılmak suretiyle idam.edildiler. Şair demiştir ki: «Adaletle hareket etmediğin sürece «Devlet ve ikbale sahip olmazsın hiç; «Yolları güvenlik altına al saldırganlardan yana «Ülkenin mamur olmasını istersen eğer.» Muhammed Bey bin Nasır Bey: Bu Beye, babasının öldürülmesinden sonra Gırdıkan Beyliği görevi verildi. Hazzo Kethüdası Şemseddin’den ve Şerwan’lı (Şirvan’lı) Zeynel Bey’den yana oldu ve Derzinî’lı Muhammed Bey bin Duman Bey’e düşmanlık yaptı. Böylece Peygamberin, «sevgiyi de miras alırlar, kini de miras alırlar» şeklindeki hadisinin anlamı gerçekleşti; ve Mu­ hammed Bey bin Nasır Bey, yukarıda da geçtiği gibi, Mu­ hammed Bey bin Duman Bey’in adamları tarafından öldü­ rüldü. Nasır Bey bin Muhammed Bey: Nasır Bey, babasının öldürülmesinden sonra, Haz­ zo Kethüdası Şemseddin Bey’in yardımıyla, henüz ço­ cukken beylik görevini eline aldı. Kethüda Şemseddin bu­ nunla de yetinmedi; babasının ve hizmetçilerinin kanlarının diyeti olarak, Derzinî’li Muhammed Bey’den Menar K öyü­ nü bir miktar para ve yiyecekle birlikte alıp Nasır Bey’e vermeyi başardı. Bu köy iki taraf arasında uzun zaman­ dan beri anlaşmazlık konusuydu. Şemseddin, iki taralı, Hazzo Hükümdarı ve Şenvan’lı Zeynel Bey aracılığıyla ba­ rıştırdı. Sonra, Derzinî’li Muhammed Bey’in, Gırdıkanlı Muhammed Bey’in öldürülmesine sebebiyet vermiş olan kethüdası Zırkanlı Mahmudu hizmetinden çıkarması ka­ rarlaştırıldı. Muhammed Bey de, beylerin kararına uyarak onu çıkardı. Adı geçen Mahmud Bediise varınca, Hazzo Kethüdası Şcmseddin, adamlarım ve hizmetçilerini aldata­ rak kendisini öldürmeye teşvik etti. Onlar da birkaç gün sonra öyle yaptılar ve Hazzo’ya kaçtılar. Bunun üzerine Nasır Bey’in kızgınlığı ve öfkesi hafiflemeye başladı ve ba­ rıştan tatmin oldu. Nasır Bey küçük yaşta bir çocuk olduğu için eğlence­ ye ve oyuna eğilim gösterdi. Vaktini eğlence ve sazlarla geçirirdi. «Çenber» lakabıyla andan Haşan adında bir hiz­ metçisi vardı ki) güldürücü ve mizahi hareketlerde bulunur; Bey de bununla oyalanırdı. Bir gün bu mizahçı, uyuşturucu madde kullanmıştı ve o sarhoşlukla Emîr Nasır’ı vurmayı hayalinden geçirdi; hemen göğsüne hançeri sapladı ve han­ çer sırtından çıktı. Nasır Bey derhal canım yaradıcısma teslim etti. Avlanmada onlarla beraber olan aşiret ve ka­ bile adamları derhal Çenber’e saldırdılar; tabanca darbe­ leriyle ve yumruklarla kendisini feci şekilde öldürdüler. Aym gün Mîr Halil’e de, Çenber’in çirkin fiilini isnat ede­ rek kendisini de zulümle ve haksız yere öldürdüler. Halil Bey, Nasır Bey’in Bolu’da öldürülmesinden son­ ra Sultan Süleyman’ın Divanı tarafından Gırdıkan Beyli­ ğine tayin edilmişti; sonra Muhammed Bey bin Nasır Bey’in, adı geçen beyliğe getirilmesi üzerine hükümdarlık­ tan azledilmişti. Bir süre ülkeyi terketmiş ve bazı Kürt bey­ lerinin hizmetinde bulunmayı tercih etmişti. Daha sonra zayıfladığı ve yaşlandığı için, alışmış olduğu vatanına dö­ nerek Nasır Bey’in yanında ikamet etmiş ve vaktini yine onun yanında geçirmeye başlamıştı. Emîr Nasır iki küçük çocuk bıraktı: Mîr Muham­ med ve Mîr Ebu Bekir. Bugün Mîr Muhammed, Sultan’ın emirnamesi gereğince babasının yerine Gırdıkan görevini yapmaktadır. beyliği ÜÇÜNCÜ DAL Atakti0I) Beyleri Hakkındadır Kiirdistan'ın ünlülerinden biri de Zırkan’lı Ahmed Bey bin Mır Muhammed ailesidir. Kendisi Şah Ismail-i Safevi’nin çağdaşıydı. Bu Şah Diyarbekir ve Kürdistan'ı istila edince, Atak’ı bu Ahmed Bey’in elinden alarak Ka­ çar aşiretine verdi. Bunun üzerine Zırkan aşireti vatam, ül­ keyi ve ailelerini terketmek ve oraya buraya dağılmak zo­ runda kaldı. Bu durum Çaldıran Savaşı’na kadar böyle sürdü. Çaldıran Savaşı’nda Şah İsmail yenilgiye uğrayın­ ca ve Han Muhammed Ustaclu öjdürülünce, Kürt aşiret­ leri beyleriyle birlikte miras kalmış mülklerini ve kay­ betmiş oldukları hükümetlerini geri almak için harekete geçtiler. Atak Kürtleri de bu arada çalışmaya başladılar ve elverişli fırsattan yararlanarak, kışı, «Mılh» adıyla üıı ya­ pan yıkık bir kalede geçirdiler. Ne var ki, Atak Kalesi’ndc bulunan Kaçar aşireti buna itiraz ederek, bu insan­ ların, kışın ortasında bu yıkık kalede oturmalarını gerek­ tiren nedeni sordu. Bunlar ise kendilerine cevap vererek şu mazereti öne sürdüler: «Mırdasî aşireti ile aramızda es­ ki husumet ve ve köklü düşmanlık vardır. Onların bu kış, soğuk ve kar ortasında bize saldırıp çocuklarımızı ve aile­ lerimizi esir almaları uzak ihtimal değildir. Bunun için, so­ ğukların hafifleyeceği ve karların eriyeceği bahar mevsimi­ (301) Bu, eski A rap-Islam k ay n a k la rın d a «H etax» olarak g eçen m e şh u r k aled ir; şim di T ü rkiye’nin D iyarbek ir ill'nde olup «Lice> adıyla bilinm ektedir. (M.A.A.) Şim ­ diki Lice ilçesi’ne bağlı bir köy olup ilçe m erkezinin 15 km . k a d a r giiney doğusundadır. (M.E.B.) ne kadar bu yıkık kalede kalmamıza izin vermenizi istir­ ham ediyoruz.» Bunun üzerine Atak valisi onlara acıdı ve orada kalmalarına izin verdi. Zırkanlı Atak Kürtlerinin gönlü, Kaçar Kızılbaşlarmdan yana tatmin olunca, Atak kalesini nasıl fethedecek­ lerini düşünmeye başladüar. Kaleyi hile ve aldatmacayla istila etmek amacıyla, kışın karanlık gecelerinden birinde tırmanmakta kullanmak için, direklerden ve iplerden bir merdiven hazırladılar. Soma bir gece, usta Kürt kahra­ manlarından bazıları kalenin surlarım tırmanarak burçlara ve kale duvarlarına ip bağlamak suretiyle merdiven dik­ meye muvaffak oldular. Arkasından Zırkan yiğitleri kale­ nin üstüne çıktılar ve hemen içeri girdiler; kalenin Kızıl­ baş muhafızlarını kesici kılıçlarla yok ederek, ibret ala­ caklara ibret olsun diye başlarım astılar; soma da kadınla­ rım ve ailelerini kaleden çıkarıp Ahmed Bey’e gönder­ diler; arkasından da Ahmed Bey’i getirtip başlarına Hü­ kümdar tayin ettiler. Ahmet Bey, Sultan Selim Han’ın emirnamesi gereğin­ ce, miras kalmış ülkesinde bir süre hüküm sürdü. Ölüm kendisini yakaladığında üç erkek çocuğu vardı: Şahım Bey, Yusuf Bey ve Mahmud Bey. Fakat bu kardeşler, kendi aralarından birinin hükümdarlık yapmasına razı olmadı­ lar; anlaşmazlığa düşüp birbirlerine şiddetli hasım oldular. Sonunda Sultan Selim Han’ın eşiklerine gitmek konusun­ da anlaşmaya vardılar ve İstanbul’a gittiler. Orada, vila­ yetin kardeşler arasında taksim edilmesi ve bir kısmının da Sultanlığın özel mülklerinin yönetimine verilmesi ko­ nusunda Sultanlık Divanı tarafından bir yazının gönderil­ mesi kararlaştırıldı. Şahmı Bey bin Ahmed Bey: Kardeşler, Atak Vilayeti’nin gelirlerini yazacak bir yetenekli kimsenin tayini konusunda Diyarbekir Beylerbe- yi adına bir Padişahlık hükmü çıkarttılar. Bu hüküm ge­ reğince, bazı köylerden ve tarlalardan elde edilen gelirden 60.000 Osmanlı akçası tutarında bir miktarın zeamet yoluy­ la Mahmud Bey’e, 110.000 Osmanlı akçası tutarında bir miktarın zeamet yoluyla Yusuf Bey’e verilmesi; Rabıt nahiyeti, Meyyafarqîn (Meyyafarkin) ve Cıska köyü ile, ka­ firlerden alınan haraç malların da Padişahlığın özel em­ lakine katılması kararlaştırıldı. Ayrıca Şahım Bey’e de, 200.000 Osmanlı akçası tutarında bir miktarın sancak ola­ rak verilmesine karar verildi. Mahmud Bey’in ölünmünden sonra onun zeameti de, arpalık olarak Kubad Bey Ramazanlu’ya verildi. Rüstem Paşa’nm vezirliği döneminde, Şahım Bey’i, ihanet ve ihti­ las yapma suçlariyle suçladılar ve Süleyman! ferman'302* ge­ reğince kendisini öldürdüler. Bundan sonra Atak Vilayeti 20 yıl süreyle, Zırkan beylerinin yönetiminden uzak ve onların yönetiminin dışında kalarak, Osmanlılar’m memur­ larının elinde kaldı. Yusuf Bey bin Ahmed Bey: Elkass Mirza’nın yol açtığı ve Sultan Süleyman Hanın bizzat Azerbaycana gitmesine sebep olan savaş­ lar ve inkılaplar sırasında, Atak Sancağı, kaleyi yıkması ve kendi zeametini de sancağa katması şartıyla Yusuf Bey’e verildi. Yusuf Bey bu şekilde ve tam bağımsız olarak uzun zaman Sancağı yönetti; kendisiyle bu süre içinde çatışan olmadı. Onun ölümünden sonra Sancak, eski şekil üzerine, Ahmed Bey bin Hacı Hüseyin Bey denilen, OsmanlIların bir adamma verildi. Yusuf Bey ise, Haşan Bey denilen bir çocuk bırakmıştı. Haşan Bey bin Yusuf Bey: Yukarıda da geçtiği gibi, bu Beyin babasının ölü­ münden sonra, Atak Sancağı bir yabancı adama verildi ve iki yıl onun yönetiminde kaldı. Al-ı Osman tahtına Sultan Selim Han II. geçince, Haşan Bey, miras kalmış ülkesini elde etmek için İstanbul’a gitti. Ve Vezir-i Azam Mehmed Paşa’nın kendisini desteklemesi sayesinde, Atak Sancağı’nm ocak olarak kendisine verilmesi konusunda Sultan Selim’den bir emirname aldı. Böylece Yusuf Bey 20 yıl süreyle Atak Beyliğini ciddiyetle ve azimle yönet­ ti. Allah rahmet etsin, Yusuf Bey dünyaya karşı aç göz­ lü, parayı seven ve kendi dünyasına dönük bir kimseydi. Ölüm kendisini yakaladığı zaman iki oğlu vardı: Yusuf Bey ile Veli. Haşan Bey’in beyliği, Sultan Murad’ın(303) bir emir­ namesi gereğince oğlu Yusuf Bey’e lütfedildi. Fakat Yu­ suf Bey kısa bir zaman sonra öldü. Çünkü onun günleri de bahar ve çiçeklerin günleri gibi kısaydı ve fazla kalma­ dan sırtını dönüp gitti, irs ve hak kazanma usulü gere­ ğince yerine kardeşi Veli Bey geçti. Ne var ki, amca oğul­ larından Cihanşah Bey bin Suhrab Bey denilen bir adam, bu işte kendisiyle anlaşmazlığa düştü ve beyliği kendisin­ den almaya çalıştı. Sonra Sultan’ın Divanına, Diyarbekir Hâzinesine yıllık 20.000 fılori ödemek şartıyla Atak Sancağı’nm kendisine verilmesini arzetti. Veli Bey bu çabayı duyunca aynı miktarı ödemeyi taahhüt etti ve adı geçen Cihanşah’a, beyliğin işlerine karışma olanağı vermedi. «Zalim İbrahim Paşa» diye ün yapan İbrahim Paşa, Rebia(304), Diyarbekir ve Kürdistan vilayetlerinde devlete karşı isyan bayrağını çekince Atak Sancağı, Diyarbekir Hâzinesine 40.000 fılori gelir sağlaması karşılığında, Zülfikar Bey bin Şah Bey’e verildi. Bu durum, adı geçen İb­ rahim Paşa’nm Diyarbekir Vilayeti’nden azledilmesine ve yakalanıp İstanbul’daki Yedikule kalelerine hapsedilmesi­ ne kadar bu şekilde sürdü. Sonra Al-ı Osman tahtına Sul­ (303) M urad m . (M.E.B.) (304) H a rra n , C eylanpınar ve N usaybin d o la y lan . (M .E.B.) tan Mehmcd Han(305) oturunca, o İkinci Haccac’ın(306) öl­ dürülüp İstanbul meydanında asılmasını emretti. Böylece hakkında şairin şu sözleri gerçekleşti: «Kötü davranışlı adamın kesilmelidir başı «Kötü ağacın da kazınmalıdır kökü.» Bunun üzerine Veli Bey bu sırada, Atak beyliğinin eski usul gereğince ve kendisine kabul ettirilen herhangi bir şart olmaksızın, kendisine verilmesi konusunda Sul­ tan Mehmed’den bir emirname elde etmeye muvaffak ol­ du. Kendisine karşı herhangi bir anlaşmazlık da çıkmadı. Böylece yetenekle vilayetin hakimi oldu. Şimdi beylik gö­ revini fiilen yapmaktadır. DÖRDÜNCÜ DAL Tercıl*307* Beyleri Hakkındadır Zırkanlılar’ın kökeni aslında Tercıl ve Atak’tır. Ter­ ci], Amed’e yakın bir bölgedir, iki kalesi vardır: Tercıl Ka­ lesi ile Dar-ayn(308) Kalesi. Derzini ve Gırdıkan ise Tercıl ve Atak’ın iki koludur. Zırkan’ın ilk hükümdarının soyu Seyyid Haşan, bin Seyyid Abdurrahman bin Seyyid Ahmed bin Sefil bin Seyyid Kasım bin Seyyid Ali bin Seyyid Tahir bin Sey­ yid Cafer El-Katîl bin Seyyid Yahya El-Ekna’ bin Sey­ yid İsmail El-Ekber bin Seyyid Cafer bin imam Muham­ med El-Bakır bin İmam Zeynelabidin bin imam Hüseyin bin imam El-Murtaza Ali’ye -Allah hepsinden razı ol­ sun- ulaşır. (305) M ehmed m . (M .E.B.) (306) H accac, E m evilerin zulm üyle ta n ın a n valisi «H accac-ı Zalim »dir. Y azar, İb ra h im P a ş a ’yı o n a benzetm iştir. (M.E.B.) (307) Tercıl, H azro ilçesi’nin güney-b atısın d a, ilçe m erkezi­ ne 5 km . k a d a r m esafededir. (M .E.B.) (308) D araçın. (M.A.A.) Scyyid Haşan Şam ülkesinden Mardin VUayeti’ne gel­ diğinde Atak Nahiyesi’ne yerleşti ve ibadetle, dindarlıkla, kanaatkarlıkla meşgul oldu. Bu durum, o ülke halkının çevresinde toplanmasına ve kendisine inanmasına vesile oldu. Bir rivayete göre, mavi gözlü olduğu, diğer bir ri­ vayete göre ise devamlı mavi elbise giydiği için «Şeyh Hasan-ı Ezrakî» adım almıştı. Bu, Selçukluların en büyük komutanlarından biri olan Emîr Artuk bin Ekseb’in Sel­ çuklu Sultanı adına Amcd, Mardin, Harbut, Mıcıngerd ve Hasankeyf Hükümeti’ni yönettiği dönemdeydi. Bu Beyin güzel ve son derece zeki bir kızı vardı. Kız sevdaya tutulmuş ve delilik derecesine varmıştı; mütahassıs tabipler ve mahir hekimler bu kızın tedavisinden aciz kal­ mışlardı. Bu durum günden güne şiddetleniyordu. Bu du­ rum karşısında Emîr Artuk’un, Şeyh Hasan-ı Ezrakî’yi ça­ ğırıp, kendisinden, Allah’ın kızma şifa vermesi için dua et­ mesini istemekten başka çaresi kalmadı. Şeyh bazı duaları suya okumaya başladı, soma bu suyu hasta kızıu başına döktü. Yüce Allah da bu temiz Şeyh’in himmetiyle kıza şifa verdi. Bunun üzerine Emîr, kızını Şeyh’e nikahlamak istedi; Şeyh bunu reddedince de kızı Şeyh’in oğlu Hasan’la evlendirdi(309); sonra da kendisine Tercıl Nahiyesi’nin hükümdarlığını verdi. Bunun detayları daha önce Derzini Beyleri Bölümünün girişinde de geçti. Seyyid Haşan ve oğulları Ahmed bin Seyyid Haşan, Süleyman bin(310) Kasım, Yusuf ve Hüseyin bir süre Tercıl ve Atak’ta hüküm sürdüler. Ömer Bey bin Ilasan Bey: Bu bey Seyyid Hüseyin’in yerine geçti. Kendisi Ba(30&) Yedinci Bölüm ün başların d a k ız la evlenenin, Şeyh H asa n ’m kendisi olduğunu yazm ıştı; b u ra d a işe, bunun, Şeyh’in oğlu H aşa n olduğunu y az m a k tad ır. O ysa H a­ şa n Ş eyh’in adıdır. (M.E.B.) (310) B u rad ak i «bin» kelim esinin fa z la olduğu anlaşılm ak­ tad ır. (M .E.B.) \ yındırlı Uzun Hasan’ın çağdaşıydı. Uzun Haşan kendisini çok yüceltir ve saygı gösterirdi; kızıyla evlendi ve Tercıl ile Atak’a ek olarak Mıhranî ve Nuşad nahiyelerini de verdi. Uzun Hasan’ın bu karısından doğan oğlu büyüyüp gelişince, babası tarafından, Kürdistan’ın bazı şehirlerini istila ettiğinde Tercıl ve Atak’a Bey tâyin edildi. Ayrıca adı geçen Ömer Bey’e de Bedlis Vilayeti’nin yönetimi ve­ rildi. Budak Bey bin Ömer Bey: Budak Bey’in babasının ölümünden sonra Bedlis Bey­ liği Uzun Haşan tarafından kendisine verildi. Haşan Bey’­ in oğlu Yakub Bey İran tahtına çıkınca, Tercıl ve Atak Vilayeti’ni eski usul gereğince, 888(1484) yılında Budak Bey’e verdi. Budak Bey burayı uzun süre yönettikten son­ ra 911 (1506) yılında Allah’ın rahmetine kavuştu. Ahmed Bey bin Budak Bey: Babasının ölümünden sonra onun yerine geçti. Sonra, 913 (1508) yılında, Şah İsmail’in çıkardığı ve Diyarbekir’i istila ettiği çarpışmada Kızılbaşlar tarafından şehit edildi. Bu, beyliğin hükümdarlığını eline almasından iki yd sonraydı. Ali Bey bin Budak Bey: ^ Kardeşinin ölümünden sonra beylik tahtına çıktı ve ölünceye kadar yönetimi 22 yd sürdü. Şemsi Bey: Kürdistan’m beyleri ve hükümdarları Kızılbaşlarm zalim davranışlarından bıkıp bu davranışlara son derece öfkelenince ve Osmanlı Sarayına gidip Sultan Selim'e itaatlerini sununca, Tercıl Beyliği Şemsi Bey’e verddi. Diyarbekir Vilayeti’nin Kızılbaşlarm egemenliğinden kur­ tarılması konusunda Sultan’m emri çıkınca Tercd Vilaye- ti de onların egemenliğinden kurtarıldı. Bu Beyin ölümün­ den sonra yerine oğlu Haydar Bey geçti. Haydar Bey bin Şemsi Bey: Sultan Selim Han’ın emirnamesi gereğince babasının beyliği görevi kendisine verildi. Uzun süre hükümdarlık görevini yaptıktan sonra, Kürdistan beylerinden ve hüküm­ darlarından bir grupla birlikte Çıldır çarpışmasında Kızılbaşlar tarafından öldürüldü. Bu, Serdar Mustafa Paşa’nın Gürcistan ve Şirvan fethi için yaptığı sefer sırasındaydı. Beyliği, Serdar Lala Mustafa Paşa tarafından oğlu Budak Bey’e verildi. 1 Budak Bey bin Haydar Bey: Bu Bey, babasının yerine geçerek 15 yıl süreyle beyliği yönetti. Sonra ölüp yönetimi oğlu Hüseyin Bey’e bıraktı. Hüseyin Bey: Babasının yerine beyliği sekiz ay yönettikten sonra öldü ve yönetimi kardeşi İsmail Bey’e bıraktı. İsmail Bey: Ülkenin yönetiminde kardeşinin yerine geçti ve devri dört yıl sürdü. Sonra öldü ve yönetim kardeşi Ömer Bey’c geçti. Ömer Bey bin Haydar Bey: Sultan Murad Han’ın(311) emirnamesi gereğince Tercıl Beyliği kendisine verildi. Kendisi alicenap ve iyi ah­ lakla nitelenen bir gençtir ve Rum (Türk) taifesiyle geniş ölçüde ilişki halindedir. Sürekli olarak Diyarbekir Beylerbeyi’nin hizmetinde bulunmakta; ve Amed Divanı’nda, Diyarbekir’c bağlı Kürt beylerinin işleri ve sorunları konusun­ da kendisine başvurulmaktadır. SEKİZİNCİ BÖLÜM Sıvvedî (Sıvidi) Beyleri Hakkındadır Geçmişin haberlerini nakledenler ve ilginç hikaye ve olayları rivayet edenler tarafından, bu mütevazi satırların yazarına iletilmiştir ki, Sıvvedî (Sıvidi) beylerinin soyu Bermekoğulları’na ulaşır; aşiretlerinin soyu ise, Peygamber’in -selam üzerine olsun- sahabelerinden olan Esved adında genç bir kişiye ulaşır. Diğer bir rivayete göre ise, Snvedî aşiretinin asıl yurdu, Medine-i Münevvere’ye Şam istika­ metinde iki konak mesafede bulunan Süveyd Köyü’dür. Allah gerçeği, daha iyi bilir*-5122. Al-ı Bermek ise soyca Fars kurallarına ulaşırlar. Es­ kiden Belh Vilayeti’nde bulunduklarını, âteşe taptıklarını, sonra Allah tarafından ansızın Islamiyetin nuruna hidayet edildiklerini söylerler. Şair demiştir ki: «Ne mutlu o güzel göze ki senin için ağlar! «Ne mutlu o ulu gönle ki senin için yanar.» Haiid’in babası Cafer, Abdülmelik bin Mervan, bir rivayete göre de Süleyman bin Abdülmelik zamanında hay­ li çok olan mallan, hizmetçileri ve debdebesiyle birlikte, hükümdarlık merkezi Şam’a göçetmiştir. Bu zenginin ge­ liş haberi Halife’nin kulaklarına gelince, kendisinin mecli­ sine getirilmesini emretmiş; kendisini hemen Süleyman’ın meclisine getirmişlerdir. Meclise girer girmez Süleyman’ın mizacı son derece değişmiş ve Cafer’in derhal meclisten çıkarılmasını emretmiştir. Bunun üzerine, orada hazır bu­ lunanlar, Hükümdar’a bunun sırrını sormuşlar; o da şu cevabı vermiştir: «Gelenin üzerinde zelıir vardı ve bu şe­ (312) D o ğ ru luğa ve a ld a y ak ın olan şu d u r ki; b u eski K ü rt aşireti, o turduğu ve korunduğu kale olan Snveda'dan, y an i A m ed-R uha ara sın d ak i S ürek (Siverek) K alesi’nden, H açlıların Ş am dolaylarını ve C ezire’n 'n b ir kısm ını istila etm eleri. R um ve E rm en ilerin buray ı ele geçirm eleri sıra d a göç etm işlerdir. O nların M edi­ ne y ak ın ların d a k i Süveyd köyüyle y a d a ondan başk a d iğ e r ülke ve bölgelerle ilgileri y oktur. (M.A.A.) kilde yanıma gelmesi beni rahatsız etti, mizacımı değiş­ tirdi; bunun için kendisini meclisten çıkarttım; çünkü bile­ ğimde iki boncuk vardır ki, meclisime biraz zehir girdi mi hemen etkilenirler ve sallanırlar.» Cafer’e, yanında zehir taşımasının nedenini sordukları zaman ise şöyle cevap ver­ miştir: «Yüzüğümün taşının altına zehir koydum ki, bir çıkmaza girdiğim zaman, şiddetten kurtulmak için bu taşı, hemen emeyim.» Bunun için halk kendisine «Bermcki»(313) adını verdi. Hamiyet ve onurun kanıtı olan bu sözler, Sü­ leyman tarafından kabul ve takdirle karşılandı; ona güveni­ ni belirtti ve kendisine büyük ilgi gösterdi; o kadar ki vezir-i azamlık görevini kendisine verdi. Şair demiştr ki: «Ne olur kadehte gizli bulunan zehirle? «Adının gizli olması ona tatlılık verir «Dünyanın yarısı sevinçten pay alarak mutlu olur. «Öteki yarısı ise mutlu olur güzel anıyla.» Bundan bir süre sonra Cafer’in oğlu Halid ve Halid’in oğlu Cafer(314), Eb’ül-Abbas El- Seffah(3I5) ve kardeşi Ebu Cafer El-Devanikî’nin vezirliğini yaptılar. Harunürreşid zamanında ise bu Cafer(316) büyük bir kudret ve nüfuza sahipti; en yüksek rütbe olan vezir-i azamlık ve büyük vekiliik(317) rütbesine yükselmişti. Bu rütbeden sonra hiçbir rütbe tasavvur edilmez. Bu durum sadece kendisine özgü değildi; oğullan Fadl, Cafer ve Musa(318) da daha önce (313) Bu, fa rsç a d a «emmek» an lam ın a gelem «berm ekiden» sözcüğünün nisbet haildir; adam , «em erim» anlam ın a gelen «berm ekem » dem iştir. (M.A.A.) (314) îb n i H aliik an ve diğer eski A rap k ay n a k la rın d a oldu­ ğ u gibi doğrusu, H alid’i/n oğlu Y ahya’dır, C afer ise to ru n u dur. (M.A.A.) (315) tik A bbasî hüküm darı. (M.E.B.) (316) D oğrusu Y ahya bin H alid 'd ir; C afer Y ahya’nın oğlu­ dur. (M.A.A.) (317) H ü k ü m d arın vekilliği. (M.E.B.) (318) îb n i H allik an ’m üçüncü cildindeki Y ah y a’nın biyogra^ fisi bölümümde, Y ahya’nın d ö rt oğlu olduğu yazılıdır: F ad l, C afer, M uham m ed, Musa. (M.A.A.) İslam devletlerinde görülmemiş yüksek rütbelere ve yüce vezirlik makamlarına ulaşmışlardı. Bu durum, dedikoducu­ ların ve şer arayanların, Harunürreşid’in göğsünü Veziri Yahya’ya karşı öfkeyle kabartmalarına yolaçtı. Bunun sonucu olarak Harunürreşid Yahya’nın oğlu Cafer’i öldür­ dü, Yahya ile Fadl’ı da hapishanenin derinliklerine attı vc ölünceye kadar orada kaldılar. Şair demiştir ki: «Yaradılışa hakim olan kural şudur: «Her başlangıcın bir de sonu vardır.» Yahya ile Fadl’ın izzet ve egemenlik günlerinde birik­ tirmiş oldukları büyük mallarına ve servetlerine de el kon­ du. Bu soylu ailenin ve onlara bağlı birçok kimsenin ba­ şına gelenleri detaylı olarak öğrenmek isteyenlerin, uzun tarih kitaplarına başvurmaları gerekir. Çünkü bizim bu küçük kitabımız onu kapsayamaz ve uzatılması da müm­ kün değildir. Ben, tarih kitaplarında Musa’nın akıbetini ve nereye gittiğini araştırdım; fakat onun izine rastlayamadım. Çok muhtemeldir ki, Musa babasının ve iki kardeşinin düştük­ leri vartadan kurtulmaya muvaffak olmuş ve Kürdistan’ın sarp dağlarına sığınarak oraya yerleşmiştir. Çünkü halkın dillerinde ve ağızlarında yaygın olan hikaye ve masallarda­ ki ünlü rivayete göre, Al-ı Bermek çocuklarından üç kişi Abbasoğulları’nm halifeliği sırasında Bağdad’ı terkedip Kürdistan’a gelmişler ve Genc’e bağlı Şeftalu dağında, Hançuk denilen bir yere yerleşmişlerdir. Büyük kardeşleri orada dindarlık ve kanaatkarlıkla ün salmış; duaları kabul olunacak Allah’ın bir velisi oldu. Günün birinde küçük kardeşleri önemli bir iş yapma­ ya gitti; ve gelenek gereğince o tarafın halkı, Şeyh’in(319) ve (319)" B üyük kardeşin. (M.E.B.) arkadaşlarının yanına günlük yemeğe çağrıldılar. Şeyh, or­ tanca kardeşi ve müritleriyle birlikte yemek yemeye başla­ dı; küçük kardeşin payını da dönmesini beklemek için ayırdı. Fakat küçük kardeş döndüğü zaman yemeğini so­ runca, ortanca kardeş şöyle dedi: «Senin dönüşün gecikin­ ce, senin yemek yediğini ve yemeğe ihtiyacın kalmadığını düşündüm; bu nedenle senin payını ben yedim.» Büyük kardeş bu davranışı duyunca, kardeşinin olgunluğunun az olmasına çok kızdı ve kendisine şöyle beddua etti: «Payı­ na razı olmadığın için Allah karnını parçalasın.» Beddua­ ya uğrayan kardeş hemen yere düştü ve canını yaradıcısına teslim etti. Bu olaydan sonra halkın Şeyh’e olan inan­ cı gerçekten büyük ölçüde arttı. Bundan sonra Şeyh, Mîr Şahab adındaki küçük kardeşiyle birlikte Hançuk’u terkederek, Sıvvedî (Sıvidi) aşiretlerinin ve kabilelerinin iste­ ğine uyup onların yanma gitti; işlerini yönetmeye, düzene koymaya başladı. Aralarında sağlam bir kale kurdu ve uzun zaman hem başkanlık, hem de irşat görevlerinde bulundu. Şeyh erkek çocuğu bırakmadan Allah’ın rahmetine kavuşunca, kardeşi Mîr Şahab onun yerine başa geçti. İşte biz de, onun soyundan gelip bu vilayette hüküm sürmüş olanları anlatmaya başlayacağız: Emîr Celal bin Mîr Şahab: Babasının ölümünden sonra beyliği eline aldı ve hü­ kümdarlık görevini en iyi şekilde yaptı. Allah'ın rahmetine kavuşunca yerine oğlu Emîr Muhammed geçti. Emîr Muhammed: Babasının yerine geçti ve uzun zaman ülkeyi yönetti, ölünce de yerine oğlu Fahreddin geçti. Emîr Fahreddin: Beylik görevine geçti ve ülkeyi geniş ölçüde kalkın­ dırdı. Uzun zaman adalet bayraklarım dalgalandırdı ve imar hareketleri yaptı. Allah’ın rahmetine kavuşunca ye­ rine oğlu Emîr Haşan geçti. Emîr Haşan: Bu Bey, babasından sonra işlerin dizginini eline al­ dı. Kan dökücü, ceberrut ve öldürücü bir adamdı, öm rü­ nün sonlarında gözlerini kaybetti. Bunun üzerine yöneti­ min dizginleri büyük oğlu Emîr Fahreddin’in eline geçti. Güzelliğin, iyi ahlakın, gönül tokluğunun, yürekliliğin ve cesaretin bir sembolü olan öteki oğlu Mîr Muhammed ise evi terketmek, vatanından ayrılmak ve Uzun Hasan’ın Diyarbekir’deki otağına gitmek zorunda kaldı. Bu ulu Sultan kendisini cömert ve Hüsrevce ilgisinin kapsamı içine aldı; kendisine Hançuk ve Çebakçur beyliğini verdi ve onu, dileği yerine getirilmiş ve şerefi artmış olarak irsi vilayeti­ ne gönderdi. Fakat Mîr Muhammed vilayetine varır varmaz iki kar­ deş arasında çatışma başladı ve kanlı çarpışmalar oldu. Bu çarpışmalar Mîr Muhammed’in öldürülmesiyle sonuç­ landı ve ortalık Emîr Fahreddin’e boş kaldı. Artık kendi­ siyle kimse çatışmıyordu ve ölünceye kadar ülkenin hüıcümdarı kaldı, öldüğü zaman çocukları erginlik çağma erişmedikleri için yerine kardeşinin oğlu geçti. Ebdal Bey biıı Mîr Muhammed Bey: Bu Bey, amcasının ölümünden sonra onun yerine geç­ ti ve beyliğin bağımsız Hükümdarı oldu. Onun zamanın­ da, Çebakçur Valisi Aykutoğlu’nun komutasındaki Kızılbaşlar, istila etmek amacıyla Hançuk’un üzerine yürüdü­ ler. İki taraf arasında, yedi gün yedi gece devam eden kan­ lı çarpışmalar oldu ve bu çarpışmalarda iki taraftan da birçok kurban gitti. Sonunda başarı ve zafer rüzgarı Eb­ dal Bey’den yana esti; düşmanı Aykutoğlu’nu yenmesinde başarı ve zafer kendisine yar oldu. Aykutoğlu ise ağır bir yenilgiye uğradı, topluluğu darmadağın oldu, askerleri da­ ğıldılar ve halk malını, eşyasım, çadırlarını, atlarını ve ka­ tırlarını yağma etti. Ebdal Bey bu olaydan sonra birkaç yıl daha ülkeyi yönetti ve Allah’ın rahmetine kavuşarak iki çocuk bırak­ tı: Sübhan Bey ve Sultan Ahmed Bey. Sübhan Bey bin Ebdal Bey: Babasının ölümünden sonra yönetimin dizginlerini eline aldı. Hükümet işlerini, kardeşiyle tam bir işbirliği halinde, ustalıkla ve yetenekle yönetti; ülkeyi ciddiyet ve azimle idare etti. Eskiden demişler ki: «Bütün devletler ittifaktan doğar «Dcvletsizlik ise ittifaksızlıktan doğar.» İki kardeş arasındaki bu ittifakın getirdiği uğurla ve Allah’ın onları başarıya ulaştırmaları sayesinde, fetihleri çoğaldı ve dünya onlara gülümsedi. Çünkü Pazukî Halid Bey’in ölümünden sonra Sübhan Bey, Kebx (Kebh)(3:o* Nahiyesi’ni, adı geçen Halid Bey’in adamlarından almaya ve kendi vilayetine katmaya muvaffak oldu. Ayrıca, Sul­ tan Selim’in Çaldıran Savaşı’ndan sonra Diyarbekir’i isti­ la etmesi üzerine, Sübhan Bey de kahir kuvvetleriyle Çebakçur’u Aykuloğlu’nun elinden, Ağçekalc’yi de, burayı Şah İsmail adına yöneten Pazukî Mansur Bey’in elinden aidi. Bunlardan başka, Zak ve Menşkurt nahiyelerini de Kızılbaş Kadir Bey’in elinden aldı. BLitün bunlardan sonra iki kardeş, vilayeti kendi ara­ larında taksim ettiler; Çebakçur ve ona bağlı yerier Süb­ han Bey’in, vilayetteki diğer kaleler de Sultan Ahmed Bey’in payına düştü ve durum bu şekilde birkaç yıl sür­ dü. Sonunda iki kardeş arasında fesat ve karışıklık akrep­ leri dolaşmaya başladı; dostluk ve duruluk, yerini husumete ve düşmanlığa bıraktı. Bunun üzerine, Sultan Ahmed Bey’in çabası ve jurnalları yüzünden, Sultan Süleyman; (320) D oğrusu «Genç»tir. (M.A.A.) Han’ın Divanından, Sübhan Bey’in öldürülmesi konusun­ da emir çıktı. Çebakçur Kalesi de Osmanlılarin bir me­ muruna verildi. Sübhan Bey, Maksud Bey adında bir tek erkek çocuğu bıraktı. Sultan Ahmed Bey bin Ebdal Bey: Kardeşi Sübhan Bey’in öldürülmesinden sonra uzun zaman ülkeyi yönetti ve hükümdarlık dönemi uzayarak 50 yılı geçti; bundan sonra Allah'ın rahmetine kavuştu. Şairin dediği gibi: «Bir dünya ki, onda istikrarı az görüyorum «Oysa görüyorum her yanında bin dert «Bir han gibidir ki dünya «Her yanmdan yokolma çölüne giden yolları görü­ yorum. » Sultan Ahmed Bey iki çocuk bıraktı: Murad Bey ve Muhammed Bey. Maksud Bey bin Siibhan Bey: Bu Bey, babasının öldürülmesinden sonra, Nahcivan seferi ve savaşında Sultan Süleyman Han’ın emrinde ve maiyetinde bulunuyordu. Osmanlı askerleriyle birlikte Nahcivan’a bağlı Arpaçay denilen yerde Kızılbaşlarm bü­ yük bir ordusunun baskınına uğradı ve şiddetli bir çarpış­ maya girdi. Bu çarpışmada büyük cesaret ve yiğitlik örne­ ği verdi. Bu davranışı Haşmetlu Sultan’ın dikkatini üze­ rine çevirdi ve kendisine hayran olmasına, onu takdir etme­ sine yolaçtı. Bunun üzerine Sultan, Çebakçur Sancağının, babasının yönetimindeyken uygulanan kurala uygun ola­ rak kendisine verilmesi ve bu sancağın onun ailesinde irsi olarak kalması konusunda bir emirname çıkardı. İskender Paşa’nm, başkaldıran Kürt aşiretlerinin yur­ du olan Diyarbekir Beylerbeyliği şuasında, Maksud Bey, Sultan Hazretleri ile devletin uğrunda yapmış olduğu açık- hizmetler ve fedakarlıklara aldanarak, İskender Paşa ile akıllıca bir geçinme ve siyaset yolu izlemedi. Bu da İsken­ der Paşa’yı, Çebakçur’u Emîr’in yönetiminden alıp bir Os­ manlI memuruna vermek için fırsat bulmaya itti. Bunun üzerine Maksud Bey, uğradığı zulmü ve İskender Paşa’nm kendisine yaptığı haksızlığı Sultanlığın yüce eşiklerine arzetmek amacıyla İstanbul’a gitmek zorunda kaldı. Fakat orada geçirdiği yedi yıl içinde, sesini Sultan’m kulaklarına duyurmak fırsatım bulamadı. Çünkü vezirler ve devlet adamları, İskender Paşa’nın hatırı için kendisine yardım etmekten kaçmıyorlardı. Sonunda ölüm orada kendisini yakaladı ve Allah’ın rahmetine kavuştu. Murad Bey bin Sultan Ahmed Bey: Diyarbekir Beylerbeyi İskender Paşa, Sultan Ahmed Bey’in vilayetini çocukları arasında taksim etti. Muham­ med Bey’e Hançuk Nahiyesi ile Ağçekale’yi, bu Murad Bey’e de diğer nahiye ve şehirleri verdi ve öteki kardeşlerini de yönetime ortak kılması, birbirleriyle çatışmamaları da şart koşuldu. Yalnız Çcbakçur, Osmanlı memurlarının yö­ netimi altında kaldı. Durum bu şekilde 16 yıl devam etti. Bundan sonra Murad Bey, kendi rızasıyla oğlu Süleyman Bey’in lehine yönetimden feragat etti. Bundan birkaç yıl sonra da Al­ lah’ın rahmetine kavuşarak, adı geçen Süleyman Bey’den başka üç erkek çocuğu bıraktı: Ali Han Bey, Ehı Han ve Mustafa Bey. Mustafa Bey, Tebriz’in istilası ve Kızılbaşların elinden alınması sırasında, Kürt beyleriyle birlik­ te Tebriz Sa’dabad’ında Kızılbaşlar tarafından öldürüldü. Ali Han Bey ise aynı çarpışmada esir oldu ve Kızılbaşlar kendisini Kahkaha Kalesi’nde tutukladılar; Karaman Bey­ lerbeyi Murad Paşa ile birlikte orada iki yıl kaldı. Sonra serbest bırakıldılar ve ikisi birlikte Rum (Osmanlı) ülke­ sine geldiler. O zaman merhamete gelen Diyarbekir Beyler- beyi, Murad Paşa’nın da yardım ve desteğiyle, Çebakçur Sancağı’nın mülkiyet yoluyla Ali Han Bey’e verilmesi ko­ nusunda bir Padişahlık emirnamesi çıkarttı. Murad Bey’in kardeşi Elu Han Bey ise, hâlâ Diyarbekir’dc ileri gelenlerin büyükleri arasında bulunmakta ve vaktini görevsiz olarak geçirmektedir. Hançuk Livası Emîri Mır Muhammed Bey’e gelin­ ce, Ağçekale’yi de yönetiyordu. Güvenlik ve disiplin işle­ rinde gevşeklik gösterdi; vilayetin her tarafında koruma ve kollama görevinde tembel davrandı. Bu yüzden Serdar Ferhad Paşa, onun sancağını da Süleyman Bey’in sanca­ ğına kattı ve kendisini görevinden yoksun bıraktı. Bu da, Muhammed Bey’le Süleyman Bey arasında, birkaç yıl de­ vam eden sürekli bir ihtilaf ve şiddetli bir anlaşmazlık çık­ masına yolaçtı. Sonunda Muhammed Bey’i ölüm yakaladı ve anlaşmazlığın sonuçlarından, dedikodulardan kurtula­ rak Allah’ın rahmetine kavuştu. Süleyman Bey bin Murad Bey: Bu Bey emsali arasında mübalağasız olarak tekti, nadir rastlanan cesaret, yiğitlik, cömertlik ve alicenaplığa sahipti. Gençliğinin başlangıcında Amed ve Bağdad Beyler­ beyinin yanında kalmış, vatanından uzak olarak gurbet elde, Arap ülkelerinde güçlükler ve sıkıntılarla karşılaş­ mış; meşakkatler ve mihnetlere tahammül etmişti. Kürdistan beyleri arasında, Rum(321) usulü askerlik ve binici­ liği iyi bilmekle tanınmıştı. Ayrıca, dinamik kavrayış ye­ teneği, gerçeklerin anlamlarının ve orijinal düşüncelerin kaynağıydı; ayırdedici aklı da, ince nükteleri bilen incele­ yicilerin güzelliğinin bir aynasıydı. O, şairin dediği gibiy­ di: «Gönül aydınlığında, incelikleri görme ve güzel ko­ nuşmada. «Günlerin gözü, görmemiştir onun gibisini yüzyıl­ larca. » Ne var ki, üstün yeteneklerini bilmesi ve malı, ma­ kamı feda etmesi yüzünden ve bunlardan duyduğu sevinç­ ten ötürü, kendisinde biraz gurur ve kendini beğenmişlik meydana gelmişti. Şairin dediği gibi: «Sende bir kıl ucu kadar ‘varlık’ var oldukça, «Unutma ki sende putperestlik vardır «Rüstem diyor ki: Hayalimdeki putu kırdım ben «Fakat hayalde kırdığım put gerçekte bakidir.» ö te yandan bu beylerin babaları ve atalarının vatanı eski zamanda Kebx Kalesi'322* idi. Kalelerin cn sağlamı ve en metini olan bu kale, Fırat Nehri’ne bakan bir dağın eteğinde bulunmakta; bu durum da, orada oturanların ve yerleşenlerin zamanın olaylarına ve günlerin, feleğin fela­ ketlerine karşı güvenlik içinde olmalarını sağlamaktadır. Fakat Süleyman Bey’in geniş himmeti, yolları dar, bayın­ dırlık ve gelişmesi sınırlı olan o kaleyi yeterli bulmadı; bu nedenle gcııiş ve her tarafa açılan Menşkurd'323* ovasında büyük bir şehir kurmaya girişti ve orada yüksek sütunlu bir cami yaptırmaya başladı; bu caminin yapılması, Sü­ leyman Bey’in büyük çabalar harcamasına rağmen hâlâ tamamlanmamıştır. Süleyman Bey Şirvan savaşlarında, Acem ülkesinin ve Azerbaycan’ın fethinde nadir rastlanan bir yiğitlik ve üs­ tün bir cesaret gösterdi, özellikle Pazukî Niyaz Bey’in, birkaç bin Çukur- Sa’d askerinin başında Karayazı bölge­ sine yaptığı saldırı ve Bavlî aşiretlerini yağma ve talan etmesi olayında, Süleyman Bey kardeşleriyle ve aşiretinin ileri gelenlerinden birkaç kişiyle birlikte onlara karşı çık­ tı; o büyük topluluğu kovalayarak onlara yetişti ve ken­ (322) Basılı ve y azm a n ü sh alard a böyledir; doğrusu «Genç K alesi »di r. (M. A. A.) (323) D aha önce «M enşkurd» şeklinde geçti. (M.E.B.) dileriyle şiddetli bir döğüşmeye girişti; onları yenerek, aşirellerden ve köylülerden almış oldukları talan ve ganimet­ leri geri aldı; sonra da sağ sağlim ve ganimet almış olarak yerine döndü. Bu hareketi, Serdar Mustafa Paşa’mn ken­ disine hayran olmasını ve onu büyük ölçüde takdir etme­ sini sağladı. Babasının, sağlığında kendi lehine beylikten feragat etmesinden şimdiye kadar, yani Peygamberin Hicreti’nin 1005’inci (1597) yılının Zilkade başlarına kadar, Süley­ man Bey bütün ciddiyeti ve azmiyle hükümdarlık göre­ vinde bulunmaktadır. îyi hasletlere ve tam bir kabiliyet ve yeteneğe sahip olduğundan, özel ve genel işlerinde da­ ha çok başarıya ulaşması umulmaktadır. DOKUZUNCU BÖLÜM Sdemanî (Süleymani)y24) Beyleri Halikındadır ve İki Daldır Bilim ve insaf bayraklarını yükseltenlerin vicdanların­ ca, bid’at ve baskı belirtilerini yazanların hatırlarınca da açıkça bilindiği gibi, Sılemanî (Süleymani) beylerinin soyu, Ümeyyeoğulları(325) halifelerinin sonuncusu olan Eşek Mervan’a ulaşır. Denildiğine göre, bunun «Eşek» adıyla adlandırılma­ sının nedeni şudur: Bedevi Araplar her yüzyılın ilk yılma «Eşek Yılı» adını verirlerdi; Muaviye bin Ebu Süfyan’ın Şam’da halifeliği ele geçirdiği günden Mervan’m Halife olduğu güne kadar yüz yıl geçmişti(326) Bir başka rivayete göre, Mervan, çocukluğu sırasında bir gün okuldan gelmiş ve elindeki halkalardan biriyle oynamaya başlamıştı; par(324) Sılivan'î. (M.E.B.) (325) Em eviler. (M .E.B.) (326) E m evilerln sa lta n a tı 90 yıl k a d a r sü rm ü ş olduğundan, bu riv ay e tin doğru olm asına im k an y o k tu r. (M.E.B.) inağım halkaya geçirmiş ve halkanın dar olmasından ötüril parmağı şişmişti; parmağının halkadan çıkarılması, ancak halkanın eğe ile kesilmesinden sonra mümkün olabilmiş­ tir. Bu olay bir defa daha tekrarlanmış; bunun üzerine Mervan’m babası kendisine kızmış ve kendisini azarlaya­ rak: «Mervan!, vallahi sen eşeksin.» demiştir, işte Mer­ van’m o şekilde adlandırılmasının nedeninin bu olduğunu iddia ediyorlar. Rivayetlerin hangisi doğru olursa olsun, Eşek Mervan’m soyu Abd-i M enafa şu sıraya göre ulaşır: Eşek Mervan bin Muhammed bin Mervan bin Hakem bin Eb’ülAs bin Ümeyye bin Abd-i Şems bin Abd-i Menaf. Ha­ kem, Mekke’nin fethedildiği gün Islamiyetin hidayetiyle ve nuruyla müşerref olmuştu. Eşek Mervan, Emevi saltanatında 125 (744) yılının başlarında yönetimin dizginlerini eline almıştı. İktidarının üzerinden beş yıl geçince, kendisine karşı Eb’ül-Abbas El-Seffah(327) ayaklandı ve kendisini yenilgiye uğrattı. Mer­ van bunun üzerine Mısır taraflarına kaçtı ve 132 (750) yı­ lı Zilhicce’sinin 28’inde, Mısır’ın Busir köyünde, Halife El-Seffah’m emriyle kendisini kovalamakta olan Salih El-Abbasi yada Eb’ül-Avn tarafından öldürüldü. Mervan iki erkek çocuğu bıraktı: Abdullah ve Ubeydullah. Birincisi Habeşistan’a gitti, İkincisi de Filistin’e döndü. Abbasi Halifesi Reşidt328) zamanında Filistin Gü­ venlik Memuru Ubeydullah’ı yakalayarak Hilafet merke­ zine gönderdi. Halife derhal kendisini hapishanenin derin­ liğine attı. Reşid’in halifeliği boyunca hapishanede kalan Ubeydullah, ancak iki gözünü kaybettikten ve hayli yaş­ landıktan sonra hapishaneden kurtuldu. Sılemanî beyleri­ nin soyunun bu Ubeydullah’a da ulaşması muhtemeldir. Fakat Sılemanî sözcüğü, soylarının, Mervanoğullan sul­ (327) K an dökücü E b ’ül-A bbas. (M.E.B.) (328) H aru n ü rreşid . (M.E.B.) tanlarından Süleyman bin Abdülmelik’e ulaştığını kanıtla­ maktadır. Bilgi Allah indindedir. Bu Sılemanî ailesinin haberlerini nakleden rivayetçilerin ve güvenilir kimselerin kalemlerinin eserlerinden sabit olduğuna göre, Abbasilerin kudreti ve kahredici kuv­ veti nedeniyle Mervaniler’in topluluğu dağılınca, Eşek Mervan'ın çocuklarından üçü(329), yanlarında adamlarından büyük bir topluluk olduğu halde Filistin’i terketmeyi ve Qulb (Kulp) Vilayeti’ne sığınmayı başardılar; ve orada Ga­ zali Nahiyesi içinde, Deree Xewx(330) denilen bir vadiye yer­ leştiler. Günlerin geçmesiyle, cn belli başlıları ve güçlüleri Banûkî aşireti olan o tarafın aşiret ve kabileleri, bu yeni gelenlerin çevresinde toplandılar. Bununla şanları yüceldi ve sırtları güçlendi. Sonra bu kabile ve aşiretlerin himmeti ve cihadı sayesinde Qulb, Cıska, Taş, Hasolî, Meyyafarqîn kaleleriyle Diyarbekir ırmağı kıyısına kadar uzanan, bun­ lara bağlı yerleri, ayrıca Bediyan, (Bidiyan), Kanıkan (Karukar), Dılkelokiya, Rıbat, Cıris, Idnik, Selik ve Genç kalelerini fethettiler; bunların hepsini Gürcü ve Ermeni kafirlerin ellerinden aldılar ve buralarda bağımsız olarak hüküm sürdüler. Bunun üzerine, Mısır ve Şam’da darmadağın olmuş Mervaniler’in çoğu, taraftarları ve kendilerine bağlı kim­ seler onların yanına koştular ve bu topluluğun çevresinde toplandılar. Topluluk sonunda sekiz esas gruba ayrıldı: Banukî, Hevedî (Hevidi), Dılxeran (Dılhiran), Bociyan, Zilan, Besyan, Zıkzıyan ve Berazan. Bu aşiretlerin bir kısmı Muazzam imam Efendimiz Şafii’nin -Allah ona rahmet etsin- mezhebinde olan ehl-i sünnet ve cemaat taraftarıdır; diğer kısmı ise sapık Yezidi tarikatına girdi. Bu aşiretin beyleri, Islamiyetin emirlerine sımsıkı sa(329) B iraz y u k a rıd a E şe k M ervan’ın iki çocuk b ırak tığ ım yazm ıştı (M.E.B.) (330) Ş eftali D eresi. (M .E.B.) olmakla, Peygamberin sünnetine ve İslam bilginlerinin öğütlerine, irşatlarına göre hareket etmekle kalmamış; ken­ di aralarından da birçok zahit, abit, bilgin ve faziletli çıkar­ mışlardır. Bu aşiretin, sayıları yüzü bulan ve tepelere, ovalara dağılmış olan birçok grupları ve dalları koyun çobanlığı yaparlar; hayvan beslerler; her yıl ilkbaharın başmda Bedlis Vilayeti’nin, Şerefeddin dağının ve Aladağ’m otlakları­ na göç ederler ve sonbahar mevsimine kadar oralarda ka­ lırlar; Fırordin(331) başında kışlaklarına dönmeye başlarlar. Bedlis hükümdarlarına ödedikleri otlak rüsumu ise, aslın­ da 300 baş koyun için bir tanedir. Sözün kısası, Mervan, Sılemanî (Süleymani) aşiret­ lerinin bir araya gelmeleri ve çevresinde toplanmaları saye­ sinde, bir süre bu aşiretlerin başkanlığım yaptı; fethedip egemenliği altına aldığı kaleleri yönetti. Sonra bu fani dün­ yadan beka diyarına göç edince, yerine oğlu Bahaddin geç­ ti. Bahaddin de ondan kısa bir süre sonra öldü ve iki ç<> cuk bıraktı: Mîr îzzeddin ve Mîr Ceİaleddin. Celaleddin yönetimin dizginlerini eline geçirdi. Bu da Allah’ın rah­ metine kavuştuğunda Emîr İbrahim denilen küçük bir çocuk bıraktı. Emîr İbrahim hükümdarlık ve başkanlık görevini yap­ maktan acizdi. Bu yüzden kabile reisleri ve aşiret ileri gelenleri, Mîr İzzeddin’in kardeşi Emîr Celaleddin’e gidip kendisini başlarına Hükümdar tayin ettiler. Bu da ölünce, o zamana kadar erginlik çağına ermiş olan İbrahim bin îzzeddin, aşiretlerin ve kabilelerin tasvibiyle ülkenin başı­ na Bey oldu. Uzun bir süre hüküm sürdükten sonra ken­ disini ölüm yakaladı ve beka, ebediyet diyarına göç ede­ rek iki çocuk bıraktı: Mîr Diyadin ve Mîr Şeyh Ahmed. (331) K itab ın aslında böyledir, f a k a t bunun yan lış olduğu a ç ık tır; çünkü F ırordin, başlangıcı F a r s a y la m d a M ihr (21 E ylül) olan sonbaharın değil, ilk b a h arın b i­ rinci ayıdır. (M.A.A.) Emîr Diyadin babasının vasiyetiyle onun yerine geçti; mut­ luluk ve ikballe ülkeyi yönetti ve 80 yaş gibi uzun bir ömür yaşadı. Öte yandan Şah tsmail-i Safevi Diyarbekir Vilayeti’ni istila edip, bu büyük vilayeti kendi adına yönetmeye Han Muhammed Ustaclu’yu tayin edince, bu Han Mu­ hammed, Emîr Diyadin’e karşı akıllıca bir geçinme siya­ seti izledi; kızı Bekesi Hanım’la(332) evlendi; ve böylece, büyük küçük bütün işlerde, Sılemanî aşiretlerinin destek ve yardımını, Emîr Diyadin’in de dostluğunu kazandı. Bu cümleden olarak, Maraş Hükümdarı Alaüddevlc Zulkadır, kardeşinin oğlu Sarıkaplan’ı Muhammed Han’la savaşmaya ve Diyarbekir’i istila etmeye gönderdiğinde, ve iki taraf arasında büyük bir çarpışma meydana gelip savaş­ çıların haykırışları göklere çıktığında; Sılemanî aşireti, ha­ yır, Sılemanî devleri o kanlı çarpışmada öyle harika kah­ ramanlık ve öyle üstün yiğitlik gösterdiler ki, Rüstem’iıı «Heftxwan’e Mazendcran» savaşlarındaki kahramanlığının ve cesaretinin efsanesini yyırtıp attı; Sam Neriman hikaye­ sini de hayali bir masal haline getirdi. Çünkü Kürt kahra­ manları kahredici bileklerinin gücü ve kesici, zehirli kılıç­ larının keskinliğiyle Sankaplan’ın askerlerini darmadağın ettiler ve kendisini de döğüş alanında öldürdüler; başmı ke­ sip cesedini orada bıraktılar. Bu da, şüphesiz, Han Muhammed’in Emîr Diyadin’e karşı saygısını artırdı ve Sılemanî aşiretlerinden yana olmasını sağladı. Emîr Diyadin ölünce erkek çocuğu yoktu; bu yüz­ den hükümdarlık kardeşi Emîr Şeyh Ahmed’in oğullarına geçti. Şeyh Ahmed’in dokuz oğlu vardı. Şah Veled Bey Behlül Bey, Ömer Şah Bey, Sosın, Velihan, Elvcnd, Halil, Ahmed ve Cihangir’e geçti. (332) B ir y az m a n ü sh ad a «BfikesJ»dir; «Bâkes H anım »dır. (M.A.A.) do ğ ru su galiba BİRİNCİ DAL Qulb (Knlp)(333) ve Batman Beyleri Hakkındadır Bu yaprakların derleyicisi, güvenilir rivayetçilcrden defalarca duymuştur ki; Emîr Diyadin’in yaşı ilerleyince, hükümdarlık ve yönetim işlerinde yerine geçecek oğlu ol­ madığı için, kardeşinin oğulları kendisine karşı çıkarak onu ortadan kaldırmak istediler. Bu durum karşısında Emîr Diyadin, Muhammed Han Ustaclu’dan yardım iste­ mek zorunda kaldı; o da kendisine güçlü bir destek gön­ derdi. Kendisiyle kardeşinin oğulları arasında şiddetli bir savaş başladı ve kanlı çarpışmalar oldu. Bu çarpışmalarda Ömer Şah Bey, Sosın ve Cihangir Bey öldürüldüler. Bu çatışmaya sebebiyet vermiş olan büyük kardeş Şah Veled Bey ise, o kanlı vartadan mucize kabilinden başım kur­ tardı ve Çerkeş sultanlarının hizmetine girmek için Şam ve Mısır tarafına kaçtı. Çaldıran Savaşı’ndan sonra Kızılbaşların devleti Kürdistan’da çökmeye başlayınca ve güçleri zayıflayınca, Besyan aşiretinin ileri gelenlerinden ve bellibaşlılarmdan biri olan Ali Feri (Firi) adında bir adam Meyyafarqîn Kalesi’­ ne saldırıp ele geçirdi ve Kızılbaşların elinden kurtardı. Sonra Şam’da bulunan Şah Veled Bey’e haber göndererek durumu ve kendisi tarafından başarılmış olan işi bildirdi. Şah Veled Bey bu haberi alır almaz derhal irsi vilayetine hareket etti ve orada Ali Feri’nin yardımı ve aşiretlerin, kabilelerin kendisini desteklemeleri sayesinde hükümdar­ lık tahtını ele gc-çirdi. Osmanlılar Diyarbekir Vilayeti’ni ve Kürdistan’ı isti­ la ettiklerinde, kendileriyle Sılemanî (Süleymani) beyleri arasında bir zamandan beri şiddetli bir düşmanlık bulunan Sason hükümdarları, Xaldî (Haldi) aşiretine, zorunlu bir görevle postayla birlikte Kürdistan’a gelecek olan Sultanlık çavuşlarından bazılarını Meyyafarkin topraklarında öldür­ melerini söylediler. Böylece ileri gelenler ve erkan, bu Os­ manlIların öldürülüşünü Şah Veled Bey‘e yükleyecekler ve kendisi de, vilayeti de bu komplonun kurbanı olacaktı. Xaldîler fiilen bu çirkin işi yaptılar ve bu, Şah Veled Bey’e is­ nat edildi. Tedbir takdire uygun düştüğü için, Diyarbekir Beylerbeyi, Şah Veled Bey’e karşı sert bir düşmanlık gös­ terdi ve durumu Sultanlık eşiklerine arzederek Şah Veled Bey’in cezalandırılmasını istedi. Bunun üzerine Şah Veled Bey’in derhal öldürülmesini isteyen emir çıktı. Beylerbeyi bu emri uygulamak için hazırlıklara başladı ve Şah Veled Bey‘e haber göndererek kendisini Divana getirtti. Fakat Şah Veled Bey sonunda işin içyüzünü öğrendi ve kurtuluşu kaç­ makta bularak, bu komplodan mucize kabilinden kurtuldu. Bunun üzerine Osmanlılar hemen onun irsi vilayetini özel Sultanlık emlakinin arasına aldılar; işleri yönetmek için de memurlar, güvenilir adamlar gönderdiler. Şah Veled Bey ise Qulb (Kulp) Kalcsi’ne iltica etti ve bu kale ile ona bağlı yerleri yönetmekle yetinerek burada 13 yıl kaldı. Ondan sonra Allah’ın rahmetine kavuşarak varlık safhası üzerinde altı çocuk bıraktı: Ali Bey, Mır Diyadin, Veli Han, Cihangir, Emîr Yusuf, Emîr Süleyman. Ali Bey bin Şah Veled Bey: Babasının ölümünden sonra Qulb vilayeti’nin beyli­ ğini eline aldı ve iktidarı 40 yıl sürdü. Bütün bu yılları adalet bayraklarını dalgalandırmakla ve imar ruhunu yay­ makla geçirdi. Bu durum, kendisini ileri gelenler ve sıra­ dan adamlara sevdirdi. Kendisini ölüm yakalayınca Al­ lah’ın rahmetine kavuştu ve iki çocuk bıraktı: Sultan Hü­ seyin Bey ve Veli Han Bey Sultan Hüseyin Bey bin Ali Bey: Babasının ölümünden sonra, 980 (1573) yılının ay­ larından birinde Sultan Sclim’in bir emirnamesiyle onun yerine geçti: Sultan Murad Han, Vezir-i Azam Osman Paşa’nın kumandası altında bir Osmanlı ordusunu Azer­ baycan’ı istila etmeye gönderdiğinde, Hüseyin Bey, 993 (1585) yılında Tebriz Sa’adabad’ında Kızılbaşlar tarafın­ dan şehit edildi ve altı erkek çocuğu bıraktı: Kılıç Bey, Seyyid Ahmed, Zeynel Bey, Zahid Bey, Haydar ve Kasım. Oğlu Seyyid Ahmed Bey, babasının öldürülmesi sı­ rasında Kızılbaşların eline esir düştü ve Kahkaha Kalesi’nde onların hapishanesinde iki yıl kadar kaldı; sonra bazı li­ derlerin kendisine yardım etmeleriyle kurtuldu ve vilayeti­ ne döndü. İrsi vilayet ise, Sultan Murad Han’ın Divanın­ dan, Hüseyin Bey’in öteki oğlu Zeynel Bey’e verilmişti. Kılıç Bey ise, Hüseyin Bey’in en büyük, fakat en az akıl ve idrak sahibi olan oğlu olmasına rağmen, Hazzo Hükümdarı Muhammed Bey’in yardımıyla çaba harcadı ve sonunda babasının görevini elde etti. Böylece Qulb beyliği üzerine, kardeşi Zeynel Bey’le uzun bir mücadeleye ve sert bir tartışmaya girdi. İktidarının bir süresini bu şe­ kilde geçirdikten sonra, aşiret adamlarına karşı gösterdiği kötü davranışları yüzünden, onlar tarafından öldürüldü. Seyyid Ahmed Bey bin Sultan Hüseyin Bey: Kızılbaşların esaretinden ve kaydından serbest bıra­ kılınca, Erzurum’da bulunan Serdar Ferhad Paşa’nın hiz­ metine girdi ve Yüce Divanda, devlete yaptığı hizmet ve yararlılıklar nedeniyle, mahalli yönetime layık ve yete­ nekli olduğunu ispat etti; bunun üzerine, muzaffer Serdar aracılığıyla, Qulb ve Batman Hükümetinin kendisine veril­ diği konusunda Sultanlık emirnamesi çıktı. Bu sırada da­ yısı Behlül Bey Besyan aşireti tarafından öldürüldü ve böylece beyliğin her tarafında tamamen duruma hakim ol­ du; ortaksız olarak ve kimseyle çatışmaksızın o diyarın ha­ kimi durumuna geldi. Bu durum üzerinden birkaç yıl geçti. Sonunda Diyar- bekir Beylerbeyi’nin tutumu kendisine karşı değişince; ve Beylerbeyi Qulb Hükümeti’ni kendisinden alıp bir Osman­ lıya verince, kendisi de şikayet etmek ve hükümdarlıktaki hakkını istemek amacıyla İstanbul’a gitti. 1003 (1595) yı­ lının aylarından birinde orada Allah’ın rahmetine kavuştu. Bunun üzerine Qulb Hükümeti, ilk kural gereğince kardeşi Zeynel Bey’e verildi. Peygamber’in Hicreti’nin 1005’inci (1597) yılı olan şu tarihte, Zeynel Bey orada hüküm sür­ mektedir. İKİNCİ DAL Meyyafarqîn (Meyyafarkin) Beyleri Hakkındadır0*0 * Meyyafarqîn beylerinin soyu da yine Emîr Şeyh Ahmed bin Emîr İzzeddin’e ulaşır; onlar Qulb beylerinin amca oğullarıdır. Bu aileden beylik görevine ilk geçen kişi, gerçekten son derece cesur ve cömert olan Behlül Bey bin Elvend Bey bin Emîr Şeyh Ahmed’di. Behlül Bey baş­ langıçta kardeşi Şah Ömer Bey’le birlikte Diyarbekir Bey­ lerbeyi İskender Paşa’ya hizmet ediyordu. İskender Pa­ şa, devlet tarafından Cevazd’ı (335) istila etmekle görevlendi­ rildiği zaman, oraya giderek bir kale yaptırdı ve kaleye «İskenderiye!) adını verdi; kale muhafızlığı görevini de Behlül Bey’e verdi ve orayı sancak olarak kendisine hraktı. Devlete büyük hizmetleri görülen ve kendisine ilgi gösterildiğini anlayan Behlül Bey, Sultanlık Divam’ndan, irsi vilayetten kendisine bir pay verilmesini istedi. Bu alan­ da hazırlık olmak üzere, Diyarbekir Beylerbeyinden ve (334) B unlar, B irinci sa fh an ın B irinci Bölüm ünde an latılan Mervami h üküm darlarından ayrıdır. (M.E.B.) (335) G aliba bu, V an G ölü'nün kuzeyindeki A dilcevaz'dır; di­ ğ e r b ir y azm a n ü sh ad a bunun «Cevaz» o la ra k yazıl­ mış; olm ası d a bunu te y it etm ektedir. Bu da, oranın asıl adm m «Cevaz» olduğunu gösterm ek ted ir. (M.A.A.) Kürdistan beylerinden birkaç belge ve dayanak aldı, Sul­ tan Selim Han’ın(336) eşikliklerine giderek durumunu ken­ disine arzetti. Sultan kendisini ilgisinin kapsamı içine aldı; ve Meyyafarkin Nahiyesi ile ona bağlı yerlerin Qulb Hükümeti’nden ayrılması ve ikta’ mülkiyeti(337) esası üzerine Behlül Bey’e verilmesi konusunda yüce emrini verdi. Son­ ra da, Behlül Bey’in, Besyan, Bociyan ve Zilan aşiretle­ rinden istenen ve Şah Veled Bey zamanında Padişahlığın özel emlaki arasında bulunan yıllık maktu parayı toplamak ve bunu her yıl Diyarbekir Hazinesi’ne vermek görevini yapması konusunda da bir Padişahlık hükmü çıktı. Bir süre bu şekilde geçtikten sonra, birbirini izleyen Fars Savaşları başladı. Hükümdarlar bu savaşlar sırasında fırsat­ tan yararlanarak halka zulmettiler; ve Sılemanî aşiretleri vatanı terketmek, ve yerleşip savunmak, korumak şartıyla, fethedilip Kızılbaşlardan alınmış olan vilayetlere göçetmek zorunda kaldılar. Böylece o aşiretlerin adamları zeamet, alaybeyi, sancakbeyi gibi birçok ikta’ görevleri aldılar. Ne var ki bu durum, adı geçen aşiretlerin dizginlerinin, Behlül Bey’in elinden alınmasına yolaçtı. Aşiretler ve kabileler ayaklandılar ve yıllık vergi ve aidatları ödemeyi reddet­ tiler. Hatta Şehsüvar adında Besyanlı bir adam, kendini Erivan’a bağlı Bayezid’det338) bey ilan etti ve çevresinde Sılemanî(339) aşireti ile diğer Kürt aşiretlerinden bin kadar aile toplandı; vc bunlar devlet vergilerini ödemekten imti­ na etmeye cüret ettiler. Bunun üzerine Behlül Bey, hükümdarlık ve görev ge­ reği olarak, Hazine paralarını tahsil etmek, sonra da, göç­ müş olan o kabile ve aşiretleri Meyyafarqîn’e geri getir­ meye çalışmak için o tarafa gitti. Orada Şehsüvar Bey’le (336) (337) (338) (339) Selim II. (M.E.B.) Feodal m ülkiyet. (M.E.B.) A ğ rı'n ın D oğubeyazıt İlçesi. (M.E.B.) D iğer iki y azm a nüsh ad a «Sılemam» yerine «Besyan!» d ir kİ, o d ah a ’aç ık tır. (M.A.A.) çarpıştı vc aralarında döğüşme kızıştı; kanlı çarpışmada Behlül Bey şehit oldu ve beş erkek çocuğu bıraktı: Emîr Han, Ömer Bey, Mahmud Bey, Muhammed ve Osman. Emîr Han Bey bin Behlül Bey: Babasmın ölümünden sonra onun yerine geçti ve bir­ kaç yıl ülkeyi yönetti. Bu süre içinde ülkenin her tarafın­ da, aşiretlerinin ve kabilelerinin zalim hareketleri ve iğrenç fiilleri görüldü. Bunun sonucu olarak halk, Sultan’m eşik­ lerine koşarak bu aşiret ve kabilelerin zulmüne bir sınır konmasını istedi. Bunun üzerine Amed Beylerbeyi Mehmed Paşa’ya, Emîr Han Bey’in öldürülmesi, Besyan ve Bociyan aşiretleri ile iğrençlik ve zulüm işlerini yapan diğer kimselerin yok edilmeleri konusunda emir verildi. Mehmed Paşa da, bunun üzerine derhal Emîr Han Bey’i Amed Divanı’na getirterek orada idam etti. Ömer Bey Bin Behlül Bey: Kardeşinin öldürülmesinden sonra Meyyafarqîn Hü­ kümeti kendisine verildi. Fakat kendisi iyi bir yönetim ku­ ramadı ve güvenlik, asayiş işlerinde aciz olduğu görüldü. Dört kese altına ulaşan ve Diyarbekir (Amed) Hâzinesine ödenmesi gereken yıllık devlet mallarını ve Sultanlık hak­ larını toplamakta gecikti. Bu nedenle, Kürt aşiretlerinin iş­ leri ve Meyyafarqîn Hükümeti, Amed Beylerbeyinin vc Defterdarının isteği üzerine, Sultan Mehmed Han(J40) ta­ rafından Aksak İbrahim Bey bin Cihangir Bey’e verildi. Ömer Bey ise başlangıçta Bedlis Hükümdarı’na sı­ ğındı ve Muş Nahiye’sinde oturdu; o taraftaki maktu vergi­ leri toplamak için çaba harcadı. Hatırı sayılır bir şey elde edemeyince, ayaktakımını ve işsiz kimseleri çevresine top­ layarak onlarla birlikte etrafa saldırmaya, ve Muş, Xınıs (Hınıs) Melaze Kürd(î41) reayasını soymaya başladı. Son­ (340) Mehmed m . (M .E .B .) (341) M uş'a bağlı M alazgirt İlçesi. (M.E.B.) ra bu işi ileri götürerek yol kesecek, kervanlara saldıracak hale geldi. Bu cümleden olarak Hazzo ile Batman ara­ sında gelip gidenlere birkaç defa saldırdı; bu saldırılarda o kadar suçsuz Müslümanlar vc kervanlar kurban gitti ki, Xıms Mirlivası ile Hazzo Hükümdarı kendisine saldırmak ve kendisiyle çarpışmak zorunda kaldılar; aralarında kar­ deşinin oğlu da bulunan arkadaşlarından ve taraftarların­ dan birkaç kişiyi öldürdüler ve mallarına, mülklerine el koyup onları tam anlamıyla talan ettiler. Ömer Bey ise tek başına ve mucize kabilinden kurtuldu. Kendisi gerçi «bey» admı taşımaktadır, ama nitelikleri daha çok hırsızların ve yol kesicilerin niteliklerine benzemektedir. Hiçbir yerde karar kılmamakta ve durumu sükunete kavuşmamaktadır. İKİNCİ GRUP Oniki Bölümdür BİRİNCİ BÖLÜM Sohran Hükümdarları Saygıdeğer araştırmacı okuyucuların tabiatlerince de açıkça bilinmektedir ki, Sohran hükümdarlarının soyu, Bağdad Arap bedevilerinin ileri gelenlerinin çocukların­ dan olan «Kelos»(,42) adında bir adama ulaşır. Bu Kelos’u, kader ve zamanın dönemleri, Sohran sınırları içindeki Ewan(343) Nahiyesi’ne bağlı Hewdeyan(344) Köyü’ne attı. (342) D oğrusu «Kew los»tur. E rbil'e bağlı Ş ak lav a yörelerin ­ de o tu ra n ünlü H oşnav K ü rt a ş ire ti reislerinden Salih Reşid Bey M İran'ın bana a n la ttığ ın a göre, bu sözcüğün anlam ı, Şeqlaw a K ilrtleri dilinde, «üst azı dişleri d ü ­ şen kim se» dir. (Şeqlaw a - 23/9/1947; M. A.A. j (343) S ohran bölgesinde şim di bu ad altın d a b ir kale yada köy bulunm am aktadır. Y alnız K ürtçeöe «Rew an K a­ lesi» anlam ına gelen «Rewaudiz»in adının kökeni olan «Rewan» K alesi vard ır. B una göre «Ewan» adının «Rew an»m bozulm uş şekli olm ası ihtim ali kuvvetlidir. (M. A. A.) (344) «Hewdeyan», K ürtçenin Soran! lehçesinde «Onyedile:» dem ektir. (M.E.B.) Başlangıçta o köy halkının koyun çobanlığını yapmakla uğraştı. «Kelos» sözcüğü, bu kavmin lehçesinde, öndişleri düşmüş kimse hakkında kullanılmaktadır. Bu Kelos’un üç erkek çocuğu vardı: Isa, İbrahim ve Şeyh Üveys. Oğlu Isa alicenap, gayretli, yumuşak huylu ve tatlı sözlüydü. Elindeki bütün malım ve çobanlık mes­ leğinden eline geçen her şeyi o köyün yoksullarına, derviş­ lerine ve işsizlerine dağıtırdı. Bunun sonucu olarak çev­ resinde başıboş adamlardan, ayaktakımıııdan ve cahiller­ den büyük bir topluluk meydana geldi. Bununla onların gönlünü kendine çekti ve onları lütfunun, cömertliğinin esiri haline getirdi. Bu yüzden onlar da kendisine gözü kapalı bir şekilde alabildiğine itaat ettiler. O sırada o ülkenin hükümdarı, tehlikesi büyük olan bir düşmanla karşılaştı ve bütün kuvvetleriyle onunla çar­ pışmaya gitti. Isa da, yanında bu başıboş adamlardan ve ayaktakımmdan meydana gelmiş taraftarları ve adamları olduğu halde, onlarla birlikte bu düşmanla savaşmak için Balkan’a(î45) gitti. O sırada alay ve dalga geçmek kabilinden Isa’ya «Emîr» lakabı verdiler. O tarafın halkı, Isa’nın sahip olduğu alicenaplığı ve önemli işlere girme yeteneği­ ni görünce, kendisini başlarına Emîr olarak tayin etmek konusunda sözbirliği ettiler. Bunun üzerine kısa zamanda başında büyük bir halk topluluğu meydana geldi ve Ewan Kalesi’ni fethetmeye karar vererek oraya yöneldiler. O kalenin çevresi çıplak ve sert kırmızı kayalardan oluşmuştu. İsa ve arkadaşları herkesten önce o kayalara tırmandılar ve savaşmaya, mücadeleye başladılar; o kadar ki, bunların cüretinden, kale muhafızlarının gönlüne kor­ ku ve ürküntü düştü ve onlara, kürtçede «kırmızı kayaların adamları» anlamına gelen «Seng-Surhî» adını verdiler. Sonra bu ad kullanıla kullanıla, farsçadaki «surh» yerine (345) E alk an , Revvandtz ta ra fın d a b ir agiret ve bölge adıdır. (M . A . A .) «sohr»(346) diyen Kürt’lerde değiştirilerek «Sohrî» şekline sokuldu; böylece bunlar çoğul olan «Sohran» sözcüğüyle ün yaptılar. Sözün kısası, şiddetli bir çarpışmadan ve acı bir mü­ cadeleden sonra kale fethedildi. Bunun üzerine İsa’nın yıl­ dızı da Meryemoğlu İsa’nın yıldızı gibi parladı; talihi Zühal’in(347) talihinden daha yüceldi; şam ve nüfuzu günden güne artarak, devletinin güneşi, bütünüyle istila ettiği Soh­ ran bölgesinin her tarafında doğarak parladı. Bu diyarı mutluluk ve ikballe yönettikten sonra Allah’ın rahmetine kavuştu ve yerine oğlu Şah Ali Bey geçti. Şah Ali Bey: Bu Emîr, babasının yerine hükümdarlık görevine geç­ ti ve dört çocuk bırakarak öldü; İsa, Pir Budak(348), Mîr Haşan ve Mîr Şeydi. Şah Ali Bey sağlığında, irsi vilayeti­ ni, yönetim üzerine çatışmamaları ve paylarına razı olma­ ları için adı geçen çocukları arasında taksim etmişti. Bu cümleden olarak devletinin merkezini, büyük oğlu İsa'ya vermişti. İsa hükümdarlık ve yönetimde uzun bir süre kaldıktan sonra, kendisi ile Baban Hükümdarı Pir Budak arasında cereyan edén çarpışmada öldürüldü. Pir Budak bin Şah Ali Bey: Babasının ölümünden sonra yönetime geçti ve Kızılbaşlara bağlı Nilhas aşiretinin elinden Sumaklık(349) Nahiyesi’ni de kurtararak kendi yönetimi altına aldı. Bir süre ülkeyi yönettikten sonra kendisini ölüm yakaladı ve Allah’­ ın rahmetine kavuştu. İki erkek çocuğu bıraktı: Emîr Seyfeddin ve Emîr Hüseyin. (346) «Sohr» K iirtçenin S oranî lehçesinde «kırm ızı» dem elv tir. (M.E.B.) (347) S a tü rn gezegeni. (M.E.B.) (348) İk i y azm a n ü sh ad a «Pir» yerine «M îr»dir. (M.A.A.) (349) İk i y azm a n ü sh ad a «Sum aklu»dur. (M.A.A.) Mir Seyfeddin: Babasının yerine geçti; fakat günleri fazla sürmedi ve yerine kardeşi geçti. Mîr Hüseyin: Kardeşinin yerine geçti; fakat onun da günleri uza­ madı ve yedi erkek çocuğu bırakarak Rabbinin çağrısına uydu. Yerine büyük oğlu Emir Seyfeddin geçti ve eski ku­ ral gereğince Sumaklık Sancağı’nı da ele geçirdi. Babaları ve ataları da yine bu kural gereğince bu sancağı yöneti­ yorlardı. Mir Şeydi bin Şalı Ali Bey: Bu, Şalı Ali Bey’in küçük oğluydu. Kürdistan’ın hü­ kümdarları arasında cesaret ve cömertlikle ün yapmıştı. Babasının ölümünden sonra «Şeqabad» (Şakabad)(350) diye adlandırılan yerde ikamet etti. Baban Hükümdarı Pir Budak’Ia savaşa girişerek kardeşi Emîr İsa’nın kanını istedi. Pir Budak’ı öldürmeye muvaffak olduktan sonra karde­ şinin ülkesini de kendi beyliğine kattı. Sonra Kızılbaşlara dönerek onlarla şiddetli bir savaşa girişti ve sonunda Mu­ sul, Kerkük, Erbil sancaklarını memurlarının elinden kur­ tarıp, kendi ülkesine kattı. Sohran ülkesini ve ona bağlı yerleri uzun zaman bağımsız olarak yönetti. Sonra, kaçınıl­ maz kader gelince üç erkek çocuğu bırakarak öldü: Emir Seyfeddin, Mîr tzzeddin Şer (Şir) ve Süleyman. Emîr Seyfeddin, gençliğinin başlangıcında attan dü­ şerek öldii. İzeddin Şer, 941 (1535) yılında ölünceye kadar Erbil hükümdarlığını yaptı. Bu yıl Sultan Süleyman Han, Barış Diyarı Bağdad’m fethinden dönerek o taraf­ larda kışladı; îzzeddin Şer’in Sultanlık otağının hizmetçi­ lerine karşı kötü davrandığı kendisine bildirilince öldürül­ mesini emretti ve Erbil hükümdarlığı görevini, Yezidi aşi­ (350) Ş üphesiz bu, kürtçede «Şeqlawa» yanlıg yazılm ış seklidir. (M.A.A.) (Ş ak lav a) adının reti beylerinin çocuklarından olan Dasnîli Hüseyin Bey’c verdi. Îzzeddin Şer’in ölümünden birkaç gün sonra, karde­ şi Süleyman Bey de Allah’ın rahmetine kavuştu ve üç erkek çocuğu bıraktı: Kuli Bey, Emîr İsa ve Emîr Seyfeddin. Bu­ nun üzerine Sultan Süleyman Sohran Vilayeti’nin tümünü Erbil Sancağı’na kattı ve yönetimini Dasnîli Hüseyin Bey’e verdi. Böylece Sohran Vilayeti, onun meşru varislerinin elinden tamamen çıktı ve yabancıların egemenliğine girdi.CJSi) Emîr Seyfeddin bin Mîr Hüseyin bin Pir Budak: Daha önce de geçtiği gibi, Emîr Seyfeddin Sumaklık Sancağı’nı, babalarının ve atalarının da yönetimde uygula­ dıkları kural ve usuller gereğince ele geçirdi. Sultan Sü­ leyman bütün Sohran Vilayeti’ni Dasnîli Hüseyin Bey’in yönetimine verince, kendisiyle Emir Seyfeddin arasında birkaç çarpışma oldu. Sonunda Emîr Seyfeddin, Yezidi aşi­ retine karşı durmaya ve direnmeye gücünün yetmeyeceğini anlayınca, ülkenin de, hükümdarlığın da gelinini üç talakla boşadı ve Erdelan Hükümdarı Beyke Bey’e iltica etti. Fa­ kat Beyke Bey, Sultan Süleyman’ın kudretinden korkarak Seyfeddin’e yardım etmekten vazgeçti ve kendisini ihmal etti. Mîr Seyfeddin kendisinden umudunu kesip, hayal kı­ rıklığına uğramış olarak Sohran Vilayeti’ne döndü ve çev­ resinde oranın halkından ve sonradan yerleşmiş olanlardan bir topluluk meydana getirerek bunlarla Erbil’in üzerine yürüdü ve burayı ele geçirmeyi başardı. Talihi ve nasibi yar oldu ki, fetih ve zaferin bu kadarı, Sohran Vilayeti’nin bütün aşiret ve kabilelerinin, kendi çevresinde toplanmala­ rına yolaçtı. (351) Y azarın «yabancılar» dem ekten k astı, kendilerine din ve m ezhepçe yabancı olduklarını b elirtm ek tir; y oksa Y ezldiler öz K ürtlerd ir. Y azar, P eygam bor’in ş e ria t ve sü n n etinin koruyucusu olan M üslüm anların sultanının, içinde gizlediği b irta k ım am açlarla, M üslüm an Kürtle_ rin başına, M üslüm an o lm adıklarına inandığı kim se­ leri nasıl g etirdiğini b elirtm ek İstiyor. (M.A.A.) Sonra günün birinde Emîr Seyfeddin, Abbasiler hesa­ bına aniden Mervaniler’e'352' karşı harekete geçen Ebu Müslim’in(353) yaptığını yaparak, beklenmedik bir anda Yezidiler’e karşı şiddetli bir saldırıya geçti. Bu saldırının haberi Dasnîli Hüseyin Bey’in kulaklarına gelince tek ba­ şına Emîr Seyfeddin’le savaşmak için derhal Erbil’in üze­ rine yürüdü, iki taraf arasında kanlı çarpışmalar oldu. Çarpışmalar bu sefer, Hüseyin Bey’in ve Yezidi aşiretinin ağır yenilgisiyle sonuçlandı; ileri gelenlerinden 500 kişiden fazla öldürüldü ve Hüseyniler(354) muzaffer oldular. Emîr Seyfeddin ve taraftarları Yezidiler’in mallarından ve öldü­ rülenlerin üzerindeki silah ve teçhizattan büyük bir gani­ met elde ettiler. Böylece Emîr Seyfeddin, irsi ülkesini ye­ niden egemenliği altına almaya muvaffak oldu ve tam ba­ ğımsız bir hükümdar durumuna geçti. Dasnîli Hüseyin Bey birkaç defa Yezidiler’den asker toplayarak, onlarla birlikte düşmanıyla savaşmaya gittiyse de, talih her defasında ken­ disine ihanet etti ve bütün hareketleri, boğazlanan hayvanın ölümün ve sonun yaklaştığından başka bir şeyi kanıtlama­ yan hareketi gibi oldu. Böylece Seyfeddin’in özlemleri gerçekleşti; Hüseyin Bey ise açık bir hayal kırık­ lığına uğradı ve yalnızlığa düştü. Bu ağır yenilginin haberi İstanbul’da yüce eşiklere ulaşınca, Hüseyin Bey oraya çağ­ rıldı ve şiddetli, katı bir cezayla cezalandırılması konu­ sunda Sultanlığın emri çıktı ve bu emir uygulandı. Şairin dediği gibi: «Başkalarına kötülük yapan kimse «Mutlaka karşılaşır benzer bir kötülükle (352) Em eviler. (M .E.B.) (353) E bu M üslim H orasanî. (M.E.B.) (354) H üseynilerden m a k sa t E m îr Seyfeddin ve ta r a f ta r la r ı­ d ır; kendileri M üslüm an, ö te k ile r Yezidi olduklarından, o n la n böyle adlandırm ış; b u n u n la onları H z. H üseyin ve ta ra fta rla rın a , k a rşıla n n d a k ile rl de yezit ve ta ra f ­ ta rla rın a b enzetm iştir. (M.E.B.) «Gözümle gördüm ki yolda, «Bir kuş öldürdü bir karıncayı, yolunu keserek «Fakat avından gagasını henüz çekmemişti ki «Başka bir kuş da gelip bitirdi onun işini.» Sonra îmadiye Hükümdarı Sultan Hüseyin Bey ve öteki Kürdistan beyleri, Sultan Süleyman tarafından, Emîr Seyfeddin’in üzerine yürümek ve Sohran Vilayeti’ne bo­ yun eğdirmekle görevlendirildiler. Ne var ki, bunlar görev­ lerinde başarıya ulaşamadılar ve kızgınlıklarını gizleyerek geri döndüler. Böylece Emîr Seyfeddin, ortaksız olarak ve artık kim­ seyle çatışmaksızın duruma tam hakim oldu. Mutluluk ve ikballe dolu olarak ülkeyi yönetmeye başladı. Sonunda, başkasının sözünü düşünmeden dinledi ve, Gazi Kıran diye ün yapan Bıradost’lu Yusuf Bey tarafından aldatılarak, Gazi Sultan’ın(355) Sarayına gitti. Denildiği gibi, «kader ge­ lince göz kör olur.» Amacı Sultan’m kendisini affederek ilgisinin kapsamına almaşım, yaptıklarına göz yummasını ve irsi vilayetini kendisine vermesini sağlamaktı. Ne var ki, umudu boşa çıktı vc hiç de girmek zorunda olmadığı bir çıkmaza girdi; Asitane’ye ulaşır ulaşmaz hemen kendisini cellada teslim ettiler. Kuli Bey bin Süleyman Bey Mîr Şeydi: Dasnî aşireti Sohran Vilayeti’ni istila ettiği zaman, Kuli Bey onlara karşı defalarca savaşmıştı. Fakat her de­ fasında yenilgiye uğruyordu. Bu yüzden vatandan ayrılıp gurbete gitmek zorunda kaldı ve Şah Tahmasp’m Sarayına giderek kendisine iltica etti. O zaman Dasnîliler, Hüseyniler’le Yezidiler arasında süregelen eski düşmanlıktan ötü­ rü ve eskiden de Kürtlerin yapmış oldukları gibi, Sohran’m Müslümanlarından ve zavallılarından intikam almaya baş­ ladılar. Onlara öyle zulmediyorlardı ki, bu onlara, Haccac bin Yusufun zulmünü ve Sa’d bin Ziyad’m baskı ve sal­ dırganlıktaki aşırılığım unutturdu. Bu durum karşısında Sohran’dan bir topluluk sözbirliği ederek Acem ülkesine bir elçi gönderdi ve Kuli Bey’i plan­ larını kabul etmeye ikna ettikten, gönlünü kendilerine çek­ tikten sonra alıp yanlarına getirdiler; sonra da kendisiyle birlikte Süleyman’ın hükümdarlık tahtına gidip, irsi vila­ yetin Kuli Bey’e verilmesini dilediler. Fakat Sultan bu ko­ nuda kendisine güvenmedi ve müsterih olmadı; kendisine yalnız Basra’ya bağlı Semavat Sancağı’m verdi. Emîr Seyfeddin ve Dasnîli Hüseyin Bey'in öldürül­ mesinden, yukarıda işaret ettiğimiz olayların cereyan et­ mesinden sonra, îmadiye Hükümdarı Sultan Hüseyin Bey’­ in aracılığı ve iyi çabalarıyla, Kuli Bey Semavat’tan ge­ tirtildi ve kendisine, Sohran topraklarındaki Harir Nahiyesi’nin hükümdarlığı verildi. Orada 20 yıl kadar yöne­ tim görevinde bulunduktan sonra, yüce Allah’ın rahmeti­ ne kavuşarak iki çocuk bıraktı: Budak Bey ve Süleyman Bey. Budak Bey bin Kuli Bey bin Süleyman Bey: Bu Bey, babasının ölümünden sonra Şeqabad (Şakabad) nahiyesinde bağımsızlık ve başkanlık bayrağım çek­ ti. Ne var ki, dedikoducuların dedikoduları ve müfsitlerin çabalarıyla, iki kardeş arasında anlaşmazlık çıktı; arala­ rındaki kardeşlik ve sevgi, yerini düşmanlığa bıraktı. Son­ ra iş, dille yapılan mücadele ve tartışmalardan, kılıç ve mızraklarla yapılan vuruşmalara geçti. Sonunda Budak Bey kardeşine yenildi ve îmadiye Hükümdarı Sultan Hü­ seyin Bey’e sığınarak, Sultan Hüseyin Bey’in yardımı sa­ yesinde tekrar vilayetine dönmek için fırsat kolladı. 'N e var ki, hain zaman ve dönek felek, kendisine bu fırsatı vermediler; çünkü kaçınılmaz ecel, îmadiye’ye bağlı Akra şehrinde kendisini buldu ve Allah’ın rahmetine kavuştu. Süleyman Bey bin Kuli Bey bin Süleyman Bey: Bu Bey adaletli, vatandaşlara karşı sevgi besleyerek işleriyle ilgilenen, Kürdistan’ın hükümdarları arasında iyi tedbir ve yönetimle, çok akıllı ve zeki olmakla ün yapmış olan bir kimseydi. Babasının ve kardeşinin ölümlerinden sonra Sohran Beyliğinin bağımsız Hükümdarı durumuna geldi. Kendisi ile Zerza aşireti arasında mevcut olan düş­ manlık ve kötülük yüzünden, ■Süleyman<356) için askerleri toplandı» ayetinin anlamı uyarınca, Süleyman Bey de, serkeş Kürtlerden 13.000 kadar piyade ve süvari topladı. Sonra bunlarla birlikte Zerza Vilayeti’ne saldırarak, talan ve yağma etti; oranın mirlivasını, zerza aşiretinin ve kabi­ lelerinin bellibaşlı ileri gelenlerinden ve subaylarından 350 kişiyle birlikte öldürdü; ailelerini ve çocuklarını da esir aldı ve bağlayarak Sohran Vilayeti’ne getirdi. Bu durum, kılıçlardan artakalmış olan Zerzalılar’ı, İs­ tanbul’a gidip, uğradıkları zulmü ve durumlarım ağlayarak Sultan Murad Han’a şikayet etmeye itti. Sultan Murad başlangıçta, Süleyman Bey’i, başkalarına ibret olması için şiddetle cezalandırmak istedi. Fakat Süleyman Bey o sıra­ da bazı Kızılbaş (Acem) şehirlerine saldırmış; onlardan birçok esir almış; büyük ganimetler elde etmiş ve esir al­ dıklarından büyük bir toplulukla, büyük miktarda para ve değerli eşyayı Sultan’m Sarayına göndermişti. Bunlar Sul­ tan nezdinde kabul ve memnunluk gördü ve Sultan, Süley­ man Bey’dcn görülmüş olan muhalefetlere göz yumarak kendisini padişahça affının kapsamı içine aldı. ö te yandan, Terek Sancağı’nın Mutasarrıfı ve Sü­ leyman Bey’in amca oğullarından biri olan Kubad Bey denilen kişi, Süleyman Bey’e düşmanlık besliyor ve Sohran Vilayeti’nin yönetiminde kendisiyle çatışıyordu. Onun bu tutumu bir süre devam etti. 994 (1586) yılı girince, Süley­ man Bey derhal bu düşmanının üzerine yürüdü ve kendi­ sine saldırdı; kendisiyle akrabalarından ve yardımcıların­ dan 14 kişiyi kuvvetle yakalayarak kesin olarak ortadan kaldırdı. Böylece, küçük büyük herkesin kendisinden sa­ kındığı ve uzak yakın herkesin kendisinden korktuğu ba­ ğımsız bir Hükümdar durumuna geldi. Bütün komşu bey­ ler de kendisine boyun eğdiler. Bu güçlü ve azimli Bey, gerçi cahildi ve okuma-yazma bilmiyordu; ancak, o ülkeye dağılmış olan tarikat şeyh­ lerine inanıyor ve onlara içtenlikle itaat ediyordu, sefahat­ lerden, küçük düşürücü işlerden, boş ve yararsız davra­ nışlardan uzak durarak, vakitlerini onlarla birlikte namaz, oruç ve öteki ibadetlerle geçiriyordu. Nihayet eceli yak­ laştı ve ölüm kendisini yakaladı; temiz ruhu ilahi cezbelerin kanatlarıyla, beden kafesinden uçarak, lahuti alanların genişliğine gitti. Ali Bey bin Süleyman Bey: Bu Bey, babası Süleyman Bey’in ölümünden sonra, merhum Sultan’m*3571 emirnamesi gereğince, Sohran Beyliği’nin tahtına çıktı. Şimdi, yani 1005 (1597) yılında, ken­ disi bu irsi vilayetinde hükümdarlık görevinde bulunmak­ tadır. İKİNCİ BÖLÜM Baban Beyleri Hakkındadır Güzel konuşan tarihçiler ve güzel yazan incelemeci rivayetçilerce de açıkça bilindiği gibi, Baban hükümdar­ ları, Kürdistan hükümdarları arasında büyük ihtişam ve kuvvetleriyle, taraftar ve hizmetçilerinin çokluğuyla ün yapmışlardır. Ne var ki, bu ailenin Hükümetinin günleri, aşağıda da anlatacağımız gibi, lakabı, «Babam» sözcüğü­ nün yanlış şekli olan Pir Budak Bebeî’ye ve kardeşine ulaş- makla ve bunların soylarının kesilmesiyle sona erdi; bu aile­ nin Hükümeti, hizmetçilerine ve adamlarına geçti ve onlar­ dan, hükümdarlık görevini ve başkanlık işlerini eline ala­ bilecek kimse kalmadı. Pir Budak bin Mîr Ebdal: Bu Bey cömertlikte Hatem, cesaret ve kahramanlıkta da Rüstem gibiydi; yiğitlik ve celadette emsalinden üstündü ve giriştiği çarpışmalarda, atıldığı tehlikelerde hep öndey­ di. İşi o kadar ileri götürdü ki, gönlü yükselmeye heves etti ve yüceliklere çıkmayı arzuladı. Derken Larcan(358) Vilayeti’ni Zerza aşiretinden, Sewi (Sivi) ve Mcşya-Kürd’ü Sohran’dan, Selduz vilayetini de Kızılbaşlar’dan aldı. Ay­ rıca Maran Kalesi’ni restore ederek oraya kendi tarafından bir vali atadı ve ona «Mirliva» unvanım verdi. Mekrî ve Bane aşiretlerine, iyilik ve sertlikle boyun eğdirdi. Erdelan hükümdarlarından da Şehrbazar Vilayeti’ni alarak kendi vilayetine kattı. Çevreye ve her yöne «Mirsancak» unva­ nıyla bazı memur ve görevliler göndererek onlara davul ve bayrak verdi. Böylece ö yörelerde adalet ve yönetim bay­ raklarım dalgalandırdı. Sonra Bağdad’a bağlı Kerkük Nahiyesi’ne yönelerek orayı Bağdad’dan aldı ve yönetimini, her zaman kendisiyle birlikte olan bir memuruna verdi. Pir Budak, hükümet ve yönetim sanatına, Kürdistan hükümdarlarından daha önce kimsenin getirmediği bir ta­ kım yeni kural ve usuller getirdi. Bu cümleden olarak, komutanlarının ve ileri gelen adamlarının kızlarını başlan­ gıçta kendine nişanlatır ve bu komutanlarla ileri gelenlerin şerefine yakışacak ölçüde gerekli çeyizleri hazırlamaya başlardı; Nikah ve zifaf için düğün yapıldığı gün ise, ge­ lini, ileri gelen adamlarından biriyle evlendirir ve gelini, o mallar ve çeyizlerle birlikte o adama verirdi; bu işin içyü­ zünü de kimse öğrenemezdi. (358) G aliba bu, İ ra n ’d ak i E şnu ve U rm iye a ra sın d a bulunan şim diki L ah ican ’dır. (M.A.A.) Pir Budak’m Rüstem adındaki kardeşi, kendisine kar­ şı bir suikast hazırlamayı aklından geçirdi. Kendisine bağ­ lı adamlarından biri, kardeşinin kendisi hakkında yapmak istediklerini Pir Budak’a bildirdi. Bunun üzerine, Pir Bu­ dak Zerza aşiretine saldırdığı sırada kardeşini ve onunla birlik olan bütün bozguncu komplocuları şiddetle yakaladı. Pir Budak büyük bir orduyla Sohran üzerine yürüyüp burayı ele geçirmek istediği zaman, Sohran Beyi Şeydi bin Şah Ali kendisine karşı direnemedi; tersine Hükümeti­ nin merkezini boşaltmak ve dağ doruklarına, ormanlıkları­ na sığınmak zorunda kaldı; orada elverişli fırsatı kolladı. Bu durum Pir Budak’m gönlüne kibir ve gurur girmesine yolaçtı. Bir giin ileri gelen adamlarından birkaç kişiyle bir­ likte avlanmak için dağlara çıktı ve kendisini çevreleyen tehlikeden habersiz olarak, Hazubyan yolu denilen bir ye­ re vardı. Meğer düşmanı Emîr Şeydi orada pusudaydı ve aniden çıkıp Pir Budak’ın üzerine atılarak kendisini de, yanındaki adamları da öldürdü; onlardan hiç biri, bu kan­ lı felaketten sağ salim kurtulamadı. Şair demiştir ki: «Mutluluk ve ikbal de olsa elinde, «Taç ve taht sahibi de olsan dünyada, «Dünya ülkelerini dc ele geçirsen Feridun gibi, «Karun gibi hazine ve altınların da olsa, «Yücelerde bulunan Güneş, o güzel gezenek, «Senin bayrağının hizasına da gelse, «Bütün dünya senin bir sözünle de yönetilse, «Ve Süleyman gibi bağlı da olsa tacına, tahtına, «Aslında itibarsız itibarlardır bütün bunlar, «Ve işin sonucunda akıbeti yok olmaktır hepsinin.» O zaman Kürt şairleri bu Bey’in hayatım, cesaret, yiğitlik, cömertlik ve alicenaplık olan niteliklerini ele ala­ rak hikaye ve kafiyeli şiirlerle ipliğe takılan birer inci gi­ bi dizmeye başladılar; bu şiir ve hikayeler dilden dile dolaş­ tı; ses ve saz sanatçıları, meclislerde ve şölenlerde hüküm­ darların ve beylerin huzurunda bunları, Kürtlere özgü ma­ kamlarla ve nağmelerle söylemeye başladılar. Pir Budak’ın, yerine geçecek erkek çocuğu olmadığı için, yerine kardeşinin oğlu Budak bin Rüstem geçti. Bu Beyin yönetiminin üzerinden iki yıl geçmişti ki, hizmetçi­ lerin, kölelerin, ordu ileri gelenlerinin bu süre içinde ken­ disine gerektiği gibi boyun eğmedikleri ve itaat etmedikle­ ri görüldü. Bu da kendisini çok endişelendirdi ve rahatsız etti; sonunda bu endişe ve rahatsızlık, hayatına mal oldu. Bununla bu ailenin devleti sona erdi ye yönetim hizmet­ çilerine ve adamlarına geçti. Bu eski ailenin binasının yıkılmasından sonra Baban Hükümeti’nin yönetimini eline alan ilk adam, Pir Nazar bin Bayram adında biriydi. Kendisi cesaret ve cömertlikle nitelendirilir; ve iyi bir ahlaka sahip olması, başkasına kar­ şı iyiliksever olması ve herkes arasında adalet ve barış bayraklarını dalgalandırması dolayısıyla, hem halkın, hem de askerlerin sevgisini kazanmıştı. Kahir kuvvetiyle, Ba­ rış Diyarı Bağdad’a bağlı Küfra Nahiyesi’ni alarak Baban Vilayeti’ne katmayı başardı. Kendisinden sonra Baban Vilayeti iki kısma ayrıl­ dı. Pir Budak’ın yetiştirmiş ve kendi zamanında her bi­ rine «Mirsancak»lık görevini vermiş olduğu iki adam var­ dı; birinin adı Süleyman, diğerinin de Mir İbrahim’di. Bun­ lar, Pir Nazar bin Bayram’ın ölümünden sonra Baban Vilayeti’nde yönetimi kendi aralarında paylaştırdılar ve bir süre Hükümet işlerini birbiriyle ittifak ederek yönettiler. Sonra, müfsitlerin bozgunculuğu ve dedikoducuların aldat­ ması yüzünden aralarında anlaşmazlık çıktı; ve dostluk, ye­ rini düşmanlığa, sevgi de yerini karşılıklı mücadeleye bı­ raktı. Sonunda Süleyman, hasmı İbrahim’i yakalayarak öl­ dürdü ve yönetimindeki yerleri de Baban Vilayeti’nin ken­ di yönetimindeki yerlere kattı. »Sonra Süleyman, ülkeyi 11 yıl yönettikten sonra Allah’ın rahmetine kavuştu ve dört erkek çocuğu bıraktı: Hüseyin, Rüstem, Muhammed ve Süleyman. İbrahim ise, yukarıda da geçtiği gibi, Pir Nazar'm ölümünden sonra, ortaklık yoluyla Baban Vilayeti’nin yarı­ sını dokuz yıl yönetti. Süleyman tarafından öldürüldüğü zaman üç erkek çocuğu vardı: Hacı Şeyh, Emîre ve Mîr Süleyman. Bunlardan Hacı Şeyh bin İbrahim babasının öl­ dürülmesinden sonra vatanını terkederek ve ailesinden ayrılarak, Acem ülkesinde Şah Tahmasp’ın Sarayına il­ tica etti. Fakat Şah Tahmasp’tan umduğu yardımı almaya muvaffak olamadı ve umutsuz, perişan olarak ülkesine döndü. Sonra, Mîr Süleyman’ın kardeşi Mîr İzzeddin’in Nelin ve Diyale nahiyelerindeki vekillerini öldürmeyi ba­ şardı ve bu iki nahiyeyi ele geçirdi. Mîr Süleyman’ın ölü­ münden sonra ise Baban Vilayeti’nin tamamını ele geçir­ meyi başardı ve oranın bağımsız Hükümdarı oldu. Hacı Şeyh’ten, Şah Tahmasp’a karşı düşmanlık ve meydan okuma anlamına gelen bazı davranışlar görüldü. Şah, Kızılbaş ordularını üç defa üzerine gönderdiyse de, her üç defasında da galibiyet Hacı Şeyh’in nasibi oldu ve Kızılbaşlar ağır yenilgiye uğradılar. Oysa Kürdistan hü­ kümdarlarından ve beylerinden kendisine kimse yardım etmedi; yalnız ok ve yaylarla silahlanarak gaza ve cihat amacıyla ordusuna katılan bazı öğrenci ve bilginlerden yar­ dım gördü. Sultan Süleyman’ın Barış Diyarı Bağdad’ı fethedip kışı orada geçirmeye karar verdiği 941 (1535) yılında, Hacı Şeyh, yüce eşiklerle mutlu olmak amacıyla Sultan’ın huzuruna koştu. Merge Nahiye’sine ulaşınca, bu taraftaki serkeş Kürtler kendisine karşı çıktılar ve geçme­ sini önlemek istediler; birkaç arkadaşıyla birlikte ava çık­ ması fırsatından yararlanarak, namaz kıldığı sırada kendi­ sine saldırdılar. Etrafında şiddetli bir çarpışma oldu; bu çarpışmada kendisi ve kardeşi Emîre öldürüldüler. Hacı Şeyh, Budak ve Sarım adlarında iki çocuk bıraktı. Süley­ man adında bir kardeşi daha vardı ki kendi eceliyle öldü. ' t ö te yandan Sultan Süleyman, Hacı Şeyh’in yukarıda geçtiği gibi Merge’nin katı yüreklileri tarafından öldürül­ düğünü Bağdad’da duyunca Baban Vilayeti’ni oğlu Budak’a verdi. Bu Bey 16 yıl süreyle en iyi şekilde yönetim görevini yaptı ve vatandaşlar, herkes arasında adalet ve eşitlik bayraklarını dalgalandırdı. Sonunda bazı mütegallibeler, daha sonra anlatacağımız olaylar nedeniyle, Mîr Süleyman’ın oğlu Hüseyin Bey’i, Baban Hükümeti’ni ken­ disi için istemeye kışkırttılar. Bunun üzerine Sultan Süleyman’ın Divanından, bu dileğinin yerine getirildiği konusunda bir emirname çıktı. Hüseyin Bey de, îmadiye Hükümdarı Sultan Hüseyin’den destek alarak Baban Vilayeti’ne gitti. Budak Bey ise ikisine karşı direnmedi ve kur­ tuluşu Acem ülkesine kaçmakla bularak Şah Tahmasp’ın eşiklerine iltica etti. İran’da altı ay kaldıktan sonra, Vezir-i Azam Rüs­ tem Paşa kendisini İstanbul’a getirterek, Baban Vilayeti’nin kendisine verilmesi ve yüce Padişahlık hil’atleriyle tal­ tif edilmesi konusunda bir Padişahlık emirnamesi çıkarttı, kendisini izzet ve ikramla irsi vilayetine geri yolladı. Bu­ dak Bey «Rabiyet Bulak» denilen yere varınca, Mîr Sü­ leyman Bey’in oğlu Hüseyin Bey 8.000 piyade ve süvari­ den kurulu bir orduyla görünerek kendisine karşı koymak ve savaşmak istedi. Fakat savaş ateşi alevlenip de henüz yalnız on kişi kadar öldürülmüştü ki, Hüseyin Bey kurtu­ luşu İstanbul’a kaçarak Sultan Süleyman’ın eşiklerine il­ tica etmekte buldu. İleri gelen komutanlar aracılığıyla du­ rumunu Sultan'a arzedince ve onun tarafından kabul edilmekle müşerref olunca, kendisinin de Baban Vila­ yeti yönetiminde Budak Bey’e ortak olması ve Sultan’ın bu emri konusunda asla anlaşmazlığa düşmemeleri üstü­ ne bir Sultanlık emirnamesi çıktı. Bunun üzerine Hüseyin Bey derhal Baban Vilayeti’ne döndü. Fakat işler kendisine zorluk çıkarıp birikti; sonunda da mücadeleye ve döğüşmeye yolaçtı. Bu çar­ pışmalar Hüseyin Bey’le kardeşi Rüstem Bey’in öldü­ rülmesiyle sonuçlandı. Bunun haberi İstanbul’da Sultan’m kulaklarına gidince, Budak Bey’e karşı öfkesi şid­ detlendi; Baban Vilayeti’ne komşu olan Kürt beylerine, Budak Bey’in üzerine yürümeleri ve onu ortadan kaldır­ maları için emir verdi. Bunun üzerine Budak Bey, îmadiye Hükümdarı Sultan Hüseyin Bey’e sığınmaktan baş­ ka çare bulamadı; çünkü direnmeye gücü yetmiyordu. Hüseyin Bey de Budak Bey’in durumunu Sultanlık eşik­ lerine arzetti ve suçlarına göz yumulmasını, Sultan’ın af­ fının kapsamına alınmasını ve irsi görevinin kendisine ge­ ri verilmesini diledi. Bunun üzerine çok şefkatli ve affa çok eğilimli olan Sultan, İmadiye Hükümdarı’nın dileğini olumlu karşıladı ve Budak Bey’i affederek, Baban Vi­ layeti yerine kendisine Ayntab Sancağı’m verdi. Budak Bey’in Baban Vilayeti’ndeki payı ise Veli Bey adında bir adama verildi. İki Şehzade, Selim ile Bayezid,(359) Konya Vilayeti üzerine çatışırlarken, Budak Bey Kütahya’da bulunan Şehzade Bayezid’in tarafını tutarak yanına gitti. Bu sı­ rada onun hakkında, Bayezid’e, babasından, kötülük çı­ karan Babanlı Budak Bey'i öldürüp başını Sultanlık Sa­ rayına gönderdiği takdirde, kendisinin*3“ 2 işlemiş olduğu başkaldırma suçunu affedeceği yolunda emir verildi. Bu­ nun üzerine Şehzade Bayezid hemen babasının isteğini yerine getirerek, Budak Bey’i Kütahya’da öldürdü ve başını İstanbul’a gönderdi. (359) K anuni S ultan S üleym an’ın iki oğlu (M.E.B.) (360) Şehzade B ayezid’in (M.E.B.) Budak Bey dört erkek çocuğu bıraktı: Hacı Şeyh, Hüseyin Bey, Mîr Muhammed ve Mîr Seyfeddin. Hacı Şeyh, Şehzade Bayezid’le birlikte Acem ülkesine gitti ve orada, Şah Tahmasp’ın emri gereğince Bayezid’in yaka­ lanışı sırasında, onun maiyetinde bulunanlarla birlikte öl­ dürüldü. Mîr Seyfeddin de kendi eceliyle öldü. Muham­ med Bey’e ise Kestane Sancağı verildi ve kendisi şimdi orayı yönetmektedir. Mîr Hüseyin hin Süleyman: Emîr Hüseyin’in babasının ölümünden sonra Baban Vilayeti Hacı Şeyh İbrahim’in eline geçince, bu Beyin direnme olanağı kalmadı ve Şah Tahmasp’m Sarayına ka­ çarak kendisine sığındı ve ondan yardım istedi. Şah bir defasında kendisine, Dinewer (Dinever) Valisi olan ko­ mutanı Çırağa Sultan Ustaclu aracılığıyla yardım etti ve ikisi birlikte Baban Vilayeti’ne gittiler; fakat bir şey elde edemediler. İkinci defasında ise Şah Kaçarlar’dan olan Hemedan Valisi Gökçe Sultan’ı kendisiyle birlikte gön­ derdi; fakat Gökçe Sultan görevini dikkatle yapmadı ve ikisi de bir şey elde edemeden vilayetten geri döndüler. Üçüncü defasında ise Şah Tahmasp, Abdullah Han Ustaclu’yu Beylerbeyi ve büyük bir ordunun komu­ tam olarak tayin edip, Emîr Hüseyin’le birlikte Baban Vilayeti’ni fethetmeye gönderdi. Emîr Hüseyin bu büyük Kızılbaş ordusunu, yılanların bile kolayca hareket ede­ meyeceği derecede her tarafta ağaçlarla kaplı olan Gılala Dağı’na götürdü; orada düşmanı/ Hacı Şeyh’le karşılaştı ve iki taraf arasında çarpışma başladı. Bu satırların yazarı­ nın babası da, kısa zamanda başarısızlığa ve ağır bir yenil­ giye uğrayan bu talihsiz orduyla beraberdi. Babamın en değerli adamlarından 30 kişi savaş alanında öldü. Ayrı­ ca Kızılbaş topluluklarından da 2.000 kişiden fazla, han­ çer ve kılıçlara ve diğer öldürücü ve yokedici silahlara yem oldu. Sağ kalan subay ve komutanlar da çıplak ve başaçık olarak ve hiç bir şeye bakmaksızın kaçtılar. Bu durum Şah Tahmasp’ın öfkesini kabarttı ve Emîr Hü­ seyin’e, tedbirsizliği yüzünden şiddetle kızdı; kendiyle iki kardeşi Rüstem ve Muhammed’i yakalayarak hepsini Acem ülkesinin kalelerinden birine hapsettirdi. Bir süre Sonra Şah kendilerini serbest bırakınca bu sefer Acem ülkesinden İstanbul’a kaçarak Osmanlı Sul­ tanı Süleyman Han’in Sarayına iltica ettiler. Sultan Sü­ leyman da onları yüce ilgisinin kapsamı içine aldı ve on­ ları Rumeli Vilayeti’nde, geçimlerini sağlayacak görev­ lere tayin etti. Bunlar oraya gidip altı yıl kaldılar. Son­ ra imadiye Hükümdarı Sultan Hüseyin Bey, durumları için aracılık etti ve Rumeli’den çağrılmalarını, Baban Eyaleti yönetiminin kendilerine verilmesini sağladı. Biraz önce anlatılan olayların meydana gelmesinden sonra, Mîr Hüseyin bin, Süleyman, Budak Bey bin Hacı Şeyh tarafından öldürüldü ve Hıdır Bey adında bir tek çocuk bıraktı. Hıdır Bey bir süre, Baban’a bağlı Merge Nahiyesi’nin yönetiminde bulundu. Sonra Mekrîli Emîre Bey, Kızılbaşlar’dan yüz çevirip ve onlara gücenip mer­ hum Sultan Murad Han'ın'861* Sarayına iltica edince, Os­ manlI Devleti’nin yöneticileri bu Merge Nahiyesi’ni, yö­ neticisi Hıdır Bey bin Mîr Hüseyin’den alarak adı geçen Emîre Bey’in çocuklarından birine verdiler. Bu durum da, Hıdır Bey ile Emîre Bey arasında mücadele ve tartış­ malara yolaçtı. Bu sırada ölüm Hıdır Bey’i yakaladı ve kendisi Allah’ın rahmetine kavuştu. Baban aşireti de bu­ güne kadar hükümdarsız kaldı. Fakat onların tam silah­ lı 4.000 süvari kadar bir askeri kuvveti vardır ve bun­ lar kimseye itaat etmezler. Bir rivayete göre, Rozkan ve Hakkari aşiretleri de aslen Baban soyundandır. Baban aşiretinin adamları iba­ dete ve hayır işlerine çok eğilimlidirler; dinî kurumlar kurmaya ve din öğretilerini yaymaya çok çalışırlar; on­ lardan her zaman dindar ahitler ve fazilet sahibi, bilgin adamlar yetişir. Bu aşiretin liderlerinden her biri bu ül­ kenin bir tarafını yönetmektedir. Hepsi birlikte, Şehrezol Vilayeti’nin Hâzinesine yılda dört kese altın vermeyi taahhüt etmişlerdir. Baban Vilayeti’nin topraklan özel Padişahlık emlakine dahil olduğu için, hükümet adamla­ rından olan memurlar ve görevliler, onlara karşı geçin­ me ve memnun etme muamelesi yaparlar; kendilerine yıl­ lık para ve hediyeler gönderirler. Aksi takdirde, Babanlılar ne Beylerbeyi’ne, ne defterdarlığa, ne de diğer me­ mur ve görevlilere bir tek kırmızı mangır bile vermezler. Bu durum, içinde bulunduğumuz şu tarihe, yani Hicri 1005(1597) yılma kadar bu tarz üzerine devam edegelmiştir. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Mekrî Hükümdarları Hakkındadır Gerçeklerin ve güzel yazmanın sırlarını bilen fazilet sahiplerinin sözlerinin muhtevasından anlaşıldığına gö­ re, Mekrî hükümdarlarının soyu, Şehrezol Nahiyesi’nde oturan Mekrî kabilesine ulaşır. Sözlerine güvenilir bazı kimselerin rivayetine göre ise,, bunlar Baban soyundandır. Dillerde dolaşan rivayetlere göre ise, Seyfeddin adında bir sulamacı bu ailenin büyüğüdür ve aile adı kullanıla kul­ lanıla «Mekrî» şeklini almıştır. Bilgi Allah indindedir. Bu Seyfeddin akıllı, keskin zekalı ve geniş ölçüde kurnaz bir dahiydi; büyük bir deha ve kurnazlığa sahip­ ti. Başlangıçta ve Türkmen sultanları*3621 döneminin son- iarına doğru, Baban aşiretinden ve Kürdistan’m öteki aşiretlerinden çevresinde birçok adam topladı; Deryas Nahiyesi’ni Çabıklu aşiretinden almakta bunlardan yar­ dım istedi ve burayı kendi yönetimi altına aldı. Bir süre sonra Dulbarik Nahiyesi’ni, daha sonra da Extaci (Ahtacı), Iltemur ve Seldoz’u ele geçirdi. Böylece o taraflar üzerine tedricen egemenliğini yaydı ve kimseye bağımsız­ lık yada tek başına kalma fırsatını vermedi. Hatta çev­ resinde toplanan bütün aşiretler de «Mekrî» adıyla ad­ landırıldılar ve Seyfeddin, uzun zaman o ülkenin Beyi ol­ du. Sonra Allah’ın rahmetine kavuşarak iki çocuk bırak­ tı: Sarım ve Baba Ömer. Sarım bin Seyfeddin Mekrî: Bu bey babasının tahtına çıkıp onun yerine geçince, Şah tsmail-i Safevi, Mekrî Vilayeti'ne boyun eğdirmeye ve köklü bir geçmişe sahip olmayan bu aileyi ortadan kaldırmaya karar verdi; arkasından Mekrî’nin üzerine büyük ordular gönderdi. İki taraf arasında defalarca sa­ vaş çıktı; fakat her defasında zafer Sarım Bey’c yar olu­ yor ve Kızılbaşlar yenilgiye uğruyordu. Hicri 912 (1507) yılı girinceye kadar durum böyle devam etti. Bu tarihte Şah İsmail gelip kışı Hoy Şehrinde geçirdi ve yanında. Mühürdar Sarı Ali de bulunan Durmuş Han’ın babası Abdi Bey’in komutasında, Şamlu aşiretini Sarım Bey’le savaşmaya gönderdi. Abdi öey’le Mühürdar San Ali Sa­ rım Bey’le savaşmaya gittiler ve iki taraf arasında şid­ detli bir savaş oldu. Savaş, her iki komutar-n, ŞamJu ileri gelenlerinden ve subaylarından büyük bir toplulukla birlikte öldürülmeleriyle sonuçlandı ve Sarım bunlara karşı parlak bir zafer kazandı. Sonunda Sarım Bey de, Kürdistan’m öteki hükümdarlarından bir kısmıyla bir­ likte, İran’ın Kisra kırallannı ezen Sultan Selim Han za­ manında Osmanlılar’ın tarafına katıldı. Böylece Sarım Bey, Kızılbaşların tahakkümünden ve kendisine yaptık­ ları saldırılardan kurtuldu. Al-ı Osman tahtına, Rum ve İran kayserlerinle mül­ künün varisi olan Sultan Süleyman Han çıkınca, Sarım Bey Sultan Süleyman’ın Sarayına koşarak, kendisine ita­ atini ve boyun eğişini sundu. Bunun üzerine, babasının görevinin, ikta’ mülkiyeti yoluyla kendisine verilmesi ve yine eskisi gibi vilayetine geri gönderilmesi konusunda yüce Padişahlık emirnamesi çıktı. Ne var ki, Bey, alışmış olduğu vatanına dönüp orada karar kılar kılmaz, bu se­ fer de kendisine ölüm ordusu saldırdı ve fani hayat şeh­ rinden elini çekerek onu beka diyarına götürdü. Sarım Bey üç erkek çocuğu bıraktı: Kasım, İbrahim, Hacı Ömer. Fakat bunların hiçbiri de devlet tadını iti­ madı; çünkü hepsi gençliklerinin baharında öldü. Sarım Bey’in amcasının oğlu Rüstem bin Baba Ömer bin Seyfeddin’in üç erkek çocuğu vardı; Şeyh Hay­ dar, Mîr Nazar ve Mîr Hıdır. Bunlar Sarım Bey’in ço­ cuklarının ölümünden sonra irsi vilayeti aralarından tak­ sim ettiler. Büyük kardeş Şeyh Haydar’ın payına Deryas, Dulbarik, Selduz vc Extaci (Ahtacı) nahiyeleri düştü; Mîr Naı-ır’ın payına da lltemur Nahiyesi düştü; Mîr Hıdır ise Muhammed Şah Nalıiyesi’ni aldı. Üç kardeş, Al-ı Osman’dan ayrılıp Şah Tahmasp’m Sarayına itaatlerini sunmak konusunda ittifak ettiler. Bu durum, 948(1542) yılının aylarından birinde Elkass Mirza karışıklıkları çı­ kıncaya kadar böyle sürdü, feu tarihte ise Kürdistan hü­ kümdarlarından Imadiye Hükümdarı Sultan Hüseyin, Hakkari Hükümdarı Zeynel Bey ve Bıradost beylerine, Mekrî hükümdarları üzerine yürümeleri için, Sultan Sü­ leyman Han tarafından emir verildi, iki taraf arasında savaş çıktı ve kanlı çarpışmalar oldu; bu çarpışmalarda her üç kardeş de öldürüldü. Şeyh Haydar, Emîre ve Hü­ seyin adında iki çocuk, Mîr Nazar da Bayram adında bir çocuk. Mîr Hıdır ise Uluğ Bey ve Mîr Haşan adında iki çocuk bıraktılar. Bunların hepsi küçüktü ve hükümdar­ lık yapacak güçte değildir. Emîre Bey bin Hacı Ömer bin Sarım bin Seyfeddin Şeyh Haydar’ın öldürüldüğü haberi Sultan Süleyman Han’ın kulaklarına gidince, Kürdistan beylerinin dileği gereğince, Mekrî beyliğinin Emîre Bey’e verilmesi konu­ sunda yüce emri çıktı. Emîre Bey tam 30 yıl, kudret ve yetenekle, işleri yönetti; Deryas ile Mekrî aşiretini sa­ vunup korudu, ölünceye kadar Sultan’a içten itaat etti ve görevinin gereklerini yerine getirdi, ölüm kendisini yakaladığında Mustafa Bey adında bir tek çocuk bıraktı. Emîre Bey bin Şeyh Haydar: Amcasının ölümünden sonra Şah Tahmasp’m Sara­ yına itaatini sundu. Bunun üzerine Şah, kendisine Mekrî Vilayeti’nin yönetimini verdi ve bir süre buranın bağımsız Hükümdarı oldu. Şah Tahmasp ölünce, Emîre Bey Kazvin’c giderek Şah Ismail’in(363J hizmetiyle müşerref oldu. Şah İsmail kendisini iyi karşıladı ve ilgisinin kapsamı içine aldı. Böylece Emîre Bey, özlemine kavuşmuş ola­ rak ülkesinin merkezine döndü. İran Hükümdarlığı Şah Muhammed’e geçince, kendisi gerçekten zayıf olduğu için Kızılbaş beyleri ve komutanları, işlerin dizginini kendi ellerine aldılar; bu yüzden de Acem ülkesinin her tarafında baskı, zulüm ve karışıklıklar çıktı. Bunun üzeri­ ne Emîre Bey, Kürdistan, Loristan ve Erdelan’ın öteki beyleri ve hükümdarlarıyla birlikte, Van Beylerbeyi Şah Muhammed’in aracılığıyla, 991(1583) yılının aylarından birinde Sultan Murad Han’ın sarayına iltica etmek zorun­ d a kaldı. Bunun üzerine, Baban Vilayeti’nin de irsi vila­ yetine katılması, Musul Sancağı’nm da yine kendi vilayeti­ ne ilhak edilmesi konusunda Padişahlık emirnamesi çık­ tı; ayrıca çocuklarına da Erbil Sancağı ile Tebriz Vilayeti’ndeki Merağa’ya bağlı bazı yerler verildi. Emîre Bey, Van Beylerbeyi Mehmed Paşa’yla bir­ likte, dondurucu kışın ortasında, Urmi (Urmiye) yoluyla, Merağa Valisi Bektaş Kuli Ustaclu Bey’in üzerine yürü­ dü. Bektaş Kuli onlara karşı direnmedi ve mallarını, eş­ yasını, vatandaşının mallarını yağma ve talana açık bı­ rakarak kurtuluşu kaçmakta buldu. Bektaş Kuli’nin bı­ raktıkları arasında Şah Tahmasp’ın güzel atları da(364> vardı. Soyluluk ve çokluk yönünden hiçbir zaman ben­ zerleri bulunmamış olan bu atlar, uzun zamandan beri gelenek gereğince Karacık’ta beslenirlerdi. Emîre Bey ile Mehmed Paşa bu atlardan büyük bir miktar seçerek Van’a getirdiler. Şair demiştir ki: «Bin tane güzel attır güzel biçimli, güzel boylu «Binicilerinin emrindedir hepsi «Kırbaç tehdidini hissettikleri anda «Hemen yarışa girerler vakitle «Çölde koşan kurt gibidir hızlı yürüyüşlerinde «Ve denizde yüzen deniz kuşları gibi.» Van Beylerbeyi Mehmed Paşa muzaffer ve başarılı olarak Merağa seferinden dönünce, Emîre Bey’in oğlu­ nu da yanma alarak, Emîre Bey’in Osmanlı Sarayı’na olan güzel hizmetlerini ve içten bağlılığını birlikte arzetmek üzere, Serdar-ı Ekrem Ferhad Paşa’nm hizmetine katılmak amacıyla Erzurum’a gitti. Onlar Erzurum’a va­ rınca, Ferhad Paşa da bunu Haşmetlu Padişah’a arzetti. Padişah da, Emîre Bey’in Osmanlı Sarayı’na sadakat ve bağlılığını duyar duymaz, onu, Merağa Vilayeti’nin, burayı Kızılbaş’ların memur ve adamlarının elinden al­ ması şartıyla, beylerbeyliği olarak kendisine verilmesiy­ le taltif etti. Böylece bu Bey, Osmanlı Paşalarının arası- na girdi ve hükümlerde, fermanlarda adı «Emıre Paşa» olarak yazılmaya başlandı. ö te yandan Emîre Paşa’mn amcasının oğlu Haşan bin Hıdır, Deryas Nahiyesi’nin kendisine verilmesiyle tal­ tif edilmişti. Kendisi, Emîre Paşa’dan önce Osmanlı Sarayı’na itaatini sunmuştu. Emîre Paşa bu nahiyeye gelin­ ce Haşan Bey burayı kendisine teslim etmekte gevşek dav­ randı ve kalesine kapanarak direnmekte ısrar etti. Bunun üzerine Emîre Paşa hemen kaleyi şiddetli bir şekilde ku­ şattı ve Haşan Bey’i çıkmaya zorlayarak öldürdü. Ha­ şan Bey’in kardeşi Uluğ Bey ise, bazı taraftarlarının yar­ dımıyla, aniden kaleden kaçmayı ve Serdar Ferhad Paşa’nm hizmetine girmek için Erzurum’a gitmeyi başardı. Fakat Emîre Paşa’nın saldırganlığından vc hilesinden kor­ karak orada da kalamadı ve Şah Sultan Muhammed’in Sarayına iltica etti. Bu Şah kendisini iyi karşıladı, ilgisinin kapsamına aldı ve Merağa’ya bağlı Dehxwarqan (Dehharkan)(3i5) Nahiyesi Hükümeti’ni vermekle taltif etti. Emîre Paşa sonra kendi kardeşi Hüseyin’e yöneldi ve amcasının oğullarının kendisine karşı ayaklanmala­ rında onlarla ilişki kurmakla suçlandığı için onu öldürdü. Böylece, kendisine muhalefet etmeyi aklından geçirmiş olan küçük büyük bütün düşmanlarını ortadan kaldırmış oldu; bundan sonra tam bağımsız bir hükümdar durumu­ na geldi. Bir süre sonra, Kızılbaşlarm saltanat merkezi Tebriz, Osmanlı Devleti’nin yöneticilerinin eline düştü ve Vezir Cafer Paşa oranın muhafızlığına tayin edildi. Bu Paşa Merağa’yı da kendi yönetimine almak istedi; çünkü Merağa eskiden Tebriz’e bağlıydı. Fakat beylerbeyi rütbe­ sini elde etmiş olan Emîre Paşa bundan hoşlanmadı ve boyun eğmeyi reddetti. Cafer Paşa bunu fırsat bilerek. (365) G aliba bu, <?Dehnexercan» (D ehnehircan) adının dcğlşmİQ şeklidir. (M.A.A.) Haşmetlu Sultan nezdinde Emire Paşa’nm aleyhine ya­ vaş yavaş oyunlar hazırladı ve bu durum Padişah’ı öf­ kelendirdi. Bunun üzerine Baban Vilayeti’yle Musul ve Erbil sancaklarının kaldırılması ve Emîre Bey’den alın­ ması konusunda emirler çıktı. Sonra onu öyle bir duru­ ma getirdiler ki, kendisine şunları söylediler: «^ferağa Tebriz’e bağlıdır ve özel Padişahlık emlaki arasına alın­ madığı takdirde, Tebriz Vilayeti’nde yönetim giderlerini sağlamak mümkün olmayacaktır. Bunun için Merağa ge­ lirlerinden her yıl Tebriz Hazincsi’ne, asker yiyeceğine harcanmak üzere 15 kese altın verilmesi gerekmektedir, s Bu durum karşısında Emîre Paşa, Tebriz Hazinesi’ne her yıl bu büyük miktarı ödemeyi kabul etmek zorunda kaldı. Cafer Paşa da birkaç yıl Emîre Paşa’dan bu miktarı aldı. Fakat Cafer Paşa bununla yetinmedi; Tebriz Vila­ yeti’nin yeniden yazılması fırsatından yararlanarak Merağa’yı özel Padişahlık emlaki arasına koydu ve 15 kese altın ödenmeyi taahhüt eden bir mültezimi de sancak yo­ luyla tayin etti. Bu durum, bir yıl sonra Merağa halkının darmadağın olmasına ve vatanlarından ayrılmasına, o ma­ mur beldenin de tehlikeli derecede harap olmaya yüz tut­ masına yolaçtı; Sancakbeyi de bir tek mangır bile elde etmeyi başaramadı; ayrıca devlet hâzinesine de bir tek kese altından başka bir şey girmedi. Böylece Emîre Pa­ şa, vilayetine katılarak yönetimine verilmiş olan bütün yerlerden tecrit edildi ve eski irsi vilayetiyle kanaat et­ mek zorunda kaldı. Emîre Paşa ve ulu çocukları Merağa ve ona bağlı yerleri yönettikleri sırada, büyük oğlu, Sultan Murad H an’ın emriyle, Merağa’ya bağlı olan Sankurgan Kalesi’ni yeniden yaptırmıştı. Bu kaleyi daha önce Emîr Titnur;366) yıkmış ve altını üstüne getirerek bir toprak yığını olarak bırakmıştı. Şeyh Haydar bu kaleyi 1002(1594) yılı girinceye kadar yönetti. Bu tarihte Tebriz Vilayeti Bağdad Beylerbeyi Hıdır Paşa’mn yönetimine bırakılın­ ca, Merağa’daki görevliler kendisine, Merağa’nın, Şeyh; Haydar m yapmış olduğu kale yüzünden yıkıldığını arzettiler. Bunun üzerine Hıdır Paşa hemen bozgunculara ku­ lak verdi ve adı geçen kale ile ona bağlı nahiyeleri, sancak yoluyla Mahmudîyan aşiretine verdi. Mahmudîyan’hlar da hemen Şeyh Haydar’la çatışıp döğüştüler; Mahmudîyan aşiretinin liderlerinden olan Zeynel Bey’­ in kardeşi Mansur Bey’in iki oğlu Hamza ve Kubad, adamlarından büyük bir toplulukla birlikte, Şeyh Haydar’a bağlı olan Mekrîlcr tarafından öldürüldüler. 1003(1595) yılında Hıdır Paşa, Mahmudîyan aşireti­ nin kışkırtması ve Mego (Maku) Mirlivası İvaz Bey bin Haşan Bey’in jurnallanyla Şeyh Haydar’ın kalesi üzeri­ ne yürüyüp tahrip etmek ve intikam almak istedi. Şeyh Haydar başlangıçta yumuşak davranma, barışa eğilim gösterme ve geçen savaşta öldürülen Mahmudîyan aşire­ tinin adamlarının kanlarına karşılık hem diyet, hem de tarziye vermek yolunu izledi; bundan amacı da Paşa’nm gönlünü almak ve geri dönmesini, kendisinden vazgeçme­ sini sağlamaktı. Fakat kışkırtıcılar bundan hoşlanmadılar ve Paşa’yı kaleyi kuşatmaya, içindekilerin boğazını sıkma­ ya teşvik etmekte ısrar ettiler. Bir durum, Şeyh Haydar’i, yakarıştan, özür dilemekten ve barışa eğilim göstermek­ ten vazgeçmek zorunda bıraktı. Ve Şeyh Haydar şidde­ te, hemen şiddetle karşı koymaya karar verdi; cesaret ve ciddiyetle kolları sıvayarak vurmaya ve vuruşmaya hazır­ landı; ve kanlı çarpışmaların toz-dumanma dalmaya ha­ zırlık yaparak, Paşa’nın ordusunun karşısında büyük bir Kürt kahramanları topluluğuyla saf tutarak yer aldı. Şa­ ir bu çarpışmalar konusunda şöyle diyor: «Eller neredeyse bileklerden kopacaktı «Ve kirpi sırtına dönecekti zırhlar, saplanan ok­ larla «Kana bulandı bütün bu oklar «Ve kırmızıya döndü hepsi yiğitlerin kanından «Kürt kahramanlarının oklarının uçuşması «Artırdı havanın soğukluğunu, tıpkı kar fırtınası gibi «Mızrak uçlarının zırhlara saplanması «Yılanların deliklerine girmesini andırırdı.» İki topluluk birbirine girip savaşın kızgınlığı şid­ detlenince ve İvaz Bey çarpışmada ölüp, savaş ateşi yaşı da, kuruyu da yemeye başlayınca, Emîre Paşa duruma müdahale etti ve savaş alanına inerek oğlunu savaşa de­ vam etmekten ve vuruşmayı sürdürmekten alıkoydu. Hıdır Paşa, Emîre Paşa’nm bu davranışına, barışa eğilim göstermekle karşılık verdi ve aynı gün savaş alanını terkederek ülkesine geri gitti. Emîre Paşa’nın dört erkek çocuğu vardı: Budak Bey, Kasım, Şeyh Haydar ve Hüseyin. Bunlar, babala­ rı, Sultan Murad Han’ın sarayına iltihak edince' sancak­ beyi rütbelerine ulaşmışlardı. Budak Bey eceliyle öldü. Hüseyin Bey, ağabeyi Kasım Bey’i öldürünce, Şeyh Hay­ dar da kardeşinin kısasını almak için Hüseyin Bey’i öl­ dürdü. Böylece Emîre Paşa’nın, halen hayatta Şeyh Haydar’dan başka çocuğu kalmadı. Halen baba ile oğul yönetiminde kalmış olan kale ve nahiyeler ise kendi irsi vilayetlerinin dışında Terqe (Terka), Sankurgan, Doab, Leylan nahiyeleri ile Terqe ve Sarıkurgan kaleleridir. Bu mütevazi satırların yazılışı sırasındaki durumları işte budur. Gizli ve daha da gizli şeyleri bilen Allah’tır; kaderin onlar için neler hazırla­ dığını o daha iyi bilir. / DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Bıradost Hükümdarları Hakkındadır Bu bölüm iki daldan ibarettir. Açıkça bilinmektedir ki, Bıradost hükümdarları as­ len Goran aşiretindendir. Daha doğru bir rivayete göre ise, D in eler (Dinever) ve Şehrezol hükümdarları olan Hilal bin Bedir bin Hasanveyh soyundandır. Bu rivayete göre Hilal, Hemedan Valisi Deylemli Şemsüddevle ile yaptığı savaşta öldürülünce, kendisine bağlı olanların topluluğu darmadağın olmuş; devletinin düğümleri çö­ zülmüş ve çocukları bu diyara düşmüşlerdir. Bunlar üç kardeşti. Biri, babasının yerine Şehrezol Vilayeti’nin yö­ netimini eline almış; İkincisi Eko aşiretinin başına geç­ miştir. Üçüncüsü ise başlangıçta, Urmi’yc bağlı Han-Elînas Nahiyesi’ne gitmiş ve orayı mülkiyetine geçirerek yönetmiştir. Üç kardeşin de şanı günden güne yücelmiş ve, yönettikleri ülkelerde beylik derecesine ulaşmışlar­ dır. Bıradost halkı arasında yaygın olan inanca göre, hü­ kümdarları, Bilan denilen birinin çocuklarıdır. Şüphesiz bu yanlıştır ve «Hilal» kelimesinin bozulmuş şeklinden ileri gelmiştir. Bıı saygıdeğer hanedanın ve bu asil ailenin en doğ­ ru yolda olanı, cn üstünü Sultan Ahmed’in oğlu Gazi Qıran (Kıran)’dır. Kendisi, Kürdistan beyleriyle birlikte Şah İsmail’e boyun eğmeden önce, Urmi’de bulunan Kı­ zılbaş’ların büyük bir topluluğunu yenilgiye uğratmış ve 1.0C0 kadar adamlarım öldürmüştü. Kürdistan kıralları ve beyleri Şah İsmail’e itaat ve bağlılıklarım sundukları zaman, Şah kendisini iyi karşılamış ve ilgisinin kapsamı içine almıştı. Şah ayrıca kendisini «Gazi Qıran» unva­ nıyla taltif ederek ona Terkor, Somay, Dewl (Devi) na­ hiyeleriyle bunlara bağlı yerleri vermiş ve bu konuda bir Şahlık emirnamesi çıkarmıştır. Gazi Qıran daha sonra Kürdistan’ın diğer kıral ve beyleriyle birlikte Sultan Selim Han’ın Sarayına iltihak etmiş ve hep birlikte ona içten bağlılık ve itaat etmişler­ dir. Bu eşsiz Beyin yetenekleri, Sultan Selim Han’ın Teb­ riz ve Azerbaycan ülkesini hedef alarak Acem ülkesinin fethine yönelmesi sırasında kendini göstermiştir. Gazi Oıran Sultan’ın yanındaydı ve onun güvenini kazanmış­ tı; Sultan, önemli işlerde ve beklenmedik sorunlarda ken­ disine danışırdı; fikirleri, öğütleri Sultan’ın Acem ülke­ sinin fethi konusundaki tedbir ve planlarına uygun düşer­ di. Bu nedenle Sultan kendisine son derece saygı ve ilgi göstermiş; bu cümleden olarak özel sancağının gelirine Erbil, Bağdad ve Diyarbekir vilayetlerinden büyük par­ çalar katmıştır. Böylece dünya her taraftan kendisine yüz vermiş ve kendisi uzun süre hükümdarlık işlerini yö­ netmiş; uzun bir ömür yaşamış ve iki çocuk bırakarak öl­ müştür: Muhammed Bey ve Ali Bey. BİRİNCİ DAL Somay Beyleri Hakkındadır'3*7* Şah Muhammed Bey bin Gazi Qıran (Kıran): Yönetimde babasının yerine geçti ve birkaç yıl Hü­ kümet işini en iyi şekilde yönetti. Sonra kendisini ölüm yakaladı ve dört çocuk bıraktı; Budak Bey, Haşan Bey, İskender ve Zeynel. Beylik, büyük oğlu Budak Bey’e geçti. Budak Bey bin Şah Muhammed Bey: Budak Bey, babasının ölümünden sonra, Sultan Se­ lim Han’ın(368) emirnamesi gereğince beylik tahtına çıktı; (367) K itab ın başındaki ta sn ife göre B irinci D al V uşnî (E ş. nû y ad a E şn e), İkinci D al ise T erkew cr (T erkever) h ü k ü m d a rları hak k ın d a olacaktı; o ta sn if b u ray la b ağ ­ d aşm am ak ta d ır. (M.E.B.) <368) Selim II. olduğu an laş.lm a k tad ır. (M .E.B.) ölüm kendisini yakalayıncaya kadar geçen süre içinde hükümdarlık görevinde bulundu. Dört çocuk bıraktı. Ev­ liya Bey, Şah Muhammed Bey, Şah Kuli Bey ve Şeydi. Bunlar küçük olup beylik işlerini yönetecek durumda olmadıkları için, Bıradost Hükümeti kardeşi Haşan Bey’e geçti. Haşan Bey bin Şah Muhammed Bey: Kardeşinin ölümünden sonra Padişahlık emirname^ si gereğince Bıradost Hükümdarlığına geçti. Halka, aşîfet reislerine ve ülkenin ileri gelenlerine karşı kötü mua­ melede bulundu; ayrıca komşu beyleri de, kendilerine kar­ şı takındığı kötü tutum nedeniyle kızdırdı. Bu durum, komşu beylerin, kendisinden şikayet etmelerine ve bu şi­ kayetlerini Zeynel Beyt369) aracılığıyla yüce Asitane’ye Sunmalarına sebep oldu. Bunun üzerine, Van Beylerbeyi Hüseyin Paşa’ya, Haşan Bey hakkında soruşturma açma­ sı için Padişahlık emri çıktı. Kendisini Van Divam’na ge­ tirdiler ve hakkında yapılan araştırma ve soruşturmadan sonra, kendisini Hükümet Sarayı’ndaki Divan meydanın­ da bulunan bir ağaca boynundan astılar; kendisinden sonra Bıradost Hükümeti’ni de Ali Bey’e verdiler. Ali Bey bin Gazi Qıran: Bu Bey, Haşan Bey’in öldürülmesinden sonra, Hüse­ yin Paşa’nın arzı ve fikri, Sultan Selim Han’ın da emirna­ mesi gereğince Bıradost Beyliği’nin tahtına çıktı. Bir sü­ re hükümdarlık yönetiminde bulunduktan sonra, Bıradost halkı Evliya Bey’in hükümdarlık yapmasına eğilim gös­ terdi ve Ali Bey’in yönetiminden nefretlerini belirtti; son­ ra İstanbul’a gidip Bıradost Hükümeti’nin Evliya Bey’e verilmesini dilediler. Bunun üzerine, Hüsrev Paşa’nm Urmi taraflarını egemenlik altına alması sırasında Is(369) D aha önce sözü edilen H a k k a ri H ü k ü m d arı Zeynel Bey, y ad a H aşa n B ey'ln k ard eşi Zeynel Bey. (ALE.BJ kender Bey bin Şah Muhammed Bey’e verilmiş olan Urmi Hükümeti, İskender Bey’den alınarak Ali Bey’e veril­ mek suretiyle halkın dileği yerine getirildi. Ali Bey yal­ nız bir yıl Urmi’yi yönettikten sonra çocuk bırakmadan öldü. Urmi Sancağı'ndan azledilen İskender Bey ise, yö­ netim istemek ihtiyacını duymadı ve inzivaya çekilmeyi tercih ederek kendini bütünüyle ibadete verdi. Evliya Bey bin Budak Bay bin Şah Muhammed Bey: Bu Bey, babası öldüğU zaman küçüktü; bu yüzden, irsi Hükümeti bir süre amcasının oğullarının elinde kal­ dı. Erginlik çağına erip de üzerinde zeka belirtileri, cesa­ ret ve kamu işlerini yönetecek yetenek ve kudrete sahip olma alametleri görününce, Bıradost aşiret ve kabileleri kendisine yöneldiler ve bağlandılar. Sonra merhum Sultan’ın(370) eşiklerine bir heyet göndererek, beyliklerinin kendisine verilmesini dilediler Dilekleri yerine getirilerek 985(1578) yılında beyliğin Ali Bey’den alınıp Evliya Bey’e verilmesi konusunda Padişahlık emri çıktı. Şimdi, yani 1005(1597) yılında Somay beyliği kendisinin kim­ seyle çatışmaksızın yönetimi altmda bulunmaktadır. İKİNCt DAL Terkewer (Terkever) ve Davud Kalesi Beyleri Hakkındadır071* Nasır Bey bin Şer (Şir) Bey bin Şeyh Haşan Bey: Bu Terkevver (Terkever) Nahiyesi’ni Terkewer bey­ lerinin atalarından ve babalarından olan Sultan Ahmed adında bir kişi, Bıradost Vilayeti’nden ayırarak sancak yoluyla kendi yönetimine geçirmişti. Bu mütevazi kitabın (370) M urad III. olduğu an laşılm ak tad ır. (M.A.A.) (371) 367 N o’lı n o ta bakınız. (M.E.B.) yazılışı tarihinde Terkewer Nahiyesi Nasır Bey’in yöne­ timindeydi, halen de durum böyledir. Bu Nasır Bey, yaşının ilerlemiş olmasına ve 80 ya­ şından iazla bulunmasına rağmen cesur, alabildiğine cü­ retli bir adamdır. Sınırlar ve gedikler üzerindeki çatışma nedeniyle, Hakkarili Zeynel Bey’in egemenliği altında bulunan Deri (Diri) aşiretiyle savaş ve döğüşe girdi ve iki taraftan yüzden fazla adam öldürüldü. Birkaç defa, vatanını terketmek ve Şah Tahmasp sarayına sığınmak zorunda kaldı. Bununla beraber Hakkarili Zeynel Bey, oğlu Şer (Şir) Bey’e iyilik etti ve kendisini yetiştirdi; yö­ netime geçme yeteneğine sahip olduktan sonra, daha ön­ ce Nasır Bey’in yönetiminden ayırmış olduğu Somay Hü­ kümetini sancak olarak kendisine verdi. Fakat Şer Bey, babasının uğradığı sıkıntıların etkisi yüzünden rahat ta­ dını alamadı ve vebaya kurban gitti. Zcvneddin Bey: Şer Bey’in ölümünden sonra Terkewer (Somay) Hü­ kümdarlığı görevi, amcaoğullarından Zeyneddin Bey’e geçti. Bu Bey, Acem ülkesini fethetmek amacıyla, Kürdistan beyleriyle birlikte Tebriz’e saldırdığı sırada Sadabad denilen yerde Kızılbaş’larla yapılan döğüşte öldü­ rüldü. Nasır Bey bu fırsattan yararlanarak Terkewer Nahiyesi’ni yeniden kendi sancağına bağladı. Hıdır Bey denilen biri, adı geçen nahiyenin kendisine verilmesi ko­ nusunda İstanbul’da bir emirame çıkarttı. Fakat Nasır Bey soyu sopu bilinmeyen bu adamı öldürmeye muvaf­ fak oldu. Adı geçen nahiye bundan sonra Yusuf Bey’e, sonra. Şah Muhammed Bey’e ondan sonra da Hüseyni Bey bin. Şeyh Hüseyin Bey’e verildi. Adı geçen nahiyenin fiili Be­ yi halen odur. Öte yandan Nasır Bey’in sekiz erkek çocuğu olmuş­ tu: Şer Bey, Yusuf Bey, Karahan, Saruhan, Şah Muham­ med, Timurhan, Hüseyni ve Haydar. Şer Bey, yukarıda da geçtiği gibi vebadan Allah’ın rahmetine kavuştu. Oğul­ larından Yusuf Bey ve Timurhan ise Hıdır Bey tarafından öldürüldüler. Oğlu Saruhan Bey de kardeşi Hüseyni Bey tarafından öldürüldü. BEŞİNCİ BÖLÜM Mahmudîyan Beyleri Hakkındadır Gerçeklere aşık olan, doğru zekaya ve sağlam tabiate sahip kimselerce ve açık olayları, inceliklerin içyü­ zünü araştıran tarihçilerce açıkça bilindiği gibi, Mahmu­ dîyan beylerinin soyu, Mervani Hükümeti’nin sultanları­ na ulaşır. Başka bir rivayete göre de, onlar Cezire hüküm­ darlarının amca oğullarıdır. Şeyh Mahmud denilen bir adam, Karakoyunlu Türkmenleri zamanında, aşiretiyle ve kendisine bağlı adamlarla birlikte, bir rivayete göre Şam’­ dan, diğer bir rivayete göre de ömeriye Ceziresinden çıkarak Azerbaycan taraflarına gitti. Kara Yusuf, yerleş.meleri için kendilerine Aşut(372) Kalesi’ni verdi; reisleri Şeyh Mahmud’u da subayları ve yaverleri arasına kattı. Savaş ve döğüş meydanında cüret ve girişkenliğiyle ken­ dini gösteren bu reisin yetenekleri görülünce, Kara Yu­ suf kendisini ilgisinin kapsamı içine aldı ve ona güven besledi. Sonunda Aşut Nahiyesi’nin beyliğini Xoşab (Hoşab) Nahiyesi’yle birlikte kendisine verdi ve kendisini bunların ikisinin başına Bey olarak tayin etti; beyliğe de «Mahmudiye Beyliği» adı verildi. (372) E lim izde bulunan eski k a y n a k la rd a bu addan söz yok. tu r. Yeni k ay n a k la rd a İse «Aşit» diye geçm ektedir. G a­ liba ikisi de, Mu’ccm k itab ın d a «Aşeb» diye g eçea veşlm diki im adiye K alesi’nin kökeni olan yerin adının, bozulm uş şeklidir. (M.A.A.) Emir Hüseyin Bey bin Şeyh Mahmud: Babasının ölümünden sonra beyliğe geçti. Akkoyunlu sultanları zamanında şanı yüceldi. Elbak Nahiyesi Hakkari hükümdarlarından alınarak Emîr Hüseyin’in Hükümetine ilhak edildi. Türkmen’lerin kendisine yar­ dım etmeleri sayesinde, İzzeddin Şâr (Şir)in ordusunu birkaç defa ağır yenilgiye uğratarak Şenbu Vilayeti’ni ele geçirdi. Bu durum izzeddin Şer’i, Mahmudîyan aşiretinin saldırısını püskürtmek için Bedlis Hükümdarı’ndan yar­ dım istemek zorunda bıraktı. Bunun üzerine Bedlis Hü­ kümdarı, Şeyh Emîr Bılbasî komutasında büyük bir or­ duyu izzeddin Şer’in yardımına yolladı. Emîr Hüseyin bü­ tün azametiyle, «Çeme Mîr» (Mir ırmağı) adıyla tanı­ nan Xoşab (Hoşab) ırmağının kıyısı üzerinde karargah kurmuş olarak dururken, Şeyh Emîr Bılbasî ile izzeddin .Şer’in askerleri aniden üzerine saldırdılar. İki taraf ara­ sında döğüş başladı ve Kürt kahramanlarının, ayaklan kaydıran sesleri ve haykırışları göklere yükseldi. Mîr Hü­ seyin bu çarpışmanın kızgın sırasında öldürüldü. Mîr Ha­ mid adında bir oğlu vardı. Mîr Hamid bin Mîr Hüseyin: Babasının ölümünden sonra beylik tahtına çıktı ve o da babası gibi, bir süre Kızılbaş beylerinin safında yer aldı. Canını Yaradıcısma teslim ettiğinde üç çocuğu var­ dı: Mîr Şemseddin, ivaz Bey ve Emîre Bey. İvaz Bey bin Mîr Hamid: Bu Bey babasının ölümünden sonra Xoşab Mirliva­ sı görevini aldı ve Mahmudîyan aşireti reisliğine geçti. Sonra, Şah İsmail tarafından atanmış olan Van ve Westan (Vestan) Valisi örkmez Sultan’la şiddetli bir anlaş­ mazlığa düştü. Örkmez Sultan ivaz Bcy’i yakalamaya ve Van Kalesi’ne hapsetmeye muvaffak oldu. O sırada ivaz Bey, Bedlis Hükümdarı Şeref Han’a haber göndererek kendisinden yardım istemek fırsatını buldu. Şeref Han, önce örkmez Sultan’a bir mektup göndererek İvaz Bey’­ in serbest bırakılmasını rica etti; fakat Örkmez Sultan bunu reddetti. Bunun üzerine Şeref Han bizzat Van’a gitmek zorunda kaldı ve Xerkom (Harkom) ırmağının kıyısında karargah kurarak İvaz Bey’i serbest bıraktır­ maya kesin karar verdi. Fakat Örkmez Sultan yine umur­ samadı; Bunun üzerine durum iki taraf arasında çatış­ maya yolaçtı ve Şeref Han, Van ve Westan (Vestan) çev­ resindeki yerleri talan etmeleri için askerlerine emir ver­ di. Bu emir, Örkmez Sultan'ı, Şeref Han’ın isteğine boyun eğmek ve ivaz Bey’i serbest bırakarak kendisine gön­ dermek zorunda bıraktı. Kısa olmayan bir süre sonra ivaz Bey Şah Tahmasp’ın beyleri ve komutanları arası­ na katıldı ve Şah kendisini ilgisinin kapsamı içine ala­ rak, Elbak Nahiyesi’ni Xoşab Nahiyesi’ne ilhak etti ve ikisininin beyliğini de kendisine verdi. O da bir süre beylik görevinde bulundu. ölüm ivaz Bey’i yakalayınca beş çocuğu vardı: Hüseyin Kuli Bey, Şah Ali Bey, Hamza, Haşan ve Bu>> dak. Hüseyin Kuli Bey Karcikan Nahiyesi yönetiminde bulundu. Burayı kendisine Sultan Süleyman Han, Bedlis’i istila ettikten sonra, sancak olarak vermişti. Sonunda bu görevden azledilerek Diyarbekir’e gitti ve Bayındır Bey adında bir çocuk bırakarak orada öldü. Bayındır Bey’e, Hoy dolaylarındaki Newan (Nevan) Kalesi, fethedildiği günden itibaren, merhum Sultan’ın°73) hükmü gereğince ve sancak olarak verildi. Hâlâ da oradadır. Şah Ali Bey ise, Şah Tahmasp tarafından tayin edil­ diği Mahmudîyan Beyliği görevinde kaldı; sonra Elbak Mirlivası tarafından öldürüldü ve Halid Bey adında bir çocuk bıraktı. Halid Bey, halen Cores Nahiyesi’nin yö­ netimini sancak olarak işgal etmektedir. İvaz Bey’in öteki oğlu Hamza Bey ise, kardeşinden sonra, Mahmudîyan aşiretiyle birlikte, Kızılbaş komu­ tanlarından olan ve Şah Tahmasp’ın emriyle Mahmudî­ yan beyliği yönetimine getirilmiş bulunan Deli Piri’ye il­ tihak etmek zorunda kaldı. Sonunda Mahmudîyan aşireti Deli Piri’yi öldürdü ve Hamza Bey’i başma Bey tayin etti. Fakat Şah Tahmasp kendisini zorla tutuklamaya muvaffak oldu ve bir süre tutuklu bıraktı; sonra serbest bırakarak onu ve Mahmudîyan aşiretinin bazı ileri gelen­ lerini ve liderlerini, Dınbılî Hacı Bey’in yanında kalmakla yükümledi. Sonunda Hamza Bey, adı geçen ileri gelen­ lerle birlikte Hoy’da Dmbılî Hacı Bey tarafından öldü­ rüldü ve Mahmudîyan Hükümeti Şah tarafından Han Muhammed bin Şemseddin bin Mir Hamid’e verildi. Bir­ kaç gün sonra Van Valisi Şah Ali Sultan Hüseyni, Han Muhammed’i yakalayarak Van Kalesi’nde tutukladı ve Şah’ın Divant’ndan, Mahmudiye Vilayeti’nin Dmbılî aşi­ retine verilmesi konusunda bir emirname çıkarttı. Dınbılî aşireti, bir kısmı Ağçekale’ye kapanmış, diğerleri de Xoşab Kalesi’nde bulunan Mamreşan aşiretiyle birlikte Hacı Bey’e itaatlerini sundu ve hepsi onun yanında yer aldı. Bu sırada Han Muhammed Van’da tutuklu bulundu­ ğu yerden kurtuldu ve Ağçekale’deki Mamreşan toplu­ luğuna ulaşmayı başardı. Bu haber Mahmudîyan aşireti­ nin kulaklarına gidince Han Muhammed’in yanında yer almaya koştular ve karanlık bir gecede, Aşut Kalesi üze­ rinde bulunan Dmbılî Hacı Bey’e ansızın saldırdılar ve kendisini büyük bir yenilgiye uğratarak ağır yaraladılar. Fakat Hacı Bey, kendisini saran tehlikelerden büyük güç­ lükle ve mucize kabilinden kurtuldu; önünde Dınbılî’lerden birçok kimsenin öldürüldüğü Aşut Kalesi’ne girme­ yi başardı. Han Muhammed bununla da yetinmeyerek, Diyarbekir Beylerbeyi Rüstem Paşa’ya haber yollayarak Sultan Süleyman Han’m sarayına boyun eğdiğini ve ita- at ettiğini açıkladı. Bu tedbirin haberi Şah Tahmasp’ın kulaklarına gider gitmez, Mahmudiye Beyliği’nin Han Muhammed’e verilmesi konusunda bir Şahlık beratı çı­ kardı. Mesele bir süre böyle kapandı. Sonra Mahmudiye Hükiimeti’nin yönetimi Şah Tahmasp’ın Divanından, Haşan Bey’e(374) verildi. Bunun üze- ’ rine Han Muhammed, Mahmudiye Beyliğinden kendi is­ teğiyle vazgeçmekten başka çare bulamadı; ve Diyarbekir’deki Devlet Hazinesi’nden alacağı, Osmanh Divanı’ndan tahsis edilen günlük 100 akça maaşla Ağçekale Nahiyesi’yle yetindi ve Van Muhafız Birliğindeki mütefer­ rika safına geçti. Uzun süre yaşayan Han Muhammed, Osmanlı sınırlarını Kızılbaş’lara karşı savunmak uğrunda cesaret ve yiğitlik gösterdi. Üç(375) erkek çocuğu vardı: Melik Halil, Mîr Şemseddin ve Seyyid Muhammed. Ba­ balarının ölümünden sonra, Ağçekale mülkiyeti konu­ sunda aralarında anlaşmazlık çıktı; bu anlaşmazlıkta Me­ lik Halil kardeşi tarafından öldürüldü. Han Muhammed’in öteki oğlu Seyyid Muhammed ise, babasınm sağ­ lığında ölmüştü. Şimdi Ağçekale’yi, Han Muhammed’in oğlu Mîr Şemseddin yönetmektedir. Kendisi son derece cesur ve yeterli bir gençtir. Emîre Bey bin Mîr Hanıid: ivaz Bey’in ölümünden sonra Mahmudiye Hükümeti’nin yönetimi Kızılbaş Diva'nı’ndan bu Beye verildi. Bedlis Hükümdarı Şeref Han ile Ulame Tekelu arasında çıkan savaşta, bu Emîre Bey Şeref Han’a ve askerlerine öfkelenerek Ulame’nin yanında yeraldı. Orada da, sada­ katine ve samimiyetine kanıt olacak bir davranışı görül­ medi ve Şah Tahmasp’m Sarayına yöneldi. Sultan Süley­ man Han bu durumu, Bağdad kışlağından dönüp Teb­ (374) iv a z B ey'in oğlu (M.E.B.) (375) R u sy a'd a basılm ış nüshada «üç» yerine « d ört»tür; fa^ k a t dördüncüsü yazılm am ıştır. (M.A.A.) riz fethine giderken Ewcan (Evcan) ovasına vardığında öğrendi; Emîre Bey de, tekrar itaatini sunmak üzere ora­ da bulunuyordu. Sultan, Osmanlı otağından bir subayı, kendisini getirmeye gönderdi. Fakat Beyi endişe sardı ve kendisinde, ünlü «hain korkaktır» sözünün hikmeti or­ taya çıktı. Adı geçen subayı ortadan kaldırmaları ve di­ renmeye, çarpışmaya hazırlanmaları için Kürt’lere işaret verdi. Bu çirkin olayın haberi Sultan’ın karargahındakiler arasında yayılınca, her taraftan üzerine saldırılması ve yakalanması için emir verildi. Kendisine saldırarak ya­ nındaki adamları öldürdüler; kendisini ve sağ kalan adamlarını da yakalayıp Divana getirdiler; idam edilme­ si için Padişah kesin emir verdi. Emîre Bey iki erkek çocuğu bıraktı: Mansur Bey ve Zeynel Bey. Bunlar erginlik çağma erip de meseleleri kavrayacak duruma gelince, Sultan Süleyman'ın Nahcivan üzerine yürüyüp burayı istila etmek için seçtiği yıl, Şah Tahmasp’ın Sarayına gitmek konusunda sözbirliği ettiler. Şah Tahmasp kendilerine şefkat gösterdi ve Hoy Nahiyesi’ne bağlı Sekmenabad Nahiyesi’ni sancak ola­ rak ve hayat boyunca Mansur Bey’e verdi; kardeşi Zey­ nel Bey’i de, özel Şahlık muhafızlarının yüksek rütbeli subaylarının safına aldı. Durum bu şekilde devam etti. Sonra İran’da yönetim Şah İsmail Il.’ye geçince, Mansur Bey yeni Şah’ın sarayına koştu; Şah kendisini iyi karşı­ ladı ve ilgisinin, değerli güveninin kapsamı içine aldı. Şah İsmail’in ölümünden ve o zamanın sultanları arasındaki ilişkilerin, durum kılıçların çekilmesine yolaçacak kadar gerginleşmesinden sonra, Mansur Bey, Van Beylerbeyi Hüsrev Paşa’nm aracılığı ve marifetiyle, Osraanlı Divam’ndan, Bargıri Sancağı’nm mülkiyet ve ge­ çim kaynağı olarak kendisine verilmesi ümidiyle Van’a gitti. Yapılan vaatler yerine getirilerek Muş Nahiyesi­ nden istediği yer arpalık olarak kendisine verildi; karde­ şi Zeynel Bey’e de o taraflarda bir zeamet verildi. Al­ lah’ın rahmetine kavuşuncaya kadar orada kaldı ve iki çocuk bıraktı: Hamza Bey ve Kubad Bey. 1002(1594) yılında, Merağa’ya bağlı Selduz Nahi­ yesi, sancak olarak ve Cafer Paşa’nm arzı gereğince, oğ­ lu Hamza Bey’e verildi. Mekrîler'in durumu anlatılırken geçtiği gibi, Mahmudîyan aşiretlerinden bir grup Selduz Nahiyesi’ne gelince ve Şeyh Haydar’la anlaşmazlığa dü­ şüp düşmanlık edince, iş onunla çatışmaya kadar gitti. Çarpışmada Hamza Bey, kardeşi Kubad Bey ve Mahmu­ dîyan aşiretinden yanlarında bulunan 100 kadar adam öldürüldüler ve Mekrîler mallarım, malzemelerini yağma ettiler. Haşan Bey bin İvaz Bey bin Mîr Hamld: Mahmudîyan aşireti arasından, Yezidilik diyaneti bid’atini ortadan kaldıran, bu büyük himmetli Beydir. Oruç, namaz, hac, zekat gibi İslam dininin emirlerini ehl-i Sünnet ve Cemaat mezhebi üzerine uyguladı; ço­ cuklarını Kur’an’ı öğrenip ezberlemeye, farzları, vacipleri ve sünnetleri öğrenmeye teşvik etti; bununla da yetinme­ yerek, her köyde medrese ve cami yaptırdı. Daha önce de geçtiği gibi, Mahmudiye Beyliği Hü­ kümeti Han Muhammed bin Şemseddin’e verildiği zaman Haşan Bey İran’a kaçmak ve Şah Tahmasp’ın sarayına iltica etmek zorunda kaldı. Şah da kendisini iyi karşıla­ dı, çok taltif etti, ona güvendi; sonunda kendisine Mah­ mudiye Hükümeti’nin yönetimini geri verdi ve Xoşab Kalesi’ni de ona ilhak etti; Hükümetinin merkezine dönme­ sine de izin verdi. Han Muhammed, dünyanın Haşan Bey’e döndüğünü görünce, onun lehine kendi isteğiyle Mahmudiye Hükümeti’nden feragat etti, ve babalarının, dedelerinin eskiden beri yönetmekte oldukları Ağçekale yöresiyle yetindi. Bu durum karşısında Haşan Bey de kendisine karışmadı ve onu güvenlik içinde bıraktı. Fa­ kat Sultan Süleyman Han, İran ülkesini fethetmek ama­ cıyla Azerbaycan’a yöneldiği zaman, Haşan Bey de yüce Sultanlık eşiklerine sığınmak zorunda kaldı ve güven ka­ zandı; kendisine Xoşab ile Mahmudiye Hükümeti verile­ rek taltif edildi. Bu durum, o tarihten itibaren, Sultanlık tahtına içtenlikle itaat ve hizmet etmesini sağladı. Van Beylerbeyi İskender Paşa’nın Dınbılî Hacı Bey’in üzerine yürümesi sırasında Haşan Bey üstün ce­ saret eserleri ve olağanüstü kahramanlıklar gösterdi; bu çarpışmaların sonucunda Hacı Bey döğüş meydanında öldürüldü. Haşan Bey’in burada gösterdiği yararlılık, İs­ kender Paşa’yı, durumunun içyüzünü Süleymani Halifeliği’ne(37<i) arzetmeye itti. Bunun üzerine Sultan, üzerine nimetlerini yağdırdı ve kendisine büyük iyiliklerde bu­ lundu. Bu cümleden olarak, emsaline karşı övünmesini sağlayacak bir yüce hil’atle kendisini taltif etti; ona altın bir kılıç verdi; ve geçim kaynağı olarak da, Diyarbekir Vilayeti’nde bulunan Padişahlık emlakinden, yıllık geliri 200.000 akça olan bazı köy ve mezralar verdi. Ayrıca, Mahmudîyan aşiretinin sahip olduğu koyun ve diğer hayvanlardan, yazlık ve kışlık otlaklara gidip geldiğinde alınmakta olan rüsum ve vergilerden de muaf tutulduğu konusunda kendisine bir Padişahlık hükmü verildi. Bu koyunlar, 30.000 baş kadar tahmin ediliyordu. Gerçek şudur ki, bu Bey, devlete bağlılıkta ve onun emirlerini büyük cesaret ve kahramanlıkla yerine getir­ mekte asla kusur etmedi; özellikle merhum Sultan Murad Han zamanında ve onun büyük bir orduyla İran fet­ hine gittiği sırada... Bundan sonra Haşan Bey’in şanı yüceldi; ve Mahmudîyan aşireti bağlılık derecelerinde, geniş himmette, Osmanlı Divanı’ndan yüksek rütbe ve (376) S üleym an'ın H alifeliği, S üleym an'ın tem sil e ttiğ i H sç lifelik, K anuni S u ltan S üleym an'ın o toritesini elinde tu ttu ğ u H alifelik. (M .E.B.) makam almakta, Kürdistan beyleri arasında daha önce bir benzeri görülmemiş derecede ilerledi. İskender Paşa zamanında, teşrifattaki öncelik konusunda kendisiyle Xizan (Hizan) Hükümdarı Sultan Ahmed arasında anlaş­ mazlık çıkınca, kendisinin, Hakkari Hükümdarı Zeynel Bey hariç, bütün beylerin önüne geçmesi konusunda bir Padişahlık hükmü çıktı. Böylece felek, uzun zaman ken­ disine gülümsedi; tam bağımsız olarak, beyliği 50 yıl yönetti. Sonra 993(1585) yılında, Tebriz’in fethi uğrunda, Sadabad denilen yerde Kızılbaşlar taralından öldürüldü. Bu tarihten bir yıl sonra Vezir Ferhad Paşa komutasın­ daki muzaffer Osmanlı ordusunun adamları, Tebriz Bey­ lerbeyi Cafer Paşa’mn da yardımıyla kemiklerini çıkara­ rak, beyliğinin merkezi olan Xoşab’a getirdiler ve kendi­ sinin bizzat yaptırmış oldukları İlim Medresesi’ne göm­ düler. Haşan Bey üç erkek çocuğu bırakmıştı: İvaz, Şâr (Şir) Bey ve Şeyhi Bey. Bunlardan «ivaz Bey»e<377), ba­ basının sağlığında, Nahcivan’a bağlı Maku Hükümeti yönetimi, burayı Kızılbaşlarm elinden alması ve burada bir de kale yaptırması şartıyla, ocaklık ve ikta’ mülkiyeti olarak verilmişti. Orada bu şekilde 20 yılını geçirdikten sonra, 1002(1594) yılının sonlarında, Tebriz Beylerbeyi Hıdır Paşa’yla birlikte, amcasının iki oğlu Hamza Bey ve Kubad Bey’in intikamım almak için Şeyh Haydar’la savaşmaya gitti; fakat, yukarıda geçtiği gibi, kendisiyle yanındaki adamları Şeyh tarafından çarpışmada öldürül­ düler. Bunun üzerine Maku Sancağı’nın Hükümeti, ivaz Bey’in yönetiminde olduğu gibi, Sultan Mehmed Han’m(378) bir emirnamesi gereğince, oğlu Mustafa Bey’e ve­ rildi. Mustafa Bey, halen orada yönetimde bulunmakta­ (377) T ırn a k la r içindeki isim yeri, R u sy a'd a basılm ış nüs­ h ad a boş bırak ılm ıştır. M ısır b askısı ile diğerlerinden alınıp tam am landı. (M.A.A.) (378) Mehmed H l. (M.A.A.) dır. Mustafa Bey’in Ali Bey adındaki oğlu da, sancak olarak, Nahcivan’a bağlı Ordubad Hükümeti görevinde bir süre bulundu. Öte yandan, Haşan Bey’in ulaşmış olduğu yüce şan ve yüksek kadir sayesinde, amca oğullarının çoğu ve Mahmudîyan aşiretinin ileri gelenleriyle liderlerinin bü­ yük kısmı, yüksek derecelere ve önemli idari m akaklara ulaşmışlardı. Azerbaycan ve Ermenistan vilayetlerinde Kızılbaş’ların elinden alman zengin köy ve mezralarda­ ki zeamet ve tımarlar, Mahmudîyan aşiretinden olan bu beylere ve ileri gelenlere ikta’ mülkiyeti yoluyla veril­ mişti. Şüphesiz Haşan Bey, ciddi bir idare adamı, usta siyaset adamı ve adaletli bir Beydi; halk ve kitleler ken­ disini sevmiş, aşiretler ve kabileler kendisine bağlanmış­ lardı. Kendisinin, çocuklarının ve aşiretindeki adamların, Osmanlı Devleti Sultanına boyun eğdiğinden ölümüne ka­ dar geçen süre içinde, Al-ı Osman sultanlarına yaptıkları kahramanca işleri, büyük hizmetleri ve gösterdikleri iç­ tenlik ve bağlılık belirtilerini, her bölümü yeteri kadar açıklanan bir özel defterde toplamıştı. Sonra Van beyler­ beyleri, defterdarları, kadıları ve diğer Kürt beylerinin o defteri imzalamalarını, mühürlemelerini ve yazıyla onaylamalarım sağlamıştı. Bundan sonra defteri, onayla­ maları için büyük serdarlara ve müşirlere(379) sunmuştu. Sonunda, merhum Sultan Murad Han’ın eşiklerine gön­ dermiş ve defterin baş tarafı Sultan’ın tuğrasıyla süslen­ mişti. Ve bu defter, elinde değerli bir kanıt oldu; yüce Sultanlık Divanı nezdinde istekleri ve amaçları oldukça bunu kullanır; kendisine karşı inat edenlerin, kendisine rakip olanların delillerini meclislerde ve çatışmalarda bu defterle çürütür ve böylece bununla onları yere sererdi. Haşan Bey’in oğlu Şer (Şir) Bey’e gelince, babası, sağlığında, büyük oğlu ivaz Bey Maku Sancağı’mn işle­ (379) M areşallere. (M .E H .) rini yönetirken; onun lehine Xoşab Hükümeti ile Mah­ mudîyan Beyliğinden feragat etmişti. Aslında bu Şer Bey iyi kalpli, sofu meşrepli, bilim ve ibadet adamlarına eği­ lim gösteren, vakitlerini bilginlerin, fazilet sahiplerinin, tasavvuf şeyhlernin yanında geçiren bir adamdı. Beytullah’a gidip hac da yaptı. Kendisi hâlâ yoksullara ve der­ vişlere sadakalar verir; bilim ve ibadet adamlarına iyilik eder. Bu durum, bütün halkın, gidişinden ve iyi niyetin­ den memnun olmasını sağladı. Xoşab Beyliği görevine ve Mahmudîyan aşireti adamlarının ve ileri gelenlerinin başı­ na geçmesinin üzerinden, şimdi 12 yıl geçmiş bulunmakta­ dır. ALTINCI BÖLÜM Dmbılî Beyleri H a k k ın d a d ır Sözüne güvenilir rivayetçilerin yazdıklarından anla­ şıldığına göre, Dmbılî beylerinin soyu Şam bedevi Araplarından İsa adında bir adama ulaşır. Diğer bir rivayete göre ise, kendisi Ömeriye Cezire’si halkından olup, Azer­ baycan yörelerine göçetmiş; eski sultanlar kendisine Hoy’a bağlı Sekmenabad Nahiyesi’ni ocak olarak ver­ mişler; o da oraya yerleşmiş ve şanı günden güne yücelmiş; aşiret ve kabilelerden çevresinde büyük bir top­ luluk meydana gelmiştir. Öte yandan, Dmbılî beyleri ve aşiretleri, başlangıç­ ta iğrenç Yezidilik dinine mensuptular; sonra, Isabegî di­ ye tanınmış beyleri ve diğer bazı aşiretleri ehl-i Sünnet ve cemaat mezhebine döndüler; ama orada, bozuk inanç­ larında hâlâ ısrar eden bazıları da vardır. Fakat doğru rivayet şudur ki, Dmbılî aşiretleri Boxtan (Bohtan) Vilaye­ ti‘ndert gelmişlerdir ye Kürtler arasında onlara «Dınbılî Boxt» adı verilmiştir. Akkoyunlu Türkmenleri zamanında Isa Bey’in çocuklarından Şeyh Ahmed Bey denilen bir kişi yüksek rütbelere ulaştı. Akkoyunlular kendisine Bay Hü­ kümeti ile,, istila ettikleri Hakkari Vilayeti’nin bir kısmı­ nı verdiler. Böylece Bay Kalesi’nin Hükümeti, Dınbüî aşiretinin yönetiminde bulunuyordu. Şeyh Ahmed Bey Allah’ın rahmetine kavuşunca iki çocuk bıraktı; Şeyh İb­ rahim ve Şeyh Behlül. Şeyh Behlül: Babasının ölümünden sonra onun vasiyeti gereğince yönetime geçti ve bir süre yönetim görevini yaptı. Sonra kaçınılmaz kaderi gelince, ahret dünyasına göçederek ye­ di erkek çocuğu bıraktı: Cimşid Bey, Muhammed Bey, Halıkverdi Bey, Hacı Bey, Ahmed Bey, İsmail Bey ve Cafer Bey. Hacı Bey bin Şeyh Behlül Bey: Kendisinin Şah Tahmasp’m Sarayına geçmiş bağlı­ lığı ve fazla sadakati vardı. Şah kendisini yüce ilgisinin ve değerli güveninin kapsamı içine almıştı ve Sekmenabad’a Hoy bölgesini de katarak ikisini bağımsız bir eya­ let haline getirdi ve onun yönetimine verdi; ayrıca ken­ disine «Hacı Sultan» unvanı verdi. Bundan başka Van sınırlarını beklemekle ve diğer kale ve gedikleri koru­ makla da yine kendisini görevlendirdi. Bu durum, bütün ömürleri boyunca isyancılar ve devler gibi ovalarda ve dağlarda yaşamış, ne rüyaların­ da, ne de uyanıkken ümran ve topluluğun izlerini bile görmemiş olan Kürt’leri, Hoy Kasabası’na gidip gelme imkanına kavuşturdu. Her biri, artık kendisinin Gohderz, Gew (Giv) ve Sam Neriman gibi eski İran kahramanla­ rından biri olduğunu sanıyordu. Şöyle diyorlardı: «Şah Tahmasp, yalnız aşırı cesaretimizden ve cengaverliğimiz­ den ötürüdür ki, bizleri Rum*3*02 askerlerinin karşısında dikmiştir.» Ve buna benzer daha nice iddialar ki, hepsi (380) 1S5 No.li n o ta balanız. aşırı böbürlenmenin ve sonsuz gururun kanıtlarıydı. Şair demiştir ki: «Kürd’ün biri Kabe’de kaybetmiş eşeğini «Ve dolaşmış orada, koşarak «Çölde olduğunu sanarak «Ve hayrete düşmüş eşeği kaybettiğine «Bunu söylerken kendi kendine ve koşarken «Aniden, peşinden geldiğini görmüş eşeğinin «Demiş ki gülerek: Ya Kabe kayboldu ortadan «Yada benim koşmamdandı bulunması «Koşmasaydım eğer ben «Eşek kaybolurdu, ben de yükünü yüklenirdirtı.» Dillerde ve ağızlarda yaygındır ki, bu Dmbılî’lerin ileri gelenlerinden birkaçı (günün birinde bir helva satı­ cısının dükkanına girmişler; orada hayli helva yedikten sonra, adama parasını vermeden dönmeye başlamışlar; adam helva parasım isteyince de şu cevabı vermişlerdir: «Şah bize bu şehri helvasıyla birlikte vermiştir.» Onların bu sözü, şehrin her tarafında türkçe olarak «şehir bizim, helva bizim» diye ün salmış... Yine bu topluluk hakkında anlatılıyor ki, Dınbılî Müslümanlarından bir topluluk, cuma günlerinden birin­ de, hutbeyi dinlemek için Hoy Camii’ne gitmiş; hatip, Şiî İmamî mezhebi’nin usulü gereğince 12 imamın adla­ rını okumaya başlamış; bunun üzerine Dınbılîler hemen dinlemekten vazgeçerek şöyle demişler: «Bu hatibe ne oluyor ki, Hacı Bey ve kardeşlerinin adlarını okumuyor da, en küçük kardeşleri olan Cafer Bey’in adım okuyor?(38i) Madem ki kendisi cuma hutbesine Hacı Bey ve kardeşlerinin adını dahil etmiyor, biz de cuma namazına gelmeyeceğiz.» (381) 12 İm am dan birinin adı olan C afer, aynı zam and a H acı B ey'in k ü çü k k ardeşinin de adıdır. (M .E.B.) Bu basit insanlardan bu şekilde fıkra ve hikayeler anlatılır ki, bunları uzatmaktan vazgeçiyoruz. Sözün özü, Hacı Bey, Hoy’daki yönetiminin üze­ rinden henüz kısa bir zaman geçmişti ki, aralarında mev­ cut olan eski düşmanlık nedeniyle intikam almak için Mahmudîyan aşiretine birkaç defa saldırdı. Ne var ki, Mahmudîyan aşiretinin durumu anlatılırken de geçtiği gibi, bu saldırıların hiçbirinde düşmanlarına bir zarar veremedi. Sonunda Mahmudîyan’lı Haşan Bey ve Han Muhammed Bey’in kışkırtmasıyla, İskender Paşa, Hoy’da Hacı Bey’in üzerine ani bir saldırıda bulundu ve ken­ disini Dınbılî’lerden büyük bir toplulukla birlikte öldür­ dü. Hacı Bey küçük bir çocuk bıraktı. Ahmed Bey bin Behliil Bey: Ahmed Bey’e başlangıçta Şah Tahmasp'ın Divanı, Sekmenabad Nahiyesi’nin yönetimini vermişti. Dmbılî aşireti Rum ve Kızılbaşlar arasında tereddüt ettiği, yüce Allah’ın «o arada kararsızdırlar» sözünün kapsamına gir­ diği, ayrıca Şah Tahmasp’ı kışkırtan ve sadakat, bağlılık kurallarıyla da bağdaşmayan birtakım kötü davranışlara girişmeye başladığı, ve bu durum, Sultan Süleyman Han’­ ın Nahcivan seferinden ülkesine dönmesine kadar sürüp gittiği için, Şah Tahmasp üç kardeş Ahmed Bey, İsmail Bey ve Cafer Bey’i, bazı Kızılbaş komutanlarla birlikte Ardahan tarafına gönderdi ve adı geçen komutanlara şöy­ le dedi: «Sizinle beraber olan Dınbılî aşiretinin bütün beylerini ve adamlarını filan gün öldürün; ben de, mai­ yetimde muhafızlık görevinde bulunanlarının hepsini öl­ düreceğim. » Tespit edilen gün gelince, Kızılbaş'komutanlar Ar­ dahan’da üç kardeşi Dmbılî aşiretinden 400 kişiyle bir­ likte öldürdüler; ayrıca Şah’ın kendisi de, adı geçen gün­ de, o aşiretten kurulmuş olan muhafızlardan 20, yada 30 kişi kadar öldürdü. Mansur Bey bin Muhammed Bey Ar­ dahan’dan kaçarak İstanbul’a varmayı başardı ve Osman­ lI Sultam’mn eşiklerine iltica etti; o da kendisini ilgisinin kapsamına aldı. Mansur Bey bin Muhammed Bey bin Behlül Bey: Sultan bu Beye, Osmanlı ülkesinden Koturderesi ve Bargıri Nahiyelerini sancak olarak verdi. Bunun üzeri­ ne, Dınbılî aşiretinden, sağ kalmış olanlar onun çevre­ sinde toplandılar; o da, ömür boyunca, o tarafların Hü­ kümet işlerini yöneterek onların reisliğini yaptı, ölüm kendisini yakalayınca iki oğlu vardı: Veli Bey ve Kılıç Bey. Veli Bey bin Mansur Bey: Babasının ölümünden sonra onun yerine geçti. Şüp­ hesiz kendisi son derece yiğit, cesur ve yüksek makamla­ ra geçmesini sağlayacak büyük bir yeterliliğe sahiptir; bu alanda emsalinden kendisiyle boy ölçüşebilecek kim­ se yoktur. Şu tarihte, yani 1005(1597) yılında kendisi hâlâ Koturderesi ve Ebka nahiyelerini ocak olarak yönet­ mektedir. Ayrıca Üçok Nahiyesi de, Osmanlılar’m Nahcivan’ı istila etmeleri sırasında sancak olarak kardeşi Kı­ lıç Bey’e verildi; o da halen kimseyle çatışmadan ve tam bağımsız olarak Hükümetinin işlerini yönetmekte­ dir. Hacı Bey bin Hacı Bey: Bu Bey, babası öldürüldüğü zaman ömrünün ikinci aynıdaydı; Kürtler arasında yaygın olan geleneklere göre, kendisine babasının adı verildi. Şah Tahmasp kendisine devlet hâzinesinden bir maaş bağladı ve erginlik çağına gelince kendisini özel muhafızları arasına alarak yüksek rütbeli subaylardan biri yaptı. Osmanlı Şehzadesi Bayezid’in(382) olayları sırasında Şah kendisini Ebka Nahiyesi’ne Bey olarak tayin etti. Bunun üzerine çevresinde (382) K anunî S u ltan S üleym an'ın oğlu. (M.E.B.) Dınbılî aşiretinden bir topluluk meydana geldi ve orada 20 yıl süreyle yönetim görevinde bulundu. Şah İsmail Il.’nin ölümünden ve İran ülkesinde Şah Sultan Muhammed’in başa geçmesinden sonra, Serdar Mustafa Paşa’nın Kana(383) Irmağı üzerine inmesi sıra­ sında, Iranlılar, yanında bir Kızılbaş topluluğu bulunan Emîr Han’ın komutası altında, İslam ordusuna, kendi karargahında ansızın saldırdılar. Bu ani saldırı sırasında Hacı Bey ve bazı Kızılbaş komutanlar Kura Irmağı’nda boğuldular. Nazar Bey’in, yüce Sultanlık eşiklerine itaa­ tini bildirmesi sırasında Hacı Bey’in çocuklarına verilen Sekmenabad Nahiyesi, hâlâ Hacı Bey’in çocuklarının yö­ netimindedir; Hacı Bey’in büyük oğlunun adı da yine Ha­ cı Bey’dir. Saltan Ali Bey bin Cimşid Bey bin Behlül Bey: Şah Tahmasp’m Dınbılî aşiretine karşı tutumunu değiştirmesi ve onların hepsinin derhal öldürülmesi konu­ sunda sert emrini vermesi sırasında, Sultan Ali Bey, Şah­ lık muhafızlarının yüksek rütbeli subayları arasındaydı ve devlet paralarını tahsil etmek göreviyle Isfahan EyaIeti’nde bulunuyordu. Henüz 100 tuman(334) kadar tah­ sil edip toplamıştı ki, kardeşlerinin, amcaoğullarının ve Dınbılî aşiretinin öteki ileri gelenlerinin katliama tabi tutulduğu haberini aldı. Bunun üzerine toplamış olduğu paralan da yanına alarak, kurtuluşu Van tarafına kaç­ makta buldu ve orada Dınbılî aşireti arasında bir süre giz­ lenerek yaşadı. Sonra Şah Tahmasp Dınbılî aşireti hakkında af çı­ karınca ve geçmiş acı durumlara göz yumunca, Sultan Ali Bey, hemen tahsil etmiş olduğu 100 tumanlık devlet parasını da yanına alarak İran Sarayı’na gitti ve Şah’a (383) B iraz aşağ ıd a «K ura» şeklimde g eçm ektedir; do ğ ru su odur. (M.E.B.) (384) T um an eski b ir İ ra n p a ra birim idir. (M.E.B.) yeniden sadakatini ve bağlılığını belirtti. Şah da kendi­ sini- ilgisinin kapsamına alarak, eskiden olduğu gibi tek­ rar yüksek rütbeli subaylar arasındaki görevine iade etti. Bir süre bu durumda kaldıktan sonra, Hacı Bey’in ölüm haberi Şah Sultan Muhammed’in kulağına gelince, Şah Dınbılî Beyliği’ni Sultan Ali Bey’e verdi ve Süleymansaray Nahiyesi’yle Ebka’nın yarısının birbirine katılmasını emrederek bunları da onun yönetimine verdi. Sultan Ali Bey beylik işlerinin yönetiminde az bir zaman kaldı; ancak zamanın olaylarından ve arada bir çıkan savaş ve döğüşlerdcn meydana gelen tahrip ve yıkıntılar yüzünden, adı geçen ülke yeterli ürün verme­ di. Bu yüzden Sultan Ali Bey, günlerini Şurur Nahiyesi’nde darlık ve sıkıntı içinde geçirmek zorunda kaldı ve Nahcivan’a bağlı Derc-i Elkis ve Şurur haracından kendi­ sine tahsis edilen maaşla yetindi ve Allah’ın rahmetine kavuşuncaya kadar böyle devam etti. Uç erkek çocuğu bıraktı: Nazar Bey, Kılıç Bey ve Haşan Bey. Nazar Bey bin Sultan Ali: Şah Sultan Muhammed bu Beye, babasının ölü­ münden sonra Dınbılî Beyliğini verdi. Osmanlılar Eri­ van’ı istila edip Vezir Sinan Paşa o tarafa muhafız ola­ rak tayin edilinceye kadar böyle kaldı. Sonra Nazar Bey, eskiden beri Çukursa’d’da oturan Remlu, Bavt, Çemiş­ kezek ve Sa’dlu aşiretlerinden olan bazı Kızılbaş komu­ tanlarla birlikte, Cağaloğlu Sinan Paşa’nın aracılığı ve desteğiyle derhal Erzurum’da bulunan, Serdar Ferhat Paşa’ya gittüer ve orada Osmanlı Devleti’ne itaatlerini ve bağlılıklarını sundular. Osmanlı Devleti dc, bu davranış­ larından ötürü onları taltif etti ve Çaldıran, Süleymansaray, Sekmenabad bölgelerini eski usul gereğince, Na­ zar Bey ve kardeşi Kılıç Bey’e verdi. Sekmenabad Nahiyesi gerek Şah Tahmasp zama­ nında, gerekse ondan sonra merhum Sultan Murad III.’- ün emirnamesi gereğince Bargıri Sancağı da katılarak, ikta’ mülkiyeti yoluyla Mahmudîyan’lı Mansur Bey'in yö­ netim ve tasarrufunda olduğu için, Mansur Bey burayı Nazar Bey’e teslim etmeyi savsakladı. Nazar Bey, Ser­ dar Ferhad Paşa aracılığıyla, Osmanlı Sarayı’ndan, bir önceki emrin uygulanması konusunda yeni bir emir çı­ karttı. Çünkü Nazar Bey, Osmanlı saltanatı tahtına itaa­ tini sunduğunda, şartlar ne olursa olsun, eskiden beri Dmbılî aşiretinin irsi vilayeti olan Sekmenabad Nahiyesi’nin iade edilmesini Sinan Paşa’ya şart koşmuştu; bu konuda kesin söz de almıştı. Bunun için burayı kuvvet kullanarak ele geçirmekte ısrar etti. Böylece kötülük or­ taya çıktı; iki taraf arasında fitne ateşi alevlendi ve Dmbılî ile Mahmudîyan aşiretleri arasındaki gömülü kin ye­ niden harekete geçti. Derken, durum kılıçların çekilme­ sine yoiaçtı; iki grup da taraftarı olan aşiretleri ve adam­ ları topladı ve şiddetli, acı bir savaşta çarpıştılar. Nazar Bey, kardeşi Hüseyin Bey ve Dmbılî adamlarından 80 kişi bu çarpışmaların kurbanı oldu. Kılıç Bey bin Sultan Ali: Bu Bey, kardeşlerinin öldürülmesinden sonra, ya­ nında Dmbılî aşiretinin beyleri ve ileri gelenleri olduk­ ları halde Erzurum’da bulunan Serdar Ferhad Paşa’ya gitti ve soruşturma açılmasını, adı geçen olayın çıkma­ sına sebep olanlara adaletin ve kısasın uygulanmasını is­ tedi. Serdar bunun üzerine, Mansur Bey’in ve adı geçen fitneye katılmış olan Mahmudîyan aşiretinin öteki ileri gelenlerinin getirilmesi konusunda emir verdi. Meclis top­ landı -bu satırların yazarı da o mecliste bulunuyorduve soruşturmaya başladı. Soruşturma sonucunda anlaşıl­ dı ki, iki taraf arasında fitne çıkmasının doğrudan doğru­ ya nedeni, Serdar tarafından hem davacıya, hem de dava­ lıya, birbiriyle çelişen iki emrin çıkarılmış olması ve iki tarafm da bu emirlere sarılmış olmalarıydı. Şair demiş­ tir ki: «Kanaatkarlıkla yetinen kimse «Sevinç içinde olur ömrü boyunca «Özlemlerle kendini yaşatan kimse ise «Dervişlerin derekesine düşer sonunda.» Bunun üzerine Serdar, susmak zorunda kaldı ve adaleti yürütmekten vazgeçerek, «barıştırmak yargıla­ rın başıdır» sözüne uygun hareket etti. Serdar bu tutum­ la, iki taraf hakkında da güttüğü amaca ulaşınca, Mansur Bey’in, eski Hacı Bey’in torunu Hacı Bey lehine Sekmenabad Nahiyesi’nden vazgeçmesi ve Çaldıran Sanca­ ğım da, bütün davaları ve düşmanlıkları bırakması şar­ tıyla Kıhç Bey’e vermesi konusunda bir karar çıkardı. Dmbılî aşireti bu barışmayı, acıya katlanarak kabul et­ mek zorunda kaldı ve geldiği yere döndü. y e d in c i b ö l ü m Zerza Beyleri Hakkındadır*3891 SEKİZİNCİ BÖLÜM Istan! Beyleri Hakkındadır*3891 DOKUZUNCU BÖLÜM Tasni Beyleri Hakkındadır*3851 ONUNCU BÖLÜM Kelhür Hükümdarları Hakkındadır Bunlar üç daldan ibarettir: Bunların soyu, Keyo’nun oğlu Goderz’e ulaşır. Ke(385) Bu bölüm ler hiç b ir n ü sh a d a m evcut değildir. G aliba y azar, bunları zikredeceğini b e lirttik te n sonra, z ik re t­ m esine yard ım edecek b ir gey bulam am ıştır. (M.A.A.) yo, Keyanîlerin kuralları zamanında Babil Şehrinin Vah­ şiydi. Babil, daha sonra Küfe diye tanınacak olan şehir­ dir. Keyo Ruham adında bir çocuk bıraktı. Ruham son­ ra büyük bir ordunun komutanı oldu ve Keyanî Kıralı Behmen tarafından Şam, Kudüs ve Mısır üzerine yürü­ mekle görevlendirildi; gidip buraları fethetti, yakıp yıktı ve Israiloğullan arasında büyük bir katliam yaptı; o ka­ dar ki, öldürülen ve yaralananların kanlarının şehirde de­ ğirmenleri döndürmüş olduğu söylenir. Bu nedenle ta­ rihçiler Rulıam’a Buxtunnasr (Buhtunnasr)(3S6) adım ver­ mişlerdir. Kendisi daha sonra bütün ülkenin Sultanı oldu. O zamandan beri çocukları ve soyu ülkelerinde hüküm sürmektedirler; aşiretlerine de «Goran» adı verilmek­ tedir. BİRİNCİ DAL Pdıagan Hükümdarları Hakkındadır Bu aileden dört hükümdarın adı ün yapmıştır. Bun­ ların ilki Gaybullah Bey’dir. Kendisi dindar, abit ve fa­ ziletli bir adamdı. Bu ailenin hüküm sürdüğü şehir ve kaleler şunlardır: Dewdiz (Divdiz), Nûdiz, Dizman, Kıwah-ı Kûr (Kıvah-ı Kur), Mûr, Kelane, Nışûr, Merawidimen (Meravidimen). Gaybullah Bey başlangıçta Sultan Şah İsmail’e bo­ yun eğdi, öldüğü zaman yerine oğlu geçti. Mnhammed Bey bin Gaybullah Bey: Babasının yerine geçti. Şah Tahmasp Divanı, irsi vi­ layetini kendisine verdi. Kendisi de faziletli, adaletli bir (386) B a tı k ay n a k la rın d a bu ad «N abukadonosor» şeklinde g eçm ektedir. (M .E.B.) (387) A nlaşıldığına göre, h üküm dar ailesi K ü rtle r in K elhtir ko lo n d andır; a ş ire t İse K ü rt'le rin G oran kol undandır. (M A . A .) adamdı; büyük bir iyiliğe ve iyi bir ahlaka sahipti, bil­ ginleri ve fazilet sahiplerini sever ve her zaman korurdu. Pıhngan’da bir medrese, bir de cami yaptırdı. Şah Tahmasp kızkardeşiyle evlendi ve kendisi bu akrabalıkla şe­ reflendi. Böylece ülkeyi bir süre tam bağımsız olarak yö­ netmesi mümkün oldu. Dört erkek çocuğu vardı: Mîr İs­ kender, Mîr Süleyman, Sultan Muzaffer, Cimşid Bey. Bu nedenle, sağlığında beyliği dört parçaya böldü ve her oğluna bir parça verdi; Emîr İskender’i de kendine kay­ makam ve veliaht yaptı. Emîr İskender: Babasının ölümünden sonra Kazvin’de bulunan Şab Tahmasp’ıu hizmetine gitti ve irsi eyaletinin beratını ye­ nilemeye muvaffak oldu. Şah İsmail'3*** zamanında yine hizmete girmekle şereflendi ve Şah’ın güvenini, sevgisini kazandı; kendisine Pılmgan Hükümeti’nin yönetimi ve­ rildi ve müsterih, özlemine kavuşmuş olarak merkezine döndü. Ülkeyi 20 yıl yönettikten sonra kendisini ölüm yakaladı. Şair demiştir ki: «Güvenme, dalgalan kabaran şu denize «İnsanları yemeyi ihmal etmemiştir çünkü o.» Şah İsmail tarafından tayin edilmiş olan Dinewer (Dinever) Valisi Solağ Hüseyin Tekelu, Mîr İskender’in ölümünden sonra Pılmgan Kalesi’ne saldırdı ve büyük güçlükle ele geçirdi; çünkü son derece sağlam ve metin­ di; zorla ve gasıp yoluyla istila edilmesini akıl tasavvur bile etmiyordu, Bu istila üzerine, Mîr İskender’in karde­ şi Sultan Hüseyin’in içine endişe ve korku düştü. Bu yüz­ den hemen, Şemsi Paşa’nm oğlu Şehrezol Beylerbeyi Mahmud Paşa’mn hizmetine iltica etti. Sonunda Şah İsmail’in ölümünden sonra, İran’da Kızılbaş beyleri ve komutanları arasında olaylar çıktı; her kafada bir ihtiras belirdi; Hemedan Valisi Velihan Tekelu, Solağ Hüseyin’i ortadan kaldırdı; «Solağ Hüse­ yin onun hizmetçilerinden birinin oğluydu ve Velihan’m kendisini öldürmesinin nedeni, son hareketlerde ona bo­ yun eğmemiş olmasıydı. »(389) işte bu olaylar sırasında Şehrezol ordusu fırsattan yararlanarak Pılmgan’ın üzeri­ ne yürüdü ve kaleyi Tekelu’lularm elinden aldı. Fakat bu ülkenin varislerinden hiçbiri bulunmadığı için Al-ı Os­ man Divam’nın yönettiği ülkelerin arasına katddı; şimdi de sancak olarak yabancılara verilmektedir. İKİNCİ d a l Derteng Beyleri Hakkındadır Bu vilayet eskiden Hilwan (Hılvan) adıyla tanınır­ dı. Bu ülkenin hükümdarlarının, bu satırların yazarına ulaşan adlan şunlardır: Sohrab B ey : Bu Bey, tehevvür derecesine varan bir cesaret ve yiğitliğe sahipti. Hüküm sürdüğü beldeler ise Bawe (Bave), Baske, Elani, Qel’ae Zincir (Kale-i Zincir), Ziwanser (Zıvanser), Diwan (Durman) ve Zermaniki’dir. Soh­ rab Bey Allah'ın rahmetine kavuşunca yerine oğlu geç­ ti. Ömer Bey bin Sohrab Bey: Babasının ölümünden sonra onun yerine geçti, ikti­ darının başlarında kan dökücü, öldürücü ve içkiye düş­ kün bir adamdı. Sonra Allah kendisini yarayışlı işler yap­ ma yoluna getirdi ve bütün işlerinde başarıyı kendisine arkadaş yaptı; o da Allah’a içtenlikle tövbe etti. (389) T ırn a k la r İçindekiler, y azm a n ü sh ad an eklenm iştir; R u sy a b ask ısın d a b u n la r y o k tu r. (M.A.A.) Sultan Süleyman Han gelip, Barış Diyarı Bağdad’ı fethettiği zaman, Ömer Bey kendisine itaatini sundu. Sultan kendisini ilgisinin kapsamına aldı ve ona güvenini belirtti; kendisine irsi hükümetini de verdi. Bu durum kendisini, uzun ömrü boyunca Sultan’a bağlılığında se­ bat etmeye ve boyun eğişine sadık kalmaya şevketti. Son­ ra Allah’ın rahmetine kavuştu ve yokluk denizine boğul­ du. Şair demiştir ki: «İster ‘yedi’ diyecek kadar yaşa «İster yedibin yıl kal dünyada «Boğulmak için olduğuna göre şu boylarımız «Ne fark var uzunlarla kısalar arasında!» Kubad Bey bin Ömer Bey: Bu Bey, babasının ölümünden sonra beylik tahtına çıktı. Büyük bir cesaret ve cömertliğe sahiptir; güzel yüz­ lü ve heybetlidir; çağının gençlerinin önderi ve zamanı­ nın bir tanesidir, irsi ve müktesep vilayetinin işlerini tam bağımsız olarak, ciddiyet ve girişkenlikle yönetmektedir. Ülkesi Dinewer (Dinever) sınırlarından, Barış Diyarı Bağdad’a kadar uzanmaktadr. Sayısız koyun, otlak, birçok hazine dolusu paralara sahip olmak ve elde bulundur­ makta, yardımcı ve taraftar çokluğu konusunda kendisi­ nin bir benzeri daha yoktur. ÜÇÜNCÜ DAL Mahideşt Beyleri Hakkındadır Bu satırların yazılışı sırasında, bu vilayetin şimdiki durumu hakkında hiç kimsenin bilgisi yoktu. Fakat ağız­ larda ve dillerde yaygın olan şudur ki, eski hükümdarlık­ larının ve irsi ikta‘ mülkiyetlerinin merkezi Mahideş’tir. Bunlardan olan Tilawer (Tilaver)(390) ile öteki aşiret ve (390) B ilaw er (BU aver). (M.A.A.) kabileler göçebe aşiretlerdir. Bu tarihten önce yönetim­ leri Şehbaz ve Mansur adlarında iki kardeş arasında or­ taklıktı. 1002(1594) yılında Mansur Şehbaz’a saldırarak onu öldürdü ve o tarafların bütün aşiret ve kabilelerinin başkanlığını bağımsız olarak eline geçirdi; şimdi de ora­ ları tam bir bağımsızlık ve özgürlük içinde yönetmekte­ dir. Şehbaz ise, şimdi arada bir amcasıyla çatışan, Elqas (Elkas) adlı bir çocuk bıraktı. ö te yandan Mansur, Bağdad Divanı’na, yılda 40.000 kadar hayvan vermeyi taahhüt etmiştir. Genellikle Osmanlı Devleti’nin memurlarıyla, özellikle de Bağdad Beylerbeyi’yle iyi ilişkileri vardır. Kendisi büyük bir cesaret ve cürete sahiptir; zenginliğiyle, malının ve hâzinelerinin çokluğuyla ün salmıştır. Bu alanlarda hiç bir benzeri yoktur. ONBIRINCt BÖLÜM Banc Beyleri Hakkındadır Sözüne güvenilir rivayetçilerin yazdıklarından ve ha­ berleri nakledenlerin anlattıklarından anlaşılmaktadır ki, Bane, o vilayetteki aşiretlerin beylerinin mensup oldu­ ğu vilayetin adıdır. Aslında vilayet iki kale ile bir nahi­ yeden ibarettir. Kalelerin biri Biroz(391), İkincisi de Şiwe (Şive)dir; nahiye ise Bane’dir. Bane Vilayeti Erdelan, Baban ve Mekrî vilayetleri arasındadır. Beylerinin unvanı «Ihtiyareddinedir. Bunun nedeni, kendilerinin geçmişte, Islamiyeti kendi «ih tiy a r­ larıyla ve Müslüman sultanlardan birine boyun eğmeksizin kabul etmiş olmalarıdır. Bilgi Allah indindedir. Mirza Bey bin Mir Muhammedi Bu ailenin ilk Beyi, yaygın olduğu gibi, Mirza Bey bin Mîr Muhammed Bey’dir. Bir süre hükümdarlık gö­ revinde bulundu ve Erdelan Hükümdarı Beyke Bey’in kızkardeşiyle evlendi. Bunun üzerine, şanı yüceldi ve ge­ niş ölçüde bahrisizlik ve özgürlük kazandı. Fakat Beyke Bey’in kızkardeşiyle evlendiği için, somadan kendisiyle Sultan Ali Bey Gatliç(3,2) arasındaki ilişkiler gerginleşti ve bu gerginlik düşmanlığa ve çatışmaya yolaçtı. Bu du­ rum, Sultan Ali Bey’i, kardeşi Katınmış Bey’i Bane’nin başına Vali olarak tayin etmeye ve Mirza Bey’i oradan çıkarmaya itti. Bunun üzerine Mirza Bey, Beyke Bey’den yardım istedi ve kendisinden, Katınmış Bey’i vilayetin­ den kovmak ve oranın Hükümetini ele geçirmek amacıy­ la yardım ve destek aldı. Ölüm kendisini yakalayıncaya kadar durum böyle kaldı; sonra Allah’ın rahmetine ka­ vuşarak beş erkek çocuğu bıraktı: Budak Bey, Süleyman Bey, Gazi Han, Mîr Muhammed ve Uğurlu. Budak Bey bin Mirza Bey: Babasının ölümünden sonra ülkenin yönetimini eli- , ne aldı ve kimseyle çatışmadan, bir süre ülkeyi bu durum­ da yönetti. Bunun üzerinden birkaç yıl geçtikten sonra, başka bir anadan olan kardeşleri Mîr Muhammed ile Uğurlu kendisiyle çatıştılar ve onu yenilgiye uğratarak vilayetten çıkardılar. Bunun üzerine Budak Bey, tekrar vilayetine dönmek ve orada işlerin dizginlerini ele almak konusunda yardım istemek için, Şah Tahmasp’m Sarar yına sığınmak zorunda kaldı. Ne var ki tadların bozucusu ve toplulukların dağıtıcısı*3931, kendi askeri birliğiyle üze­ rine saldırdı ve Kazvin şehrinde kendisini ortadan kal­ dırdı. Süleyman Bey bin Mirza Bey: Bane Beyliği bu Süleyman Bey’e, kardeşinin ölü­ münden soma Şah Tahmasp’m Divam’ndan verildi. Şah(392) A slında böyledir. (M.A.A.) (393) ö lü m ü kastediyor. (M .E.B.) lık Divanı ayrıca, kendi adamlarından Merağa Valisi A y­ dın Akay Zulkadır’ın oğlu Bulaklı Bey’i, Süleyman Bey’e yardım etmek ve Bane Beyliğini almaşım sağla­ makla görevlendirdi. Süleyman Bey, Şahlık fermanı ge­ reğince, adı geçen komutanın yardımıyla Bane Hükümeti’nde işlerin dizginini ele geçirdi ve orada yönetimi 20 yıl kadar sürdü. Bundan sonra adı geçen yönetimden ve yorucu işlerinden, daha önce kızıyla evlendirmiş oldu­ ğu kardeşinin oğlu Bedir Bey’in lehine feragat etti; ve kendini bütünüyle ibadete ve hayır işlerine verdi; iki defa iki mübarek Haremi -Allah onların şeref ve aza­ metlerini artırsın- ziyaret etmekle şereflendi ve ikinci gidişinde Medine-i Münevvere’de, Peygamberlerin Efen­ disinin -Salat ve selam onun üzerine olsun- türbesi kom­ şuluğunda kalmaya karar verdi. ON1K1NCI BÖLÜM*3942 Gelbağî Beyleri Hakkındadır*3952 Sözlerine güvenilir rivayetçilerin yazdıklarından an­ laşıldığına göre, «Gelbağî» sözcüğü şöyle çıkıp gelişmiş­ tir: Beyke Bey’in zamanında ve onun Hükümet yönetimi­ ni eline alması sırasında, Ustaclu aşiretinin ileri gelenlerin­ den Abbas Aka adlı bir kişi, başına gelen olaylardan kaça­ rak Beyke Bey'e gelip iltica etmiş; Beyke Bey de kendisi­ ni hizmetine almıştır. Bu adamın, cesaret ve alicenaplık gibi nadir rastlanan yetenekleri görülünce ve bu yeneteklerle Erdelan aşiret ve kabileleri aıasında ün sağlayınca, Bey(394) Bu bölüm R u sy a baskısında y o k tu r. (M.A.A.) (395) K itab ın başındaki sın ıflan d ırm ay a göre bu bölüm de «Terza» beyleri an latılac ak tı. B u ra Ue o ra ara sın d a çellşl vard ır. (M.E.B.) ke Bey kendisini, aşiretin büyüğü ve Rengeroj kabilesinin reisi tlyas Aka’nın kızıyla evlendirmiş ve yerleşmesi için de kendisine Mıhreban (Mıriwan) Nahiyesi’nde pmarlı bir toprak vermiştir. Bu adam Türk olduğu ve aynı zamanda bağ dikme­ ye ve üzüm yetiştirmeye de meraklı bulunduğu için, top­ rağında bir üzüm bağı dikmiştir. Kendisi cömertlik ve iyilik yapmakla da tanınmış olduğundan, bağında bulun­ duğu sırada yanından geçen herkesi kendi diliyle çağı­ rır ve «gel bağa» derdi. Oradaki Kürtler türkçeyi garip­ sedikleri için bu türkçe cümleyi Abbas Aka’nın adı gibi kullanmışlar ve sonradan adamın lakabı «Gelbağî» ol­ muştur. Sözün özü, bu Abbas Aka’nın şanı, merkezi Zelera Kalesi olan ve 12.000 atlı ihtiyatı elinde bulunduran Şehrezollu Beyke Bey’in hizmetinde yüceldi; adt geçen be­ yin birçok görev ve işlerinde bulunduktan sonra mühür­ dar rütbesine ulaştı. Bu durum kendisini, Ustaclu aşire­ tine adam gönderip, orada kalmış olan kızkardeşlerini ya­ nma getirtti. Sonra da bu kızkardeşlerini, Kürt aşiretinin adamlarıyla evlendirdi; kendisi de daha önce aym aşi­ retten evlenmiştir. Böylece yerli halkla akrabalık ve dost­ luk bağları kurdu; kendilerini bu sosyal bağların birbir­ lerine bağladığı bir halk topluluğunu çevresinde topladı. Ne var ki, kıskançlığın ve kinin kalblerini yediği bozgun­ cular, sonunda kendisini, Beyke Bey’i öldürmek için komplo hazırlamakla suçladılar. Abbas Aka işin içyüzünü ve kendisine isnat edilen suçu öğrenince Rengeroj kabilesinden olan kızkardeşinin oğlu Yarullah’ı, çocuk ve ailelerini de yanma alarak, gün ortasında Zelem şehrinden çıktı. Halk, Abbas Aka-i Gelbağî ile Yarullah Aka-i Rengeroji’nin kaçtıklarını Beyke Bey’e haber verdi. Fakat Beyke Bey, onların na­ dir rastlanan cesaretlerini bildiği için, yerinden kımıl­ damadı ve peşlerine de kimseyi takmadı. Onlar da Bilawer (Bilaver) Vilayeti’ne gidip yerleştiler ve Lek, Süleymanî, Madıkî, Kelhür aşiretleriyle dostluk bağları ve ilişkileri kurdular. Şah Tahmasp’ın Özbek ülkesi üzerine yaptığı sefer ve Örgenç Kafesi üzerine inmesi sırasında, Abbas Aka ile Yarullah Aka da, Şah’ın maiyetinde İran ordusunda bulunuyorlardı. Yapılan çarpışmalarda üstün bir cesa­ ret ve olağanüstü bir kahramanlık gösterdiler; Özbek Kı­ ralı ile ordu komutanlarından birkaçım esir alarak Şah’ın huzuruna getirdiler. Bunun üzerine Şah kendilerine ilgi gösterdi ve yaptıklarını takdir etti; Bilavver (Bilaver) na­ hiyeleri ile 12 oymağın yönetiminin kendilerine verilmesi konusunda bir emirname çıkardı. Bilavver ve bölgelerin­ de yönetimleri birkaç yıl bu şekilde devam etti. Sonunda Süleymanî, Barkî, Kelhür ve Remziyar aşiretleri tama­ men onların çevresinde toplamnea, hepsine birden Gelbağî adı ve lakabı verildi. Sözün özü, durumları sağlamlaştı ve nüfuzları güç­ lendi; bu güçlenme kendileriyle Goranlı Muhammed Bey arasında birkaç defa çatışmaya yolaçtı. İki taraf arasın­ daki bu mücadele ve çatışma, ancak, Muhammed Bey’in kızı ile Yarullah Aka’nm en doğru yolda olan oğlu Mu­ hammed Kuli’nin evlendirilmelerinden sonra kesildi. Bundan sonra Abbas Aka Allah’ın rahmetine kavuştu. Şair demiştir ki: «Dünya bir kasedir, felek saki, ecelse mey «Mahluklar içiyorlar hep o meclisten «Hiç kimsenin yoktur asla kurtuluşu «Bu kaseden, bu sakiden ve bu meyden.» Abbas Aka Allah’ın rahmetine kavuştuğu zaman, Yarullah Aka köy ve aşiret reisliği görevinde bulunuyor­ du. Bu yüzden, merhum Abbas Aka’nın oğlu Ali Aka’nın oğlunun beylik makamına atanması konusundaki teklifi­ ni kararlaştırarak şöyle dedi: «Benim ailem ve çocukla­ rım çoktur ve üzerimde birçok borç vardır; bu nedenle hükümdarlığın görevini ve gereklerini üzerime alamam.» Yarullah Aka, gerçekten de malının çokluğu, ailesinin ve maiyetinin kalabalık oluşuyla ün salmıştı. Anlatıldığı­ na göre 300 tane güzel ve soylu atı vardı. Yarullah Aka hemen Beyke Bey’e, birçok hediye ve armağanla birlikte bir dilekçe sunarak Abbas Aka’nın öldüğünü belirtti ve Gelbağî Beyliği hükümdarlığının Ali Aka’ya verilmesini diledi. Ali Aka, Abbas Aka’nın kaç­ masından sonra Beyke Bey’in mühürdarlığı görevine ge­ tirilmişti. Bunun üzerine iyiliksever Beyke Bey hemen bu dileği ve isteği yerine getirerek derhal Ali Bey’i Bey ol­ mak üzere o tarafa gönderdi. Bu nedenle Beyke Bey Ali Aka’yı, kendi tarafından tayin edilmiş adamlarından bi­ ri olarak sayıyordu. Böylece Ali Bey, Gelbağî aşiretinin beyliğinde ve Hükümetinde duruma hakim oldu (39<y ve o taraflardaki vurucu aşiretler, çevresinde toplandılar. Sonra Osmanlı, Devleti tarafından gönderilen Sinan Paşa’nın (396) Nihavend’i istila dönemi gelince, son za­ manlarda Ali Gelbağî lakabıyla anılmaya başlayan Ali Bey Gelbağî derhal (3M) gösterdi. Bunun üzerine Si­ nan Paşa kendisini Kerend ve Şeyhan nahiyelerine gön­ derdi ve kendisiyle birlikte, bu konuda Sultan Süleyman Han’ın eşiklerine sunulacak olan bir de dilekçe gönderdi. Yarullah Aka bu dilekçeyi yüce eşiklere sundu. Arkasın­ dan Sultanın Divanı’ndan, Kerend, Şeyhan, Çekıran na­ hiyeleriyle Tıfab, Xırxıre (Hırhıre), Tirezend ve Tepe ka­ lelerinin ve daha başka kalelerin, sancak olarak Ali Bey’e verilmesi konusunda bir emirname çıktı. Erkele, Rengerojan(397) vesihbanan tımarları da Yarullah Aka’ya verildi'. (396) B u rası k ita b ın aslın d a boştur. (M.A.A.) (397) D ah a önce «Rengeroj» şeklinde geçti. (M.E.B.) Ali Gelbağî Hükümeti Konusunda: Açıklama safhaları üzerine haberleri nakledenler ve sözüne güvenilir tarihçiler diyorlar ki: Gelbağî Ali Bey, taraftarlarının çokluğu, hizmetçi­ lerinin ve ihtişamının bolluğuyla ün salmıştı. Taşınır ve taşınmaz birçok mal ve büyük servetlere sahipti. Her yıl Beyke Bey’e büyük hediyeler, nadir rastlanan değerli ar­ mağanlar gönderirdi. Ne var ki, kendisi kötü bir tutum içindeydi ve Derne, Derteng, Wehdan (Vahdan) ve Zehab Hükümdarı Kubad Bey’e düşmandı. Bunun nedeni şuydu: Ali Bey her yıl ilkbaharın başlarında aşiretleriyle birlikte göçüp, yönetimi altında bulunan Kerend Vilayeti’ne gitmek zorundaydı ve buranın yolu da, Kubad Bey’­ in ülkesi içinde bulunan Zehab Nahiyesi’nden geçiyordu. Adı geçen Kubad Bey de, buradan geçen aşiret ve kabi­ leleri kendisine ücret ve hediyeler vermek zorunda bıra­ kıyordu; bu su içme, otlatma ve hayvan yemi alma ücre­ ti olarak adlandırılıyordu. Gelbağîler’in elinde ise, rea­ ya oldukları gerekçesiyle, devlet görevlilerinden birine ve beylerbeyliklere, göçebe aşiretlerden alınması mutat olan adı geçen vergiyi ödememeleri konusunda Sultanlık emri vardı. Onlar da bu nedenle, ödemekten imtina ediyor ve Kubad Bey’in emrine boyun eğmiyordu. Bundan dolayı iki taraf arasında, bu konuda her yıl iki defa çatışma çı­ kıyordu. ölüm Ali Bey’i yakalayıncaya kadar durum bu şekilde devam etti. Ali Bey Allah’ın rahmetine kavuştuğunda iki çocuğu vardı: Haydar Bey ve Kah Bey. Haydar Bey, ulu baba­ sının ölümünden sonra onun yerine geçti. Aynı yıl içinde Yarullah Aka da öldü. Kendisi yal­ nız bir tımara sahipti ve yüz yaşına ulaşmıştı. Üç erkek çocuğu ile 500 aileden kurulu bir aşireti vardı. Muhammed Kuli Esed ve Şah Veys: Sözün özü, Ali Bey ve Yarullah Aka’yı ölüm yaka­ ladığı zaman, Yarullah Aka’nm oğlu Muhammed Kuli, Bâbıâli’ye koşarak, adı geçen sancağın Ali Bey’in oğlu Haydar Bey’e verilmesi ve adı geçen tımarın da kendisine verilmesi konusunda oradan bir emirname elde etti. Mu­ hammed Bey orada devlet adamları nezdinde itibar gör­ dü ve bu nedenle, Sultanlık Hazinesi’nin mallarını tahsil etmekle birkaç defa görevlendirildi ve bu işi en iyi şekil­ de yaptı (398) Haydar Bey’in Surxab (Surhab) Bey adında reşit bir oğlu vardı (398) Gelbağî Haydar Bey’­ in oğlu Surxab Bey’in iki dayısı İstanbul’dan çağrıldılar. Bunların birinin adı Muhibbeddin’di. Haydar buna kendi tarafından bir elçi göndererek Gelbağî aşiretinin arasına gelmesini teklif etti (398) Surxab Bey’in dönüşünden sonra Muhibbeddin, aşiretin arasına girmeyeceği konu­ sunda daha önce içmiş olduğu andın kefareti olarak üç gün onıç tuttu ve aşiretin arasına girdi (398) Bunun haberi Haydar Bey’in kulaklarına gidince Surxab Bey’i yanına çağırtarak kendisine şöyle dedi: «Bu uğursuz Mu­ hibbeddin, yeminini bozdu ve ahde vefasızlık etti; bu­ nun için kendisini bizzat gidip öldürmen gerekir.» Bunun üzerine Surxab Bey hemen atma binerek Muhibbeddin’e doğru gitti ve kendisiyle yolda karşılaştı; hemen zehirli okunu göğsüne doğrulttu ve ok göğsünden girip sırtın­ dan çıktı; böylece Muhibbeddin fanilik dünyasından ölüm ve yıkıntılar dünyasına geçti. O andan itibaren Surxab Bey aşiret arasında Muhibbeddin’in kaatiü olarak bilindi ve böylece Muhibbeddin’in öldürülmesinden sonra iki aşiret arasında husu­ met çıktı. Haydar Bey Ue Surxab Bey, ordularını Kah aşiretinin üzerine götürdüler ve Surxab Bey, dayıların­ dan yedi kişiyi 60 darbeyle öldürmeye muvaffak oldu. (398) B u raları k ita b ın nalında boştur. Fakat adı geçen aşiretten birkaç tüfek atıcısı, ikisinin yalnız bulundukları bir sırada ansızın onlara saldırdılar ve ikisini de tüfekle öldürdüler. Bu durum, askerlerini, adı geçen aşireti talan ve yağma etmeye ve yakıp yıkma­ ya şevketti. Onların ölümünden sonra adı geçen sancağın yöne­ timini, yüce divandan çıkan bir emirname gereğince Hü­ seyin Bey eline aldı ve oranın bağımsız hükümdarı du­ rumuna geçti. Fakat Murad Han adındaki kardeşi yö­ netimde kendisine ortaklık ediyordu. Ne var ki, Hüse­ yin Bey, Kelhürlü Ayal Bey’in Begüm adındaki kızıyla evlendi. Bu hanım, Kelhürler’in ünlü gelenek ve adetleri gereğince hükümdarlık işlerini kendi üzerine alıyor, ko­ cası Hüseyin Bey değil, kendisi tek başına hüküm sürü­ yordu. Bu hanım işi o kadar ileri götürdü ki, bazı adam­ ları Murad Han Bey’i öldürmeye teşvik etti. Bunun üze­ rine, öldürülen Murad Han’ın iki oğlu Sübhanverdi Bey ile Hüseyin Bey, akrabalarının desteğiyle Bağdad’a git­ tiler ve oranın Beylerbeyine şikayetlerini sundular. Bu­ nun üzerine Deme Hükümdarı Kubad Bey'e, babaları­ nın diyetini alması için emir verildi. Bu olay, Kubad Bey’in eline, emellerini gerçekleştir­ mesi için değerli bir fırsat olarak geçti ve aniden Gelba­ ğî aşiretinin üzerine saldırdı. Gelbağî Hükümdarı Hüse­ yin Bey ise, beklenmedik bu saldırı karşısında, aşiretiyle birlikte göçedip Şehrezol’a iltica etmek ve oranın da Hü­ kümdarı bulunan Erdelan Hükümdarı Hılu Han'ın hiz­ metine girmek zorunda kaldı. Kendisi şu tarihe, yani 1092(1681)(M9) yılına kadar o vilayette Erdelan hüküm­ darlarının hizmetinde bulunmaktadır. Bilgi Allah indin­ dedir. (399) Bu ta rih , k ita b ın yazıldığı 1005 (1597) ta rih in e uy­ m a m ak tad ır. (M .E.B.) ÜÇÜNCÜ GRUP İran Kürtlerinin Beyleri Hakkındadır Bu da Dört Daldır Haberleri nakledenler anlatıyorlar ki, İran’daki bu Kürtlerin en saf ve güçlüleri üç tabakadan kuruludur: Siyah Mansurî, Çegnî ve Zengine. Hikayelerde meşhur olan, dillerde ve ağızlarda yaygınlaşan rivayet şudur ki; bunların aslı üç kardeşe ulaşır; bunlar Loristan Vilaye­ tinden, bir rivayete göre de Erdelan ve Goran’dan gelip, böylece vatanlarından ayrıldıktan sonra İran hükümdar­ larının hizmetine girmişlerdir. Bundan soma zaman on­ ların yüzüne gülümsemiş ve görevlerde, makamları işgal etmekte ilerleyerek sonunda beylik görevini elde .etmiş­ lerdir. Bunun üzerine, her taraftan gelip onların çevresinde toplanan bütün insanlara onların adı verilmiştir. İran’da beylerin ve sultanların hizmetinde bulunan diğer Kürt aşiretlerinin adlan şöyledir: Lek, Zend, Rozbahan, Metilec, Hasirî, Şehrezolî, Mezyar(4mı, Gelanî, Aminlu, Memeloyî, Kec, Kuranî, Zıktî, Kelegır, Pazukî, Hey, Çemişkezek, Arabkerlu (Arapkirlu) ve başkaları. Bu aşiretlerin dördünden (Pazukî, Çemişkezek, Arabker­ lu ve Hey) eskiden beri beyler ve beyoğulları çıkmış ve bunlar veraset yoluyla hükümdarlık etmişlerdir. Ayrıca, İran’ın Karabağ Vilayeti’nde oturan 24 Kürt topluluğu ve aşireti daha vardır; bunların sayısının 24 oluşu, kendilerinin de «Yirmidört» adıyla Un yapmaları­ na yolaçmıştır. Şah Tahmasp döneminde bu topluluğun beyi, Ahmed Bey bin Pertal Oğal adında biriydi. Ken­ disi savaşta ve barışta, hazarda ve seferde, 30.000 kadar süvariye ulaşan ordusuyla birlikte Şah’ın yanında bulu­ nuyordu. Horasan’da da başka bir Kürt aşireti vardır ki, bun­ lara Kel (Kil) denir. Bunların Şah Tahmasp devrindeki beylerinin adı Şemseddin Bey’di. öte yandan İran’da, pek tanınmayan daha başka birçok Kürt toplulukları da vardır. Fakat onların hepsi­ nin burada anlatılması uzun sürer ve yerimiz buna dar gelir; bu nedenle onları anlatmaktan vazgeçiyoruz. Ta­ pınılan Padişah olan Allah’a hamd olsun. BİRİNCİ DAL Siyah Mansur Beyleri Hakkındadır 960(1553) yılında Şah Tahmasp, bu aşiretin beyle­ rinden birinin Halil Bey adındaki oğlunu alarak kendi sarayında eğitilmesine ve yetiştirilmesine önem verdi. Sonunda Halil Bey «Han» unvanını haketti ve «Halil Han» diye adlandırılmaya başlandı; kendisine bütün Iran Kürtleri’nin Beylerbeyi görevi verildi; ve kendi aşireti Siyah Mansur’la daha önce kendi beylikleri bulunan di­ ğer Kürt’lerin yönetiminden başka, Kürt aşiretlerinden 24 topluluğun daha işlerini ve yönetimlerini eline aldı. Bun­ lara Sultaniye, Zencan, Ebher, Zerinkemer (Zerinkemer) ve Azerbaycan ile Irak arasında daha birkaç nahiye ver­ di. Kendisine, 3.000 Kürt süvarisiyle birlikte Kazvin ve Tebriz arasında kalması ve bu süvariler aracılığıyla o önemli sınır ve yörelerde muhafızlık yapmak ve güven­ liği korumak görevlerinde bulunması için emir verildi. Halil Han bunu en iyi şekilde yaptı; şanı yüceldi ve ünü uzaklara gitti. Bunun üzerinden birkaç yıl geçmişti ki, Halil Han’­ ın çevresinde yaman Kürt’lerden büyük bir topluluk meydana gelmişti. Bu durum da, işlerin güçleşmesine, ge­ nişlemesine ve dizginlerin Halil Han'ın elinden çıkması­ na yolaçtı. Halil Han, artık Şah’ın kendisinden bekledi­ ğinin tersine olarak davranmak zorunda kalıyordu. Çün­ kü Kürt’ler orada burada saldırıya geçip dolaşmaya, çev­ reye akın etmeye, gidip gelen tüccar ve işi olanlara zarar vermeye başladılar. Bunun üzerine bunlar sözbirliği ede­ rek şikayetlerini Şah Tahmasp’a sundular. Şah bu duru­ ma çok gücendi ve derhal, Halil Han’ın yönetiminde bu­ lunan bölgeleri elinden aldı; yalnız Irak Vilayeti’nin aşa­ ğı bölgesini kendisine vermekle yetindi; ayrıca kendisini Horasan’a gidip oradaki sımrkuı beklemek zorunda bı­ raktı. Böylece Halil Han’ın izzeti, yerini zillete ve küçül­ meye bıraktı ve günleri geçip gitti. Kendi aşiretinden baş­ ka, çevresinde toplanmış olan Kürt’ler çevresinden ayrılıp darmadağın olup oraya buraya gittiler. Kendisi ise yalnız aşireti Siyah Mansur’la birlikte yeni görev yerine gitti; orada ölüm kendisini yakalayıncaya kadar kalarak H o­ rasan sınırlarının yönetiminde bulundu. Kendisinden sonra yerine Şah Sultan Muhammed’in emirnamesiyle oğlu Devletyar geçti ve kendisine Devletyar Han unvanı verildi. Osmanlılar’ın Azerbaycan vilayeti'ni istila etmeleri şuasında, İran hükümeti bu Devletyar Han’ı Azerbaycan smularmm savunması için komutan ta­ yin etti ve Şah Sultan Muhammed’in bir emirnamesi gere­ ğince kendisine Kerşeb, Zerinkemer (Zerinkemer), Secas, Zencan, Sorluk, Qeydar (Kaydar), Şebistan, Enguran, Yu­ karı ve Aşağı Qancuqe (Kancuka) ülkelerinin hepsi veril­ di. Buralar geçmiş günlerde, Kürt’lerle Kızılbaş’lar arasın­ da yapılan çarpışmalar sonucunda yıkılıp viraneye dön­ müştü. Devletyar Han buraları yeniden imar edecek ve tam bağımsızlık ve özgürlük içinde buralarda hüküm sü­ recekti. Devletyar Han hemen bu nahiye ve şehirlere gitti; K et- şeb Nahiyesi'ni hükümdarlığının başkenti ve Hükümetinin merkezi haline getirerek orada sağlam bir kale ve güzel, sağlam bir şehir kıırdu. Bu durum kendisinde gurur ve ihtiras doğurdu ve bu yüzden bağımsızlık, özgürlük ve başkaldırma fikrini aklından geçirdi. Bunun üzerine Şah Sultan Muhammed, kendisine karşı bastırıcı bir saldın hazırlamaya başladı. Devletyar Han bu hazırlığı haber alınca, isyanda ve başkaldırmada daha da ileri giderek Enguran ve Şebistan. bölgesinde derhal büyük bir kale kurmaya başladı. Bu sıra­ da Şah Sultan Muhammed, Devletyar Han’ın ayaklanma­ sını bastırıp kendisinin yakalanması için, Veli Halife’nin oğlu Mürşid Kulihan Şamlu'nun komutası altında 6.000 süvariden kurulu bir askeri birlik gönderdi. Bu birlik adı geçen o ülkeye varır varmaz, komutanı Mürşid Kulihan, Devletyar’m kahraman adamlarından bir toplulukla birlik­ te kapanmış olduğu kaleyi kuşattı. Fakat Devletyar Han bir gece ansızın düşmana saldırdı ve korkunç bir savaşın to­ zu dumanı arasına dalarak, nadir rastlanan cesur davra­ nışlar ve üstün bir yiğitlik gösterdi. Bunun sonucu olarak düşman ağır bir yenilgiye uğradı ve Mürşid Kuli, Kızılbaş topluluğuyla birlikte durup bakmadan kurtuluşu kaçmak­ ta buldu. Devletyar Han da onları şiddetle ve amansız bir şekilde kovalıyordu. Bunun sonucunda Kuli’nin birçok adamları öldürüldü, bir kısmı da esir düştü; malları, çadırlan ve ağırlıkları yağma edildi ve toplulukları bütünüy­ le darmadağın oldu. Hatta denilir ki -ve bu sözler halk ara­ sında meşhurdur-: Devletyar’m yaşlı annesi o çetin günd» eğersiz bir atın sırtına binerek, yenilmiş düşmanın peşinden koşturuyor ve sesinin çıkabildiğince, «her şeyden önce da­ vullarını alın, davullarını» diye bağırıyordu. Bunun üzeri­ ne Kürt kahramanları hemen düşmanın yedi birliğini sara­ rak davullarını ve kemerlerini aldılar ve kaleye getirdiler. Bu durum, bu Kızılbaş Acemleri, utançlarından ve Şah Abbas’ınC40I) korkusundan ülkelerine dönmekten alıkoydu. Bu yüzden, Geylan tarafına gidip oranın Valisi Han Ahcned’e iltica etmek zorunda kaldılar. Han Ahmed ilticaları­ nı kabul etti ve kendilerini iyi karşıladı. Fakat Şah, bir­ kaç gün sonra onları Han Ahmed’den istedi ve hepsini teslim alarak, bazı suçlularla birlikte Kazvin’de idam; ettirdi. ö te yandan bu korkunç olaylar ve bu parlak fetih­ lerden sonra Devletyar Han’ın gönlüne gurur ve kendini beğenmişlik duygusu girdi. Bunun üzerine, kendisine kötü­ lüğü emreden nefsi, ona ülkesinin sınırlarım genişletme he­ vesi verdi. Devletyar Han Irak Vilayeti’nin işlerine de ka­ rışmaya Sultaniye ve Ebher şehirlerini istila etmeyi düşün­ meye başladı. Şah Abbas Devletyar'ın bu niyetlerini öğrenince, Kızılbaş’lardan olan Şamlu aşiretini, Ağzıvar Han’ın" toru­ nu Mehdi Kuli Sultan’ın komutası altında Devletyar’ın üzerine yürümekle görevlendirdi. Bunlar aniden ve hızla, askerlerini terhis etmiş ve adamlarını, hizmetçilerini, mai­ yetini etrafa dağıtmış olan Devletyar'ın üzerine yürüdüler. Bu durum karşısında kendisi, birkaç adamıyla birlikte, he­ nüz burçları ve şerefeleri tamamlanmamış olan kalesine ka­ panmaktan başka çare bulamadı. Saldırıya geçenler kaleyi hemen kuşattılar; sonra da Şah Abbas’a haber göndererek işin içyüzünü bildirdiler. Bunun üzerine Şah Abbas bizzat kalkıp hızla, uçarcasına kaleyi kuşatmaya ve düşmanıyla1 döğüşmeye gitti. Fakat Devletyar Han, Şah’m kalabalık maiyetiyle birlikte kuşatmayı başlatmak için geldiğini ha­ ber alınca, eli böğründe kaldı ve şaşkına döndü. Sonra şart­ lara boyun eğerek itaatini sunmaya karar verdi ve aczini, suçluluğunu itiraf etti. Böylece kendini, görünen tehlikeye (401) Y u k an d a , ask erleri gönderenin Ş ah S u ltan M uham m ed olduğu belirtildi. Bu a ra d a kendisi ölmüş, Ş ah A h . b as b aşa geçm iş olabilir. (M .E.B.) ve muhakkak muhataraya attı. Şah kendisinin ve yanında buhınan askerlerinden 300 kadar ileri gelen subayının der­ hal yakalanmalarını emretti ve onları zincire vurdurdu. Arkasından Devletyar Han’ın mallan, çocuklarının, aile­ sinin ve öteki adamlarının yiyecekleri talan edildi. Bundan kısa bir süre sonra Devletyar Han’a idam hükmü uygu­ landı. Böylece gururunun ve ihtirasının sonucu olarak bu f a n i ve aldatıcı dünyadan göçüp gitmesi mukadder oldu. İKİNCİ DAL Çegnî Beyleri Hakkındadır Bu aşiret öteki İran Kürtler'inden, aşırı cesareti, tam yiğitliği ve atılganlığıyla ayrılmaktadır. Bu Çegnîler arasın­ da, kendi soylarından, yönetimlerini ve reisliklerini eline alacak bir Bey kalmadığı için, bunların hepsi ülkelere da­ ğıldılar ve birlikleri bozuldu; Irak ve Azerbaycan vilayet­ lerinin şehirlerinin çoğuna dağıldılar. Çevrelerine saldır­ maya, yolcuların ve tüccarların yollarını kesmeye başladı­ lar. Bu durum, halkın ayaklanmasına, gücenmesine ve öf­ kelenmesine sebep oldu; halk bağırıp çağırmaya, şikayet seslerini yükseltmeye başladı ve Şah Tahmasp’m Sarayına giderek adalet, insaf, zulmün kaldırılmasını ve intikamları­ nın alınmasını istediler. Bunun üzerine Şah, durumu biz­ zat soruşturmak zorunda kaldı ve kendisine sunulan şika­ yetlerin doğru olduğunu anladı. Çünkü bu başkaldırıcılan n zulmünün haberleri kesinlikle inandırıcı olacakulerecede yaygınlaşmıştı. İşte o zaman Şah, bütün Hükümet görevlilerine ve bütün İran halkına, nerede olurlarsa olsunlar, bu aşiretin her ferdinin üzerine atılmalarını, onu öldürmelerini, soy­ malarını, İran Şahlık ülkesinden çıkarmcaya kadar kova­ lamalarını emretti. Bunlar istedikleri yere gitsinlerdi. On- (ardan ülkede kalmaya ve oturmaya çalışan herkes, canını ve malım ölüme ve yağmaya uğratacaktı. Bu büyük emir ve hiddetli durum karşısında, bu aşi­ retin 500 kadar ileri gelen ve reisleri göçedip Horasan yo­ luyla Hindistan’a gitmeye karar verdiler. Horasan’a vardık­ larında, o zamanki Horasan Valisi Kazakhan Tekelu Herat’ta bulunuyordu. Bu vali Şah Tahmasp'tan her zaman korkuyor ve asla kendisine güvenemiyordu. Bu nedenle, bu aşiretin kendi ülkesine gelmesi fırsatından yararlanarak on­ ları kendi hizmetine katılmaya çağırdı ve kendilerine ilgi gösterdi. Sonunda Kazakhan’ın işi Safevi Masum Bey tarafından bitirilince, Çegnî aşireti, Gûr ülkesi Gürcistan(402) vilayetine göçetmek zorunda kaldı ve orada toplanarak birlik ve güç sahibi oldu. Bu topluluğun haberini alınca ve üstün cesaret­ leri, nadir rastlanan cüretleri, karşılaştıkları tehlikelere ve muhataralara girişkenlikle atılmaları sayesinde ulaşmış ol­ dukları durumu öğrenince(W3), muhafızlarının yüksek rüt­ beli subaylarından ve bu aşiretin beylerinin soyundan olan Bıdağ Bey adında birisine yüksek komutanlık rütbesi ver­ di ve kendisini bu aşirete Bey olarak gönderdi. Ayrıca ken­ dilerine, büyük Horasan ülkesinden geniş bir bölge verdi. Böylece bir defa daha şanları yüceldi, durumları ilerledi ve düzene girdi; sonunda bu ülkede durumun dizginini el­ lerine aldılar. Özbek Abdullah Han’ın oğlu Abdülmümin Han, 1001 (1503) yılının aylarından birinde, 30.000 askerden kurulu ağır bir orduyla, Koçan Kalesi’ni istila etmek ama­ cıyla Bıdağ Bey'in üzerine yürüyüp, Bıdağ Bey’in de için­ de bulunduğu kaleyi kuşatınca, Haşmetlu Şah Abbas Bıdağ Bey’in yardımına koştu. Bunun üzerine kaleyi kuşatmış (402) B ugünkü A fg a n ista n ’ın b ir bölgesi. (M.E.B.) (403) Safevi M asum B ey‘1 k a s te ttiğ i an laşılm ak tad ır. (M .E.B.) olan Abdülmümin Han kuşatmayı kaldırmak ve hayal kı­ rıklığına uğramış olarak ülkesine dönmek zorunda kaldı. Şah, Bıdağ Bey’i şahane ihsanlarına ve yüce taltif­ lerine boğdu; çocuklarının, oğullarının kadirlerini yükselt­ ti; bunların beşini, o geniş ülkede beylik ve hükümdarlık makamlarına getirdi; Bıdağ Bey’in rütbesini de, orada ülkenin bütün hükümetlerini ve yönetimini kontrol edecek şekilde beylerbeyliğe yükseltti. Şah, bundan sonra uğur ve zaferle Irak Vilayeti’ne döndü. Bıdağ Bey hâlâ Abba­ sî Sarayı‘nınC404) büyük beylerinin safında ycralmaktadır. ÜÇÜNCÜ DAL Zengine Beyleri Hakkındadır Ba Zengine aşireti Şah Ismail-i Safevi zamanında yüksek rütbelere ulaşmış ve emsali Kürt aşiretleri üzerinde bir imtiyaz kazanmıştı. Beylerinin soyu tükenince ve onlar­ dan kimse kalmayınca, aşiret parçalanıp dağılmak, onar yirmişer kişilik gruplar halinde, Irak ve Horasan’daki Kı­ zılbaş beylerinin hizmetine iltihak etmek zorunda kaldı. Bir kısmı da Şahlık Muhafız Birliği’ne (Korciyan) iltihak etmeye muvaffak oldu. DÖRDÜNCÜ DAL Pazukî Beyleri Hakkındadır En yaygın rivayetler diyor ki: Haberleri nakledenler, Pazukî beylerinin aslında Sıvvedî (Sıvidi) aşireti arasından gelme olduklarında müttefiktirler. Bazı eski rivayetçiler ise bunları, İran Kürtlcri’nden saymışlardır. Hangi rivayet doğru olursa olsun, onlar Türkmen ve Kızılbaş sultanları (404) A b b as'a m ensup sa ra y , S ah A bbas’m S aray ı. (M -E Jî.) zamanında Kiği, Erciş, Adilcevaz, Eleşkird hükümetlerinin yönetiminde bulunuyorlardı. Pazukî aşireti birçok koyun ve öteki hayvanlara sar hiptir. Onların belli bir mezhebi yoktur. Dinin emirlerine uymakta, iyiyi tavsiye ve kötüden caydırmada müsamaha­ kar davranmaktadırlar. Beyleri ise Halidbeylu ve Şekerbeylu diye iki kola ayrılmaktadırlar. Halk arasında yaygın olduğuna göre, bunlardan beyliğe ilk geçen, Hüseyin Ali Bey olmuştur. Onun da iki çocuğu vardı: Şehsüvar Bey ve Şeker Bey. Şehsüvar Bey bin Hüseyin Ali Bey: Bu Bey, Akkoyunlu Devleti’nin binasının çökmesin­ den sonra, Bedlis Hükümdarı Emîr Şeref'in hizmetine gir­ di. Oğlu Halid Bey de Şah Ismail-i Safevi’nin hizmetiyle şereflendi. Bir çarpışmada üstün cesaret ve nadir rastlanan yiğitlik eserleri gösterdi; o kadar ki, bileği mafsaldan kesil­ miş olduğu halde hâlâ savaşıyordu ve kolunu tedavi etmi­ yordu. Bu durura, Şah İsmail’in kendisine hayranlık duy­ masına, onu takdir etmesine vesile oldu; ve Şah kendisi­ ne, kaybettiği bileğinin yerine saf altından bir bilek yap­ tırdı. Halid Bey, bunun üzerine o günden itibaren «Çolak Halid» diye adlandırılmaya başlandı. Şah kendisini ilgisi­ nin ve iyiliğinin kapsamı içine aldı; ona ve kardeşlerin» Xıms (Hınıs) ve Melazkird bölgelerini, bunlara Uçkanmuş Nahiyesi’ni de katarak beylik yoluyla ve ikta’ olarak verdi. Şüphesiz Halid Bey son derece cüretliydi ve girişken­ liğin doruğundaydı; o kadar ki bu cüreti ve girişkenliği tehevvür ve ceberrutluk derecesine varıyordu. Bu yüzden, dünyanın geniş yüzüyle kendine dönmesinden ötürü, za­ mansız olarak gurura, kendini beğenmişliğe ve nefsine gü­ venmeye kapıldı. Örneğin yanma gelmiş olan dokuz Kürt ve Türkmen beylerini bir günde öldürdü. Sonra durumu gelişti ve bağımsızlığını ilan etti; saltanat iddiasmda bühı- □arak kendi adına hutbe okuttu ve yine kendi adına para bastırdı. Sonra Kızılbaş Sultan’ından yüz çevirerek Osmanlılar’m nüfuzuna girdi ve Sultan Selim Han’a itaat etti. Ne var ki, orada da durmak edebini korumadı. Bu yüzden sul­ tan kendisine öfkelendi ve Çaldıran Savaşı'ndan döndü­ ğünde, siyaset olarak öldürülmesini emretti. O da Rabbinin huzuruna kavuşarak iki erkek çocuğu bıraktı: Uveys Bey ve Veled Bey. Üç de kardeşi vardı: Rüstem Bey, Kubad Bey, Muhammed Bey. Rüstem Bey, kendisi ile, yanında Rojkan aşireti de bulunan Bedlis Hükümdarı Şeref Han arasında yapılan çar­ pışmada, Pazukîlerden bir grupla birlikte öldürüldü. Bu olay, Emîr, Şereften bahsedilirken detaylı olarak anlatıla­ cağı gibi, Rüstem Bey’in, Uçkanmuş’u beylik yoluyla yö­ netmesi sırasında oldu. Halid Bey’in öteki kardeşi Kubad Bey ise erkek çocuğu bırakmadan öldü. Kardeşi Muham­ med Bey ise, Emîr Aslan Bey adında bir çocuk bıraktı; Emîr Aslan Bey, Şah Tahmasp zamanında, Şahlık muhafız­ larının yüksek subaylarının safında bulunuyordu. Üveys Bey bin Halid Bey: Bu Bey, babasının ölümünden sonra Rum(405) Devleti’ne sırt çevirdi ve Şah Tahmasp’ın Sarayı’na iltica ederek onun tarafım tuttu. Bunun üzerine Şah kendisini taltif ede­ rek Adilcevaz beyliğini ona verdi. Durum üç yıl bu şekil­ de devam etti. Bundan sonra kendisiyle Tebriz Valisi Mu­ sa Sultan arasında şiddetli bir çatışma ve husumet başgösterdi; bunun sonucunda Musa Sultan Üveys Bey’in üzerine yürüdü ve kendisiyle mücadele etti. Bunun üzerine Üveys Bey Rum ülkesine kaçtı ve Kiği Şehrine yerleşti. Bunun haberi İstanbul’da Haşmetlu Sultan Süleyman Han’ın ku­ laklarına gidince, Üveys Bey’in çocukları ve kendisine bağ­ lı adamlarla birlikte öldürülmeleri ve başlarının Sultanlık eşiklerine gönderilmesi konusunda Dürzü Davud’a kesin emir verdh Dürzü Davud da bu görevi yerine getirerek, ferman gereğince Kiği şehrinde Üveys Bey’i, kardeşi Valid Bey’i, iki oğlu Halid Bey ve Elvend Bey’i öldürdü; yalnız iki kü­ çük oğlu Kılıç Bey ve Zülfikar Bey’i sağ bıraktı. Bunlar da Atak Hükümdarı Zırkanlı Ahmed Bey’e iltica ettiler. Ahmed Bey hemen üzerlerine merhametinin kanatlarım gerdi ve şefkatlerini genişletti; ayrıca durumlarını yüce Sultanlık Hazretleri makamına arzetti. Bunun üzerine ken­ dilerine, geçimlerini sağlayacak bir görevin verilmesi için yüce emir çıktı. Daha sonra büyüyüp gelişince ve gençlik zincirinden kurtulup erginlik çağına gelince, akrabaları ve aşiretleriyle birlikte derhal Acem ülkesine kaçarak Şab Tahmasp’m Sarayına iltica ettiler. Kılıç Bey bin üveys Bey: Kılıç Bey Şah Tahmasp’m Sarayına varınca, Şab kendisine, Arran Gencesi’ne bağlı Zekem Bölgesi HükUmeti'ni ve oradaki Pazukî aşiretinin beylik görevini verdi. Bunun üzerine dokuz yıl geçtikten sonra, Şah’ın Gürcis­ tan seferinden dönüşü sırasında ölüm kendisini yakaladı ve Rabbine kavuşarak, Üveys Bey adında küçük bir çocuk bıraktı. ZiiIBkar Bey bin Üveys Bey: Kardeşinin ölümünden sonra Pazukî beyliği görevi kendisine verildi ve Şah Tahmasp kendisini özel ilgisinin kapsamı içine aldı. Ne var ki, onun hayatının günleri de, gülleri ve çiçeklerin günleri gibi kısa vadeliydi ve çabuk sona erdi; ecelin serkeş rüzgarları onun hayatının yüksek ağacı üzerinde kasırgalaştı ve bu yüzden o günler büyük bir hızla sona erdi. Şair demiştir ki: «Ne mutlu o adama ki geç mutlu olur «Çünkü onun tam am lanm ası ömrün tamamlanması demektir «Şakayık geç açar, ama uzun zaman kalır «Lale ise çabuk açar, ama çabuk da kurur.» Zülfikar Bey’in erkek çocuğu olmadığı için Pazukî beyliği görevi kardeşinin oğlu Üveys Bey’e verildi; Yadi­ gar Bey de üzerine vasi tayin edildi. Fakat Üveys Bey’in annesi, oğluna bir kötülük yapabilecekleri endişesiyle ev­ hama kapıldı ve Yadigar Bcy'den korkmaya başladı. Bu yüzden, oğlunu, beyliği terketmeye şevketti ve onu Kazvin’e götürerek Şah Tahmasp’ın Sarayına iltica etti. Yadigar Bey bin Mansur bin Zeynel bin Şeker bin Hüseyin Ali Bey: Üveys Bey’in annesi oğlunu Pazukî beyliğinden uzak­ laştırdığı zaman, Pazukî topluluğu, ileri gelenlerinin de tas­ vibiyle, Şah’m emirnamesi gereğince Yadigar Bey'in baş­ larına Bey olarak tayin edilmesi ve Eleşkird Hükümeti’nin kendisine verilmesi konusunda sözbirliği etti. Öte yandan Yadigar Bey sofu-meşrep ve dünya işle­ rine az önem veren bir adam olduğu, vakitlerinin çoğunu dervişlerle, şeriat işlerinde gevşek davrananlar ve gelenek­ leri korumayanlarla geçirdiği için fazilet sahiplerinin, iş­ lerde akıllı ve basiretli olanların gözünden düştü. Fakat kendisi son derece cesur, iyi ahlaklı, cömert ve iyiliksever­ di. Bu durum, Pazukî aşiretinin zenginleşmesini, birçok mal edinmesini, ve bu aşiretin çevresinde 2.000’den fazla Kürt ailesinin toplanmasını sağladı. Şehirler ve köyler ba­ yındır hale getirildi ve Eleşkird bölgesinin her tarafında ekinler ekildi. Bütün bunlar, halis muhlis Pazukî olduk­ larını iddia ediyorlardı. Bu durum 15 yıl sürdü. Yadigar Bey bu süre içinde mutlu, gönül rahatlığıyla, Rabbine ka­ vuşuncaya kadar beylik görevinde bulundu. Niyaz Bey bin Yadigar Bey: Şah Tahmasp, Pazukî ve Eleşkird beyliği, görevini, babasının ölümünden sonra bu Beye verdi. O da bid’atlere uymakta, sünneti önemsememekte, gelenekleri çiğnemekte babasının yolunu izledi. Hatta bundan daha da ileri gitti ve dine aykırı işlerde, büyük günahlar işlemekte aşırılığa vardı. İş o dereceye vardı ki, Osmanlı sınırlarının valileri ve görevlileri Şah Tahmasp'a haber göndererek şöyle de­ diler: «Kızılbaşlarm uyguladıklar terbiye kuralları, tutum ve şiarlara bağlılık, eğer şimdi Pazukî, Xınıslu (Hınıslı), Çemişkezek ve diğer aşiretlerin yaptıkları işlerse; bunları İslamiyetten saymamıza, hatta onlara Müslüman adı ta­ kılmasının layık ve yerinde olmasına imkan yoktur.» Bu durum karşısında Şah Tahmasp derhal Xınıslu Maksud Bey’i ve o sınırdaki diğer beyleri görevlerinden uzaklaştırdı; sonra Xımslulardan bir topluluğun öldürülme­ sini, Maksud Bey’in ünlü Alamut Kalesi’nde tutuklan­ masını, ayrıca Niyaz Bey'in de beylikten uzaklaştırılmasını ve beyliğin Kılıç Bey diye adlandırılan Üveys Bey’e veril­ mesini emretti. Şah Tahmasp Allah’ın rahmetine kavuşup İran tacı Şah Sultan Muhammed’e geçinceye kadar Niyaz Bey bu durumda kaldı. Şah Sultan Muhammed Pazukî beyliğini iki kısma ayırdı: Şeker Bey’in soyundan olanların (Şekerbegiyan) başkanlığını Niyaz Bey’e verdi; diğer kısmı ise Kılıç Beyin maiyetine geçti. Niyaz Bey daha sonra Sultan Emîr Han’­ ın nüfuzuna boyun eğdi. Ayrıca Kılıç Bey, «Halidbegiyan» -denilen Pazukîlerin hepsinin çevresinde toplanmasından sonra, Tokmak’ın emrine girdiğini ilan etti. Böylece Eleşi i r d bölgesi iki kısma ayrılmış oldu. Niyaz Bey o sınırlarda ve ülkede, ünü meclisleri ve kulakları dolduran üstün cesaret eserleri ve nadir rastlanan yiğitlik alametleri gösterdi; Sonunda, Şirvan’da Emîr H a n ­ la Lala Paşa arasında yapılan ve Emîr Han’m yenilgisiyle sonuçlanan çarpışmada, Kura Nehri’nin kollarından biri olan Kana Irmağı'nda boğularak şehit oldu. Daha önce de geçtiği gibi, Kılıç Bey lakabıyla anılan Uveys Bey’i annesi, Yadigar Bey’in beyliğe göz dikerek oğluna bir kötülük yapabileceği korkusuyla, Pazukî beyli­ ğinden uzaklaştırmış ve Kazvin’e götürmüştü. Şimdi de cna ek olarak diyelim ki: Şah Tahmasp kendisini Şahlık muhafızlarına kattı ve 20 yıl kadar, yüksek rütbeli su­ baylarla birlikte eğitilmesine önem verdi. Sonunda, kamu işlerini yönetmek için gereken iyi yetenek ve tam yeterlilik­ te benzeri ve emsali beylerden ve komutanlardan üstün bir duruma geldi. Bunun için, Niyaz Bey'in, kendisine isnat edilen suçlamalardan ötürü azledilmesi sırasında, Pazukî beyliği ile Eleşkird Hükümeti kendisine verildi. Uveys Bey bir süre bu görevi ve Hükümet işlerini en iyi şekilde yaptı. Bu süre içinde, Rafızîler’in ve dinsizlerin, bu kavim arasında yayılmış, hatta aralarında kök salmış olan gelenek ve öğretilerini ortadan kaldırmaya muvaffak oldu; Müslümanlık şiarlarını yeniden ve gerektiği gibi orta­ ya çıkardı; îslamiyetin öğretilerinin ve parlak şeriatın kural­ larının uygulanmasında şevkle çaba harcadı. Sonunda Şah Tahmasp sultanlık şartları vc ahitlerini bozunca, Eleş­ kird ülkesi eski yıkık durumuna tekrar gelince ve geçmiş zamandaki Lut ve Âd ülkeleri gibi bomboş kalınca; bura­ nın kabileleri ve aşiretleri, «aslandan kaçıp alabildiğine ko­ şan eşekler gibi»(406) etrafa göçettiler. Fakat Pazukî beyli­ ği, Emîr Han’ın tedbiri ve iyi yeteneği sayesinde iki kısma ayrıldı. Kılıç Bey’in hakları ve beylikleri, Nahcivan çevre­ lerinin ürünlerinden ve gelirlerinden tahsis edilip verildi; kendisi şimdi Çukursa'd’da Tokmak Han’la birlikte vakit­ lerini geçirmektedir. Oradaki Şahlık sınırlarında kendisinin büyük hizmetlerinin eserleri görülmüştür. Öte yandan 993 (1585) yılında Osman Paşa, işgal amacıyla Tebriz’e yöneldiğinde ve büyük İslam ordusu, «Haramibulağı» denilen yere indiğinde, Tokmak Han, Ali Kuü Han Ficoğlu(W), Esmahan Şamlu ve diğer komutan ve ileri gelenlerin kuvvetlerinden kurulu bir Kızılbaş ordusu, Ebne diye adlandırılan yerde, tesadüfen, Cağaloğlu Sinan Paşa komutasındaki muzaffer Osmanlı ordusunun öncü kuvvetlerini buldu. Hemen iki taraf arasında çarpışmalar başladı ve kızıştı; bela ve ölüm deryasının dalgalan birbi­ rini dövdü. Ve bu dalgalardan biri Kılıç Bey’i alarak ölüm girdabında boğdu. Osmanlılar tarafından, Pınyanışlı Şah Kuli Bılelan’ın (Bılilan) oğlu Koçi Bey denilen bir kişi ona doğru ilerleyerek başını kesti ve Osman Paşa'ya götürdü, bu yaptığının karşılığında da Sultan’m taltiflerine nail ol­ du. Kılıç Bey, imam Kuli Bey adında bir çocuk bıraktı. Kendisi başlangıçta Kızılbaş komutanlarının, özellikle Erdebil Valisi Zülfikar Han Karamanlu’nun hizmetindeydi. Sonra Şah Abbas kendisini özel muhafızlanndan yük­ sek rütbeli bir subay olarak tayin etti. ö te yandan Pazukî'lerden bir grup, Dmbılî beyleriyle işbirliği yaparak Nahcivan’dan Osmanlı Saltanatı eşikle­ rine geldi ve onlara boyun eğişlerini, itaatlerini sundu. Bu­ nun üzerine bu gelen aşiretin beyliği ile Eleşkird’in nahiye­ lerinden biri, Osmanlı Serdarı Ferhad Paşa’nın Divanından, Okçuoğlu İbrahim Bey adında bir kişiye verildi. Fakat İbrahim Bey iki yıl sonra bu görevden azledildi. Dördüncü Safha Ba satırların Yazarının Babalan ve A talan Olan Bedlis Hiikümdarlan Hakkındadır. Bir Giriş, Dört Kısım ve Bir Ek Kapsamaktadır* ■ Giriş Bedlis Şehri, Kalesi, Kurucusunun Kim Olduğu ve Kuruluş Sebebinin Ne Olduğunun Açıklanması Hakkında­ dır: Şiir: «De ki ey söz, nedir kimyan senin? «Ve kimdir kimyanı ayarlayan senin? «Nice nakışlar işlemişler senden «Henüz bir harf bile telaffuz etmeden senden «Evin yanmışsa eğer, nerede karar kılıyorsun sen?' «Yok başıboşsan eğer, nerede diyarın senin? «Bizimle varsın gerçi sen, ama bizimle birlikte de­ ğilsin «Nakışlarım gösterirsin bize, ama görünürlerde yok­ sun (408) 24, 25 ve 26 No. lı n o tla r a bakınız. (M .E.B.) «Bilmem ki nasıl bir kuşsun bu güzelliğinle sen? «Bizden kalan bir hatıra varsa, işte o da sensin» Belde ve şehirlerin mimarlarının görüşlerince, kale ve hisarların mühendislerinin vicdanınca da açıkça bilin­ diği gibi, evrenin bir parçası olan dünyanın tarih tarafın­ dan anlatılması yükümlenilen garip durumlarım bulup ortaya koymak ve insanoğlunun başına gelen nadir olay­ ları çıkarmak, bunu her isteyen ve her irade eden kimse­ nin kolayca yapabileceği bir iş değildir. Bu kimse, ancak elden ele dolaşan kitapları araştırdıktan, doğruları yan­ lışlardan arıtmada ve derinlemesine inceleme yapmada aşamalar aştıktan sonra bunu yapabilir. îşte benim yaptığım böylesi bir araştırma ve böylesi bir meşakkatli çalışma, Bedlis'in, Rumî İskender’in'409* ölmez eserlerinden biri olduğunu kanıtladı. «Zinet EI-Kulub'410* adlı kitabın yazarı Hamdullah El-Müstevfî El-Kazvinî, Dicle ırmağı’nm kaynağının Iskender-i Zülkameyn'411* Kalesi’nde'412* olduğunu, Kürdis­ tan dağlarının öteki sularının da Meyyafarqîn dolayların­ da bu ırmağa döküldüğünü zikretmiştir.»'413* Bazı türkçe ve farsça eserlerde bu ad'414* «t» He'415* de yazılmıştır ki, bu yanlıştır; çünkü haberleri nak­ ledenlerin ve ünlü eserlerin sözleri, «Bedlis»in, İsken­ der’in adamlarından birinin adı olduğunu ve bu adamm kaleyi ve şehri yaptırdığı için kale ve şehrin kendi adıyla adlandırıldığını kanıtlamaktadırlar. Bununla birlikte Ka­ maş SözlüğU’nün yazarı, «Bedlis, havası ve suyu güzel (403) B üyük İskender. (M .E.B.) (410) D oğrusu «N üzhet El_Kulub»dur. (M.A.A.) (411) «İki boynuzlu» anlam ındaki «Zülkarneyn», A ra p la rc a İsk en d er için kullanılan la k a p tır. (M .E.B.) (412) Z ü lh am eyn K alesi, E rg a n i K alesi'dir. (M.A.A.) (413) T ırn a k la r içindeki sözler b aşk a b ir n ü shadan eklen­ m iştir. (M.A.A.) (414) Bedlis adı. (M.E.B.) (415) Y ani «Betlls» y a d a «Bitlis» olarak. (M .E.B.) olan bir yerin adıdır» diyor. Bazı yazarlar Bedlis şehrini Azerbaycan Vilayeti’ne, bazıları da Ermenistan Vilayeti’ne dahil etmektedirler. Hangisine dahil olursa olsun, Bedlis’in (Dördüncü lklim»de(416) olduğu konusunda, ufuklardaki büyük adamlar arasında sözbirliği vardır. Haberleri nakledenlerin ve eserleri taşıyanların an­ lattıklarının özü şudur: Büyük İskender Arap Irakı’ndaki Babil'den Rum tarafına yönelip Şattülarap kıyılarından geçerken, yanın­ daki bilginleri çevrelerden ve çeşitli yönlerden bu nehre akan bütün suları ve kolları, hafiflikte, hazme yarayışlı olmakta ve susuzluğu gidermekte hangisinin diğerlerinden daha üstün olduğunu öğrenmeleri için, denemeye tabi tutmakla görevlendirmeyi akimdan geçirdi. Bilginler bu deneme işine başladılar ve Bedlis suyunun Dicle nehrine karıştığı yere kadar gittiler; orada deneme taşını Bedlis suyuna attılar .O zaman anlaşıldı ki, Bedlis suyu, Dicle’­ c e dökülen bütün sulardan daha hafiftir. Bunun üzerine bu sudan afiyetle ve kana kana içtiler. O zaman İsken­ der'in yürüyüş alayı, bu nehirciğin, aynı zamanda yürü­ yüşe elverişli olan kıyısında yol almaya başladı ve Bedlis suyunun oluştuğu Küsür ve Rıbat sularının birleştikleri yere kadar ilerledi. Burada da yine bu iki suyu denemeye ve birbirine mukayese çtmeye başladılar; sonunda Küsür suyunun Rıbat suyundan tat ve hafiflikte daha iyi olduğu­ nu gördüler. Bunun üzerine bu suyun mecrasını izlediler ve nihayet suyun kaynağı olan bir pınara vardılar. Şiir: «Durudur o, tıpkı halvetlerde oturanların kalbleri gibi «Berraktır o tıpkı, iyi görenlerin gözleri gibi «Derindir dibi onun, öküz ve Balığa(417) dek ulaşır. (416) 29 No.lı n o ta bakınız. (417) E skiden, d ü n y ay ı s ırtın d a ta şıd ığ ın a İnanılan öküz ve balık. (M .E.B) «Bir ayna gibidir o, çevresindeki siyahlıklar ara­ sında «Çevresinde yetişip boy atan otlar «Bu aynanın örtüsü, yada çerçevesi gibidir tıpkı «Temmuzun zulmünden ve sıcaklığından, «Onun egemenlik alanına sığınmış ErbainC418) «öyle soğuktur ki o, içinde yıkman, yada dalan «Kımıldayamaz yerinden, donar çünkü «Bir zenci oradan geçse eğer «Ve yüzünün tozunu yıkamak istese o suyla «Kuşkusuz yüzünün tüm siyahlığım da temizlemiş olacak «Ve sen onun yüzünde kendini görebileceksin.» İşte, nehirlerin fışkırdığı o dağlar, o ağaçlık, yeşil tepeler İskender’in gözüne çok güzel göründü. Gözlerini sağa sola çevirerek sonunda delici bakışı, bir toprak par­ çasını gördü ki, zamanın ve feleklerin gözü, geçmiş çağ­ larda ve eski devirlerde, bunun bir benzerini görmemiş­ ti; hatta zamanların ve feleklerin kulakları bile, böyle bir yerin övgüsünü şarkı söyleyenlerin ağızlarından ve ha­ berleri nakledenlerin dillerinden işitmemişlerdi. Çünkü burası, gelişen zümrüt rengindeki otlarla çevriliydi; kenar­ lan ve ortası ise parıldayan çeşitli reyhan ve çiçeklerle be­ zenmişti. Dağlan, tıpkı Hızır Efendimiz -selam üzerine ol­ sun- gibi yeşil elbiseler giymiş; yüksek ağaçlan ise, renk renk gül ve çiçeklerden çeşitli nazik elbiseler ve boy­ lu hil’atlerle süslenmişti. Şiir: «Ilımlılığım ruhtan almıştır havası «Nemini de ab-ı hayat kaynağından «Toprakları bulut sulanyla yıkanmış «Üzerinde renk renk güller bitmişti «Zemini gül perdesinin altında gizlenmiş (418) K ış m evsim inin en soğuk 40 günü. (M.E.B.) «Ve serpilmiş laleler, güller, koncalar her yere «Gülleri, gülrengi yüzlü güzeller gibi latif ve nazik «Bülbüllerinin sesi de aşk esinleyen müzik sesi gibi «Boylu otlan bele kadar yükselmiş «Ağaçlan ise yeşillikler üzerindeki yeşil çadırlardır sanki «Bu ağaçların dallarına konan kuş rahat eder «Ve rahattan sevinerek uçar tekrar, kanat çırpa­ rak.» Sözün özü, bu diyarın iklimi İskender’i hayran bı­ raktı ve gözüne güzel göründü. Bu nedenle, dinlenmek ve hastalık giderici, hastaların şifa bulduğu bir esinti olan havasından yararlanmak için, birkaç gün geçirmek üzere, o Firdevs gibi yerde, adı geçen kaynak üzerinde konakladı. Eğlence ve saz meclisi kuruldu; şarap kasele­ ri şakilik yapan parlak ve aydın yüzlü güzellerin gümüşi elleri üzerinde dönüp dolaştı. Şarkıcıların ve musikinin hazin sesleri göklere çıktı. Bütün insanları sevinç ve mutluluk kapladı ve ferahlık, Büyük İskender'in yanında bulunan önde gelen ve sıradan kimselerden de artarak her tarafa ve her yöne yayıldı. Hatta halk tabakası arasında yaygın olduğuna ve dillerde, ağızlarda anlatıldığına göre, Iskenderde bir sü­ reden beri meydana gelen bir rahatsızsızlık vardı; başın­ da sığır boynuzu şeklinde bir kemik çıkmıştı ve en iyi doktorlar bile bunun tedavisinden ve giderilmesinden aciz kalmışlardı. Bu kemik, İskender’in bu eşsiz, bu la­ tif yerde birkaç gün geçirmesinden sonra yavaş yavaş ortadan kayboldu ve eseri kalmadı. Bedlis’te, hâlâ halk arasında «İskender Çeşmesi ve Pınarı» diye adlandırılan ve İskender'in sevdiği, şifa bulduğu bu yerin anısını ebedileştiren geniş, düz bir yer vardır. Derken İskender, Bedlis adındaki adamına, burada son derece sağlam ve sarp bir kale yaptırması için emir verdi ve şöyle dedi: «O kadar sağlam olsun ki, benim gibi bir kıral onu ele geçirmeye heveslenirse bunu yapamasın ve bundan tamamen aciz kalsın. Böylece bu kale­ nin adını kuşaktan kuşağa ve yüzyıldan yüzyıla ebedileş­ tirmiş olursunuz.» Bedlis, emre uyarak, Küsür vc Rıbat nehirleri ara­ sında, kaynaktan iki fersah mesafede, kale ve şehri kur­ maya başladı. Şimdiki Bedlis şehrinin ve bugünkü kale­ sinin işgal ettikleri yer işte burasıydı. Bedlis hem şehrin, hem de kalenin kurulmasını kısa zamanda tamamladı. Sonra İskender Iran fethinden döndüğünde Bedlis Kalesi’nin çevresine varınca, adamı Bedlis hemen kalenin kapılarını kapattı ve savaşa, döğüşmeye hazırlanarak ka­ leyi teslim etmeyi reddetti. İskender’in, kendisini teslim için ikna etmek konusunda harcadığı çabalar da boşa gitti. Çünkü Bedlis, İskender’in başvurduğu bütün elçileri ve uzlaşma yollarını geri çevirdi ve kalenin sağlamlığına güvenerek direnmekte İsrar etti. Bunun üzerine İskender, kaleyi bırakıp gitmek ve Bedlis’e karşı afla, müsama­ hayla muamele etmekten başka çare, bulamadı. İskender’in alayı kaleden ayrılıp şehirden bir gün­ lük mesafeye vardığında, kalenin kurucusu hemen çıktı ve kılıcını, kefenini boynuna asarak, kalenin kilk ve anahtarlarını da yanına alarak efendisine doğru gitti. Yapmış olduğundan ötürü büyük bir boyun eğiş ve çare­ sizlikle özür dilemeye başladı ve şöyle dedi: «Ey büyük fatih! Benim sana karşı isyan etmem ve başkaldırmam, senin daha önce vermiş olduğun bir işaretinle oldu. Çünkü majesteleri kaleyi kurmak ve şeh­ ri yaptırmak için bana emir verdiğin zaman, senin gibi büyük kıralların ve usta, ceberrut komutanların dahi fet­ hetmelerini imkansız kılacak derecede sağlam olmasını benden istedin. İşte ben de bunun için ve kalenin sağ- tamlığını, senin emrini ne derece uygulamış olduğumu ispat etmek amacıyla, bu cüreti gösterdim ve bu cüretli, bu çirkin davranışa girdim. Bununla birlikte b'en, fatih kiralımın emrindeyim ve efendimin beni müstahak gö­ receği cezayı da kabul etmeye hazırım.» Bunun üzerine İskender, adamı Bedlis’in sözlerim beğendi ve buna karşılık kendisini taltif ederek kaleye ve şehre «Bedlis» adını verdi; oranın hükümdarlığını ve top­ raklarının yönetimini de mülkiyet yoluyla kendisine ver­ di. Bununla Bedlis'in kadri yüceldi ve şanı yükseldi; Bedlis Kalesi’nin bulutları yaladığı gibi, onun şan ve şöh­ reti de bulutları yaladı. Öte yandan, Bedlis Kalesi genellikle geometrik şe­ killerden olan üçgen şeklinde olduğu için, o da genellikle felaketlerden ve değişikliklerden uzak kalmaz. Sözüne gü­ venilir rivayetçiler anlatıyorlar ki; eski zamanlarda Bedlis’te büyük yılanlar çıkmış ve bu yüzden Bedlis halkı büyük sıkıntıya düşmüştür. Sonunda bazı bilginler, ka­ lenin kapılarına, yılanların azalmasına ve gelip giden in­ sanlara zarar vermemelerine yardım edecek birtakım tıl­ sımlar koymuşlardır.v Orada hâlâ «Kapı Tılsımı» adıyla anılan ve duvardaki büyük bir taşın üzerine nakşedilmiş olup, elinde bir yılan bulunan bir insan şeklinde olan bir tılsım vardır. Bedlis şehri, bir yandan Azerbaycan ve Diyarbekir vilayetleri, diğer yandan da Ermenistan ve Rebia(419) vi­ layetleri arasında bir geçittir. Bunun için, iki mübarek Harem’i ziyarete giden hacıların birleştikleri bir yerdir; bunlar ister Doğu’dan, Türkistan, Hindistan, Horasan ve Irak'tan gelip İran’dan geçenler olsun; ister Cidde ve Zencibar yoluyla Batı’dan gelen seyyahlar olsun... Sö­ zün özü, Hata ve Haten(420) tüccarları ile Rus, Slav, Bul­ (419) 304 N o .lı n o ta bakınız. (420) H a ta ve H a te n eskiden D oğuda İki bölgenin adlarıydı. (M .E.B.) gar, göçebe Arap ve Acemler, ve bütün dünyanın her tarafından, her cins ve milletten dünyayı dolaşan ve ül­ keleri gezen diğer seyyahların, Bedlis’in «Delikli Taş»4 mdan mutlaka geçmeleri gerekmektedir. Bu taş, Bedlis’­ in güneyinde ve bir fersah mesafededir. Bu Delikli Taş aynı zamanda bir pınardır. Suları fış­ kırdıktan ve yeryüzüne çıktıktan sonra, günlerin geçme­ siyle suları donar. Böylece taş, gelip geçenlerin önün­ de güçlü bir set meydana getirir; artık onlar bu şeddi büyük güçlükle geçebilirler. Fakat, Bedlis Şehrinde, «Hatun Camii ve Köprüsü» adlarıyla bilinen bir cami ve büyük bir köprü yaptıran çağının hayırsever bir kadını, kayadan meydana gelmiş bu şeddi deldirmiş ve kervan­ ların, yolcuların bu delikli taştan gelip geçmelerine elve­ rişli olması için deliğini genişlettirmiştir. Bedlis kutlu ve kutsal bir yerdir; orada, Allah’ı t a - , nıyanlardan ve ermiş evliyadan olan birçok tasavvuf adamları ve şeyhler yetişmiştir. Vakıdî, Nevfel bin Abdullah'tan naklen şunları an­ latmıştır: «Ömer’in -yüce Allah ondan razı olsun- halife­ liği zamnmda, lyaz bin Ganm, 27 (649) yılında Diyarbekir ve Ermenistan’ı fethetmekle görevlendirildiğinde, Ah­ lat’ın o zamanki Hükümdarı Yustinyus adında bir ka­ firdi; Bedlis Hükümdarı ise Servend bin Yunus’tu. Muş ve Sason Kıralı ve Patriği ise Senasır adında bir kafir­ di. Fakat hepsinin önde geleni ve büyüğü, kızı Taron'u kendine veliaht tayin etmiş olan Ahlat Hükümdarı Yustinyus’tu. Feth El-Bilad(W) adlı kitapta da şunlar yazılıdır: «Bu kızın babası, kendisini, amcası olan Bedlis Hüküm­ darı Servend’in oğlu Bığuz’la evlendirmek istiyordu. Oy­ sa bu, kızın aşkma aykırı düşüyordu; *çünkü kız Sena(421) B elazurl'nln « F ü tu h el-B üldan» adlı k ita b ı olsa (M. A. A.) g ere k sırın oğlu Muş’u seviyordu. Bu prens güzel, parlak yüzlü, açık alınlı, iyi ahlaklı ve iyi kalbli bir gençti. Kafir hü­ kümdarların çocukları, Amed Valisi Darab oğlu Mer­ yem’i desteklemeye ve ona yardım etmeye koştukları sı­ rada, bu prenslerin arasında, babasının adına gelmiş olan Taron da vardı. Bu vesileyle sevgilisi Senasır oğlu Muş’­ la karşılaşınca şuurunu ve dengesini kaybetti; sonra da, küffar ordusunu terkedip Müslümanların karargahına gitmek konusunda kendisiyle gizlice sözbirliği etti. Böy­ lece îyaz bin Ganm’ın hizmetine girdiler ve Müslüman­ lığın nuru ile şereflendiler. Orada Taron ile Muş’un ni­ kahı da kıyıldı. Taron, sonra lyaz’ın adamlarıyla, hazırlanmış olan sağlam bir plan konusunda sözbirliği etti. Bu plan gere­ ğince Taron, babası Yustinyus'a kaçtı ve kendisine söy­ le dedi: ‘Muş beni Müslüman olmaya zorladı; ben de elverişli fırsatı bulunca onlardan kaçıp sana geldim.’ Bu­ nun üzerine babası müsterih oldu. Sonra fırsat gelince Taron babasını öldürdü ve Ahlat Kalesi’ni barış yoluyla Müslümanların askerlerine teslim etti. Bu durum, Bedlis Hükümdarı Servend’i de, Yukanna aracılığıyla, lyaz’a 100.000 altın para, Frenk kumaş ve ipeklilerinden 1.000 elbise, 500 Arab atı, 100 de şehir atı vermek şartıyla, Müslümanlarla barış yapmak zorunda bıraktı.» Şehrin şimdiki nüfusunun çoğunluğu Ermeni'dir. Şehir halkının Müslüman olanları İmam-ı Şafiî mezhebi­ ne mensuptur. Yalnız az bir kısmı hariç; bunların baba­ ları, Türk’lerin egemenliği sırasında, onlara uymak için Hanefî olmuşlardır. Vilayet halkı(422) ise bütünüyle Şa­ fiî Müslümanlardır; dindarlığa hevesli ve ibadetleri seven kimselerdir. Son derece cesur, cömert ve iyilikseverdir­ ler; misafirlere ve gelip geçen yolculara büyük ilgi gös­ terirler. Her Müslüman köyünde, hatta evlerinin sayısı üç-dördü geçmeyenlerde bile, her beş vakitte Islamiyetin emirlerini yerine getiren imamlı ve müezzinli, ibadete açık bir cami vardır; bu camilerde halk sürekli olarak cemaat­ le namaz kılmakta ve farzları, sünnetleri kılmakta asla kusur etmemektedir. Bunun içindir ki, çeşitli zamanlarda onlardan, özellikle o güzel şehir Bedlis’te son derece bil­ gili, kanaatkar, dindar ve faziletli insanlar çıkmışlardır. Bu faziletlilerden, biz şunları anlatalım: , 1 — En büyük mevtamız, dünyadaki mütahassıs bilginlerin önderi, ruhi erdemleri içinde toplamış, bü­ yük bilginlerden biri olan Mcvlana Abdurrahim Bediisi. Meiali(4U) kitabına son derece güzel bir açıklama yazmış­ tır. Ayrıca mantık ve Meanî(42'l) konularında, fazilet sa­ hipleri arasında ünlü olan eserleri vardır. 2 — Mevlana Muhammed Berkal’î. Bilginler ve fa­ zilet sahipleri arasında, fıkıh ve hadis bilimlerinde önder olarak ün salmıştır. Aynca Nahiv biliminde Hubaysî(G3) ve Hindi kitapları üzerine Bedlis Hakimi Emir Şerefin adına yazmış olduğu birer açıklaması da vardır; bu açıklama herkesin elinde bulunmaktadır. İşte bu bilgin de yine Bedlis şehrinde yetişmiştir. 3 — Araştırmacıların kutbu, incelemecilerin kanı­ tı, şeriatın durumunun koruyucusu, tarikat a d a m la rın ın önderi olan Şeyh Ammar Yasir. Bu, Şeyh Ebu Necibeddin EI-Suhreverdi‘nin müritlerinden ve Şeyh Necmeddin-i Kübra’nın -yüce Allah ruhlarını kutsasın- şeyhiy­ di. İşte bu da yine Bedlis şehrindendir. 4 — Fazilet ve irfan sahibi hazretleri Mevlana Httsameddin Bediisi. O da bilgisine uyan bilginlerden ve Allah’ı tanıyan mutasavvıflardandı. Tasavvuftaki tarika(423) M antık konusunda X IU . yüzyılda yazılm ış b ir kitap . (M .E.B.) (424) A rap edebiyatının b ir kolu. (M.E.B.) (425) Bu b ir y azm a h a ta sı olsa g ere k ; çünkü H ubaysl M an ­ tık k itabıdır. (M.A.A.) ti, Şeyh Ammar Yasir’e ulaşır. Riyazet ve nefsiyle yaptı­ ğı mücâdele ile tarikatta kemal derecesine erdikten sonra tasavvufta güzel bir yorum kitabı yazmıştır. 5 — Mevlana Hüsemaddin’in oğlu Mevlana îdris El-Hakîm(42i) Kendisi bir süre Akkoyunlu sultanlarının İnşa*427* görevini işgal etmiştir. Daha sonra Sultan Selim Han'ın meclisinin nedimlerinden olmuş; bunun üzerine şam yücelmlş ve kadri artmıştır. Sonra Sultan’ın Mısır gazası ve fethinde yamnda bulunmuş; orada Sultan’ı öv­ mekte dilini serbest bırakmış ve parlak kasideler yaz­ mıştır. Kendi durumundan şikayet ettiği şu beyitler, o kasidelerden birinin bir parçasıdır: «Cahillikten doğan akşamın geçersizliği ne zama­ na dek geçerli olacak? «Oysa sensin gerçek ve sahte üstünlüğün ölçüsü «Faziletleri içinde toplayan Mısır’dan bir arpa ka­ dar bile fazüet edinemedim «O Mısır ki, cahiller orada eşekler gibi çuvallarla cevher getirir «Meğer şu fakir için haram bir toprak oldu o Mısır «Çünkü ağaçlarından helal yoldan koparamıyorum ben «Hizmetimin karşılığı olarak, malik olmadığım şey­ ler aldım senin meyvelerinden «Senin içindi çünkü dostları ve ülkeyi terkedişim «Rum, Şam ve Kürt ülkeleriyle Diyarbekir’de «Soylu topluluklar var ki, hepsi çaresiz, perişan be­ nim gibi «Makam sahipleri aracılığıyla Padişaha arzetsem halimi «Şüphesiz defter gibi katlanır ve sarılıp kaldırılır (426) Ü nlü td ris-i Bediisi. (M-E.B.) (427) Y azıcılık. (M .E.B.) «Madem ki, faziletlerin toplandığı Mısır otağındır senin ey Şah! «Demek ki bilimleri içinde toplamakla ün salma­ ya layıksın «Akli, nakli ve edebi bilimleri «Fıkıh, tıp ve matematik bilimlerini kendinde top­ layan bir ağaçsın sen «öyleyse bilimlerin göğüne çıkmış bir kimse «Idris’in oraya yükselmiş olduğunu nasıl inkar ede­ bilir? »<428> Mevlana îdris, Osmanlılar’m eserlerini ve kanunla­ rını özet olarak kapsayan «Tarih-i Al-ı Osman» konu­ sunda farsça bir kitap yazmıştır. Bu kitap söz güzelli­ ğinde, cümle kuruluşu belagatinde, parlak ve selis giriş­ lerde son derece değerlidir. Diyebilirsin ki bu, parlaklık ve güzellikte bir benzeri olmayan bir kitaptır. Sekiz pa­ dişahın biyografisini ve durumlarını kapsadığı için kita­ bına Heşt Behişt(429) adını vermiştir. Kitap yaklaşık ola­ rak 80.000 beyitten meydana gelmiştir. Mevlana îdris’in nükteli sözler söylemek, hafıza sü­ rati ve güzel kavrayış örneklerinden biri şudur: Şah tsmail-i Safcvi Rafızilik mezhebini ilan edip yaymaya başlayınca ve resmi mezhep haline getirince, Mevlana İdris bu olayın tarihi konusunda amezheb-i na-hak»(430) demiş; bunun farsça anlamı «hak olmayan mezhep »tir. Bu söz yayılmış ve Şah İsmail’in kulağına kadar gitmiştir. Bunun üzerine, özel meclisinde olan Şirazlı Mevlana Kemaleddin Tabib’e, Mevlana îdris'e bir (428) Bu m ısra d a tev riy e v ard ır. Ç ünkü İdris, hem kendi adıdır, hem de göklere yükselm iş olduğuna inanılan İd ris P eygam berin adıdır. (M.E.B.) (429) «Sekiz Cennet» anlam ına gelir. (M.E.B.) (430) «Ebced H esabı» denilen h esaba göre y azılan bu tü r tarih lerd e h e r h a rf b ir sa y ıy ı tem sil eder. B u n a göre y u k arıd a k i sözden çıkan ta rih H icri 906 (1501) dir. (M.E.B.) mektup yazarak, bu tarihi koyanın gerçekten kendisi olup olmadığını sorması için emir vermiştir. Mevlana Kenaaleddin emri yerine getirerek, birçok edebi nükteler ve sanat inceliklerini kapsayan bir mektup yazmış ve Mev­ lana İdris’e göndermiştir. Mevlana İdris bu mektubu okuyunca, o sözü kendisinin söylediğini inkar etmemiş ve yazdığı cevabında şunları söylemiştir: «Evet, o tarihi ko­ yan benim; fakat onun terkibi farsça değil, arapçadır; çünkü ben ‘mezhebuna hak’(431) dedim.» Bunun üzerine Şah İsmail bu isabetli cevaba ve bu ince yoruma hayran kalmış; ve Mevlana’nın çağrılması, hazarda seferde ken­ disiyle birlikte olması için teşvik edilmesi konusunda cmir vermiştir. Fakat Mevlana bu çağrıya uyamayacağı­ nı, mazur görülmesini bildirmiş ve Haşmetlularına, ma­ zeretini, kendisine ve ailesine bağlılığını kapsayan bir ka­ side gönderdi. Biz bu kasideden şu beyitleri nakledelim: «Babalardan, atalardan beri senin ailenin hizmetçisiyim ben «Dedem dedenin hizmetçisiydi, kutsal yolda arka­ daşıydı «Babam da Haşmetlu Şah’m ikinci dedesinin öğ­ rencisiydi «Zahirî ilmini ondan aldı, içini de onun nurundan aydınlattı «Ben has kulunsa Şah Haydar’la olan yolum «Bendenizin onunla olan güzel ilişkilerimden ötürü şekerle sütün karışımı gibiydi «Ne güzel rastlantıdır ki Kur’an ayetlerinde de, (431) «M ezhebimiz h a k tır» anlam ın a gelen bu sczle, y u k a rı­ d a geçen «m ezheb-i na-hak» sözü arasın d a, ikisi de A rap harfleriy le yazıldığında, im la bakım ından bir fa rk y o k tu r; o sözü bu şekilde yorum layabilm esinin nedeni budur. (M .E.B.) «‘İsmail’ adı her yerde Bendenizin adıyla birlikte gelmiştir»*4322 6 — Eb’ül-Fadl Efendi bin Mevlana Idris. Son de­ rece faziletli ve akıllıydı. Sultan Süleyman Han zamanın­ da Rumeli defterdarlığı görevinde bulundu ve orada uzun zaman kaldı, iki seçkin oğlu vardı; fakat bu seçkinlikle­ rinin meyveleri henüz olgunlaşmadan ikisinden de yok­ sun kaldı. Bir gün İstanbul'da iki oğluyla birlikte gemiye binerek Galata tarafından geliyordu. Ansızın deniz dal­ gaları birbirine çarpmaya ve şiddetle kabarmaya başladı; bu nedenle gemi devrildi ve iki oğlu bunun kurbanı ola­ rak hain denizin dalgalan arasında boğuldular. İkisi de çocukluklarının baharında ve gençliklerinin başındaydı; ve bu fani diyardan beka diyarına henüz bir şey sunmamışlardı. Şiir: «Birinin gemisi, kendi kaçınılmaz tufanıyla battı­ ğında, «Kaderin karşıdan gelen pençesi suyun içinde yü­ zücünün elini kırar.» Bunun üzerinden uzun bir zaman geçmeden ölüm Eb’ül-Fadl’ı da yakaladı ve kendisi, müsterih, fakat iki aziz çocuğunun ayrılığından ötürü son derece üzgün ola­ rak Rabbinin huzuruna gitti. Bunlardan sonra erkek ço­ cuğu kalmadığı için soyu kesildi. 7 — Şeyh Ebu Tahir-i Kürdî. Bu da Bedlis’lidir ve Bedlis’in batısında bulunan Küsür mahallesinde gömü­ lüdür; parlak nurlara sahip mübarek türbesi gece gün­ düz ziyaret edilmektedir. Mevlana Nur El-MiIIe ve'd-Din Abdurrahman El-Camî(433), Nefehat adlı kitabında kendi­ sinden bahsetmiştir. (432) «Bendenlz»den kendini kastediyor. K u r'a n d a ad ları b irlik te geçen îd ris ve İsm ail İki P eygam berdir. (M .E.B.) (433) îr a n ’lı ünlü şair, m u ta sa v v ıf ve bügln. (M .E.B.) 8 — Şair Şükrî. Başlangıçta Türkmen beylerinin hizmetindeydi; sonra Bedlis Hükümdarı Şeref Han’ın hiz­ metine girdi. Bundan sonra durumu değişti ve sonunda Sultan Selim Han’m has meclisine girerek onun önde gelen nedimlerinden biri durumuna geldi. Bu yüzden, Türk Şairleri Tezkiresi’nin yazarı Latif Rumî, kendisini tezkiresinde anlatmıştır. Bu şair, Sultan Selim zamanın­ daki olayları üstün bir nazımla yazmış ve bunu çok' gü­ zel hazırlamış; adını da Selimname koymuştur. O da yi­ ne Bedlis‘lidir. Bütün bunları anlatmamızın amacı, Bedlis’in her zaman fazilet sahiplerinin ve bilginlerin toplandıkları bir „yer olduğunu, sanat ve edebiyat adamlarının merkezi ol­ duğunu açıklamaktır. Halen Şekeriye Medresesi’nde öğ­ retim yapan Mevlana Musa, 120 yaşında ölmüş olan de­ desi Mevlana Şah Hüseyin’den naklen bana şunları an­ latmıştı: Şeref Han ile, Şah İsmail tarafından Adilcevaz, Erciş ve Bargıri’nun muhafızlığıyla görevlendirilmiş olan Behram Bey Zulkadır arasında, Ahlat ve dolayları üze­ rine meydana gelen anlaşmazlık yüzünden çarpışmalar çıkınca, Şeref Han bunları püskürtmek ve defetmek için, Şeyh Emîr Bılbasî komutasında bir askerî birlik gönderdi; Bedlis'te bulunan öğrencilerden ve bilim adam­ larından 500 kadarı, din uğrunda cihat ve gaza yapmak amacıyla silahlanarak bu askeri birliğe katıldılar ve hep birlikte Erciş beldesine doğru gittiler. ö te yandan, Bedlis şehrinin havası ve iklimi güzel­ dir. Çevresini zengin bahçeler, sayılamayacak kadar bi­ nalar sarmıştır. Bedlis’te, Gök Meydan’a yakın bir yer­ de, Şeyh Haşan Xizanî (Hizani)nin oğlu ve Şeyh Abdul­ lah Bedahşanî’nin halifesi Şeyhülislam ve yaratıkların en hayırlısı Mevlana Abdülhallak’ın türbesi bulunmaktadır; halk tarafından ziyaret edilir ve onunla dualar kabul olunur. Onun tasavvuftaki tarikatının zinciri ise, Şeyh Rukneddin Alaüddevle El-Semnanî‘ye -Allah aziz sırrını kutsasın- ulaşır. İşte, onun Bedlis suyunu ve havasını öven mübarek şiirlerinden birkaç beyti, kutlulanmak için buraya alıyo­ ruz: «Bedlis ne Bedlis’tir bilir misin? utandırmıştır o Hızır suyunu(4,4) ve Isa nefesini C435) kendi su ve havasının yanında, öyle temiz ve pak bir yerdir ki o Bağ-ı Irem(436) ondan utanarak yok olmuş yeryü­ zünden öyle bir diyardır ki o, güzel havasından ötürü, ceylan, Haten(437) çölünden bir anda kurtulup oraya gelmek Ve miskini bu dağda ortaya koymak istedi. Fakat seher yeli dedi ki ona: Ne hatalı bir hayal bu! Çin miski o dağın toprağında yoğrulmuştur baştan­ başa Ve onun yanında seninki toprak değerinde kalır öyle bir temiz ve güzel toprağı var ki onun Seher yeli cennet bahçelerinden esip gelmişti Onun temiz toprağından biraz alıp cennete götür­ mek Ve onunla, siyah saçları örgülü hurilere övünmek için. Fakat orada ne kadar başıboş dolaştıysa da Temizliğin ta kendisi olan toprağından bir şey elde edemedi». Bu beldenin sakinleri, gerçi kış mevsiminde karla­ rın çokluğundan, soğuğun şiddetinden, rüzgarların ve fır(434) (435) (436) (437) H a y a t suyu, a b -ı h a y a t. (M.A.A.) İ s a ’nın ölüleri d irilten nefesi. (M.A.A.) K u r'arida d a ad ı geçen eski b ir şehir. (M.E.B.) 434 No. lı n o ta bakınız. trnalann esmesinden güçlük çekiyorlar; ama havasının güzelliği ve sağlığa elverişli oluşu, soğuğunun da dayanılabilecek oluşu, insanların şiddetli bir eziyet duymama­ larını mümkün kılmaktadır. Çünkü Bcdlis’te çok ve ucuz odun bulunur. O kadar ki, zengin fakir, beldenin yabancısı ile halkı arasında bir fark olmaksızın, bütün halkın odun elde etmesi mümkündür, örneğin bir katır yükü kuru odun, 12 Osmanlı akçasına alınabilir ki, bu da bir gümüş dirhem değerindedir. Hatta bu şehrin hamamları bile kuru odunla ısıtılmaktadır. Bazen kış ortasında, karların fazla yağması ve yer­ de donması yüzünden, yolun gelen gidenlerin yüzüne ka­ pandığı da olur. Bu nedenle eski sultanlar ve geçmiş hükümdarlar, buralarda oturan Müslüman ve kafirleri, yolu korumalarına ve kardan kapandıkça açmalarına kar­ şılık, şer’i vergilerden ve geleneksel ödemelerden muaf tutmuşlar; bu konuda hükümler, beratlar ve fermanlar çıkarmışlar; bunlar, gereklerine göre hareket edilmesi ve sonradan gelenlerden kimsenin bunlara aykırı davran­ maması için lanetlerle pekiştirilmiş; tekitlerle de belge­ lendirilmişlerdir. Bu ülkenin hükümdarları birçok cami, medrese, han, misafirhane, hamam, köprü ve kemer gibi hayır ku­ rumlan ve kamu yapılan kurmuşlardır. Bu cümleden olarak şehrin içinde yontma taştan 21 kemer vardır; gidip gelenler bunların üzerin­ den geçmektedirler. Şehrin 16 semti, sekiz(4M) ha­ mamı ve dört camii vardır. Bu camilerin biri eskiden Ermeni kilisesiydi vc İslam ordularının burayı ilk fethet­ meleri sırasında camiye çevrildi; bu cami şimdi «Kızıl Mcscid» adıyla bilinmektedir. Diğer bir cami de Selçuk­ luların eserlerindendir vc «Cami-i Köhne» adıyla bilin- mektedir; tarihi Kûfi yazısı(43,) ile yazılmıştır. Başka bir •ami daha vardır ki, Bedlis Hükümdarı Emîr Şemseddin tarafından yanındaki zaviye ile birlikte Gök Meydan'da yapılmış; bu müessesenin tümüne «Şemsiye» adı veril-1 mistir. Dördüncü cami ise «Şerefiye» adıyla bilinmekte­ dir; bunu, yanındaki zaviye ile birlikte Mardin Mahallesi’nde, bu satırların yazarı olan fakirin dedesi merhum Şeref Han yaptırmıştır. Bu camiler bugüne kadar namaz kılanlarla mamur olagelmiştir; müezzinleri, imamları, ha­ tipleri vardır; bunlara bol maaş verilmektedir. İslam fet­ hinden bu yana, Bedlis’te cemaat ve cuma namazlarının yükselttiği İslam şiarlarının kesilmiş olduğu bilinmemek­ tedir. Bcdlis’te beş bilim medresesi daha vardır ki, hepsi de, yüce Allah’a muhtaç olan bu güçsüz fakirin eserleri­ dir. «Hatibiye», «Hacıbegiye», «Şükriye», «Idrisiye» ve «Ihlasiye» adlarıyla bilinen bu medreselerin hepsini 999 (1591) yılında Şemsiye Zaviyesi'nin yakınında yaptırdım. Bu medreseler şimdi büyük fazilet sahibi ve edebiyat adamları olan öğrenciler, bilginler ve müderrislerle dolup taşmaktadır. Örneğin Şerefiye Medresesi’nde, Şafiî fıkhının dalla­ rını çok iyi bilmek konusunda, hadis ve tefsirde bir ben­ zeri bulunmayan Mevlana Hıdır Bibi(440) ders okutmak­ tadır. Yaygın olan inanca göre, onun yanında bir şey okuyan kimse okuduğunda mutlaka kemale erer. Ihlasiye Medresesi’nde de, Kürdistan bilginleri arasında yüksek himmeti ve yüce kadriyle tanınan Şeyh Şemseddin Mev­ lana Muhammed Şeranşî Hazretleri ders okutmaktadır. Kendisi, tefsir, astronomi, mantık ve kelam bilimlerinde tam bir yeteneğe sahiptir. Hacıbegiye Medresesi’nde ise ders okutmak, fıkhı çok iyi bilmek konusunda, kanaat­ (439) A ra p y a z ıs ın ın b ir şekil. (M .E .B .) (440) H ıdıriâ X izanl (H lzanlı H ıdır). (MA..A.) karlık, günahlardan sakınma, dindarlık ve bütün durum­ larında, bütün hareketlerinde dürüstlük ve doğruluk dal­ larına tutunmada benzeri az bulunan aynı zamanda mu­ tasavvıf olan Mevlana Muhammed Zırkî’ye aittir. İdrisiye Medresesinde ise «Melae Reşık», yani «Siyah Hoca» diye tanınan Mevlana Abdurrahman, Asitane’den elde et­ miş olduğu, hayat boyunca berattaki şartlar gereğince ders okutmaktadır. Bu da kendi bilim alanında en üstün bilginlerdendir. Bunlardan- başka fazilet, edebiyat sahipleri, zanaat ve meslek adamlarından da birçok kimseler vardır ki; 800 kadar dükkan ve mağazaya dağılmışlardır. Belde, yukarıda adları geçenlerden başka, şüphesiz daha birçok hayır kuramlarım içine almaktadır. Bunların bir kısmı merhum Hüsrev Paşa’nm, yani devletin mimarı, hayır ve yararlı işlerde başarı kazanmış, iyilikleri ve doğ­ rulukları kendinde toplamış, davul ve bayrak sahipleri­ nin sığınağı, fazilet ve bilim adamlarının ilticagahı, padi­ şahlık devletinin güvenilir adamı, Hakan Hazretlerinin güvendiği adam olan Van Beylerbeyi Hüsrev Paşa’nm eserleridir. Bunlar, pahalı mermerden yapılmış iki ha­ mamdan, gelip gidenler için yapılmış iki handan, iki ya­ na açılır iki kapısı bulunan 100 kadar dükkandan, iki tabakhaneden ve gelir getiren arazi ve bina gibi başka eserlerden meydana gelmiştir. Bunların hepsini Rahwa (Rahva) Zaviyesi’ne vakfetmiştir. Şüphesiz bu güzel yapılar, Bedlis şehrinde imar, parlaklık ve güzellik izleri meydana getirmiştir. Bu bü­ yük binaların ve güzel mimarlık eserlerinin tarihlerini de, o güzel şehrin, babalarından ve atalarından bu yana kuşaktan kuşağa yüksek mevkiier alan ve yüce rütbelere yükselen büyüklerinin çocuklarından ve kadınlarından biri olan faziletli Ustad, güzel konuşmacı, mütekabil edebiyatçı Muhammed Hassan Efendi «Binaye Xusrewane» (Bina-i Hüsrevane)(441) sözüyle(442) koymuştur. Bu hayır kurumlarmdan ayrı olarak, adı geçen Ve­ zir, iki büyük eser daha yaptırmaya girişti ve bunları kı­ sa zamanda, bütün halkın ikisine de hayranlığını kazana­ cak şekilde tamamladı; uzak yakın herkes tarafından ka­ bul gördü: 1 — Tatvan Köyü ile Bedlis Şehri arasındaki Rahwa (Rahva) îmareti’ni meydana getiren binalar toplulu­ ğu. Bunlar, kervanların indiği iki geniş han, yüksek sütunlu bir zaviye, zarif, ince yapılı bir hamam, göğüslere ferahlık veren ve imrenmeyle, sevinçle dolduran bir cami, Zanaatçılar ve tüccarlar için yapılmış on dükkandan iba­ rettir. Ayrıca, imar eserlerini ve halkın rahatı için ge­ reken vasıtaları çoğaltmak için, o yere, 12.000 zira’ mesafede bulunan bir çeşmeden duru bir su getirdi. Ora­ ya ayrıca, Müslümanlardan ve Hıristiyanlardan 30.000 kadar aile yerleştirdi. Sonra, buranın imaretinin devamı için, merhum Sultan Murad Han'ın ikta’ mülkiyeti yo­ luyla kendisine vermiş olduğu toprakları vakfetti. Bu top­ rakların geliri hâlâ, adı geçen imarete gelip giden yolcu­ lara verilen ekmeğe, çorbaya ve aydınlatma yağma har­ canmaktadır. Yolcuların her biri kendi kadri ve mevkiine ®öre büyük bir ilgiyle ağırlanır, örneğin bu hayır imare­ tine misafir olarak inen ve geceleyenlerin bir kısmı Türk, Tacik, Arap ve Acem beyleri ve ileri gelenleri; ayrıca öz­ gür, köle, uzak, yakın herkestir. Bedlis şehri ile Tatvan köyü arasında bulunan bu yerde gerçi birçok köy ve hanlar vardır ve karların fazla yağması, soğuğun şiddeti sırasında yolcular buralarda ba­ rınırlar; kar o kadar yağar ki, Bedlis ileri gelenleri, karın çok yağdığı yıllardan birinde yağmış karı ölçtüler; 60 zi(441) H üsrevce bina, şahane bina. (M.E.B.) <442) «Ebced H esabı»na göre bu sözden çıkan ta rih , H icri 974 (1567) dir. (M.E-B.) ra* olduğunu gördüler. Eskiden her kış, tüccarlardan ve öteki yolculardan birkaç kişi muhakkak helake ve kaçı­ nılmaz ölüme uğrardı. Geçmiş sultanları ve hükümdarla­ rı, özellikle bey olan benim ulu babalarımı ve atalarımı,, kışın halkın barınması için orada imaret ve hanlar yap­ tırmaya sevkeden de işte budur. O imaretlerin temelini atmışlar ve inşaata da başlamışlardır. Duvarları ve surla­ rının izleri hâlâ gözlerin önündedir; birbirini izleyen de­ ğişiklikler ve karışıklıklar yüzünden yapılmaları tamam­ lanmamıştır. Fakat adı geçen Paşa’nın nefeslerinin bereketleri ve iyi talihinden ötürü, Rahwa’daki adı geçen imareti saye­ sinde, 20 yıldan beri kimse eskisi gibi ölüme uğramadı. Artık birçok hacı, seyyah, tüccar ve diğer yolcular büyük bir huzur ve iç rahatlığıyla oradan geçmektedir. 2 — Merhum Paşa Van beldesinde rükünleri yük­ sek bir cami, büyük bir medrese, bir türbe ve güzel bir zaviye yaptırdı; İyi Kur’an okuyan güzel sesli hafızlardan buraya imamlar, hatipler ve müezzinler tayin etti; bun­ ları, kendilerini dini bilimler ve edebi sanatlara vermiş bilim öğrencileriyle, her şeyden ilgisini kesip ibadetle meşgul olan ahitlerle doldurdu; onlara, en iyi şekilde ge­ çimlerini ve büyük bir gönül rahatlığı içinde olmalarını sağlayacak görevler ve ödenekler ayırdı. Onlar da beş va­ kit namazlarından her birinden sonra onun yüce ruhuna fatha okuyorlar; sonra her cuma ve pazartesi gecesi Kur’an‘m tümünü hatmediyorlar ve bunun da sevabını onun teiniz ruhuna bahşediyorlar. Bu iyiliksever, alicenap, hayırsever Paşa, beni şef­ katine boğdu ve elimden tutarak, Kızılbaş’ların vartasın­ dan kurtulmamızda, gerek bana ve gerekse, başkalarının tahakkümünden ötürü benimle birlikte vatanı terk etmiş olan Rojkan aşiretine en hayırlı, yardımcı ve en sadık kılavuz oldu. İçine düştüğümüz bu varta, bizleri, Kızıl- baş’ların arasında 44 yıl kadar kalmak ve bu süre için­ de, Kızılbaş uygunsuzlarının ve ayaktakımının söyledik­ leri ve bizlere eziyet veren, gönlümüze elem veren kötü sözleri de dinlemek zorunda bırakmıştı. İşte Paşa, düşman­ ların ve muhaliflerin dikenlerinden kurtulmak, Müslü­ manlığın zengin bahçelerine dönüp sevgili irsi vatanımız­ da oturmak nimetinin zevkine ermek, sonra da geçmiş atalarımızın bizlere bırakmış oldukları meskenlerimize sı­ ğınmak için, her vasıtayla bizlere yardım etti. Kısacası, merhum Sultan’ın(443) bu satırların yazarı­ na şefkat göstermesi, Nahcivan Hükümdarlığı görevini bı­ rakarak İslam diyarına dönmemi istemesi ve irsi eyale­ timin yönetimini eskiden olduğu gibi bana vermeyi vadetmesi, Hüsrev Paşa’nm ve onun bu yoldan harcadığı büyük çabasının, güçlü çalışmalarının sayesinde oldu. Onun bu hayırlı işi sayesinde, kadın erkek, yaşlı genç 1.000 kadar insanın özlemi gerçekleşti. Bu insanlar yıl­ lar boyunca, İslam ülkesindeki vatanlarına kendilerini döndürmesi için gece gündüz Allah’a dua ediyorlardı. Sonunda, bu satırların yazarıyla birlikte sevgili vatanla­ rına döndüler. Bunun için Allah'a hamdolsun. Bedlis şehrinin gerçekten güzel olan bazı dolaylan ve güzel nahiyeleri vardır. Bunlardan biri, geçmiş zamana kök salmış, tarihi bir şehir olan Ahlat Nahiyesi’dir. Ah­ lat bazı vakitlerde Ermenistan bölgesinin kırallarının ve Ermeni sultanlarının başkentiydi. Kıral Nuşirevan zama­ nında ise, Ahlat, amcası Camasb’ın yönetiminde bulunu­ yordu. Ahlat’ın havası ve iklimi son derece temiz ve gü­ zeldir. Zengin bahçeler, her çeşitten güzel ağaç ve mey­ veler, ve özellikle nefasette ve irilikte benzerleri bulun­ mayan kayısı ve elmalar, şehri çevrelemektedir. Ahlat elmalarının tanesi 100 dirhemden fazladır. Bu taraflarda elma ve armutun birkaç çeşidi vardır ve bunlar Ermenis­ tan ve Azerbaycan bölgelerinde ünlüdür. ö te yandan, Ahlat Vilayeti cami, medrese, konak, han gibi birçok hayır kurumlarmı içinde toplamaktadır. Ayrıca birçok evliya, bilgin, abit ve şeyh yetiştirmiştir. Bunlardan biri, zahirî ve batınî bilimleri çok iyi bilmek konusunda çağının önde gelen bilginlerinden olan Seyyid Hüseyin Ahlatî’ydi. Kendisi toplamalı «cüfür» biliminde de zamanının ünlülerindendi. Bu bilim aracılığıyla, Cen­ giz Han’ın çıkacağını ve onun yıkıcı ordularının İran ve Turan ülkelerinde meydaha getireceği tahrip ve yakıp yık­ ma izlerini daha önce haber vermişti. Bu olayların karı­ şıklıkların ve kanlı felaketlerin meydana gelmesinden ön­ ce vatandan ayrıldı ve kabilesi, aşireti, kendisine inanan müritleriyle birlikte Mısır ülkesine giderek Rabbinin hu­ zuruna çıkıncaya kadar orada kaldı. Mezarı oradadır ve mübarek ziyaretgahlardan biridir. Mısır'da, bu Ahlat’lılara izafetle hâlâ «Ahladılar Mahallesi» denilen bir semt vardır. Ahlat’lı bilginlerden biride Mevlana Muhiddin Ah­ latî’ydi. Kendisi faziletin ve bilimin bayraklarından bi­ riydi; matematik ve astronomi bilimlerinde mütehassıstı. Hulagu Han’ın, Tebriz Merağası’nda bir rasathane kur­ makla ve buna bir de cetvel hazırlamakla görevlendirdiği ünlü matematik bilgini Nasîreddin Tusî’nin, yardımları­ na başvurduğu üç kişiden biri de kendisiydi. Nasîreddin kendisini Ahlat'tan götürdü ve o büyük bilimsel göreve kendisiyle, Müeyyideddin El-Aruzî ve Necmeddin Debiran El-Kazvinî ile birlikte bu büyük bilimsel görevin çabşmalanna başladı. Ahlat Şehri İslamiyet devrinde defalarca harap ve virane olmaya maruz kaldı, önce Sultan Celaleddin Harzemşah, 626(1230) yılında Ahlat üzerine yürüyüp gasp ve kuvvet yoluyla Selçuk’lulann elinden aldığı sırada, bu­ rayı harabeye çevirdi ve şehirde büyük bir katliam yaptı. Ondan sonra da Moğol Ordusu gelip şehri Celaleddin’den aldı ve akim tasavvur edemeyeceği ölçüde şehri ya­ kıp yıktı. Ahlat 644(1247) yılında da büyük bir depreme uğradı ve bu depremin sonucu olarak birçok binalar yı­ kıldı ve şehir viraneye döndü. 955(1549) yılında ise Şah Tahmasp kışın ortasında şehre saldırdı ve şehri de, kale­ sini de kuşattı; sonunda şehri, Sultan Süleyman tarafın­ dan görevlendirilmiş olan muhafız birliğinin elinden aldı. Sonra bütün burçlarının dövülmesini ve kalesinin yıkıl­ masını emretti. Bunun üzerine bir saat içinde kaleyi yer­ le bir ettiler. Bundan bir süre sonra ise Sultan Süleyman Han eski şehir ve kaleyi bıraktı ve Van Gölü’nün kıyısın­ da yeni bir kale ve şehir kurdu; bu, eski kale ve şehrin nihai olarak harap olmasına yolaçtı; yeni şehir de hayat alanında ve imar hareketinde ilerlemedi ve şairin dedi­ ği gibi oldu: a Harap ve sel yolundadır şu dünya kalesi «Sanma ki bir avuç çamurla mamur olacak.» Hâlâ, eski şehrin topraklarını her kazdıklarında, yontma taşlarla ve zarif mermerle yapılmış saraylar, han­ lar, hamamlar gibi eski yapıların eserleri ortaya çıkmak­ tadır. Bedlis’in nahiyelerinden biri de eski Muş beldesidir^ Kalesinin ve çok eski burçlarının eserleri gözlerin önün­ dedir. Muş Kalesi, bu satırların yazarının babaları ve ata­ ları zamanında, şehrin bir fersah güneyinde bulunan bir tepenin üzerinde kuruluydu ve bir süre mamur halde kal­ dı. Sultan Süleyman devrine kadar ayakta durdu. Sultan Süleyman bu kaleyi yıktı ve şehrin batısındaki tepe üze­ rinde bulunan yarım kaleyi yeniledi; oraya, 50 kadar muhafız askerden kurulu bir birliği, toplarla ve gerekli yiyecek ve mühimmatla birlikte bıraktı. «Muş» kelimesine gelince; bu, ermenicede «duman» anlamına gelmektedir. Çünkü orada yoğun dumanın et­ kisiyle, meyve veren ağaçların çoğu yetişmez. Fakat şeh­ rin çevresinde, az olmayan bağlar vardır. Orada yük­ sek bir dağda, bir tepe üzerinde bağ dikmişler ve güzel tutmuştur; ama üzüm fidanlarını alçak yada yamaç top­ raklara nakletmek istedikleri zaman o fidanlar kurur. Fakat tahıl ve öteki ürünler örneğin pirinç ve diğerleri büyük ölçüde ürün verir. Kaldı ki, bu vilayetin verimli ovalan ve zengin otlakları da vardır; halk buralarda bir­ çok sığır ve manda sürüleri, binlerce koyun ve öteki hay­ van beslemektedir. Ekine elverişli topraklarda bir çift öküzün ekebileceği miktar demek olan her «kotan »da 24 baş sığır ve manda çalıştırılır. Türk’ler Muş düzlüğüne «Muş Ovası» derler. Bu düzlüğün yüzölçümü ise yaklaşık olarak dört yada beş kere 12 fersahtır. Her zaman çiçekler ve reyhanlarla kap­ lıdır. Düzlüğü yeşil ormanlar ve otlar, zengin bahçelerle kaplı bulunan dağlar ve tepeler çevrelemektedir. Bu dağ­ lar arasında, başları ve dorukları kardan taç giymiş olan ve her tarafında soğuk sular fışkırtan derelerin aktığı yük­ sek tepeler vardır. Fırat Nehri bu düzlüğün üçte bir kadarı olan kuzey kesimini yarar, sonra güneye yönelir. Nemnız dağı’ndan(+M) akan ve «Karasu» adıyla bilinen nehir ise doğu yönden gelmekte ve yaklaşık olarak düzlüğün orta­ sını yararak Fırat’la birleşmektedir. Bu ülkenin dağlarında av kuşlarından, bir benzeri bulunmayan en iyi cins beyaz av kuşları vardır. Sözün özü, bu verimli ovada ve bu Firdevs gibi yeşilliklerde bir­ çok kuş ve balık bulunur ve bunlar avlanmaya, yararla­ nılmaya elverişlidir. Nitekim şair burayı şöyle övmüş­ tür: «Cennete dönmüş bu ağaçlık yerler «Eteklerinde akan sularsa kevser gibi (444) N e m ru t dağı. (M .E.B.) «Şenlendirir gönülleri, sükuneti ve güzel kokusuyla «Ve yıkanır toprakları bu sularla kirden, dertlerden «Her sene yeşerir reyhanlar, o zümrüt yerlerde «Ve her yer nazlı, her yer nimet gibi güzel «Kuşların otlağıdır o ülke «Dost olmuş orada aslanlarla kuşlar «Sarı sularla yıkanmış sanki toprakları «Zaferana boyanmış o topraklar sanki.» Yaklaşık olarak 100 Ermeni ailesinin oturduğu köy­ ler bu zümrüt ovada yanyana bulunmakta; Müslüman köyleri ise, bu geniş ovayı çevreleyen dağların eteklerinde ve Ermeni köylerinin çevresinde yeralmaktadırlar. Bu ülkenin Divan hakları*445* ise, Hamdullah El Müstevfî’nin dediğine göre, Cengizli sultanlar döneminde 99.500 altındı. Kendi döneminde Bedlis Vilayeti’nin ye­ niden yazımı yapılan Kanuni Sultan Süleyman zamanın­ d a ise, Vakıflar’a ait köy ve emlak hariç, 4.000 zimmî*446* için alman haraç olarak Divan hakları, her kişi başına 70 akça olan eski haraç düzeni gereğince; 1.000 akça*447*, normal, 5.000 ve 33.324(448> Osmanlı akçasına ulaşırdı. Şunu da bilmek gerekir ki, her 12 Osmanlı akçası bir miskal*449’ saf gümüşe denk gelmektedir. Rivayet edilir ki: Islamiyetin doğuşundan önce, Er­ meni hükümdarları zamanında Muş Hükümdarı bir gün ordusunu teftiş etmiş ve ordusunun içinde 600 tane cins a t bulunduğunu görmüş; buna üzülerek şöyle demiştir: «Muş’un, sağlam tedbirli ve isabetli görüş sahibi bir hü­ kümdarı yoktur.» Bedlis’in ünlü nahiyelerinden biri de Xınıs (Hınıs) (445) D evlete ödenen vergiler. (M.E.B.) (446) İslam devletinin him ayesi a ltın d a bulunan g a y rim ü s­ lim ler. (M .E.B.) (447) E n az. (M.A.A.) <448) E n çok. (M.A.A.) (449) B ir m isk al 45 desigram dır. (M .E.B.) beldesidir. Buraya birçok geniş ve verimli otlaklar bağ­ lıdır. Suşehri, Bingöl ve Şerefeddin dağları bunlardandır. Bu satırların yazarının ataları zamanında bu dağa her zaman Kürt aşiret ve kabileleri ilgi gösterirlerdi; büyük çıkarlar ve birçok gelirler elde ederlerdi. Bu nahiyede ay­ rıca yeraltından fışkıran iki pınar vardır. Birincisinden be­ yaz tuz, İkincisinden de kırmızı tuz elde edilmektedir; ikisinin yıllık geliri yaklaşık olarak 400.000 Osmanlı ak­ çasına ulaşmaktadır. Buranın Divan hakları da Muş Nahiyesi’ninki gibidir. Bu nahiyede Ermeni‘lerin ve öteki zimmîlerin sayısı gerçi azalmıştır; ama köylerinin ve eki­ lebilir topraklarının çoğu tımar ve zeamet sahiplerine ve­ rilmiştir; bunların miktarı yaklaşık olarak 400 parçaya ulaşmıştır. Bu nahiyede soylu Arap atlarından da bir miktar vardır. Toprakları buğday ve öteki tahıllardan başka ürün vermemektedir. Bu ülkedeki tabiat garipliklerinden biri de «Bula­ nık» denilen bir göldür. Yuvarlak olan bu gölün çapı bir fersahtır. Suyu her zaman kırmızı bir çamurla karışık­ tır. Bu gölden çıkan nehir de hiçbir zaman durulmaz ve kırmızı topraktan arınmaz. Orada, adı geçen göl ile Ah­ lat şehri arasında yeralan «Nazik» adında bir diğer göl de vardır ve suyu son derece hafif, duru ve tatlıdır; kışın donar; o kadar ki, kervanlar dört ay süreyle üzerinden geçerler. İlkbahar gelip de Güneş Koç burcuna girince, buzlar ve donlar eriyip kırılmaya başlayınca, bu gölün sularının tuttuğu buz katlarının kırılma ve çatırdama sesi üç fersah mesafeden duyulur. Bu donun kaybolmasıyla birlikte hava ılımlılaşır, balıklar bol miktarda görünmeye ve gölden küçük sulara ve sellerden oluşan derelere ak­ maya başlarlar; o taraflarda halk bir ay süreyle balık ay­ lamaya gider. Denildiğine göre, o dereler ve gölde lez­ zetli ve taze balıklar o kadar çoktur ki, bir tek kişi bir günde birkaç çuval dolusu balık tutabilir; her birinin uzunluğu yarım zira'« varır, işin garibi şudur ki, bu ba­ lıkların karınlarında bulunan yumurtalar son derece ze­ hirlidir; insan yada hayvan bu yumurtaları yediği zaman zehirlenmemesi imkansızdır. Birkaç kişi, bu satırların yazarının yanında adı geçen yumurtadan biraz aldılarV ve hemen zehirlenip bayıldılar, bir gün bir gece sürekli olarak baygın kaldılar. Sonra, ancak panzehir yedikten ve karınlanndakini istifrağ ettikten sonra ayıldılar. Divan adamları birkaç defa, mültezimlik yoluyla bu göldeki ba­ lıkları icar edip tekel altına almaya teşebbüs ettiler; bu da, benim yönetimim zamanında oldu; fakat bu teşeb­ büs, Divan’a hiç bir yarar sağlamadı. Çünkü o yıl balık­ lar, mutat olduğu gibi dışarı çıkmadılar ve akarsulara geçmediler. Bedlis’in kuzeyinde, Muş ve Ahlat şehirleri arasın­ da «Nemruz Dağı» denilen büyük bir dağ vardır. Halkın inancına göre, Nemruz o taraflarda kışı geçirir; yaz ge­ lince de o dağa çıkıp yazı orada geçirirmiş. Bunun içirtdağın doruğunda bir kale, çeşitli binalar ve büyük kırat­ lık sarayları yaptırmış; bunlarda oturmuş ve vaktinin ço­ ğunu burada geçirmiş. Vahid-i Kahhar(450) kendisine ga­ zap edip de güçlü bir padişahın yakalayışı gibi kendisi­ ni yakalayınca, yüksekliği 2.000 zira’dan az olmayan o yüksek dağı da çöktürdü ve 1.500 zira’ içeriye batırmış. O çüküntüden oluşan çukurda ise büyük bir göl meydana gelmiş. Bu gölün bütün çevre genişliği yaklaşık olarak 5.000 zira’dır. Oradaki dağınık taşlardan, sık ağaçlardan vc yoğun otlardan, insan bir veya iki yoldan başka bir yerden adı geçen göle ulaşamaz; bu bir iki yol da son derece dar ve sarptır. Hayvanların yürüyebildiği yollar da yine yal­ nız ikiyi geçmez. Bu gölün suları son derece duru ve so­ ğuktur. Fakat gariptir ki, gölün kenarında küçük bir çu- kur da kazıldığı zaman sıcak sular fışkırır. Yer çoğun­ lukla taşlıktır; fazla toprak, yada ç?mur bulunmaz. Çün­ kü siyah kayalar yanyanadır ve birbirine yapışmış du­ rumdadır. Bu kayaların bir kısmı, Türk’lerin «devegözü» dedikleri cinstendir. Bunlar delikleri dolu arı petek­ lerine benzerler ve serttirler. Bunlardan başka bir çeşit İraya daha vardır ki, ötekilerden daha yumuşaktır, siyah taşlar gibi. Bu mevkiin kuzeyinde, koyu bir kara suyun aktığı bir kanal vardır. Demircilerin körüğünden akan kara su­ ya benzeyen bu suyun tartıdaki ağırlığı demirden daha ağırdır; bu su yerden fışkırır ve hızla uçuruma doğru iner. Kanaatime göre bu su her yıl çoğalıp azalır. Fışkırırken 30 zira’dan fazla yükselir ve uzunluğu birkaç yüz zira’ olarak tahmin edilen bir alana yayılır; buradan da birkaç yönden çıkar. Bu suyun, ağırlığı bir «menn»i(451) geçme­ yen bir parçasını ayırmak isteyen bir kimse, bunda bü­ yük bir güçlükle karşılaşır. BİRİNCİ KISIM Rozkan'452* Aşireti’nin Durumu ve Bu Adla Adlandırılmasının Nedeni H a k k ın d a d ır Açıkça bilindiği gibi, «Rozki»<4S3) sözcüğü derice(454) bir sözcüktür. Bazıları da bu sözcüğün yazılış bi­ çimini «c» ile(455), bazıları da «ş» ilef456) tespit etmişler­ (451) E sk i b ir ağ ırlık ölçüsü. (M .E.B.) (452) 245 No. lı nota bakınız. -(453) A şiretin adı «Rozkîj. y a d a •tRojkîsye m ensup olanla­ r a «Rozklyan» (R ozkanlılar) y a d a «R ojkîyan» (Rojk a n lıla r) denir. Biz de tü rk ç e çoğul şeklini aldık. (M. E .B .) (454) E sk i farsça . (M.A.A.) (455) «Rockî). B ir d iğ e r n ü sh ad a «ç» İle, y an i «Roçld». (M. A. A .) (456) «Roşkl». (M A -A .) dir. Bugün yaygın olan biçimi «Rojki» ise, aslında «bir gün» anlamına gelen «yekroj» demektir. Buradaki aroj» sözcüğünün sonundaki «ki» ise, «xoceki»'-457*, «perdeki»t«*) ve benzeri sözcüklerdeki «ki» gibi «tek»lik ifade eden bir ektir. Bazı edebiyatçılar, «k» ve «i» harflerinin farsçada «küçültme» için de kullanıldıklarını söylemek­ tedirler. Diyebiliriz ki, bu sözcüğün «c» ile yazılması -arapçayı iyi konuşanların kuralına dayandırılmıştır; çün­ kü onlar dericedeki «j» harfini arapçadaki «c» şeklinde yazarlar. Sözcüğün'459* «ş» ile yazılmasına gelince, bu da güzel konuşan Kürt’lerin tabiatine'460* uygun olmaya da­ yandırılmıştır. Haberleri nakleden ve eserleri koruyanlardan sözle­ rine güvenilirlerinin rivayetine göre, Rojkan aşireti, 24 Kürt aşiretinin bir günde, Xwet (Huvit)'461* dolaylarında­ ki Tab denilen yerde toplanıp ittifak kurmalarından doğ­ muştur. Kabilelerden meydana gelen bu topluluk, sonra iki ünlü kola ayrılmıştır. 12 gruptan kurulu olan birinci kola «Bılbasî» adı verilmiş; ikinci kol da «Qewalisî» (Kavalisi) adıyla adlandırılmıştır. «Bılbas» yada «Bılbis» ile «Qewalis» sözcükleri ise, Hakkari hükümdarlarının köylerinden iki köyün adlarıdır; diğer bir rivayete göre ise, bu iki sözcük, Baban aşiretlerinden iki aşiretin ad­ larıdır. Sözün özü, onlar önce Tab mevkiinde toplanıp ora­ nın topraklarını kendi aralarında parça parça bölünce ve her şeyde birleşip dayanışma içine girerek tek kalbli bir adam haline gelince; aralarında, işlerini yönetecek bir Hükümdar tayin ettiler. Ondan sonra da vilayetin kalan topraklarını ve diğer beldelerini ele geçirdiler. Dillerde (457) (458) (459) (460) <461) Y ani b ir hoca. (M .E.B.) Y ani b ir perde. (M.E.B.) «Rozkİ» sözcüğü. (M.E.B.) O nlar, «j» harfin i «g» ye çevirirler. (M.A.A.) Bedlis’in batısındadır. (M.A_A_) ve ağızlarda yaygın olan sözlere göre, Tab beldesinin top­ raklarında payı olmayan kimse, aslen Rozkanlı değildir. Bu aşiretler, başlarına tayin ettikleri ve gönülden kendisine itaat ettikleri hükümdarlarının bayrağı altında toplandıktan sonra, yabancıların hüküm sürdüğü komşü beldelere saldırmaya başladılar. Rivayete göre o çağda Bedlis ve Hazzo vilayetlerine, Gürcistan hükümdarların­ dan Tadit (David) adlı bir kişi hükmediyordu. Rozkan’lılar Bedlis ve Hazzo Vilayetini işte bu Gürcü adam­ dan almışlardır. Diğer bir rivayete göre ise, Bedlis’i Gırdıkan aşiretinden, Hazzo şehrini de Gürcü'lerden almış­ lardır. Bazıları da Rozkan’lılarm, Bedlis’i «Zoqeysî» (Zokaysi)(M2) aşiretinden almış olduklarım söylerler. Bü­ tün bu söylentilerde, sözün doğruluğu yada yanlışlığı ri­ vayet edenlere aittir. Sözün özeti, Rozkan’lılar Bedlis ve Hazzo’yu tama­ men istila ettikten ve bu iki beldeyi bağımsız hükümdar­ lar ve asıl sahipleri gibi yönetmeye başladıktan sonra, yö­ netimlerini elinde tutan ve işlerini gören beyleri, Allah’ın rahmetine kavuştu; fakat yerine geçecek çocuk bırakma­ dı. Bu durum, Rozkanlılar arasında anlaşmazlık çıkma­ sına yolaçtı ve liderler birbirlerine boyun eğmez duruma geldiler. Bu nedenle Mevlana Hatifî’nin şu sözleri onlara uygun düştü: «O memleket için ağlanır ve feryat edilir ki, «Orada kimin imdada koşacağı bilinmez «Sarhoş fahişe Ka'be’de kusar «Arkasından yetişip haddini bildirecek hakim yok­ sa eğer.» Durum bir süre böyle gittikten sonra, aşiret reisle­ ri, aile ve kabile liderleri duruma çare bulmaya çalıştı­ lar; aralarında istişarede bulundular ve sonunda, Kisra(463) (462) B a şk a b ir n ü sh a d a «Zoqeyşî»dir. (M.A.A.) (463) 244 N o. lı n o ta b ak ın ız . sultanlarının soyundan olup, Ahlat şehrinde oturan îzzedin ve Diyaeddin adındaki iki soylu kardeşe gidip, on­ ları kendilerine gelmek ve aralarına yerleşmek için çağır­ maya karar verdiler. Böylece bu iki kardeşten hangisi­ nin kamu işlerini eline alma ve idari işlerini yürütme gü­ cüne sahip olduğunu öğrenecekler; onu başlarına Bey ta­ yin edecekler; kendisine içtenlikle itaat edecekler ki, o da ülkeyi kalkındırsın ve bozguncuların, güvenliği bozan­ ların ellerine demir bir elle vursun ve adaleti doğru bir teraziyle yürütsün. Bu fikri yerine getirmek için, Rozkan ileri gelenle­ rinden kurulu bir heyet, Ahlat şehrine giderek iki soylu tarafından kabul edilmekle müşerref oldular ve onları büyük bir saygı ve tazimle Bedlis’e getirdiler. İşin so­ nunda, bir topluluk, İzzeddin’in Bedlis Hükümdarı, diğer bir topluluk da Diyaeddin’in Hazzo Beyi olmasını tercih ettiler. Böylcce ülke ve Rozkan aşiretin^ bütün unsur­ ları ve aşiretleri, kendi istekleri ve itaatleriyle bu iki kar­ deşe boyun eğdiler. Emir îzzeddin, görevini en iyi şekilde yaptı; halk arasında iyi bir tutum takındı; hiçbir fark ve imtiyaz ol­ maksızın, kabile ve aşiret adamları arasında adaleti yü­ rüttü. Hepsi kendisinden yana oldu ve kendisinden bü­ yük, hayırlı işler umdu. Aslında Rozkan aşireti, bugün olduğu gibi, o zaman da Kürdistan kabileleri ve toplulukları arasında geniş cömertliği, nadir rastlanan iyilikseverliği, üstün cesareti, yüksek alicenaplığı ve övünülecek hatniyetiyle ün yap­ mıştır. Ayrıca, bu aşiretin fertleri doğrulukla, dindarlık­ la, gerek sözlerinde ve gerekse davranışlarında son dere­ ce güvenilir olmakla, hükümdarlara ve beylere bağlılık ve itaatle tanınmışlardır. Başlarına gelen musibetler ve felaketlerde bile, vatan topraklarının ve ülkenin çıkar­ larının savunulması uğrunda itaatlerini sunmaktan ve hiz­ met etmekten geri kalmazlar, örneğin, tarihin çeşitli dö­ nemlerinde, Bedlis’i alıp beylerini ve hükümdarlarını ik­ tidardan uzaklaştıran zorbaların ellerinden, burayı defa­ larca ve kimseden yardım almaksızın kurtarmışlardır. Bit da, ancak, işleri iyi kavramaları, savaşlarda ve döğüşlerde gösterdikleri aşırı cesaretleri, felaketlerde kendilerine olan güvenleri ve çalışan, kendisine tevekkül eden kulu­ nu seven Allah’a tevekkül etmeleri sayesinde olmuştur. Kürt’ler arasında meşhurdur ki, Bedlis Kalesi’ndeki her taşın yerine konması uğrunda, Rozkan aşiretinin adamlarından birinin başı gitmiştir. Büyük sultanlardan herhangi biri, ne zaman Kürdistan’ı istila etmek ve Kürt’­ leri saltanatına boyun eğdirmek istese, her şeyden önce mutlaka Bedlis beyleriyle düşmanlık yapması ve Rozkan aşiretiyle savaşıp ona boyun eğdirmesi gerekir. Bu Kürt aşireti saldırgana boyun eğmediği takdirde, Kürdistan’ın öteki halklar^ ve toplulukları kimseye boyun eğmezler. Bunun kanıtı şudur: Gazi Sultan’ın*4642 iradesi, Bedlis Vilayeti’ni, Sultan'ın satvetinden kaçarak Acem ülkesine sığman Bedlis Hükümdarı Şemseddin Han’dan*4652 almayı gerektirdiği zaman, Baykan, Modkan, Zeydanî ve Bılbasî aşiretleri­ nin hepsi hemen başkaldırdılar ve Osmanlı devlet adam­ larına ve görevlilerine karşı üç yıl süreyle isyan bayrağı­ nı kaldırdılar. Hatta Sultan, Kürdistan’m bütün beylerine ve hükümdarlarına, bu asilerin üzerine bir anda yürüme emrini de verdi; bunlar da bu emre uydular; yine de onlara gasp ve zor kuvvetiyle boyun eğdiremediler. Bu­ nun sonucu olarak, Sultan Süleyman, sonunda siyaset ve dehasını kullandı; nihayet Kefnedûr Vadisi’nin halkı ile Baykan aşiretini Hazzo Hükümdarı Bahaddin Bey aracılığıyla kendine çekti ve Bahaddin Bey’i onların tes(464) K anuni S u ltan S üleym an’ı kastediyor. (M.A.A.) (465) Şem seddin H a n H I. (M .A A .) limiyle görevlendirdi; sonra da Şeyh Emîr Bılbasî'nin iki oğlu İbrahim Bey ile Kasım Bey’i kendine çekti ve gözlerini paraya, makama çevirdi. Ve ancak bu şekilde Bedlis’i istila etmek imkanını buldu; aşiretlerine boyun eğdirmeye muvaffak oldu. ö te yandan, Kürdistan beylerinin birçok çocukları ve evlatları Bedlis’e gelip boş vakitlerini burada geçirir­ ler. Oysa Rozkan aşiretinin çocukları ve Bedlis beyleri­ nin oğulları, hizmet için, yada vakit geçirmek, dolaşmak için Kürdistan beylerinin kapılarına gitmezler; ayrıca bunlar yabancı ve uzak ülkelerde, yükselmek ve yüksek derecelere ulaşmak uğrunda güçlükler karşısında sabır ve meşakketli işlere tahammül gibi övünülecek sıfatlarla ve sağlam yaradılışlarla ün salmışlardır. Uzak ülkelerde yüksek rütbelere ulaşan Rozkan’lılardan biri, adı geçen aşiretin önde gelen liderlerinden biri olan Derviş Mahmud Kelcçerî’dir. Kendisi vatanın­ dan ayrılarak Sultan Süleyman’ın sarayına gitti ve sahipolduğu büyük fazilet, yüksek terbiye ve geniş bilgi nede­ niyle Sultan'ın güvenini, saygısını kazandı. Bütün erdem­ leri ve faziletleri kendisinde toplamış olmakla ün salmış­ tı. Bunun için de, Sultan’m özel meclisleriyle ve onunedebiyat alanındaki tartışmalarının zevkine ermekle şereflenirdi. Bir benzeri bulunmayan bir şairdi, birçok farsça ve türkçe şiir ve kasideleri vardır. Bu harflerin yazarının, onun selis bir türkçeyle yazdığı beyitlerindenhafızasında tuttuğu bir beyit şudur: «Sebze midir leblerin dorunda ya hatt-ı gubar? «Ya ayağı şehdc batmış hasta arular mıdır?» Kıır’an’ı o kadar güzel okurdu ki, dinleyen, onun, sesinin tatlılığında ve nağmesinin güzelliğinde neredeyse İkinci İdris olduğunu sanırdı. doğru yolda olmakla, ileri görüşlülükle tanınmış, alice­ naplık ve yiğitlikle nitelenen sayılı adamlardandı. Bu ne­ denle Sultan Süleyman Han kendisini, sancak göreviyle, Cihanbelku (Cihanbeyli) aşiretinin işlerini yönetmekle ve Palo Vilayetinden ona ikta’ mülkiyeti yoluyla bir belde vermekle taltif etti. Bılbasî aşiretinden Kalender Aka’nın oğlu İbrahim Bey de kendisiyle aşiretinden ve kabilesinden bazı adam­ lar arasında meydana gelen bazı meseleler yüzünden yurdunu terkederek Sistan’a gitti ve, o ülkenin hükümda­ rı, tek lideri olan Türkmen Mehmed Han'ın hizmetine girdi. Mehmed Han, kendisinde cesaret ve girişkenlik alametleriyle yiğitlik eserleri görünce, ona tutkun oldu ve gerektiği ölçüde onu takdir etti; bunun sonucu olarak (fa hemen kendisini vali tayin ederek Belücistan sınırlarını korumakla görevlendirdi. İşte burada olağanüstü yete­ nekleri, özellikle bazı sert ve serkeş Kürtlerin yaradılışın­ daki nadir rastlanan cesareti kendini gösterdi. Savaşta, vuruşmada ve döğüşte defalarca Belücler’e karşı kılıç ve mızraklarla çarpıştı; ve toz-dumanlan arasına daldığı her çarpışmada onları ağır yenilgiye uğratarak darmadağın etti; çoğunu da kılıçlara ve oklara yem yaptı sonunda ül­ kelerinin tümünü istila etti ve onları, küçülmüş olarak egemenliğine boyun eğer ve kendisine çocuklarından da­ ha çok itaat eder duruma getirdi. Kendisi şimdi de o uzak ülkede, gönül rahatlığı ve mutlu bir durumda yöne­ tim görevinde bulunmaktadır. Bestam Ağa da Kandahar’a gidip oranın Hüküm­ darı Sultan Hüseyin Mirza’nın hizmetine girdi; güvenini ve hayranlığını kazandı. Bunun sonucu olarak üstün bir hızla yüksek rütbelere doğru tırmandı; sonunda, Sultan Mirza’mn meclisine girmek şerefiyle de mutlu oldu; bu mecliste Sultan, güzel vakitlerini adı geçen Bestam Ağa ile geçirmektedir. Mühürdar Şah Hüseyin Aka’nın oğlu Kasım Bey de yukarıda adı geçenlerdendir. Benim Rozkan aşiretiyle birlikte Nahcivan’dan Bedlis'e dönüşüm sırasında, ken­ disi irsi vilayetinde duruyordu; Osmanlılar’a olan sada­ katine bağlıydı ve onlar tarafından kendisine verilmiş olan görevini bütün bağlılığı, ciddiyeti ve sadakatiyle ye­ rine getiriyordu. Kasım Bey daha önce büyük Korciyan'466' safların­ da bulunuyordu. Feleğin kendisine terslik göstermesine; ve özellikle, iki taraftan her birinin kendisi için istediği «yüzbaşın görevi üzerine Rozkan aşiretiyle aralarında şiddetli bir rekabet bulunan Irak Kürtleri’nin bir kısmına kendisine büyük ölçüde baskı yapıp onu irsi vilayetinden yoksun bırakmalarına, soma da birçok münasebette ona büyük eziyet etmelerine rağmen; Kasım Bey sabır dalları­ na tutundu, güçlüklere tahammül etti ve «sabır kurtulu­ şun anahtarıdır» sözünün gereğine uygun hareket etti. Sonunda Osmanlı Devleti’ne ve adamlarına olan eski sa­ dakati anlaşıldı ve içten hizmetleri görüldü; bunun so­ nucu olarak, Rozkan aşiretinin görevlerinden olan, fakat daha önce ellerinden çıkmış bulunan ayüzbaşı» görevini kendisine geri verdiler. Şimdi, 1005(1597) yılı olan Hic­ ri tarihte, adı geçen Bey, adı geçen görevi en iyi şekilde yerine getirmektedir. Kendisi gerçekten yeterli, iyi ahlak­ lı, yüksek karakterli, cesaret, cömertlikle nitelenen, ali­ cenaplık ve yiğitlikle bilinen bir gençtir. Çalışmalarında ve davranışlarında muvaffak olacağı kuvvetle umulmak­ tadır.«4™ Kürdistan’m öteki aşiretlerinden ve halklarının bir­ çok kısımlarından, daha önce, anlatılan üstün toplumsal (466) ö z e l p ad işah lık m uhafızları. (M.A.A.) (467) ö n ce k i köşeli a y ra ç ta n b u ra y a k a d a r olan kısım , R u s. y a ’d a basılm ış nüsh ad a y o k tu r; o n ü sh ad an so n ra bu­ lu n an n ü sh a lard an birinden a lın a ra k b u ra y a eklendi. (M.A.A .) nitelikleri ve iyi ahlak hasletleriyle ayrılan bu Kürt aşiretif46S) 24 dala ayrılmaktadır. Bunların beşi, yani Qeysan (Kayşan), Baykan, Modkan, Zoqcysî (Zokaysi) vc Zeydî, Bedlis Vilayeti’nin bilinen eski aşiretlerindendir. Kalan 15(469) aşiret ¡se daha sonra detaylı olarak anlatılacağı gi­ bi iki büyük kısma ayrılır: Bilbasî vc Ocvvalisî (Kavalisi). Bılbasîler Keleçeran, Xırbelan (Hırbelan), Balkan, Xıyartan (Hıyartan), Goran, Bıreşan (Bırişan), Sekran, G ansî, Bedoran (Bidoran) vc Belakurdan kollarına ayrılırlar. Qewalisî‘ler ise Zerduzan, Endakîyan, Pırtavan,- QewaIisi(470>, Gırdıkaıı, Suhreverdîyan, Kaşağîyan, Xaldan (Haldan), Istukan ve Azizan kollarına ayrılır. İKİNCİ KISIM Bedlis Hükümdarlarının Soyu ve Mensup Oldukları Köken Hakkındadır Bil ki, dillerde yaygın şekilde dolaşan ve bazı ta­ rihlerde zikredilen bilgilere göre, Bedlis hükümdarları­ nın soyu Kisra(471) kırallarma ulaşır. Çünkü halk arasın­ da, bunların Nuşirevan’ın soyundan ve torunlarından ol­ dukları yaygındır. Fakat doğrusu şudur ki, Nuşirevan zamanında, Kisra kurallarının beşincisi olacak olan Camasb bin Firuz, Kubad adına Ermenistan ve Şirvan Vilayeti’nde valilik yapıyordu. Bu Camasb öldüğünde üç ço­ cuk bıraktı: Nersı, Surxab (Surhab) ve Behvat. Nersî ba­ basının yerine geçerek vilayeti yönetti. Nuşirevan kendi­ sini ilgisinin ve iyiliğinin kapsamı içine aldı. Yüksek riit(468) Rozkan. (M Ü .R ) (469) B ü tü n n ü sh a lard a böyledlr; om a doğrusu 19'ctur. (M.A.A.) (470) K ita p ta böyledlr; f a k a t bunun f a v a d a n gird lg l anla^şılm ak tad ır; çünkü «Qewalisî» hepsinin o r ta k ad ıd ır; a y rıc a onunla sa y ı d a fazlalaşır. (M.A.A_) (471) 244 No. lı n o ta bakınız. belere tırmanarak gittikçe şanı yüceldi ve egemenliği çev­ reye yayıldı. Sonra Geylan Vilayeti’ne büyük bir askeri birlikle saldırarak orayı gasp ve zorla istila etti; Geylan kırallarından birinin kızıyla da evlendi; bu kız kendisi­ ne, «Ceylan Şalı» denilen bir çocuk doğurdu. îşte Rüstemdar kırallarn bu Bey’in soyundandır. Surxab ise Şirvan Vilayeti’nde yönetimi eline aldı. Bu vilayetin soyu da ona ulaşır. Behvat ise eline geçen az bir gelirle yetinerek Ahlat’ta oturmayı tercih etti; ve atalarının geleneğinin tersine olarak fetihler ve şuurları genişletme peşinde koşmaya heves etmedi. İşte Bedlis hü­ kümdarlarının soyu bu Bey'e ulaşır. Buna göre Bedlis hükümdarları Rüstemdar ve Şirvan kırallarıyla amca oğulları olurlar. Şimdi 1005(1597) yılı Zilhiccesi’nin sonları olan şu tarihe kadar yaygın olan sözlere göre, bu hükümdarla­ rın Bedlis Vilayeti ile ona bağlı olan, ona eklenen ve ona katılan yerlerin yönetimini ellerine geçirmelerinin üzerinden 760 yıl geçmiştir. Birbirlerinden yönetimi devr­ alan bu yüce şanlı hükümdarların yönetimdeki bağımsız­ lıkları, adı geçen süre içinde kesikliğe uğramadı; yalnız 110 yıl kadar bir süre, burası yabancıların işgali altın­ da kaldı. Yeri gelince, peşpeşe bu vilayeti istila eden dört büyük saltanat devletlerinin olaylarını da detaylı olarak anlatacağız. Sözün özü, daha önce de geçtiği gibi, Rozkan aşire­ tinin, lzzcddin'i Bedlis, Diyaeddin’i de Hazzo’da Hüküm­ dar tayin etmesinin üzerinden az olmayan bir süre geç­ tikten sonra, Bedlis halkının, hükümdarları İzzeddin’e değil, yavaş yavaş Diyaeddin’e eğilimli olduğu ve bağlı bulunduğu görüldü. Bedlis halkı İzzeddin'den nefret et­ meye ve kendisine hiç bir sevgi bcslememcye başladı. Diyaeddin de bu elverişli fırsattan yararlandı; özellikle, Bed­ lis halkının kendisine karşı eğiliminin son haddine vardı- ğmı kesin olarak görüp anlayınca, kardeşini ziyaret et­ mek amacıyla Hazzo’dan Bedlis’e gitti. Orada çok iyi karşılandı; büyük bir saygı ve misafirperverlik gördü, iki kardeş Bedlis ormanlarında ve zengin bahçelerinde güzel saatler geçirmeye, sevinç ve güzel nağmeler arasın­ da toplantılara, meclislere girmeye başladılar. Bu du­ rum, Diyaeddin’e, eşraftan sıradan adamlara kadar bü­ tün Bedlis halkının kendisine eğilimli ve bağlı olduğu­ nu kesinlikle anlama fırsatını verdi. Ayrıca Bedlis’in ha­ vası ve iklimi de kendisini etkiledi. Bu nedenlerle, Bed­ lis hükümdarlığını elde etmeyi arzu etti. Sonra Diyaeddin, kale muhafızlarından kendisine taraftar olanlarla birlikte tertibat alarak onlara şöyle de­ di: «Ben dönmek üzere yola çıkmak için Bedlis Kalesi’nden çıktığımda, şüphesiz kardeşim de beni yolcu et­ mek için benimle birlikte kalenin dışına çıkacaktır. Ben o zaman, kalede bir şeyimi unutmuş görünerek bunu al­ mak için kaleye döneceğim. Ben içeri girdikten sonra sizler de kapıyı kardeşimin yüzüne kapatırsınız ve ben de böylece kaleyi ele geçirmiş olurum.» Derken Diyaeddin kardeşi Izzeddin’den, yola çık­ mak ve ülkesi Hazzo'ya dönmek için izin istedi. Izzeddin de kardeşini yolcu etmek üzere kalenin ve şehrin dışına çıktı. Az olmayan bir mesafe aldıktan sonra Diyaeddin kardeşine, yüzüğünü kalede unuttuğunu, yerini kendisin­ den başka kimsenin bilmediğini, kardeş lütfeder de bu­ rada biraz beklerse kendisinin kaleye gidip derhal yüzü­ ğünü alarak, geleceğini söyledi. Bunun üzerine Izzeddin, kardeşinin isteğini kabul etti ve kardeşliğinden şüphe et­ meyerek aynı yerde kaldı; avlanmakla oyalanarak kar­ deşinin dönmesini bekledi. Diyaeddin ise kaleye girdi ve hazırlanmış plan gereğince kapıyı kardeşinin yüzüne ka­ pattı; sonra da kardeşine haber göndererek şöyle dedi: «iki kardeş arasındaki iyi ahlak, kardeşin benim yerime birkaç gününü Hazzo’da geçirmeye katlanmasını gerek­ tirir. O süre içinde ben de Bedlis’te kalıp ikliminin güzel­ liğinden, havasının iyiliğinden ve sularının tatlılığından yararlanacağım.» Bu durum karşısında İzzeddin’in eli böğründe kal­ dı ve hileyi anladı. Hemen kalenin kapısına koştu ve ve­ fasız kardeşine seslenerek kapıyı açmasını istedi; fakat kendisine hiç kulak veren olmadı. Bunun üzerine îzzeddin Hazzo ve Sason’a gitmek zorunda kaldı ve o ülke­ nin yönetimini eline aldı. Hazzo hükümdarları işte bu İz­ zeddin’in soyundandırlar ve bunun için de «Azizan» adıyla tanınmışlardır. Bedlis hükümdarları ise Diyaeddin’in soyundandırlar ve bu nedenle «Diyadin» adıyla ta­ nınmışlardır. Bu satırların yazarının tarih kitaplarında gözüne ili­ şen Bedlis hükümdarlarının sayısı 18 bey'e ulaşır; bunlarin o ülkeyi kesintisiz olarak yönetmelerinin süresi ise 450 yıldan daha fazladır.(472) ö te yandan, Atabey Imadeddin(473) bin Atabey Aksungur’un, Bedlis Kalesi'ni elinden aldığı Bey’in adı, bizce öğrenilemedi. Çünkü bu satırları karaladığım sırada ya­ nımda bulunan tarih kitapları onun adını vermiyorlardı. Görüşüme göre; rivayetlerin doğrusu şudur ki, Kızıl Arslan(474), Ermenistan ve Azerbaycan bölgelerinin istilasını tamamladıktan sonra Bedlis’i de istila etmiştir. Bu Selçuklular’dan sonra, yani Harzemliler döne­ (472) Y u k arıd a bu h üküm darların, 760 yıl süreyle Bedlis ve d o laylarını kesintisiz o la ra k yönetegelm iş oldulç. la n n ı yazm ıştı. B u ran ın yabancı İşgalinde kaldığım b e lirttiğ i 110 yıl h ariç tu tu lu rsa , bu sü re 650 yıla İner. O ysa b u ra d a bu sürenin 450 yılın üstünde oldu­ ğ u n u belirtm ektedir. M uhtem elen bu süre, yalnız t a ­ rih k ita p la rın a geçen 18 h ü küm darın ta h tta kald ık ları süreyi k ap sar. (M.E.B.) (473) M usul A tabeyleri D evletl'nin kurucusu. (M.A.A.) (474) A zerbaycan A tabeylerinden K ızıl A rslan Osm an. (M. A. A.) minin sonlarında, Sultan Celaleddin bin Sultan Mahmud Harzemşah Bedlis’e geldiğinde, Bedlis Hükümdarı Melik Eşrefti. Ondan sonra kardeşi Melik Mecdeddin, sonra îzzeddin, ondan sonra Mîr Ebu Bekir, sonra Emîr Şeyh Eşref, ondan sonra da, Emir Timur Gurgan’ın çağdaşı olan ve onunla görüşen Emîr Diyaeddin Hükümdar ol­ dular. işte o zamandan, hükümdarlığın veraset gereğince bu satırların yazarına geçtiği bu tarihe kadar Bedlis hü­ kümdarlarının zinciri kesintiye uğramaksızın süregelmiş­ tir. Daha sonra, yeri geldikçe bu hükümdarların her bi­ rinin zamanındaki olayları detaylı olarak anlatacağız. Ce­ reyan eden bu olaylardan anlıyoruz ki, bu hükümdarlar­ dan ve beylerden bir kısmı, ulu sultanlar ve yüce hakan­ lar nezdinde büyük bir itibar görmüşler ve irsi görevle­ rini tam bağımsız ve özgür olarak yerine getirmişlerdir. Diğer bazıları da ötekilerinin ‘ tersine, ülkeye göz diken sultanlar ve kurallar tarafından büyük felaketlere ve bü­ yük baskılara uğratılmışlardır. Sözün kısası, geçmiş zamanda, Kürdistan’m yurtse­ ver hükümdarlarına saldıran ilk sultanlar, Azerbaycan Selçukluları olmuşlardır. Bunun detayı şöyledir: Selçuklu Sultan Mahmud bin Sulthan Muhammed bin Sultan Melikşah, zamanında, Arap Irakı bölgesinde bulunan bazı vilayetlerin muhafızlığı, Atabey Imadeddin bin Aksungur'un yönetimine verilmişti. Ayrıca Azerbay­ can ve Ermenistan vilayetlerinin muhafızlığı da, Kızıl Arslan Osman’ın dedesi lldeniz’e verilmişti. îkisi de gö­ revlerini en iyi şekilde yaptılar; halkın çıkan, güvenlik, düzen ve disiplin işlerini çok iyi yürüttüler. Musul yö­ neticisi 511(1118) yılında ölünce, bu Hükümeti de yine Imadeddin Zengi’nin yönetimine verdiler. îmadeddin’in şam günden güne yüceldi; sonra Haleb ve Şam şehirle­ rine ordular götürerek kısa bir süre içinde bu iki şehri ele geçirdi. 534(1140) yılında bu bey’in orduları Kürdistan ve Diyarbekir taraflarına doğru harekete geçti ve buranın ünlü kale ve şehirlerinden Bedlis, Cezire, Aşut, Akra ve diğerlerini istila etti. Eski ve sağlam Aşut Kalesi’ni tah­ rip ederek onun yerine bir kale kurarak kendi ismine iza­ feten ona «İmadiye» adım verdi. İmadiye hâlâ o ülke­ nin başkentidir. Selçuklu Atabeylerim Kürdistan, özellik­ le Bedlis Kalesi ve şehri üzerindeki egemenlikleri 40 yıl­ dan fazla sürdü. Sonra Atabeyli Gazi Sultan Salihaddin bin Nureddin bin YusufC475) 576(1180) yılında Mısırcılar­ la, yani Mısır’h Kürt Eyyubîler’le yaptığı savaşta yenil­ giye uğradı. O günden beri Atabeyler’in yıldızı sönmeye ve devletleri azar azar batmaya başladı. İşte o zaman, bu süre içinde mütegallibelere boyun eğmeyerek dağ doruklarının arkasında, engin yerlerin ve vadilerin derinliklerinde, aslanlar gibi avlarının üzerine atılmak için fırsat kollamakta Rozkan aşireti sahneye çıktı ve ülkeye tahakküm eden, yeryüzünde fesat çıkaran Atabeyler’in kuvvetlerine ansızın saldırdı; ve kesici kılıç­ larla, parçalayıcı hançerlerle onları dağlardan ve engin­ lerden söküp attılar. t Selçuklu Atabeyleri tarafından Bedlis’i yöneten ve eyaletinin işlerini yürüten kişi t476) idi. Kendisinin Bedlis ve Ahlat şehirlerinde cami, han ve kemer gibi bir­ çok hayır eserleri vardı. Bir başka rivayete göre ise, Bedlis şehri Atabey Kı­ zıl Arslan'm yönetimindeydi. Hangi rivayet doğru olursa (475) Şüphesiz bu y anlış y azılm ıştır. A ra p k ay n a k la rın d a y ay g ın o la ra k g eçtiğ i gibi bu. M elik E l-S alih bin M ah­ m u t N ureddin'dir. (M.A.A.) (476) K itab ın aslında b u rası b oştur. (M A .A .) olsun, Arap frakı muhafızlığının Aksungur’a«477' ve Azer­ baycan muhafızlığının da lldeniz’e verilmesi tarihi birbi­ rine tamamen uygun düşmektedir. Çünkü ikisinin, adı ge­ çen iki vilayetteki yönetimlerinin dönemi aynıdır.«478* Halen Bedlis Vilayeti’nde bulunan Seraciyan toplu­ luğu, bu Selçukluların kalıntılarından başka bir şey de­ ğildir. «Seraciyan» sözcüğü ise «Selçukîyan»(479) sözcüğü­ nün yanlış ve değiştirilmiş şeklidir. Tac Ahmed, Kara Kote, Kuli Özbekan aileleriyle diğerleri bu kalıntı topluluğundandır. ÜÇÜNCÜ KISIM Bedlfr Hükümdarlarının Eski Sultanlardan Saygı ve İlgi Bu kısım dört bölümdür: Gördükleri BİRİNCİ BÖLÜM Melik Eşref Hakkındadır Büyük edebiyatçılar, faziletli tarih bilginleri ve gü­ venilir diğer rivayetçilerce de açıkça bilindiği gibi, Melik Eşref, Bedlis Hükümdarlığını eline aldığı zaman, başlan­ gıçta Mısır ve Şam sultanları«460' adına hüküm sürüyor­ du ve kendisi Melik El-Eşrefin«481' çağdaşıydı. Bu sultan­ lar kendisini son derece takdir eder ve ona saygı duyar­ lar; hayran bulunurlardı. (477) B iraz y u k a rıd a «îm adeddin bin A ksungur» o la ra k g e ç ti (M .E.B.) (478) B a şk a b ir n ü sh ad a son İki cüm le şöyledlr: «A rap Ir a k ’m m m uhafızlık görevi A tab ey A k su n g u r’a veril­ diğinde, A rra n ve A zerbaycan m uhafızlığı da, Kızıl A rslan h n dedesi A tab ey lldenlz'e verildi. İkisinin y ö ­ n etim zam an ı aynıdır, eyaletlerinin ta rih i de birdir.» (M. A. A .) (479) «Selçuklular»ın kürtçesl. (M.E.B.) (480) E yyubîler. (M.A.A.) (481) E yyubi su ltan ların d an . (M .E.B.) 625(1229) yılı girince ve Cengiz Han komutasında­ ki Tatar ordularının çıkıp yeryüzünde fesat çıkarmaları­ nın belirtileri görününce, Sultan Celaleddin bin Sultan Muhammed Harzemşah, İran saltanatını terk edip Hin­ distan’a hareket etmek zorunda kaldı. Daha sonra ora­ da despot Cengiz Han'ın ölüm haberini duyunca, hemen Kic ve Mekran yoluyla, İran’ı egemenliği altına almak amacıyla başkent İsfahan’a geldi. Anlamların yaratıcısı Isfahanlı Kemal İsmail şu farsça şiirleriyle buna işaret etmiştir: «Yeryüzü mamur oldu tüm genişliğiyle yeniden «Dünya hükümdarının adaleti sayesinde «Birbirlerini kutladı törenlerle «İnsanlardan ve hayvanlardan artakalanlar a Ekinler ve varlığın soyundan olan tüm yaratıklar «Hep yeşerdiler, canlandılar yeniden «Bağlılığını sunmak üzere dergahına a İnsan tabiati de yol buldu yenilgiden sonra yeniden «Nuh ömrü ola ömrün şu dünyada «Tufandan sonra ülkeye seninle geldi şenlik çünkü «Şensin haçları İslam minberlerinden kaldıran «Çanları minarelerden söküp atan da sen «Şensin adaletin yüzüne örtülen zulüm perdesini kaldıran «Ve imanın yüzüne çekilmiş küfür perdesini çekip atan da sen.» Sultan Celaleddin, gerçekten kısa bir zamanda ül­ keyi bu ahlaksız kafirlerin varlığının pisliğinden temizle­ meye muvaffak oldu. Fakat bunun üzerinden henüz iki yıl geçmemişti ki, Oktay Kaan, Sutay Bahadır ile Cermagun Noyan’ın komutası altında, kan dökücü Moğollar’dan kurulu 30.000 kişilik bir orduyu Celaleddin’in üzeri­ ne gönderdi. Bunun üzerine Sultan’ın bu büyük ordunun önünde direnmeye gücü yetmedi ve İran’ı terkederek Arran ve Ermenistan bölgelerine gitti; orada Tiflis Şehri­ ni ele geçirdi. Şair Kemal İsmail buna da şöyle işaret et­ miştir: «Senden başka hangi sultandı ki «Atım Tiflis'te otlamış, Umman’da sulamış olsun?» Ravzat El-Safa tarihinin yazan diyor ki: «Sultan Irak’tan, önce Ahlat’a gitti. O sırada Bedlis Hükümdarı Melik Eşrefti; Fakat kardeşi Melik Mecdeddin, kendisi adına Ahlat’ta bulunuyor; oranın muhafızlı­ ğını ve savunmasını yapıyordu. Ahlat’taki muhafız birli­ ği, kalenin sağlamlığı ve kaledeki mühimmatın, savaşçı adamların çokluğundan güç alıyordu. Bu nedenle muha­ fız birliği, Sultan’m durumuna, elindeki kuvvete, hizmet­ çi, ihtişam ve kuşatma araçlarının çokluğuna aldırış et­ medi; hatta bu birliğin adamları kendisine dil uzattılar, kaleye sığınmasını engellediler. Bunun üzerine Sultan, orduya, kaleyi kuşatma emri vermekten başka çare bula­ madı. Böylece iki taraf arasında savaş ateşi alevlendi ve kuşatma uzun zaman sürdü; bu süre içinde, yiyecek ve mühimmatın tükenmesi yüzünden şehir halkının ve kale muhafız birliğinin güçleri gevşedi. Sultan'm ordusu bu fırsattan yararlanarak şehir ve kalenin su yolunu ele ge­ çirdi. Bunun üzerine Melik Mecdeddin, şehrin içindeki orta kaleye çekilmek zorunda kaldı; buranın muhafızı ise Melik Eşrefin kölesi lzzeddin’di. Bir süre sonra, kuşatma altındakilerin hepsinin du­ rumu çok sıkıştı ve barış istemek zorunda kaldılar. Bu­ nun için Melik Emced(4S2) aynı gün kalkıp Allah’ın ken­ disi için hazırladığı kadere razı olarak Sultan’ın hizmeti­ ne gitti; Sultan kendisini ilgisinin kapsamı içine aldı ve işlemiş olduğu direnme suçundan affetti. Fakat kendisi Sultan’m meclisinde ansızın yerinden kalkarak, İzzeddin için de af istedi. Bunun üzerine Sultan kendisine şu kar­ şılığı verdi: «Köle bir gençten mesaj getirmek, saltanat ve bağımsız olarak hükümet etmek iddiasıyla bağdaşmaz.» İki gün sonra İzzeddin de teslim oldu ve kendi isteğiyle ve yanında bulunan birkaç taraftarıyla birlikte kaleden çıktı. Bunlar, Sultan’m huzuruna girecekleri zaman, ansı­ zın onu öldürmek için kementlerle silahlanmışlar ve ke­ mentlerini kaftanlarının altına gizlemişlerdi. Fakat Sul­ tan'm yanındakiler bunu anladılar ve İzzeddin’i silahtan tecrit ederek tek başına Sultan’ın huzuruna götürdüler; Sultan da, onun derhal demire ve zincire vurulmasını is­ tedi; Melik Emced’in(48J) de hapsedilmesini emretti. Bu kanlı olaylar sırasında Melik Eşref Şam hüküm­ darlarına elçiler ve mektuplar göndererek onlardan yar­ dım istemişti. Bu sırada Mısır ve Şam hükümdarlarından kendisine yardım geldi. Melik Eşref, kendisine bağlı olan Kürdistan ordusuyla hemen hareket ederek onları kar­ şılamaya gitti ve Muş Ovası’nda onlarla buluştu. Sonra hep birlikte Sultan Celaleddin'le savaşmaya gittiler. O sı­ rada tesadüfen Sultan hastalanmıştı. Bununla birlikte sa­ vaş ve döğüş ateşini alevlendirmekten geri kalmadı; bir tahtıravan üzerinde oturarak, ordunun önünde toplanma­ sını emretti. Derken savaş başladı ve iki taraf arasında o geniş ovada çarpışma çıktı. Üç gece sürekli olarak ya­ pılan şiddetli çarpışmalar, Sultan’m ordusunun yenilgi­ siyle sonuçlandı. Fakat Sultan’m heybeti ve kahredici gü­ cü, zihinlerde yeteri kadar yer etmişti. O kadar ki, bu ağır yenilgiden sonra ordusunu kovalamadılar ve ittifak içindeki hükümdarlar, Sultan'ı izlemeden ülkelerine dön­ düler. Sultan da Ahlat’a döndü. Fakat Sultan Ahlat’a iner inmez, Moğol ordusunun Arran’a vardığı konusunda peşpeşe haberler geldi; ayrıca, Sotay Bahadır ve Cermagun Noyan’m da Tebriz yönün­ den gelmekte oldukları hakkında yaygın haberler çıktı. Bu durum Sultan’ın uykusunu kaçırdı; adamakıllı endişe­ lenmesine ve siyasetini tamamen değiştirmesine yolaçtı. Hemen Melik Emced(482) ile İzzeddin’in serbest bırakıl­ malarını emretti ve gelecek tehlike, karanlık olaylar kar­ şısında barış yapılması, birlik ve dostluk bağlarının güç­ lendirilmesi için Melik Eşrefle görüşmelere, müzakere­ lere girmeye başladı. Melik Eşrefin kızını isteyip nikah­ ladı. Bunun sonucu olarak da Sultan, askerlerini geri gön­ derdi ve ülkelerine gitmelerine izin verdi. Kendisi ise Bedlis’te saklanarak vaktini eğlence, oyun, içki ve sazlar­ la geçirmeye başladı. Melik Eşref gerçi Sultan’a açıkça, kendisinin Bed­ lis’te bu yakışıksız şekilde eğlenerek ve gelenekleri çiğ­ neyerek vakit geçirmesinin doğru olmadığını, Moğollar’ın yerini öğrenip de gelmemeleri için mutlaka Bedlis’ten çı­ kıp çevredeki tanınmamış, ün yapmamış köylere gitme­ si gerektiğini, aksi takdirde kendisinin durumu ve Bedlis'te kalmakta olduğu haberleri Moğollar’a ulaşırsa hiç şüphesiz Bedlis’e gelip Sultan’a bağlı ve sadık olanların bu ülkesini tahrip edeceklerini, kaldı ki -kendisine de şah­ sen eziyet vereceklerini söylüyordu. Fakat bütün bunlar fayda vermiyordu; hatta Sultan, Melik Eşrefin, bu öğüt­ lerini bir amaç ve arzu için verdiğine yorumluyordu, Me­ lik Eşrefin, kendisinin ve yanındakilerin yaptıkları büyük masraflardan ötürü gücendiğini ve bunun için de kendisi­ ni irsi vilayetten çıkarmak istediğini sanıyordu. Durum böyle sürüp giderken, bir de baktılar ki İmas Bahadır(483) komutası altındaki bir Moğol ordusu karan­ lık bir gecede Sultan’ı arayıp sormak için Bedlis Kalesi’nin kapısına geldi. Sultan ise, o sırada derin bir uyku­ daydı. Yıllanmış içkiyi fazla içtiği için serhoş olmuş ve (483) B iraz y u k arıd a «S otay B ahadır« şeklinde geçti. (M. E.B .) sonunda bayılmıştı. Bu yüzden, ancak başına bir testi so­ ğuk su dökmelerinden sonra derin uyku ve serhoşluktan ayıldı. Sultan, Moğollar'ın geldiğini ve kendisi ile yanında­ kiler için birkaç eğerli attan ibaret olan kaçma araçları­ nın hazırlanmış olduğunu. öğrenince, Melik Eşrefin kızı olan karısına dönerek şöyle dedi: «Baban, içinde bulun­ duğumuz gafletten birkaç defa bizi uyardı ve samimi öğüt­ lerini barışçı olarak bizden esirgemedi. Fakat biz kendi­ sine kulak vermedik ve bütün söylediklerini, belli bir amaç, bir arzu için söylediğine yorumladık. Şimdi ise, sen konup göçmede ve bizimle birlikte yürümede bizimle beraber mi olursun, yoksa babanın yanında kalmayı mı tercih edersin?» Karısı Sultan’la birlikte gitmeyi kendi arzu ve isteğiyle tercih etti. Bundan sonra, hep birlikte gece yarısı kaleyi terkettiler. İşte o zamandan beri Sultan’m akıbeti ve durumunun neye vardığı araştırmacı tarihçilerce kesin olarak anlaşılmadı. Fakat Şeyh Rükneddin Alaüddevle Semnanî’nln -aziz sırrı kutsansın- R isalet' El-İkbaliyye adlı eserinde, kendi şeyhi Şah Abdurrahman Kesrefî’den naklen zikredildiğine göre, Sultan, Allah yolundaki adamların safına katılmış ve Allah’ın rahmetine kavuşuncaya kadar, Bağdad‘ın köylerinden birine kapanarak yamacılık ve terzi­ lik mesleğinde çalışmıştır. Güzide tarihinin yazarının rivayetine göre de, kar­ deşi Ahlat Savaşı’nda öldürülmüş olan bir Kürt, Sultan’ı kırda görmüş ve öldürülmüş kardeşinin kısasını almak için kendisini hemen öldürmüştür. Tezkiretu Devletşah’ıo yazarının rivayetine göre ise, dağlı Kürtler Sultan’m atla­ rına ve elbiselerine göz dikerek kendisini öldürmüşlerdir. Her ne olursa olsun, bilgi Allah indindedir. Bu olaylardan sonra Melik Eşref, çağdaş sultanlar­ dan hiç birine boyun eğmek zorunda kalmaksızın, vila- yetinin işlerini ve hükümetinin meselelerini yönetmeye devam etti. Allah’ın rahmetine kavuştuktan sonra ise, yukarıda sözü geçen kardeşi Melik Mecdeddin beylik tahtına çıktı. Ondan sonra bu iki bey’in çocukları ve to­ runlara bu vilayette peşpeşe yönetime geçtiler. Ünlü fa­ tih Emir Timur Gurgan -rahmet ve mağfiret, üzerine ol­ sun- zamanına kadar, komşu hükümdarlardan hiç biri onlara karışmadı. İKİNCİ BÖLÜM Hacı Şeref bin Diyaeddin Hakkındadır Haberler ve tarih hakkında bilgisi olan! arca, tarih ve olayları bilenlcrce bilindiği gibi, büyük tarihçilerin yazmış oldukları kitaplardan çıkarılan ve alınan bilgile­ re göre, Celaliler'in*4*42 «Fırordinmah » ve Türk’lerin *îtyılmna rastlayan Hicri 796(1394) yılının aylarından bi­ rinde, despot Timur Gurgan, Barış Diyarı Bağdad, Cezire-i ömeriye, Musul, Tekrit, Mardin ve Amed’i fethet­ tikten sonra, Siwaser (Sivaser)(4M) yoluyla Aladağ tepe­ lerine yöneldi. Aynı yılın 15 Receb’ine rastlayan pazar günü, Sultan’mc4S6) karargahı Muş Ovası’na konunca, Zafemame’nin yazarının söylediğine göre, bütün Kürdistan ülkesinde doğruluk, samimiyet ve iyilikte bir benzeri bulunmayan, ve kudret, kuvvet sahibi büyük Sultan Ti­ mur Gurgan’m bütün adamlarıyla tam bir birlik içinde olan ve onlara tamamen boyun eğen Hacı Şeref, Bedlis, Ahlat, Muş ve o zaman yönetmekte olduğu irsi vilayetin­ de bulunan diğer kalelerin anahtarlarını Sultan'ın otağı­ na sundu; ayrıca yanında değerli hediyeler ve nadir rast(484) F a rsla r. (M.A.A.) (485) S iv a s o lab ilir. (M J3J3.) (486) T im ur'un. (1LE .& ) lanan armağanlar, soylu Arap atları, hızlı koşan atlar gö­ türdü. Bu atlardan biri şairin dediği gibiydi: «öyle bir at ki gök mavisi alacalı rengi, «Binlerce gece ve gündüzü örmüş yanyana «Küre onun yanaklarından yapılmış, «Ay yuvarlağı da tırnağından kırılmış sanki «Nalını ikiye bölersen eğer «Tıpkı yanmayın çarkı gibi olur «Batıdan doğuya kadar, bir tek meydan olsa «Bir atlayışta alır bunu, kızgın yıldırım gibi «Ayaklanyla bir hamle yaparsa eğer «Yetişmez ona kasırga bile.» Sultan, Ham Şerefe son derece iltifat etti ve ken­ disini kırallık ilgisinin kapsamı içine aldı; ona üstün de­ ğerli güvenini verdi; taltiflerini ve nimetlerini üzerine yağdırdı; onu altın kılıçlar altın ve incilerle işlemeli ve nakışlı elbiseler gibi değerli hil’atlcrle ve yüksek rütbeler­ le taltif etti; Bedlis Vilayeti’ndeki irsi Hükümetini kendi­ sine bıraktıktan başka, buna ek olarak vilayetine Pasin, Evink, Melazkird gibi yerleri de kattı. Ayrıca kendisine, bu ülkelerin onun sadakat ve bağlılığının uhdesine veril­ diği konusunda ağır yeminlerle pekiştirilmiş yüce berat­ lar verdi. Ona çok güvendiği için, Sultan’m adamlarına ihanet etmiş olan vc bu yüzden yüce otakta tutuklu bu­ lunan, Özbekistan kırallarının oğullarmdan Ayık Sofi’yi de, hakkında karar verinceye kadar, kendisini Bedlis Ka­ lesi’ne hapsetmesi için Hacı Şerefe teslim etti. Timur’un o yüce beratı 940(1534) yılına kadar ai­ lenin yanında bulunuyordu. Şeref Han’ın Allah’ın rah­ metine kavuşması*487* ve oğlu Şemseddin’in Rozkan aşi­ retinin ileri gelenleri ve reisleriyle birlikte Acem ülkesi­ ne iltica etmesi sırasında Timur’un o önemli belgesi, daha önce verilmiş olan öteki sultanlık hükümleri, belgeleri ve beratlarıyla birlikte kayboldu. Sözün kısası, Hacı Şeref Han‘m ölümünden sonra, onun yerine oğlu ve sadık halefi, «Veli» diye ¡in yapan Emir Şemscddin geçti. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM Emir Şemscddin bin Emir Hacı Şeref Haberleri nakleden faziletlilerin sözlerinden anlaşı­ lıyor ki: Türkmen Kara Mehmed’in oğlu Kara Yusuf, despot Timur Gurgan’ın satvetinden ve onun pençesine düşmekten kaçarak Rum(488) Hükümdarı Yıldırım Bayezid Han’a kaçınca, Timur bu Rum Kayseri’ne(4M) bir elçi göndererek, Kara Y usufu kendisine teslim etmesini iste­ di; ayrıca, elçiyle birlikte gönderdiği mektupta da kendi­ sine şu farsça beyitleri yazdı: «istemiyorum ki Rum diyarı gibi bir barış ülkesi «Benim istilama uğrayıp da karmakarışık olsun «Hizmetçimize veriver Kemah’ın anahtarlarım «Ve daraltma başına şu geniş dünyayı «O şerir, yol kesici Kara Yusuf var ya «Hacılara hac yolunu kapatmıştı «Ve Hiçbir yolda güvenlik kalmamıştı, onun yüzün­ den «Senin dergahında buldu sığınacak yer «Ona siyaset kılıcıyla ver hak ettiği cezayı «Bu mektubumu alır almaz cezalandır onu.» Timur Gurgan'ın elçisi Rum Sultanı’nın(488) sarayı­ na varıp da görevini gerektiği .gibi yerine getirince, Sul­ tan uygun cevabı verdi ve Kara Yusufu da, Mısır Hü­ kümdarı Sultan Fcran’ın(489) sarayına gitmesi için serbest bıraktı. Mısır Hükümdarı o şuada Timur Gurgan’la dost olduğu ve onun tarafını tuttuğu için, hem bu Kara Yusufun, hem de yanında mülteci olarak bulunan sa­ bık Bağdad Valisi Sultan Ahmed El-Celayiri’nin Kahire Kalesi’nin burçlarından birinde hapsedilmelerini emretti. Timur Gurgan'ın ölüm haberi gelinceye kadar ikisi de bu durumda kaldılar. O zaman ise, her birinin kendi komutası altında 500 kişi toplayıp, onlara gerekli yiyecek ve mühimmatı Mı­ sır Hazinesi’nden harcamak suretiyle, öteki beyler ve komutanlar gibi bu kuvvetleri hizmete sokmaları şartıy­ la, serbest bırakılmaları için emir verildi. Fakat Sultan Ahmed El-Celayiri’nin hizmetçilerinden ve maiyetindeki adamlardan başka, adamlarından ve askerlerinden, ken­ disiyle birlikte Bağdad’dan gelen olmamıştı. Kara Yusuf ise böyle değildi; Karakoyunlu Türkmenleri’nden birçok lider, komutan ve asker kendisine katıldılar ve bunun sonucu olarak büyük bir şana ka­ vuştu. Bu yüzden Mısır’lılar kendisinden korku duyma­ ya başladılar ve durumunu Sultan Ferah’mt4i9) eşiklerine sunarak dediler ki: «Sultan, Kara Yusuf ve adamlarının herhangi bir vesileyle Mısır'dan atılmaları için çalışma­ dığı takdirde, şüphesiz akıbet vahim olacaktır.» Meselenin tartışılmasından sonra, Mısır’lılar, bu Türkmen’leri yarış töreninin yapılacağı gün öldürmeye karar verdiler. O gün Sultan Ferah<489) ansızın Kara Yu­ suf ve adamlarına, atlarından inerek yarış alanındaki da­ ğınık ufak taşları toplamaları için meydana dağılmalarını emredecekti; onlar dağılınca da, Mısırlı askerlerin kılıçlar (489)1K ita p ta böyledir; f a k a t anlaşıldığına göre bu, arap ça k ita p la rd a y aygın olan «Ferec»in bozulm uş şekil­ dir. (M.A.A-) ve oklarla b u zavallı m a s u m ların üzerine atılıp onları tamemen yok etmeleri için emir verecekti. Fakat Kara Yusuf, kendisine ve adamlarına karşı hazırlanmakta olan kötü hileyi öğrendi; bunun üzerine adamlarına, silahlanıp mücadeleye hazırlanmalarını ve hazırlıklı olarak yarış meydanına gelmelerini söyledi. Va­ kit gelip de halk ve askerler yarış meydanmda toplanın­ ca; ve plan gereğince Sultan, meydanı, orada dağılmış olan ufak taşlardan temizlemek için Kara Yusuf ve adamlarının meydana inmelerini emredince; Kara Yusuf atının sırtında olarak Sultan’a doğru gitti ve kendisine seslenerek şöyle dedi: «Sultan bizlcrden güvenini ve ilgi­ sini esirgemediği sürece, bizler de onun, kendisine ve devletin» bağlı kullarıydık. Şimdi ise, madem ki kıskanç­ ların, keyif ve garaz sahiplerinin sözlerini dinlemiştir ve meşru hiç bir sebep olmaksızın bizi yoketmek istiyor; artık bizim bu ülkede kalmamız mümkün değildir.» Son­ ra yine atının sırtında Sultan’a saygı amacıyla ayağa di­ kilerek kendisini gerektiği gibi selamladıktan sonra atım mahmuzladı; göz açıp kapamasından daha hızlı bir şe­ kilde atım koşturdu ve kabilesine seslenerek «meydandan çıkıp beni izleyin» diye bağırdı. Denildiğine göre, kendisi Diyarbekir’e dönmek üze­ re yolda giderken, yakalanması ve Diyarbekir’e varması­ nın engellenmesi için Sultan tarafından 180 defa askeri kuvvetler gönderildi. Fakat Kara Yusuf, isabetli tedbiri, savaştaki iyi tecrübesi, hızlı hareketleri ve üstün cesareti sayesinde, her defasında onları yenilgiye uğrattı. Sağ sa­ lim Diyarberkir'e vardıktan sonra Bedlis’e giderek Bed­ lis Beyi Şcmseddin’e iltica etti. Şemseddin kendisini iyi karşıladı, ona çok güvendi, kızıyla evlendi ve bunun kar­ şılığında Pasin bölgesi ile Evnik Kalesi’ni kendisine ver­ di. Kara Yusuf, hizmetçileri ve maiyetiyle birlikte kışı bu. ülkede geçirdi. Kara Yusuf, 809(1407) yılının yazında, Melik Şemseddin’in desteği ve yardımıyla, Mirza Ebu Bekir bin Mirza Miranşah bin Emir Timur’la çarpıştı. İki ordu ara­ sında, Çukursa’d denilen bir yerde çarpışmalar meyda­ na geldi. Sonunda Timurlu düşmanı yenilgiye uğradı ve bu zafer Kara Yusuf’un Çukursa'd, Merend, Nahcivan, Surur«490' ve Maku’yu istila etmesiyle sonuçlandı. O kışı da Mcrend’de geçirdi. 810(1408) yılında Mirza Ebu Be­ kir babası Mirza Miranşah’la birlikte Irak ve Horasan’­ dan büyük ordularla Türkmen Kara Yusuf’la çarpışmak üzere Azerbaycan'a hareket etti. İki taraf arasında, Teb­ riz Ncşibgazanı’nda savaş başladı. Çağatay ordusu«49" ağır bir yenilgiye uğradı; Mirza Miranşah çarpışmada öldürül­ dü ve Azerbaycan ülkesinin tümü Kara Y usuf un eline geçti; bunun sonucu olarak günden güne şanı yüceldi ve kadri yükseldi. Kendisi ile Melik Şemseddin arasındaki ilişkiler ise ilerleyip kökleşti. O kadar ki, Kara Yusuf, Melik Şemscddin’e «oğlum!» diye hitabediyordu. Büyük saltanat ilan ettikten sonra, bir yüce emirname çıkararak bununla, Bedlis Vilayeti’nin ve ona bağlı yerlerin Melik Şemseddin’in mülkiyetinde olduğunu pekiştirdi. İşte sana o yüce emirnamenin esas ibaresi ve metniyle birlikte sureti: Emirnamenin Sureti «Aziz çocuklarım -yüce Allah onları bağışlasın-, aşi­ ret, fırka, ‘binler’ ve ‘yüzler' beyleri, komutanlar, hüküm­ darlar, görevliler, meslek ve zanaat adamları, diğer halk, ileri gelen ve liderler, ve Kürdistan’ın bütün kıratları; ve Bedlis, Ahlat, Muş, Xınûs (Hınıs)«492' ve bunlara katılan ve bağlı olan yerlerin soyluları, tanınmışları, ünlüleri ve (490) D ognısu «Şurur» olsa gerek. (M.A.A.) (491) M irza E b u B ek ir’in ordusunu kastediyor. (M.E.B.) (492) B azı yerlerde (Xınıs» (H ın ıs); bazı yerlerde de «3ünus» (H ınus) şeklinde geçm ektedir; biz, h e r iki şekfl de aşlm a uygun o la ra k yazdık. (M.E.B.) sakinleri!. Hepiniz biliniz ki; en aziz, en akıllı, en say­ gıdeğer evladım, beylik ve adalet sahibi hazretleri, en büyük Emîr, Acem emirlerinin Emîri, Eb’ü’l-Meali Mîr Şemseddin’in -yüce Allah onun devletinin, zaferinin, iz­ zet Ve ikbalinin günlerini kıyamet gününe kadar koru­ sun-, gösterdiği mükemmel bağlılık ve birlik, sonsuz ye­ tenek ve fedakarlık nedeniyle; ve kendisine olan eksik­ siz güven ve tam inancımız sebebiyle; adı geçen Emîr’in üzerine nimetlerimizi yağdırmamız, onu yüce ilgimizin kapsamı içine almamız, kendisini Siwerğalat (Siverğalat) (?) ile taltif ederek emsalinden imtiyazlı bir duruma ge­ tirmemiz ve düşmanlarından üstün kılmamız; bu konuda­ ki geçmiş kararımızı uygulamak amacıyla, bizim yüce kırallık himmetimiz üzerine kaçınılmaz oldu, işte bunun için, şimdi yüce irademiz, Bedlis, Ahlat, Xınûs, Muş ve diğer kalelerin, onlara bağlı yerlerin, onlara katılan, ekle­ nen ve bağlanan yerlerin hükümetinin, adı geçen Emîr'e yeniden verildiğini, eskiden olduğu gibi buraların Divan haklarında, beylik aidatında ve eyaletin bundan başka aidatı ile mâliyesinde tasarruf edeceğini, bunlarda hiç kimsenin hiçbir şekilde kendisine ortak olmayacağını ve kendisiyle çatışmayacağını gerektirdi. Bunu duyurmak amacıyla bu mutlu emrimizi ve uygulanacak olan kesin kararımızı bütün ülkelere gönderdik ki; bunu bilsinler, onun beyliğinin, işlerine, bu beyliğin eski zamandan be­ ri kendisine ait olan tarlalarına ve kışlaklarına karışma­ sınlar, onun reayasının işlerine ve adamlarının davranış­ larına karşı çıkmasınlar ve hiçbir şekilde onunla çatış­ masınlar. Bu emre muhalefet eden her kimse, kendini müsamahasız cezaya çarptıracak ve hesap, sorgu mevkiinde durduğunda kendine hiçbir aracı bulamayacaktır. Ayrı­ ca, Bedlis, Ahlat, Xmûs ve diğer yetlerde oturup da es­ kiden beri evladım Emîre ve onun hükmüne boyun eğen beylerin, komutanların, soyluların, ileri gelenlerin ve halkın görevi, bu boyun eğmeye devam etmek, onun en ufak bir işaretine muhalefet etmemek, biitüu meselelerini ve problemlerini, her yönünden büyük itaat ve bağlılıkla Emîr aracılığıyla ve onun ülkedeki adamlarının ve görev­ lilerinin elleriyle çözümlemektir. Bu emirname, yüce ve kutlu Sultanlık imzasıyla imzalanıp süslenmiş olduğu için, ona güvenmek ve uyarınca hareket etmek gereklidir. «820(1418) yılının Rebiyülevvel ayının 10’unda ya­ zılmıştır. » Metla’ cl-Sa'deyn’nin yazarı demiştir ki: «Kara Yusuf’un ölümünden 40 gün sonra, Emîr Şemseddin, 823(1421) yılının 23 Zilhiccesinin 18’inci günü, Arran Karabağı'na bir heyet göndererek, güvenilir adamlarından birinin aracılığıyla, Mirza Şahruh’unC493) sarayına boyun eğişini ve itaatini arzetti. Mirza Şahruh’un ilkbaharın başlarında, Türkmen Kara Yusuf’un ço­ cuklarına vurmak ve onlarla savaşmak amacıyla, Karabağ kışlağından Azerbaycan sınırlarına hareket etmesi sı­ rasında, 824(1422) yılının Cemaziyelevvel başlarında, Bedlis Hükümdarı Emîr Şemseddin tarafından gönderi­ len ve yanma birçok hediye ve armağan almış olan Kadı Muhammed, Ketme El-Gıyasî denilen yerde Mirza’nın otağına geldi; Sultan’dan ve adamlarından büyük bir il­ gi ve kadir gördü. Sultan, yüce mecliste oturmasını bildir­ di ve dileklerini yerine getirdi; meramına kavuşmuş ola­ rak efendisinin yanına döndü. Ayrıca Sultan Şahruh’un otağı, Ahlat'ın nahiyeleri rden birinde bir ağaçlık olan Merku konağını şereflendirip, muzaffer askeri oraya çadırlarını kurunca, Emîr Şemsed­ din, yanında Kürdistan’m bazı beyleri de olduğu halde oraya gitti ve Sultan’ın ordusunu izzet ve tazimle karşı­ ladı; sonra aynı yılın Cemaziyelahır’mın başlarında yüce kabulle ve parmak öpmekle şereflendi. Sultan da ilgi gös­ terip kendisini birçok değerli hil'atlerle taltif etti ve irsi eyaleti Bedlis’in beratım yeniledi. Aynı ayın 16’ncı gü­ nü, vilayetinin merkezine dönmesi için kendisine izin verdi.» Gerçek şudur ki, Emîr Şemseddin, nitelemekte mü­ balağa ve görüşte aşırılık olmaksızın; dindar, bilgili, ida­ reci, ciddi, meseleleri akıl, siyaset ve isabetle ele alıp çö­ zümleyen bir adamdı. İşte bunun için, o ülkenin halkı, kendisinde; evliyalık ve kutsallık mertebesine varacak kadar iyilik, dindarlık ve günahlardan sakınma olduğuna inanırdı. Bazı tasavvuf risalelerinde belirtildiğine göre, halk, kendisinin o kutsal makamlarda*494* yedi aşamayı aşmış ve yüce Hazretle*495* ünsiyeti elde edecek bir maka­ ma ulaşmış olduğunu söylüyordu. Dillerde meşhur ve ağızlarda yaygın olduğuna göre, vahşi hayvanlar ve kuş­ lar Emîr’e ısınmış; abdest aldığında bunlar başına topla­ nır ve korkmadan, çekinmeden onun mübarek ellerinin suyunu içerlermiş. Buna benzer daha birçok hikaye ve masallar vardır ki, şimdi bunları anlatırsak, öngördüğü­ müz amaçtan başka bir şekilde yorumlanabilir. Sözün kısası, Allah rahmet etsin, kendisi bilgin, ada­ letli, sofu meşrepti; bilginleri, yoksullan, dervişleri sever ve her zaman onlarla oturup arkadaşlık ederdi. Bunun için halk arasında «Büyük Emir Şemseddin» diye ün yap­ mıştı. Bu ülkenin erkekleri ve kadınları hâlâ onun mü­ barek ruhundan güç umarlar ve gece gündüz dualarında onun ruhuna başvururlar. Emîr Şemseddin, ülkeden Türkmen’lerin egemenliği ve nüfuzu kalktıktan sonra, ülkesinin bağımsızlığını ilan etti; tek başına kendi adına sikke kestirdi ve hutbe okut­ tu. O tarihi günün eserlerinden biri, bir miskal ağırlığm(494) E v liy a lık m a k a m la r ı. (M .E .B .) (495) G aliba A llah’ı kastediyor. (M .E.B.) da olan altın-gümüş karışımı ve üzerinde «Şemseddin» yazılı bulunan bir paradır. Kürdistan halkı bu paranın bereketli olduğuna inanır ve onun uğurluluğundan yarar­ lanmak için hâlâ ellerinde bulundurmaktadır. Ben de bu parayı gözlerimle defalarca görmüşümdür. Ayrıca benim gördüğüm üç dirhem para daha vardır ki Bedlis hüküm­ darlarından üçünün adına darp edilmiştir. Bu hükümdar­ lar şunlardır: Muhammcd bin Şeref, Şeref bin Mubammed, Şemseddin bin Ebu Diyaeddin. O ulu Bey’in(4%) eserlerinden ve yaptırdıklarından bazıları şunlardır: Bir zaviye, bir hastane, bir misafirha­ ne, Gök Mcydan’da bulunan ve 810(1408) yılında yaptır­ mış olduğu «Şemsiye Camii» adındaki cami. O büyük Emır'in Bedlis ve dolaylarında şu vakıftan hâlâ birer ge­ lir kaynağı olarak durmaktadır: Muş’a bağlı Tırmit Kö­ yü, Gurcikan’a bağlı Kıfu Köyü, Erciş ile Adilcevaz ara­ sında bulunan Kazux (Kazuh) Köyü; ayrıca Bedlis’in içinde, o vakıflardan alınmış dört tarla, yedi dükkan, büyük bir han ve 20 Ermeni ailesiC497). Bunların dışında kalan vakıflar ise durumların değişmesi ve zamanın geç­ mesiyle kaybolup gitmiştir. Yaptırdığı zaviye hâlâ mamur durumdadır ve içindeki faaliyetler devam etmektedir; orada her gün yoksullara ve çaresizlere sadakalar ve yiye­ cek dağıtılmaktadır. Kazux Köyü’nde de, gelip giden yol­ culara sarfedilen, biri özel ve biri genel olmak üzere iki vakıf vardır. Emir Şemseddin, sonunda, Ahlat Şehrinde, Kara Yu­ suf’un son derece cahil, ahmak v.e serseri olan oğlu Mir­ za İskender tarafından şehit edildi. Bir rivayete göre, onun ulu cenazesi Ahlat’tan Bedlis'e nakledilerek Gök Meydan’ın doğu tarafında gömülmüş; diğer bir rivayete (496) E m îr Şemseddin. (M.E.B.) Yani o nlara k i r a l a n a n evler. Ç M .A .A .) (497) göre de hâlâ Ahlat’ta bulunmaktadır. Gömüldüğü yer hak­ kında böylece ihtilaf vardır. Dillerde dolaşan rivayetlere göre, öldürülmesinin sebebi şuydu: Kendisi Mirza İskender’in kizkardeşiyle evliydi. Bu hanım Türkmen aşiretinden olduğu için, ye­ tişmesi ve tabiatinin gereği olarak ata binmeye, değnek oyunu oynamaya, ok atmaya, genel törenlere ve meclis­ lere katılmaya eğilimliydi. Bu yüzden, Bedlis’te de birkaç defa bu işleri yapmak istemiş; fakat büyük Emîr kendi­ sine bu konuda müsamaha göstermemiş ve bazen yumu­ şak, bazen de sert bir şekilde bu isteğine karşı koyarak şöyle demiştir: «Biz Kürt’ler, Türkmen'lerin, günlük ha­ yatlarının esası haline getirmiş oldukları bu gibi adetleri doğru bulmuyoruz; bu işleri bırakmak iyi ve gereklidir.» Ne var ki şairin dediği gibi: «İyilik ve yumuşaklıkla bitmezse eğer iş «Saygısızlığa başvurma zoruuluğu doğar çaresiz.» Nitekim mesele selametle kapanmamış; tersine ça­ tışma ve inat, zorunlu olarak hanıma karşı sertlik ve şid­ det kullanılmasına yolaçmıştır. Küstahlığı ve dil uzatma­ sı karşısında bir gün Emîr Şemseddin, ağzına bir yumruk vurmak zorunda kalmış ve bir dişi kırılmıştır. O da hemen kırık dişini alıp, şikayetini ve mazlumluğunu gerçekten etki­ li bir şekilde belirten bir mektupta gizleyerek, Erciş’te bu­ lunan kardeşine göndermiştir. Bunun üzerine, «Deli İs­ kender» diye ün salmış bu pervasız zalim, Emîr Şemseddin’in kendisini görmek üzere her zamanki gibi Ahlat’a gitmesini fırsat bilerek yıldırım gibi üzerine atılmış ve onu öldürmüştür, öldürülmesinin yaygın olan nedeni iş­ te buydu. Fakat bu satırların yazarı, bunu uzak bir ihti­ mal olarak görmektedir. Görünüşteki akla yakın neden­ ler, EmıT Şemseddin’in Şahruh’un sarayına itaatini arzetmiş olmasıydı. Bilgi Allah indindedir. Sözün kısası, büyük Emîr Şcmseddin'in şehit olma­ sından sonra, beylik tahtına ve vilayet yönetimine, onun sadık halefi Emîr Şeref geçti. Emîr Şeref Allah’a tutkun bir meczuptu; darmadağınık bir durumdaydı ve gönlü hep meşguldü. Yönetim işlerine aldırış etmez ve dünya işleriyle ilgilenmezdi, örneğin geceleri şehrin hamamla­ rının külhanlarında yatar, gündüzleri ise kendisi için özel olarak yaptırmış olduğu bir demir kafeste oturur ve şu sözleri tekrarlar dururdu: «Erkek kekliğin yeri kafestir.» Günleri, yeni açmış güllerin günleri gibi fazla sürmedi ve çabuk geçti. Kendisi varlık safhasında bir eser de bırak­ madı. «İster sevinçli ol, ister dertli bu dünyada «Güven yoktur bu köhne gidişli dünyada «Madem ki bu dünyadan göçetmek kaçınılmazdır «Sevinç daha iyidir dertten, ve sağlık hastalıktan.» Öte yandan, güvenilir rivayetçiler rivayet ederler ki; Emîr Şerefin Hasankeyf hükümdarlarının kızlarından olan karısı Şahım Hatun, kocasının sağlığında alimlerden bir fetva elde etmiş ve bu fetva gereğince, Emîr Şeydi Ahmed Nasıraddin’le evlenmişti. Emîr Şeref Allah’ın rah­ metine kavuştuğunda, bu karısından küçük bir çocuk bı­ rakmıştı. Şemseddin adındaki bu çocuk hükümdarlık iş­ lerini eline alabilecek güçte değildi. Bu nedenle Bedlis Hükümeti’nin yönetimi ve beyliğinin işleri Mîr Şeydi Ahmed’in ve karısı Şahım Hatun'un eline geçti. Bu durum, Rozkan aşiretinin ileri gelenlerinin öfkesini ve nefretini kabarttı. Bu yüzden bu ileri gelenler Merkezi Mükümet’e karşı isyan ettiler ve her biri, Bedlis Beyliği’nde yönettiği kesim vc nahiyeleri tek başına yönetmeye başladı, örne­ ğin, Mîr Muhammed Nasıraddin Ahlat işlerinde, Qewalisî (Kavalisi) Abdurrahman Ağa da Çukur ve Muş na­ hiyelerinde tek başlarına yönetim kurdular. Böylece iş­ ler karmakarışık oldu ve Rozkan aşireti arasında kar­ gaşalıklar yayıldı. Her biri bağımsızlık ve tek başına hüküm sürmek iddiasında bulunuyor ve kimse kimseye boyun eğmek istemiyordu. «Ülke sultansız kaldı mı bir kez, «Her köyün reisi vali kesilir.» Bir süre durum bu şekilde devam etti. Sonunda Emir Şemseddin büyüyüp de zincirden kurtulunca, bir gün adamlarıyla birlikte Bedlis’in dışında avlanmaya çık­ tı. Bu sırada, Kefnedûr (Kifnedur) yolunda, odun yüklü eşeğiyle birlikte, adet olduğu gibi odunlarını satmak üze­ re şehre doğru gitmekte olan, Baykan aşiretinden Ömer Yadigaran admda birisiyle karşılaştı. Arap Köprüsü üze­ rinde kendisiyle karşılaştığında, Ömer, bu gibi yerlerde gösterilmesi gereken saygıyı göstermedi; hatta eşeğini yoldan ayırmadı bile, ve onu hızla sürerek Emir’in kafi­ lesinin arasına girdi; hatta odunlar Emîr’in ayağına değdi ve ayağını tahriş etti. Bunun üzerine Emir öfkeyle do­ larak şöyle bağırdı: «Hey ahmak eşek!, senin, hayvanını gözetecek gözlerin yok mu ki onu yoldan uzaklaştırasın ve insanlar eziyetsiz olarak geçsin?» Ömer ise buna kar­ şılık olarak derhal ve bütün şiddetiyle şu cevabı verdi: «Kör, kendi ayıbını görmeyen kimsedir.» Emir Şemsed­ din bu sert cevaba üzüldü ve öfkesi kabardı; adamı pençelemek istediyse de sonra kendisine şefkat ve zayıflığına saygı göstererek bundan vazgeçti; sabır ve olgunluğu ken­ dine şiar edinerek hakarete tahammül gösterdi ve adamı affetti, yaptığına da göz yumdu. «Sabredersen eğer, şüphesiz bu sabır «Sana devlet ve ikbal getirir azar azar.» Emir, öfkesinin ve hiddetinin belirtileri kalkmış ola­ rak döndüğünde biraz düşündü ve kendi kendine, «acaba bu şuadan adamın iddiasının gerçek bir nedeni ve daya­ nağı yok mu?» diye sordu. O zaman, avdan döndükten sonra, adı geçen adamı yanma çağırtıp kendisine sor­ maya karar verdi. Nitekim öyle yaptı; bu Ömer Yadigaran'ın odunlarını satmış ve eve dönmekte olduğunu gö­ rünce kendisini yanma getirtti ve şöyle dedi: «Hey cahil Kürt! Yüzüme karşı söyleyip beni üzdüğün ve bununla terbiye ve saygı yolundan saptığın o boş, anlamsız ve aşağılık söz neydi?» Bunun üzerine Ömer pişmanlıkla, boynunu büke­ rek ve olup bitenden ötürü özür dileyerek şu karşılığı verdi: «Ey benim gerçek velinimetimin oğlu ve ey benim gözlerimin soylu nuru! Ben hiç de terbiye yolundan sap­ madan ve doğruluk yolundan ayrılmadım; ben sadece, sana ve devletine olan bağlılığımdan ötürü, sizin alicenap kulaklarınıza birtakım doğru sözler arzetmek için ortam hazırlamak istedim. Eğer o sözleri benden dinlemek is­ tiyorsan, beni yalnız yanma çağırt; orada sana, demek istediklerimi detaylı olarak arzederim.» Emîr kendisinden, bu hikayenin detaylarını anlat­ masını isteyince, Ömer kendisine, annesinin, ilk kocası­ nın sağlığında alimlerden aldığı bir fetva gereğince Emîr Şeydi Ahmed Nasıraddin’le evlenmesini, bunun sonucu olarak beylik işlerinin yabancıların eline geçmesini ve bundan doğan işlerle durumları anlattı; böylece Şemscddin’e, kendisinden gizli tutulan meseleleri aydınlattı ve bunları eksiksiz ve fazlasız çlarak öğrenmesini sağladı. Bunun üzerine Emîr Şemseddin, bu samimi Kürd’ün sadakatine teşekkür etti ve ona gerektiği gibi takdir ede­ rek, bu bozukluğun nasıl düzeleceğini ve nasıl ıslah edi­ leceğini sordu. O zaman Ömer kendisine şu karşılığı ver­ di: «Benim görüşüme göre, Rozkan’lı kahramanlardan filan, filan, filan adamları birer birer yanına çağırtıp, öz­ lenen amaç üzerine onlarla sözbirliği etmen için kendile­ rini vaat ve tehditlerle kendi tarafına çek. Ondan sonra ben sana, bu işi sonuna götürmek için örnek bir plan arzcderim.» Emîr şemseddin hemen, Ömer’in kendisine arzettiğini uygulamaya başlayarak, her gün Rozkan’lı adam­ ları ve gençleri yanına çağırttı ve kendisi için onlardan biat aldı. Bu hareket halk arasında yayılıp da haberi Mîr Şeydi Ahmed’in kulaklarına gidince, derhal kaçtı ve Boxtan (Bohtan) Hükümdarı Mîr Ebdal’a iltica etti. Bunun üzerine Emîr Şemseddin hemen annesini öldürdü; sonra da kaçan hasmının üzerine orduyu yürüterek Boxtan Vilayeti’ne kadar kendisini kovaladı. Emîr Şemseddin’in saldırıya geçtiği haberi Boxtanli Emir Ebdal’a ulaşınca o da ordusunu topladı ve savaşa, döğüşe hazır olmak üzere Dalam nehri’nin kıyısında ka­ rargahını kurdu. İki topluluk karşı karşıya gelip de he­ nüz çarpışmaya başlamadan önce, Emîr Şemseddin ken­ di tarafından Emîr Ebdal’a bir elçi göndererek,, Mir Şey­ di Ahmed’in kendisine teslim edilmesini istedi. Fakat Emîr Ebdal bunu reddetti ve elçiye şöyle dedi: «Bu is­ tek bir tek şartla gerçekleşir; o da, senin efendinin, daha önce Boxtanh beylerden birini öldürüp senin efendinin sarayına kaçarak iltica etmiş olan Şenvanlı (Şirvanlı) Emîr Hasan’ı bize teslim etmesidir; o zaman biz de ken­ disine Mîr Şeydi Ahmed'i teslim ederiz.» Kısacası, bu şekilde elçilerin ve mektupların karşı­ lıklı gönderilmesinden som# şöyle bir anlaşmaya varıl­ dı: Emîr Şemseddin, Emir Ebdal’a, Şenvanlı Emîr Hasan’ın karşılığında rehin olarak, Rozkan ileri gelenlerin­ den ve liderlerinden birkaç kişiyi gönderecek; Emîr Eb­ dal da bunun üzerine kendisine Mîr Şeydi Ahmed’i yol­ layacak; ondan sonra da Emîr Şemseddin Şenvanlı Emîr Hasan’ı gönderecek ve bununla, Emîr Ebdal’m yanında rehin bulunan Rozkan liderlerini geri alacaktı. İşte bu anlaşmaya dayanarak Emîr Şemseddin, rehinleri, yüzmekte büyük bir hünere sahip olan ve büyük ölçüde yeterli ve yiğit olan adamlar arasından seçti; ve onları, Emîr Seydı Ahmed’e karşılık olarak Emîr Ebdal'a gönderdi. Emîr Şemseddin, onları gönderirken de kendilerine şunları söy­ ledi: «Ben hiç bir zaman Emîr Hasan’ın teslimine mü­ saade etmeyeceğim.» Ayrıca, uygun bir zamanda kaçmala­ rı konusunda hazırlanan plan üzerine de kendileriyle gö­ rüş birliğine vardı. Plan şöyleydi: Onlar, iki taraf arasın­ da sınır olan nehre yakın yerlerde kalacaklar; karargahta döğüş çıktığını gösteren haykırış ve onun gibi alametlerin görünmesini kollayacaklar; ansızın saldırı başladığında da atlarını, elbiselerini ve silahlarım arkada bırakıp orduları­ na katılmak üzere hemen çıplak olarak kaçacaklar ve neh­ ri yüzerek geçeceklerdi. İşte bu işaret gereğince Rozkan liderleri Emîr Ebdai’ın otağına gittiler ve bir süre yanında kaldılar. Bu sırada Emîr Ebdal, kendisine Emîr Hasan’ı iade edeceği, barış ve selametin gerçekleşeceği ve ikisinin de ihtilaf ve çatış­ manın doğuracağı sonuçlardan kurtulacakları umuduyla, Emîr Şemseddin’e Emîr Şeydi Ahmed’i gönderdi. Ne var ki, Emîr Şemseddin başka bir şey yapmak niyetindeydi: Güneş batar da, dünya kararıp siyah, korkunç bir elbise giyince, Emîr Şemseddin hemen kesici ve intikamcı kılıcı hain ve alçak Seydî Ahmed’in boynuna vurarak başını kesti ve böylece intikamını aldı, içini rahatlattı. Aynı saatta ordusunun bir birliğini de Dalam Nehri’nin kıyısına gönderdi ve bunlar ansızın gece karanlığın­ da düşmana saldırdılar. Bunun üzerine düşmanın öncü kuvvetlerine ve ön karakollarına korku ve dehşet hakim oldu; bu yüzden, olup bitenin içyüzünü anlamadan ve bu­ nun farkına varmadan kendi aralarında kavgaya tutuş­ tular. Tam bu sırada, rehin bulunan Rojkan liderleri işin içyüzünü anladılar; derhal koşarak nehre atıldılar ve yü­ zerek kendi karargahlarına ulaştılar. Güneş doğup da hazırlıklar, iki ordunun çarpışmaya ve birbirinin üzerine atılmaya hazır durumda, komutan­ lardan ufak bir işaret beklemek için nehrin iki yakasında durmalarıyla sonuçlanınca, Emîr Şemseddin atının sırtın­ da ileriye doğru gitti ve Emîr Ebdal’a seslenerek şöyle de­ di: «Ey Emir Ebdal! Ben, bana hiyanct ve düşmanlık etmiş olan hizmetçimi öldürdüm ve mesele bitti. Seninle aramda da, düşmanlık ve husumeti gerektirecek herhangi bir olay geçmemiştir. Buna rağmen sen çatışma ve vuruş­ ma istiyorsan, işte meydan şurada ve işte meydanda dola­ şan adam!» Boxtan adamları ve ileri gelenleri bu sözü duyduk­ ları zaman, Emirleri Ebdal Bey atıyla ilerledi ve şöyle de­ di: «Ey Emîr Şemseddin! Şüphesiz senin ulu babaların ve ataların, eski zamandan beri, atalarımızın büyükleri ve reisleriydi. Aralarındaki dostluk daima köklü, sevgi karşı­ lıklı ve samimiyet fazlaydı. Bu nedenle, o eski gelenekle­ re ve dostluklara ters düşecek bir davranışta bulunmaktan Allah’a sığınırız. Böyle bir davranış, aynı zamanda halkta nefret uyandırır; yaratıcı Allah indinde de yasaktır ve hem dünyada, hem ahrette sahibine hüsran ve utanç getirir. Emîr Şeydi Ahmed eğer kendi kendini kirletmiş ve terbi­ ye sınırını aşarak işlediğini işlemişse, en layık cezasını da buldu. Şimdi ise sizin iyi ahlakınızdan ve iyi niyetinizden, kargaşalık çıkmasına, vuruşma ateşinin alevlenmesine meydan vermemenizi ve iki taraf arasında sevgi ve birlik bağlarını güçlendirmeye çalışmanızı rica ediyoruz» Emir Şemseddin, Emîr Ebdal’ın yumuşaklığını, ılım­ lılığını, olup bitenler için özür dileyen sözler söylediğini, barışa eğilimli olduğunu ve selameti sevdiğini görünce; onun isteğini olumlu karşıladı ve ona dostluğunu, güveni­ ni teyit etti. Sonra da askerleriyle birlikte ülkesinin mer- kezine döndü. O günden itibaren bu Emîr, «Şemseddin’e Dıjwanj(4S8) diye adlandırıldı. Emîr Şemseddin‘in beş erkek çocuğu vardı: Sultan Ahmed, Sultan Mahmud, Diyaeddin, Emîr Şeref, Emîr İb­ rahim. ilk üçü, 835 (1432) yılında salgın hale gelen veba­ da öldüler; Emîr Şeref de gençliğinin baharında ve «m rünün ilk yıllarında normal eceliyle Allah’ın rahmetine ka­ vuştu. Böylece Emîr İbrahim, babasının ölmünden sonra hü­ kümdarlığa geçti ve bir süre ülkeyi büyük bir ciddiyet ve dikkatle yönetti. Sonra Allah’ın rahmetine kavuşunca, ye­ rine sadık halefi ve oğlu Emîr Hacı Muhammed geçti. Emîr Muhammed, 847 (1444) yılında, Bedlis’te nehir kı­ yısında büyük bir cami vc medrese yaptırmaya başladı ve bir yd sonra tamamladı. 865 (1461) yılında ölünceye ka­ dar yönetimde kaldı, ölünce büyük camisinin yanında gö­ müldü. Varlık safhasında iki çocuk bıraktı: İbrahim ve Emîr Şemseddin. Babasının ölümünden sonra, onun vasi­ yeti gereğince İbrahim yönetime geçti. Onun durumunu da aşağıdaki satırlarda anlatacağız. DÖRDÜNCÜ BÖLÜM Emîr İbrahim II bin Emîr Hacı Muhammed Daha önce anlattıklarımız arasında zikrettik ki; Karakoyunlu Kara Yusuf ile Bedlis hükümdarları ve yöneti­ cileri arasında, neredeyse baba-evlat ilişkisine dönüşe­ cek iyi ilişkiler ve sağlam bağlar vardı. Daha sonra Akkoyunlu Uzun Haşan, bu iki aşiret arasındaki köklü düş­ manlık yüzünden. Kara Yusuf’un oğlu Cihanşah’ı öldür­ meye muvaffak olunca ve bu durum, onun bütün Diyarbekir, Ermenistan ve Azerbaycan vilayetlerini istila etme­ sine yolaçınca; bundan sonra bütün kuvvetleri ve nüfu­ zuyla bu aileyi«499' ve Karakoyunlu ailesini yoketmeye, Karakoyunlu ailesinin bütün üyelerinin kökünü kazımaya, adamlarını ve taraftarlarını darmadağın etmeye yöneldi. önce, Bedlis Vilayeti'ni istila etmek ve Hükümdarını, yöneticilerini yakalamak amacıyla, büyük komutanların­ dan ve büyük devlet adamlarından biri olan Süleyman Bey Bijenoğlu’nun komutasında büyük bir orduyu Bed­ lis üzerine gönderdi. Bu Süleyman Bey, sayıya ve hesaba gelemeyecek bir orduyla Kürdistan’ın üzerine yürüdü ve Bedlis Kalesi’tıin dışında Türkmen ordusunun karargahım kurdu. Bunun üzerine, o zaman Bedlis Hükümdarı bulunan Emir İbrahim bin Emir Hacı Muhammed, derhal kaleleri sağlamlaştırdı; şehirleri güçlendirdi; yollan ve caddeleri tıkadı; kendisi de Bedlis Kalesi'ne kapandı. Süleyman Bey de, yanında birçok şiddetli kuşatma araçları ve uzun sa­ vaşma gereçleri getirerek kaleyi kuşattı. Kuşatma süresi tam üç yıl sürdü. Kış sona erip de, umutların ve özlemlerin açılacağını gösteren gülleri ve çi­ çekleriyle birlikte bahar geldikçe, Süleyman Bey’in de ka­ leyi ele geçirme umudu tazelenirdi. Kışı Mardin ve Beşiri dolaylarında geçirir; ilkbaharın başında tekrar Bedlis’i ku­ şatmaya gelir; Kürt kahramanlarıyla ve Rozkan aşiretinin yiğitleriyle yeniden mücadeleye girişir ve onlarla acı bir şekilde vuruşurdu. Savaşçıların ve döğüşçülerin sesleri, mancınıkların ve taş atıcı araçların gürültüleri yükselip alçalır ve kulakları sağırlatırdı; mermiler ve oklar üstten alta ve alttan üste uçuşup sağa sola dağılırdı ve hamasetle dolu olanların kalblerine varıp onları devirir; kahramanla­ rın canına isabet edip uçururdu, öyle ki, savaş alanı ve vuruşma meydanı, şairin farsça olarak nitelendirdiği gibi şöyle oldu: «Yiğitler iki saf oldu, tıpkı dilberlerin kirpikleri gibi «Safın biri üstte, öbürü de alttaydı «Yukardan yuvarlandı mı bir taş aşağıya «Yer öküzünden*5002 aslan büğürtüsü gelirdi «Aşağdan atıldığı zaman yukarıya bir ok «Şu yüksek çarka takılırdı şüphesiz «Ve dönerdi yüksek çarkla birlikte ahenkle «Ta ki Ay’ı halka, Güneş’i de kement yapana dek «Tüfekler ise zamanın taş-yüreklileri gibi «Parçalardı güven ve aman yerlerini «Kahramanların kanlarından kalenin burçları «Kırmızı renge boyandı, tıpkı narçiçeği gibi.» Kuşatma süresi uzayınca, yiyecek ve mühimmatın tü­ kenmesinden ve açlığın, öldürücü hastalıkların yayılma­ sından ötürü kuşatma altındakiler sıkıntılı bir duruma düştüler; o kadar ki, açlık ve hastalıklar hepsinin hayatı­ na son verdi ve Emîr İbrahim’le birlikte yalnız yedi kişi sağ kaldı. O zaman, Süleyman Bey'in meddahı olan Şair Mahmudoğlu türkçe bir gazel yazdı ve Sultan Haşan Bey’e gönderdi. Gazelde şu beyit de vardı: «Şeha! Ol Bec^is’in Kürdü mutî olmaz Sülcyman’c «Ezelden kalma adettir, çalışurlar Ocağ üste.» Sözün kısası, iki taraf arasında, güçleri tükendikten ve cephaneleri bittikten sonra barış yapıldı. Bu da iyi in­ sanların ve aralarında ilişki kuran barışseverlerin aracılı­ ğıyla oldu. Barışın şartları şöyleydi: Süleyman Bey Emîr İbrahim’in ve ailesinin hayatına dokunmayacak; buna karşılık Emîr İbrahim de kaleyi ve beylik görevini bırakıp kaleyi Süleyman Bey’e teslim edecekti. iki taraf bu şartlarda anlaşınca, durumu Sultan Ha­ şan Bey’e arzettiler; o da, kabul ettiğini ve Emîr tbrahim'e güven ve aman verdiğini belirtmek için yüzüğünü gön­ derdi. Bunun üzerine Emir İbrahim kaleden çıktı ve Sul­ tan Hasan’ın Tebriz’deki sarayına gitti. Böylece Süley­ man Bey Bedlis Vilayeti’nin bütün kalelerine ve şehirleri­ ne el koydu. Anlatıldığına göre, bu zorunlu göçte, Rozkan aşiretinden Emir İbrahim’le birlikte Azerbaycan’a gi­ den ailelerin sayısı 12 aileydi; bunlar arasında ünlü «Şems Aqılan» (Şems Akılan) ailesi de vardı. Emir İbrahim, maiyetiyle birlikte Tebriz'e vardıktan sonra. Haşan Bey kendisini Irak tarafına gönderdi ve geçiminin sağlanması için de Kum’un gelirinden kendisine bir tahsisat ayırdı. Bu ilgi ve ağırlama, Haşan Bey’in hü­ kümdarlığı süresince devam etti. Onun ölümünden ve oğ­ lu Yakub Bey’in saltanata geçmesinden sonra ise durum değişti. Çünkü Yakub Bey, Rozkanlılar’m davranışlarına ve Bedlis Vilayeti’nde çıkardıkları ayaklanmalara fazlasıy­ la sinirlendi. Bu yüzden Emîr İbrahim’in öldürülmesi için emir verdi ve bu emir Kum şehrinde yerine getirildi. Merhum Emîr, Kum'daki aşiretin ileri gelenlerinin kızlarından biriyle evlenmişti ve bu hanımdan üç erkek çocuğu bıraktı: Haşan Ali, Hüseyin Ali ve Şah Muhammed. ♦ Akkoyunlular’ın Bedlis Beyliği üzerindeki egemenlik­ leri 29 yıl sürdü. Bu süre içinde birçok ayaklanma ve kar­ gaşalıklar çıktı. Bunlar Rozkanlılar’m birliğini darmada­ ğın etti. Bunun sonucu olarak birçok ileri gelenleri ve li­ derleri çevreye iltica ettiler. Diğer kısmı da Genc’de giz­ lendiler; sabır ve tahammül elbisesi giyerek ve insanlardan, kitlelere karışmaktan ilgilerini keserek kurtuluş gününü beklediler. Rozkan aşiretlerinin temel direği ve Diyaeddiıı ailesinin en sadık, en vefakar adamı olan Muhammed Ağa Kelhokî ise, Akkoyunlu Türkmen beyle­ rinin yanında kalmak zorunda bırakıldı. Çoğunluk­ la vaktini Irak ülkesinde geçirridi. Zaman za­ man da, Bedlis hükümdarları olan ve velinimeti bulunan Diyaeddin ailesinin*501* çocuklarının hizmetinde bulunmak üzere Kum’a giderdi. Orada, yapılması gereken işler konusunda kendilerinin verdiği talimata uyarak, ken­ di işlerinin yararına olan söz ve çalışmada, gücünün yet­ tiği kadar görevini bağlılıkla yapardı. Kendisi, felekle çar­ pışmış ve onun acı tatlı tecrübelerinden yararlanmış eski adamlardan olduğu için, ailenin fertlerini bazen, Kürdistan’daki geçmişleri ve ailelerinin, heybetli ve sayıca çok olan Rozkan aşiretleri ve kabileleri arasındaki imtiyazlı makam ve mevkii konusunda aydınlatır; bazen de Bedlis’in güzel havasını, yumuşak iklimini ve zengin bahçe­ lerini uzun uzun anlatır; sonra da, sağlam kalelerle dolu olan o güzel ülkenin yabancı mütegallibelerin elinden kur­ tarılması için uyulması gereken planları açıklamaya koyu­ lurdu. Onun bu anlatışları, bu şehzadelere, kendilerinden biri Küıdistan’a gidip, sadece o büyük ülkenin sınırlarına ayak basmakla, kendisine vilayetteki kalelerin ve önemli şehirlerin fethini en kolay durumda ve en kısa zamanda mümkün kılacak Kürt aşiretlerinden ve Rozkan kabile­ lerinden taraftarlar ve yardımcılar toplanacağı hayalini verirdi. Böylece eski olan ailelerinde yeniden canlılık doğa­ cak ve irsi beylikleri yeniden dirilecekti. Sonunda, bu büyük aileye sadık olan ve hakkında ala­ bildiğine iyi niyetli olan bu tecrübeli adam cesaretlendi ve içinde gizlediği niyeti, şehzadelerin annesi olan hanıma açarak şöyle dedi: «Sen bana şehzadelerden birini Kürdistan’a götür­ mem için verirsen, şüphesiz ben, Rozkan aşiretinin kalbleriııi senin bu oğlunun etrafında birleştirmeye muvaffak olacağım. Sonra da onları alıp Akkoyunlu Türkmenleri’ne karşı savaşacağım ve Bedlis’in kalelerini, yörelerini bu mü(501) İlk h ü k ü m d ar D iyaeddin’ln h ü k ü m d ar ailesi. (M.E.B.) soyundan gelen Bedlis tegallibelerin elinden kurtaracağım. Böylece hakkı yerine getireceğiz. O zaman Rozkan’ın ülkelere dağılmış adamla­ rı eski vatanlarına dönecekler, eski beylerine boyun eğe­ cekler ve onlara içten itaat edeceklerdir.» Muhammed Ağa Kelhokî bu konuda çok mübalağa yaptı; sonunda hatunu, bu görüşün doğruluğuna ve hemen uygulanması gerektiğine ikna etti. Bunun üzerine hanım, kendilerini Kürdistan’a götürmesi için iki oğlu Haşan Ali ve Hüseyin Ali’nin onunla beraber olmasına razı oldu. Muhammed Ağa hemen bu iki şehzadeyi alarak yola çık­ tı ve Hakkari Vilayeti’ne gitti. Orada iki şehzadeyi, «Seyyid»(502) yerine, farsçada kullanılan «aka» sözcüğünü kul­ landıkları bilinen Asurî aşiretinin yanma bıraktı. Ve onla­ ra dedi ki: «Bunlar benim çocuklarımdır; şartlar ne olur­ sa olsun, kendilerine ilgi gösterilmesi, önem verilmesi ve korunmaları gerekir.» Sonra kendisi Bedlis Vilayeti’ne gitti ve Diyaeddin ailesini seven, ona bağlı ve taraftar olanların hepsiyle gö­ rüştü; onlara, hepsinin velinimeti olan büyük ailenin ço­ cuklarının geldiğini haber verdi; ve onlardan, gaspedilmiş hakkın yeniden alınmasını vc vilayetin ele geçirilmesini sağlayacak tedbirlerin alınması için gereken yardımı yap­ malarını istedi. O sırada tesadüfen Asurlular’la hükümdarları Izeddin Şer (Şir) arasında anlaşmazlık çıktı. Sonunda Asurlular, anlaşmazlığı çözümlemek için ayaklandılar ve kılıç­ ları çektiler. Bunun üzerine Izzeddin Şer, bu uğursuz is­ yancıların ayaklanmasını bastırmak için üzerlerine bir as­ keri birlik göndermek zorunda kaldı. Asurlular da şairin şu sözleri uyarınca hareket ettiler. «Zorunluluk zamanı kaçmaya fırsat kalmayınca «Al eline keskin kılıcı.» (502) A rap ça o lan bu sözcük «bey», «bay» an lam ın a çelfe(M E .B .) Ve vuruşmaya, çarpışmanın tozu dumanı içine dal­ maya hazırlandılar. İki taraf arasında cereyan eden çarpış­ malarda Asurlular gerçi başarı kazandılar; fakat talihsizlik, iki şehzadenin, yani Haşan Ali ve kardeşinin çarpışmalar ve kargaşalıklar sırasında kaybolmalarına yolaçtı ve bir daha izlerine rastlanılmadı. Bu büyük musibetin ve ağır olayın haberi Rozkan aşireti ileri gelenlerinin ve adamlarının kulaklarına gitti­ ği sırada, Muhammed Ağa kendilerine iki ulu şehzadenin geldikleri müjdesini vermiş; ve kendilerini, ülkenin kurta­ rılması amacıyla, Kürdistan’ın diğer beyleriyle birlikte yekvücut olarak ayaklanmak için harekete hazır duruma getirmiş bulunuyordu. Fakat bu haberin gelmesi üzerine hepsinin elleri böğürlerinde kaldı; ne yapacaklarım şaşır­ dılar; genç yaşlı, erkek kadın, hepsinin ağlama ve sızlama sesleri göklere çıktı; acı acı ağlamaya ve karalar giymeye başladılar; ayrıca, kanlarıyla, canlarıyla fedakarlık ya­ pacaklarına ağır yemin ettifer. Şair demiştir ki: «Kalmadı kan ağlamayan bir göz, o olaydan ötürü.» «Parçalanmadık göğüs de kalmadı, o acı haberden ötürü.» Evet, hiç bir devlet yoktu ki, yıldızı, parladıktan hemen sonra kaybolup batmış olsun; ve yüksek bir bina görülmemişti ki, yükselip parladıktan hemen sonra, feleğin olaylarının ve zamanın ihanetinin etkisi altında çökmüş olsun. Şair demiştir ki: «Şu dünya bahçesinde gelişen bir ağaç yoktur ki «Geçmemiş olsun keskin baltanın eline «Ve şu zengin bahçede, sülünün kanatları gibi «Ne bir gül kalacak, ne de bir servi.» Sözün kısası, bu olay Muhammed Ağa’yı son derece etkiledi. Artık bir gam ve dert denizinin dalgaları araşma düştü ve şaşkına dönüp, ne yapacağını bilemez oldu. Sonra kendi kendine ne yapacağını sordu ve hasret çekerek şöy­ le dedi: «Hükümdarlık bahçesinde henüz açmamış, beylik bahçesinde yetişmiş olan bu iki konca gülün üzerine felek bütün şiddetiyle saldırdı ve kendilerini beklemekte olan eyaletlerinin kokusunu dahi koklamalarına fırsat verme­ den gençliklerine kıydı! Eyvah ki, hükümdarlık ve beylik nehrinin kıyısında yetişmiş olan o iki servi, yöneticilik ve hükümdarlık nehirlerinden bir yudum su içmeden yok­ luk denizine düştüler.» Evet, Muhammed Ağa böylece işi kestiremez durumda beşleri altılara çarparken(503), ansızın, Emîr İbrahim’in kardeşi Emîr Şemseddin’in Erux (Eruh) Nahiyesi’nde bu­ lunduğu konusunda bir haber aldı. Haberin ayrıntısı şöyleydi: Bijenoğlu Süleyman Bey’in Bedlis Kalesi’nde Emîr İbrahim’i kuşatması sırasında*bu Emîr Şemseddin kale­ den kaçmaya muvaffak olmuş ve Boxtan aşireti arasında gizlenerek orada kalmış; hatta orada Eruxlu Emîr Muhammed’in kızıyla evlenmiş ve bundan oğlu Şeref Bey doğmuştu. Şeref Bey de babasıyla birlikte o sırada adı ge­ çen aşiretin arasında bulunuyordu. Bu ferahlatıcı haberin Muhammed Ağa üzerindeki etkisi çok olumlu oldu. Buna son derece sevindi ve adı geçen yere giderek Emîr Şemseddinle görüşmekle Şeref­ lendi. Ve Emîr Şemseddin’de, kendisinin tazelemek vc yeniden diriltmek için çaba harcamakta olduğu önemli gö­ reve kendisini yetenekli kılacak bütün nitelikleri buldu. Çünkü Emîr son derece zeki ve akıllı, aynı zamanda ağır­ başlı ve ciddiydi. Muhammed Ağa Emîr Şemseddin’e, hikayesini baştan (503) A rap çad a b tr deyim olan bu söz, no y ap acağ ım şa şır­ m ış k im seler için kullanılır. (M .E.B.) sona kadar, bağlılıktan, vatanın mutlu kılınması uğrunda­ ki büyük fedakarlıktan ve vatan evlatlarının hizmetine kendini adamaktan gelen son derece etkili bir şekilde arzetti. Bundan etkilenen Emir Şemseddin, kendisine, «peki­ yi, şimdi ne istiyorsun?» diye sordu. Bunun üzerine Muhammed Ağa kendisine şu cevabı verdi: «Emîr’in kapı­ sına bağlı olan bu kul, Emîr’in, himmet kolunu cüret ve cesaretle yeninden çıkarmasını, mutluluk ayağını celadet ve yiğitlik üzengisine koymasın; ve böylece Bedlis Vilayeti’ni ele geçirmeye hemen gitmesini dilemektedir.» Bu söz üzerine Emîr, Muhammed Ağa’nın dileğini ve birlikte Bed­ lis Vilayeti’ne gitmelerini kabul etti. O vilayetin sınırlarına ulaşmalarıyla birlikte, hemen çevrelerinde, Rozkan aşireti adamlarından, öldürme, vuruş­ ma ve döğüşmede eğitilmiş 1.500 asker toplandı. Bunun üzerine hemen Bedlis Kalesi’ni kuşattılar. O sırada Bargıri, Erciş ve Adilcevaz hükümet ve yönetimleri, Türk­ men Mehmed Şalvi’nin adamlarının ve aşiretinin elindey­ di. Mehmed Şalvi, Emîr Şemseddin’in Bedlis Kalesi üze­ rine gittiği haberini alınca, derhal ordusu ve adamlarıyla birlikte Bedlis tarafına yürüdü. Emîr Şemseddin kendisini Rahwa (Rahva) denilen yerde karşıladı ve kendisiyle Türkmen askerleri arasında savaş çıktı. Kürt kahramanla­ rının, gönülleri hayrette bırakacak derecede cesaret, er­ keklik ve yiğitlik gösterdikleri bu kanlı çarpışmalarda iki taraftan da birçok kimseler öldürüldü. Ne var ki, bütün bunların yararlı bir sonucu olmadı. Şair diyor ki: «Köhne felek vermezse eğer devlet ve ikbal «Pusuya yatıp da zorla .elde etmek mümkün değil onu.» Çünkü sonunda Rozkan aşiretinin adamları yenilgiye uğradılar. Ve ecel hükümdarı Emîr Şemseddin’in üzerine otoritesini kurdu ve onun yüce adını varlık safhasından •Adi; hükümdarlık vc beylik bahçesinden bir gül koparma­ dan, yoksunluk ve yalnızlık dikeni kalbinin ortasına isa­ bet etti. Bu çarpışmadan da hayal kırıklığına uğramış ola­ rak çıkan Muhammed Ağa ise, fikir dağınıklığından ve ak­ imın başıboş kalmasından ötürü, ağlanacak bir hale geldL Durumu sanki şöyle diyordu: «Nedir ben umutsuza verdiğin bu talih Allahım! «Ki hiç bir isteğime kavuşmadım ben!» Muhammed Ağa halktan ayrı olarak, fikrinin ve hayalinin dizginlerini serbest bırakmış; yükselmekten ve ihtirastan uzak, umutsuzluğun ve hayal kırıklığının arka­ sında oturmuş durumda ağlayarak bunları söylerken, an­ sızın gaipten bir ses, kulağına fısıldayarak şunları mırıl­ dandı: «Gel, hey iradesiz!, nedir bu gevşeklik? «Sıcaklık ve hareket ister rahvan atm yolu «Bilmez misin ki tohum önce toprağa gömülür «Sonra bakılır, ta ki yeşerinceye dek? «Gayret sayesindedir ki, kehribar çekicilik kazamp «Elini kıpırdatmadan samanları çeker «Bırak kehribarı ve saman hareketini «Dağları yıkıp yoldan kaldırır gayret.» Arkasından da gaipten gelen ses şöyle dedi: «Kalk da ciddiyetle kollarını sıva ve hareket, çaba kırbacıyla gayretinin atını sürerek Irak’a(504) yönel. Orada, hâlâ Kum şehrinde oturmakta olan Emir Şah Muhammed bin Em îr İbrahim Bey’i bul ve kendisini alıp Rozkan aşiretine getir. Hükümdarlık ve senin ulaşmak istediğin amaç, o asil şeh­ zadenin nasibidir.» Muhammed Ağa, doğru ve iyi niyetli insanlardan ol­ duğu vc yalancılıktan, riyakarlıktan uzak bulunduğu için gaipten gelen bu sese inandı ve hemen Acem Irakı’na ha­ reket etti. Şehzadelerin anası olan hanımın önüne çıktığı zaman, olup biten olayları, Cennet halkının gençlerinin iki efendi­ si olan Haşan ve Hüseyin’in*5052 öldürülmelerini bize ha­ tırlatan Haşan ve Hüseyin’in*5062 öldürülmeleri hikayesini, Emîr Şemseddin’in de nasıl bu uğurda öldürülmüş oldu­ ğunu, eksiksiz ve fazlasız olarak anlattı. Sonra da, Emîr Şah Muhammed’i, kendisini sabırsızlıkla beklemekte olan Rozkan aşiretinin isteğine uyarak yanma alıp Kürdistan’a götürmek konusundaki kararını bildirdi. Muhammed Ağa, o yufka yürekli, zavallı, talihsiz annenin üzerinde yıldı­ rım etkisi yapan sözlerini bitirir bitirmez; anne, kaybet­ miş olduğu iki ciğerparesine yüksek sesle ağlamaya başla­ dı ve yanında kalmış bulunan tek oğluna bağlılığı daha da arttı. Bunun için, Muhammed Ağa’nın bu yeni isteğini reddetmesini haklı gösterecek birçok mazeret öne sürdü. Ne var ki, bütün bunlar kendisine bir yarar sağlamadı; sonunda Muhammed Ağa’ya birtakım sert sözler sarfetti. Fakat Muhammed Ağa bütün bunları şaşılacak bir sabır ve tahammülle karşıladı; yumuşak, ısrarla, fakat sürekli ola­ rak isteğinde diretti ve şöyle dedi: «Rozkan aşireti sec­ deye varıp yüzünü yere koyarak ve avucunu göklere doğ­ ru açarak, ayrılık derdinden bozulmuş gözlerine, onun yü­ ce ve şahane alayının tozunu sürme gibi çekmek isteğiyle, kendilerine Emîr Şah Muhammed’i göstermek lütfunda bulunması için yüce Padişah Allah’a dua etmektedirler.» İşte bu etkili söz ve hazin, sadakat dolu istek karşı­ sında, zavallı anne, Şehzadeyi görmek özlemi içinde bulu­ nan halkın dileğine olumlu cevap vermek zorunda kaldı ve aziz, sevgili, biricik oğlunu, adı geçen Muhammed (505) H a z re tl A li’nin İki oğlu. (MJE.B.) (506) H a k k a ri'd e kaybolan Bedlis hü k ü m d ar ailesinin tkl gebzadesL ( U .E 3 .) Ağa’ya teslim etti; o da kendisini alıp hemen Kürdistan’a döndü. Bazıları da, Muhammed Ağanın Emîr Şah Muhammed’i, annesinin rızası olmaksızın alıp getirdiğini ve kendi­ sini Bedlis Vilayeti’ne kaçırdığını rivayet ediyorlar. Doğru­ su da budur. Hangi rivayet doğru olursa olsun, kesinlikle bilinen şudur ki, Emîr Şah Muhammed, mübarek gelişiyle, 900 (1495) yılında Bedlis’i şereflendirmiştir. Hemen çevresin­ de büyük bir yardımcı ve taraftar topluluğu toplandı Ve ülkenin her tarafında sevinçler, şenlikler düzenlendi. Roz­ kan aşiretinin bütün kabileleri, lütfedici Padişah Allah’a hamd ve şükürjerini sunmanın belirtisi olarak, yoksulla­ ra, ihtiyaç sahiplerine ve müstahak olanlara sadakalar da­ ğıttılar ve iyilikte bulundular. Arkasından hemen, yüce Allah’ın «işlerde onlara danış» sözü uyarınca bir fikir vc danışma meclisi kuruldu ve bu mecliste Bedlis Kalesi’nin «le geçirilmesi ile bütün Bedlis Vilayeti’nin fethi meselesi tartışıldı ve şu karar alındı: «Bedlis Kalesi’nin üzerine açıkça yürümek, defalarca olduğu gibi, Emir Şemseddin’in ve Rozkan aşireti ileri gelenlerinin çocuklarının öldürülmelerine, her teşebbüste de çalışmaların başarısızlığa uğramasına yol açtığı için; şimdi devletin çıkarı, kalenin burçlarında ve surları üze­ rinde dolaşma konusunda eğitim görmüş birkaç kişinin, güneşin batmasından ve bu dünyanın göklerini tekrar ele geçirme yemin ve andının elbisesini giymesinden sonra, Bedlis Kalesi’nin üst tarafına gitmelerini, kalenin en bü­ yük burcunun kapısına ulaşıncaya kadar surlara tırmana­ rak burayı ele geçirmelerini ve böylece kaleyi savunanla­ rın yollarını kesmelerini gerektirmektedir. Aksi takdirde kaleyi, gaspedenlerin ellerinden almak mümkün değildir.» Ezeli irade de bunun gerçekleşmesini gerektirmiş ol­ duğu için, aAllah bir şeyi irade edince çarelerini hazırlar» sözü gereğince, işler kolaylaştı ve çareler hazırlandı. Bay­ kan ve Modkan aşiretlerinden birkaç kişi bulunarak Emîr Şah Muhammed’in huzuruna getirildiler». Şah Muham­ med birçok vaadlar ve bol nimetlerle onları kendine çek­ ti; sonunda bu eşsiz hareketi yapacaklarına söz verdiler ve şöyle dediler: «Ya amacımıza ulaşıp Büyük Burc’a ulaşın­ caya kadar ^surlara tırmanacağız; yada muhafız birliğinin adamlarının eline düşüp kılıçlara, mahmuzlara ve diğer ölüm ve yoketme araçlarına yem olacağız.» Bundan sonra, kendilerine verilen görevi yerine ge­ tirmek için merdiven, pusu ipleri ve kanca gibi araç ve malzemeleri hazırlamaya başladılar. Onlar bu hazırlıklar içindeyken, Ebu Bekir Ağa Baykî denilen, meselelerde tecrübeli, zamanın ve feleğin dönüşlerini bilen, büyük tec­ rübe, doğruluk, zeka sahibi, iyi inançlı ve iyi ahlaklı bir kişi, Emîr Şah Muhammed'in yanma gelerek kendisine şunları arzetti: «Türkmenlerin Bedlis’e egemenlikleri sü­ resi içinde, benim tek işim ve beni Allah’a yaklaştıracak tek hareketim, merdivenler yapmaktan öteye gidemedi. Bundan maksadım, ülkenin ve yönetimin meşru varisi çı­ kıp, gaspedilmiş hakkı almak için çalışmaya başlayacağı gün, görevimi yapmış olmamdı. İşte, direklerden ve kaim iplerden, senin muhtaç olduğun kadar yapmış olduğum merdivenler, toprak altına gömülmüş olan küplerde bu­ lunmaktadır ve böyle bir günün gelmesini beklemektedir.» Ebu Bekir Ağa sonra şöyle dedi: «Şükürler olsun Allah’a ki kendisinden her ne diledimse, onun sonsuz himmetiyle elde ederek mutlu oldum.» Ebu Bekir Ağa sözlerini bitirdikten sonra hemen gi­ dip o merdivenleri getirdi. Emîr Şah Muhammed, bu iyi niyetli ve iyi davranışlı Kürd’ün, vatan ve hükümdar aile­ sine karşı beslediği samimi sevgi ve köklü inancı görünce, onun bu şanlı işlerine karşılık olarak Tatvan’a bağlı Xızon- kin (Hızonkin) Köyü ile Eksor (lksor) Köyü’nü ikta’ mül­ kiyeti yoluyla kendisine verdi. Sözün özü, kaleye girmeye azimli olan kahramanlar, Ay ve Güneş’in yollarım şaşırıp başıboş oldukları ve fe­ leğin, binlerce gözüyle(507) hangi yolu izleyeceğini şaşırdığı' karanlık bir gece, kalenin kuzey tarafındaki Kara Burç yoluyla, saba rüzgarı gibi yükselip kaleye çıktılar; ora­ da, insanlardan hali bir evin penceresine merdivenlerin ip­ lerini bağladıktan sonra aşağıya indiler. Şair demiştir ki: «Yılan gibi kement iplerini sarkıttılar «Feleğin aslanını ele geçirmek için «Ve ele geçirdi böylece Kürtler tüm siperleri, bilekle­ riyle «Ve açtılar her taraftan savaş kapılarını «Bir yandan bayrak yapıp boylarını yükseltiyorlardı «Bir yandan da omuzlarından, kollarından merdiven yapıyorlardı.» îşte kahramanlar, bu şekilde ve bu metotla, «Allah’­ tan umutsuz olmayın» diyen ırlu şanlı Allah’ın bağına tutu­ narak yukarıya çıktılar; ansızın uyku ve gaflet yatağındaki nöbetçilere ve dinlenme yerlerindeki muhafız birliğine sal­ dırarak bir kısmını yerlerinde öldürdüler; diğer kısmını da kalenin üstünden ve yüksek yerlerinden en aşağıya attı­ lar. Saldırıya geçenlerin bir kısmı dışarıdan kale kapışım ele geçirirken, büyük bir topluluk da kale valisinin evine yürüyüp kendisini dışarı çıkardılar; sonra kendisinin de, bütün adamlarının ve askerlerinin de ellerini boyunlarına bağladılar; böylece onlara, hakettikleri cezayı verdiler. Sonra da ailelerini, çoluk çocuklarını kaleden ve tüm vila­ yetten çıkardılar. Böylece güllerle dolu olan vatan bahçe­ si, ellerin ve yabancıların dikenlerinden temizlenmiş oldu. Emîr Şah Muhammed, eski kurallara ve babalardan, atalardan kalma geleneklere göre kendi kendini ülkenin beyi olarak ilan etti ve büyük bir yetenekle beylik tahtına çıktı. Küçük büyük, genç yaşlı farkı gözetmeden herke» üzerine adalet ve eşitlik çadırı gerdi; iyilik ve lütuf bay­ rakları dalgalandırdı. Ne var ki, mutlu hükümdarlığının günleri, yeni açıp gülümseyen güllerin mevsimi gibi büyük hızla geçip gitti; çünkü hükümdarlıkta tam üç yıl kaldı ve ondan sonra Allah’ın rahmetine kavuştu. Emîr Şah Muhammed gerçekten cesur, alicenap olarak nitelendirilen ve büyük bir cömertlik ve iyilikseverlik­ le tanınan bir gençti. Allah kendisine rahmet etsin, ölü­ mü 903 (1498) yılındaydı. Babası Emîr Şemseddin-i Veli’nin(508), Gök Meydan’da bulunan ve nurlar saçan türbesinin civarına gömüldü. Emîr İbrahim admda küçük bir çocuk hıraktı. DÖRDÜNCÜ KISIM Bedlis Hükümetinin Kendi Hükümdarlarının Elinden Çıkması Bu kısım dört YÖnii09) k a p s a m a k ta d ır; BİRİNCİ YÖN Emir İbrahim ve Onun Emîr Şeref’le Olan Çatışması Konusundadır Güzel yazan yazarların hikayelerinden ve güzel ko­ nuşan akıllıların rivayetlerinden anlaşılıyor ki; Emîr İb ­ rahim, babasının ölümünden sonra beylik makamına geç­ tiğinde küçük yaştaydı. Bu durum, idari ve mali yönetimin fiili olarak Abdurrahman Ağa Qewalisî (Kavalisi) ve aşi­ retin öteki liderlerinin ellerine geçmesine yolaçtı. İşler bu şekilde yürürken, bir de görüldü ki, Şeyh Emîr Bılbasî, (508) B ab ası E m ir Şem seddin değil, E m îr (M .E.B.) (509) 27 No. h n o ta balkınız. İb ra h im 'd ir Abdullahman Ağa’ya ve onun Qewalisi aşiretine rağmen,. Bılbasî aşiretiyle birlikte Emir Şerefin(510) hizmetine girdi. Emîr Şah Muhammed, yönetimi sırasında Emîr Şerefi, Boxtan Vilayeti’ne bağlı Erux (Eruh)’tan getirterek, Rozkan ileri gelenlerinin seçmesi ve uygun görmesiyle Muş’­ ta kendine vekil tayin etmiş ve bunun üzerinden de az ol­ mayan bir süre geçmişti. Bu durum, amca oğulları arasın­ da göğüslerin öfkeyle doldurulması için çalışan bozgun­ cuların ve düzenbazların önünde yolu açtı; aralarındaki sevgi ve parlaklık yerini ikiliğe ve sıkıntıya bıraktı. Emîr İbrahim ve onun sağkolu Abdurrahman Ağa, Emîr Şerefi her ne vesileyle olursa olsun, Muş’tan Bedlis’e getirtip göz nurundan yoksun bırakmak istiyorlardı. Fakat «Şeydi Hazinedar» diye tanınan Kavalisli Şeydi Ağa Hazinedar, bu zalim ve kötü komployu öğrendi ve Emîr Şerefin yanma koşarak, Emîr İbrahim’in kendisi için hazırlamakta olduğu ihanet ve oyunu bildirdi. Bu sırada Emîr İbrahim, güvendiği adamlarından bi­ riyle, Muş’ta bulunan Emîr Şerefe bir mektup göndererek şöyle diyordu: «Seni çok seviyorum ve çok özledim; Bedlis’e teşrif edip birkaç gün kalmanı çok ummaktayım. Bu günler içinde mutlu vakitler geçirir; gönüllerimize takıl­ mış olan üzüntü ve dertleri silip atmak için kendimizi iç­ ki alemlerine, eğlence ve sevince veririz.» Ne var ki, Emîr Şeref bu isteğe uymakta gevşek davranmaya ve bunu savsaklamaya başladı; sonra gideme­ yeceğini özür dileyerek bildirdi. Derken iki taraf arasında karşılıklı mektup ve mesajların gönderilmesine devam edil­ di; elçiler gidip geldi; karşılıklı dostluk ve sevgi mektup­ ları, yerlerini sitem ve saldırıya bıraktı; sonunda iş kılıçla­ rın çekilmesine yolaçtı. Emîr İbrahim askerlerini toplaya­ (510) E m îr Şeref, d a h a önce E ru h ’ta a g etirtilip R o z k a n . aşiretin in b aşına geçirilm iş ve R ah v a'd a T ü rkm enler­ le y ap tığ ı sa v a ş ta öldürülm üş olan E m îr Şem seddin'ia oğludur. (MJ3.B.) rak, Kürdistan’m diğer bazı beyleriyle birlikte, anlaşmaz­ lığı kılıç keskinliğiyle sona erdirmek için Emîr Şerefin üzerine yürüdü. Bunun üzerine Emîr Şeref de, o zaman lalası bulunan Pazukî Sıwar (Süvar) Bey ve Şeyh Emîr Bılbasî gibi taraftarı olan beyleri ve ileri gelenleri; Pertaflı Şeydi Ali Ağa, Şeydi Hazinedar ve kardeşi Celal Ağa Cılki gibi müttefikleri, kendisine bağlı olanları ve diğer bir topluluğu, çevresinde toplamak zorunda kaldı. Sonra savaşa ve vuruşmaya hazırlanarak Muş Kalesi’ne kapandı. Derken, iki ordu, birbirine bitişik dağlar gibi bir­ birinin karşısında saf tuttu. Şairin dediği gibi: «Zırhları demirdendi, ellerinde Hint kılıçları «Baştan başa timsah dolu iki demir deryası gibiydi «Kemerleri gül rengine boyanmıştı baştan başa «Bir tek kişinin kanından kemer bağlamışlardı sanki «Davullar ölüm ve helak nağmeleri çalınca / «Ney de ecel makamında okumaya başladı «Yaylardan çıkan oklar yağma yolunu tuttular «Ve her köşeden büyük bir kargaşalık çıktı «Atlama ve manevrada eğitilmiş yiğitler «Birbirlerine girdi aslanlar ve kaplanlar gibi.» Emir İbrahim’in ordusu büyük, Emîr Şerefin ordu­ su ise küçük olduğu için, çarpışmanın ilk günüpde galebe ve zafer belirtileri Emîr İbrahim’in tarafında görünüyor­ du. Ne var ki, Rozkan aşiretinin ileri gelen ve liderlerinin çcğu Emîr Şerefe eğilimliydi. Bunlar kalede bulunan Emîr Şerefe gizlice mektuplar göndererek, kendisine bağ­ lılıklarını ve itaatlerini arzettiler. Yalnız Pazukî Sıwar (Sü­ var) Bey’in oğlu Çolak Halid, Emîr İbrahim’e bağlıydı veondan ayrılmıyordu. Bunun üzerine, bir gün, dayısı olan Şeyh Emîr Bılbasî, babası Suvar Bey’lc anlaşarak kendi­ sine şu haberi gönderdi: «Biz ikimiz, Rozkan ileri gelenlerinin ve liderlerinin çoğunun beraber olduğu Emir Şerefle birlikteyiz. O hal­ de senin Emîr İbrahim’le birlikte kalmanın ve onun hiz­ metinde fedakarlık yapmanın faydası nedir? Anne ve ba­ baya itaat etmek görevine uymak gerekliliği, senin Emîr İbrahim’in hizmetini bırakıp Emîr Şerefe gelmeni ve ken­ disine itaatini arzederek, onun köleliğinin örtüsünü omu­ zuna almanı ve boyun eğme halkasını kulağına takmam gerektirmektedir.» . Bu durum karşısında Halid Bey, bunu kabul etmek­ ten başka çare bulamadı ve kendi tarafından babasına ve dayısına bir elçi göndererek şu haberi vardi: «Emîr İbra­ him’in ordusu yarm kaleye saldıracaktır; o zaman sizin de, benim, ordumla ve adamlarımla birlikte girebilmem için o sırada kale kapısını açmanız gerekir.» Gerçekten, ertesi gün Güneş doğup da, altın rengi ışıklarını, bu sağlam ve sarp mavi kalenin*511* üzerine gön­ derince, Emir İbrahim, kılıç ve hançerler taşıyan kahra­ man askerleriyle birlikte kaleye saldırdı ve ele geçirmeye teşebbüs etti. Savaş ve vuruşma ateşi alevlenince ve çarpış­ malar adamakıllı kızışınca Halid Bey vaadini yerine geti­ rerek Emîr İbrahim’in karargahından ayrıldr ve Emîr Şe­ refin askerlerinin yanında yer aldı. Bu olay Emîr İbra­ him’i etkiledi ve kendisini aşırı ölçüde korku ve endişe sardı; bu yüzden de derhal kuşatma ve çarpışmaları bı­ rakarak Bedlis’e geri döndü. Fakat Emîr Şeref ile kendisiyle birlikte olanlar ve taraftarları, Emîr İbrahim’i serbest bırakmadılar ve peşine düşerek kendisini Bedlis Kalesi’nde kuşattılar. Kuşatma günleri sırasında Rozkan ileri gelenleri, her gün grup grup Emîr İbrahim’den ayrılmaya ve onar-yinnişer kişilik topluluklar halinde Emîr Şerefe katılmaya başladılar. Bu durum, kuşatma altındakilerin sıkıntılı bir hale girmelcri(511) G ökyüzünü kastediyor. (M.E.B.) ne ve işlerinin her yandan bozulmasına yolaçtı. Nihayet Emîr İbrahim ile yardımcısı Abdurrahman Ağa, acizlikle­ rini, hayal kırıldığına uğradıklarını ve olup bitenlere piş­ manlıklarını göstererek, barış isteğinde bulundular ve bu­ nun için elçiler ve aracılar göndererek şöyle dediler: «Bu vilayetin yönetiminin mirası, şeriat ve kural ge­ reğince bütün amca oğullarına aittir. O halde bu şerefli ailenin kökeni ve mutluluğunun güneşinin doğuş yeri olan Bedlis, Ahlat’la birlikte Emîr Şerefin yönetimi altında ve onun payı olsun; Muş ve Xmûs (Hınıs) ise Emîr İbrahim’­ in payı olsun; böylece irsi vilayetin yönetimi ortaklaşa ve birlikte olsun. Şüphesiz bu, şu fani dünyada gidici olan devlet ve ikbal elde etmek için mücadele ve vuruşmayı sürdürmekten daha iyidir.» Emîr Şeref ise, bu tilkice isteği ve siyasi talebi bü­ yük bir zafer olarak saydı ve barışçıların isteklerini kabul ettiğini, buna rıza göstereceğini bildirdi. Bunun uygulan­ ması için de, Emîr İbrahim’in kalede büyük bir ziyafet ha­ zırlayarak Emîr Şeref ve adamlarını çağırması, orada am­ ca oğulları arasında barış yapılması ve, her birinin ken­ di payına razı olacağı, hayatı boyunca ötekine el uzatma­ yacağı konusunda ikisinden de söz, ahit ve ağır yemin alınması kararlaştırıldı. Bunun üzerine Emîr İbrahim, ziyafet ve Emîr Şe­ refin gelişi dolayısıyla yapılacak tören için gereken hazır­ lıkları yaptı. Sonra Emîr Şerefe bir heyet göndererek ken­ disini kalenin içine çağırttı. Emîr Şeref, yakın adamları ve taraftarlarıyla birlikte kaleye girer girmez, iki amca oğlu büyük bir şevk ve sevgiyle karşılaştılar ve samimi­ yetle, sevinçle kucaklaştılar. Sonra da bir içki, ferah ve sevinç meclisinin kurulmasını emrettiler. Bu mecliste gümüşî bacaklı ve gül rengi alınlı saki­ ler, işlemeli alacalı elbiseler içinde, «saklanan inciye ben- zer huri iynler gibi»(5l2), göz kamaştırır bir şekilde parıl­ dayan altın kaseler taşıyarak dolaşmaya başladılar. İnsan­ lar, «Aralarında, kaynaktan doldurulmuş, beyaz, içenlere lezzet veren kaseler dolaştırılır» diyen Kur’an ayetinin ifade ettiğini gözleriyle görüp buna inandılar. Hünerli ses sanatçıları, ince sözlü ve güzel sesli çalgıcılar, ilginç mü­ zik aletlerini hazin makam ve nağmelerle ve Kürt’lerin «yoson» tarzında, Arap kuralı, Fars metodu ve Acem usulünde çalmaya başladılar. Hazır bulunanların sevinç ve coşkunluk sesleri, takdir ve hayranlık sözleri göklere, hat­ ta dönen Zuhal feleğine kadar ulaştı. Şairin dediği gibi: «Lale rengindeki içki gelince meclise «Müzik aletleri iki büklüm oldu tevazudan «Saf saf dizilmişti o mecliste «Gazel okuyanlar, ses sanatçıları ve saz çalanlar «Yalnız güzel sesli değildi gazel okuyanlar «Bir gamzeyle yüz gönlü birden kaçırırdı «Boy ve posça put gibiydi hizmet edenler «Her köşeden başgösteren zehirli belalar gibiydi hepsi.» Hazır bulunanlardan her biri sevinç ve eğlenmekten nasibini aldıktan, lezzetli ve tatlı yiyip içtikten, sevinç ve ferahlık verenlere bakmak zevkine erdikten sonra bey­ ler ve asilzadeler, Rozkan aşiretinin ileri gelenlerine dağıl­ maları ve her birinin istediği misafir ve taraftarı dinlene­ ceği yere götürmesi için işaret verdiler; kendileri de bazı özel hizmetçilerle birlikte çadırda kaldılar. Tam bu sırada Şeyh Emîr Bılbasî, ayaklanmış toplulu­ ğu ile birlikte, çadıra girdi ve derhal Emîr İbrahim’e yö­ nelerek kendisini makamından çekerek yere indirdi ve şöy­ le dedi: «Büyüklerin yerinde oturmak lafla mümkün değil «Ancak büyüklük vasıflarına sahip olmakla mümkün­ dür bu.» Sonra yavaşça Emîr Şerefin elini tuttu; kendisini yü­ ce makama getirerek oturttu ve şöyle dedi: «Bu Hüsrevce(513) yer senin yerindir «Buraya senden daha layık biri oturmamış bugüne dek.» Bunun üzerine, «sen mülkü düediğine verirsin45145 sözlerinin Divan yazıcıları, eyalet emirnamesini ve hü­ kümdarlık yöneltme fermanını bu talihliye yazdılar. Ayrı­ ca «sen mülkü dilediğinden alırsın»4514' sözlerinin odacıları ve hizmetçileri de, o zavallı talihsizin hükümetinin halisim bundan sonra hiç bir zaman sermediler ve yaymadılar. Çünkü ceza uygulayanlar, ellerini ve ayaklarını ağır zincir ve prangalara vurdular vc kendisini tutuklayıp hapishane­ nin korkunç zindanlarından birinin dibine attılar. Şair de­ miştir ki: «Büyüklük, azamet sahibi olan «Ve zatı kadim, mülkü zengin olan45155 • Kimisinin başına koyar mutluluk tacım «Ve tahttan indirip toprağa gönıer, kimisini.» Abdurrahman Ağa Qewalisî ile, Emîr İbrahim’in, Süreyya yıldızı45141 gibi toplanmış grubu, Büyük Ayı yıl­ dızları gibi çözüldü ve darmadağın oldu. Emîr İbrahim de yedi yıl hapiste kaldı. Daha sonra, Emîr Şerefin yakalandığı haberi (biraz aşağıda bunun detayları anlatılacak; orada bu ulu Bey’in akıbetini, şanının nasıl yüceldiğini, sonra azametinin bay­ (513) şa h an e , padişahça. (M.E.B.) (514) T ırn a k la r ara sın d ak i sözler a y e tte n alınm ıştır. E.B .) (515) Allaİı’ı kastediyor. (M.E.B.) (516) Ü lk er yıldızı. (M.E.B.) (M. rağının niçin alçalıp indiğini anlatacağız), Kürdistan’ın her tarafında yayılınca, Emîr İbrahim, Rozkan aşiretinin desteğiyle hapisten kurtuldu ve yönetimin dizginlerini, Hü­ kümet işlerinin yönetimini eline geçirdi; Emîr Şerefin bı­ raktığı hazine ve defineleri de yağma etti. Ayrıca Emîr Şerefin, o sırada henüz iki yaşında bulunan oğlu Emîr Şemseddin’i ve Sasonlu Ali Bey’in kızı olan annesini de öldürmek istedi; fakat İmad Ağa Baykî, ince hileleriyle, çocuğu ve annesini Emîr İbrahim’in elinden kurtarmaya muvaffak oldu. İmad Ağa Emîr İbrahim’e şöyle dedi: «Emîr Şeref daha önce, hiçbir meşnı neden yokken amcam Zeyneddin Ağa’yı öldürmüştü. Şimdi ise ben de senden, şeriat gereğince, bunları bana teslim etmeni isti­ yorum; onlardan kısası ya kendim alacağım, yada parlak şeriat gereğince, kendilerinden kısas almaları için onları maktulün küçük varislerine teslim edeceğim.» Böylece Emîr Şemseddin’i Emîr İbrahim’in pençesinden kurtardı ve kendisini annesi ve diğer yakınlarıyla birlikte Kefnedûr (Kifnedur) Kalesi’ne götürerek orada her vasıtayla onları korudu. Sözün özü, Emîr Şeref, Şah Ismail-i Safevi’nin fer­ mam gereğince Tebriz’de yakalanıp zincire vurulduğu za­ man Şah, komutanı Çapan Sultan Ustaclu’ya, Bedlis Beyliği’ni istila etmesini emretti. Bu komutan da büyük bir orduyla gelip kaleyi kuşattı. Kaleye kapanan Emîr İbra­ him’le yapılan mücadele ve çarpışmalar tam iki yıl sür­ dü. Sonunda Emîr İbrahim’in sabrı tükendi ve Kızılbaş kuvvetlerine karşı daha fazla durup direnmeye gücü kal­ madı. Bunun üzerine hükümdarlık ve beylik gelinini üç talakla boşadı ve Siirt tarafına giderek orada inzivaya çe­ kildi; Allah’ın rahmetine kavuşuncaya kadar da orada kaldı, öldüğü zaman varlık safhasında, hapisteyken sahip olduğu bir cariyeden doğma, Sultan Murad adında bir er­ kek çocuğu bıraktı. Daha sonra hükümdarlık yine Emîr Şerefe geçince ve bu Bey yönetimi tekrar ele geçirmeye muvaffak olunca, Sultan Murad da hemen Emîr Şerefin hizmetine koştu. Fakat Emîr Şeref kendisini yakalayıp Bedlis Kalesi’ndeki hapse attı. Sultan Murad ömrünün sonuna kadar bu ha­ piste kaldı ve burada vaktini geçirerek sonunda normal eceliyle Allah’ın rahmetine kavuştu. ö te yandan, Rozkan aşireti, Emîr İbrahim’in kaçma­ sından sonra kaleyi altı ay daha savundu. Fakat sonra, Emîr Şerefin yönetim merkezine döneceğinden umudu ke­ since, 913 (1508) yılında hem kaleyi, hem de vilayeti Ça­ pan Sultan’a teslim etmek zorunda kaldı. Çapan Sultan da hemen Kürd Bey Şarkluvi Ustaclu’yu Bedlis Kalesi’ne muhafız olarak tayin etti ve kendisi ganimet almış olarak Tebriz’e döndü. İKİNCİ YÖN Emîr Şerefin, Emîr İbrahim’in yerine Bedlis Hükümetini Ele Geçirmesi Basiret ve akıl sahibi bilginlerce, edebiyatçılarca ve büyük insanlarca da açıkça bilindiği gibi, özlemleri gerçek­ leşen ve iyi niyeti, doğru vicdanı ile amacına ulaşan, ezeli mutluluk ve ilahi nimetler elde eden herkes, «Allah, dile­ diğini doğru yola götürür »(S17) yüce sözü gereğince kul­ larım doğru yola götüren, onlara merhamet eden yüce Tanrı’ya dayanmıştır. Kendi nefsine mağrur olan, kendi gücü, zenginlik araçları ve servetiyle böbürlenen doğru yoldan sapan ve kahredici Padişah’a(518) boyun eğmek, izan etmek yolundan ayrılan her ceberrutun azametinin bi­ nası da, feleğin olaylarının ve zamanın ihanetinin önünde (517) T ırn a k la r İçindeki sözler a y e tte n alınm ıştır. (M .E B .) (518) A llah’ı kastediyor. (M.E.B.) mutlaka çökecek ve özlemleri yıkılıp gidecek; devletinin bahçesi, «ekinsiz bir vadi»(517) imiş gibi bir çorak topra­ ğa dönüşecektir. Şair demiştir ki: «Senin yücelttiğin baş(51,) «Eğilmez hiç kimsenin eğmesiyle «Birini kahredip de eğdin mi de başını «Yardım etmekle yüceltemez artık kimse onu «Gerek filin bacağına, gerekse karınca kanadına «Şensin güç ve güçsüzlük veren «Kimisinin gönlünü çıra gibi parlatırsın sen «Kimisinin gönlüne de dert ve acı verirsin.» Bu felsefi girişi zikretmekten maksat, Emîr Şerefi, onun yetişişini ve durumunun uğradığı sonucu anlataca­ ğımız zaman ibret almamızdır. Şimdi deriz ki: Emîr Şeref daha önce de işaret edildiği gibi, yetim bir çocuk olarak Erux (Eruh)’ta Boxtan (Bohtan) aşireti arasında bulunuyordu. Daha önce zikrettiğimiz satırlarda da dediğimiz gibi; Emîr Şah Muhammed kendisine haber göndererek onu getirtti ve kendisiyle ilgilendi, eğitilmesiy­ le meşgul oldu. Adı geçen şehzade büyüyünce tevazu gös­ terdi; hatta Bedlis’in bazı yörelerini Emîr İbrahim adına yönetmeyi bile kabul etti. Bir süre sonra ise, Rozkan aşiretinin kendisini faal bir şekilde desteklemesiyle, bütün Bedlis hükümdarlığını ele geçirmeye muvaffak oldu. Bunun üzerinden fazla bir zaman geçmeden, Şah Ismail-i Safevi, istila etmek amacıyla Maraş üzerine yü­ rüdü. Fakat Maraş Hükümdarı Alaüddevle Zulkadır ken­ disine karşı direndi ve çarpışmada yenilgiye uğradı. Zulkadır aşiretinin yenilmesinden sonra Şah, seferinin dizgi­ nini Diyarbekir’e çevirdi. Bunun üzerine, bu yaprakların annesinin babası olan Diyarbekir Valisi Emîr Bey Musıllu, hemen Şah’a itaat ve boyun eğişini arzctti; ayrıca kendi­ sine büyük hediyeler ve nadir rastlanan pahalı armağan­ lar sundu. Bu armağanlar arasında, bir koyun sürüsü şeklinde olan bir lal da vardı. Bu lal, geçmiş sultanların hâzinelerinden, Bayındırlılar’ın(520) hâzinesine, oradan da adı geçen Bey’e geçmişti. Abbasi halifeleri zamanında meydana gelen deprem yüzünden, Hatlan(521) Dağı yarıldığı zaman bu parça oradan çıkmıştı. O zamandan beri çobanlar bu parçayı ciğer kanıyla beslemişlerdi. Sarraf­ ların gözü dünyada ve cevhercilerin gözbebeği o çağda, lal cinsinden, hacim büyüklüğünde, renk hoşluğunda, yu­ muşaklıkta ve güzellikte bunun bir benzerini görmemişti. Şah Ismail-i Safevi’nin gözü, bir benzeri daha bulun­ mayan bu cevheri görünce, son derece sevindi ve bunu armağan edeni «Han» unvanıyla taltif etti; böylece Emîr Bey, «Emîr Han» oldu. Şah ayrıca kendisine, mühürdarlık görevi ile, oğlu Şehzade Tahmasp’ın lalalığı göre­ vini, buna ek olarak da Herat ve Horasan Eyaleti’ni verdi. Böylece Emîr Han’m kadri yükseldi ve şanı yüceler yücesine çıktı. Bundan başka Şah, Diyarbekir Hükümeti’ni ve yönetimini de Mirza Bey’in oğlu Muhammed Han Ustaclu’ya verdi. Zulkadır aşiretinin Xarburt (Harburt) Kalesi’nde bulunan bazı adamları, kaleye kapanıp itaatlerini arzetmemiş oldukları için, Şah İsmail, ordusuyla birlikte üzer­ lerine yürüdü ve orayı ele geçirmek istedi; bu işi çarpı­ şarak bir hafta içinde tamamladı. Oradan da Ahlat ta­ rafına giderek bu şehrin dışında çadır ve karargahım kurdu. Bu sırada Emîr Şeref onun yüce huzuruna gidip kendisiyle mutluluğa kavuştu. Sonra da ulu Şah’ın geli­ (520) A kkoyunlular. (M .E.B.) (521) M averatlnnehlr’de, S em erk an t y ak ın ların d a b ir şehir­ le r topluluğu. (M.A..A.) şini kutlamak amacıyla, yüce ve şahane bir ziyafet ver­ mek işini hazırladı. Büyük ve nakışlı çadırlar, ipek ipli ve yüksek doruklu gölgelikler hazırlayarak, geniş kıra ser­ piştirdi. Bunlar, karanlık bir gecede gökyüzündeki yıl­ dızlar ve Nisan ayının bulutları gibi grup grup oraya buraya, kutulardaki çeşitli cevherler yada düzenli bir şekilde yıldızları kapsayan burçlar gibi, ilginç ve güzel bir düzen içinde kuruldu. Ve gümüşi bacaklara, billur bileklere, gül rengi yüzlere sahip güzel kadın sakiler, iş­ lemeli elbiseler giymiş, nazlı nazlı dolaşan ve incelikten sanki akıyorlarmış gibi yürüyen nazik hizmetçilerle bir­ likte, kaynaktan alınmış su berraklığındaki içki kadeh­ leriyle oradaki insanlar arasında dolaşmaya, ve a afiyetle yiyin, şu safi şarabı için» diye bağırmaya başladılar. Ses sanatkarlarının yanında etkili ve hazin makamlar çalan saz sanatkarları vardı. Hünerli müzisyenler, ünlü «uşşak» makamında «zir»<522) ve «bem»(S23) nağmelerle, tatlı mu­ siki lehçeleriyle ud ve tanbur çalıyorlardı. Şair demiştir ki: «Yan seriıoş sakiler geliyordu her taraftan «Gül dalı gibi ellerinde gül rengi kadehler tutarak «Sırmalar giymişti hepsi tıpkı Güneş gibi «Akıllara felaket getiriyordu hepsi ve çıldırtıyordu «Arap dilinde gazel okuyanlar ceylanlar gibiydi «Ve okumakla şeker saçıyorlardı ağızlarından «Gülden yapılmış heykeller gibi olanlarsa türkçe gazeller «Ve o mutedil nağmeleriyle kaçırıyorlardı tüm gö­ nülleri «Peri yüzlü o heykellerin halka halka zülüfleri ise «Aşıkların yolunda olmuştu birer engel.» (522) înlcL (M .E.B.) (523) Çıkıcı. (M .E.B.) Ayrıca aşçılar ve hünerli yemek ve helva yapımcıla­ rı, o kadar yemek, besin ve içecek çeşitleri getirdiler ki, akıl tasavvur edemez ve hiç bir insanın akimdan bile geçemez. Bu büyük ziyafetin bitmesinden sonra, Emîr Şeref bu sefer bol ve büyük hediyelerini sundu. Soylu atları eğerleriyle, koyunları sürülerle, deve ve katırları diziler­ le hediye etti. Bu durum, Şah’ın kendisine hayran olma­ sını ve büyük ölçüde sevinç duymasını sağladı. Bunun sonucu olarak kendisini yüce ilgisinin kapsamı içine aldı ve ona değerli güvenini verdi; Bedlis Eyaleti’nin kendi yönetiminde kalmasına dair yüce bir emirname çıkardı ve Emîr Şerefi değerli hil’atlerle taltif etti. İkinci defasında Şah İsmail, kışı geçirmek üzere Hoy şehrine geldiği sırada ise, yine Emîr Şeref, Kürdistan’ın öteki beyleri ve hükümdarlarıyla, özellikle Hasankeyf Hükümdarı Melik Halil, Cezire Valisi Boxtanlı Şah Ali Bey, Hizanlı Mîr Davud, Sasonlu Ali Bey ve sayı­ ları onbire varan diğer bazı beylerle birlikte, Şah İsmail’i selamlamak ve huzuruna girmekle şereflenmek için kal­ kıp Hoy’a gittiler. Orada başlangıçta, layık oldukları ağırlama ve ilgiyi gördüler. Fakat o sırada, Diyarbekir Valisi Muhammed Han’ın, Kürt beylerine yönelttiği it­ ham ve iftiraları, kendisine hakaret ve eziyet ettikleri yo­ lundaki iddiaları Şah’a arzedildi. O suçlamalardan biri şuydu: Muhammed Han Diyarbekir’e gitmekteyken, yolda Bedlis’c bağlı Panışin Köyü’nde konaklamıştı. O sırada, Emîr Şerefin vekili bulunan Şeyh Emîr Bılbasî kendisini görmeye ve selamlamaya gitmiş ve meclisinden ayrılıp dönmek istediği zaman yerinden kalkarak, Muhammed Bey’in oturmakta olduğu seccadeye elindeki sopayla vu­ rarak sert bir edayla kendisine şöyle demişti: «Bedlis Vilayeti’nden geçtiğiniz zaman Rozkan aşiretinin mallarına göz diktiğiniz ve koyunlarından bir tek oğlak bile gaspettiğiniz takdirde vay senin haline ve vay senin ordunun haline!» Ayrıca, son Hcrat Valisi olan Şah Kuli Sultan Ustaclu Çavuşlu da, bu satırların yazarına şunları anlatmış­ tır: «Babam, Muhammed Han’a ve adamlarına bağlıydı ve Diyarbekir’e gidildiğinde kendisiyle birlikteydi. Yolda ve özellikle Bedlis Vilayeti’nde hepimizde büyük bir açlık başgösterdi. Durumumuz öyle oldu ki, her birimiz yiye­ cek maddeleri ve yemek satınalmak için atını ve silahını satmak zorunda kaldı. Hatta babam Kcfnedur (Kifnedur) vadisinde atını cawres (cavrcs) denilen bir çeşit darıdan yapılmış dört ekmek karşdığmda sattı. Bu durum, onla­ rın, o taraftaki halktan, bedelini altın olarak ödemeksi­ zin bir «menn»(524) arpa yada bir miktar ekmek alama­ dıklarının delilidir.» Buna benzer daha birçok şey anlatılır. Bunlar, Kürt beylerinden, adı geçen Muhammed Han’a karşı uygun olmayan birtakım durumların görüldüğünü kanıtlar. Şüp­ hesiz bunları anlatmak uzun sürer vc bıkkınlığa yolaçar. Sözün kısası, bütün Kürt beyleri Şah’ın sarayına gittikleri zaman, Muhammed Han Diyarbekir’den bir ra­ por sunarak şöyle dedi: «Sarayda bulunan Kürt beyle­ rinin yakalanarak hemen tutuklanmaları konusunda Şah emir verirse, ben de, Şah’ın ufak bir yardımıyla, eski zamandan beri sultanların istila etmekten aciz kalmış ol­ dukları Kürdistan ülkesini istila edeceğimi taahhüt ede­ rim.» Bu rapor yüce eşiklere arzedilince Şah da, o perva­ sız, kafir valinin düşündüğüne kani oldu ve Şenvanlı (Şirvanlı) Emîr Şah Muhammed’lc Sasonlu Ali Bey ha­ riç, hazır bulunan bütün beylerin zincirlere ve prangala­ (524) 451 No. lı n o ta halnm«. ra vurularak her birinin bu haliyle Kızılbaş komutanla­ rından birine teslim edilmesi konusunda kesin emir ver­ di. Bunun üzerine Emîr Şeref, Emir Han Musıllu’ya ve­ rildi ve Çapan Sultan Bedlis Vilayeti’ni istila etmekle gö­ revlendirildi; ayrıca Div Sultan Rumlu, Hakkari Vilayeti’nin fethiyle ve Yekan Bey Korcubaşı Tekelu da Ce­ zire ülkesini istila etmekle görevlendirildiler. Bunların emrinde, sayısı bilinemeyen büyük ordular vardı. Allah izin verirse, bundan sonraki münasebetlerde, Kürdistan beylerinin nasıl yakalandıklarını ve bir kısmının daha sonra nasıl kurtulduğunu anlatacağız. Sözün özü, beylerin yakalanması olayından bir süre sonra, Horasan tarafından, Özbek Şeybek (Şeyban) Han’ın, Horasan’ı istila etmek amacıyla, haddi hesabı olmayan büyük bir orduyla Seyhun nehrini geçtiği haberi geldi. Bu haber Şah İsmail’i ürküttü; ve Şah, olup bitenlere üzün­ tüsünü ve pişmanlığım belirterek Kürdistan beylerini ser­ best bırakmaya hazır olduğunu bildirdi. Sonra serbest bı­ rakılanlara, «önderiniz ve lideriniz kimdir?» diye sorun­ ca, hepsi bir ağızdan ve aynı sözlerle şu cevabı verdi: «Saygı ve sevgi beslediğimiz liderlerimiz ve reislerimiz Emîr Eşref ile Melik Halil’dir» Bunun üzerine Şah, bu iki beyi hapiste tuttu ve diğerlerini serbest bıraktı. Son­ ra da, adı geçen iki beyi bağlı ve tutuklu olarak yanına alıp Horasan’a gitti. İşte burada Muhammed Ağa Kelhokî ile Derweş Mahmûd’e Keleşerî (Derviş Mahmud-ı Keleşin)«525' sah­ neye çıktılar. Bu yaprakların toplayıcısı, Rozkan aşireti­ nin adamları arasında, hatta bütün Kürdistan’da, yurtse­ verlik, halkına iyilik ve mutluluk hazırlamak ve onun ba­ ğımsızlığına hırsla çalışmak yönünden bu ikisinin bir (525) D ah a önce «Keleçörî» şeklinde geçti; bundan sonra d a kim i yerlerde öyle, kim i yerlerde böyle geçecektir. (M.E.B.) benzeri bulunmadığını iddia eder, işte bu iki büyük adam, Acem Irakı’na gidiyorlarmış gibi, gizlice Şah’m kafile­ sine katıldılar. Böylece yolda, birkaç günde bir, Emîr Şerefi ziyaret etmek ve ona yemek, meyve götürmek amacıyla Türkmenler’in çadırlarına gitmek fırsatım ya­ ratmış oldular. Bu durum da Emîr Şerefe, kaçıp hapis ve esaret zincirinden kurtulma keyfiyetini ikisiyle gö­ rüşme imkanını verdi. Günün birinde, Şah’ın kafilesi, Raz Vilayeti’ne bağlı Çalı Gölü denilen yere varınca, Muhammed Ağa ile Derviş Mahmud, fırsatı elverişli bul­ dular; Şah’m ordusunun tarafına birkaç eğerli at getir­ diler; sonra da, derviş kılığında kendini gizlemiş olan ve Emir Şeref’c çadırında hizmet etmekte bulunan Pertaflı Muhammed Mirahur’a Emîr Şerefin yatak elbisesini giydirerek kendisini Emîr’in yatağına yatırdılar. Bundan sonra Emir’i hapis çadırından çıkarıp hızlı yürüyen bir ata bindirdiler; yanlarına da birkaç hünerli ve koşucu atlı kattılar ve hep birlikte Kürdistan tarafına yöneldi­ ler. Türkmenler işin içyüzünü, ancak ertesi gün öğle vak­ ti öğrendiler ve Muhammed Mirahur’un cesaretinden, cüretinden dehşete düştüler; kendisine hayranlık göster­ diler ve hiç baskı yapmadılar; hatta ondan intikam alma­ yı bile düşünmediler. Muhammed Ağa, Derviş Mahmud ve Emîr Şeref ise önce Hakkari Vilayeti’ne vardılar ve orada bir köye indiler. Kızılbaş’lardan ve onların vatanında çıkardıkları olaylardan kaçmış olan Şeyh Emîr Bılbasî, gelip bu kö­ ye yerleşmiş ve kendi kendini iyice gizlemek için tarım ve çiftçilikle uğraşmaya başlamıştı. Bir gün Cavvres (cevres) ekinini elindeki çapayla sularken aniden iki atlı­ nın, Muhammed Ağa ile Derviş Mahmud’e Keleçerî’nin, sulamakta olduğu cavvres (cavres) tarlasının tarafından gelip başına dikildiklerini, ve kendisine Emîr Şerefin geldiğini haber vermek, müjdelemek için onu aradıkla- rmı gördü. Şeyh Emîr Bılbasî ise bu haberi garipsedi, inanmadı ve «mümkün olmayan şeyi neden anlatıyorsu­ nuz?» dedi. Onlar da şu cevabı verdiler: «Yüce Allah bize fırsat verdi ve kendisini zincirden, hapisten kurtar­ maya bizi muvaffak etti; biz de kendisini alıp sağ salim getirdik.» Bunun üzerine Şeyh Emîr Bılbasî hemen elin­ deki sulama çapasını atarak Allah’a şükretmek için sec­ deye kapandı ve gerçek velinimetinin ayaklarını öpmeye gitti; ve gurbet diyarındaki üzüntülü evinde, yüce Al­ lah’ın «üzüntüden iki gözü ağarmıştı» sözündeki niteliği alıp Yakub’un(S26) gözlerine dönmüş olan iki gözünü ve­ linimetinin ayaklarının tozuyla aydınlattı; sonra da onun kutlu gelişinden duyduğu sevinç ve ferahtan ötürü bir­ kaç damla gözyaşı döktü; yüce Allah’a, bu nimetlerinden dolayı hamd ve şükrederek şöyle dedi: «Şükürler «Ruhuma «Gecemin «Ve sona olsun Allah’a ki talihim yar oldu eziyet vermekten zaman vazgeçti geldi artık berrak sabahı erdi gece gündüz çektiğim eziyet ve üzün­ tü.» Bir gece hep birlikte orada kaldıktan sonra güneşin doğmasıyla birlikte Isbayerd aşiretine doğru hareket et­ tiler ve güven içinde oraya vardılar. Orada Isbayerdli Şeref Bey kendilerini saygı ve ilgiyle karşıladı; ve yol yorgunluğunu, gurbet meşakkatini giderip dinlenmeleri için onları yanında birkaç gün misafir etti. Fakat Şeyh Emîr Bılbasî, Rozkan aşiretine işin içyüzünü anlatmak ve onları kendine çekip, Emîr Şeref gelinceye kadar, çevresinde toplanmaya büyük bir kitle hazırlamış olmak ve Emîr Şerefin, hemen onları alıp Bedlis Kalcsi’ni gaspetmiş olanların elinden kurtarmaya gitmesini sağlamak için hepsinden önce Bedlis Vilayeti’ne gitti. Şah İsmail tarafından Bedlis, Adilcevaz ve Erciş kalelerini yönetmekte olan Kürd Bey Şereflu, Şeyh Emîr Bılbasî’nin 2.000 savaşçıdan kurulu bir orduyla gelip kaleyi kuşatmaya başladığım duyunca; Bargıri ve Erciş’­ te bulunan Kızılbaş komutanlanyla birlik olup, hasmının üzerine yürüdü. Derken, Bedlis’in Gök Meydan’mda iki taraf birbirine girdi ve vuruşma kızışıp şiddetlendi. Zafer, az daha Rozkanlıların olacaktı ki, Pazukî Muham­ med bey ansızın bir hile ve aldatmacaya başvurarak, Kı­ zılbaş’lardan nefret ettiğini, onlara gücendiğini ve arala­ rındaki akrabalığı güçlendirmek için Şeyh Emîr Bılbasî’nin tarafına geçtiğini ilan etti; uygun bir zamanda kendi­ sine geleceğini bildirdi. Vuruşma şiddetlenip de savaş alevleri göklere çıktığı zaman, bu Muhammed Bey, ya­ nında 500 Pazukî savaşçısı da olduğu halde, İskender Bulağı yoluna gitti ve orada. Kızılbaş askerleriyle çarpış­ makta olan Rozkan kahramanlarını arkadan vurarak kı­ lıcını iki yanlı kullanmaya başladı. Ve böylece, Rozkanlıların, Süreyya yıldızı gibi birbirine bağlı olan top­ luluklarım darmadağın ederek, onları Büyük Ayı yıldız­ lan gibi çözülür bir duruma getirdi. Böylcce Kürd Bey’in yıldızı parlayıp Zuhal yıldızı gibi yükseldi. Rozkanhlara saldırıyı ve baskıyı sürdürerek onları darmadağın etti. Fakat Şeyh Emîr Bılbasî bu darbenin etkisiyle ye­ rinden kıpırdamadı ve hiçbir zaman sebat ve ağırbaşlı­ lık adımını geri atmadı; savaş ve cihat, yurt ve ilkeleri savunma alanındaki yerini asla terketmedi ve oğlu Ali Ağa'yla birlikte şehit oluncaya kadar düşmana karşı di­ rendi. Sonunda bir Kızılbaş grubu yırtıcı canavarlar gibi üzerlerine atılarak ikisini de yere serdiler ve cesetleri­ ni, özellikle de, «Kara Yezit» lakabını takmış oldukları Şeyh Emîr Bılbasî’ııin cesedini nişan için hedef yaptı­ lar; sonra da iki cesedi Gök Meydan’da yaktılar. Bu şiddetli ve acı olaylar karşısında Emîr Şeref bir süre gerilemek ve «sîzleri yarattı ve güzel şekiller verdi» diyen yüce Yaratıcı elinden tutuncaya kadar, yalnızlık ve başarısızlık bulutlarının gerisinde gizlenmek zorunda kal­ dı ÜÇÜNCÜ YÖN Emîr Şeref in, Bedlis’i Kızılbaş Topluluğundan Geri Alması ve Bundan Sonraki Akıbeti Şair demiştir ki: «Talihten doğarsa eğer cihangirlik «Sonuna kadar kalır, kuvvet vc nüfuzla desteklene­ rek «O kadar ki zafer, daima üzengiyle birlikte yürür «Ve dönüşte, şeref eşlik eder muzaffer alayına «Geçtiği her ülke sevinç ve ferahlık duyar «Onun kutlu ve mutlu gelişinden.» Emîr Şerefin, babalarının ve atalarının mülkü olan Bedlis Vilayeti’ni, gaspetmiş olan Kızılbaş’lardan geri almak konusundaki umudu gerçekleşmeyince ve bu iş bir süre gecikince öte yandan Sultan Selim Han’ın bütün İran ülkesini istila etmek niyetinde olduğunu öğrenince; bu şartlardan yararlanmak için fırsatın elverişli oldu­ ğunu anladı. Ve araştırma alanının atlısı, başarı yolun­ daki kervanın reisi, temel kanunları ve detay kanunları­ nın mütehassısı, düşünülen ve işitilmiş olan defterlerin düzenleyicisi, kutsallık medresesinin müderrisi, Bedlis bilgininin oğlu düşünür ldris(,’27,> ve köklü Diyaeddin ai­ lesine yücelik, iyilik, ikbal ve devlet dileyenlerin seçkini Muhammed Ağa Kclhokî ile, Al-ı Osman Sarayı’na itaat ve sadakatlerini ve tahtlarına bağlılıklarını sunmak ko­ nusunda anlaştı. Bunlar, Kürdistan beylerinden ve hü­ kümdarlarından 20 kişiyi bu tedbirde kendilerine katıncaya kadar çalıştılar; ve bir bağlılık ve itaat mektubu yazarak düşünür Mevlana ldris’e ve Muhammed Ağa’ya verdiler; onlar da bunu yüce eşiklere sunmak üzere he­ men İstanbul’a hareket ettiler. Kürdistan beylerinin bu isteği ve dileği üzerine, kendisine karşı vefakar olan dostlarını seven ve kendi­ sine karşı kin besleyen düşmanlarını da amansız bir şe­ kilde pençeleyen Sultan, Acemistan Vilayeti’ni istila et­ mek amacıyla Azerbaycan ve Ermenistan ülkelerine ha­ reket etti: Çaldıran Ovası’nda düşmanı Şah İsmail’le kar­ şı karşıya geldi ve aralarında çarpışma başladı Sultan, bu çarpışmada parlak bir zafer kazandı. Emir Şeref de, Kür­ distan hükümdarlarının bir kısmıyla birlikte muzaffer Sultan’ın maiyetindeydi ve onun işaretine bağlı bulunu­ yordu. Diyarbekir Valisi Han Muhammed(5M) o çarpış­ mada Şah tarafından öldürülünce, görevi de kardeşi Ka­ ra Han’a ayrıca Şah’m Divanı tarafından Bedlis Eyale­ ti, kardeşi Ivez Bey’e, Cezire de kardeşi Ulaş Bey’e ve­ rildi. Sultan’m ordusu Tebriz’den Rum(52,) tarafına dö­ nünce, düşünür Idris, Kürdistan beyleri adına yüce Sul­ tanlık tahtına bir rapor sunarak; Sultan’ın merhametin­ den, irsi görevlerini eskiden olduğu gibi kendilerine ver­ mek lütfunda bulunmasını, ve komutası altında hep bir­ likte Diyarbekir’e gidip Safevi Valisi Kara Han’ı oradan çıkarmak için başlarına Beylerbeyi rütbesinde olacak büyük bir şahsiyeti tayin etmesini dilediklerini bildirdi. Sultan dileklerini olumlu karşılayarak şu cevabı ver(528) B unun adı d ah a önce «M uham m ed H anı, şeklinde g eç­ ti. (M.E.B.) (529) 135 No. lı n o ta bakınız. •di: «Kendi aralarından, Kürdistan beylerinden ve hü­ kümdarlarından, beylerbeyi görevini üzerine alabilecek, ve bütün Kürt beylerinin boyun eğecekleri, komutası al­ tında Kızılbaşlarla çarpışmaya ve onları ülkeden kovma­ ya gidecekleri birini seçsinler.» Bunun üzerine düşünür İdris bir rapor daha suna­ rak şöyle dedi: «Burada öznel birlikten fazla çokluk var­ dır; herkes ‘yalnız ben olayım,' benden başkası olmasın’ diyor; ve kimse kimseye itaat etmiyor. Yüce amaç, Kı­ zılbaş’ların topluluğunu parçalamaya ve birliğini darma­ dağın etmeye yolaçacak tedbirleri almak olduğuna göre; bu durumda, Sultanlık Sarayı’nın adamlarından, bütün Kürt beylerinin, itaat edecekleri ve emirlerine boyun eğe­ cekleri birinin tayin edilmesi daha iyi olur; böylece bu iş en hızlı ve en iyi şekilde tamamlanır.» Bunun üzerine, Bıyıklı Mehmed diye tanınan Çavuşbaşı Mehmed Ağa’nın, Diyarbekir Eyaleti Beylerbeyi ve o eyaleti yabancıların elinden geri alıp egemenlik al­ tına almayı amaçlayan Kürdistan Orduları Genel Ko­ mutanı olarak tayin edilmesi hakkında bir emirname çık­ tı. Iki'taraf, Nusaybin dolaylarında Koçhisar denilen yer­ de karşı karşıya gelince, iki ordu, dolup taşan denizler ve gürültülü, şimşekli bulutlar gibi birbirine girdi. Bu kanlı çarpışmada savaş ve vuruşma ateşini ilk alevlendi­ ren topluluk, Rozkan aşireti oldu. Rozkan aşiretinden, o uğursuz günde, Tac Ahmed, Kasım Endakî, Mîr Şah Hüseyin Keysanî, Mîr Seyfeddin ve Ömer Candar gibi, o çağın kahramanları ve o devrin yiğitleri şehit oldular. Ayrıca Rozkanlılar’ın ileri gelenlerinin ve liderlerinin çoğu, özellikle Mîr Nasıraddinî, Kara Yadigar, Seyyid Selmanan Qewalisî (Kavalisi) ve diğer birçokları, üstün bir cesaret ve nadir rastlanan bir yiğitlik göstererek, so­ nunda savaş alanında ağır şekilde yaralandılar. Çarpış­ ma, Kara Han’ın öldürülmesi, Kızılbaş topluluğunun dar­ madağın olması ve büyük bir kısmının da esir düşmesiy­ le sonuçlandı. Şair demiştir ki: «Egemenlik ikbalinin peşine düşenler «Alacaklardır mülklerini düşmanlardan «öfke kılıcını saplamakla mümkün olur düşmanı püskürtmek «Ve bununla mümkiin olur zulüm binasını yıkmak.» Bu güçlü çarpışmadan sonra, Kürdistan beylerinden her biri, irsi vilayetini düşmanın elinden almaya gidin­ ce, Emîr Şeref de Bedlis Vilayeti’ne gitti ye orayı kuşat­ maya başladı. Bu görevde Hazzolu Muhammed Bey, Xizanlı (Hizanlı) Mîr Davud, Şervvanlı (Şirvanlı) Mîr Şah Muhammed ile Müks ve Isbayerd beyleri de yanında bu­ lunuyorlardı. Kuşatma günleri uzayıp da kuşatma altındakilerin durumu sıkışınca, Kızılbaş’lar, Garzanlı Muhammed Bey(530) ile Şervvanlı M'c Şah Muhammed’in, canlarının, çocuklarının ve mallarının korunacağım ve kimsenin kendilerine dokunmayacağım garanti etmeleri şartıyla ve bundan sonra kaleyi Emir Şeref’e teslim edecekleri esa­ sı üzerine barış isteğinde bulundular. Bunun üzerine beyler bu barışa razı oldular ve işe müdahale ederek ka­ le ile vilayeti teslim aldılar; ve gerçek varisine, yani Kı­ zılbaş’ların korunacağını taahhüt eden Emîr Şerefe tes­ lim ettiler. Kızılbaşlar ise, kendilerini Erciş ve Van sınır­ larına götürmeleri için ve oradan vatanlarına gitmek üze­ re, bazı beylere teslim oldular. Böylece Osmanlı sınırlarının korunması ve oradaki düzen ve asayişin sağlanması, ülkenin yönetimi, Selimî Divan’dan(531) bir süre için Emîr Şerefe verildi. Ondan sonra, Sultan Süleyman Han zamanında da durum böyle (530) H azzo’lu M uham m ed B ey olsa gerek. (M .E.B.) (531) S u ltan Selim ’e m ensup D ivan, S u lta n Sellm ’in Divanı» (M .E.B .) kaldı. Emîr Şeref, bu görevi gerektiği gibi yerine getiri­ yor; kamu çıkarını gözönüne alarak tutumunda iki tara­ fı, yani hem Iran’lıları, hem de OsmanlI’ları hoşnut edi­ yordu. Şah Tahmasp döneminde Azerbaycan beylerbey­ liği görevine, Ulame Tekelu denilen birinin tayin edilme­ sine kadar durum bu şekilde devam etti. Vaktinin çoğunu Van ve Westan (Vestan)da geçi­ ren ulame, sınırların nöbetinin tutulması ve sınırlarda gü­ venliğin korunması işini bu iki yerden yönetiyordu. Şah Tahmasp’ın saltanatında işlerin yönetimi de o sırada Çu­ ha Sultan Tekelu’nun güçlü elinde bulunuyordu ve ken­ disi istediği gibi bu işleri yönetiyordu. Hüseyin Han Şamlu, öteki Kızılbaş topluluklarıyla birlik olup, Isfahan Kendman Ovası’nda, Çuha Sultan’ı kesin olarak orta­ dan kaldırınca ve Tekelu aşireti komutan ve beylerinin topluluğu darmadağın olup çevreye yayılınca; Ulame de Tebriz’de derhal muhalefet ve isyan bayrağım kaldıra­ rak, Şah Talımasp’m oradaki hazine ve definelerini ele geçirdi; ayrıca Tebriz’deki zenginlerin mallarına da elkoydu ve böylece büyük miktarda mal ve araç elde et­ miş oldu; arkasından da bunları alıp Van’a gitti. Oradan Sultan Süleyman’ın eşiklerine itaatini sundu; ve yüce tahta, bağlılık ve boyun eğişini belirten ve birçok söz ve taahhütlerle kendini bağlayan bir arize sunarak, güven­ diği bir adamıyla birlikte İstanbul’a yolladı. Bunun haberi ulu Sultan’m kulaklarına gidince, Emîr Şerefin, Ulame Sultan’ı karşılamak ve kendisini ai­ lesi, çocukları ve adamlarıyla birlikte getirmek, sonra da hepsini birlikte İstanbul’a, yüce eşiklere göndermek üze­ re Van tarafına gitmesini gerektiren bir emir çıktı. Bu­ nun üzerine Emîr Şeref hemen bu isteğe uyarak Sultan­ lık emri gereğince hareket etti ve ordusunu, askerlerini toplayıp Van’a doğru yola çıktı. Ulame Sultan da, yanın­ da Tekelu aşiretinin liderlerinden ve ileri gelenlerinden 200 kişi 'ağu halde Emîr’i karşılamaya çıktı ve «Xerkom» (Harkom) denilen yere kadar geldi, iki taraf Xerkom Nehri üzerinde karşılaştılar. Ulame Sultan, Emîrie, kendisinin, yanma alınası gereken şeyleri hazırlayabilme­ si ve sonra hep birlikte Bedlis’e dönmeleri için, Van’da kendisine misafir olmasını ve dinlenmek için birkaç gün kalmasını teklif etti. Bu sırada Van ve Westan adamlarından bir kısmı Emîr Şerefe şunları bildirdiler: «Ulame Sultan, barış ola­ naklarını hazırlamaları, onun Şah’a bağlılığını yenileme­ leri ve sadakatini pekiştirmeleri için, Şah Tahmasp’m mürebbiyesi olan karısını kardeşiyle birlikte Şah’m sara­ yına göndermiştir. Bu Ulame Sultan son derece hileci, kurnaz ve habis bir adam olduğu için, Şah’a yaklaşmak ve yeniden güvenini kazanmak amacıyla, seni kalenin içine çekmesi ve orada sahtekar adamlarıyla birlik olup sana bir eziyet vermesi uzak ihtimal değildir.» Bu haber Emîr Şeref üzerinde yıldırım etkisi yaptı; ve kendisi korktu, endişeye kapıldı ve işin sonucundan ürkmeye başladı. Bu nedenle, Ulame, Van’a gitmek ko­ nusunda ısrar ettikçe, Emîr Şeref bu konuda mazeret gösteriyor ve orada durmayı Van’a gitmeye tercih ediyor­ du. Sonunda, Emîr Şerefin ve Ulame Sultan’ın Xerkom Köyü’nde kalmaları, Emîre Bey, Mahmudî’nin de Ulame Sultan’m askerlerinin ileri gelenlerinden yanına bir grup alarak, ailesini ve yanındakilerin ailelerini getirmek üze­ re Van’a gitmeleri ve oradan Bedlis’e hareket etmeleri esası üzerine anlaşmaya vardılar. Emîre Bey, yanmdakilerle birlikte Van kalesine geceleyin varınca, Ulame’nin oradaki kardeşi ile bazı ileri gelen ve liderler isyan etti­ ler ve kalenin kapılarını yüzlerine kapatarak kimsenin çıkmasına meydan bırakmaddar; Mahmud Bey(532) ve arkadaşlarının içeri girmelerine de izin vermediler. Emîr Şeref işin içyüzünü öğrenince, Van Kalesi’ne gitmenin, yada üzerine yürüyüp kaleyi kuşatmanm bir faydası olmayacağını anladı; hatta çevredeki Kızılbaş ko­ mutan ve beylerinin toplanıp, Ulame Sultan’m kaçıp elden çıkmasına yolaçabilecek bir davranışa girmeleri bile ih­ timal dahilindeydi. Bu nedenle, Ulame Sultan ile yanında bulunan ve sayılan 200 olan subay ve ileri gelenleri ya­ nına alıp Bedlis’e dönmenin daha iyi olacağına karar verdi. Oysa bunlar ailelerinden ayrılmışlardı ve üzerle­ rinde birer elbiseden başka bir şey yoktu; atlan da eğersiz ve çıplaktı; mevsim de, soğukların başladığı ve şid­ detleneceği sonbahar mevsimiydi. Buna rağmen ve ağla­ dıkları, yardım istedikleri, velvele çıkardıkları halde onlan zorla alıp getirdiler. Bu yapraklan karalayan, kendisiyle ilişkisi bulu­ nan, mürebbiliğini ve kılavuzluğunu yapmış olan Mu­ hammed Şahueman Qewalisî (Kavalisi)den şunları işitmiştir: Emîr Şeref Ulme ile birlikte Gurcikan Nahiyesi’ne varıp gece kalmak için oraya inince, ben, Çukurşeb hal­ kından birkaç adamla birlikte Emîr Şerefin nöbetini tut­ maya gittim. Gece ilerleyip de yarılayınca, Ulme’nin ve­ kili, yanmda ileri gelen adamlanndan birkaç kişi oldu­ ğu halde, Emîr Şerefin çadırının kapısına gelip, efendi­ lerinin kendilerini görevlendirdiği zorunlu meseleleri arzetmek için, Emîr Şerefin huzuruna çıkmakla şereflen­ mek istediklerini bildirdiler. Bu isteklerinden Emîr’i ha­ berdar ettiğimiz zaman, yanına girmelerine izin verdi ve kendilerinden Ulame hakkında ne haberler olduğunu sor­ du. Onlar da, «Ulame sana hayır dualarda bulunuyor ve şunları söylüyor» diye karşılık verdiler: «Kardeşim ve kabilem bu çirkin tutumu takındık­ larına ve vefasızlık gösterip itaatten çıktıklarına, aileme, çocuklarıma, araçlarıma ve mallanma elkoyduklarına göre; bu durum, benim bu halimle Sultanlık eşiklerine gitmemi imkansız kılmaktadır. Çünkü bu, devlete içten bağlı olan bir kimsenin yapacağı iş değildir ve senin nü­ fuzunla, şerefinle de bağdaşmamaktadır. Ya hepimizin başlarını kesip yüce eşiklere göndermelisin; yada lütfe­ dip Van’a dönmemize izin vermelisin ki; bize karşı bu çirkin tavrı takınan o isyancıları ve başkaldırıcıları bas­ tırayım. Bunu yaptıktan ve ailelerimizin özgürlüğünü, mallarımızı kurtardıktan sonra, huzur ve gönül rahatlığı içinde yüce Asitane’ye gitme hazırlıklarına başlarız. Bu da kadrimizin yükselmesi, ve büyük küçük maiyetimiz­ deki adamların gönüllerinin alınması sonucunu doğurur.» Emîr Şeref, başını önüne eğip durum muhakemesi yaptıktan ve uzun uzun düşündükten sonra onlara şu cevabı verdi: «Bizde, yüce Allah’ın ‘işlerde onlara da­ nış’ sözü gereğince ve Peyganıber’in hadisi uyarınca, ko­ mutanlar ve ileri gelenlerle istişare ederiz ve karar altı­ na alınacak görüşü Ulame Sultan’a bildiririz.» Bu cevap üzerine, gelen vekil ve ileri gelenler efendilerinin yanına geri döndüler. Emîr Şeref aynı gece, güvendiği adamlarından olan birkaç liderden bir danışma meclisi topladı. Bunlar bu mesele hakkında öne sürülen düşünceleri etraflıca göz’ den geçirdiler ve her biri aklına gelen görüşünü bildirdi. Sonunda Emîr Şeref şöyle dedi: «Doğrusu, bu adamı bu şekilde ve bu hal ile yola çıkarıp Sultanlık eşiğine göndermek, bana karşı düşman­ lığını ve şiddetli kinini körükleyecektir. Bu nedenle ben­ ce en iyisi şudur: Vuruşma üzerine eğitilmiş katı ve genç askerlerden 300 asker hazırlayıp önceden yola çıkaralım ve onlar yolda pusuya yatsınlar. Sonra da Ulame ve ya­ nındakilere Van’a dönmeleri için izin verelim. Onlar yol­ da bir mesafe aldıktan sonra, Ulame ve arkadaşlarının kaçmış olduklarını ilan eder ve bunu topluluk arasın­ d a yayarız. Becerikli askerlerden birkaç kişi de peşlerin­ den gidip onları kovalar; sonunda kendisini yakalamaya ve onun başı ile yanındakilerin başlarını kesmeye muvaf­ fak olurlar. Biz de başlarını yüce eşiklere, duruma uy­ gun bir raporla birlikte göndeririz. Böylece dünyayı bu müfsitlerin şerlerinden kurtarmış oluruz. Yoksa Ulame’yi bu şekilde ve bu tarzda yüce Asitane'ye göndermek, bize zarar ve pişmanlık getirmekten başka bir sonuç vermez.» Hazır bulunanlardan bir kısmı bu tehlikeli görüşe katıldıysa da diğer bir kısmı bunu reddfctti ve karşı çı­ karak şöyle dedi: «Aramızda, Bâbıâli’nin komutan ve çavuşları olan yabancı askerler vardır; bunlar mutlaka sırları öğrenecekler ve işlerin içyüzünü anlayacaklar; ya­ rın da bu sırrı mutlaka ifşa edeceklerdir. Bu da, şüphe­ siz bize en büyük güçlüğü yaratacak ve biz,’ mazeretler, sebepler göstermekle bu güçlüğe çare bulamayacağız.» Sözün kısası, ne Ulame’nin isteğine göre, ne de Emîr Şerefin isteğine göre hareket edildi. Ulame’yi o pejmür­ de şekilde Bedlis’e getirdiler ve Asitane’ye büyük izzet ve ikramla gönderilmesi için yolculuğunun hazırlıklarım yap­ tılar. Fakat Ulame, Bedlis’in delikli taşlarından çıkıp da özgürlüğüne kavuşur kavuşmaz, derhal, habis ininden çekilen büyük bir yılana yada hapsedilmiş olduğu şişe­ den çıkan bir deve döndü; Emîr Şerefe karşı büyük bir kin beslemeye ve kalbinde kendisine şiddetli bir düşman­ lık gizlemeye başladı. Asitane’de Sultan’ın huzuruna gir­ mekle şereflendiği ilk gün, fırsattan yararlanarak Emîr Şeref hakkında alabildiğine şikayette bulundu ve ona gü­ cendiğini belirtip şöyle dedi: «Emîr Şeref, Kızılbaş’ların hatırı için bana çok ezi­ yet ve hakaret etti; hatta Şah Tahmasp’ın ilgisini ve gü­ venini kazanmak için beni öldürmeye bile teşebbüs etti. Bunun için ben, Sultan’m taşan merhametinden ve cö­ m ert Hüsrevce şefkatinden, Emîr Şeref‘in vilayetten uzak- laştınlmasım ve vilayetin benim yönetimin, verilmesini diliyorum. Ben böylece Acemlerin ülkesini ve özellikle büyük Azerbaycan ülkesini en iyi şekilde ve en kısa zamanda fethetmek ve Al-ı Osman’ın egemenliğine ver­ mek olanağına kavuşacağım. Ve Sultan’m, lütfedip bu sorunu çözümleme görevini, açıkladığım gibi, bu samimi kulana vermesini rica ediyorum.» Sonra sözlerine şunla­ rı ekledi: «Şayet Emir Şeref yüce Asitane’ye çağrılırsa, akıl, onun bu çağrıya uyacağını tasavvur bile etmez.» O sırada, Qewalisî (Kavalisi) aşiretinden olup Ulame’ye eşlik eden Ali Seydan da orada bulunuyordu. Ken­ disini saraya getirtip şu soruyu sordular: «Beyinizden, Sultanlık eşiklerine gelmesini istediğimiz takdirde gelecek mi, gelmeyecek mi?» O doğru sözlü ve saf Kürt, bu so­ ruya şu karşılığı verdi: «Onun bu sıralarda yüce Asita­ ne’ye gelmesi bir çeşit imkansızdır.» Bunun üzerine k o ­ mutanlar ve vezirler, bu Kürd’ün sözünü, Ulame’nin öne sürdüğü jumalları ve şikayetleri doğrular nitelikte ka­ bul ettiler ve bu yüzden, Sultan’ı etkilemeye, Emir Şe­ re fe karşı kışkırtmaya başlayarak şöyle dediler: «Ken­ disi başkaldırmaya, isyan etmeye kararlıdır ve Kızılbaş’­ ların tarafını Osmanlılar’ın tarafına tercih etmektedir.» Bunun üzerine aynı gün, Bedlis Hükümeti’nin Ular me'ye verilmesi, yeniçeri askerlerinden ve acemi oğlan­ lardan büyük bir birliğin hazırlanıp, istila etmek amacıy­ la Bedlis’e hareket etmesi ve Diyarbekir Beylerbeyi Fil Yakub’un bu askeri birliğe serdar tayin edilmesi konu­ sunda emirname çıktı. Ayrıca, Emir Şerefle savaşmak ve vilayetine boyun eğdirmek için, adı geçen komutanın komutası altında, Diyarbekir, Maraş, Haleb ve Kürdistan’dan 30.000 kadar askerin Bedlis’e hareket etmesi için de emir verildi. Bu can sıkıcı haberler Emîr Şerefin kulaklarına gi­ der gitmez, kendisini endişe ve kararsızlık sardı; bu yüz- deıı, bağlılığını göstermek ve itaatini pekiştirmek ama­ cıyla Sultanlık Sarayı'na armağanlar ve hediyeler gönder­ meye başladı. Fakat bütün bunlar fayda vermedi. Çün­ kü devrin Veziri, aralarında daha önce meydana gelmiş olan bazı meseleler dolayısıyla Emîr Şereften nefret edi­ yor ve ona karşı kasıtlı davranıyordu. Aralarındaki me­ sele şuydu: Emîr Şeref, Pazukî aşiretiyle yapılan çarpış­ mada bir at elde etmişti; Vezir de bu atı duymuş ve^ beğenmişti; onu Emîr Şereften istemiş; fakat Emîr Şe­ ref savsaklayıp mazeret göstermiş ve atı kendisine gön­ dermemişti. Emîr Şeref, gelen bu haberler karşısında, umudunu kesmek ve ülkesinin kalelerinde savunmaya geçmek zo­ runda kaldı. Bedlis Kalesi’nin korunmasını ve savunma­ sını, yanlarında Rozkan aşiretinin ünlü kahramanların­ dan 300 kişi bulunan İbrahim Ağa Bılbasî ile Emîr Nasıraddinî’ye verdi. Oğlu Emîr Şemseddin’i ailesi ve ço­ cuklarıyla birlikte Extimar (Ahtimar) kalesine yolladı. Rozkan aşiretinin liderlerine ve ileri gelenlerine de Muş, Ahlat, Kefnedur (Kifnedur), Amurk, Kelhok, Firuz, Si­ lim, Gulxar (Gulhar), Tatik ve Sewî (Sevi) kalelerinin korunmasını verdi. Bütün bu kaleler o zaman mamur ve meskundu. Sonunda kendisi de, «en son ilaç dağla­ madır» diyen düşünürlerin sözüne uyarak birkaç ada­ mıyla birlikte, o sırada Tebriz’de bulunan Şah Tahmasp1m alanına iltica etti ve kendisinden yardım ve destek is­ tedi. Şah da kellisini ilgisinin ve ikramının kapsamı içine aldı; ve kırılmış gönlünü almak için onu bir an bile yanından ayırmadı. Öte yandan 938 (1532) yılında Fil Yakup ve Ulame, büyük bir orduyla birlikte gelerek Bedlis Kalesi’nin dı­ şına indiler ve derhal kaleyi kuşattılar. İki taraf arasın­ da hemen çarpışma başladı ve savaş ateşi alevlendi; üç ay süreyle mücadele aynı şekilde devam etti: Her güa Güneş’in doğmasıyla birlikte çarpışmaya başlıyorlar ve akşama kadar çarpışıyorlardı; akşam olunca askerler barınaklarına çekilip kendilerini dinlenmeye, toparlan­ maya veriyorlardı; aynı zamanda nöbetçiler ve gözcüler büyük bir dikkat, bağlılık ve uyanıklık içinde gece nö­ betini devralıyorlardı. Ağır topların ve büyük mancınık­ ların şiddetli darbeleriyle burçlar ve surlar yıkılıp nere­ deyse yerle bir oldular. Kuşatma altındakilerin durumu ise yok olmaya, helake, umutsuzluğa, savunmadan aciz kalmaya vardı. Tam bu sırada, Ahlat ve Adilcevaz’da, Şah Tahmasp’ın, Emîr Şerefin hatırını memnun etmek için, bü­ yük bir orduyla Tebriz'den Bedlis’e doğru hareket ettiği haberi yayılıp dağıldı. Bu durum, Fil Yakub ve Ulame’yi, dehşet ve endişeye kapılarak kuşatmayı kaldırmak ve şaşkın bir şekilde kurtuluşu kaçmakta bulmak zorunda bıraktı. Denildiğine göre, korku ve endişeleri o dereceye vardı ki, ağırlıklarını, çadırlarını, mallarını, birçok silah­ larım ve doğu tarafında, kale kapısının tılsımı karşısına kurmuş oldukları, hatta orada döküp burçları ve surları dövmekte ve altlarını üstlerine getirmekte kullandıkları iki tane ağır toplarını tamamen yerlerinde bırakıp geri­ sin geriye kaçtılar. Anlatıldığına göre, sonraları «Durık» adıyla anılan kahraman Kara Yadigar atıyla atlayıp kaleden inmiş ve düşmanın göçetmesini seyretmiş; ve atını uçururcasına koşturarak bu sevindirici haberleri, Ş ^ı’ın kafilesinin in­ diği Ahlat’a götürüp, yüce eşiklere müjdeyi sunmuştur. Yüce eşikler de, bu nedenle kendisini nimetlere boğmuş ve emsali arasında övünecek, imtiyazlı bir duruma ge­ tirmiştir. Emîr Şeref ise, Bedlis Vilayeti’nde, koyunlardan ve Müslüman ve Kafir aşiret ve kabilelerinin gelip gittik­ leri otlaklardan alman vergilerden toplanan paraların beş­ te birini, Şah’ın makamına ve onun, ödül almaya hak kazanan devlet adamlarına sunulacak olan hediye ve arma­ ğanlara tahsis etti. Bu iş için de, sert ve katı vergi top­ lama memurları tayin etti. Bunlar ülkeye dağılarak üç 5 ün içinde halktan büyük miktarda para topladılar. Emîr Şeref bundan sonra, Şah’a ve onun devlet eria n m a Ahlat'ta öyle can çekici bir şenlik ve öyle büyük bir ziyafet düzenledi ki, ondan önce bir benzeri daha duyulmamıştı. Bu şenlik ve ziyafetin parlaklık ve güzel­ likteki- ünü ve şöhreti, yüce alemin(5j3) sakinlerinin ku­ laklarına gitti ve meskün olan dörtte birin(534) her tara­ fına yayıldı. O kadar ki, gök çevrelerinde dolaşan ve o menzillerde, o makamlarda seyahat eden Ay bile, gök­ lerin üzerinden, bu en büyük şenliğin davullarının çalınışlanm dinlemeye koyuldu. Bilimlerin kaynağı ve yıl­ dızlar hakkındaki yargıların çıkış yeri olan Utarit(53S) de, dereceler ve dakikalarla gündüz yayının yüksekliğini aldı; o mübarek günde devlet ve ikbalin yükselmesinden, mutluluğun payından, vaktin talihini seçti.(536) Eğlence, oyun, sevinç, şenlik, hediye, armağan, hil’a t ve teşrifat elbiselerinin dağıtımıyla üç gün bu şekilde geçtikten sonra, Emîr Şeref, Şahlık eşiklerine, geçmiş zamanlarda benzerleri görülmemiş bazı özel hediye ve armağanlar sundu. Bunlardan bazıları şunlardı: Doğan ve şahin gibi birkaç av kuşu, altın işlemeli eğerlerle bir­ likte birkaç soylu Arap atı, iki renkli ve değerli vaşak kürkleri, yedi renkli sırmalı kumaşlar, nadir rastlanan (633) G ökler dünyasını kastediyor. (M.E.B.) (634) D ünyanın, denizlerin dışında k alan ve eskiden yerkü­ renin d ö rtte b iri o la ra k kab u l edilen k a r a p a rç a la n . (M .E.B.) (635) M erk ü r gezegeni. (M.E.B.) (536) B urada, verilen ziyafetin ve düzenlenen şenliğin öv­ g ü leri h ak k ın d a yazılm ış b irk aç sa y fa lık kısım , a ra p . ça y a çevrilm ediği ve orijinali de a ra p ç a n ü sh a y a alın ­ m ad ığ ı için, ta ra fım ız d a n d a tü rk çey e çevrilmedi. fcM-E.B.) tüylü frenk kumaşları... Bunlar Şah tarafından çok be­ ğenildi ve sevinçle karşılandı. Bu yüzden Şah, Emîr Şe­ refi yüce ilgisinin ve mübarek taltiflerinin kapsamı içine aldı; kendisini, kabzası cevherler ve incilerle işlenmiş bir kılıçla ve saf altınla işlenmiş sırmalı bir kaftanla tal­ tif etti; ayrıca kendisine «Emîr Şeref» yerine «Şeref Han» lakabını verdi. Bunlardan başka kendisine bütün askerlerin «Tcvacıbaşı»lığı(537, yüce değerli rütbesi ile Kürdistan beylerbeyliği görevini verdi ve bu konuda yü­ ce bir emirname çıkardı. Bu emirnamenin tam metnini buraya alıyoruz: Emirnamenin Sureti: «Yüce kadirli sultanların kudret derecelerine yük­ selip şereflenmenin ve mutlu talih sahibi hakanların seç­ tiği yükseklere yükselerek ulaşmanın asıl amacı ve bun­ dan istenen bütün matlup, 'ciddiyet ve çaba, ilkeler ve inançlar alanlarında emsallerine ve benzerlerine üstün gelen, ve geçmiş açık hizmetleriyle emsali ileri gelenler­ den ayrılarak, yüce Saray ve yüce saltanat kapıları uğ­ runda içten hizmet ve nadir rastlanılan yüksek fedakar­ lık bayraklarını kaldıran, ve varlıklarının paralarını, ku­ ramlarının servetlerini harcayan birtakım insanları ko­ rumak ve yetiştirmek olduğundan; «Ve bu sıralarda eyaletin mercii, hükümdarlığın amacı, yüksek kubbelerin sahibi, insafın mercii, şerefli beylerin temel direği, ulu hükümdarların seçkini, eyalet* beylik, mutluluk, dünya ve din yönünden kemale eren Şeref Han, bizim cömert ailemize iltica ettiği, bizim şef­ katli eteklerimize ve yüce ilgimize tam bir bağlılık ve güvenle sarıldığı, inatçılardan, muhaliflerden uzaklaştığr ve durumunu, (537) «Tevacı» sözcüğü M oğolca olup su lta n lık m uh afızla­ r ı k o m u ta m anlam ın a gelir. (M.A.A.) «ihtişam ve makam için gelmedik biz bu kapıya «Kötü olaylardan kaçarak buraya sığındık» beyitleriyle mırıldanıp dile getirdiği, ve adı geçen böyle­ ce yüce meclisimize girip onun güzellikleriyle ve cazibe­ leriyle şereflendiği için; «Şüphesiz bizim geniş olgunluğumuz ve yüce, son­ suz merhametimiz, kendisini güçlendirmek, takviye et­ mek vc «Her kim ki can derdinden, yada hapis korkusun­ dan «İltica ederse bu hanenin güvenliğine «Başımız dahi gitse bu uğurda «Ona eziyet ve kötülük yapılmasını reva görmeyiz biz» ünlü güzel söz gereğince, kendisiyle tam anlamıyla ilgi­ lenmek yönünde tecelli etti. «İşte bunun için biz, üzerine şahane gölgemizi yay­ dık ve kendisini bu gölgenin güvenliği içine aldık; ken­ disini «Han» rütbesiyle taltif ederek ona «Şeref Han» lakabım verdik; ve kendisini yüce Divanimizin «Tcvacı»sının önüne alarak böylece yüce kapımızın kadir ve şan sahibi hanları ve beyleri arasına aldık. Aynca ken­ disine bütün Kürdistan beylerinin kuvvetlerinin genel komutanlığı ve beylerbeyliği görevini verdik. Yine ken­ disine Bedlis, Ahlat, Muş, Xmûs (Hınus) eyaletini, şim­ diye kadar adı geçen Bey’in yönetimi altında bulunan ve bizim şahane vekillerimizin ve görevlilerimizin ülkelerin­ den sayılan bunlara bağlı öteki yerleri de verdik. Hüküm­ darlık işlerinde ve mali meselelerde alıp verme, düzen ve asayişi sağlama yetkilerini onun kahredici ellerine ver­ dik; ki, böylece, «insanlar iyiliğin kullarıdır» diyen ünlü sözün sırrı bu Bey’in kişiliğinde bir defa daha açığa çık­ mış olsun. Çünkü kendisi ancak bununla hizmette feda­ karlık yapacak, ilkelere sadık kalacak, bunlar uğrunda canını ve değerli varlıklarını feda edecek, hakkı nerede bulursa savunacak, şartlar ne olursa olsun devletin çı­ karının takipçisi olacak; böylece bu davranışlarıyla vila­ yetlerdeki yöneticilere, çevre ve kesimlerdeki vekillere örnek olacaktır; bunun sonucu olarak da kadri günden güne yükselip artacak ve şanı her an yükselecektir. «Kürdistan’daki ulu beylerin, vekillerin ve komu­ tanların, adı geçen Han'ı başlarındaki tek Beylerbeyi ola­ rak kabul etmeleri, her an kendisine itaat ve boyun eğme görevlerinde bulunmaları, devletin yüksek çıkarlarıyla ilgili, istediği zaman vereceği özel emirlerini büyük bir dikkatle uygulamaları gerekmektedir. Ayrıca görevlile­ rin, mülk sahiplerinin, güvenilir kimselerin ve genellikle o vilayette oturan halkın, bu yerlere .bağlı olan aşiret li­ derlerinin ve kabile reislerinin, adı geçeni o bölgede Hü­ kümdar tanımaları, emirlerine itaat etmeleri, öğütlerinin ve isabetli görüşlerinin çerçevesinden ayrılmamaları ve onun, zulmün vukuunu engellemek ve güçsüzün intika­ mım güçlüden almakta özetlenen görevini ve ödevini yapmasını kolaylaştırmaları, ve hepsinin birbirlerine kar­ şı insaf ve adalet yoluna uymaları gereklidir. «Bu belge yüksek değerli, sağlam, en şerefli ve en yüce imzayla süslenip onaylandığı için, ona güvenilmesi ve gereğince hareket edilmesi gerekir. «Yüce emirle -yüce Allah şanını yüceltsin, bekasını ebedileştirsin ve sürekli olarak emrine uyulmasını, sağ­ lam kalmasını sağlasın-, 939(1533) yılında Safer -sonu olsun hayır ve zafer- aymın yirmisinde yazılmıştır.» Şahlığın bu ilgilerinden ve Hüsrevce Tahmaspî, lütuflarının(538) yayılmasından sonra, Şeref Han, Extimar (Ahtirnar) Kalesi’nde bulunan saygıdeğer oğlu Emîr Şem(538) T ah m asp 'a m ensup olan lf.tuflar, T ahm asp’ça lü tu flar,. T ah m asp’m lü tu fla n . (M .E.B.) seddin’e haber göndererek kendisini Şahlığın üzengisinin, yanma getirtti ve Şahlık vekillerinin arasına kattı. Bun­ dan sonra Şahlık alayı Azerbaycan tarafına dönerek sal­ tanat merkezinde karar kıldı. Bu sırada, Özbek Ubeyd Han’ın Horasan’ı istila et­ tiği ve yaklaşık olarak bir yıldan beri Behram Mirza’yı Herat şehrinde kuşattığı, Behrartı Mirza’nın kuşatma al­ tında bulunan adamlarının sıkışık bir duruma düştük­ leri ve ham deri yiyecek kadar büyük bir sıkıntıya uğra­ dıkları yolunda haberler geldi. Bu haber Şah Tahmasp üzerinde kötü bir etki bıraktı. Bu yüzden hemen Emîr Şemseddin'e, ülkesine dönmesi için izin verdi ve Şeref Han’a bir emirname yazarak, Azerbaycan Eyaleti’nin muhafızlığını ve bütün durumlarda oranın işlerinin yö­ netimini kendisine verdi; ayrıca, Helnel Sultan Arabkirlu, Üveys Sultan Pazukî, Kaçar Ecel Sultan, Emîre Bey, Mahmudî, Tebriz Valisi Musa Sultan gibi bazı Kızılbaş komutanlarını da, durum gerektikçe kendisine yardımcı ve destek olmakla görevlendirdi. Şah Tahmasp bundan sonra, Ubeyd Han’la bizzat savaşmak üzere azminin diz­ ginini Horasan tarafına çevirdi. Bu satırların yazarı babasmdanCB9> şunu dinlemiş­ tir: Şah bana, Bedlis’e dönmem için izin verdiği zaman< şöyle dedi: «Babana söyle, hiç değilse ben Horasan'dan dinünceye kadar, OsmanlIlarla geçinme ve iyilik yolu­ nu izlesin. Çünkü Ulame, onun en amansız düşmanı ha­ line gelmiştir. Ulame, yeryüzünde benzeri bulunmayan bir fitneci ve düzenbazdır. Ben inanıyorum ki, Ulame, Osmanlılar’ı kendi hallerinde bırakmayacak; onları daima kendi keyfine ve ihtiraslarına göre tahrik edip kışkırta­ caktır. D (539) Babası, söz konusu Ş erefhan’m oğlu E m ir Şem seddln’.diı-. (M .E.B.) Nc var ki Şeref Han, Şah’m bu tavsiyesi uyarınca hareket etmedi; tersine, Fil Yakub Paşa ile Ulame’nin, Bediis i kuşatmaları sırasında yanlarında yer almış olan K ürt beylerini cezalandırmaya kalktı. Bu cümleden ola­ rak önce Xizanlı (Hizanlı) Mîr Davud’un ülkesine saldı­ rarak talan ve yağma etti ve kendisini üç gün üç gece Xizan Kalesi’ndc kuşattı; iki taraftan birkaç kişi öldü­ rülüp yaralandı. Kendisi bu işle uğraşırken, Ulame’nin Bedlis’i kuşatmaya gelmekte olduğu haberi çıkıp yayıl­ dı. Bunun üzerine Şeref Han kuşatmayı kaldırmak ve geldiği yere geri dönmek zorunda kaldı. Tabii bu durum, hain beylerin Şeref Han’dan duydukları nefretin şiddet­ lenmesine, onların kendisine daha da gücenmelerine ve kendisine karşı yeniden Ulame ile birlik olmalarına yolaçtı. Ayrıca, Mîr Budak Keysanî, Şeyh Emîr’in oğlu İbrahim Ağa Bılbasî, Muhammed Ağa Kelhokî’nin oğlu Kalender Ağa, Derviş Mahmud Keleçerî gibi, Rozkan aşiretinin bazı liderleri ve ileri gelenleri de, Şeref Han’ın tutum ve davranışlarından gücenmişlerdi ve bu yüzden onlar da Ulamc’ye gittiler. Böylece Ulame ile el altından onunla anlaşanlara ve müttefiklerine, Fil Yakub Paşa'yla birlik olup, mız­ raklar, tüfekler ve yaylarla silahlanmış süvari ve piyade­ lerden kurulan 10.000 kişilik bir orduyla Bedlis üzeri­ ne yürümeleri için fırsat verilmiş oldu. 940(1534) yılı­ nın sonbaharında ve Xizan yoluyla yapılan bu saldırı, önce Tatik Nahiyesi’ne yöneldi. Bu sırada Şeref Han’ın elindeki askerî kuvvet, 5.000 kişiden fazla değildi. Bu durumda kendisi Şah Tahmasp’m tavsiyesini hatırlaya­ rak Aladağ ve Eleşkird taraflarına yürümek istedi; ve Musa Sultan ile Tebriz'deki komutanlara haber gönde­ rerek, kendilerini, Ulame ve müttefikleriyle savaşmak • üzere Kızılbaş ordusuyla birlikte kendisine yardıma gel­ meye çağırdı. Fakat bu görüş Rozkan aşiretinin lider­ leri ve oradaki sözü geçenler tarafından beğenilmedi, özellikle, Şeref Han’ın vekili ve işlerinin yürütücüsü olan, aynı zamanda Rozkan adamlarının büyüğü ve ön­ deri bulunan Şeydi Ali Ağa Pertavî bu görüşe katılmadı ve Kızılbaş’lardan yardım istenmesine şiddetle karşı çı­ karak Şeref Han’ın huzurunda ve onun yüce divanında şöyle dedi: «Eğer Rozkanlılar Ulame ve avenesine karşı savaşmakta gevşek ve umursamaz davranırlarsa, ben o zaman Bedlis Vilayeti’ndeki Ermcni’leri ve Hıristiyan’ları toplayıp bunlarla saldırganlara karşı savaşarım.» Ne var ki bu, işlerin yönetimindeki cehaletin ve ah­ maklığın son kertesiydi. Kum falı ve yıldız bilimlerini bilen Şeref Han'ın, bu bilim gereğince onlara, «bizim talihimiz bu sefer Ulame’nin talihinin tersine alçalmakta ve düşmektedir; onunki ise yükseklerdedir; bu nedenle, kendisiyle bn sırada savaşmamız doğru olmaz» demesine rağmen; çok konuşkan olan bir Kürt kitlesinin baskısı altında, askerleri az olduğu halde, sayısı kabarık olan Ulame’nin büyük ordusuna karşı savaşma ve vuruşma toz-dumanına dalmak zorunda kaldı. Ve düşmanım, Bedlis’e bağlı Tatik’te karşılamak için harekete geçti. Çarpışmalar Tatik Kalesi’nin güneyinde başladı. Ulame, dağı ordusunun arkasına almıştı ve önünde de da­ rı ekili bir tarla vardı. Ulame bu tarlayı geceden sulamış ve tarla büyük bir çamur deryasına dönmüştü. Ulame ayrıca ordusunu usta bir şekilde düzenlemiş; ortada ye­ niçerilerden ve atıcılardan birkaç saf durdurmuş ve iki kanadı güzel bir şekilde düzenlemişti. Oysa Şeref Han’ın ordusu, özellikle düşman askerlerinin çokluğunu takdir etmeyen mağrur Rozkan'lılar, düşmanın stratejik yön­ den avantajlı durumunu dikkate almadılar ve derhal sa­ vaş ateşini alevlendirmeye başladılar; bunun doğuracağı kötü sonuçlara aldırmadılar. Böylece her iki taraftan, cesur kahramanlar ve gayretli gençler yırtıcı aslanlar ve parçalayıcı kaplanlar gibi savaş alanına atıldılar; savaş gürültüsünün sesini yedinci göğe kadar çıkardılar. Şair demiştir ki: a İki yönden Kürt kahramanları «Daldüar savaş alanına kollarını kıpırdatarak «Atlarının tırnaklarından yanan bir aleve döndü alan «Ve bir kan havuzuna çevirdiler o meydanı «O serkeş aslanların kılıç ve kalkanları «Güneş’in üstüne hilalin geldiğini canlandırdı «Ejderha ağızlarını andıran yaylarından çıkan oklar «Yeryüzünü kararsız kıldı ve serseme çevirdi gök­ yüzünü «Tüfeklerinden çıkan dumanlarla, hava, «içinde kılıçların parıldadığı bir kara buluta döndü «Vc yağmağa başladı o dumandan oluşan buluttan «Tüfek mermileri her tarafa, tıpkı çiğ taneleri gibi.» Bu şiddetli savaş ve acı vuruşma sırasında, Şeytan, Şeref Han’ın sağ kanat komutanı olan Emîre Bey Mahmudî’ye, Şeref Han’a ihanet edip kendisini bu şiddetli çarpışmada yalnız bırakıp, alçaklık ve utanç yoluna sap­ mayı ve sebat, vefakarlık faziletine aldırış etmemeyi tel­ kin etti; böylece kendisi Ulame’nin ordusuna katıldı. Ni­ tekim şöyle denilmiştir: «Zamane çocuklarında vefa gözünü arama gönül «Mertlik yoktur çünkü bu yoldaşların yaradılışın­ da!» Bu sırada bir tüfek mermisi Şeref Han’ın sol omu­ zuna isabet ederek sırtından çıktı ve atının dizginleri elinden düştü; at kendisini, iradesi dışında sırtında taşı­ maya başladı. Ordu bu durumu görünce darmadağın ol­ du ve çoğu kurtuluşu kaçmakta buldu. O gün, Rozkan gençlerinin kahramanlarından 700 kişiden fazla öldürül­ dü. Bunların 500'ü Rozkan beylerinin ve ileri gelenle­ rinin çocuklarıydı; bunlar Vekil Şeydi Ali Ağa ile birlik­ te öldürüldüler. Şeydi Ağa’nm oğlu Şeker Bey ise c^iğer bazılarıyla birlikte düşman tarafından esir alındı. Fakat Ulame, bu olaydan sonra Bedlis Vilayeti’ne girmedi; Van ve Westan (Vestan) tarafına yürüyüşüne devam etti. Küçük büyük, bütün halk ise bu olayın korkunçlu­ ğundan çok üzüldü ve Şeydi Ali Ağa’ya beddua etti. Bu­ nun içindir ki, bu beddua soyuna isabet etti ve kendisin­ den sonra soyu kesildi; çocuklarından, adamlarından ve amca oğullarından kimse kalmadı. Ünlü merhum Şeref Han’ın ömrü, bu olayın vukuu sırasında 40’ı geçmiş ve 50’ye yaklaşmıştı; hükümdarlı­ ğının süresi ise 30 yıldan fazla sürmüştü. Sasonlu AU Bey'in kızından doğan Emîr Şemseddin’dcn başka çocu­ ğu yoktu. Şeref Han, bu oğlunu Hazzolu Muhammed Bey’in kızıyla cvlendirmişti. O sırada yedi gün yedi gece süren büyük bir düğün yapılmıştı. Bu düğün sırasında, nikah kıyılması için şeriat meclisinin toplandığı Gök Meydan’da tavla ve benzeri eğlence ve tenbellik aletlerinin rağ­ bet görmesi ve yayılması gibi dince istenmeyen ve ya­ saklanan eğlencelere müsamaha gösterilmemesi konu­ sunda, ahlak kurallarına ve mübarek şeriatın öğretileri­ ne de uyulmuştu. Düğünlerde Peygamberin emirleri ve Mustafaî kanunlar(540) gereğince, gelin ve güvey Gök Meydan’a gelirler. Düğün sonunda, ne kadar güzel ve tatlı yiyecek ve içecek varsa hepsinin toplandığı büyük bir ziyafet veril­ di. Bu ziyafete katılanlann başında, her yönden gelmiş ve renk renk işlemeli çadırlara, obalara dağılıp sevinç (540) M u stafa’y a m ensup k anunlar, M u stafa’n ın kanunları, P eygam ber M uham m et E.B.) M u s ta fa 'n ın k a n u n la rı. (M. ve eğlencenin her çeşidinin zevkine ermiş bulunan bir­ çok Kürdistan beyleri ve adamları vardı. O şuradaki bü­ yük misafirlerin önde gelenleri Hakkarili Seyyid Mu­ hammed, Boxtanlı (Bohtanlı) Şah Ali Bey, Melik Halil Eyyubî, Palolu Haşan Bey vardı. Kürdistan gençleri o çağda hep değnek oyununa, top oynamaya , ve güç de­ neme taşı atmaya tutkun bulunuyorlardı. Hizmetçiler dolaşıp topluluğun başına altın ve gümüş paralar serpi­ yorlardı. Meclis dağılıp da bir benzeri görülmemiş bu düğün sona erince Şeref Han, Kürdistan büyüklerinden ve bey­ lerinden olan misafirlerine büyük hediyeler ve armağan­ lar sundu; üzerlerine yüce hil’atler giydirdi; sonra da dönmeleri için kendilerine izin verdi. Şeref Han, kendisine kötülük yapmış, yada daha önce babalarına ve atalarına ihanet etmiş olanların hep­ sinden kendi intikamını ve ailesinin intikamını uygun şekilde almıştı. Hatırına ne gelmişse, mutlaka onu ger­ çekleştirmeye girişmişti. Örneğin, Şah İsmail, takdir-i ilahi gereğince Çolak Halid’i Kürdistan Beylerbeyi ola­ rak tayin ettiği günden itibaren, Pazukî aşireti de Ohkan Nahiyesi’ne elkoymuştu. Halid Bey,, o nahiyeyi Xınûs (Hmus) bölgesine katmış ve kardeşi Rüstem Bey'e ver­ mişti. Ohkan’da yaz kış oturup orayı yöneten Rüstem Bey, oradan Rozkan aşiretine saldırılar düzenleyerek büyük zararlar verdiriyordu. Nihayet bu durum Şeref Han’ın canmı sıktı ve bun­ lara bir ders vermeye karar verdi. 922(1517) ydında, Muş tarafında çok şiddetlenen, serkeş rüzgarların esip korkunç denizlerin dalgalan gibi birbirlerini dövdükleri, ve bu yüzden bir kuşun dahi uçamayacağı ve yürüyenin yürüyemcyeceği kışm ortasında, o soğuk ve karanlık ha­ vada, Şeref Han, kahraman Rozkan gençlerinden 1.500 kişi topladı ve ayaklarına özel ayakkabılar *5413 giydirerek, onlarla birlikte hızla Rüstem Bey’in üzerine yürüdü. Ve Rüstem Bey’le şiddetli bir çarpışmaya tutuşarak kendisi­ ni iki oğluyla ve, küçük büyük, kadın erkek farkı gözet­ meksizin arasına kesici kılıcı saldığı Pazukî aşiretinin adamlarından 400 kişiyle birlikte öldürdü. Onların bir topluluğu da kaçıp Ohkan Kalesi yakınlarında bulunan bir mağaraya sığınınca hepsini ateşe verip son neferine kadar yaktı. Bu korkunç olaya tanık olan büyük adam­ lardan birinden duyduğuma göre, bu olayda, başına bir post sarıp bu sayede o vartadan sağ salim çıkan bir yaş­ lıdan başka kurtulan olmamıştır. Böylece Şeref Han, o suçluları kesin bir şekilde cezalandırdı ve esir aldığı ka­ dın ve çocuklarla birlikte aldığı ganimetleri de yanma alarak sağ salim döndü. 939 (1533) yılında da Şeref Han, Van Gölü’nün ke­ narında, Van ile Erciş arasında bulunan Extimar (Ahtimar) Kalesi’ni istila etmeye gitti. Bu kale eski zamandan beri Rozkan aşiretinin egemenliği altında bulunuyordu. Fakat son zamanlarda Şenbû hükümdarlarının *5423 yöne­ timi ve gaspı altına girmişti. Şeref Han birkaç gemiye asker ve cephane doldurarak bunlarla kaleye saldırdı ve çarpışarak orayı da ele geçirdi. Bu kalenin o zamanki yöneticisi olan Hakkarili Melek Bey'in oğlu Rüstem Bey adındaki kişi de bu çarpışmada bir tüfek kurşunuyla öl­ dürüldü. Şeref Han daha sonra, Boxtanlılar (Bohtanlılar)ın istila etmiş oldukları Siirt bölgesini onlardan alarak, eski Hükümdarı olan Hasankeyfli Melik Halil’e verdi. Nite­ kim daha önce anlatılan olaylarda da bu, detaylı olarak (541) K ürtçede «Lekan» diye ad landırılan bu ay a k k ab ılar, geniş ve çem ber biçim inde olup özel o la ra k y apılır; k a r üzerinde y ü rü m ek te giyilerek giyenin a y a k la rın ın k a r a b atm am asın ı sağ lar. (M.E.B.) (542) H a k k a ri hükü m d arları. (M.E.B.) geçti. Şeref Han ayrıca, Melik Halil’den Garzan Nahiyesi’ni alıp Sasonlu Muhammed Bey’e verdi. Bundan başka Şeref Han, Şeyh Emir Bılbasî'yi, Hakkarili Izzeddin Şer (Şir)in yardımına ve onu, Kızıl­ baş’ların kendisine karşı desteklediği Mahmudîyan aşire­ tinin şerrinden kurtarmaya gönderdi. Ayrıca, Kızılbaş örkmez Sultan’m Van Kalesi’ne hapsetmiş olduğu ivaz Bey Mahmudî meselesine müdahale etti ve daha önce anlatıldığı gibi kendisini kahir kuvvet kullanarak serbest bıraktı. Şeref Han’ın birçok hayırlı ve yararlı eserlerinden bazıları, Bedlis şehrindeki bir mübarek cami, bir yüksek medrese ve güzel bir zaviye; bunların tümüne «Şerefiye» adı verilmiştir. Ayrıca bir kayseriye(543) ile iki katlı bü­ yük bir han yaptırmış ve bütün bunlara güzel köyler, bü­ yük tarlalar, birçok dükkanlar, büyük gelir getiren işlek bir değirmen vakfetmiştir; sonra da bu vakıfların ve tar­ laların bakım ve yönetim işlerinin, soyları tükeninceye kadar kuşaktan kuşağa devretmeleri esası üzerine erkek çocuklarınca yürütülmesini şart koşmuştur. Şeref Han daha sonra, «Şerefiye» diye adlandırılan Büyük Cami yanında kendine bir türbe yeri ayırdı; ve buraya gömüldü. Sasonlu Ali Bey’in kızı olan karısı Şahbeygi Hatun, üzerine büyük bir kubbe yaptırdı ve yapı­ mım tamamladı. Ayrıca, sabah akşam Kur’an okumaları için, özel vakıflardan maaş alan Kur‘an-ı kerim hafızla­ rı tayin edildi. DÖRDÜNCÜ YÖN Emir Şemseddin bin Şeref Han'ın Duruma Hakkındadır Basiret ve akıl sahiplerince de açıkça bilindiği, iki göze sahip olanlarca da güneş misali açık olduğu gibi, (543) B ir y apı tip i olsa gerek. (M.E.B.) yüce şanlı ve dilediğini yapan Kaadir Allah, kullarından birinin şanını yüceltmek, kadrini yükseltmek, sonra da başına devlet ve hükümdarlık tacını koymak istediği za­ man; o kuluna, henüz ayakları bu dünyaya bastığı gün­ den itibaren başarı alametleri ve mutluluk, sevinç müjde­ leri bağışlar; ve o kuluna, büyüklük ve güzellik, ikbal ve kavrayış, taltif ve intikam, yumuşaklık ve sertlik, sevgi ve kin, hızlılık ve temkin sıfatlarını içermeye yetenekli olması, ve «Adem’in çamuru 40 sabah yoğruldu» diyen aydınlatıcı mübarek sözün doğruluğunu ispat etmesi için, bütün manevi terbiye durum larmdan geçirir. Ayrı­ ca yüce Allah’ın, «biz seni sadece alemlere rahmet ola­ rak gönderdik» sözünün ifade ettiği büyüklük, «senin elinde bir şey yoktur» sözünün ifade ettiği acizlik ve güç­ süzlüğü karşısında bulur(544). Zamanın dönüşlerini ve acayip değişiklikleri anla­ tan bu sözlerin ve makalelerin doğruluğunu gösteren açık delil ve parlak durum, Şemseddin Han’ın durumudur. Şemseddin Han başlangıçta, nasıl babasımn yerine Bedlis Hükümeti’nin tahtına oturmayı başardı; sonra da, Gazi Sultan’ın(545) kendisine şefkat göstermemesi, ve yakasım bırakmayan feleğin tersliği ile kötü talih sonucunda, na­ sıl vatandan ayrılmak zorunda kaldı? İşte sana bu özetin ayrıntısı! Şeref Han, Tatik tarafından şehitlik kasesini iç­ mek zevkine erdiği zaman, Rozkan aşireti derhal Şemseddin'i Extimar (Ahtimar) Kalesi’nden getirterek, Bedlis’te başlarına hükümdar tayin ettiler; kendisine içten­ likle boyun eğip itaat ettiler; karara bağlayıp çözümle­ mek, tutmak ve bırakmak gibi yönetim ve düzen işlerini de Muhammed Ağa Kelhokî’nin oğlu Hacı Şerefe verdi(544) T ırn ak la r içindeki sözler iki ay e tte n alınm ış p a rç a la r­ d ır; ikisinde de h ita p H a z re ti M uham m ed’edir. (M. E .B .) (545) Karnini S u ltan Süleym an. (M.EJB.) ler. Bunun üzerinden bir yd altı ay geçtikten ve Şemseddin büyük bir yeterlilik ve adaletle ülkeyi yönettikten sonra, Sultan Süleyman Han, 941(1535) yılının sonla­ rında, Ulame’nin kışkırtmasıyla, Vezir-i Azam İbrahim Paşa’yı büyük bir ordunun komutanlığına tayin ederek, Azerbaycan’a yürümekle görevlendirdi. Bu büyük Os­ manlI ordusu Diyarbekir açıklarına varınca, Şemseddin Bey yanma hediye ve armağanlar alarak adı geçen Paşa'yı görmeye gitti. İbrahim Paşa kendisini ilgi ve sev­ giyle karşılayarak, Bedlis Hükümdarüğı’mn kendisine verilmesi konusunda Sultan’ın adına bir Sultanlık emir­ namesi çıkardı ve kendisini de muzaffer orduyla birlik­ te yanma alarak Tebriz’e götürdü. Bu saldırının haberi Şah Tahmasp’m kulaklarına gi­ dince, Horasan işini tamamlamaktan vazgeçerek hızla Azerbaycan tarafına döndü. Tebriz’de, Şah Tahmasp’m Horasan'dan dönmekte olduğu haberi yayılınca, Vezir İbrahim Paşa gizlice büyük bir hız ve aceleyle, İstan­ bul’a, Sultan’ın eşiklerine, kuş gibi uçarcasına hızlı giden bir elçi göndererek, Şah Tahmsap’ın Azerbaycan’a yü­ rümekte olduğunu Padişah’a bildirdi; ve yüce Sultanlık alayının, yüce ve ulu otağıyla birlikte Acem ülkesine gel­ mesini diledi. Bunun üzerine Padişah, bu büyük seferin hazırlıklarına girişti, ve haddi hesabı olmayan, tam teç­ hizattı büyük bir ordu toplayarak, saltanat merkezi olan ve daima korunan Konstantiniye’den(546) ayrılıp Tebriz'e hareket etti. İki Sultanın, yani İran ve Osmanlı sultanlarının ka­ fileleri aynı ay içinde Azerbaycan’a vardı. Gazi Sultan, Osmanlılar’m irsi usul ve gelenekleri gereğince, büyük küçük herkesin kulağına gitmesi ve etkisini göstermesi için, topluluğa savaş ve vuruşma neden ve etkenlerim ilan etmeye başladı. Sonra da, zamanın tecrübe sahibi kıldığı ve tozuna dumanına dalmış oldukları birçok sava­ şın meleke ve tecrübeli bir duruma getirdiği büyük ko­ mutanların fikri ve danışmalarına göre hareket etti; on­ ları, bu sıfatlarıyla ve kesici kılıçlarının gücüyle, ilk ham­ lede çarpışmayı kazanmaya ve düşmanı yoketmeye mu­ vaffak olmaları için, saldırıya geçmeye hazır olan ordu­ sunun ön saflarına getirdi. Sonra da ordunun merkez ve iki kanadım, eğitilmiş askerlerin ve sert savaşçıların saf­ larıyla takviye etti; böylece bunları hem güç, hem de di­ renme yeteneği bakımından İskender şeddi haline ge­ tirdi. Ve bu tertip üzerine Irak Vilayeti’ne yöneldi. Şah da düşmanını karşılamak için Sultaniye şehrine kadar gelmişti. Ne var ki, o zaman Kızılbaş ordusuna egemen olan şiddetli anlaşmazlık yüzünden, Şah’ın elinde o sırada 8.000 süvariden fazla bir kuvvet yoktu. Bu du­ rum, Şah Tahmasp’ı sebatsızlığa ve Sultan Süleyman'ın büyük ordusuna karşı koymama kararını almaya şevket­ ti; bu yüzden Şah da Dergüzin ve Hemedan tarafına gitti. O sırada Güneş «Terazi »den(W7) 16 derece dönmüş­ tü ve Irak ülkesine büyük miktarda kar yağmaya başla­ dı; karlar, muzaffer Osmanlı askerlerinin yüzlerine yol­ ları kapadı. Ayrıca şiddetli soğuktan, fazla yağmurdan, cephane ve yiyecek azlığından, Rurp*,48) adamlarından büyük bir sayı ile, atları, develeri ve Osmanlı ordusun­ daki katır, eşek gibi nakliye hayvanlarının büyük bir kıs­ mı öldü. Kıskançlar tarafmdan nazar değmesi sonucun­ da İslam ordusunun başına gelen bu beklenmedik musi­ bet üzerine, Padişah, Ulame’nin birçok ağırlık ve cepha­ neyle vc bir yeniçeri birliğiyle beraber Tebriz’de kalma­ sını tercih etti; kendisi de uğur ve ikballe Barış Diyarı Bağdad’a doğru harekete geçti. Sultan Süleyman’ın Bağdad’a doğra gelmekte olduğu haberi yayılır yayılmaz, (547) T erazi B urcunu kastediyor. (M.E.B.) (548) 135 No. ü n o ta bakınız. Şah tarafından tayin edilmiş olan Muhammed Han Şerefeddin Tekelu adındaki Bağdad Valisi, cılızlaşıp karınca gibi zayıfladı; ve derhal çocuklarını, ailesini bir gemiye bindirerek onlarla birlikte Şester ve Dezfol tarafına kaç­ tı. Böylece Padişah'ın kafilesi Bağdad’a girdi vc Bağdad’ın fethi, mücadelesiz, vuruşmasız olarak tamamlan­ dı. Padişah kışı orada geçirdi. ö te yandan, Emîr Şemseddin Bey, bu seferde, her konuş ve her göçüşte Padişah’la birlikteydi. Sonra Pa­ dişah kendisine, ülkesine dönmesi için izin verdi, o da Bedlis’e döndü. Padişah’ın, yüce maiyetiyle birlikte Altınköprü yo­ luyla Azerbaycan’a hareket ettiği ve ordusunun yükleri, karargahının çadırları Ahlat açıklarına konduğu ilkba­ harın başlarında, büyük vezirler, habis Ulame’nin kışkırt­ masıyla Şemseddin Bey'i Sultan’ın Divanına getirttiler ve kendisine şunu söylediler: «Ulu Sultan, sana Malatya ve Maraş vilayetlerini mülkiyet yoluyla vermek karşılığın­ da senden Bedlis Vilayeti’ni istemektedir.» Şemseddin Bey hemen şu cevabı verdi: «Benim başım, mallarım, mülklerim bütünüyle Ulu Sultan’m tasarrufu altındadır.» Fakat, Baykan kabilesinden olup Rozkan ileri ge­ lenlerinin önde gelenlerinden ve temel direklerinden biri olan vc Divanda hazır bulunan Mahmud İmadan adın­ daki kişi, Şemseddin Bey’e dönerek kürtçe olarak ken­ disine şöyle dedi: «Bizim irsi vilayetimiz vc meşru, tari­ hi imtiyazlarımız elimizden alındıktan sonra, biz Rozkanlılar için hayatın ne değeri kalır? Eğer sen, Vezir-i Azam İbrahim Paşa’yı öldürmeme izin verirsen ve bunun için bana en ufak bir işarette bulunursan, ben kendisini he­ men şimdi hançerle parça parça ederim. Şu anda, Roz­ kan kahramanlarından Divan’da mevcut bulunan 150 ki­ şi senin emrinin altındadır ve kanlarını, canlarını sana feda etmeye hazırdırlar. Bizleri bütün çağlar boyunca ha­ tırlara getirecek ölmez adlarımızdan ve güzel davranış­ larımızdan başka hiçbirimizin bir izi kalmasın!» Şemseddin Bey ise buna şu cevabı verdi: «Bu, Pa­ dişahın bize olan ilgisinin azlığından, ve Vezir’in bize güvenmemesinden değil; hepsi düzenbaz ve habis Ulame’nin kışkırtmasmdandır.» Şairin dediği gibi: «Düşmanın yükselip ikbale ermesi beladır. «Yoksa dağı d e lm e k ^ 3, aslında büyük erkeklik de­ ğildir. » Bu sırada, Amed oğlanlarının başı bulunan ve o zaman kendisine Adilcevaz Sancağının yönetimi veril­ miş olan Bekir Bey Rozbahanî, bu Rozkanlının ne yap­ mak istediğini anlayınca, kürtçe olarak Şemseddin Bey'e şöyle dedi: «Sakın sakın Kürt cahillerinin sözlerine ku­ lak asıp onlara göre hareket etmeyesin. Bedlis Vilayeti eğer senin elinden birkaç gün çıkarsa sen sağ salim ve güvenlik içinde kaldıkça bunun bir zararı olmaz; çünkü Bedlis, hiç şüphesiz sana geri verilecektir.» Öte yandan, Şemseddin Bey’in yumuşak sözleri harfi harfine Padişah’ın kulaklarına gidince, şefkat gös­ tererek kendisini yüce bir hil’atle, saf altından yapılmış eğeri, gemi, zincirleri ve topuzuyla birlikte bir atla ve Malatya Vilayeti’nin kendisine verildiğini belirten bir emirnameyle taltif etti. Ayrıca, Bedlis Eyaleti’nin de Ulame’ye verilmesi konusunda bir berat çıktı. Bunun üze­ rine Şemseddin Bey, Bedlis Kalesi'ni kendi adamlarından ve mallarından boşaltmaya ve buraları Padişah’ın adam­ larına teslim etmeye başladı. Ayrıca Rozkan ileri gelen­ lerinden 15 kişi kadar, Malatya’yı zapt ve teslim almaya gönderdi. Padişah’ın kafilesi o yörelerden göç ettikten (549) U nlü aşık F e rh a d ’m sevgilisi Ş irln’e k av u şm ak İçin d ağ ı delişlnl kastediyor. (M.E.B.) sonra, Şemseddin Bey de çocukları ve ailesiyle birlikte Sason yoluyla Malatya’ya hareket etti. O sırada Sason Hükümdarı Azizanlı Süleyman B ey­ di. Kendisi Şemseddin Bey’i ilgi ve sevgiyle karşıladı ve kendisine Malatya'ya gitmemeyi tavsiye etti; hatta ihtar ederek şöyle dedi: «Köklü ve eski ailenizde, bu büyük mirası üzerine alacak senden başka kimse kalmadı. Rum(550) topluluğuna ise hiç güvenilmez. Herhangi bir şekilde seni ortadan kaldırmaya muvaffak oldukları tak­ dirde, Bedlis hükümdarları aUesinin zinciri, maazallah kesilmiş olur.» Bu sözler Şemseddin Bey’i etkiledi ve kendisini en­ dişe, korku kapladı; bu yüzden de Malatya’ya doğru yü­ rüyüşüne devam etmekte tereddüt etti. O sırada Şah Tahmasp da gelip Erciş’te durmuş ve Abdullah Han’ı, Bedir Han Ustaclu’yu ve Menteşe Sultan’ı Ahlat ve Muş taraflarına saldırmak ve buraları yağma ve talan .etmek­ le görevlendirmişti. Bunun üzerine Şamseddin Bey, Kızıl­ baş'lar tarafından Rozkari aşiret ve kabilelerine bir ta­ kım zararların verilmesinden korktu. Bunun için de Ma­ latya’ya gitmekten vazgeçti ve yolculuğunun dizginlerini Kızılbaş’ların tarafına çevirerek, hizmetçileri, maiyeti ve öteki adamlarıyla birlikte, itaatini sunmak üzere Tebriz’­ in yolunu tuttu. Rozkan ileri gelenlerinden altı kişi ken­ disine uymaya ve yanında yolculuk etmeye muvaffak oldular. Bu durum karşısında Ulame evhama kapıldı; kendi­ sini korku ve endişe sardı ve bu yüzden Bedlis’i boş bı­ rakarak, Padişah’m kafilesinin arkasından yürümeye de­ vam ederek Diyarbekir’e gitti. Bedlis Kalesi böylece bir süre muhafızsız ve sahip­ siz kalınca, sonunda Osmanlılar Amurk, Xwet (Huvit), Poğnad ve Kerene nahiyelerini Bedlis eyaletinden ayı­ (550) 135 N o.’lı n o ta bakınız. rarak bir sancak haline getirdiler ve yönetimini de Ulame'nin teklifi üzerine, Şeyh Emîr Bılbasî’nin oğlu İbra­ him Bey’e verdiler. İbrahim Bey de gidip Amurk, Kelhok ve Poğnad kalelerini ele geçirdi; beklendiği gibi, Ka­ lender Ağa’nın hatırım da saymadı. Kalender Ağa ise, yanlarında Rozkan’lılardan 400 kişi bulunan Dede Bey Qewalisî (Kavalisi) ile Mîr Muhammed Nasıraddin’le it­ tifak ederek, Bedlis Livasının beyine karşı başkaldırdılar; sonra da vatandan ayrılıp Azerbaycan tarafına gitmeyi tercih ettiler. Bu liderlerin gelmesinden sonra Şaİı Tahmasp Şem­ seddin Bey’le ilgilenmeye, kendisini ve maiyetindekileri son derece iyi ağırlamaya başladı. Ayrıca kendisini «Han» lakabıyla taltif etti ve Şemseddin Bey o tarihten sonra «Şemseddin Han» diye anılmaya başladı. Şah kendisini büyük komutanların arasına kattı ve ona Serab bölge­ siyle diğer bazı yerleri verdi. Daha sonra şartlara göre kendisine başka yerler vermeye başladı; bazen Merağa ve dolaylarını, bazen Demavend ve Darülmerz’i, bazen de Irak'taki Kerherud, Cehrud ve Ferahan’ı verirdi. Fakat Şemseddin Han çoğunlukla, yaz kış Şah’ın ya­ nında. bulunurdu. Rozkan ileri gelenlerinden 150 kişi­ yi, Şah’ın büyük muhafızları ve saygıdeğer yaver subay­ lar arasına katmıştı; Şeyh Emîr Bılbasî ile Dede Bey Qewalisî (Kavalisi) bunlardandı; bunların ikisi «geri yüzbaşı» rütbesine yükseltilmişlerdi. ö te yandan, Dede Bey, Mîr Muhammed ve Kalen­ der Ağa, daha önce de geçtiği gibi yurttan ayrılınca, Diyarbekir Beylerbeyi Hüsrev Paşa’nın gönlünü, İbrahim Bey’den yana endişe ve korku sardı. Bu nedenle, Diyarbekir’e gitmesi için kendisini çağıracak birisini yanma gönderdi. Fakat İbrahim Bey Hüsrev Paşa’dan korku duyarak, Diyarbekir'e gitmenin sonucundan endişe etti. Bu yüzden de bir yandan kaleleri sağlamlaştırıp güçlen- dirmeyc, bir yandan da emre uymakta gevşeklik ve ge­ cikme göstermeye başladı. Bu durum yüce eşiklere arzedilince, bütün Kürdistan beylerine, birlikte İbrahim Bey’­ in üzerine yürüyüp kendisini yakalamaları için emir ve­ rildi. Beyler de yüce emre uydular; uygulamak için ha­ rekete geçtiler; ve İbrahim Bey’i Kelhok Kalesi’nde ku­ şattılar. Kuşatma altındakilerin durumu ağırlaştı. So­ nunda İbrahim Bey barış istemek ve özür dilemek zorun­ da kaldı; kardeşi Kasım Ağa’yı, affedilmesini istemek üzere Hüsrev Paşa’ya gönderdi. Paşa ise, akendisinin şahsen gelmesi şartıyla suçları affedilecek» diye cevap verdi. Fakat İbrahim Bey, Paşa’nm yanına gitmeye eği­ limli değildi, öteki kardeşi Şeyh Emîr'i, kendisini kuşat­ makta olan beylere göndererek onlara kendisinin karde­ şi Şeyh Emîr’i, beylerin kale üzerindeki kuşatmayı bir­ kaç gün kaldırmaları için mehil istemek üzere Paşa’ya göndereceğini, böylece kendisinin özür ve af dilemek üze­ re bizzat Paşa’nın yanma gitmek imkanını bulabileceğini bildirdi. Beyler bu haberleri ve teklifi Paşa’ya arzedincc de, Paşa yalnız bunları kabul etmemekle ve bunlara razı olmamakla kalmadı aynı zamanda İbrahim Bey’in kardeşi Kasım Bey’e ağır bir ceza verdi ve kendisini der­ hal öldürdü; ayrıca öteki kardeşi Şeyh Emîr'in de hemen öldürülmesi ve İbrahim Bey üzerindeki kuşatma çembe­ rinin daraltılması için de emir verdi. Fakat Şeyh Emîr, işin içyüzünü bazı tanıdık ve dostlarından öğrendi ve akşam namazı için abdest almak fırsatından yararlana­ rak beylerin yanından çıktı; hızlı yürüyerek otların ve ormanların arasına girdi; ormanlar arasından gizlene gizlene ilerleyerek Hakkari aşiretinin yanma vardı ve oradan Kızılbaş’ların tarafına kaçtı. İbrahim Bey’in kulaklarına, kardeşi Kasım A ğa­ nın öldürüldüğü ve kardeşi Şeyh Emîr’in de Kızılbaş’la- nn tarafına kaçtığı haberi gelince, gönlü karar kılmadı ve kendini Amurk Kalcsi’nden attı; orada da kalmayarak Kızılbaş'ların tarafına göçetmek zorunda kaldı. Bunun üzerine, kalede kuşatılmış olanlar, barış istemek ve aman dilemek zorunda kaldılar. Hazzo Hükümdarı Bahaddin Bey’in çabalan sayesinde beyler bu isteği yerine getir­ diler ve kuşatma altındakileri, kendilerine hiçbir eziyet vermeden kaleden çıkardılar; sonra da her üç kaleyi de yıkıp tahrip ettiler. ö te yandan, İbrahim Bey Tebriz’de ne Şah Tah­ masp tarafından, ne de Şemseddin Han’dan hiçbir ilgi görmedi ve hatırı sayılmadı. Bu yüzden iki yıl sonra Os­ manlI ülkesine dönmek, vc lam boyun eğmek alameti olarak kefenini ve kılıcını boynuna asarak Gazi Sultan Süleyman’ın eşiklerine gitmek zorunda kaldı. Bu durum karşısında Sultan kendisini affının kapsamı içine aldı ve suçlarını örterek, kalan ömrünü geçirmesi için kendisi­ ne Rumeli sancaklarından birini verdi. Orada kalan İb­ rahim Bey, sonunda köleleri tarafından orada öldürüldü. Şeyh Emîr ise başlangıçta Şah’ın büyük ilgisini ka­ zandı; o kadar ki saraydaki Kürt muhafızların reisliği görevine atandı. Fakat afyon çekme ve bol miktarda al­ ma düşkünü olduğu için, sonradan hem Şah’ın, hem de diğer hizmetçilerin, devlet erkanının ve öteki insanların gözlerinden düştü. 965 (1558) yılında ölünceye kadar da bu durumda kaldı, öldüğü zaman Şirvan'da bu satırların yazarının katip vekili bulunuyordu. Dede Bey ise Tahran Korucuları Geri Yüzbaşısı gö­ revinden azledilerek, Rozkaniı koruculardan 40 kişi ile birlikte, babamın(ÎS1) ve oğlunun vekilliğine tayin edildi; 965(1558) yılında da Gürcistan’da şehit oldu. ö te yandan Şemseddin Han, Saraydan nihai olarak ayrıldı ve bu görevden nefret etmeye başladı. Kendisinin (551) Şem seddin H a n ’ın. (M.E.B.) ve maiyetindekilerin geçimine tahsis edilen Isfahan Şehri gelirlerinden, 200.000 Osmanlı akçası değerinde olan 100 tumanlık gelirle yetinerek yalnızlığı ve inzivaya çekilmeyi tercih etti. Ayrıca kendisinden vergi veya rüsum alın­ maması ve o şehirde ikamet etmesi konusunda kendisine bir «Tarhanî» (?) berat verdiler. Bunun üzerinden 10 yıl geçtikten sonra, Şah İsmail, Kahkaha Kalesi’nden çıkıp Kazvin’de saltanat tahtına geçince, saygıdeğer ba­ bamı Kazvin’e getirecek birini gönderdi. Fakat yaşı ilerlemiş olduğu ve o sırada 67 yaşına ulaştığı, bu ömrün çoğunu gam, keder, elem ve umut arasında geçirdiği, ayrıca keyif verici ve uyuşturucu bi­ leşimler de kullandığı için, akli dengesi bozulmuştu ve bu haliyle sultanların sohbetine, hakanların meclislerine layık değildi. Ayrıca insanlardan ve onlara karışmaktan o kadar nefret eder duruma gelmişti ki, yalnızlık onun ikinci karakteri haline gelmişti. «Kendilerini senin için yalnızlığa verenler, başka­ larını anmayarak susarlar «Sen hatırda olunca, başkaları unutulur gider.» Evet, bu uzun süre içinde erkek ve kız çocukların­ dan ve bütün Rozkan aşiretinden ayrı düşmesi, kendi­ sinde kötü bir etki bırakmıştı. Fakat bu seferki gelişi, küçük büyük bütün çocuklarının, Rozkan’lıİarın ve ileri gelenlerinin Kazvin’de bulundukları bir sıraya rastladı. Bu durum da, kendisinin sonsuz derecede sevinmesine ve ferahlamasına yolaçtı. Fakat o günlerde hastalığı ağırlaştı ve «hoşnut ol­ muş, hoşnut edilmiş olarak Rabbine dön» diyen Rabbinin çağrısına uyarak, ve onun «o, hoşnut olduğu bir yaşayışta, yüce bir cennettedir» yüce sözüne kulak ve­ rerek, yüce ruhu rahmeti bol olan Rabbinin civarına yükseldi. Mesnevi: «Geçip gitti o bu geçitten ■Bu yoldan geçmeyen kim var ki? ■Yokluğa gider yolu, her var olanın «Ve kılıç afetinden kurtulamayacak o «Ebedi cennet olsun onun anma yeri «Allah'ın Sarayında olsun, onun geniş yeri.» Şemseddin Han -Allah kendisine rahmet etsin-, var­ lık safhası üzerinde iki erkek çocuğu bıraktı; bunlar, bu yaprakların karalayıcısı Şeref ile kardeşi Haleftir. Halef Bey, bazı zamanlarda Şah Tahmasp’m koru­ cuları arasında koruculuk görevi yapardı. Birkaç yıl da «Geri Yüzbaşı» görevinde bulundu. Daha sonra Şah Sultan Muhammed zamanında beylik rütbesine ulaştı ve Hamza Mirza’nm yakınlarından biri durumuna geldi. Bu Mirza’nın öldürülmesinden sonra ise, Halef Bey, mer­ hum Sultan Murad’ın(5S2) tahtına itaatini arzetti ve ilgi­ sini, güvenini kazandı; o kadar ki kendisine Eleşkird ve Melazkird Sancağı görevini verdi. EK(3a> Kınık Kanatlı Ba Hakir ve Fakirin Doğumnndan 1005 (1597) Yılı Olan Şimdiye Kadarki Danımlan Hakkındadır*3543 Fazilet ve kemal sahiplerince, bilim ve üstünlük adamlarınca da açıkça bilindiği gibi, bu başlangıcı an­ latmaktan amaç ve bu girişi serdetmekten maksat, bu kırık kanatlı fakirin, doğduğu günden, hayır ve mutlu­ (552) M urad UT. (M.A.A.) (553) 26 N o.’lı n o ta bajunız. (554) Bu bölüm ün b aşındaki fa rs ç a şiir, y a z a n a doğu şu a­ d an ve öğrenim inden b a h se ttiğ i için çevirm eye lüzum görm edik. (M.A.A.) lukla kapanan şimdiki akıbetine kadarki durumunu açık­ lamaktır. Bu konuda özet olarak derim ki: Ulu babam, başından geçen kaderler gereğince, şart­ ların ve olayların etkisi altında alışılmış vatanını terk edip ,ve bilinen meskeninden ayrılıp Acem ülkesinde ko­ nakladığı zaman; bu zayıfın annesiyle nikahlanmıştır. Annem, Emîr Han Musıllu bin Külabi Bey bin Emîr Bey’in kızıdır. Emîr Bey, Tokat Bayındırlı diye tanınmıştır. Kendisi Haşan Bey Bayındırlı*5553 zamanında büyük vali­ lerin büyüklerinden ve ulu komutanların temel direklerindendi. Haşan Bey'in, önce Karabağ’da Sultan Ebu Said Gurgan’la ve sonra Bayburt düzlüğünde Gazi Sul­ tan Mehmed Han’la *5563 yaptığı savaşlarda Emîr Bey’in .ölmez kahramanlık, hareketleri ve nadir görülebilen ce­ saret örnekleri görüldü. Bu nedenle, Haşan Bey, Erzin­ can ve dolaylarının yönetimini kendisine verdi. Erzincan Kasabasındaki cami, medrese gibi hayır eserleri hâlâ gözler önündedir. Sözün kısası, babamın o ülkeye göç etmesinden ye­ di yıl sonra, bu az talihli, hakir ve zayıf, Irak’taki Kum’a bağlı Kerherud kasabasında, «tuşkan yıl »a (?) rastlayan 949(1543) yılının 20 Zilhicce tarihinde, Emîr Han’ın kı­ zından doğdu. Doğduğum yer, Kerherud kadılarının evle­ riydi. Bunların yüce soyu, bilginler ve fazilet sahipleri arasında yüce şan ve yüksek mevkie sahip olmakla ün yapmış olan Kadı Şüreyh El-Kufî'ye ulaşır. Bu saygıde­ ğer aileden, Kufe’den ayrılıp bu ülkeye geldiklerinden be­ ri her zaman ve her yerde bilginlerden ve faziletlilerden büyük bir topluluk yetişmiştir. Bu yüce ailenin bereket­ leri ve mübarek eserleri sayesindedir ki, Allah beni, ço­ cukluk günlerimden, 50 yaşma vardığım, hatta 50’yi ge­ çip 60’ın sınırlarına geldiğim şimdiye kadar, bilgilerine (555) U zun H aşan. (M .E.B.) (556) F a tih . (M .E.B.) göre hareket eden bilginlerin arasına katılmaya ve kamil fazilet sahipleriyle birlikte oturmaya muvaffak etti. Q kadar ki, bu faziletli bilginlerin ve çok saygıdeğer adam­ ların arkadaşlığından hiç ayrılmadım.' Şair demiştir ki: «Ey Cami! Vücut süsünden ve gösterişten temiz­ len^57* «Temiz ruhlu olanların ayaklarının toprağı ol «Ulaşabilirsen eğer bu toprak sayesinde bir Kürd’e, «Mağaralarda yaşayan bir Kürd’e, mertliğe erersin sen de.» Merhum Şah Tahmasp’ın yürüttüğü ve güzel bir yol olarak izlediği iyi adetlerden ve güzel geleneklerden biri de, beylerinin evlatlarını ve komutanlarının çocukla­ rım, henüz küçük çocuklar oldukları sırada, has hare­ mine almaktı. Bundan maksadı, onların da kendi şehza­ deleri ve saygıdeğer çocuklarıyla birlikte olmaları, onun yüce himayesi ve mübarek ilgisi altında aynı terbiyeyle yetişmeleri ve özel bir ilgi görmeleriydi. Bu çocuklar ora­ da Kur'an, fıkıh ve şeriat hükümlerini okurlar; dindarlı­ ğa, beden ve ruh temizliğine sarılmaya, dindar ve gü­ nahlardan sakınan adamlarla ve seçkin, kanaatkar, gü­ venilir kimselerle birlikte oturmaya alışırlardı. Şah ayrı­ ca, onları kendi haremine almakla, kendilerini müfsit şe­ rirlere ve pervasız ahlaksızlara karışmaktan uzak tutmuş olurdu. Onlara, yüce sarayına gelen bilginlere ve fazilet sahiplerine hizmet etmek görevini de verirdi. Bu çocuk­ lar erginlik çağına varınca askeri bilgiler, yani atıcılık, binicilik, değnek oyunu, ata binmek ve daha başka sa­ vaş kuralları üzerine, ve bu arada insani kurallar ko­ nusunda eğitim görmekle görevlendirilirlerdi. Allah rahmet etsin, Şah, zaman zaman şöyle derdi: «Zevklerinizin incelmesi, karakterlerinizin doğrulması, (557) Bu şiiri İ ra n şa ir ve tasavvufçusu A b d u rrah m an Ca* m i’dcD aldığı an laşılm ak tad ır. (M .E.B.) zekalarınızın açılması ve yeteneklerinizin ortaya çıkma» için, resim ve nakış sanatım öğrenmeye de ilgi gösterme­ niz gerekir.» «Doğruluktan ve içten gelen her bakış «Gerçekte bir kimya iksiridir «Temiz insanların himmeti elverirse eğer «Dikenlerden bile taptaze güller çıkar.» İşte bu mübarek kural üzerine, ben de dokuz yaşı­ ma geldiğimde, 958 (1552) yılının aylarında Has Hare­ me alındım ve ihtisas meclisine girmekle şereflendim; o yüce şanlı ve yüce ahlak sahibi Şah’ın, o yumuşak huylu adil Hükümdarın ailesi arasında kaldım ve onun has hizmetçilerinin safında yer aldım. Sonra 961(1555) yılın­ da, saygıdeğer babam, büyük Şah’ın sarayındaki görevin­ den istifa edip yalnız kalmayı ve inzivaya çekilmeyi ter­ cih edince, Rozkan aşireti ittifakla, yönetimin bu fakir ve zayıfa verilmesi konusunda Şah Tahmasp’a dilekle­ rini sundu. Bunun üzerine, bu dilek gereğince, ben 12 ya­ şındayken, beylik göreviyle şereflendirilmem konusunda Şah’m emri çıktı ve ben, Şirvan’a bağlı Salyan ile Mahmudabad bölgelerinin bana verilmesiyle taltif edildim. Adı geçen bölgelerde, üç yıl yönetim görevinde kal­ dıktan sonra, bu fakirin lalası, kıluvuzu ve vekili olan Şeyh Emîr Bılbasî, Allah’ın rahmetine kavuştu. O za­ man Salyan bölgesini benim yönetimimden ve egemenli­ ğimden aldılar. Bunun üzerine ben de, o sırada Harkan yazlığında ve ovasında bulunan Şah’m Sarayına yeniden iltihak ettim. Bu sefer beni, Hemcdan Valisi olan dayım Muhammedi Bey’in yanma verdiler. Dayım da babam gibiydi. Bu alicenap dayım da, bu zayıfı kendi asilzade Çocukları arasına aldı; ve beni kızıyla evlendirdi. Şah Tahmasp da şefkat göstererek bana, Rozkan aşiretinin işlerini Hemedan tarafından yönetmem için maaş ve ödenek ayırdı. Böylece bu şehirde de üç yıl kaldık. Bu arada Sul­ tan Bayezid‘in(55S) Şah Tahmasp’ın sarayına iltica etme­ si, yakalanması ve Rum ülkesinden(559) elçilerin, mektup­ ların gelmesi olayı çıktı. Bu durum, Şah’ın, babamı tek­ rar Kazvin’e getirtip, Rozkan beyliği ile, Kum’a bağlı Kerherud bölgesini kendisine vermesine ve onu o ta­ rafa göndermesine yolaçtı. Birkaç yıl sonra ise, merhum babam, isteği ve ar­ zusuna uygun olmayan beylik görevinin güçlüklerinden usandı ve Şah’tan, bu görevden affedilmesini diledi. Şah da bu görevi, giderleri ve görevlilerine yapılacak mas­ raflar Isfahan mâliyesinden ödenmek üzere, ve bu faki­ rinde Kazvin’de onun üzengisiyle birlikte olması şartıyla yeniden bana verdi. Ben de iki yıl sürekli olarak yanında kaldım ve hiç ayrılmadım. Daha sonra ilahi irade, Biye Valisi Han Ahmed Geylanî’nin esir düşmesini ve merhum Şah'ın, adı geçen Han’ın vilayetini nihai olarak egemenliği altına alma­ sını dileyince, Şah, bu fakiri, bazı Kızılbaş komutanla­ rıyla birlikte bu görevi yerine getirmekle görevlendirdi. Bunun nedeni de, Kızılbaş komutanlarının çoğunun, halk arasında adalet ve eşitlik kurmak işini, merhum Şah’m arzu ve temenni ettiği şekilde yapmamalarıydı. Hatta on­ lar çoğunlukla, o ülkenin halkına zulüm ve baskıda ileri giderlerdi. Oysa bu zayıfın tutumu onlarınkinin tersineydi. Çünkü bu zayıfın, yaratıcıyı ve halkı memnun et­ mekten, ve şartlar ne olursa olsun adaleti yürütmekten başka bir arzusu yoktu. Şairin dediği gibi: «Şahların oturma arkadaşları ileri görüşlü kimseler o ls a (558) K anuni S u lta n S üleym an'ın ogtu gehzade (M .E.B.) (559) 135 No. lı n o ta bakınız. Bayezld. «Dünya dayanağı olan o şahların gönlünce makbul olurlar «Böylece hem zalimlerin gönlünü yakabilirler «Hem de adalet isteyenlerin yaralarına merhem sü­ rebilirler. * Ben de o bölgedeki halk ve vatandaşlar arasında, doğru teraziyle ve Şahın rızasını da gözeterek adalet ve insafı dağıttım. O kadar ki, Allah rahmet etsin, Şah, bar zı temsilciler aracılığıyla, bana defalarca gönderdiği yü­ ce emirlerinde benden memnun ve hoşnut olduğunu be­ lirtir ve şöyle derdi: «Senin mutlak adaletin, nadir gö­ rülebilen alicenaplığın, üstün cesaretin, vatandaşlara ve bütün insanlara olan sevgin, memleketin her tarafında­ ki adamlarım ve temsilcilerim nezdinde kendini göster­ miştir; bu nedenle, Allah her iki dünyada da senin yü­ zünü ağartsın.» Sözün kısası, o adaletli Sultan’m rızası ve kabul olunan duası sayesinde, giriştiğim işlerde elde ettiğim başarı, beni o derece ileri götürdü ki, süvari ve piyade olmak üzere bütün mevcudunun sayısı 450 kişiyi geç­ meyen benim ordum ile, Geylan bölgesi sultanlarından birinin oğlu olup, o bölge halkının başına sultan olarak tayin etmiş olduğu Sultan Haşim adında birisinin ordu­ su arasında cereyan eden savaşta parlak bir zafer ka­ zandım. Bu savaşta Sultan Haşim’in ordusunun mevcudu 18.000 süvari ve piyadeye ulaşıyordu. Savaş alanında Geylanlılar’dan 1.800 kişi kadar öldürüldü; öyle, ki, bun­ ların kellelerinden üç minare kuruldu. Bu parlak ve açık hareketten başka, bu zayıf, birçok ilahi feyizler ve kuşku götürmez gaipten fetihler elde etmiştir ki; bütün bun­ lar, hayatı boyunca kendisine uğur ve bereket getirmiş­ tir. ö te yandan, Geylan havasının kirli olması ve bü- nun sonucu olarak orada her zaman birçok yerli hasta­ lığın yaygın bulunması, Rozkan aşiretinin eğitim gör­ müş ve tecrübe sahibi olmuş adamlarının çoğunun ölü­ müne sebep oldu. Bu yüzden, en yakın fırsatta, bu veba­ lı bölgeden gitmeye çalışmayı düşündüm. Nihayet o böl­ gede yedi yıl geçirdikten sonra, işin gerçeğini ve bu ko­ nudaki arzumu yüce Şahlık Hazretlerinin tahtına arzettiğim zaman, Allah rahmet etsin, Şah, Kazvin'e dönüp, onun yüce emri gereğince ulu tahtına refakat etmeme izin verdi. Ne var ki, Kızılbaş’ların durumu o sırada es­ kisi gibi birlik ve düzen içinde değildi; tersine liderler ve komutanlar arasındaki ihtilaf ve anlaşmazlıklar son de­ rece şiddetlenmişti; Kızılbaş aşiretleri ve oynaklan sü­ rekli bir mücadele ve karşılıklı komplo kurma içine gir­ mişlerdi. Merhum Şah da, yaşlanmış ve vücutça zayıfla­ mış olduğu için, onları disiplin altına almaktan, hak ve düzeni eski durumuna döndürmekten aciz kalmıştı. Bü­ tün bu durumlar, ortalığı silip süpürecek olan kanlı olay­ ların ve yokedici durumlarm çıkacağını adeta ihtar edi­ yordu. İşte bu durumlar karşısında, bu fakir, başkentte oturmamasınm ve beklenen gelişmelerin içine dalmaktan uzak durmasının, öncelikle faydalı olacağını düşündü. Bu nedenle, Şah’m merhametinden, kendisini, İran ülke­ sindeki bölgelerin birinin yönetimiyle görevlendirmesini diledi. Bunun üzerine Haşmetlu Şah, Şirvan bölgesinde­ ki bazı kesimleri bana verdi; Rozkan aşiretinin geçimi ve giderleri için de, o bölgede bulunan Tcrakemat, Areş, Akdaş, Kabale, Baku ve Kenarab gibi özel Şahlık em­ lakinin bir kısmını tahsis etti. Sonra bana, Şirvan Vilayeti’ne gidip oturmam için izin verdi. Şirvan’da sekiz ay kaldıktan sonra merhum Şah Tahmasp’ın ölümü, Kazvin’de başgösteren ayaklanma­ lar, Sultan Haydar MLrza'nın öldürülmesi, İsmail Mir­ za’nm tutuklu bulunduğu kaleden çıkarak saltanat mer­ kezi Kazvin’e geldiği konularında haberler gelmeye baş­ ladı. İsmail Mirza, bu fakirin adına mübarek bir hüküm göndererek, benden, Şirvan’dan yanma gitmemi istedi. Orada bana Kürt beylerbeyliği görevini verecekti, ben de hizmetinde olacaktım; ve Kürdistan, Loristan, Goran beyleri ve hükümdarları ile öteki Kürt aşiretlerinin işle­ rini yönetmem, bunların önemli olanlarını yüce eşiklere arzetmem için, her zaman onun yüce maiyetinde ve eş­ liğinde bulunacaktım. Böylece bütün bu Kürt beylerinin ve komutanlarının küçük büyük bütün işlerini benim eli­ me ve emrimin altına verdi; bu meselelerde istediğim gibi karar verebiliyordum. Ulu Şah bana o kadar saygı gösterdi ve kadrimi okadar yükseltti ki,. Kızılbaş ileri gelenlerinin gönlünde çirkin bir kıskançlık ve gayretkeşlik dolaşmaya ve onla­ rı bana karşı harekete geçirmeye başladı. Müfsitler bana karşı komplo ve beni ortadan kaldırma ipliklerini doku­ yup tezgahlamaya koyuldular. Şah’a gizlice, benim, bazı Kızılbaş komutanlarıyla birlikte kendisine karşı komplo hazırladığımı ve kardeşinin oğlu Sultan Hüseyin Mirza’yı Iran ülkesinin başına Şah olarak getirmeye çalıştığı­ mızı söylediler. Bu Şah İsmail, aslında kararsız bir mizaca sahip olduğu ve bir karar üzerinde durmadığı, kalede tutuklu bulunduğu şuada sürekli olarak afyon kullandığı ve bu yüzden, bir aydan fazla kimseyle dostluk ve oturma ar­ kadaşlığı yapması mümkün olmadığı için; gayretkeşlerin giriştikleri bu bozgunculuklar ve jurnallar, onun indinde de geniş bir alan ve verimli bir gelişme tarlası buldu. Bunun sonucu olarak Şah, bazı adamları öldürdü; bazı­ larını da tutukladı ve azletti. Yüce Allah’a muhtaç olan ben fakire gelince; bana Nahcivan Hükümeti'nin veril­ mesi gerekçesiyle, şehirden çıkarılmamı emretti; yanıma bir de, Azerbaycan’a kadar muhafızlığımı yapacak bir askerî birlik verdi. Şüphesiz bu beklenmedik hareket, Allah tarafından bana bir müjde, yada işaret, onun ilahi feyizlerinden biri oldu. Çünkü bu geliş, uygun bir zamanda, bilinen vata­ nıma ve meskenime dönmem için bana fırsat verecekti. Nitekim, Nahcivan Hükümeti’nde bir yıl dört ay geçir­ dikten sonra, Bedlis Eyaleti’nin bana verildiği konusun­ da adil ve ulu Sultan, kudretli ulu PadişaTı, mahir ve tec­ rübeli siyaset adamı, merhum vc mağfur Sultan Murad Han’ın*5603 bir berat çıkardığı müjdesini aldım. Bu da Van Beylerbeyi Hüsrev Paşa’nm, Hakkari Hükümdarı Zeynel Bey’in ve Haşan Bey Mahmudî'nin çabaları sa­ yesinde oldu. Bunlar bana şu haberi gönderdiler: «Padişah’m Hüsrevce ve asil şefkat duyguları, son■uz padişahça iyilikleri seni kapsamına aldı vc irsi hak­ kını, senden ve ulu ailenden alınmış olan vilayetini sana geri verdi. Artık huzur içinde ve gönül rahatlığıyla asli vatanına dön.» Bunun üzerine, «her şey kökenine döDer» ünlü sö­ züne uyarak, 986(1579) yılının 3 Şevval günü, bana bağ­ lı ve benimle beraber olan ve 200 kişinin benim Rozkan aşiretimden olan 400 kişiyle birlikte Nahcivan’dan ayrıl­ dım. Van askerlerinin ve Kürdistan beylerinin değerli yardımı ve desteği sayesinde üç gün içinde Van şehrine ulaştık. Orada, yüce Allah’a muhtaç olan bu fakire büyük saygı ve ilgi gösteren, beni dostça ve saygıyla şehirde mi­ safir eden ve gerçek durumum hakkında yüce Padişahlık tahtına derhal ayrıntılı bir rapor sunan Hüsrev Paşa ile görüşmek şerefine kavuştuk. Onun bu raporu üzerine cömert Padişah, Mustafa Çavuş’la, Bedlis Eyaleti’nin bana verildiğini tekrarlayan yeni bir beratla birlikte, Mı- -sır Çerkeş sultanlarından Sultan Kudvan‘ın(i61> Hazinesin*den Padişahlık Hâzinesine geçmiş olan ve benzeri az bu­ lunan bir altın kılıçtan ibaret Padişahlık armağanını gön­ derdi. Mustafa Çavuş ayrıca ulu vezirlerden ve özellikle Vezir-i Azam Mehmed Paşa’dan(542) mektuplar getirdi. Bunlardan başka, Allah’a muhtaç olan bu fakire, mu­ zaffer Padişahlık Kuvvetleri Komutanı Serdar Mustafa Paşa’dan da bir diğer değerli hil’at ve altın bir kılıç gel­ di. Bütün bunlar, emsalim ve akranım arasında beni im­ tiyazlı bir duruma getirdi. Böylece ben de, muradıma ka­ vuşmuş olarak babalarımın nimetinin ve atalarımın dev­ letinin merkezine döndüm. Şairin dedi gibi: «Allah’a şükürler olsun ki, kendisinden her ne diledimse «Kendi himmetiyle yerine getirdi ve mutlu oldum ben de.» Ben de bu adaletli, meziyetli ulu Sultan’a, Şirvan, <}ürcistan ve Azerbaycan ülkelerini fethetmek amacıyla büyük ordular gönderdiği günden itibaren geçen on yıl içinde, hizmet etmekten bir an bile geri kalmadım. Bu süre içinde savaşta, vuruşmada, yürüyüş ve manevralar­ da, onun yüce üzengisiyle, başarılı ve muzaffer üzengi­ siyle beraberdim; onun uğur ve ikbal getiren himmetinin dizginlerinin eşliğinde bulundum. Bunun sonucu olarak merhum Sultan -Allah cennetinin Firdevslerini ona mes­ ken kılsın- kendisine içten bağlı olan bu ince duyguluya(563), inci ve akik döktüren zarif kalemiyle dört tane Padişahlık yazısı yazarak şöyle dedi: «Muhibb-i Sadıkım Şeref Han!, «Senin, tahtımıza olan bağlılığın ve devletimizin hiz(561) G aliba «K üavunsdur. (M.A.A.) (562) Sokullu M ehm ed P aşa. (M .E.B.) (563) Y azar kendirli k astediyor. (M.E.B.) metinde gösterdiğin cesaret ve fedakarlık, en açık delil­ lerle tarafımızdan görüldüğünden, bizim sana olan şef­ katimiz ve ölümsüz çalışmalarını takdir edişimiz, yüksek derecelerin en sonuna ulaşmıştır.» ö te yandan, Serdar Ferhad Paşa'nın, Erivan’ı isti­ la edip oriada bir kale yaptırdığı 991(1584) yılında, ba­ na ve Şam Beylerbeyi Haşan Paşa’ya, hazine ve cepha­ neleri nakledip Tiflis ve Gürcistan tarafına ulaştırmak görevini verdiler. Bu seferde de benim açık hizmetlerim görüldü. Bunun karşılığında, bölgelerimin genişletilmesiy­ le taltif edildim ve Bedlis Eyaleti’ne, 200.000 akça kar­ şılığında, Muş Nahiyesi’yle ona bağlı bazı has köyleri de ilhak ettiler; böylece bütün hassalarımm toplamı 410 Os­ manlI akçası oldu. Ulu Al-ı Osman sultanları ve yüce hakanları za­ manında, kadir ve saygı kazanan hükümdarlardan ve ko­ mutanlardan hiçbiri, bu zayıfın, o ulu sultanlardan gör­ düğü yüce şana ve yüksek kadre ulaşamamıştır. Ve ben, Peygamberin Hicreti’nin 1005 (1597) yılının Zilhicce ayının sonuna rastlayan bugün, yüce şanlı Ha­ kan, Eb’ü’l-Muzaffer Sultan Mehmed Han‘ın(364> -Allah onu zamanın ve olayların afetlerinden korusun- devleti ve bereketi sayesinde, irsi Hükümetimi yönetmekteyim. Yalnız ben şimdi, doğrudan doğruya hükümet etmeyi terketmiş ve onun ağır yükünü taşımayı bırakmış; bu görevi, doğru yolda olan, iyi ahlakla ahlaklanan şanlı oğlüm Eb’ü’l-Meali Şemseddin Bey’e vermiş bulunmak­ tayım. Allah onun ömrünü uzatsın ve kadrinin yüksekli­ ğini kat kat artırsın. Yazarların adetlerinden biri de, çocuklarına, nasi­ hat ve öğüt niteliğinde olan bazı sözler söylemek oldu­ ğundan, ben de Mevlana Camî’nin -Allah ona rahmet etsin- Hiredname^*®' adlı kitabından birkaç beyit nakle­ diyorum: «Gel, ey ciğerparem, biricik oğlum! «Kulak ver şu cevher gibi öğütlerime «Sedef gibi temizle içini «Cevher serpiyorum çünkü ben, kulak ver bana «Sana vereceğim öğütler ve yapacağım nasihatleri «Dinle ve ona göre hareket et «Büyükler dinin emirlerini öğretirlerken «Halka nasihat etmeyi amaç edinirler «Bundandır ki, önce, ‘içini temiz tut doğrulukla, «Sabahları parlak olarak doğan Güneş gibi’ derler «Her işinde Allah’a karşı doğru ol «Çünkü ancak doğrulukla işini başarıyla bitlrebi-, lirsin «İşinde ona güvenirsen eğer sen «önüne çıkmaz senin hiç bir engel ve güçlük «Ve düşmanların çatlayacak senin bu başarıların­ dan, «önündeki bütün işler de kolaylaşır «Yok ona güvenmezsen işlerinde, sadece kendine güvenirsen, «Her yandan gelen başarısızlık oklarına hedef olur­ sun «Mizacında kötü bir huy meydana gelirse bir gün «Onu en iyi ilaçla tedavi etmeye bak «öfke şişesine vur yumuşak huyluluk taşım «Ve yıka cahillik kirini bilim suyuyla •Boş bir kafa ve boş bir gönülle oturma koltuğa «Uç kısma ayır bütün gece ve gündüzlerini: «Birinci kısmı bilim öğrenmekle geçir «Çünkü bilgisizlik, ayıp ve yüzkızartıcı olmaktan başka bir şey değildir «İkinci kısım olarak da bildiklerini uygula «üçüncü kısımda ise bilginlerin peşinden git «Oku, eskilerin de yenilerin de kitaplarını «Görürsün ki o zaman, her ülkede nice kırallar «At koşturmuşlardır şahlık meydanlarında «Fakat heveslerinin peşinden gitmişler o meydan­ larda «Oturma kötü ahlaklı kimselerle birlikte «Çünkü sen de kötü ahlaklı olursun onların huyun­ dan «Aldığın kötü huylarla, iyi sıfatlardan uzaklaşırsın hepten «Ve düşerken bu duruma, farkında bile olmazsın bu işLa «Ne güzel söylemiş çift süren saf köylü, «‘Üzüm üzümün rengini alır’ diye «Herkesle candan dost olmaya kalkma sakın «Ve aldanma her tanıdığının guleryüzüne «Dünyada senin başına gelen dertlerden çoğu «Denemeden dost olduğun tanıdıklardan gelir «Şu değirmenin dönmesinden gelen her haksızlık «Hep tanıdıktan tanıdığa gelir ■Çabucak yıkılır iki kişinin yönetiminde olup da «Her birinin kendi başına buyruk olmak istediği saltanat «Siyaset gününde kamu işlerini «Yeteneksiz kimselerin eline verme sakın «Sakın verme böylelerinin eline ülkenin işlerini «Verirsen şayet, kargaşalığa ve harap olmaya uğ­ ratırsın ülkeni «İşinde bir güçlüğe uğrarsan eğer «Ve onu yenmek için beyhude giderse harcadığıntüm çabalar «Bil ki ileri görüşlülükle çözümlenir tüm meseleler «Fakat sabır ve sükunetle olmalı bu da «Yeteneksiz kimseyi eğitmekle uğraşma boşuna «Verme bir Hindu’nun eline şakilik kasesini •Kötü kişi, makam sarhoşluğuyla daha da beter olur «Güçlendi mi o, ejderhaya dönüverir çabucak «Reayanın işlerinde güçlük çıkarma sakın «Allah ne verdiyse sana, onlara ver sen de «Yumuşak bir dille konuş seni dinleyenlerle, elin­ den geldiğince «Çünkü bu şekilde sözlerini dinlerler ancak şevkle «Zeki ve akıllı olmanın da delilidir yumuşak dil «Katılık, tehevvür, sertlik ise akılsızlığın, deliliğin delilidir «Danıştığın kimselere tevazu göster «Senden daha bilgili, daha akıllı ve daha yüksek kadirlidir çünkü onlar «Temiz kalbli, iyi niyetli ol herkese karşı «Ve insaflı ol Allah’ın kullarına karşı «Bu sözleri yazmakla dili yoruldu artık kalemin «Ve karardı kağıdı, bu yazıların yazıldığı mektubun «Bilgin ne güzel söylemiş, ‘birisinin, «Kimsenin bulunmadığı bir evde dahi bir harf söy­ lemesi «Kalbinin köşesinde gizlemesinden «Ve diline almamasından daha iyidir’ diye.» Kürdistan hükümdarlarıyla ilgili haberlerin ve ulu beylerinin ilginç eserlerinin cevherleri arasında araştır­ ma yapanın kalemi, başarının da kendisine eşlik etmesi sayesinde, ilk aşamadan şimdiye kadar bu yazıları yazıp- mürekkeplemeyc muvaffak olduğu için, artık şimdi, cn iyisi ve en güzeli, kitabın Giriş bölümünde de işaret etti­ ğimiz gibi, Osmanlı sultanları ile onların çağdaşı olan İran ve Turan hükümdarları zamanlarında günümüze ka­ dar cereyan eden olayları açıklamaya başlamamızdır. Burada derim ki: Şükür Allah’a ki, murada uygun olarak Sonuna kadar karaladı kalemim şu bilgileri Ve tamamladı böylecc Kürdistan hükümdarlarının hikayesini Yoktur bundan başka söylenecek sözüm vesselam.... TARİHİ KAYNAKLAR Esed el-Gabe Tarih-i Al-ı Osman Yafiî Tarihi Hiredname El-Risalet el-İkbaliyye Ravzat el-Safa Zübdet el-Tcvarih Ziynet el-Kulub Zafername Feth el-Bilad Güzide Mir’at el-Cenan Metla’ el-Sa’deyn Nefehat Nihayet el-İrb Heşt Behiş içindekiler ö n sö i S S unuş 7 G iriş 17 1. # K ü rt T oplulukları ve D urum larının A çıklanm a,. aı H ak k ın d a d ır 17 Birinci S afha 29 # B İR İN C İ BÖLÜM : D lyarbeklr ve Cezire H ü­ k ü m d arları K onusundadır. ... # İK İN C İ BÖLÜM : «H asanveyh» A dıyla T anınm ış O lan D inever ve Şeprezor H ü k ü m d arla rı K onu, su n d a d ır............................................................................... « ÜÇÜNCÜ BÖLÜM. «Lor-i B üzürk» D iye Ü n T a ­ p an F adlavt H ü k ü m d arla rı K onusundadır ............ « DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: K üçük Lor V ilayeti K o­ n u su n dadır.......................................................................... # B E Ş İN C İ BÖLÜM : «Al-ı Eyyub» A dıyla Ü n Ya­ p an M ısır ve Ş am S u ltan ların ın A nıları K onu­ sundadır 2. îk ln ci S afh a « B İR İN C İ BÖLÜM : E rd e la n H üküm darları H a k . k ın d a d ır ............................................................................. # İK İN C İ BÖLÜM : «Şenbû» L akabıyla Ü n Y apm ış O lan H a k k a ri H ü k ü m d arla rı H ak k ın d a d ır 29 31 35 46 71 99 99 107 9 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: «Bahaddinan» A dıyla Tanın m ış O lan îm adlye H ü k ü m d arları K onusundadır... 9 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM : Uç D ala A y n la n Cezire Beyleri H akkındadır 135 9 1 B İR ÎN C Î D A L: «Aziziye» A dıyla Ü n Y apm ış Ce­ 3. zire H ükü m d arları H a k k ın d a d ır ................ ■ ÎK ÎN C Î DAL: G urgil Beyleri H ak k ın d a d ır ... ■ ÜÇÜNCÜ DAL: F ın ık B eyleri K onusundadır 9 B E Ş İN C İ BÖLÜM : «Melikan» Diye Ü n Y apm ış O lan H asan k ey f H ü k ü m d arla rı H ak k ın d a d ır 139 169 173 Ü çüncü S afh a 188 K ü rd istan ’ın D iğer B eylerinin ve H ü küm darlarının A n ıla n H akkındadır B İR ÎN C Î G R U P: ... 9 B İR İN C İ BÖLÜM : Ç em işkezek H ü k ü m d arla rı H a k k ın d a d ır .............................................................. a B İR İN C İ D A L: M ıcıngerd B eyleri H akkındadır.. S İK İN C İ D A L: P e rte k H ü k ü m d a rla n H ak k ın d a dır. a ÜÇÜNCÜ D A L: Seqem an (S ak am an ) H üküm ­ d a r la n K onusundadır .................................................. 9 İK İN C İ BÖLÜM: M ırdasi H ü k ü m d arla n H akkın d a d ır............................................................................... a B İR İN C İ D A L: «Buldukani» L ak ab ıy la A nılan E ğ il H ü k ü m d a rla n H a k k ın d a d ır ...................... a İK İN C İ D A L: P alo H ü k ü m d a rla n H akkındadır., a ÜÇÜNCÜ DAL: Ç erm ok B eyleri H ak k ın d a d ır... 9 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM : Son zam an lard a «H azzo H ük ü m d â rla n » Diye T an ın an S ason H ü k ü m d a rla n H ak k ın d ad ır 9 D ÖRDÜNCÜ BÖLÜM : X lzan (H izan) H üküm P’ d a r la n H akkındadır a B İR İN C İ D A L: X izan H ü k ü m d a rla n ve Bu A dla A d lan d ın lm a lan n ın N edeni H ak k ın d a d ır a İK İN C İ D A L: M üks B eyleri H ak k ın d a d ır ......... a Ü ÇÜ N CÜ D A L: Isb ay erd H ü k ü m d a rla n H a k ­ k ın d a d ır.................. 9 B E Ş İN C İ BÖLÜM : K ilis H ü k ü m d arla rı H ak k ın ­ dad ır ................................................................................... 9 A L T IN C I BÖLÜM : Şârvvan (Ş irvan) Beyleri H ak k ın d ad ır a B İR İN C İ D A L: K urnS Beyleri H ak k ın d ad ır a İK İN C İ D A L: E ru n B eyleri H ak k ın d ad ır 9 Y ED İN Cİ BÖLÜM : Z ırkan B eyleri H ak k ın d ad ır a B İR İN C İ D A L: D erzini Beyleri H ak k ın d a d ır 173 188 188 188 195 197 198 202 204 209 216 217 236 236 245 246 248 258 265 266 266 267 ■ iK ÎN C t D A L: G ırdıkan B eyleri H ak k ın d a d ır 271 ■ ÜÇÜNCÜ D A L: A ta k B eyleri H ak k ın d a d ır 274 ■ DÖRDÜNCÜ D A L: Tercıi B eyleri H akkındadır.. 278 0 S E K İZ İN C İ BÖLÜM : Sıwedî (Sıidi) Beyleri .......... 282 H ak k ın d ad ır • DOKUZUNCU BÖLÜM : Sılem anî (Süleym ani) Beyleri H a lik ın d a d ır ..................................................... 292 M B İR İN C İ D A L: Qulb (Kulp) ve B a tm a n Beyleri H a k k ın d a d ır ............................................................... 297 İK İN C İ D A L: M eyyafarqîn (M eyyafarkin) B ey­ leri H ak k ın d ad ır 300 İK İN C İ G R U P: 303 • B İR İN C İ BÖLÜM : S ohran H ü k ü m d arla rı ... • İK İN C İ BÖLÜM : B aban Beyleri H akk ın d ad ır ... « ÜÇÜNCÜ BÖLÜİYI: M ekrî H ü k ü m d arla rı H a k ­ k ın d a d ır ............................................................................. • DÖRDÜNCÜ BÖLÜM : B ıradost H ü k ü m d arla rı H ak k ın d ad ır ... ■ B İR İN C İ D A L: S om ay B eyleri H ak k ın d a d ır .... ■ İK İN C İ D A L: T erkew er (T erkever) ve D avud K alesi B eyleri H ak k ın d a d ır ... 0 B E Ş İN C İ BÖLÜM : M ahm udîyan B eyleri H ak ­ k ın d ad ır ............................................................................. 0 A L T IN C I BÖLÜM : D m bılî B eyleri Hakkında,.' dır ........................................................................................ • Y ED İN Cİ BÖLÜM : Zerza Beyleri H ak k ın d a d ır • SE K İZ İN C İ BÖLÜM : Istu n î B eyleri H ak k ın d a­ d ır ................................................................................. • DOKUZUNCU BÖLÜM : T asni B eyleri H a k k ın ­ dadır .................................................................................... • ONUNCU BÖLÜM : K elhür H ü k ü m d arla rı H a k ­ k ın d ad ır ■ B İR İN C İ D A L: P ılın g an H ü k ü m d arla rı H ak k ın ­ d ad ır ............................................................................. ■ İK İN C İ D A L: D erten g Beyleri H ak k ın d a d ır ... a Ü ÇÜ N CÜ D A L: M ahideşt Beyleri H ak k ın d a d ır • O N B İR İN C t BÖLÜM: B ane B eyleri H a k k ın d a ­ d ır ........................................................................................ • O N İK İN C İ BÖLÜM : G elbağî B eyleri H ak k ın r d ad ır 303 312 ÜÇÜNCÜ G R U P: 367 ■ B İR İN C İ D A L: S iyah M ansur B eyleri H ak k ın ­ dad ır ....................................................................... ■ İK İN C İ D A L: Çegnî B eyleri H ak k ın d ad ır ... S ÜÇÜNCÜ D A L: Zengine Beyleri H ak k ın d a d ır... a DÖRDÜNCÜ D A L: P azu k î B eyleri H ak k ın d a d ır 368 372 374 374 321 330 331 333 335 345 353 353 353 353 354 356 357 358 360 • B İR İN C İ K IS IM : R ozkan A şire tl’nln D urum u ve Bu A dla A dlandırılm asının N edeni H akk ın d ad ır 410 • İK İN C İ K ISIM : Bedlis H ü küm darlarının Soyu ve M ensup O ldukları K öken H ak k ın d a d ır .......... 418 • ÜÇÜNCÜ K ISIM : Bedlis H ü küm darlarının E ski S u ltan lard an G ördükleri S aygı ve İlg i ................ 424 • B İR İN C İ BÖLÜM: M elik E şre f H ak k ın d ad ır ... 424 % İK İN C İ BÖLÜM : H acı Ş eref bin D iyaeddln H a k ­ k ın d ad ır ............................................................................. 430 • ÜÇÜNCÜ BÖLÜM : E m ir Şem seddln bin E m ir Hş,cı Ş e r e f ....................................................................... 432 ■m DÖRDÜNCÜ BÖLÜM : E m ir İbrahim H bin E m ir H acı M u h a m m e d ................................................ 447 • DÖRDÜNCÜ K IS IM : Bedlis H üküm etinin K endi H ü k ü m d arların ın E linden Ç ıkm ası Bu D ö rt Yön K ap sam ak tad ır ... 461 ■ B İR İN C İ YÖN: E m ir İb ra h im ve O nun E m ir Ş e re fle O lan Ç atışm ası K onusundadır 461 • İK İN C İ YÖN: E m îr Ş erefin , E m ir İb ra h im ’in Y erine Bedlis H üküm etini E le G eçirm esi 468 ■ Ü ÇÜ N CÜ YÖN: E m ir Ş e re fin , Bedlls’l K ızılbaş T opluluğundan G eri A lm ası ve B undan S onraki ......... 478 A kıbeti ■ DÖRDÜNCÜ YÖN: E m ir Şem seddln bin Ş eref H an 'ın D urum u H ak k ın d ad ır 502 E K : K ırık K an a tlı Bu H a k ir ve F a k irin D oğum un­ d an 1005 (1597) Yılı O lan Şim diye K ad ark i D u­ ru m la rı H ak k ın d ad ır 513 T arih i K a y n a k la r 529 ANT'IN BELG ESEL KİTAPLARI • • • • • • • • • M A RK SİST EKONOM İ E l. - K İTA B I, 1 cUt E rn e a t M aıu del, 20 U r a M A RK SİST EKONOM İ E E - K İTA B I, II. c ilt E ra e s t M andel, 20 U ra . D İN İN TÜRK TO PLUM UNA E T K İL E R İ, M uzaffer Sencer, 12,5 L ira. T Ü R K İY E’D E KÖYLÜLÜĞÜN M ADDİ T E M E L L E R İ, M uzaffer Sencer, 10 L ira FA ŞİZM VE DEVRİM Cİ H A LK C E P H E S İ, Ç etin özek , 20 U r a EM PERY ALİZM , T E K E L C İ K A PİT A L V E TÜRKİYE, S ed at ö zk ol, 7,5 U r a Ş E H İR G ER İLLA SI, C arlos M arighella, 7,5 Ura. HAVANA DURU ŞM A SI, E nzensberger, 276 sayfa, 12.5 lira. T Ü R K İY E ’D E K A PİTA LİSTİJCŞM E V E S IN IF KAVGA­ L A R I, A. Şnurov - Y. Rozallyev, 10 U ra • Y U N A N İSTA N DOSYASI, K onstantln Ç ukalas, 10 U ra . m ASYA T İP İ Ü R E T İM TARZI, 352 sayfa, 15 U ra . • F İL İS T İN ’D E H A LK SAV A ŞI VE ORTADOĞU, N ay lf H avatm e, 310 sayfa, 10 Lira. • DOÛU’DA U LU SA L K U RTU LU Ş H A R E K E T L E R İ V. I. Lenin, 416 sayfa, 15 Lira. • 27 M AYIS VE YÖN H A R E K E T İN İN S IN IF S A L E L E Ş. T İR İS t, Dr. H ıknıet Kıvılcımlı, 12,5 L ira. • D EV R İM A ÇISIN D A N KÖY E N S T İT Ü L E R İ VE TONGUÇ, E n g in Tonguç, 20 L ira. • K EM A LİST D EVRİM İD E O L O JİSİ, E m in T ü rk Eliçin 15 L ira. • SOSYAL D EV R İM LER , U LUSAL SAVAŞLAR, N e h n ı’ıl»n In d ra G andhi’yc hapishane m ektupları, 15 L ira. • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • • O SM A N LILA RIN Y A R I SÖMÜRGE OLUŞU, T evflk Ç avdar, 7,5 L ira. GİZLİ B E L G E L E R L E B A R IŞ G Ö N Ü LLÜ LER İ, Müalim Ö zbalkan, 10 L ira. PENTAGONİZM , J u a n Bosch, 5 L ira. G E R İ B IR A K T IR IL M IŞ T Ü RK İY E, D r. S ed at Özkol 5 L ira. H İL A F E T V E ÜM M ETÇİLİK SORUNU, M ehm et E m in B ozarslan, 12,5 L ira. O SM ANLI TOPLUM Y A PISI. D r. M uzaffer Sencer, 10 L ira. ZAPATA, R obert P . Millon, 5 L ira. MAVİ GÖZLÜ DEV (N azım H ik m et ve sa n a tı) Z ekerlya S ertel, 10 L ira. (Tükendi) D İN L E Y A NK EE, W right Mills, 10 L ira. T Ü R K İY E ’D E İL E R İC İ A K IM LA R Yıldız S ertel, 15 L ira ÇİZG İLİ D Ü NYA F e rru h D oğan, 5 L ira. M İL Lİ K U RTU LU Ş C E P H E S İ, D ouglas Bravo, 5 L ira. D Ü ZEN İN YABAN CİLA ŞMASI, İd ris K üçüköm er, 7,5 L ira, (Tükendi) A N ARŞİZM D uclos — Cohn B endlt 7,5 L ira. ROMAN G İB İ S abiha S ertel, 15 L ira. SİY A H İK T İD A R S tokely C arm ichael 7,5 L ira. Y A ŞA N TIM Y evtuçenko, 5 L ira. NAZIM H İK M E T İN P O L E M U lL E R İ K em al SUlker, 7,5 L ira. SA B A H A TTİN A L t D O SY A SI K em al Sülker, 7,5 L ira. G ER İLLA N E D İR A lberto Bayo, 5 L ira. (Tükendi) SAVAŞ A N IL A R I (3. B askı) Che G uevara, 10 L ira. L İD E R L E R D İYOR Kİ, Abdi İpekçi 10 L ira. M ARKSİZM İN TEM EL K İT A B I Em ile B urns, (Toplatıldı) G ER İLLA GÜNLÜĞÜ Che G uevara 10 L ira (T oplatıldı) Genel D ağ ıtım : A N T Y A Y IN LA R I . P.K . 701 - İSTA N B U L E lin iz d e k i eserle, A N T Y A Y I N L A R I , T ü r k i y e h a lk la r ın ın t a r ih i ü z e r in e ü ç y ü z e lli yıl ö n c e y a z ı l m ı ş b u l u n a n ö n e m l i bir b e lg e y i o k u r l a r ı n a s u n m a k t a d ı r . B i t l i s H ü k ü m d a r ı Ş e r e f H a n t a r a f ı n d a n y a z ıla n Ş E R E F N A M E ' n i n b u c i l d i n d e K ü r t ta rih i, y i n e A N T Y A Y I N L A R I t a r a f ı n d a n y a y ı n l a n a c a k o la n ik in c i c i l d i n d e ise O s m a n l ı t a r ih i y e r a lm a k t a d ır . T ü r k ç e o l a r a k ü ç y ü z e lli y ıl d a n beri h i ç y a y ı n la n m a m ış b u lu n a n Ş E R E F N A M E 'y i , M e h m e t Em in Bozr<rslan a r a p ç a n ü s h a s ı n d a n g ü n ü m ü z ü n k o n u ş u ­ lan d ilin e u y g u n o la r a k t ü r k ç e l e ş t i r m i ş , a y rıca , ç e ş it li k a y n a k t a r a m a l a r ı s o n u n d a d i p n o t l a r ve a ç ı k l a m a l a r l a e s e ri b ir k a t d a h a d e ğ e r l e n d i r m i ş t i r . Ş E R E F N A M E , ge re k yazarın y a ş a m ış o ld u ğ u çağda, ge re kse o n d a n önceki d ö n e m le rd e cereyan e t m i ş o la y la r ı b ü y ü k ö l ç ü d e a y d ı n l ı ğ a k a v u ş t u r m a s ı b a k ı m ı n d a n , s a d e c e t a r ih i bir b e lg e d e ğ il, a y n ı za m a n d a O sm a n lı t o p lu m u n u n s o s y o - e k o n o m ik y a p ısın ı açık la ya ra k g ü n ü m ü z ü n a ra ştırm a c ıla rın a ış ık t u t a n d e ğ e r li bir k a y n a k t ır . Ç E T İN O F S E T B A S IM E V İ - 2 7 3 2 8 7 2 0 lira
pFad - Phonifier reborn

Pfad - The Proxy pFad of © 2024 Garber Painting. All rights reserved.

Note: This service is not intended for secure transactions such as banking, social media, email, or purchasing. Use at your own risk. We assume no liability whatsoever for broken pages.


Alternative Proxies:

Alternative Proxy

pFad Proxy

pFad v3 Proxy

pFad v4 Proxy